logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(C.B.B. [2.B.], B. No: 2018/27003, 11/5/2022, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

C.B.B. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/27003)

 

Karar Tarihi: 11/5/2022

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

GİZLİLİK TALEBİ KABUL

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Kenan YAŞAR

Raportör

:

Ayhan KILIÇ

Başvurucu

:

C.B.B.

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; ön alım hakkının kullanımı suretiyle açılan tapu iptali ve tescili davasında hukuk kurallarının hatalı yorumlanması sebebiyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 5/9/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

5. Başvurucu 1979 doğumlu olup Çanakkale'de ikamet etmektedir.

6. Çanakkale ili Merkez ilçesi Kepez köyünde bulunan 6231 parsel sayılı taşınmaz üzerinde iki katlı iki daireli bir yapı yer almaktadır. Taşınmaz üzerinde 4/3/1997 tarihinde iki bağımsız bölümden oluşan kat mülkiyeti kurulmuştur. Ancak 2/12/2003 tarihinde yapılan imar uygulaması sonucu taşınmaz üzerindeki kat mülkiyeti sona erdirilerek müşterek mülkiyete dönüştürülmüş ve Kepez Belediyesi de taşınmazın 79/638 hissesine malik olmuştur. Olay tarihinde taşınmazın 235/638 hissesi yedi kişi, 235/638 hissesi M.Y., 79/638 hissesi ise Kepez Belediyesi adına kayıtlıdır.

7. İnşaat yapım işiyle uğraşan başvurucu, anılan taşınmazın 235/638 hissesini -kendi beyanına göre- inşaat yapmak amacıyla 13/6/2013 tarihinde yedi paydaştan satın almıştır.

8. Taşınmazın 235/638 hissesine sahip olan M.Y. de hissesini 27/9/2013 tarihinde 6.886 TL bedelle S.B.ye satmıştır.

9. Başvurucu, Çanakkale 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Asliye Hukuk Mahkemesi) 1/10/2013 tarihinde S.B.ye karşı 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 734. maddesi uyarınca ön alım hakkının kullanımı suretiyle sicilin düzeltilmesi davası açmıştır. Başvurucu ayrıca 6.886 TL satış bedeli ile satış masraflarını mahkeme veznesine depo etmiştir.

10. S.B. taşınmazı gerçekte 71.500 TL bedel karşılığında satın aldığını ve başvurucunun kötü niyetli olarak dava açtığını ileri sürmüştür. S.B. ayrıca öncesinde kat mülkiyetine tabi olan dairelerin fiilen ayrı kişiler tarafından kullanıldığını, dolayısıyla ön alım hakkının mevcut olmadığını iddia etmiştir.

11. Asliye Hukuk Mahkemesi taşınmaz mahallinde keşif yapmıştır. Keşif sonrası düzenlenen 30/1/2015 tarihli fen bilirkişisi raporunda; taşınmazın krokide A harfiyle işaretlenen bölümünün Kepez Belediyesine, B harfiyle işaretlenen bölümünün ise başvurucu ve S.B.ye ait olduğu belirtilmiştir. İnşaat mühendisi tarafından düzenlenen 2/2/2015 tarihli bilirkişi raporunda ise imar uygulaması sonucu parsele paydaş olan Kepez Belediyesinin taşınmazı kullanmadığı vurgulanmıştır. Raporda; kat mülkiyetine tabi olarak kullanılmaya başlanan, girişi, elektrik ve su tesisatları ayrı olan iki dairenin müşterek mülkiyete dönüşmesinden sonra da farklı kişiler tarafından kullanılmaya devam edildiği belirtilmiş, hâlihazırda zemin katın başvurucu, birinci katın ise S.B. tarafından kullanıldığı ifade edilmiştir.

12. Asliye Hukuk Mahkemesi 7/5/2015 tarihinde davayı kabul ederek taşınmazın S.B. adına kayıtlı 236/638 hissesinin 6.886 TL satış bedeli ile tapu masraflarının ödenmesi karşılığında başvurucu adına tesciline hükmetmiştir. Kararın gerekçesinde, Kepez Belediyesinin taşınmazda fiilî olarak kullandığı bir bölümün bulunmadığının sabit olduğu belirtilmiştir. Fiilî taksimin varlığının kabulü için tüm paydaşların fiilen kullandığı bir bölümün bulunması gerektiğinin vurgulandığı kararda, bir paydaşın taksim dışı bırakılması ya da taksimatı kabul etmemesi hâlinde fiilî taksimin varlığının kabul edilemeyeceği ifade edilmiştir. Kararda, fiilî taksimin varlığının Kepez Belediyesinin paydaş olduğu 2/12/2013 tarihine göre değerlendirilmesi gerektiğine dikkat çekilerek Kepez Belediyesinin bu tarihten sonra fiilen tasarruf ettiği bir bölümün varlığının davalı tarafından ortaya konulamaması nedeniyle davanın kabulü gerektiği açıklanmıştır.

13. Asliye Hukuk Mahkemesi kararı Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin (Daire) 14/6/2017 tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozma kararında özetle şunlar ifade edilmiştir:

i. Ön alım davasına konu payın ilişkin bulunduğu taşınmazın paydaşlar arasında özel olarak taksim edilerek her bir bölümünün farklı paydaş tarafından kullanılması hâlinde bu kullanım modeline itiraz etmeyen bir paydaşın, diğer paydaşların kendi paylarını satışı sırasında ön alım hakkını kullanması 4721 sayılı Kanun'un ikinci maddesinde düzenlenen iyi niyet kuralıyla bağdaşmaz.

ii. Ön alım davasında fiilî taksime değer verilebilmesi için taksimin yazılı olarak yapılması, taşınmazın çok sayıda paydaşının bulunması hâlinde de tüm paydaşlar tarafından fiilen kullanılan bölümün bulunması gerekmez.

iii. Somut olayda, inşaat bilirkişisi raporundan taşınmazın iki dairesinin ayrı ayrı kullanıldığı anlaşılmaktadır. Asliye Hukuk Mahkemesi kararında Kepez Belediyesinin fiilen kullandığı bir bölümün bulunmaması sebebiyle fiilî taksimin varlığının kabul edilemeyeceği belirtilmiş ise de ön alım davasında fiilî taksim iddiasının dinlenebilmesi için tüm paydaşlar tarafından ayrı ayrı kullanılan bölümlerin bulunması gerekmez.

iv. Taşınmazın iki ayrı bağımsız bölüm şeklinde davacı ve davalı tarafından kullanıldığı sabit olduğuna göre dürüstlük kuralı gözetilerek davanın reddi gerekirken kabulü doğru görülmemiştir.

14. Karar düzeltme istemi, Dairenin 3/7/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir.

15. Başvurucu 5/9/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

16. Asliye Hukuk Mahkemesi bozma kararına uyarak ve bozma kararına atıfta bulunarak 21/3/2019 tarihinde davayı reddetmiştir. Karara karşı temyiz yoluna başvurulduğuna ilişkin bir bilgi bireysel başvuru dosyasında bulunmamaktadır.

IV. İLGİLİ HUKUK

17. 4721 sayılı Kanun'un 2. maddesi şöyledir:

"Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır.

Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz."

18. 4721 sayılı Kanun'un 732. maddesi şöyledir:

"Paylı mülkiyette bir paydaşın taşınmaz üzerindeki payını tamamen veya kısmen üçüncü kişiye satması hâlinde, diğer paydaşlar önalım hakkını kullanabilirler."

19. 4721 sayılı Kanun'un 733. maddesi şöyledir:

"Cebrî artırmayla satışlarda önalım hakkı kullanılamaz.

Önalım hakkından feragatin resmî şekilde yapılması ve tapu kütüğüne şerh verilmesi gerekir.

Belirli bir satışta önalım hakkını kullanmaktan vazgeçme, yazılı şekle tâbidir ve satıştan önce veya sonra yapılabilir.

Yapılan satış, alıcı veya satıcı tarafından diğer paydaşlara noter aracılığıyla bildirilir.

Önalım hakkı, satışın hak sahibine bildirildiği tarihin üzerinden üç ay ve her hâlde satışın üzerinden iki yıl geçmekle düşer. "

20. 4721 sayılı Kanun'un 734. maddesi şöyledir:

"Önalım hakkı, alıcıya karşı dava açılarak kullanılır.

Önalım hakkı sahibi, adına payın tesciline karar verilmeden önce, satış bedeli ile alıcıya düşen tapu giderlerini, hâkim tarafından belirlenen süre içinde hâkimin belirleyeceği yere nakden yatırmakla yükümlüdür."

21. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 10/11/2020 tarihli ve E.2017/14-1950, K.2020/853 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"13. Bilindiği üzere paylı mülkiyette paydaşlar arasında ortak idare ve kullanma durumu söz konusu olduğundan paydaşların birbirlerini bilmeleri ve tanımaları önem taşımaktadır. Bu ihtiyacın gereği olarak paydaşlar arasına yabancı bir kişinin girişini engellemek, taşınmazın daha küçük parçalara ayrılmasını önleyebilmek, hisselerin mümkün olduğu kadar hissedar elinde toplanmasını temin etmek amacıyla paylı taşınmazlarda hissedarların temlik hakkı sınırlandırılarak yasal önalım hakkı tanınmıştır.

14. Önalım hakkı taşınmaz mal mülkiyetinin kanundan doğan takyitlerinden biri olup 26.12.1951 tarihli ve 1/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında yenilik doğuran bir hak olduğu belirtilmiştir.

...

21. Özetle ifade edilecek olursa, yasal önalım hakkı paylı mülkiyet hükümlerine tabi taşınmazlarda bir paydaşın taşınmaz üzerindeki payını kısmen veya tamamen üçüncü bir kişiye satması halinde diğer paydaşlara bu satılan payı öncelikle satın alma yetkisi veren yenilik doğurucu bir haktır. Bu hak paylı mülkiyet ilişkisi kurulduğu anda doğar ve satışın yapılmasıyla kullanılabilir hale gelir. Önalım hakkı alıcıya karşı ancak dava açmak suretiyle kullanılır.

22. Diğer taraftan davalının, taşınmazda “fiili taksim” bulunduğunu ileri sürmesi nedeniyle bu kavram hakkında da açıklama yapılmasında yarar vardır.

23. 4721 sayılı TMK’da paydaşlar arasında fiili taksim hususu düzenlenmediği gibi önalım hakkının kullanımına olan etkisine dair bir düzenleme de bulunmamaktadır. Bu kavram uygulamamıza Yargıtay içtihatları ile girmiştir. Yargısal içtihatlarda yapılan tanıma göre paydaşlar arasında fiili taksim bulunduğu taktirde önalım hakkının kullanılmasının dürüstlük kurallarına aykırı olduğunun kabul edilebilmesi için, yasal önalım hakkına konu payın ilişkin bulunduğu bir taşınmazın varlığı, bu taşınmazın, paydaşlarca kendi aralarında taksim edilmesi ve davacı ve davalıya pay satan paydaş (paydaşların) taşınmazın belirli bir kısmını kullanması gerekli ve yeterlidir.

24. Paydaşlar arasında fiili taksim bulunması hâlinde yasal önalım hakkının kullanılamayacağına dair bir yasa hükmü bulunmasa da, taşınmazda fiili bir kullanma biçimi oluşmuş, uzun süre de paydaşlar bu durumu benimsemişlerse kayıtta paylı, eylemli olarak bağımsız bu oluşumun korunması, TMK’nın 2. maddesinde tanımını bulan dürüstlük kuralının gereğidir. Zira TMK’nın 2. maddesinde herkesin haklarını kullanırken ve borçlarını ifa ederken dürüstlük kurallarına uyması zorunluluğu getirilmiş, uyulmamasının yaptırımı olarak da hakkın kötüye kullanılmasının hukuk düzeni tarafından korunmayacağı belirtilmiştir. Bilindiği üzere hakkın açıkça kötüye kullanıldığı tüm hâllerde dürüstlük kuralına da aykırılık söz konusudur. Fiili taksimin hukuki dayanağını da TMK’nın bu maddesi oluşturmaktadır...

25. Nitekim öğretide paylı mülkiyette fiili taksim durumu Yargıtay kararlarından bağımsız olarak tanımlanmamış olup yalnızca yasal önalım hakkının dürüstlük kuralına aykırı kullanımlarından biri olarak nitelendirilmiştir...

26. Bu doğrultuda, önalım davasına konu payın bulunduğu taşınmazda paydaşlar arasında fiili taksim yapıldıktan sonra, bunlardan biri kendisinin kullandığı yeri ve bu yere tekabül eden payı bir üçüncü şahsa satarsa, aynı taşınmazda farklı bir bölüm kendisine bırakılan ve satıcı zamanında bu yerde hak iddia etmeyen davacının tapuda yapılan satış nedeniyle önalım hakkını kullanması TMK’nın 2. maddesinde yer alan dürüst davranma kuralı ile bağdaşmaz. Kötü niyet iddiası 14.02.1951 tarihli ve 17/1 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca davanın her aşamasında ileri sürülebileceği gibi mahkemece de kendiliğinden nazara alınması gerekir.

..."

V. İNCELEME VE GEREKÇE

22. Anayasa Mahkemesinin 11/5/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiği İddiası Yönünden

1. Başvurucunun İddiaları

23. Başvurucu; taşınmazın fiilen taksim edildiğini belirten bilirkişi raporunun gerçeği yansıtmadığını, taşınmazın boş ve kullanılamaz durumda bulunduğunu belirtmiştir. Satın aldığı tarihte taşınmazın kat mülkiyetine tabi olmadığını vurgulayan başvurucu, taşınmazın kullanım durumuna ilişkin olarak dinlenen tanıkların yalan beyanda bulunduğunu ileri sürmüş, hiçbir paydaş tarafından kullanılmayan taşınmazın fiilen taksim edildiğinin kabulüyle ön alım hakkı davası açılmasının kötü niyetli olduğu sonucuna ulaşılmasının mülkiyet hakkının ihlaline yol açtığını ifade etmiştir. Başvurucu; Yargıtayın kendi kararlarıyla çeliştiğini, eski içtihadına aykırı karar verdiğini iddia etmiş, ayrıca fiilî taksimin ön alım hakkının kullanımına engel teşkil ettiği görüşünün kanuni dayanağının bulunmadığını savunmuştur. Başvurucu sonuç olarak adil yargılanma hakkının ve mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

24. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).

25. Anayasa'nın 35. maddesi müşterek maliklere ön alım hakkı tanınmasını güvence altına almamaktadır. Öte yandan ön alım hakkı mülkiyet hakkının doğasından kaynaklanan bir yetki de değildir. Ne var ki kanunla getirilen ve mülkiyet hakkına bağlı olarak kullanılabilen hak ve yetkilerin kullanımının da Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkının koruması kapsamında olduğu kabul edilmelidir.Bu bağlamda, 4721 sayılı Kanun'un 732. ve devamı maddelerinde düzenlenen ön alım hakkının kullanımıyla ilgili olarak ortaya çıkan uyuşmazlıkların mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi mümkündür.

26. Somut olayda müşterek mülkiyete tabi taşınmaza hissedar olan başvurucu 4721 sayılı Kanun'un 732. ve devamı maddelerinde düzenlenen ön alım hakkından yararlandırılmamaktan şikâyet etmektedir. Başvurucu, bu şikâyetini adil yargılanma hakkı ve mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak ileri sürmüştür. Başvurucunun adil yargılanma hakkıyla bağlantı olarak dile getirdiği iddiaların da mülkiyet hakkının usul güvenceleri kapsamında incelenmesinin uygun olacağı değerlendirilmiştir.

27. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

28. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

29. Somut olayda başvurucunun mülkiyet hakkına yönelik olarak kamu makamlarınca doğrudan yapılan bir müdahale mevcut olmayıp özel kişiler arasında ortaya çıkan bir uyuşmazlık söz konusudur. Dolayısıyla başvuruda, devletin mülkiyet hakkına ilişkin pozitif yükümlülükleri yönünden inceleme yapılması gerekmektedir.

i. Mülkün Varlığı

30. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, B. No: 2013/1178, 5/11/2015, §§ 49-54). Bu nedenle öncelikle başvurucuların Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaati olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31).

31. Olayda başvurucunun Çanakkale ili Merkez ilçesi Kepez köyünde bulunan 6231 parsel sayılı taşınmazın 235/638 hissesini 13/6/2013 tarihinde satın alarak taşınmaza paydaş olduğu açıktır. Dolayısıyla mülkün varlığı konusunda bir tereddüt bulunmamaktadır.

ii. Genel İlkeler

32. Mülkiyet hakkının korunmasının devlete birtakım pozitif yükümlülükler yüklediği hususu Anayasa'nın 35. maddesinin lafzında açık bir biçimde düzenlenmemiş ise de bu güvencenin sadece devlete atfedilebilen müdahalelere yönelik sınırlamalar getirdiği, bireyi üçüncü kişilerin müdahalelerine karşı korumasız bıraktığı düşünülemez. Pozitif yükümlülüklerin ortaya çıkmasının nedeni gerçek anlamda koruma sağlanmasıdır. Buna göre anılan maddede bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkının gerçekten ve etkili bir şekilde korunabilmesi yalnızca devletin müdahaleden kaçınmasına bağlı değildir. Gerçek anlamda koruma sağlanması için devletin negatif yükümlülükleri dışında pozitif yükümlülüklerinin de olması gerekir. Dolayısıyla Anayasa'nın 5. ve 35. maddeleri uyarınca devletin mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin pozitif yükümlülükleri bulunmaktadır. Bu bağlamda söz konusu pozitif yükümlülükler, kimi durumlarda özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar da dâhil olmak üzere mülkiyet hakkının korunması için belirli tedbirlerin alınmasını gerektirmektedir (Türkiye Emekliler Derneği, B. No: 2012/1035, 17/7/2014, §§ 34-38; Eyyüp Boynukara, B. No: 2013/7842, 17/2/2016, §§ 39-41; Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri Petrol Ürünleri Sanayi Ticaret Limited Şirketi, B. No: 2014/8649, 15/2/2017, § 43).

33. Devletin pozitif yükümlülükleri, mülkiyet hakkına yapılan müdahalelere karşı usule ilişkin güvenceleri sunan yargısal yolları da içeren etkili hukuksal bir çerçeve oluşturma, oluşturulan bu hukuksal çerçeve kapsamında yargısal ve idari makamların bireylerin özel kişilerle olan uyuşmazlıklarında etkili ve adil bir karar vermesini temin etmek sorumluluklarını da içermektedir (Selahattin Turan, B. No: 2014/11410, 22/6/2017, § 41).

34. Özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklarda olayda tarafların birbirleriyle çatışan menfaatleri bulunmaktadır. Dolayısıyla tarafların karşı karşıya gelen menfaatleri çerçevesinde mülkiyet hakkını korumakla yükümlü bulunan devletin maddi ve usule ilişkin pozitif yükümlülüklerini yerine getirip getirmediği dikkate alınarak sonuca varılmalıdır. Bu bağlamda ilk olarak belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir bir kanun hükmünün mevcut olup olmadığı irdelenmelidir (Hüseyin Ak, B. No: 2016/77854, 1/7/2020, § 53).

35. İkinci olarak başvuruculara mülkiyet hakkına yapılan müdahaleye etkin bir biçimde itiraz edebilme, savunma ve iddialarını yetkili makamlar önünde ortaya koyabilme olanağının tanınıp tanınmadığı incelenmelidir. Anayasa'nın 35. maddesi usule ilişkin açık bir güvenceden söz etmemektedir. Bununla birlikte mülkiyet hakkının gerçek anlamda korunabilmesi bakımından bu madde, Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında da ifade edildiği üzere mülk sahibine müdahalenin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesini kapsamaktadır. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (Züliye Öztürk, B. No: 2014/1734, 14/9/2017, § 36; Bekir Yazıcı [GK], B. No: 2013/3044, 17/12/2015, § 71).

36. Mülkiyet hakkının usule ilişkin güvenceleri hem özel kişiler arasındaki mülkiyet uyuşmazlıklarında hem de taraflardan birinin kamu gücü olduğu durumlarda geçerlidir. Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasının söz konusu olduğu durumlarda usule ilişkin güvencelerin somut olayda yerine getirildiğinden söz edilebilmesi için derece mahkemelerinin kararlarında konu ile ilgili ve yeterli gerekçe bulunmalıdır. Ayrıca belirtmek gerekir ki bu zorunluluk davacının bütün iddialarına cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte mülkiyet hakkını ilgilendiren davanın sonucuna etkili esasa ilişkin temel iddia ve itirazların yargılama makamlarınca özenli bir şekilde değerlendirilerek karşılanması gerekmektedir (Kamil Darbaz ve GMO Yapı Grup End. San. Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/12563, 24/5/2018, § 52).

37. Son olarak ise başvurucuların mülkiyet haklarını koruyacak ve yeterli güvenceler sağlayacak hukuksal mekanizmaların oluşturulup oluşturulmadığı incelenmelidir. Özel kişilerin mülkiyet haklarının çatıştığı bu gibi durumlarda bunlardan hangisine üstünlük tanınacağının takdiri, kanun koyucuya ve somut olayın koşulları gözönünde bulundurularak derece mahkemelerine ait bir yetkidir. Bununla birlikte her iki tarafın menfaatlerinin mümkün olduğunca dengelenmesi ve sürecin taraflardan biri aleyhine ölçüsüz bir sonuca da yol açmaması gerekir. Menfaatler dengesinin kurulmasında taraflardan biri aleyhine bireysel olarak aşırı ve olağan dışı bir külfetin yüklenmesi, pozitif yükümlülüklerin ihlali sonucunu doğurabilir. Olayın bütün koşulları ve taraflara tanınan tüm imkânlar ile tarafların tutum ve davranışları gözönünde bulundurularak menfaatlerin adil bir şekilde dengelenip dengelenmediği değerlendirilmelidir (Faik Tari ve Sultan Tari, B. No: 2014/12321, 20/7/2017, § 52).

iii. İlkelerin Olaya Uygulanması

38. Olayda, başvurucunun 235/638 hissesini 13/6/2013 tarihinde satın aldığı taşınmazın diğer 235/638 hissesinin, malikince 27/9/2013 tarihinde S.B.ye satılması üzerine başvurucu ön alım hakkının kullanımı suretiyle sicilin düzeltilmesi davası açmıştır. Davalı S.T. başvurucunun kötü niyetli olarak dava açtığı itirazında bulunmuştur. Asliye Hukuk Mahkemesi fiilî taksim iddiasının dinlenebilmesi için taşınmazın tüm paydaşlara tahsis edilmiş bir bölümün bulunması gerektiği oysa eldeki taşınmazda hissesi bulunan Kepez Belediyesinin fiilen kullandığı bir bölümün bulunmadığı, dolayısıyla fiilî taksim iddiasına itibar edilemeyeceği sonucuna ulaşarak davayı kabul etmiştir. Ancak Daire fiilî taksimin varlığı için tüm paydaşların fiilen kullandığı bir bölümün bulunmasının zorunlu olmadığını vurgulamış ve ilk derece mahkemesince yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu düzenlenen rapordaki tespitlere dayanarak taşınmazın fiilen iki bağımsız bölüm olarak kullanıldığını kabul etmiştir. Bozma kararına uyan Asliye Hukuk Mahkemesi davayı reddetmiştir.

39. Pozitif yükümlülükler yönünden ilkin incelenmesi gereken mesele mülkiyet hakkına yapılan müdahaleye ilişkin olarak başvurucuya etkin bir biçimde itiraz edebilme, savunma ve iddialarını yetkili makamlar önünde ortaya koyabilme olanağının tanınıp tanınmadığıdır. Bu bağlamda, başvurucunun iddia ve itirazlarını derece mahkemesi ve Yargıtay önünde ileri sürme hususunda hiçbir engelle karşılaşmadığı, kendisini avukatla temsil ettirebildiği görülmektedir.

40. İkinci olarak incelenmesi gereken mesele ön alım hakkının kullanımından kaynaklanan uyuşmazlığın öngörülebilirlik ve belirlilik koşulunu sağlayan hukuk kuralları uygulanarak çözümlenip çözümlenmediğidir. 4721 sayılı Kanun'un 732. maddesinde paylı mülkiyette bir paydaşın taşınmaz üzerindeki payını tamamen veya kısmen üçüncü kişiye satması hâlinde, diğer paydaşların ön alım hakkını kullanabilecekleri düzenlenmiş; devamı maddelerinde ise bu hakkın kullanım usulüne ilişkin kurallara yer verilmiştir.

41. Başvurucu, fiilî taksim hâlinde ön alım hakkının kullanılamayacağı görüşünün kanuni dayanağının bulunmadığını ileri sürmüştür. Bu bağlamda Yargıtayın bu görüşünün öngörülebilirlik koşulunu sağlayıp sağlamadığı incelenmelidir.

42. Müşterek mülkiyete tabi olan ve fiilen taksim edilerek her bir paydaşın farklı bir bölümünü kullandığı taşınmazın paydaşlarından birinin hissesini satması hâlinde diğer paydaşların ön alım hakkını kullanmasını engelleyen bir hüküm kanunda yer almamaktadır. Nitekim bu gerçek HGK kararında da ifade edilmiştir. Bununla beraber Yargıtay, taşınmazda fiilî bir kullanım biçiminin oluştuğu durumlarda, bu kullanım biçimine uzun yıllar itiraz etmeyen paydaşın, diğer paydaşlardan birinin kendi hissesini satması hâlinde ön alım hakkını kullanmasının 4721 sayılı Kanun'un 2. maddesinde düzenlenen dürüstlük kuralıyla bağdaşmayacağını kabul etmiştir (bkz. § 21). Görüldüğü üzere Yargıtay 4721 sayılı Kanun'un ön alım hakkıyla ilgili hükümleri ile 2. maddesini birlikte yorumlayarak bir sonuca ulaşmıştır. Dolayısıyla Yargıtayın yorumunun kanuni dayanağının bulunmadığı iddiası temelsizdir.

43. Öte yandan ilke olarak mahkemeler önünde dava konusu yapılmış hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması derece mahkemelerinin yetkisindedir (Necati Gündüz, Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26; Muhammet Kaplan, B. No: 2013/1586, 18/9/2013, § 21). Anayasa Mahkemesinin görevi, bu yorumların etkilerini ve menfaatler dengesinde bir taraf aleyhine aşırı orantısızlığa yol açıp açmadığını irdelemekten ibarettir (Nuran Çıkar, B. No: 2014/10761, 13/9/2017, § 44). Bu çerçevede, Yargıtayın dürüstlük kuralından yola çıkarak fiilî taksim hâlinde ön alım hakkının kullanılamayacağı sonucuna ulaşmasının keyfî ve öngörülemez bir yorum olarak değerlendirilmesi için hiçbir neden bulunmamaktadır. Taşınmazın fiilen müşterek olarak kullanılmamasına karşı uzun yıllar herhangi bir itiraz yükseltmeyen paydaşın, müşterek mülkiyetten doğan ön alım hakkını kullanmasının dürüstlük kuralıyla bağdaşmayacağı yorumu temelsiz değildir. Ayrıca bu yorumun ön alım hakkına sahip paydaş ile diğer bir paydaşın hissesini satın alan kişinin menfaatleri arasında dengesizliğe de yol açmadığı, ön alım hakkı sahibinin katlanılamaz bir külfet yüklenmesine sebep olmadığı değerlendirilmiştir.

44. Başvurucunun diğer bir esaslı iddiası ise somut olayda fiilî taksimin söz konusu olmadığı ve bu iddiasının Daire tarafından dinlenmediği yolundadır. Taşınmaz üzerinde 4/3/1997 tarihinde iki bağımsız bölümden oluşan kat mülkiyeti kurulduğu ve bu durumun 2/12/2003 tarihinde gerçekleştirilen imar uygulamasına kadar devam ettiği hususunda bir ihtilaf bulunmamaktadır. Taşınmaz üzerindeki kat mülkiyeti 2/12/2003 tarihinde yapılan imar uygulaması sonucu sona ererek müşterek mülkiyete dönüşmüş ise de bu durum binanın iki farklı daire şeklinde inşa edildiği gerçeğini etkilememektedir. İlk derece mahkemesine sunulan bilirkişi raporunda, dairelerin girişlerinin, elektrik ve su tesisatlarının ayrı olduğu tespitine yer verilmiştir. Daire, bu tespiti esas alarak fiilî taksimin varlığını kabul etmiştir. Başvurucu, bilirkişi raporlarındaki bu tespitlere itiraz etmemiştir. Ayrıca başvurucu bu iki dairenin dubleks olarak kullanılmak üzere inşa edildiğini de ileri sürmemiştir. Başvurucunun bu konuyla ilgili tek iddiası satın aldığı tarihte taşınmazın kullanılmadığı şeklindedir. Binanın birbirinden bağımsız iki daire şeklinde inşa edildiği ve kullanıldığı gerçeği karşısında başvurucunun satın aldığı tarihte dairelerin boş olmasının fiilî taksimin bulunmaması olarak yorumlanmaması keyfî değildir.

45. Başvurucu son olarak Kepez Belediyesinin fiilen kullandığı bir alanın bulunmaması sebebiyle fiilî taksimin varlığının kabul edilemeyeceği iddiasını ileri sürmüştür. Asliye Hukuk Mahkemesinin kabulüne göre fiilî taksim iddiasının dinlenebilmesi için taşınmazda tüm paydaşlara tahsis edilmiş bir bölümün bulunması gerekir. Buna karşılık Daire, fiilî taksimin kabulü için tüm paydaşların fiilen kullandığı bir alanın bulunmasının zorunlu olmadığını değerlendirmiştir. Uyuşmazlıkta uygulanacak hukuk kurallarının yorumlanması derece mahkemeleri ve Yargıtayın görevidir. Bu yorumlardan hangisinin isabetli olduğu bireysel başvuruda ele alınacak bir mesele değildir. Öte yandan Kepez Belediyesinin paydaş olmasının paydaşlardan birinin özel hukuk hükümleri çerçevesinde oluşan satış veya bağış iradesinin bir sonucu olarak değil, belediyenin kamusal bir yetki olan imar uygulama işlemlerinin tesisi sonucunda gerçekleştiği de gözetilmelidir. Kamu gücünün kullanımı sonucu hissedar olan Kepez Belediyesine tahsis edilmiş bir alanın bulunmamasının fiilî taksim hükümlerinin uygulanmasına engel teşkil etmeyeceğinin kabulü temelsiz bulunmamıştır.

46. Sonuç olarak başvurucu tarafından 4721 sayılı Kanun'a dayalı olarak açılan davada yapılan incelemenin devletin Anayasa'nın 35. maddesinin öngördüğü pozitif yükümlülüklerini ihlal edecek bir boyuta ulaşmadığı kanaatine ulaşılmıştır.

47. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.

B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

48. Başvurucu, yargılamanın makul süre içinde tamamlanmaması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

49. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

50. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği tarih, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 50, 52).

51. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41, 45).

52. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında yaklaşık 5 yıl 5 ay 20 gün devam eden yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.

53. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

54. Başvurucu, ihlalin tespiti ile yargılamanın yenilenmesine, maddi ve manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

55. Makul sürede yargılanma hakkı yönünden ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında 18.000 TL manevi tazminatın başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

56. Öte yandan başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı ortaya konulmadığından maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Kamuya açık belgelerde başvurucunun kimliğinin gizli tutulması talebinin KABULÜNE,

B. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

C. 1. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,

2. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Başvurucuya net 18.000 TL manevi tazminatın ÖDENMESİNE, diğer taleplerin REDDİNE,

E. 294,70 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin bilgi için Çanakkale 1. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2018/243, K.2019/62) GÖNDERİLMESİNE,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 11/5/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim İkinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal)
Künye
(C.B.B. [2.B.], B. No: 2018/27003, 11/5/2022, § …)
   
Başvuru Adı C.B.B.
Başvuru No 2018/27003
Başvuru Tarihi 5/9/2018
Karar Tarihi 11/5/2022

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru, ön alım hakkının kullanımı suretiyle açılan tapu iptali ve tescili davasında hukuk kurallarının hatalı yorumlanması sebebiyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Mülkiyet hakkı Özel hukuk ilişkileri İhlal Olmadığı
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) Makul sürede yargılanma hakkı (hukuk) İhlal Manevi tazminat

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 4721 Türk Medeni Kanunu 2
732
733
734
  • pdf
  • udf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi