TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ÖZLEM KENAN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2018/25808)
|
|
Karar Tarihi: 7/4/2021
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Recai AKYEL
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
|
|
İrfan FİDAN
|
Raportör
|
:
|
Ali KOZAN
|
Başvurucu
|
:
|
Özlem KENAN
|
Vekili
|
:
|
Av. Duygu MOLLAOĞLU
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, mahkûmiyet kararının bir sonucu olarak
avukatlık mesleğindeki hak ve yetkilerini kullanmasının yasaklanması nedeniyle
özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 17/8/2018 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucu, Adana Barosuna kayıtlı olarak bir hukuk
bürosunda serbest avukatlık yapmaktadır. Başvurucu ve aynı hukuk bürosunda
ortak olarak çalıştığı dört avukat hakkında 20/10/2008 tarihinde suç
duyurusunda bulunulmuştur. Şikâyetçi, iş hukuku kapsamında dava açılması için
anlaşarak avukatlık ücret sözleşmesi imzaladığını ve şikâyetçi olduğu avukatlar
adına vekâletname çıkararak 2.000 TL dava masrafını makbuz karşılığı verdiğini
belirtmiştir. Geçen süre içinde davanın açılmadığını, zaman kaybına uğradığını
belirten şikâyetçi; başvurucu ile avukatlar F.K. ve İ.A.nın birlikte imzaladığı
11/7/2007 tarihli avukatlık ücret sözleşmesini, hukuk bürosu antetli kasa giriş
makbuzunu ve noterden düzenlenen vekâletnameyi de Tarsus Cumhuriyet
Başsavcılığına (Başsavcılık) ibraz etmiştir.
10. Başsavcılık 16/3/2010 tarihli iddianameyle başvurucu
ve avukat İ.A.nın görevi kötüye kullanma suçundan cezalandırmalarını talep
etmiştir. İddianamede; avukatlık ücret sözleşmesi ile işin yüklenilmesi ve
masraf alınmasına rağmen davanın açılmadığı gözetildiğinde atılı suçun
işlendiğinin anlaşıldığı vurgulanmıştır.
11. Son soruşturmanın Adana Cumhuriyet Başsavcılığında yapılması
nedeniyle kamu davası, Adana 2. Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) görülmüştür.
Mahkeme 28/4/2011 tarihinde başvurucunun ihmal suretiyle görevi kötüye
kullanmak suçundan cezalandırılmasına, sanık İ.A.nın ise beraatına karar
vermiştir. Başvurucunun 12/10/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun
257. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre 6 ay hapis cezası ile
cezalandırılmasına hükmedilmiştir. Takdiri indirim uygulanan hapis cezası, adli
para cezasına çevrilmek suretiyle sonuç olarak başvurucun 3.000 TL adli para
cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde;
başvurucunun dava açmak üzere müşteki ile görüşerek vekaletname ve dava masrafı
almasına rağmen, müşteki adına dava açmadığı, bu şekilde görevini ihmal
ettiğinin dosya kapsamındaki savunma, tanık anlatımları ve delillerle sabit
olduğu vurgulanmıştır.
12. Başvurucu ve katılan kararı temyiz etmiştir.
Başvurucu; katılanın herhangi bir zararının olmadığını, görevi ihmal suçunun
oluşması için zararın meydana gelmesi gerektiğini ancak Mahkemenin de bilirkişi
vasıtasıyla bir zarar tespiti yapmadığını vurgulamıştır. Katılanın çelişkili
ifadeler verdiğini, dava açılmasını istediği işyerinde çalışmaya devam
ettiğini, dava konusu alacağın zaman aşımına uğramadığını, dava masrafını
kendisinin almadığını beyan etmiştir.
13. Yargıtay 5. Ceza Dairesi 2/6/2015 tarihinde beraat
hükmü yönünden anılan kararın onanmasına, başvurucu hakkındaki mahkûmiyet hükmü
yönünden bozulmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; kanundaki soyut ibarelerin
tekrarı suretiyle dosya kapsamına uygun olmayan yetersiz gerekçelerle temel
cezanın alt sınırından uzaklaşıldığı vurgulanmıştır. Ayrıca 5237 sayılı
Kanun'un 53. maddesi (1) numaralı fıkrasının (e) bendinde düzenlenen suçu,
yetkiyi kötüye kullanmak suretiyle işleyen başvurucu hakkında aynı Kanun'un 53.
maddesinin (5) numaralı fıkrası uyarınca hak yoksunluğuna karar verilmesi
gerektiğinin gözetilmediği değerlendirmesine yer verilmiştir.
14. Bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonucunda
Mahkeme yukarıda belirtilen gerekçeleri genel olarak tekrarlayarak (bkz. § 11)
başvurucunun 5237 sayılı Kanun'un 257. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre 4
ay hapis cezası ile cezalandırılmasına 18/2/2016 tarihinde hükmetmiştir.
Takdiri indirim uygulanmak suretiyle 3 ay 10 gün olarak belirlenen hapis cezası
adli para cezasına çevrilerek, neticede başvurucunun 2.000 TL adli para cezası
ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Ayrıca anılan Kanun'un 53. maddesi
(5) numaralı fıkrası gereğince cezanın infazı tamamlandıktan sonra işlemek
üzere 3 ay süreyle avukatlık mesleğindeki hak ve yetkilerini kullanmasının
yasaklanmasına hükmedilmiştir.
15. Anılan karar, Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 10/5/2018
tarihli kararıyla onanarak kesinleşmiştir.
16. Başvurucu nihai kararı 23/7/2018 tarihinde
öğrendiğini beyan etmiştir.
17. Başvurucu tarafından 17/8/2018 tarihinde bireysel
başvuru yapılmıştır.
IV. İLGİLİ
HUKUK
A. Ulusal Hukuk
18. 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun
"Avukatlığın mahiyeti" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Avukatlık, kamu hizmeti ve serbest
bir meslektir.
Avukat, yargının kurucu unsurlarından
olan bağımsız savunmayı serbestçe temsil eder."
19. 1136 sayılı Kanun'un "Avukatlığın amacı"
kenar başlıklı 2. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Avukatlığın amacı; hukuki münasebetlerin
düzenlenmesini, her türlü hukuki mesele ve anlaşmazlıkların adalet ve
hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesini ve hukuk kurallarının tam olarak
uygulanmasını her derecede yargı organları, hakemler, resmi ve özel kişi, kurul
ve kurumlar nezdinde sağlamaktır.
Avukat bu amaçla hukuki bilgi ve
tecrübelerini adalet hizmetine ve kişilerin yararlanmasına tahsis eder..."
20. 1136 sayılı Kanun'un "Görevi kötüye
kullanma" kenar başlıklı 62. maddesi şöyledir:
"Bu Kanun ve diğer kanunlar
gereğince avukat sıfatı ile veya Türkiye Barolar Birliğinin yahut baroların
organlarında görevli olarak kendisine verilmiş bulunan görev ve yetkiyi kötüye
kullanan avukat Türk Ceza Kanununun 257 nci maddesi hükümlerine göre cezalandırılır."
21. 5237 sayılı Kanun'un "Görevi kötüye
kullanma" kenar başlıklı 257. maddesi şöyledir:
"(1) Kanunda ayrıca suç olarak
tanımlanan hâller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek
suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da
kişilere haksız bir menfaat, sağlayan kamu görevlisi, altı aydan iki yıla
kadar, hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan
hâller dışında, görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek,
kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız
bir menfaat, sağlayan kamu görevlisi, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile
cezalandırılır."
22. 5237 sayılı Kanun'un "Belli hakları
kullanmaktan yoksun bırakılma" kenar başlıklı 53. maddesinin ilgili
kısmı şöyledir:
"(1) Kişi, kasten işlemiş olduğu
suçtan dolayı hapis cezasına mahkûmiyetin kanuni sonucu olarak;
...
e) Bir kamu kurumunun veya kamu kurumu
niteliğindeki meslek kuruluşunun iznine tâbi bir meslek veya sanatı, kendi
sorumluluğu altında serbest meslek erbabı veya tacir olarak icra etmekten,
yoksun bırakılır.
(2) Kişi, işlemiş bulunduğu suç
dolayısıyla mahkûm olduğu hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar bu
hakları kullanamaz.
...
(5) Birinci fıkrada sayılan hak ve
yetkilerden birinin kötüye kullanılması suretiyle işlenen suçlar dolayısıyla
hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde, ayrıca, cezanın infazından sonra işlemek
üzere, hükmolunan cezanın yarısından bir katına kadar bu hak ve yetkinin
kullanılmasının yasaklanmasına karar verilir. Bu hak ve yetkilerden birinin
kötüye kullanılması suretiyle işlenen suçlar dolayısıyla sadece adlî para
cezasına mahkûmiyet hâlinde, hükümde belirtilen gün sayısının yarısından bir
katına kadar bu hak ve yetkinin kullanılmasının yasaklanmasına karar verilir.
Hükmün kesinleşmesiyle icraya konan yasaklama ile ilgili süre, adlî para
cezasının tamamen infazından itibaren işlemeye başlar."
B. Uluslararası
Hukuk
23. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel
ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı 8. maddesi şöyledir:
"(1) Herkes özel ve aile hayatına,
konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.
(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu
makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir
toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin
korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının
hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz
konusu olabilir."
24. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında özel
hayatın eksiksiz bir tanımı bulunmayan geniş bir kavram olduğu
belirtilmektedir. Özel hayata saygı hakkı alt kategorisinde geçen özel hayat
kavramı AİHM tarafından oldukça geniş yorumlanmakta ve bu kavrama ilişkin
tüketici bir tanım yapılmaktan özellikle kaçınılmaktadır (Koch/Almanya,
B. No: 497/09, 19/7/2012, § 51). Bununla birlikte Sözleşme'nin denetim
organlarının içtihatlarında bireyin kişiliğini serbestçe geliştirmesi ve
gerçekleştirmesi ve kişisel bağımsızlık kavramlarının özel hayata
saygı hakkının kapsamının belirlenmesinde temel alındığı anlaşılmaktadır (Sidabras
ve Džiautas/Litvanya, B. No: 55480/00 ve 59330/00, 27/7/2004, § 43; K.A.
ve A.D./Belçika, B. No: 42758/98, 45558/99, 17/2/2005, § 83; Pretty/Birleşik
Krallık, B. No: 2346/02, 29/4/2002 § 61; Christine Goodwin/Birleşik
Krallık [BD], B. No: 28957/95, 11/7/2002, § 90).
25. Özel hayata saygı hakkına kamu makamlarının keyfî bir
şekilde müdahale etmelerinin önlenmesi, Sözleşme'nin 8. maddesi ile sağlanan
güvenceler kapsamında yer almaktadır. AİHM, özel hayata saygı hakkı kapsamında
bulunan bir menfaate devletin müdahale ettiğini tespit ettiğinde Sözleşme'nin
8. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen koşulları incelemektedir. Buna göre
kamu makamlarının müdahalesinin yasal bir dayanağı olup olmadığı, anılan
fıkrada yer alan meşru amaçlara dayalı olup olmadığı, demokratik bir toplumda
gerekli ve orantılı olup olmadığı araştırılmaktadır (Dudgeon/Birleşik
Krallık [GK], B. No: 7525/76, 22/10/1981, § 43; Olsson/İsveç
No.1 [GK], B. No: 10465/83, 24/3/1988, § 59; De Souza
Ribeiro/Fransa [BD], B. No: 22689/07, 13/12/2012, § 77).
26. AİHM, kural olarak ilgili kişinin mesleki yaşantısına
getirilen bir kısıtlamayı Sözleşme'nin 8. maddesinin kapsamı içinde kabul
etmektedir (Sodan/Türkiye, B. No: 18650/05, 2/2/2016, § 37). AİHM
tarafından öncelikle; mesleki hayatın kişiliğin geliştirilmesi üzerindeki
etkisi tartışılmış, mesleki hayata getirilen sınırlamaların bireyin yakın
çevresiyle ilişkilerini geliştirmesi ve sosyal kimliğini şekillendirmesi
üzerinde etki doğuracağı belirtilmiş ve bu bağlamdaki müdahalelerin 8. maddenin
kapsamına girebileceği değerlendirilmiştir. AİHM, bu konuya ilişkin her somut
olay değerlendirmesinde özel hayat kavramının kapsamına ilişkin açıklamalarda
bulunmuş ve bu kavramın bireyin kişisel hayatını istediği gibi yaşayabileceği
bir iç alan ile sınırlandırmayı ve dış dünyayı bu alandan tamamen uzak tutmayı
hakkın koruma alanını aşırı şekilde sınırlayan bir yaklaşım tarzı olarak
nitelendirmiştir (Fernández Martínez/İspanya [BD], B. No. 56030/07,
12/6/2014, § 109).
27. AİHM, mesleki hayatla ilgili başvuru türlerinde özel
hayat kavramını iki farklı yaklaşıma göre uygulamaktadır: birincisi özel
hayata ilişkin bir unsurun anlaşmazlık nedeni olup olmadığı (sebebe dayalı
yaklaşım), ikincisi ise itiraz edilen tedbirin sonuçları bakımından özel hayata
dokunan bir meselenin olup olmadığı (sonuca dayalı yaklaşım). AİHM'e göre özel
hayata ilişkin unsurların mesleğin icrası bakımından aranılan nitelik ve
yeterlilik koşulları bakımından gözetilmiş veya kişinin mesleği ile ilgili
tasarruflara esas alınmış olduğu durumlardan kaynaklanan başvurular sebebe
dayalı yaklaşım çerçevesinde özel hayata saygı hakkı kapsamı içinde
değerlendirilir (Denisov/Ukrayna [BD], B. No: 2011/76639,
25/9/2018, §§ 100-103).
28. AİHM, kişinin meslek hayatını etkileyen bir tedbir
için öne sürülen gerekçelerin kişilerin özel hayatına ilişkin olmadığı ancak
söz konusu tedbirin kişinin özel hayatına yönelik ciddi olumsuz etkilerinin
bulunduğu veya bulunma ihtimalinin olduğu durumların konu edildiği başvuruların
sonuca dayalı yaklaşım kapsamında Sözleşme'nin 8. maddesinin kapsamı içine
girebileceğini ifade etmiştir. Bu bağlamda söz konusu olumsuz etkilere ilişkin
değerlendirmede AİHM, kişinin yakın çevresi üzerindeki, özellikle de maddi
bakımdan ortaya çıkan sonuçları, diğerleri ile ilişki kurma ve geliştirme
olanakları ile itibarı üzerindeki olumsuzlukları dikkate almaktadır (Denisov/Ukrayna,
§ 107).
29. AİHM; sebebe dayalı yaklaşımın Sözleşme'nin 8.
maddesinin uygulanmasını gerekli kılmadığı durumlarda, söz konusu tedbirin
sonuçlarının özel hayatın üzerindeki etkilerine ilişkin bir inceleme yapılması
gerektiğini vurgulamıştır. Bununla beraber söz konusu bu ayrımın ilgili
tedbirin altında yatan sebepleri ve tedbirin sonuçlarını incelerken her iki
yaklaşımı birlikte uygulamasına engel teşkil etmediğini de belirtmektedir (Denisov/Ukrayna,
§ 109).
30. AİHM, sonuca dayalı yaklaşım uyarınca inceleme
yapılabilmesi için söz konusu meslekle ilgili tasarrufun özel hayat üzerinde
doğurduğu etkilerin belirli önem ve ciddiyette olmasını aramakta; asgari
ağırlık seviyesine ulaşmış olması gerektiğini vurgulamaktadır. AİHM, sadece bu
sonuçların çok ağır olduğu ve kişinin özel hayatını önemli derecede etkilediği
durumlarda Sözleşme'nin 8. maddesinin uygulanabilir olduğunu kabul etmektedir (Denisov/Ukrayna,
§§ 113-116).
31. AİHM, sonuca dayalı yaklaşımı uyguladığı başvurularda
iddia edilen ihlallerin ağırlık ve ciddiyet derecesini değerlendirmeye yönelik
kıstaslar oluşturmuştur. Bu kapsamda başvurucunun söz konusu tedbir öncesi ve
sonrasındaki yaşamı kıyaslanarak maruz kaldığı olumsuz etki
değerlendirilmektedir. Ayrıca sonuçların ciddiyetinin belirlenmesinde,
başvurucunun iddia ettiği öznel algıların somut başvuruda mevcut nesnel
koşullarla birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir. Bunun yanı sıra yapılacak
incelemenin iddia edilen tedbirin hem maddi hem de manevi etkilerini kapsaması
gerekmektedir. AİHM, başvurucuların şikâyet edilen tasarrufun özel hayatları
üzerindeki olumsuz sonuçlarını somut verilere dayalı olarak uygun şekilde
ispatlamakla yükümlü olduklarını ifade etmektedir. Ayrıca başvurucular söz
konusu şikâyetlerini ulusal merciler önünde de uygun şekilde dile getirmiş
olmalıdır (Denisov/Ukrayna, §§ 113-117).
32. Öte yandan AİHM, Lekavičienė/Litvanya
davasında, avukatlık mesleğinin onuruna, ilkelerine aykırı davranışlarda
bulunduğu ve yüksek ahlaki karaktere sahip olmadığı gerekçesiyle baro levhasına
yazılma talebi reddedilen başvurucunun şikâyetlerini ele almış ve avukatlık
mesleğine ilişkin çeşitli tespitlerde bulunmuştur (Lekavičienė/Litvanya,
B. No: 48427/09, 27/6/2017). Mahkeme; hukuk fakültesi mezunu olan başvurucunun
baro levhasına yazılma talebinin reddedilmesinin onun itibarını ve mesleki
ilişkilerini etkilediğini belirtmiş ve verilen kararla Sözleşme'nin 8.
maddesinde düzenlenen temel haklara müdahale edildiğini kabul etmiştir (Lekavičienė/Litvanya,
§ 37).
33. AİHM; Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin R(2000)21
sayılı Tavsiye Kararı’na değinmiş ve adaletin tesis edilmesinde önemli ve özel
rolleri bulunan avukatların bağımsız şekilde görev yapan profesyoneller
olduklarını, birçok konuda sorumluluklarının bulunduğunu, avukatların meslek
hayatlarında dürüst ve onurlu davranmaları gerektiğini, sır tutmakla yükümlü
olduklarını ifade etmiştir. AİHM; evrakta sahtecilik ve dolandırıcılık yapan,
bu nedenle hakkında ceza soruşturmaları başladıktan sonra ismini baro
levhasından sildiren başvurucunun baro levhasına yeniden yazılma talebinin
reddedilmesinde keyfî bir durumun bulunmadığı, diğer bireylerin haklarını
korumak ve yargı sistemini doğru şekilde işletmek amacıyla başvurucuya yönelen
müdahalenin demokratik toplum düzenin gereklerine uygun olduğu sonucuna
ulaşmıştır. Ayrıca AİHM, hâkim ve savcılara çok daha sıkı koşulların
uygulandığını belirtmiş ve neticede özel hayata saygı hakkının ihlal edilmediği
sonucuna ulaşmıştır (Lekavičienė/Litvanya, §§ 51-57).
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
34. Mahkemenin 7/4/2021 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Özel Hayata
Saygı Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia Yönünden
1. Başvurucunun
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
35. Başvurucu; adli para cezası yanında üç ay boyunca
avukatlık yetkilerini kullanmaktan yoksun bırakılmasına karar verilmesinin özel
hayatına müdahale teşkil ettiğini ifade etmiştir. Bu bağlamda mevzuata göre hak
yoksunluğuna hükmedilmesinin cezanın otomatik sonucu olduğunu, mevzuatın
mahkemelere uygulamayı belirleme konusunda takdir yetkisi tanımadığını ve bu
nedenle mahkemelerin bir gerekçe sunmadan hak yoksunluğuna karar verdiğini
vurgulamıştır. Bu durumla birlikte 3.000 TL adli para cezasına karşılık üç
aylık hak mahrumiyeti verildiği de gözetildiğinde özel hayatına yapılan
müdahalenin demokratik toplum gereklerine uygun ve ölçülü olmadığının açık
olduğunu belirten başvurucu, adil yargılanma hakkı ile özel hayata saygı
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
36. Bakanlık sadece özel hayata saygı hakkı kapsamında
görüş bildirmiştir. Bakanlık görüşünde; başvurucu hakkında verilen güvenlik
tedbiri üzerine 6/8/2018 tarihinde kaydının baro levhasından silindiği, infazın
tamamlanmasıyla başvurucunun 8/11/2018 tarihinde Adana Barosuna kaydının
yapıldığı belirtilmiştir. Öncelikle başvurucunun üç ay olarak belirlenen
güvenlik tedbirinden dolayı özel hayatının nasıl etkilendiğini ortaya
koymadığının gözetilmesi gerektiği belirtilmiştir. Kanun koyucunun kasten
işlenen bir suçtan mahkûmiyet hâlinde ayrıca hak mahrumiyetine hükmedilmesi
şeklindeki düzenlemesinde, asıl amacın cezalandırılması öngörülen kişinin aynı
zamanda kötüye kullandığı haktan da belirli bir süre mahrum kalmasını
sağlayarak kişinin işlediği fiilin doğurduğu sonuçlarını daha iyi anlamasını
sağlamak olduğu vurgulanmıştır. Ayrıca hapis veya adli para cezasının
niteliğine göre öngörülen güvenlik tedbirinin süresini, hâkimin ceza türü ve
eylemin ağırlığına göre belirleyerek bireyselleştirmeyi sağlayabildiği ifade
edilmiştir. Avukatlık mesleğinin niteliği, yargı-adalet-hukuk alanındaki önemi
gözetildiğinde güvenlik tedbiri dolayısıyla özel hayata yapılan müdahalenin
demokratik toplum gereklerine uygun ve yerinde olduğunun kabulü gerektiği
belirtilmiştir.
37. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanında;
avukatlığın sadece bir meslek olmadığını, toplumda belli bir saygınlığı olan
bir unvan olduğunu vurgulayarak meslekten üç ay yoksun bırakılmasının yirmi
yıldır avukatlık yaptığı da gözetildiğinde sosyal ve iş ilişkilerini
etkileneceğinin, itibarını zedeleneceğinin açık olduğunu belirtmiştir. Güvenlik
tedbirinin mahkûmiyetin otomatik sonucu şeklinde uygulanması nedeniyle,
hâkimlerin Anayasa'nın 13. maddesindeki güvenceleri gözeterek karar vermesinin
mümkün olmadığını, bu nedenle özel hayatına yapılan müdahalenin ölçüsüz
olduğunu belirtmiştir. Mevzuatın düzenlenme şekli nedeniyle Mahkemenin
gerekçeli kararında güvenlik tedbirinin uygulanmasının gerekliliği, amacı
gerçekleştirmeye elverişli olup olmadığı ve orantılılık yönünden değerlendirme
yapılmadığını, mevzuatın da bu şekilde bir değerlendirme yapılmasını zorunlu
kılmadığını vurgulamıştır. Adli para cezası yanında gerekçe sunulmadan hak
mahrumiyetine karar verilmesi ile bu durumun hâkime takdir hakkı tanımayan bir
mevzuattan kaynaklanması birlikte değerlendirildiğinde, özel hayata saygı hakkı
kapsamındaki pozitif yükümlülüklerin yerine getirilmediğinin kabulü gerektiği
ifade edilmiştir.
2. Değerlendirme
38. Anayasa’nın "Özel hayatın gizliliği" kenar
başlıklı 20. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes, özel hayatına ...saygı
gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ... gizliliğine
dokunulamaz.”
39. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16).
40. Kişilerin mesleki hayatlarının onların özel
hayatlarıyla sıkı bir irtibatının olduğu ve meslek hayatına yönelik tedbirlerin
ya da müdahalelerin söz konusu olduğu dava süreçlerinde özel hayata saygı
hakkının gündeme geldiği yadsınamaz. Bununla birlikte öncelikle mesleki hayata
yönelik tedbirlerin ya da müdahalelerin hangi durumlarda özel hayat
kapsamında görülmeye uygun olduğu veya başvuru konusu edilen uyuşmazlıkların
hangilerinin bu bağlamda uygulanabilir kabul edileceği hususlarında belirlenen
ölçütlerin dikkate alınması gerekir (C.A. (3) [GK], B. No: 2018/10286,
2/7/2020, § 88).
41. Anayasa Mahkemesi C.A. (3) kararında; özel
hayata ilişkin hususların kişinin mesleği ile ilgili tasarruflara esas alındığı
durumlarda özel hayata saygı hakkının uygulanabilir olduğuna ve özel
hayata ilişkin herhangi bir nedene dayanılmaksızın mesleki hayata yönelen
müdahalelerin özel hayata saygı hakkı kapsamında değerlendirilebilmesi gerekli
olan koşulların neler olduğuna ilişkin detaylı değerlendirmelerde bulunmuştur (C.A.
(3), §§ 90-96).
42. Anılan kararda belirtilen ilkeler gözetilerek somut
olay değerlendirildiğinde; başvurucunun temel iddialarının üç ay süreyle
avukatlık mesleğindeki hak ve yetkilerini kullanmasının yasaklanmasının sosyal
ve iş ilişkilerini etkileyeceği, itibarını zedeleneceği yönünde olduğu
görülmüştür. Avukatlık, 1136 sayılı Kanun'un ifadesiyle kamu hizmeti ve serbest
bir meslektir. Adalet sistemindeki rolü nedeniyle toplum gözünde önemli bir
yere ve saygınlığa sahip olan avukatlığın niteliği gereği güçlü sosyal
ilişkiler kurularak ifa edilen bir meslek olduğu söylenebilir. Buradan
hareketle somut olayda, uzun süredir avukat olarak çalışan başvurucunun üç ay
süreyle mesleğinden kaynaklı hak ve yetkilerini kullanmasının yasaklanmasının
başkaları ile ilişki kurabilme ve geliştirebilme imkânı ile sosyal ve mesleki
itibarını etkileyen ciddi sonuçlar doğurmasına yol açacağı, dolayısıyla anılan
etkinin özel hayatına önemli bir ağırlık derecesinde yansıyacağı sonucuna ulaşılmıştır.
43. Açıklandığı üzere mevcut başvuruda, mesleki hayata
yönelik sınırlamanın başvurucunun özel hayatına ciddi şekilde etki
ettiği ve bu etkinin belirli bir ağırlık düzeyine ulaştığı söylenebilir. Bu
durum gözetildiğinde somut başvurunun sonuca dayalı olarak özel
hayata saygı hakkı kapsamında incelenebilir nitelikte olduğu anlaşılmıştır.
a. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
44. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas
Yönünden
i. Müdahalenin
Varlığı
45. Avukat olan başvurucunun üç ay süreyle mesleğinden
kaynaklı hak ve yetkilerini kullanmasının yasaklanması yönünde Mahkemece
verilen karar nedeniyle özel hayata saygı hakkına müdahalede bulunulduğu
sonucuna varılmıştır.
ii. Müdahalenin
İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
46. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
47. Yukarıda belirlenen müdahale, Anayasa’nın 13.
maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı takdirde Anayasa’nın 20.
maddesini ihlal edecektir. Bu sebeple sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde
öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, meşru
amaç taşıma, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine
aykırı olmama kriterlerine uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir (Halil
Berk, B. No: 2017/8758, 21/3/2018, § 49; Süveyda Yarkın, B. No:
2017/39967, 11/12/2019, § 32; Şennur Acar, B. No: 2017/9370, 27/2/2020,
§ 34; R.G. [GK], B. No: 2017/31619, 23/7/2020, § 82).
(1) Kanunilik
48. Başvurucu hakkında adli para cezası ve güvenlik
tedbiri öngören Mahkeme kararının 1136 sayılı Kanun'un 62. maddesi ile 5237
sayılı Kanun'un 257. ve 53. maddelerine dayandığı görülmüştür. Bu bağlamda,
somut olayda başvurucunun özel hayata saygı hakkına yapılan müdahalenin kanuni
dayanağının mevcut olduğu, yargısal kararların yeterli bir hukuki temele sahip
olduğu anlaşılmaktadır.
(2) Meşru Amaç
49. Anayasa'nın 13. maddesi temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasını, ilgili hak ve özgürlüğe ilişkin Anayasa maddesinde
gösterilen özel sınırlandırma sebeplerinin bulunmasına bağlı kılmıştır.
Anayasa’nın 20. maddesinin birinci fıkrası yönünden ise özel sınırlama nedeni
düzenlenmemiştir. Maddenin ikinci fıkrasında, birtakım sınırlama sebeplerine
yer verilmiş olmakla beraber bu sebepler sadece arama ve elkoyma tedbirlerine
yöneliktir. Dolayısıyla bu sebeplerin özel hayata saygı hakkının tüm boyutları
yönünden uygulanması mümkün görünmemektedir (AYM, E.2012/100, K.2013/84,
4/7/2013; Ahmet Çilgin, B. No: 2014/18849, 11/1/2017, § 40).
50. Anayasa'nın 20. maddesinde özel hayata saygı hakkı
için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte söz konusu
hakkın hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu
söylenemez. Anayasa'nın 12. maddesinde düzenlendiği üzere temel hak ve
hürriyetler kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını
da ihtiva eder. Bu bağlamda özel sınırlama nedeni öngörülmemiş olan hakların
dahi hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırlarının bulunduğu sonucuna
ulaşılabilmektedir. Ayrıca Anayasa’nın diğer maddelerinde yer alan kurallara
dayanılarak da bu hakların sınırlanması mümkün olabilmektedir. Buna göre
Anayasa'nın başka maddelerinde yer alan hak ve özgürlükler ile devlete yüklenen
ödevlerin özel sınırlama sebebi gösterilmemiş hak ve özgürlüklere sınır teşkil
edebileceği kabul edilmektedir (AYM, E.2014/87, K.2015/112, 8/12/2015;
E.2016/37, K.2016/135, 14/7/2016, § 9; E.2013/130, K.2014/18, 29/1/2014; Ahmet
Çilgin, § 39). Bir başka deyişle temel hak ve özgürlüklerin kapsamının
objektif uygulama alanının her bir norm yönünden bağımsız olarak değil Anayasa’nın
bütünü içindeki anlama göre belirlenmesi gerekir (AYM, E.2017/130, K.2017/165,
29/11/2017, § 12).
51. Anayasa'nın 5. maddesinde ise "Devletin temel
amaç ve görevleri, Türk Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin
bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun
refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini,
sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan
siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî
varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır." denilmektedir.
Buna göre kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak devletin
temel amaç ve görevlerindendir (Ö.N.M., B. No: 2014/14751, 15/2/2017, §
71). Kişinin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamanın ön koşulu millî
güvenliğin ve kamu düzeninin tesisidir. Millî güvenliğin ve kamu düzeninin
sağlanmadığı bir ortamda hak ve özgürlüklerden gereği gibi yararlanılması,
kişinin özel hayatına saygı gösterilmesi mümkün değildir. Bu kapsamda devletin
hak ve özgürlükleri koruma ödevinin yanında millî güvenliği ve kamu düzenini
sağlama görevi de bulunmaktadır (Ö.N.M., § 72).
52. Kamu hizmeti niteliğindeki avukatlık mesleğinin
adalet hizmeti içindeki rolü ve önemi gözetildiğinde; güvenlik tedbiri olarak
mesleğin icrasına getirilen sınırlandırmanın amacının kamu hizmetinin
devamlılığını sağlamak ve bu hizmetlerden yararlananları korumak suretiyle kamu
düzeninin sağlanması olduğu değerlendirilmektedir. Dolayısıyla özel hayata
saygı hakkına müdahale teşkil eden mesleğe ilişkin sınırlamada kamu düzeninin
korunmasının, kamu hizmetinin sürdürülebilirliğinin sağlanmasının hakkın
doğasından kaynaklanan bir sınırlandırma nedeni olarak kabul edilebileceği
değerlendirilmektedir. Bu bağlamda somut olay özelinde başvurucunun özel
hayatına saygı hakkına yönelen müdahalenin söz konusu sınırlama nedenlerine
dayandığı ve bu suretle meşru amaç unsurunu taşıdığı sonucuna varılmıştır.
(3) Demokratik
Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk ve Ölçülülük
(a) Genel
İlkeler
53. Temel hak ve özgürlüklere yönelik bir müdahalenin
demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için
zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve orantılı olması gerekir. Açıktır
ki bu başlık altındaki değerlendirme, sınırlamanın amacı ile bu amacı
gerçekleştirmek üzere başvurulan araç arasındaki ilişki üzerinde temellenen
ölçülülük ilkesinden bağımsız yapılamaz. Çünkü Anayasa’nın 13. maddesinde demokratik
toplum düzeninin gereklerine aykırı olmama ve ölçülülük ilkesine aykırı
olmama biçiminde iki ayrı kritere yer verilmiş olmakla birlikte bu iki
kriter bir bütünün parçaları olup aralarında sıkı bir ilişki vardır (Ferhat
Üstündağ, B. No: 2014/15428, 17/7/2018, § 45).
54. Müdahaleyi oluşturan tedbirin zorunlu bir toplumsal
ihtiyacı karşıladığının kabul edilebilmesi için amaca ulaşmaya elverişli
olması, başvurulabilecek en son çare ve alınabilecek en hafif önlem olarak
kendisini göstermesi gerekmektedir. Amaca ulaşmaya yardımcı olmayan veya ulaşılmak
istenen amaca nazaran bariz bir biçimde ağır olan bir müdahalenin zorunlu bir
toplumsal ihtiyacı karşıladığı söylenemeyecektir (Ferhat Üstündağ, §
46).
55. Orantılılık ise sınırlamayla ulaşılmak istenen amaç
ile başvurulan sınırlama tedbiri arasında dengesizlik bulunmamasına işaret
etmektedir. Diğer bir ifadeyle orantılılık, bireyin hakkı ile kamunun
menfaatleri veya müdahalenin amacı başkalarının haklarını korumak ise diğer
bireylerin hak ve menfaatleri arasında adil bir dengenin kurulmasına işaret
etmektedir. Dengeleme sonucu müdahalede bulunulan hakkın sahibine terazinin
diğer kefesinde bulunan kamu menfaati veya diğer bireylerin menfaatine nazaran
açıkça orantısız bir külfet yüklendiğinin tespiti hâlinde orantılılık ilkesi
yönünden bir sorunun varlığından söz edilebilir (Ferhat Üstündağ, § 46).
56. Buna göre özel hayata saygı hakkına yapılan bir
müdahale, zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamıyorsa ya da zorunlu bir
toplumsal ihtiyacı karşılamakla birlikte orantılı değilse demokratik toplum düzeninin
gereklerine uygun bir müdahale olarak değerlendirilemez.
(b) İlkelerin
Olaya Uygulanması
57. Anayasa Mahkemesi içtihadında belirtildiği üzere 1136
sayılı Kanun’un genel gerekçesinde avukatlık mesleğinin nitelikleri ve önemi,
bir kamu hizmeti olduğu, avukatın yargılama süreci içinde adaletin bulunup
ortaya çıkarılmasında görev aldığı, kamu yararını koruduğu belirtilmiştir.
Kanun'un 1. ve 2. maddelerinde avukatlığın kamusal yönü ağır basan bir meslek
olduğu vurgulanmıştır. Bilgi ve deneyimlerini öncelikle adalet hizmetine
vererek adalete ve hakkaniyete uygun çözümler için hukuk kurallarının tam
olarak uygulanmasında yargı organlarıyla yetkili kurul ve kurumlara yardımı
görev bilen avukatın yargı düzeni içindeki yeri hukuk devletinde önemlidir.
Hukuk devletinin olmazsa olmaz unsuru olan bağımsız yargı, yargının
olmazsa olmaz unsuru olan savunma ile birlikte anlam kazanır. Savunma sav-savunma-karar
üçgeninden oluşan yargının vazgeçilmez ögesidir. Adaletli bir yargılamanın
varlığı, ancak avukatın etkin katılımıyla sağlanabilir (AYM, E.2007/16,
K.2009/147, 15/10/2009).
58. Her serbest mesleğin kendine özgü yanları,
birbirinden ayrılıkları bulunduğu gibi uzmanlık alanlarının farklılığı, farklı
uygulamaları doğal, hatta zorunlu kılar. Avukatların, savunma görevini
üstlenmeleri ve adaletin gerçekleşmesine katkıları, mesleğinin özelliği
sayılmakta ve kimi kısıtlamalara bağlı tutulmalarının haklı nedenlerini
oluşturmaktadır. Avukatlık mesleğini seçenlerin, avukatlık adına uygun biçimde
görevlerinin gereklerini özenle yerine getirmeleri, avukatlık unvanından ayrı
düşünülemeyecek saygı ve güveni koruyup güçlendirmenin başta gelen
koşullarından biridir. Böyle olunca da adalet dağıtımında, yargı alanında görev
üstlenen avukatların, öbür serbest meslek mensuplarından farklı hükümlere bağlı
tutulmaları haklı nedenlere dayanmakta ve Anayasa'nın eşitlik ilkesiyle
çelişmemektedir (AYM, E:1988/50, K:1989/27, 23/6/1989).
59. Somut olayda uygulanan 5237 sayılı Kanun'un 53.
maddesinde (bkz. § 22) kişinin kasten işlemiş olduğu bir suçtan dolayı
mahkûmiyetin kanuni sonucu olarak bir kamu kurumunun veya kamu kurumu
niteliğindeki meslek kuruluşunun iznine tabi bir meslek veya sanatı, kendi
sorumluluğu altında serbest meslek erbabı veya tacir olarak icra etmekten
yoksun bırakılacağı hükme bağlanmıştır. Bu hak yoksunluğu, yetkiyi kötüye
kullanmak suretiyle işlenen suçtan mahkûmiyetin kanuni sonucu olarak
uygulanmakla birlikte, anılan Kanun'un 53. maddesinin (5) numaralı fıkrasına
göre uygulanacak hak yoksunluğunun süreli bir tedbir olduğu ve süresini
belirlemenin hâkimin takdir yetkisi kapsamında kaldığı görülmüştür.
60. Mevzuat bir bütün hâlinde değerlendirildiğinde
yetkiyi kötüye kullanarak suç işleyen kişiye, cezanın infazından sonra
uygulanmaya devam edecek olan hak yoksunluğunun yalnızca işlediği suçta kötüye
kullandığı hak veya yetki ile ilgili öngörüldüğü anlaşılmaktadır. Bu durumda
uygulamanın, kişinin kötüye kullandığı haktan da belirli bir süre mahrum
kalmasını sağlayarak suç işleyenin ifa ettiği mesleğe duyulan güvenin sarsılmasını
önlemeye ve mesleki disiplini sağlamaya yönelik bir tedbir olduğu söylenebilir.
61. Bu durumla birlikte yukarıda alıntılanan kararlardan
da anlaşılacağı üzere avukatlık mesleği, hukuki mesele ve anlaşmazlıkların
hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesini ve hukuk kurallarının uygulanmasını
sağlamaya yönelik olarak adalet hizmetinin yürütülmesinde önemli bir yere
sahiptir. Ayrıca toplumun adalet sistemine karşı güven duymasının adalet
hizmetinin sürdürülebilir olması için zorunlu olduğu, avukatlık mesleğinin de
bu güveni sağlama kapsamında icra edilmesi gerektiği vurgulanmalıdır. Buradan
hareketle adalet hizmetinin etkin bir şekilde yürütülmesini sağlamaya, mesleğin
saygınlığını ve güvenirliğini korumaya da hizmet edecek mesleğin icrasına
ilişkin bazı tedbirler öngörülmesinin avukatlık mesleğinin adalet sistemi
içindeki rolünün ve öneminin doğal sonucu olduğu söylenebilir.
62. Tüm bu açıklamalar çerçevesinde başvuru konusu olay
değerlendirildiğinde; avukat olan başvurucunun bir kişi ile iş hukukuna ilişkin
dava açmak için avukatlık sözleşmesi yapıp gider avansı almasına rağmen davayı
açmadığı derece mahkemesi tarafından sabit görülmüş ve ihmal suretiyle görevi
kötüye kullanma suçunun oluştuğu kabulüyle bir ceza takdir edilmiştir.
Mahkemenin yeterli gerekçe ile açıkladığı kabule göre başvurucunun işlediği
kabul edilen suçun, kamu görevi sayılan avukatlık mesleğine bağlı hak ve
yetkilerin kötüye kullanılması sonucu oluştuğu açıktır. Bu durumda hapis cezası
veya adli para cezası yanında suçun konusu ile doğrudan bağlantılı kötüye
kullanılan hak ve yetki ile ilgili geçici bir süre hak yoksunluğu
uygulanmasının avukatlık mesleğinin saygınlığını ve adalet hizmetine olan
güvenin korunması amacını gerçekleştirmeye elverişli olmadığı söylenemez.
Bununla birlikte avukatlık mesleğinin önemi ve adalet hizmetindeki rolü
karşısında takdir edilen adli para cezası ve üç ay süreli hak yoksunluğunun
başvurucuya katlanamayacağı bir külfet yüklemediği, aksi bir iddianın da
başvurucu tarafından ortaya konulmadığı hususları gözetildiğinde başvurucunun
özel hayatına yapılan müdahalenin demokratik toplum gereklerine uygun ve
orantılı olduğu anlaşılmaktadır.
63. Ayrıca mahkeme sürecinde başvurucunun katılımı ve
savunması ile delillerini sunması sağlanmak suretiyle özel hayata saygı
hakkının gerektirdiği usule ilişkin güvencelerden yararlandırılmış olduğu
görülmüştür. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun iddialarının bir ihlal
içermediği anlaşıldığından Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan
özel hayata saygı hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
B. Diğer
İddialar Yönünden
1. Başvurucunun
İddiaları
64. Başvurucu; görevi ihmal suçunun oluşması için
şikâyetçinin zarara uğraması gerektiğini ancak şikâyetçinin zararının mevcut
olmadığını, ödemiş olduğu 2.000 TL'nin kendisine yargılama sürecinde iade
edildiğini, dolayısıyla üzerine atılı suçun unsurlarının oluşmadığını
vurgulamıştır. Bununla birlikte yakınanın şikâyetinden vazgeçtiği ve zararın
olmadığı yönünde beyanı da olmasına rağmen Mahkemenin belirtilen durumu
tartışmadan, şikâyetçinin zararının olup olmadığını tespit etmeden, yeterli
gerekçe sunmadan mahkûmiyet kararı vermesinin haksızlık olduğunu ifade eden
başvurucu adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
65. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında,
kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel
başvuruda incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler
önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile
uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu
olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil
eden, bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içeren yorum, uygulama ve
sonuçlar Anayasa Mahkemesinin denetim yetkisi kapsamındadır (Ahmet Sağlam,
B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 42).
66. Yargılama süreci incelendiğinde Mahkemenin dava
dosyasına giren yazılı deliller ile tanık anlatımlarını ve yakınanın
beyanlarını birlikte değerlendirdiği, vekâlet verilmesine rağmen uzun süre dava
açılmamasının atılı suçun unsurlarının oluşumunda gözettiği görülmüştür. Ayrıca
vekille temsil edilen başvurucunun davaya aktif olarak katılımının sağlandığı
açıktır. Bu durumda başvurucu tarafından ileri sürülen iddialar, mahkemelerce
delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanmasına ilişkin
olduğu, mahkeme kararlarında bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik oluşturan
bir hususun da bulunmadığı dikkate alındığında ihlal iddialarının kanun yolu
şikâyeti kapsamında kaldığı anlaşılmaktadır.
67. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer
kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Diğer iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel
hayata saygı hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde
BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 7/4/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.