TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
EROL ARSLAN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2018/27076)
|
|
Karar Tarihi: 6/10/2021
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Muammer TOPAL
|
|
|
Recai AKYEL
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
|
|
İrfan FİDAN
|
Raportör
|
:
|
Fatih ALKAN
|
Başvurucu
|
:
|
Erol ARSLAN
|
Vekili
|
:
|
Av. Murat SADAK
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin
denetlenmesi neticesinde elde edilen kayıtların imha edilmediği ve
alenileştirildiği ileri sürülerek açılan tazminat davasının reddedilmesi
nedeniyle özel hayata saygı hakkı ile haberleşme hürriyetiyle bağlantılı olarak
etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 11/9/2018 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda
bulunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucu hakkında Hizbullah terör örgütü adına eylem
ve faaliyetlerde bulunduğu iddiasıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı
(Başsavcılık) tarafından 2011 yılında soruşturma başlatılmıştır.
10. Soruşturma sürecinde başvurucu hakkında 4/12/2004
tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 135. maddesi kapsamında
iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması tedbiri uygulanmıştır.
11. Başvurucunun da aralarında bulunduğu altmış dört
şüpheli hakkında Başsavcılık tarafından 2/11/2015 tarihinde kovuşturmaya yer
olmadığına (takipsizlik) karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, şüpheliler
hakkında telekomünikasyon yoluyla iletişimin denetlenmesi tedbiri uygulandığı
ve söz konusu tedbirin uygulanmasına 22/5/2013 tarihinde son verildiği
belirtilmiştir. Kararda; yürütülen soruşturmada operasyon yapılmasını
gerektirecek mahiyette yeterli delile ulaşılamadığı, şüphelilerin
gerçekleştirdiği görüşmelerin güncel görüşmeler kapsamında kaldığı ve neticede
delil elde edilemediğinden şüpheliler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına
karar verildiği ifade edilmiştir. Kararda, mahkeme kararlarına dayanılarak icra
edilen iletişimin dinlenmesi, tespiti, kayda alınması ve sinyal bilgilerinin
değerlendirilmesine ilişkin tedbirlerin kaldırıldığı vurgulanmıştır. Ayrıca
telekomünikasyon yoluyla iletişimin denetlenmesi nedeniyle 5271 sayılı Kanun'un
137. maddesinin (4) numaralı fıkrası uyarınca ilgili kişilere gerekli
bildirimlerin yapılmasına, adli emanet memurluğunda bulunan kayıtlı
materyallerin aynı maddenin (3) numaralı fıkrası uyarınca imha edilmesine, bu
hususta anılan merciye yazı yazılmasına da karar verilmiştir.
12. Başvurucu; telekomünikasyon yoluyla iletişimin
denetlenmesine ilişkin koruma tedbirinin kanuna aykırı şekilde iki yıldan fazla
süre boyunca uygulandığını, söz konusu koruma tedbiri neticesinde elde edilen
ve 2/11/2015 tarihli takipsizlik kararıyla birlikte imha edilmesine karar
verilen kayıtların Başsavcılık tarafından farklı mahkemelere gönderildiğini,
kayıtların 11/4/2016 tarihinde Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'ne (UYAP)
yüklendiğini ve bu suretle alenileştirildiğini ileri sürerek 5271 sayılı
Kanun'un 141. maddesinde düzenlenen koruma tedbirleri nedeniyle tazminat davası
açmıştır. Elâzığ 2. Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) kayda alınan ve 20.000 TL
manevi tazminat talebi içeren 13/5/2016 havale tarihli dava dilekçesinde
başvurucu, imha edilmesi gereken söz konusu kayıtların -tespit edebildiği
kadarıyla- yirmi dört farklı dava dosyasına girdiğini iddia etmiş ve bu hususta
mahkeme adı, esas numarası gibi detaylı bilgiler sunmuştur. Başvurucu;
takipsizlik kararının üzerinden beş ayı aşkın bir süre geçmesine rağmen
soruşturma kapsamında elde edilen dinleme kayıtlarının imha edilmemiş olmasının
ve bu kayıtların UYAP'a yüklenip farklı mahkemelere gönderilerek
alenileştirilmesinin 5271 sayılı Kanun'da yer alan usullere açıkça aykırı
olduğunu ileri sürmüştür. Kişinin mahremiyetine ve haberleşmesine yönelik
müdahaleler dolayısıyla oluşan zararların devlet tarafından tazmin edilmesi
gerektiğini, fiilî durumun Cumhuriyet savcılarının eksik ve yanlış şekilde
yaptığı işlemlerden kaynaklandığını ve açtığı davanın 5271 sayılı Kanun'un 141.
maddesinin (3) numaralı fıkrası kapsamında değerlendirilmeye uygun olduğunu iddia
etmiştir.
13. Cumhuriyet savcısı tarafından Mahkemeye sunulan esas
hakkındaki mütalaada yasal koşulların oluşmadığı belirtilerek davanın reddine
karar verilmesi talep edilmiştir.
14. Mahkeme 13/1/2017 tarihinde davanın reddine karar
vermiştir. Kararın gerekçesinde, koruma tedbiri neticesinde elde edilen
kayıtların aleniyet kazanmadığı ve 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde
düzenlenen tazminat koşullarının oluşmadığı belirtilmiştir.
15. Başvurucu, söz konusu kararın bozulması ve davanın
kabulüne karar verilmesi talebiyle Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesine istinaf
başvurusunda bulunmuştur. İstinaf dilekçesinde; Yargıtay Ceza Genel Kurulunun
12/5/2015 tarihli kararı zikredilmiş ve kanunların her sorunu çözemeyeceği,
sorunların çözümü için uygun kurallar manzumesini ortaya koydukları, sorunların
ise ancak karar vericileri tarafından çözülebileceği ifade edilmiştir. Dinleme
kayıtlarının ifşa edildiği açık olmasına rağmen davanın reddedilmesinin hukuka
aykırı olduğu belirtilmiş ve oluşan manevi zararların 5271 sayılı Kanun'un 141.
maddesi kapsamında giderilmesi yönündeki talebin yersiz gerekçelerle
reddedildiği ileri sürülmüştür.
16. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 16. Ceza Dairesinin
19/7/2018 tarihli kararıyla istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak
karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde mahkeme kararında usule ve mevzuata
ilişkin herhangi bir hukuka aykırılığın bulunmadığı belirtilmiştir.
17. Nihai karar 5/9/2018 tarihinde öğrenilmiştir.
18. 11/9/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
IV. İLGİLİ
HUKUK
19. İlgili hukuk (ulusal mevzuat, yargı mercilerince
verilen kararlar, uluslararası düzenlemeler ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
kararları) için bkz. Murat Haliç, B. No: 2017/24356, 8/7/2020, §§
19-31.
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
20. Anayasa Mahkemesinin 6/10/2021 tarihinde yapmış
olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
21. Başvurucu;
i. Hakkında iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda
alınmasına ilişkin koruma tedbiri uygulandığını, yaklaşık iki buçuk yıl süren
bu tedbir sonrasında kovuşturmaya yer olmadığına ve elde edilen kayıtların imha
edilmesine karar verildiğini, 5271 sayılı Kanun'un 137. maddesinin (3) numaralı
fıkrası gereğince yapılan tespit veya dinlemeye ilişkin kayıtların en geç on
gün içinde imha edilmesi gerektiğini, sonraki süreçte açılan davalarda
mahkemelerce soruşturma dosyasının Başsavcılıktan talep edildiğini
belirtmiştir.
ii. Haksız şekilde kayıt altına alınan ve imha edilmesi
gereken tapelerin/görüşmelerin takipsizlik kararının üzerinden beş ay geçmesine
rağmen soruşturma dosyasıyla birlikte Başsavcılık tarafından yirmi dört farklı
mahkemeye gönderildiğini ileri sürmüştür. Ayrıca imha edilmeyen kayıtların UYAP
üzerinden gönderildiğini, bu suretle özel hayatının ve haberleşmesinin ifşa
edildiğini iddia etmiştir.
iii. Cumhuriyet savcısının ihmalinden ve yaptığı
işlemlerden kaynaklanan manevi zararlarının karşılanması talebiyle 5271 sayılı
Kanun'un 141. ve devamı maddelerinde öngörülen koruma tedbirleri nedeniyle
tazminat davası açtığını, Cumhuriyet savcısının kişisel kusurundan kaynaklanan
zararların giderilmesi amacıyla kendisiyle aynı soruşturma kapsamında
soruşturulan ve haklarında takipsizlik verilen kişilerce aynı iddialarla açılan
tazminat davalarının kabul edildiğini, açık olan ihlal nedeniyle lehine manevi
tazminata hükmedilmesi gerekirken açtığı davanın hukuka aykırı şekilde reddine
karar verildiğini ifade etmiştir.
iv. Mahkemenin 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesindeki
dava yolu hakkında geliştirdiği ve hakkın özünü korumayan dar yorumu nedeniyle
manevi zararlarını karşılayamadığını, devletin sorumluluğuna gidemediğini
belirterek özel hayata saygı hakkının, haberleşme hürriyetinin ve adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
22. Bakanlık görüşünde, başvuruya konu edilen süreçte
yargı organlarınca verilen kararlara ilişkin genel bilgiler aktarılmış ve
başvurucu hakkındaki kayıtların UYAP ortamına aktarılmasının başvurucuya aşırı
bir külfet yüklemediği, kamu yararı ile başvurucunun bireysel yararı arasında
makul dengenin gözetildiği ifade edilmiştir. Ayrıca başvurucunun kayıtlarının
süresinde imha edilmediğine ilişkin iddiasının doğru olması durumunda -her ne
kadar bu husus mevzuata aykırılık oluştursa da- kayıtların ifşa olmadığı,
herhangi bir şekilde kullanılmadığı, dosyayla ilgilenen yetkili kişiler dışında
üçüncü kişilerle paylaşılmadığı, ilgili makamların mevzuata aykırılığı fark
ettiği anda resen harekete geçtikleri ve kayıtların silinmesini talep ettikleri
belirtilmiştir. Görüşte, bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde başvurucunun
herhangi bir zararının ve dolayısıyla mağduriyetinin bulunmadığı ve
başvurucunun ilk derece mahkemeleri önünde zararının varlığını kanıtlayamadığı
ileri sürülmüştür.
23. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı sunduğu cevap
dilekçesinde bireysel başvuru formundaki taleplerini tekrar etmiştir.
B. Değerlendirme
24. Anayasa’nın "Özel hayatın gizliliği" kenar
başlıklı 20. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes, özel hayatına ...saygı
gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ... gizliliğine
dokunulamaz.”
25. Anayasa’nın "Haberleşme hürriyeti" kenar
başlıklı 22. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, haberleşme hürriyetine
sahiptir. Haberleşmenin gizliliği esastır."
26. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve
görevleri" kenar başlıklı 5. maddesi şöyledir:
“Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak,
kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak
ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak
surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın
maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya
çalışmaktır.”
27. Anayasa’nın "Temel hak ve hürriyetlerin
korunması" kenar başlıklı 40. maddesi şöyledir:
"Anayasa ile tanınmış hak ve
hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma
imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.
Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin
hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek
zorundadır.
Kişinin, resmî görevliler tarafından
vâki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin
edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır."
28. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16). Başvurucunun yargı makamlarınca gerçekleştirilen işlemlerden ve
ihmallerden kaynaklanan, özel hayatın gizliliği ile haberleşmenin gizliliğinin
ihlal edilmesi suretiyle oluşan zararlarının tazmin edilmesi talebiyle açtığı
davada etkili bir çözüm imkânı sunulmadığına ilişkin şikâyetleri, Anayasa'nın
20. ve 22. maddeleriyle bağlantılı olarak Anayasa'nın 40. maddesinde güvence
altına alınan etkili başvuru hakkı kapsamında değerlendirilmiştir. Etkili
başvuru hakkı bakımından yapılacak incelemenin sonucuna göre bu aşamada özel
hayata saygı hakkı ile haberleşme hürriyeti bakımından ayrıca bir inceleme
yapılmayacaktır (aynı yönde değerlendirmeler için bkz. Murat Haliç, §
40).
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
29. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan özel hayata saygı hakkı ile haberleşme hürriyetiyle bağlantılı olarak
etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
a. Genel
İlkeler
30. Anayasa'nın 12. maddesine göre herkes kişiliğine
bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir.
Bu genel nitelikteki anayasal düzenleme ile bireylerin kişilik değerlerine
yönelen ve zarar veren olumsuz tutum ve davranışlar dışlanmaktadır. Bunun
yanında Anayasa'nın 5. maddesinde, bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin
korunması için gerekli şartların hazırlanması devletin temel amaç ve
görevlerinden biri olarak sayılmaktadır. Bu düzenlemeler ışığında devletin
bireylerin özel hayata saygı haklarına ve haberleşme hürriyetlerine keyfî olarak
müdahale etmemenin yanında üçüncü kişilerin anılan hak ve özgürlüklere karşı
saldırılarını önlemekle yükümlü kılındığı, bu bağlamda pozitif
yükümlülüklerinin bulunduğu söylenebilir (Ali Çığır, B. No: 2015/19298,
8/5/2019, § 32; Erol Kumcu, B. No: 2015/18988, 9/5/2019, § 32; U.B.,
B. No: 2015/3175, 10/10/2019, § 33; Murat Haliç, § 42).
31. Söz konusu yükümlülükler, kişilerin özel hayatlarına
ve haberleşmelerine yönelik gerçekleşmesi yakın tehlikelere karşı gerçek
anlamda bir koruma sağlayabilmeli ve oluşan zararların tazmin edilmesi için
kamu makamlarınca gerçekleştirilen işlemler, yapılan eylemler ve ihmaller
konusunda kişilere etkili bir karşı çıkma ve telafi imkânı tanımalıdır. Bu
imkân ise ancak etkili bir başvuru yolu tanınması ile sağlanabilir (Murat
Haliç, § 43).
32. Etkili başvuru hakkı, anayasal bir hakkının ihlal
edildiğini ileri süren herkese hakkın niteliğine uygun olarak iddialarını
inceletebileceği makul, erişilebilir, ihlalin gerçekleşmesini veya sürmesini
engellemeye ya da sonuçlarını ortadan kaldırmaya (yeterli giderim sağlama)
elverişli idari ve yargısal yollara başvuruda bulunabilme imkânı sağlanması
olarak tanımlanabilir (Y.T. [GK], B. No: 2016/22418, 30/5/2019, § 47; Murat
Haliç, § 44).
33. Anayasa Mahkemesi, manevi zararların ağırlıkta olduğu
ihlal iddialarında -kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı, özel hayata
saygı hakkı ile haberleşme hürriyeti kapsamında- hukuki tazmin yolunu daha
yüksek başarı şansı sunabilecek, kullanılabilir ve etkili bir başvuru yolu
olarak kabul etmiştir (Işıl Yaykır, B. No: 2013/2284, 15/4/2014, § 44; Aslı
Kırmızı Demirseren, B. No: 2013/5680, 15/4/2014, § 41; Gülşin Oral,
B. No: 2013/6129, 16/9/2015, § 47; Sümeyye Örnek, B. No: 2014/11091,
7/6/2017, § 26). Bunun gerekçesi ise kasten veya taksirle başkalarına verilen
zararın hukuki sorumluluk kapsamında giderilmesi imkânının daha fazla olması,
ceza hukuku alanında objektif sorumluluğa yer verilmezken hukuki sorumluluk
alanında objektif sorumluluk esasının da etkili şekilde uygulanması ve hukuki
sorumluluk alanında aynı maddi vakıalar çerçevesinde daha düşük bir ispat
standardı kullanılması olarak açıklanmıştır. Ayrıca hukuk sistemimizde hukuki
sorumluluk alanındaki tazmin yükümlülüğünün asıl gayesinin zarar görenin
zararının telafi edilmesi olduğu dikkate alındığında özellikle manevi zarara
dayanan uyuşmazlıklar açısından hukuki tazmin yolu ilgililere daha yüksek
başarı şansı sunabilecek, kullanılabilir ve etkili bir başvuru yolu olarak
nitelendirilmiştir (Işıl Yaykır, § 44; Aslı Kırmızı Demirseren, §
41; Mesut Özbezen, B. No: 2013/8175, 15/4/2014, § 40; Murat Haliç, §
45).
34. Ayrıca Anayasa Mahkemesi, kişilik haklarına saldırı
mahiyetindeki iddiaların adli ve idari yargı düzenindeki mahkemelerce
değerlendirilebileceğini, bu doğrultuda ilgili mevzuat kapsamında kişilik
haklarına yönelen saldırıların sona erdirilmesi ve zararın tazmin edilmesi
hususunda hukuk davası ile tam yargı davası açılabileceği konusunda bir
tereddüdün bulunmadığını da vurgulamaktadır (Ali Çığır, § 41; Erol
Kumcu, § 41; Cansun Sarıyıldız, B. No: 2015/11671, 8/1/2020, § 30; Murat
Haliç, § 46).
35. Devletin suçların soruşturulması faaliyeti kapsamında
şüpheliler hakkında birtakım tedbirler alarak onları gözetimi altında tuttuğu
durumlarda ise şüphelilerin sonradan ileri sürecekleri şikâyetlerinin olması
olağandır. Usul kurallarının yoğun şekilde öngörüldüğü bu özel durumlar
yönünden söz konusu şikâyetlerin esasının incelenmesine imkân sağlayan ve
gerektiğinde uygun bir telafi yöntemi sunan etkili hukuk yollarının olması da
ilgililere etkili başvuru hakkının sağlanması bakımından bir gerekliliktir.
5271 sayılı Kanun'un 141. ve devamı maddelerinde düzenlenen koruma tedbirleri
nedeniyle tazminat davaları da bu bağlamdaki gerekliliği karşılamaya uygun bir
yöntem sunmalıdır (Murat Haliç, § 47).
36. H.Ö. (B. No: 2017/34332, 12/12/2018) kararında
Anayasa Mahkemesi, koruma tedbirleri tazminat davaları ile 5271 sayılı Kanun'un
141. maddesinin (3) numaralı fıkrası yönünden birtakım değerlendirmelerde
bulunmuştur. Söz konusu düzenlemeler ile pratikteki uygulamaların bu tür
şikâyetler açısından etkili bir hukuk yolu olarak değerlendirilebilmesi için
gerekli olan yargısal yaklaşıma ilişkin yapılan açıklamalarda Anayasa Mahkemesi
5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı 141.
maddesinin (3) numaralı fıkrasında suç soruşturması veya kovuşturması sırasında
kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere
hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdiği kararlar veya yaptığı işlemler
nedeniyle devlet aleyhine tazminat davası açılabileceğinin öngörüldüğünü,
anılan hüküm kapsamında Cumhuriyet savcılarının yapmış oldukları işlemler
nedeniyle zarar gördüğünü düşünen mağdurlar yönünden bir başvuru mekanizmasının
oluşturulduğunu tespit etmiştir (H.Ö., § 41; ayrıca bkz. M.Y., B.
No: 2014/7149, 22/11/2017, § 50). H.Ö. kararında, yargılama
faaliyetlerinden doğan ve emredici ya da yasaklayıcı bir kural bulunmaması
nedeniyle kişisel kusur veya haksız fiil kapsamında değerlendirilemeyecek
özensiz davranışlardan kaynaklanan zararların 5271 sayılı Kanun'un (3) numaralı
fıkrası kapsamında giderilebileceğine ilişkin olarak Yargıtayca verilen bazı
kararlara da yer verilmiş ve anılan fıkranın etkili bir yol olarak
işletilebileceğine işaret edilmiştir (Murat Haliç, § 48).
37. Gerçekten de kişilerin mağduriyetlerinin giderilmesi
amacıyla öngörülen yargı yollarından biri olan koruma tedbirleri nedeniyle
tazminat davası açma imkânının mevzuatta yer alması tek başına yeterli olmayıp
bu yolun aynı zamanda pratikte de başarı şansı sunması gerekir. Söz konusu yola
başvurulabilmesi için öngörülen koşullar somut olaylara tatbik edilirken
dayanak işlem, eylem ya da ihmallerden kaynaklanan savunulabilir nitelikteki
iddiaların bu doğrultuda geniş şekilde değerlendirilmesi, koşulların oluşmadığı
sonucuna ulaşılması durumunda ise bu durumun yargı makamları tarafından ilgili
ve yeterli gerekçelerle açıklanması gerekir (Murat Haliç, § 49).
38. Sonuç olarak tahdidi sayılan koşullar dışında
hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptığı
işlemlerden kaynaklanan zararların giderilmesine yönelik girişimlerde bulunma
imkânı sağlayan ve geniş şekilde yorumlanmaya uygun olan söz konusu
düzenlemelerin zarar görenlerin herhangi bir yargı merciine başvurma imkânını
ortadan kaldıracak şekilde dar yorumlanmaması ve etkili bir yargısal koruma
sağlama konusunda yargı makamlarınca temel hak ve özgürlükleri önceleyen bir
yaklaşım içinde olunması etkili başvuru hakkının gereklerinin sağlanması
açısından önem arz etmektedir (Murat Haliç, § 50).
b. İlkelerin
Olaya Uygulanması
39. Başvuru özetle takipsizlik kararıyla birlikte
Başsavcılık tarafından imha edilmesine karar verilen dinleme kayıtlarının beş
ay geçmesine rağmen tutulmaya devam edilmesi, kayıtların birçok farklı
mahkemeye gönderilmesi ve UYAP'a aktarılması nedeniyle manevi zarara uğradığını
belirten başvurucunun pratikte bu iddialarını dile getirebileceği mevcut
yargısal yolun etkili şekilde işletilmediğine ilişkindir.
40. 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde 18/6/2014
tarihinde yapılan değişikliklerle eklenen (3) numaralı fıkra ile anılan
maddenin (1) numaralı fıkrasında yazan hâller dışında suç soruşturması veya
kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri
de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar
veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davalarının devlet aleyhine
açılabileceği kabul edilmiştir. Dolayısıyla bu suretle Cumhuriyet savcılarının
yapmış olduğu işlemler nedeniyle zarar gördüğünü düşünen kişiler yönünden bir
hukuk yolunun getirildiği görülmektedir.
41. Bazı kararlarında Yargıtay, suç soruşturması veya
kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri
de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdiği kararlar veya
yaptığı işlemler nedeniyle zarar gördüğünü iddia ederek 5271 sayılı Kanun'un
141. maddesi kapsamında tazminat davası açan kişilerin durumlarını bu bağlamda
değerlendirmiştir. Örneğin özel hayatın gizliliği ve iddianame içeriğinde
kişisel verilerle ilgili bilgi ve belgelere haksız şekilde yer veren Cumhuriyet
savcısının bu eylemine karşı açılan tazminat davasında Yargıtay, yargı
mensuplarının zorunluluk ve orantılılık ilkelerine uygun hareket ederek özenli
davranmaları gerektiğini, kişilerin gizli veya özel hayat alanına ait olan
haberleşme içeriklerine, kişiler arasındaki konuşmalara, kişisel verilerle
ilgili bilgi ve belgelere iddianame içeriğinde yer verilmesinin uygun
olmadığını, yer verilmesinin zorunlu olması durumda ise maruz kalınan suçlar
bakımından kişilerin onur ve saygınlığını en az zedeleyecek şekilde bu
hususlara yer verilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Yargıtay, bu durumda
bireysel hakları en az ihlal edecek ve bu ihlali haklı gösterecek bir yöntemin
benimsenmesi gerektiğini ifade ederek aksi yöndeki yaklaşımı özensiz davranış olarak
nitelendirmiş ve 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (3) numaralı fıkrası
gereğince mağdurun manevi zararlarının tazmin edilmesi gerektiği sonucuna
ulaşmıştır (söz konusu karar için bkz. Murat Haliç, bkz. § 25).
42. Başka bir kararında Yargıtay, yeterli uzmanlığı
bulunmayan bilirkişiye rapor düzenlettiren ve bu raporu esas alarak kamu davası
açan Cumhuriyet savcısının eyleminden dolayı ileri sürülen manevi tazminat
talebinin 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (3) numaralı fıkrası kapsamında
değerlendirilmesi gerektiğine hükmetmiştir (söz konusu karar için bkz. Murat
Haliç, § 26). Yine Yargıtay, dinleme kararı veren ve hakkında disiplin
soruşturması başlatıldığı iddia edilen hâkimin bu kapsamdaki eylem ve
işlemlerinden kaynaklanan zararların tazmini talebiyle açılan davada 5271
sayılı Kanun'un 141. maddesinin (3) numaralı fıkrasının uygulanabileceğini
ifade etmiştir (söz konusu karar için bkz. Murat Haliç, § 27). Ayrıca
başvurucuyla aynı soruşturma kapsamında soruşturulan dört kişi tarafından aynı
hukuki gerekçelerle -koruma tedbirleri nedeniyle- açılan tazminat davasında
-Bakırköy 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 13/12/2017 tarihli kararıyla- 5271 sayılı
Kanun'un 141. maddesinin (3) numaralı fıkrası kapsamında manevi tazminata
hükmedilmiştir (söz konusu karar için bkz. Murat Haliç, § 24).
43. Dolayısıyla 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (3)
numaralı fıkrasında "suç soruşturması veya kovuşturması sırasında
kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere
hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları
işlemler" şeklinde ifade edilen ve her somut olayın özelliğine göre
değerlendirilmesi gereken nedenlere dayanılarak bir zararın meydana geldiği
konusunda savunulabilir iddiaların ileri sürülmesi durumunda yargı makamlarının
bu konuda yapacakları yorum, söz konusu temel hakların korunmasını sağlayan
etkili başvuru yolunun bulunup bulunmadığının saptanmasında kilit rol
oynamaktadır.
44. Somut olayda, başvurucunun özel hayatının ve
haberleşmesinin gizliliğinin ihlal edilmesi suretiyle manevi olarak zarar
gördüğüne ve bu zararların tazmin edilmesi gerektiğine yönelik şikâyetleri 5271
sayılı Kanun'un 141. maddesinde öngörülen koşulların oluşmadığı gerekçesiyle
derece mahkemelerince reddedilmiştir.
45. Başvurucunun şikâyet ettiği hususun hangi nedenlerle
5271 sayılı Kanun'un 141. maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerektiği
hususunda delillere dayanan somut gerekçeler ileri sürdüğü görülmektedir. Ancak
derece mahkemelerince bu iddiaların yeterli şekilde değerlendirilmediği ve
savunulabilir nitelikteki iddialara dayanan dava neticesinde verilen kararda
ikna edici açıklamalarda bulunulmadığı anlaşılmaktadır. Ayrıca başvurucu ile
aynı soruşturma kapsamında hakkında iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda
alınmasına ilişkin tedbirler uygulanan ve başvurucuyla birlikte hakkında
takipsizlik verilen diğer kişiler tarafından açılan tazminat davalarında (söz
konusu karar için bkz. Murat Haliç, § 24) farklı yönde verilen
kararların da derece mahkemelerince dikkate alınmadığı görülmektedir.
46. Başvurucunun içinde bulunduğu koşulların ve
iddialarının 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde yer alan koşulların
oluşmadığı yönünde verilen kararın bu yönüyle ilgili ve yeterli gerekçeler
içermediği ve başvurucuya uygun bir telafi şansı sunmaya elverişli olmadığı
anlaşılmaktadır. Esasında derece mahkemelerince ortaya konulan bu yaklaşımın
temel hakların ihlaline yönelik şikâyetin etkili bir şekilde incelenmesine
imkân sağlamadığı değerlendirilmektedir. Neticede somut olayın koşullarında
özel hayata saygı hakkı ile haberleşme hürriyeti bağlamında oluşan zararlarının
tazmini konusunda başvurucuya, asgari güvenceleri içerecek şekilde etkili bir
hukuk yolu sunulmadığı sonucuna varılmaktadır.
47. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 20. ve 22. maddeleriyle
bağlantılı olarak 40. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkının
ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı
Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
48. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“(1)
Esas inceleme sonunda,
başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal
kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2)
Tespit edilen ihlal bir
mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için
yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
49. Başvurucu; ihlalin tespit edilmesini, yargılamanın
yenilenmesine ve lehine 10.000 TL tazminata hükmedilmesine karar verilmesini
talep etmiştir.
50. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B.
No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl
ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi
diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine
getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına
geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da
işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506,
7/11/2019).
51. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir
(Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
52. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya
mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı
Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün
79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın
bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme,
usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan
kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya
özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi
tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul
hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin
yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir
yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı
mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden
ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet
Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).
53. İncelenen başvuruda özel hayata saygı hakkı ile
haberleşme hürriyetiyle bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal
edildiği sonucuna ulaşılmıştır. İhlalin özel hayata saygı hakkı ile haberleşme
hürriyeti bağlamında oluşan zararlarının tazmini konusunda başvurucuya asgari
güvenceleri içerecek şekilde etkili bir hukuk yolu imkânı sunmayan derece
mahkemelerinin kararlarından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
54. Bu durumda etkili başvuru hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki
yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü
düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına
göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda
yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini
ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere
uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin
yeniden yargılama yapılmak üzere Elâzığ 2. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine
karar verilmesi gerekmektedir.
55. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat
talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
56. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç
ile 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin
başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Özel hayata saygı hakkı ve haberleşme hürriyetiyle
bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 40. maddesinde güvence altına alınan
etkili başvuru hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin etkili başvuru hakkının
ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak
üzere Elâzığ 2. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2016/196, K.2017/19) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 294,70 TL harç ile 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun
Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 6/10/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.