logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Samim Çiftçi ve diğerleri [2.B.], B. No: 2018/30042, 10/1/2024, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

SAMİM ÇİFTÇİ VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/30042)

 

Karar Tarihi: 10/1/2024

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Basri BAĞCI

 

 

Kenan YAŞAR

Raportör

:

Mehmet Sadık YAMLI

Başvurucular

:

1. Samim ÇİFTÇİ

 

 

2. Satvet ÇİFTÇİ

 

 

3. Serdar ÇİFTÇİ

 

 

4. Sernur ÇİFTÇİ

Başvurucular Vekili

:

Av. Hayel ÖZENÇ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, imar planında kamu kreş alanı olarak ayrılan taşınmazın plan notunda değişiklik yapılarak özel kreş yapılmasına izin verilmesi yönündeki talebin reddi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 17/8/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Başvuruculara murisleri S.Ç.'den intikal eden başvuruya konu İstanbul ili Beşiktaş ilçesi Rumeli Hisarı Mahallesi 1.396 ada 2 parsel numaralı taşınmaz 20/12/1976 onanlı 1/500 ölçekli mevzii imar planının geçerli olduğu alanda avan proje ile kreş alanında bırakılmıştır. Taşınmaz 1/1.000 ölçekli uygulama imar planıyla 1993 yılında kreş alanı vasfıyla kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Söz konusu taşınmazın 6/5/1984, 25/1/1994 ve 7/10/1999 tarihli imar durumlarında kreş olarak tahsis edildiği belirtilmiş, taşınmaz imar programlarına dâhil edilmemiştir.

9. Murisin özel kreş yapılmasına izin verilmesine dair 13/4/2001 tarihli talebi Başbakanlık Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumunca kabul edilerek özel kreş binası izni verilmiş ise de ilgili Belediye tarafından izin verilmemiştir. Belediye, söz konusu taşınmaz üzerinde kreşin ancak kamu eliyle yapılabileceği ve bu alanda özel kreş yapılmasının mümkün olmadığı gerekçesiyle 6/8/2002 tarihinde müracaatı reddetmiştir.

10. Muris, bunun üzerine söz konusu işlemin ve dayanağı plan notunun iptali talebiyle dava açmıştır. Davada, mevcut planda taşınmazın yerinin kreş olarak sosyal kamu hizmeti faaliyetine özgülendiği ancak bu doğrultuda bir faaliyetin gerçekleşmediği, bu durumun mülkiyet haklarının özünü ortadan kaldırdığı iddia edilmiş ve plan notundaki "söz konusu kreş alanı kamu eliyle yapılacaktır, özel kreş olarak yapılamaz" ifadesinin iptalini istemiştir.

11. İstanbul 5. İdare Mahkemesi 30/1/2004 tarihli kararı ile davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, kreşin imar mevzuatında umumi hizmetlere ayrılan alanlar arasında sayılmış olması nedeniyle plandaki amacına uygun olarak kamu eliyle yapılmasının kamu hizmetinin faydalananlara eşit paylaştırılması sonucunu doğuracağı ifade edilmiştir.

12. Temyiz üzerine Danıştay Altıncı Dairesi (Daire) 8/11/2006 tarihinde ilk derece mahkemesi kararını bozmuş ise de Daire 10/7/2008 tarihli kararıyla bu defa Belediyenin karar düzeltme talebini kabul ederek mahkeme kararını onamış ve karar kesinleşmiştir.

13. Muris, özel kreş yapılabilmesine imkân sağlanması amacıyla plan notunun değiştirilmesi için yaptığı başvurunun ve bunun üzerine açtığı iptal davasının reddedilmesi ve kararın kesinleşmesi üzerine özel kreş inşa edilememesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden bahisle 24/11/2008 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvuru yapmıştır. Başvuru 58220/08 numarasını almıştır.

14. Muris S.Ç. 27/4/2010 tarihinde vefat etmiştir. Akabinde mirasçı olan başvurucular, söz konusu taşınmazı 4/5/2012 tarihinde satmıştır.

15. AİHM 6/10/2016 tarihinde başvurunun kabul edilemez bulunduğuna karar vermiştir. Kararda, mülkiyet hakkı çerçevesinde 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'la kurulan Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığına (Tazminat Komisyonu) başvurulması gerektiği ve diğer şikâyetlerin ise muhtelif gerekçelerle kabul edilemez olduğu belirtilmiştir.

16. AİHM'in kararı doğrultusunda başvurucular 18/11/2016 tarihinde Tazminat Komisyonuna başvurarak -AİHM başvuru formuna atıfla- aynı taleplerinin 6384 sayılı Kanun hükümlerine göre sonuçlandırılmasını ve kendilerine 14.942.309,74 TL tazminat ödenmesini istemiştir.

17. Tazminat Komisyonu, 4/8/2017 tarihli kararı ile başvurunun reddine karar vermiştir. Komisyon, somut olayda taşınmazın kullanılamaması nedeniyle mülkiyet sahibinde meydana gelen mağduriyetin giderilmesi amacıyla yapılan başvuruda, tazminata hükmedilebilmesi için mülkiyet bağının başvurunun devamı sırasında da olması gerektiği, fakat taşınmazın satılmış bulunması nedeniyle talebin reddedilmesi gerektiği sonucuna varmıştır. Tazminat Komisyonu, sonuç olarak açıkça temelden yoksun olduğu sonucuna vardığı başvurunun reddine karar vermiştir.

18. Başvurucular, bu karara karşı Ankara Bölge İdare Mahkemesine (Bölge İdare Mahkemesi) itiraz etmiş ve AİHM’e yaptıkları başvurudaki taleplerini yinelemiştir.

19. Bölge İdare Mahkemesinin 28/6/2018 tarihli kararı ile itirazın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucuların mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürdükleri taşınmazı satmak suretiyle taşınmazla mülkiyet bağlarını kopardıkları hususunda bir ihtilafın söz konusu olmadığı, dolayısıyla Tazminat Komisyonunca başvurunun reddedilmesinde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir.

20. Nihai karar 24/7/2018 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir.

21. Başvurucular 17/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. İlgili Mevzuat

22. İlgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal (B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17-23).

2. Bireysel Başvuru Kararları

23. Anayasa Mahkemesi Hüseyin Ünal, kararında bir taşınmazın uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmasıyla ilgili şikâyeti incelemiştir. Anılan karara konu olayda imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi talebiyle açılan tam yargı davasının reddi üzerine yapılan bireysel başvuruda ölçülülük yönünden yapılan değerlendirmede uygulama imar planının onaylanmasından itibaren beş yıldan fazla süre geçmesine rağmen imar planında kamu hizmetine ayrılan taşınmazın kamulaştırılmamasının ve herhangi bir tazminat ödenmemesinin başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği kanaatine ulaşmıştır. Bu sebeple başvurucunun mülkiyet hakkının korunması ile kamunun yararı arasında olması gereken adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğunu ve müdahalenin ölçülü olmadığını kabul etmiştir (Hüseyin Ünal, §§ 51-62).

24. Anayasa Mahkemesi benzeri bir şikâyeti İbrahim Sözer ve diğerleri (B. No: 2016/10425, 4/4/2019) kararında da incelemiştir. Anılan karara konu olayda imar planında ilköğretim tesis alanı olarak ayrılan taşınmazın kullanılamamasından dolayı uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan tam yargı davasının reddi üzerine yapılan bireysel başvuru mülkiyet hakkı yönünden incelemiştir. Sözü edilen davada idare mahkemesi taşınmazın kamu hizmetine ayrılmasına ilişkin imar planının değiştirilmesi talebinin reddine ilişkin idari işlemin iptal edildiğine, dolayısıyla taşınmazın kamulaştırılması ihtiyacının ortadan kalktığına vurgu yaparak tazminat istemini reddetmiştir. Ancak Anayasa Mahkemesi; imar planı değişikliği talebinin reddine ilişkin işlem iptal edilmiş olsa bile belediyenin yeni bir plan yapmadığını, bu itibarla kısıtlamaların hâlen devam ettiğini belirtmiş, ayrıca başvurucuların sadece kamulaştırma bedelini değil bugüne kadar taşınmazı kullanamamaktan dolayı uğradıklarını öne sürdüğü zararın da karşılanmasını talep ettiğine vurgu yapmış, müdahalenin ölçülü olabilmesi için başvurucular yönünden anılan kısıtlamaların yol açtığı zararların da tazmin edilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Anayasa Mahkemesi sonuç olarak herhangi bir tazminat ödenmemesinin başvuruculara şahsi olarak aşırı ve olağan dışı bir külfet yüklediğine işaret ederek mülkiyet hakkının ihlal edildiğine hükmetmiştir (İbrahim Sözer ve diğerleri, §§ 48-52).

25. Nazan Eryiğit (2) (B. No: 2019/18639, 3/3/2022) başvurusunda ise tasarruf hakkının kısıtlanması sebebiyle kamulaştırılan taşınmazın kamulaştırmadan önceki dönemde maruz kaldığı kısıtlamalar için tazminat ödenmesi istemiyle açılan tam yargı davasının reddi üzerine yapılan bireysel başvuru mülkiyet hakkı yönünden incelenmiştir. Anayasa Mahkemesi, başvuruya konu davanın özellikle, taşınmazın kullanılamaması sebebiyle doğduğu ileri sürülen zararların tazminine yönelik olduğuna dikkat çekmiş ve taşınmazın değeri kamulaştırma bedelinin tespiti davasında belirlendiğinden inşaat yasağından kaynaklanan değer düşüklüğüne yönelik şikâyetlerin ancak anılan kamulaştırmaya dair davada ileri sürülmesinin mümkün olduğunu ve olaydaki taşınmazın niteliği -göl mutlak koruma alanında bulunması- hesaba katıldığında güncel kamulaştırma bedelinin ödenmesinin malikin zararını telafi etmeye yeterli görüleceği ifade edilmiştir.

26. Diğer taraftan Ayşe Bulut (B. No: 2018/28925, 11/3/2021) kararında, taşınmaza komşu parselde bulunan ve manzarayı kapatan ruhsata aykırı yapıyı idarenin yıkmamasından dolayı taşınmazın rayiç bedelinin altında satılması nedeniyle zarara uğranıldığı iddiasını incelenmiştir. Olayda rayiç değerin altında satış nedeniyle uğranılan zararın tazmini talebiyle açılan tam yargı davasının reddi üzerine yapılan başvuruda Anayasa Mahkemesi, başvurucunun mağdur sıfatının olduğunu -zımnen- kabul ederek mülkiyet hakkının ihlali iddiasını esastan incelemiştir. Anayasa Mahkemesi, derece mahkemelerinin başvurucunun bir zarara uğrayıp uğramadığını tespit etmek için gerekeni yapmadığından mülkiyet hakkının korunmasında usule ilişkin güvencelerin yerine getirilmediği sonucuna varmıştır.

B. Uluslararası Hukuk

27. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), imar planında taşınmazın kamu hizmetine ayrılmasının ve bu çerçevede kamu makamlarının süre sınırlaması olmaksızın herhangi bir zamanda taşınmazı kamulaştırmaya yetkili olmalarının mülkiyet hakkının kullanımını belirsiz ve kullanılamaz hâle getireceğini vurgulamıştır (Sporrong ve Lönnroth/İsveç [GK], B. No: 7151/75-7152/75, 23/9/1982, § 60; Hakan Arı/Türkiye, B. No: 13331/07, 11/1/2011, § 35).

28. Sporrong ve Lönnroth/İsveç kararına konu olayda başvurucuların taşınmazlarının imar planı çerçevesinde kamulaştırılması öngörülerek taşınmazlar için on iki ve yirmi beş yıl süren inşaat yasakları uygulanmıştır. AİHM, bu taşınmazlar henüz kamulaştırılmadığından mülkten yoksun bırakmanın söz konusu olmadığını belirtmiştir. AİHM, gerçek anlamda bir kamulaştırmanın olmadığı ve dolayısıyla mülkiyetin devredilmediği bu gibi durumlarda görünenin arkasına bakılması ve şikâyet edilen hususta gerçek durumun ne olduğunun araştırılması gerektiğini ifade etmiştir. AİHM, bu bağlamda getirilen kamulaştırma tedbirlerinin taşınmazlar üzerindeki sınırlandırıcı etkilerinden söz etmiş ve bu tedbirlerin taşınmazların değerinde olumsuz etkiye yol açtığını, başvurucuların taşınmazlarından dilediği gibi yararlanmalarının veya taşınmazları kullanmalarının önemli ölçüde kısıtlandığını vurgulamıştır. AİHM bu gibi kamulaştırma izinlerinin genel kamulaştırma sürecinin ilk aşaması olması nedeniyle kontrol amacı da gütmediğini belirterek müdahaleyi, mülkiyetten barışçıl yararlanma ilkesine ilişkin birinci kural çerçevesinde incelemiştir. AİHM sonuç olarak kamulaştırma tedbirlerinin uygulandığı sürenin uzunluğu ve bu süre içinde getirilen kısıtlamalar nedeniyle başvuruculara şahsi olarak aşırı bir külfet yüklendiği kanaatiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olmadığı sonucuna varmıştır (Sporrong ve Lönnroth/İsveç, §§ 56-75). AİHM kararda, İsveç hukukunda başvurucular için bir tazminat yolunun öngörülmediğine de dikkat çekmiştir (Sporrong ve Lönnroth/İsveç, §§ 71, 73).

29. Hakan Arı/Türkiye kararına konu olayda, başvurucunun taşınmazı 2002 yılında yapılan uygulama imar planında okul alanı olarak ayrılmıştır. Başvurucu, taşınmazın imar durumunun değiştirilmesi istemiyle Mersin Belediyesine başvurmuştur. Belediye; taşınmazın kamu hizmetine ayrıldığını ve kamulaştırılmasına dair karar alındığını, imar durumunun değiştirilmesinin mümkün olmadığını belirterek talebin reddine karar vermiştir. Başvurucu, bunun üzerine mülkiyet hakkından dilediği gibi yararlanamaması nedeniyle oluşan maddi ve manevi zararlarının tazmini amacıyla 2003 yılında tazminat davası açmıştır. Derece mahkemeleri, taşınmaz okul alanı olarak ayrılmışsa da dava tarihi itibarıyla taşınmaz üzerinde idarenin fiilî müdahalesi bulunmadığından tazminat ödenmesinin hukuken mümkün olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir (Hakan Arı/Türkiye, §§ 6-24).

30. Söz konusu başvuruda hükümet, başvuranın idari mahkemeler önünde iptal davası açması gerektiğini ileri sürmüş ise de AİHM başvurucunun, uğradığı zararın giderilmesi bakımından iç hukuktaki mahkemelerde açtığı maddi ve manevi tazminat davası ile iç hukuk yollarını tüketmiş sayılacağını belirterek söz konusu itirazı reddetmiştir. AİHM, öncelikle taşınmazın imar planında okul alanı olarak ayrılmış olmasının hem getirdiği inşaat yasağına hem de taşınmazdan dilenildiği gibi yararlanılmasına engel olacak nitelikteki sınırlamalara dikkat çekerek somut olayda mülkiyet hakkına müdahale edilmiş olduğunu kabul etmiştir. AİHM, söz konusu müdahalenin taşınmazın satış imkânını azalttığını, sonucu itibarıyla taşınmazın değerini hatırı sayılır ölçüde düşürdüğünü ve başvurucunun uğradığı kaybın tazminatla giderilmemiş olduğunu vurgulamış ve mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Hakan Arı/Türkiye, §§ 41-47).

31. Diğer taraftan benzeri şekilde imar planında yeşil alan olarak ayrılan taşınmazı kullanmaması ve taşınmazın kamulaştırılmaması nedeniyle yapılan bireysel başvuruda AİHM başvurucunun idari mahkemeler önünde tam yargı davası yolunu tüketmeden başvuru yaptığı gerekçesiyle başvuruyu kabul edilemez bulmuştur (Bozkurt/Türkiye, B. No. 38045/05, 2/3/2010). AİHM anılan kararda aynı konuya ilişkin tam yargı davası açılmadan başvuru yapılması nedeniyle kabul edilemez bulduğu Pınar Güngör/Türkiye, (B. No: 46745/99, 6/3/2007) ve Gülizar Öz/Türkiye (B. No: 40687/98, 1/7/2004) kararlarını hatırlatmıştır.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

32. Anayasa Mahkemesinin 10/1/2024 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları

33. Başvurucular, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

34. Anayasa Mahkemesi, olay ve olguları somut başvuru ile benzer nitelikte olan Veysi Ado ([GK] B. No: 2022/100837, 27/4/2023) kararında uygulanacak anayasal ilkeleri belirlemiştir. Bu çerçevede Anayasa Mahkemesi 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'un geçici 2. maddesinde 28/3/2023 tarihli ve 7445 sayılı Kanun'un 40. maddesi ile yapılan değişikliğe göre 9/3/2023 tarihi (bu tarih dâhil) itibarıyla derdest olan, yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı iddialarıyla yapılan başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı neticesine varmıştır. Somut başvuruda, anılan kararda açıklanan ilkelerden ve ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

35. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

36. Başvurucular, taşınmazlarının imar planında kreş alanına ayrılmasına rağmen -taşınmazlarını sattıkları 2012 yılına kadar- yaklaşık otuz altı yıldır özgülendiği amaç doğrultusunda kullanılmayıp ayrıca özel kreş yapılması için kendilerine izin verilmemesinden şikâyetçidir. Başvurucular ayrıca taşınmazı söz konusu plan nedeniyle rayiç bedelinin altında satmak durumunda kaldıklarını ileri sürmüştür. Sonuç olarak taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması ve plan notunda özel kreş yapılması yönünde değişiklik yapılmaması nedeniyle mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ifade etmişlerdir.

37. Bakanlık görüş yazısında başvurunun, öncelikle mağdur sıfatı yönünden incelenmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Bakanlık, başvurucuların satış ile söz konusu taşınmazla mülkiyet bağlarının koptuğunu, taşınmazın artık tapu kütüğünde üçüncü kişiler adına kayıtlı olduğunu, dolayısıyla başvurucuların mağdur sıfatlarının olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir. Bakanlık bu bağlamda hâlihazırda sahibi olmadıkları mülkiyete dayanan başvurucuların iddialarının Anayasa'yla korunan mülkiyet kavramı içinde olmadığını ve başvurunun kabul edilemez bulunması gerektiğini değerlendirmiştir. Bunun yanında Bakanlık, başvuruya konu kararda bariz takdir hatası ve açık bir keyfîlik bulunmadığını, ayrıca başvurucuların delillerini ve iddialarını sunma fırsatı bulamadıklarına ve yargılamaya etkin olarak katılma imkânlarının ellerinden alındığına dair bir bulgunun da olmadığını belirtmiştir.

38. Başvurucular; Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında, tapuyu devretmişlerse de tapuda malik oldukları döneme ilişkin olarak taşınmazın kullanılamaması dolayısıyla tazminat istediklerini belirterek otuz altı yıl boyunca mülklerini kullanmalarının idarece engellenmesinin hiç değerlendirmeye alınmamasının bir hukuk devletinde vatandaşların haklarının hiçbir garantisinin olmadığı ve korunmadığı anlamına geldiğini iddia etmiştir.

2. Değerlendirme

39. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

40. Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir" denilmek suretiyle mülkiyet hakkı güvenceye bağlanmıştır. Anayasa'nın anılan maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Somut olayda başvurucular 2012 yılında söz konusu taşınmazı satmışlarsa da Anayasa Mahkemesi, Ayşe Bulut başvurusunda taşınmazın objektif değerinin altında satmak durumunda kalındığı iddiasını taşınmazın satışından sonra incelemiştir. Diğer taraftan aşağıda yapılan açıklamalar ve varılan sonuç gözetildiğinde mülkün varlığı ve mağdur sıfatı bağlamında daha öte bir tartışma gerekli görülmemiştir.

41. Anayasa Mahkemesi bir taşınmazın uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması dolayısıyla malikin tasarrufunun kısıtlanmasına dair pek çok başvuruyu incelemiştir (örneğin bkz. §§ 23-26). Mahkeme bu başvurularda taşınmazın kamulaştırılmadığı süreçte müdahalenin yol açtığı kısıtlamaları gözeterek müdahaleyi mülkiyetten barışçıl yararlanmaya ilişkin genel kural çerçevesinde incelemiştir (örneğin bkz. Hüseyin Ünal, § 41). Somut olayda da başvurunun müdahalenin mülkiyetten barışçıl yararlanmaya ilişkin genel kural çerçevesinde incelenmesi gerekir.

42. Anayasa'nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 62).

43. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi gereken ölçüt, kanuna dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin kanuna dayalı olması, müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir kanun hükümlerinin bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44; Ford Motor Company, B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 49; Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55). Somut olayda 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu'nun ilgili hükümleri kapsamında yapılan imar uygulaması sonucunda başvurucuya ait taşınmaz kamu kreşi alanı olarak ayrılmıştır. Mülkiyet hakkı üzerinde oluşan müdahalenin temeli bu kanuni düzenlemeye dayanmaktadır.

44. Somut olayda derece mahkemeleri, kreşin kamu eliyle yapılmasında kamu yararı bulunduğunu tespit etmişlerdir (bkz.§§ 11,12). Gerçekten de plandaki amacına uygun olarak kreş hizmetinin kamu eli ile yapılmasının kamu hizmetlerinden faydalananlara eşit paylaştırılması sonucunu doğuracağı değerlendirildiğinde müdahalenin meşru bir amacının bulunduğu kabul edilmiştir.

45. Ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).

46. Anayasa Mahkemesi Hüseyin Ünal kararında ölçülülük yönünden yapılan değerlendirmede uygulama imar planının onaylanmasından itibaren beş yıldan fazla süre geçmesine rağmen imar planında kamu hizmetine ayrılan taşınmazın kamulaştırılmamasının ve herhangi bir tazminat da ödenmemesinin başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği kanaatine ulaşmıştır. Bu sebeple başvurucunun mülkiyet hakkının korunması ile kamunun yararı arasında olması gereken adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğunu ve müdahalenin ölçülü olmadığını kabul etmiştir (Hüseyin Ünal, §§ 51-62).

47. Anayasa Mahkemesi İbrahim Sözer ve diğerleri kararında ise imar planında eğitim tesisi olarak tahsis edilen taşınmazın malikinin kamulaştırma bedeline kavuşacağı tarihteki belirsizliğe ek olarak imar planının değiştirilip değiştirilmeyeceği hususunda da belirsizliğe maruz kalacağından bunun tazmin edilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Diğer bir ifadeyle başvurucuların sadece kamulaştırma bedelinin değil taşınmazı kullanamamaktan dolayı uğradıklarını öne sürdüğü zararın da karşılanmasını talep ettiği durumlarda müdahalenin ölçülü olabilmesi için başvurucular yönünden anılan kısıtlamaların yol açtığı zararların da tazmin edilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde -herhangi bir tazminat ödenmemesi- başvuruculara şahsi olarak aşırı ve olağan dışı bir külfet yüklenmiş olur (İbrahim Sözer ve diğerleri, §§ 48-52).

48. Diğer taraftan Nazan Eryiğit (2), kararında ise taşınmazı göl mutlak koruma alanında kalan malikin bu taşınmazı üzerinde konut veya işyeri inşa etme umudu bulunmadığından düçar olacağı belirsizlik hangi tarihte kamulaştırma bedeline kavuşacağıyla sınırlı olduğundan taşınmazın niteliği hesaba katıldığında güncel kamulaştırma bedelinin ödenmesinin malikin zararını telafi etmeye yeterli görüleceği ifade edilmiştir.

49. Taşınmazın imar planında kamu hizmetine ayrılması suretiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalelere ilişkin yukarıda alıntılanan Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararları incelendiğinde, müdahalenin ölçülülüğünün temini için ilke olarak gerek taşınmazın kullanılamamasından gerekse öngörülen yasal sürede kamulaştırılmamasından kaynaklanan zararın telafi edilmesi gerektiği anlaşılmaktadır. Söz konusu zararın telafisi için ise başvurucuların bireysel başvurudan önce hukuk sisteminde mevcut hukuk yolunu tüketmeleri gerekmektedir.

50. Anılan kararlardan söz konusu zararların telafi edilmesi için etkili hukuk yolunun tazminat davası yolu olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim ilgili hukukta yer verilen Anayasa Mahkemesinin ve AİHM'in ihlal kararlarına konu başvuruların tazminat davası açtıktan sonra yapılan bireysel başvurulara ilişkin olduğu görülmektedir. Keza benzeri şekilde imar planında kamu hizmetlerine ayrılan taşınmazı kullanamaması ve taşınmazın kamulaştırılmamasına ilişkin doğrudan iptal davası yolu tüketilerek yapılan bireysel başvurularda AİHM'in başvurucuların idari mahkemeler önünde tam yargı davası yolunu tüketmeden başvuru yaptığı gerekçesiyle başvuruları kabul edilemez bulduğu görülmektedir (bkz. §31). Bunun yanında AİHM'in Adalet Bakanlığı Tazminat Komisyonunu işaret ederek kabul edilemez bulduğu ve eldeki başvuruda da atıf yaptığı Maksut Paksoy ve diğerleri/Türkiye (B. No: 19474/10, 7/6/2016) kararına konu olayda da tazminat davası yolu tüketilerek AİHM'e başvurulduğu görülmektedir.

51. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca bireysel başvuru yoluna başvurabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 16). Bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun bu niteliği gereği Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunulabilmesi için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca başvurucunun Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması, aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (İsmail Buğra İşlek, B. No: 2013/1177, 26/3/2013, § 17).

52. Bu açıklamalar çerçevesinde somut olay incelendiğinde, öncelikle başvurucuların murisinin imar planında kreş alanı olarak ayrılan taşınmaza özel kreş yapılması için hukuki süreci yürüttüğü açıkça anlaşılmaktadır. Muris, özel kreş yapılmasına imkân sağlayacak plan notu değişikliği için idareye başvurmuş, talebi reddedilince iptal davası açmıştır. Söz konusu davada murisin tazminat talep etmediği anlaşılmaktadır. Plan notu değişikliğine dair iptal davasının reddedilmesinin ardından muris AİHM'e başvurmuş, başvurusu devam ederken vefat etmiştir. Her ne kadar AİHM başvuruyu Adalet Bakanlığı Tazminat Komisyonunu işaret ederek kabul edilemez bulmuş ise de AİHM'e başvurudan önce de mevcut olan tam yargı davası açma imkânı kullanılmadığından başvuru yollarının usulüne uygun tüketildiğinden bahsedilemez.

53. Sözü edilen hususlar dikkate alındığında murisin AİHM'den önce idari mahkemeler önünde tazminat talep etmemesi nedeniyle anılan kısıtlamadan kaynaklanan zararının telafi edilmesi için etkili hukuk yoluna başvurmadığı sonucuna varılmaktadır. Bu durumda söz konusu mülkiyetin el değiştirmesinden kaynaklı hususular yönünden daha öte bir değerlendirme yapılması gerekli görülmemiştir.

54. Açıklanan gerekçelerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

C. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA 10/1/2024 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim İkinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Kabul Edilemezlik vd.
Künye
(Samim Çiftçi ve diğerleri [2.B.], B. No: 2018/30042, 10/1/2024, § …)
   
Başvuru Adı SAMİM ÇİFTÇİ VE DİĞERLERİ
Başvuru No 2018/30042
Başvuru Tarihi 17/8/2018
Karar Tarihi 10/1/2024

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru, imar planında kamu kreş alanı olarak ayrılan taşınmazın plan notunda değişiklik yapılarak özel kreş yapılmasına izin verilmesi yönündeki talebin reddi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) Makul sürede yargılanma hakkı (idare) Başvuru Yollarının Tüketilmemesi
Mülkiyet hakkı Kamulaştırmasız el atma Başvuru Yollarının Tüketilmemesi

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 3194 İmar Kanunu 10
13
2942 Kamulaştırma Kanunu ek 1
geçici 11
6745 Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun 33
34
  • pdf
  • udf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi