TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
NAZMİ KARACA BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2018/15192)
Karar Tarihi: 10/5/2022
Başkan
:
Hasan Tahsin GÖKCAN
Üyeler
Hicabi DURSUN
Recai AKYEL
Selahaddin MENTEŞ
İrfan FİDAN
Raportör
Kemal ÖZEREN
Başvurucu
Nazmi KARACA
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle başvurucunun iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 10/5/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
A. Olağanüstü Hâl İlanı ve Bu Süreçte Uygulanan Tedbirler
5. Türkiye 15 Temmuz 2016 gecesi silahlı bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve darbe teşebbüsünün bastırılmasının akabinde Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde 21/7/2016 tarihinden itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir. Üç aylık sürelerle uzatılan OHAL süreci 18/7/2018 tarihinde sona ermiştir. Darbe teşebbüsüne ilişkin süreç, OHAL ilanı, OHAL döneminin gerektirdiği tedbirlere ilişkin detaylı açıklamalar Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve diğerleri ([GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-20, 47-66) kararında yer almaktadır.
6. OHAL sürecinde kamu görevinden çıkarma tedbirlerinin uygulanmasına karar verilmiş ve bu konuda genel ve soyut normlar ihdas edilerek alınan tedbirlerin yanı sıra kişiler hakkında doğrudan etki doğurucu nitelikte işlemler de tesis edilmiştir. Örneğin 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (667 sayılı OHAL KHK'sı) 4. maddesinde yargı mensupları dışındaki tüm kamu personelinden (işçiler dâhil) terör örgütlerine veya devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna Millî Güvenlik Kurulunca (MGK) karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilenlerin meslekten veya kamu görevinden çıkarılmalarına karar verileceği düzenlenmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 56-61).
7. Türkiye Cumhuriyeti 21/7/2016 tarihinde Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (AİHS/Sözleşme); Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine ise Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme'ye (MSHUS) ilişkin derogasyon (askıya alma/yükümlülük azaltma) beyanında bulunmuştur. OHAL'in uzatılmasına ilişkin kararlar da Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine bildirilmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 50).
B. Somut Başvuruya İlişkin Olay ve Olgular
8. Başvurucu, 1997 yılında Rize Belediyesi (Belediye) bünyesinde hizmet alım sözleşmesi kapsamında çalışmaya başlamıştır. Farklı pozisyonlarda görevlendirilen başvurucu son olarak Rize Belediyeler İnşaat ve İhtiyaç Mad. San. ve Ticaret Ltd. Şti.ne (Şirket/ İşveren) bağlı olarak Belediyenin asfalt şantiyesinde bekçi pozisyonunda görev yapmıştır. Şirket tarafından alınan 20/4/2017 tarihli karar ile başvurucunun iş sözleşmesi Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanmasına (PDY) finansal destek sağladığı gerekçesiyle feshedilmiştir. İşveren, Mali Suçları Araştırma Kurulunun (MASAK) gönderdiği bilgilerden hareketle başvurucunun örgüte finansal destek sağladığının tespit edildiğini belirterek 2/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun 25. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca sözleşmesinin feshedildiğini başvurucuya bildirmiştir.
9. Başvurucu, FETÖ/PDY ile bağlantısı olduğuna yönelik hakkında başlatılan herhangi bir adli ya da idari soruşturma bulunmadığını, Bank Asya (Banka) hesabındaki paranın cüzi bir miktar olduğunu, örgüte finansal destek sağladığına ilişkin bir mahkeme kararı bulunmadığını, kaldı ki adı geçen Bankanın o yıllarda yasaklı bir banka olmadığını belirterek işe iade istemiyle dava açmıştır. Bununla birlikte yargılama safahatında başvurucu Y.A. ve A.Ç.nin tanık sıfatıyla dinlenilmesini talep etmiştir.
10. İşveren vekili cevap dilekçesinde; MASAK tarafından gönderilen yazıda başvurucunun FETÖ/PDY'ye finansal destek sağladığı hususunun tespit edildiğini, başvurucunun iş sözleşmesinin geçerli sebebe dayanılarak feshedildiğini belirtmiştir. Bununla birlikte yargılama safahatında M.B. ve Ö.Ö.nün tanık sıfatıyla dinlenilmesi işveren vekilince talep edilmiştir.
11. Rize İş Mahkemesince (Mahkeme) 28/11/2017 tarihinde gerçekleştirilen duruşmada dinlenilen tanıklardan Y.A., başvurucuyla aynı birimde çalıştıklarını, başvurucunun hiçbir zaman örgüt propagandası yaptığına şahit olmadığını; A.Ç. ise başvurucunun altın alım satımı yaptığını bildiğini ve Bankaya para yatırılması hususunda herhangi bir yönlendirmesi olmadığını beyan etmiştir.
12. Öte yandan 28/11/2017 tarihli duruşmada davalı işveren tanığı olan M.B. şirket müdürü olarak görev yaptığını, başvurucunun FETÖ'ye sempatisi olup olmadığına yönelik görgüye dayalı bilgisi olmadığını beyan etmiştir. Yine işveren tanığı olan Ö.Ö. başvurucunun kendilerine Bank Asya'ya para yatırmaları yönünde herhangi bir söylemi olmadığını, FETÖ'ye sempatisi olduğuna yönelik de bilgisinin bulunmadığını ifade etmiştir.
13. Mahkeme 30/11/2017 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararda, dinlenilen tanıkların beyanlarına yer verilmiş ve 4857 sayılı Kanun uyarınca işçinin sadakat borcuna aykırılık oluşturan, güven sarsıcı söz ve davranışlarının işverene haklı fesih hakkı verdiği fakat bu hususların önemli ve somut delillerle desteklenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Kararın gerekçesinde; Bankanın geçmişte FETÖ/PDY ile irtibatının sabit olduğu, bir dönem Bankaya destek olmak üzere herkesin mali gücü oranında para yatırması hususunda medya aracılığı ile beyanlarda bulunulduğu, bu nedenle 2013 yılının son ayı ile Bankanın TMSF'ye devredildiği 29/5/2015 tarihi arasındaki hesap hareketlerinin incelenmesi ve delil olarak değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir. Netice itibarıyla başvurucunun 24/1/2014 tarihinde Bankaya 10.000 TL para yatırdığı, bu paranın 4/2/2015 tarihine kadar banka hesaplarında kaldığı ve bu tarihte çekildiği vurgulanarak başvurucunun FETÖ/PDY ile bağlantısı olabileceği yönünde davalı şirkette şüphe oluşmasının olağan olduğu ve Şirketten başvurucu ile çalışmaya devam etmesinin beklenemeyeceği ifade edilmiştir.
14. Başvurucu bu karara karşı istinaf başvurusunda bulunmuştur. İstinaf dilekçesinde başvurucu, dava dilekçesindeki beyanlarını tekrarlamakla birlikte lehine tanık ifadeleri bulunmasına rağmen bu durumun Mahkemece dikkate alınmadığını, Mahkemenin İşverenin güvenini sarsıcı davranışın ne olduğunu tam olarak açıklayamadığını ileri sürmüştür. Ayrıca başvurucu birçok bankada altın alım satımı yoluyla gelir elde ettiğini ifade etmiş ve buna ilişkin bilgi ve belgeleri sunmuştur.
15. Samsun Bölge Adliye Mahkemesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 7. Hukuk Dairesi 28/2/2018 tarihinde istinaf başvurusunun reddine kesin olarak karar vermiştir. Kararda başvurucunun 2014 yılının Ocak ayında Bankaya 10.000 TL para yatırdığı ve TMSF tarafından 3/2/2015 tarihinde saat 21.00 itibarıyla Bankanın çoğunluk hissesi olan %63 oranındaki bölüme el konulduktan hemen sonra, 4/2/2015 tarihinde söz konusu meblağı çektiği tespitinde bulunulmuş; davalı şirketin şüphesinin fesih anında mevcut, belirli, objektif vakıa ve emarelere dayandığının anlaşıldığı vurgulanmıştır.
16. Nihai karar 16/4/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
17. Öte yandan UYAP kayıtları üzerinden yapılan inceleme sonucunda başvurucu hakkında sonuçlanmış veya devam eden adli soruşturma veya kovuşturmanın bulunmadığı görülmüştür.
18. Ayrıca başvurucu bireysel başvuru dosyasına beş farklı bankada bulunan altın, gümüş ve döviz hesaplarına ilişkin hesap hareketlerini içeren evrakları sunmuştur. Bu belgelerden başvurucunun 2011-2017 yılları arasında altın, gümüş veya döviz alım satımı yaptığı anlaşılmaktadır.
IV. İLGİLİ HUKUK
19. İlgili hukuk için bkz. Ayla Demir İşat ([GK], B. No: 2018/24245, 8/10/2020, §§ 43-84).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
20. Anayasa Mahkemesinin 10/5/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
21. Başvurucu, 2014 yılında anılan Bankaya 10.000 TL para yatırarak altın alım işlemi yaptığını, sonrasında altın fiyatları düştüğü için beklemek zorunda kaldığını, FETÖ/PDY'ye finansal destek sağlama amacının bulunmadığını, tamamen ticari faaliyet amacıyla hareket ettiğini belirterek iş sözleşmesinin feshedilmesi ve buna ilişkin yargılama safahatı nedeniyle adil yargılanma hakkının, özel hayata saygı hakkının, ayrımcılık yasağının ve mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
22. Bakanlık görüşünde, şüphe feshinin tanımına yer verilerek bu fesih türünün geçerli fesih nedeni olarak kabul edildiği ifade edilmiştir. Bununla birlikte hukuk kurallarını yorumlama yetkisinin derece mahkemelerine ait olduğu, bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik oluşturan bir durum olmadığında ihlal iddialarının kanun yolu şikâyeti mahiyetinde kalacağı hususlarında değerlendirmeler içeren Anayasa Mahkemesi kararlarına yer verilmiştir. Ayrıca AİHS'nin 15. maddesi ile MSHUS'nin 4. maddesi gereğince olağanüstü dönemlerde devletlerin olağan dönemdeki hukuk rejiminin dışına çıkabileceği, durumun gereklerine uygun şekilde temel hak ve özgürlükleri olağan döneme nazaran daha fazla kısıtlayabileceği belirtilmiştir.
23. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında, yıllar boyunca bankalardaki hesaplarından altın ve döviz alım satımı yaparak gelir elde ettiğini belirtmiştir. Hiçbir zaman FETÖ/PDY ile irtibatının bulunmadığını vurgulayan başvurucu, Bankanın TMSF'ye devredildiği tarihte örgüt talimatıyla hareket edenlerin Bankadan paralarını çekmeyip destek olmak amacıyla Bankaya para yatırdıklarını, kendisinin ise Bankadan parasını çektiğini beyan etmiştir.
B. Değerlendirme
24. Anayasa’nın "Özel hayatın gizliliği" kenar başlıklı 20. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes, özel hayatına ... saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ... gizliliğine dokunulamaz."
25. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
26. Başvurucunun iddialarının mesleki hayatına yönelik bir tedbir uygulanmasına, bu doğrultuda iş sözleşmesinin feshedilmesine ve açtığı işe iade davasının reddedilmesine ilişkin işlemler bütününe dair olduğu görülmektedir. Kişilerin mesleki hayatlarının onların özel hayatlarıyla sıkı bir irtibatının olduğu ve meslek hayatına yönelik tedbirlerin ya da müdahalelerin söz konusu olduğu dava süreçlerinde özel hayata saygı hakkının gündeme geldiği yadsınamaz. Bununla birlikte öncelikle bu tür işlemlerin mesleki hayata yönelik tedbirlerin ya da müdahalelerin hangi durumlarda özel hayat kapsamında görülmeye uygun olduğu veya başvuru konusu edilen uyuşmazlıkların hangilerinin bu bağlamda uygulanabilir kabul edileceği hususlarında ölçütler belirlenmesi ve bu ölçütler dikkate alınarak değerlendirmeler yapılması gerekmektedir (C.A. (3) [GK], B. No: 2018/10286, 2/7/2020, § 88).
27. Somut başvurunun da bu yönüyle ele alınması ve yapılacak değerlendirmeler neticesinde özel hayata saygı hakkının uygulanabilir olduğu sonucuna ulaşılması durumunda başvurucunun tüm iddialarının özel hayata saygı hakkı bağlamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmektedir.
1. Uygulanabilirlik Yönünden
28. Anayasa Mahkemesi, önceki birçok kararında özel hayata saygı hakkının kişinin çevresinde bulunanlarla temas kurma hakkını içerdiğini, özel bir sosyal hayat sürdürmeyi güvence altına aldığını ve kişilerin mesleki hayatlarının özel hayatlarıyla sıkı bir ilişki içinde olduğunu vurgulamıştır (K.Ş., B. No: 2013/1614, 3/4/2014, § 36; Serap Tortuk, B. No: 2013/9660, 21/1/2015, § 37; Bülent Polat [GK], B. No: 2013/7666, 10/12/2015 § 62; Ata Türkeri, B. No: 2013/6057, 16/12/2015, § 31; Ö.Ç.; B. No: 2014/8203, 21/9/2016, § 50; Haluk Öktem [GK], B. No: 2014/13433, 13/10/2016, § 27; E.G. [GK], B. No: 2014/12428, 13/10/2016, § 34).
29. Anayasa Mahkemesi yakın tarihte açıkladığı C. A. (3) kararında; özel hayata ilişkin hususların kişinin mesleği ile ilgili tasarruflara esas alındığı durumlarda özel hayata saygı hakkının uygulanabilir olduğuna ve özel hayata ilişkin herhangi bir nedene dayanılmaksızın mesleki hayata yönelen müdahalelerin özel hayata saygı hakkı kapsamında değerlendirilebilmesi için gerekli olan koşulların neler olduğuna ilişkin detaylı değerlendirmelerde bulunmuştur (C. A. (3), §§ 91-96).
30. Belirtilen kararda açıklanan kriterler kapsamında somut olay değerlendirildiğinde başvurucunun mesleki hayatına yönelik olarak alınan tedbirin özel hayata ilişkin herhangi bir nedene dayanmadığı görülmektedir. Bununla birlikte başvurucunun mesleki hayatına yönelik müdahalenin onun özel hayatına ciddi şekilde etki ettiği ve bu etkinin belirli bir ağırlık düzeyine ulaştığı anlaşılmaktadır. Zira alınan tedbirin başvurucunun başkaları ile ilişki kurabilme ve geliştirebilme imkânını önemli ölçüde zayıflatmasına, sosyal ve mesleki itibarını koruyabilmesi açısından ciddi sonuçlar doğurmasına yol açacağı değerlendirilmektedir. Bu durumda sonuca dayalı nedenlerle başvurunun özel hayata saygı hakkı kapsamında incelenebilir nitelikte olduğu kanaatine varılmıştır.
2. İnceleme Usulü Yönünden
31. İnsan haklarına ilişkin bazı uluslararası belgelerde devletlerin karşılaştıkları savaş veya ulusun varlığını ya da yaşamını tehdit eden olağanüstü durumlarda olağan dönemdeki hukuk rejiminin dışına çıkabilmelerine ve olağan dönemdeki uluslararası yükümlülüklerine aykırı tedbirlere başvurabilmelerine imkân tanınmıştır. Bu çerçevede Türkiye'nin tarafı olduğu MSHUS'nin 4. ve AİHS'in 15. maddelerinde, bu dönemlerde belirli koşullarla anılan sözleşmelerdeki yükümlülüklere aykırı tedbirler alınabileceği düzenlenmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 169, 170). Ayrıca Anayasa Mahkemesinin olağanüstü yönetim usullerinin uygulandığı dönemlerde, Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden AİHS ve Türkiye'nin taraf olduğu buna ek protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddiasıyla yapılan başvuruları inceleme yetkisinin bulunduğunu belirtmek gerekir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 181; C. A. (3), § 80).
32. Olağan dönemde temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin ölçütler Anayasa'nın 13. maddesinde yer alırken savaş, seferberlik ve olağanüstü hâllerde hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması hatta durdurulması özel olarak Anayasa'nın 15. maddesinde düzenlendiğinden öncelikle bu kapsamda Aydın Yavuz ve diğerleri kararında açıklanan ilkeleri hatırlatmak gerekir.
33. Anayasa'nın 13. maddesi, olağan dönemde temel hak ve özgürlüklerin hangi ölçütler gözönünde bulundurularak sınırlandırılabileceğini ortaya koymaktadır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 184). Olağanüstü hâllerde temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması ve hatta durdurulmasına ilişkin ölçütlerin yer aldığı Anayasa'nın 15. maddesine göre ise savaş, seferberlik veya olağanüstü hâllerde temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının kısmen veya tamamen durdurulabilmesi, bunlar için Anayasa'nın diğer maddelerinde öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilmesi mümkündür. Ancak Anayasa'nın 15. maddesi, bu hususta kamu otoritelerine sınırsız bir yetki tanımamaktadır. Anayasa'nın diğer maddelerinde öngörülen güvencelere aykırı tedbirlerin Anayasa'nın 15. maddesinin ikinci fıkrasında sayılan hak ve özgürlüklere dokunmaması, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülüklere aykırı bulunmaması ve durumun gerektirdiği ölçüde olması gerekir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 186; C. A. (3), § 82).
34. Dolayısıyla olağanüstü yönetim usullerinin uygulandığı dönemde alınan tedbiri konu edinen somut başvuru öncelikle Anayasa'nın 13. ve 20. maddeleri kapsamında incelenecek ve müdahalenin Anayasa'nın anılan maddelerindeki güvencelere aykırılık oluşturması durumunda Anayasa'nın 15. maddesinde düzenlenen temel hak ve özgürlüklere ilişkin güvence rejimi de ayrıca dikkate alınacaktır (benzer şekilde uygulanan yöntem için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 343-359; C. A. (3), § 83; Ayla Demir İşat, § 91).
3. Kabul Edilebilirlik Yönünden
35. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
4. Esas Yönünden
36. Özel hayata saygı hakkına yönelik negatif ve pozitif yükümlülükler arasındaki sınırların kesin biçimde tanımlanması ve birbirinden ayrılması her durumda mümkün değildir. Devlet için öngörülen negatif yükümlülükler, her durumda özel hayata saygı hakkına keyfî surette müdahaleden kaçınmayı gerekli kılar. Pozitif yükümlülükler de özel hayata saygı hakkının korunmasını ve bireyler arası ilişkiler alanında olsa da özel hayata saygının güvencelerini sağlamaya yönelik olaya özgü tedbirlerin alınmasını zorunlu kılar (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Adnan Oktar (3), B. No: 2013/1123, 2/10/2013, § 32; Ömür Kara ve Onursal Özbek, B. No: 2013/4825, 24/3/2016, § 46; C.A. (3), § 103).
37. Somut olayda, davalı Şirketin vekili tarafından derece mahkemesine sunulan cevap dilekçesinde, başvurucunun mesleki hayatına yönelik tedbiri uygulayan Şirket'in %99'luk kısmının Belediyeye ait olduğu, %1'lik kısmının ise diğer merkez belediyelerine ait olduğu belirtilmiştir. Bu bağlamda İşveren tarafında alınan söz konusu işten çıkarma tedbirinin kamu gücünün kullanımı olarak kabul edilmesi gerektiği kanaatine varıldığından somut başvuru devletin negatif yükümlülükleri bağlamında ele alınacaktır.
a. Müdahalenin Varlığı
38. Başvurucunun iş sözleşmesi FETÖ/PDY ile irtibatı veya iltisakı olduğu gerekçesiyle bazı kamu gücü ayrıcalıkları bulunan İşveren tarafından 20/4/2017 tarihinde feshedilmiştir. Dolayısıyla sözleşmenin feshine ilişkin alınan kararla başvurucunun özel hayatına saygı hakkına bir müdahalede bulunulduğu açıktır.
b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
39. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa’nın 20. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... demokratik toplum düzeninin ... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
40. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk ve ölçülülük koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.
i. Kanunilik
41. Somut olaya konu olan müdahalenin 667 sayılı KHK'nın 4. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (g) bendi dayanak alınarak 4857 sayılı Kanun hükümleri çerçevesinde gerçekleştirildiği görülmektedir. Dolayısıyla müdahalenin kanuni dayanağı bulunmaktadır.
ii. Meşru Amaç
42. Özel hayata saygı hakkına müdahale teşkil eden mesleğe ilişkin tedbirlerde millî güvenliğin ve kamu düzeninin korunmasının, kamu hizmetinin sürdürülebilirliğinin sağlanmasının hakkın doğasından kaynaklanan bir sınırlandırma nedeni olarak kabul edilebileceği değerlendirilmektedir. Bu bağlamda somut olay özelinde başvurucunun özel hayata saygı hakkına yönelen müdahalenin söz konusu sınırlama nedenlerine dayandığı ve bu suretle meşru amaç unsurunu taşıdığı sonucuna varılmıştır (Ayla Demir İşat, §§ 118-122).
iii. Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk ve Ölçülülük
(1) Genel İlkeler
43. Anayasa Mahkemesi kararlarına göre demokratik toplum düzeninin gerekleri kavramı öncelikle ilgili hak yönünden getirilen sınırlamaların zorunlu ya da istisnai tedbir niteliğinde olmasını, başvurulabilecek en son çare ya da alınabilecek en son önlem olarak kendisini göstermesini gerektirmektedir. Demokratik toplum düzeninin gereklerinden olma, bir sınırlamanın demokratik bir toplumda zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın karşılanması amacına yönelik olmasını ifade etmektedir (AYM, E.2016/179, K.2017/176, 28/12/2017; Haluk Öktem, § 49; Erhun Öksüz [GK], B. No: 2014/12777, 13/10/2016 § 53; Ata Türkeri, § 44; Salim Onur Şakar, B. No: 2015/2711, 21/9/2017, § 35; C.A. (3), § 114).
44. Anayasa’nın 13. maddesinde demokratik toplum düzeninin gerekleri ve ölçülülük kriterleri iki ayrı ölçüt olarak düzenlenmiş olmakla birlikte bu iki ölçüt arasında ayrılmaz bir ilişki vardır. Ölçülülük ilkesinin amacı temel hak ve özgürlüklerin gereğinden fazla sınırlandırılmasının önlenmesidir. Anayasa Mahkemesi kararları uyarınca ölçülülük ilkesi, sınırlama için kullanılan aracın sınırlama amacını gerçekleştirmeye uygun olmasını ifade eden elverişlilik, sınırlayıcı önlemin sınırlama amacına ulaşmak bakımından zorunlu olmasına işaret eden gereklilik ve araçla amacın orantısız bir ölçü içinde bulunmaması ile sınırlamanın ölçüsüz bir yükümlülük getirmemesi anlamına gelen orantılılık unsurlarını içermektedir (Bülent Polat, § 106; Tevfik Türkmen [GK], B. No: 2013/9704, 3/3/2016, § 70; Bülent Kaya [GK], B. No: 2013/2941, 11/5/2016, § 82; Ferhat Üstündağ, B. No: 2014/15428, 17/7/2018, §§ 45, 48; C.A. (3), § 115).
45. Türkiye Cumhuriyeti; millî güvenliği tehlikeye sokan ve Anayasa'nın 2. maddesinde ifadesini bulan demokratik hukuk devletini hedef alan bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmıştır. Söz konusu teşebbüsün arkasındaki terör örgütleriyle bağlantılı olduğu ve millî güvenliğe tehdit oluşturduğu değerlendirilen çalışanlar/kamu görevlileri hakkında devlet tarafından bazı ilave ve olağan dışı tedbirlerin alınması, kamu gücü ayrıcalıklarıyla donatılan özel hukuk tüzel kişilerine bu kapsamdaki kişilerle birlikte çalışmalarını zorunlu kılmayacak şekilde takdir alanı bırakılması, kamu hizmetinin yürütülmesi konusunda reform çalışmaları yapılması, bu bağlamda birtakım düzenlemelerin hayata geçirilmesi, kısacası kamudan ihraç işlemlerinin yapılması haklı gerekçelere dayanan gelişmeler olarak nitelendirilmeye uygundur (benzer yönde değerlendirmeler için bkz. AYM, E.2016/6 (D. İş), K.2016/12, 4/8/2016, §§ 77-81; C.A. (3), § 116).
46. Kamudan ihraç işlemleri kapsamında atılan adımlarda anayasal güvencelerin yerine getirilip getirilmediğinin belirlenmesinde dikkate alınacak önemli hususlar ise şunlardır (C.A. (3), § 117):
i. Kamudan ihraç tedbirleri kapsamında -ceza davalarında olduğu gibi- katı ispat koşullarının aranmasının gerekli görülmeyebileceği dikkate alındığında kamu gücünü kullanan makamların takdir yetkisi genişlemekle birlikte alınan tedbirlerde durumun gerektirdiği ölçünün korunması ve takdir yetkisinin aşılmaması gerekir.
ii. Süreç içinde verilen kararlarda tedbirin bireyselleştirildiğinin gösterilmesi gerekir.
iii. Alınan tedbirin başvurulabilecek en son çare olması, bu yönüyle zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve ölçülü olması gerekir. Kamudan ihracın nispeten daha az önem taşıyan bir unvan veya pozisyon yönünden gerekliliği için daha güçlü nedenler ortaya konulması gerekse de unvan veya pozisyonun önem derecesinin düşük olması kamu makamlarının bu kapsamdaki kişileri ihraç işlemine tabi tutamayacağı anlamına gelmez. Kamu makamlarının ikna edici gerekçeler ortaya koymak şartıyla nispeten önemsiz unvan veya pozisyonlarda görev yapan/çalışan kişilere yönelik olarak da ihraç işlemi uygulamak konusunda takdir yetkisini haiz oldukları kabul edilmelidir. Bu konuda yapılacak değerlendirmelerde kamunun menfaati ile müdahalenin süjesi olan bireyin menfaati arasında adil bir dengenin kurulup kurulmadığı belirlenmelidir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. K.Ş., § 49; Bülent Polat, § 107).
iv. Ayrıca özel hayata saygı hakkına yönelik müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olma ve ölçülülük ilkelerine uygun olduğu konusunda yargısal makamlar tarafından oluşturulan gerekçelerin ikna edici nitelikte ilgili ve yeterli olması gerekir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Ata Türkeri, §§ 45, 47; Murat Deniz, B. No: 2014/5318, 21/9/2016, § 66).
v. Yine söz konusu tedbirlerin yargısal denetiminin usule ilişkin gereklilikler yerine getirilerek etkili bir şekilde ve makul bir süre içinde tamamlanması önemlidir.
47. Öte yandan yapılacak değerlendirmelerde her somut olayın kendine özgü koşullarının dikkate alınacağı, dolayısıyla ulaşılacak sonuçların olaydan olaya farklılık gösterebileceği gözardı edilmemelidir (C.A. (3), § 118).
48. İşçilerin tabi oldukları iş sözleşmeleri gereğince tanımlı olan mesleklerini yapmalarının mutlak bir hak olarak nitelendirilmesi mümkün değildir. İşverenlerin bünyesinde çalıştırdıkları işçilerin verimli şekilde iş görmeleri ve önceden saptanmış nesnel kurallara karşı sadakat göstermeleri konusunda beklenti içinde olmalarının haklı bir gerekliliğe dayandığını söylemek gerekir. Zira işin veriminin düşmesine veya işveren ile olan güven ilişkisinin ciddi şekilde zedelenmesine işçiden kaynaklanan nedenlerle yol açılan durumlarda işverenin menfaatinin etkileneceği açıktır. Dolayısıyla yasal düzenlemelerin ve işverenin belirlediği kurallar çerçevesinde devam eden iş ilişkisinin meşru nedenler ortaya çıktığında bozulması ve sona erdirilmesi olağan bir durumdur (C.A. (3), § 123).
49. Bu tür durumlarda başvurulabilecek tedbirlerden olan iş sözleşmesinin feshedilmesi konusunda Anayasa'nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayata saygı hakkı, iş ilişkisinin tek taraflı bir irade beyanıyla sonlandırılmasını yasaklamamaktadır. Ancak işveren tarafından hayata geçirilen iş ilişkisinin sona erdirilmesine ilişkin tedbirin zorunlu ve başvurulabilecek en son çare olarak nitelendirilebilmesi için işçinin işverenin menfaatine ve beklentilerine aykırı davrandığının ortaya konulması gerekir. Başka bir deyişle işverenin menfaatine zarar vermeyen nedenlerin zorunlu ve son çare olarak başvurulmuş tedbirler olarak kabul edilmesi mümkün değildir. Örneğin işçinin belli bir dünya görüşüne sahip olması veya belli gruplara sempatisinin bulunması tek başına işverenin menfaatini etkileyen bir durum olarak nitelendirilemez (C.A. (3), § 124).
50. Öte yandan işverenin menfaati kavramı, bu işverenin kamu kurum ya da kuruluşlarından veya birtakım kamu gücü ayrıcalıklarıyla donatılan özel tüzel hukuk kişilerinden olması hâlinde geniş yorumlanabilir. Başka bir anlatımla özel hukuk tüzel kişisi bünyesinde çalışan kişiler açısından takdir yetkisinin çok daha dar yorumlanması gerekeceğinden farklı yönde değerlendirmelerin yapılması mümkündür. Bu çerçevede kamu gücünü kullanan işverenlerin devlete sadakatsizliğini tespit ettikleri işçilerin iş sözleşmelerini sona erdirebilmeleri açısından zorunlu bir durumun oluştuğu söylenebilecektir. Zira kamu gücü kullanan bir işverenin devlete sadakat bağı bulunmayan veya zayıf olan bir kişiyle çalışmaya tahammül gösterme yükümlülüğünün olmadığı ve işverenlerin sadakatsiz olduğunu düşündükleri kişilerle iş ilişkilerini tek taraflı olarak sona erdirebilme hakkını haiz oldukları kabul edilmelidir. Ancak işçi tarafından sadakat yükümlülüğünün ihlal edildiği, dolayısıyla işçi ve işveren arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayanılarak alınacak tedbirler bakımından basit bir şüphenin yeterli olmayacağı, bu durumun somut olgularla desteklenmesi gerektiği açıktır. Gerek işveren gerekse yargı organları tarafından açıklanan nedenlerin işveren ile işçi arasındaki güven ilişkisinin zedelendiğini ortaya koyacak ve ikna edecek yeterlilikte olması gerekir (C.A. (3), § 125).
(2) İlkelerin Olaya Uygulanması
51. Somut olaydaki feshin gerekçesi başvurucunun, devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen FETÖ/PDY ile irtibat ve iltisaklı olduğu konusunda duyulan şüphe ve bu şüphe nedeniyle güven ilişkisinin ortadan kalkmasıdır. Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarında FETÖ/PDY’nin kamu kurumlarının neredeyse tamamında örgütlenmesinin ve somut darbe teşebbüsünün bu yapılanmadan kaynaklanmış olmasının potansiyel tehdidi mevcut tehlikeye dönüştürdüğü ve demokratik anayasal düzeni sürdürmek bakımından olağanüstü tedbirler alınmasının zorunlu olduğu kabul edilmiştir (AYM, E.2016/6 (D. İş), K.2016/12, 4/8/2016, § 80; Aydın Yavuz ve diğerleri, § 26; bkz. §§ 5-7).
52. Öte yandan Anayasa Mahkemesi Ayla Demir İşat kararında rutin bankacılık işlemlerinin dışında terör örgütünün talimatı üzerine hesap açılıp açılmadığı, önemli sayılabilecek bir mevduat artışı gibi mutat dışına çıkan bir hesap hareketinin olup olmadığı ya da başka bir örgütsel faaliyet çerçevesinde bir işlem yapılıp yapılmadığının açıklığa kavuşturulmadığını vurgulayarak Bankada hesap hareketleri bulunduğu için iş akdi feshedilen başvurucu yönünden özel hayata saygı hakkı kapsamındaki usul güvencelerinin ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır. Anılan kararda bu hususların derece mahkemelerince yapılacak çelişmeli yargılama sırasında netleştirilmesi gerektiği belirtilmiştir (Ayla Demir İşat, § 140).
53. Devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen FETÖ/PDY ile irtibatı ve iltisakı olduğu konusunda başvurucudan duyulan şüphenin 2014 yılının Ocak ayında 10.000 TL yatırıp 2015 yılının Şubat ayında çekmesiyle ortaya çıkan hesap hareketine dayandığı anlaşılmaktadır.
54. Bankanın FETÖ/PDY liderinin ve yöneticilerinin çağrıları üzerine örgüt üyelerinin yatırdığı paralar üzerinden gelir elde ettiği, bu suretle örgüt faaliyetlerine mali yönden kaynak sağladığı ve örgütün finans merkezi olduğu hususu yargı kararlarıyla tespit edilmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 35; Metin Evecen, B. No: 2017/744, 4/4/2018, § 59; Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 20/12/2017 tarihli ve E.2017/1862, K.2017/5796 sayılı kararı). Aynı zamanda mutat hesap hareketlerinin örgütsel faaliyette bulunma ya da örgüte yardım etme kapsamında değerlendirilemeyeceği de Yargıtay tarafından kabul edilmiştir (Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 25/6/2020 tarihli ve E.2020/1974, K.2020/3079 sayılı kararı). Her durumda Bankaya para yatırarak FETÖ/PDY ile irtibat veya iltisak içinde olunduğu, bu suretle işçi ve işveren arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayanılarak sözleşmenin feshedilebilmesi için yukarıda açıklanan ilkelere uygun şekilde hareket edilmesi gerektiği açıktır.
55. UYAP kayıtları üzerinden yapılan inceleme sonucunda başvurucu hakkında Bankadaki hesap hareketi nedeniyle silahlı terör örgütüne yardım ve sair suçlardan herhangi bir adli soruşturma veya kovuşturma yürütülmediği görülmüştür. Nitekim derece mahkemesi kararlarında da başvurucu hakkında bu hususta soruşturma veya kovuşturma yürütüldüğüne yönelik herhangi bir tespit yer almamaktadır.
56. Başvurucu, farklı bankalarda hesaplar açtırarak altın, gümüş ve döviz alım satımı yapmak suretiyle gelir elde ettiğini, Bankadaki faaliyetini de bu kapsamda gerçekleştirdiğini, örgüte finansal destek gibi bir amacının olmadığını derece mahkemeleri önünde dile getirmiştir. Bununla birlikte Mahkeme tarafından dinlenilen tanık beyanlarında da başvurucunun FETÖ/PDY ile bağlantısı olduğuna ilişkin herhangi bir ifade yer almamakla birlikte başvurucunun altın, gümüş ve döviz alım satımı yapmak suretiyle ekonomik gelir elde ettiğine yönelik destekleyici ifadelerin olduğu görülmektedir. Nitekim başvurucunun, bireysel başvuru dosyasına sunduğu beş farklı bankada bulunan altın, gümüş ve döviz hesaplarına ilişkin hareketlerini içeren hesap dökümleri de başvurucunun alım satım yöntemiyle gelir elde ettiğini ortaya koymaktadır. Ayrıca Bankanın %63 oranındaki bölümüne TMSF tarafından el konulduğu tarihte sosyal medya hesapları ve Banka şubeleri önünde yapılan eylemlerle kişilerin para yatırmaya yönlendirildiği bilinmektedir. Başvurucunun ise bu tarihte hesabındaki parayı çektiği anlaşılmaktadır.
57. Aktarılan bu bilgiler gözetildiğinde FETÖ/PDY ile irtibatının olduğu konusunda başvurucudan duyulan şüphenin nedenlerinin işçi ve işveren arasındaki güven ilişkisinin zedelendiğini ortaya koymaktan uzak olduğu değerlendirilmektedir. Somut olaya konu olan süreçte bu hususta kullanılan takdir yetkisinin dayanaklarının güçlü ve ikna edici nedenlerle açıklanması konusundaki gerekliliklerin yerine getirilmediği görülmektedir. Dolayısıyla -dava sürecinde ortaya konulan bilgi ve belgeler dikkate alındığında- gerçekleştirilen müdahale ile takdir yetkisinin sınırlarının aşıldığı kanaatine ulaşılmaktadır.
58. Ayrıca 2013 öncesi hesap hareketlerinin de kararda esas alınan işlemin mutat hesap hareketinin devamı olup olmadığının diğer bankalardaki bankacılık işlemleri de gözetilerek değerlendirilmesinin, başvurucunun Bankaya para yatırmasındaki kastının tespitinde önem arz ettiği açıktır. Derece mahkemeleri tarafından başvurucunun söz konusu Bankadaki hesap hareketinin diğer bankalarda olduğu gibi ekonomik gelir elde etme amacına dayandığına ve mutat olduğuna yönelik itirazı ile ilgili herhangi bir değerlendirmenin yapılmadığı, dinlenen tanık beyanlarının dikkate alınmadığı ve başvurucunun Bankadaki parasını çektiği tarihin özelliğine ilişkin bir araştırma yapılmadığı anlaşılmaktadır. Buna göre rutin bankacılık işlemleri dışında terör örgütünün talimatı üzerine hesap açılıp açılmadığı, mutat dışına çıkan bir hesap hareketinin olup olmadığı ya da feshi geçerli kılan başkaca bir nedenin bulunup bulunmadığı açıklığa kavuşturulmamıştır. Bu hususların derece mahkemelerince yapılacak çelişmeli yargılama sırasında netleştirilmesi gerekmektedir. Dolayısıyla söz konusu kararlarda başvurucunun silahlı terör örgütüyle aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olduğu için işverenle güven ilişkisinin bozulduğunu gösteren ilgili ve yeterli bir gerekçenin bulunduğu söylenemeyecektir.
59. Bu kapsamda yapılan değerlendirmelerde başvurucunun sadakat bağının zayıfladığının işareti olarak FETÖ/PDY ile irtibatlı veya iltisaklı olduğunu, işçi ve işveren arasındaki güven ilişkisinin başvurucudan kaynaklı olarak zedelendiğini kabul eden idari ve yargısal kararların müdahalenin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığı konusunda ikna edici nitelikte ilgili ve yeterli gerekçeleri içermediği sonucuna varılmaktadır. Neticede somut olaydaki müdahale demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşulunu sağlamamaktadır.
60. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.
61. Başvurucunun mesleki hayatına yönelik alınan tedbirin ve tedbirin konu olduğu davanın reddine karar verilmesinin olağan dönemde Anayasa'nın 20. maddesinde düzenlenen güvencelere aykırı olduğu tespit edildiğinden ayrıca bu durumun olağanüstü dönemlerde temel hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında meşru olup olmadığının incelenmesi gerekir.
5. Anayasa'nın 15. Maddesi Yönünden
62. Anayasa Mahkemesinin Ayla Demir İşat (aynı kararda bkz. §§ 144-163) kararında; iş sözleşmesinin feshedilmesi bağlamındaki takdir yetkisinin öngörülen sınırlar dâhilinde kullanılmasının ve nedenlerinin ikna edici şekilde ortaya konulmasının OHAL koşullarında da yerine getirilmesi gereken yükümlülüklerden olduğu belirtilmiştir. Anılan kararda, FETÖ/PDY ile irtibatının veya iltisakının olduğu konusunda başvurucudan duyulan şüphenin ciddi, güçlü ve objektif olduğuna ilişkin ikna edici gerekçeler ortaya konulmadan alınan tedbirin söz konusu yükümlülüklere uygun olmadığı vurgulanarak Anayasa'nın 15. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde de Anayasa'nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir. Somut başvuru yönünden de bu yaklaşımdan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
C. Giderim Yönünden
63. Başvurucu, ihlalin tespiti ile yeniden yargılama yapılmasına ve tazminat ödenmesine hükmedilmesini talep etmiştir.
64. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).
65. Öte yandan ihlalin niteliğine göre yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından başvurucunun tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayata saygı hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin özel hayata saygı hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Rize İş Mahkemesine (E.2017/159, K.2017/300) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 294,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 10/5/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.