TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
NAZMİYE ALEV DENİZ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2018/33405)
Karar Tarihi: 26/5/2022
Başkan
:
Hasan Tahsin GÖKCAN
Üyeler
Hicabi DURSUN
Recai AKYEL
Selahaddin MENTEŞ
İrfan FİDAN
Raportör
Berrak YILMAZ
Başvurucu
Nazmiye Alev DENİZ
Vekili
Av. Selim SEYMAN
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, tıbbi ihmal sonucu oluşan zararın tazmini istemiyle açılan tam yargı davasında hakkaniyete aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 7/11/2018 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu doğum belirtilerinin başlaması üzerine 16/2/2001 tarihinde İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde 26 hafta 5 günlük prematüre çocuk dünyaya getirmiştir. Bebek aynı gün yeni doğan bakım ünitesine yatırılmış, ciddi boyutta iki sepsis atlatmış ve takiben kullanılan ilaçların etkisi ile de üçüncü kez kandida sepsisi geçirmiştir. Bebeğin rutin göz muayenelerinde fark edilen ve ilk olarak bir gözde "stage 1" diğerinde "0" olarak saptanan ROP daha sonraki takiplerde "stage 2" ve "1" olarak belirlenmiş ve takibinde "stage 5"e kadar ilerlemiş ve her iki göz görmez duruma gelmiştir.
8. Başvurucunun beyanına göre 17/4/2001 tarihinde bebeğin uzman doktor tarafından yapılan muayenesinde 24/4/2001 günü tekrar gelmeleri, 25/4/2001 günü kriyoterapi uygulanmasının gerekebileceği hatırlatılmıştır. 30/4/2001 günü yapılan muayenede bebeğin her iki gözüne tresholun teşhisi konulmuş, ertesi günü ameliyat planlanmış, 4/5/2001 tarihinde kriyoterapi yapılmıştır. Nihayet 10/5/2001 günü yapılan muayene sonrasında doktor tarafından bir daha kriyoterapi yapılamayacağı belirtilmiş ve taburcu olmasının beklendiği günlerde bebek aspire edilmiştir. Davacıların CRP testi istemelerine rağmen bu istek üç gün sonra gerçekleştirilmiş, normal sınırı 6 olan CRP testi bebekte 192 olarak saptanmış, tekrarında da buna yakın sonuç ortaya çıkmasına rağmen antibiyotik tedavisine bir gün gecikmeyle başlanmıştır. 2001 yılı Haziran ayı ortasında asprisasyon pönomonisinden dolayı antibiyotik tedavisine başlanmamakta ısrar edilmiş, 15/6/2001 tarihinde sabaha karşı bebek hipoksiye ve bradikardiye girmiş, doğru müdahalenin yapılmasıyla tekrar yoğun bakım tedavisine alınan bebeğe antibiyotik tedavisi başlanmıştır.
9. Başvurucu 18/12/2002 yılında İstanbul 1. İdare Mahkemesinde İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü (İdare) aleyhinde dava açarak hatalı tedavi sonucu kalıcı hasar meydana geldiğini iddia ederek maddi ve manevi zararlarının tazminini talep etmiştir.
10. İstanbul 1. İdare Mahkemesi (Mahkeme) Adli Tıp Kurumunda (ATK) bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar vermiştir. ATK 3. Adli Tıp İhtisas Kurulu tarafından hazırlanan 20/2/2006 tarihli raporda; bebeğin 2/4/2001 ve 17/5/2001 tarihleri arasında altı yedi kez göz muayenesi geçirerek retinopatisinin değerlendirildiğinin görüldüğü, takip çizelgesine bakıldığında klinik tablonun progressiv olarak ilerlediği ve 4/5/2001 tarihindeki krioterapinin her iki gözdeki eşik hastalık tanısını takiben yapıldığının tespit edildiği, 13/4/2011-30/4/2001 tarihleri arasında ROP randevusu verilmekle beraber muayene yapıldığını gösteren kayıtların mevcut olmadığı, bu süreçteki gelişmenin hastalığın ilerlemesine neden olabileceği, ancak ne derecede etkilediğinin bilinemeyeceği ifade edilmiştir. Raporda ayrıca çocuktaki mevcut diğer risk faktörlerinin de (düşük doğum ağırlığı, uzun süreli ventilatör tedavisi, hidrosefali ve komplikasyonları) sonucu ağırlaştırıcı katkısının gözönünde bulundurulması gerektiği, mevcut hâliyle gözdeki rahatsızlık nedeniyle yüzdeyüz oranında meslekte kazanma gücünden kaybetmiş sayılacağı ancak hekimlerin eyleminin bu orana katkısının bilinemediği, bugünkü tıbbi imkânlarla fonksiyon kaybının önlenemeyeceği görüş ve kanaati belirtilmiştir.
11. Rapor taraflara tebliğ edilmiş, taraflarca rapora herhangi bir itirazda bulunulmadığından karara esas alınmış ve Mahkeme 31/10/2006 tarihinde davanın reddine karar vermiştir.
12. Danıştay Onuncu Dairesi 31/3/2009 tarihinde hükmün bozulmasına karar vermiştir. Karar gerekçesinde; ATK raporunda göz hastalıkları uzmanının imzasının bulunmadığı, sunulan sağlık hizmetinin kusurlu olup olmadığının net olarak ortaya konulamadığı belirtilmiştir.
13. Mahkeme bozma ilamına uymuş ve bozma gerekçesinde vurgulanan hususların açıklığa kavuşturulması ve idarenin tazmin yükümlülüğü açısından hizmet kusurunun bulunup bulunmadığı hususunun saptanması adına dosyayı Adli Tıp Genel Kuruluna göndermiştir.
14. ATK'nın 27/10/2011 tarihli raporunda, "...bebeğin zamanından önce düşük doğum ağırlığı ile düşük apgarla doğmuş olduğu, bu bebeklerde solunum güçlüğü ve ROP gibi birçok komplikasyonun ortaya çıkmasının bekleneceği, doğumdan itibaren şikayetlerine yönelik gereken tedavilerin yapılmış olduğu, mevcut tıbbi belgelerin tetkikinde davalı idareye tedavi sürecindeki hekimlerin uygulamaları ile ilgili bir kusur tespit edilmediği..." ifadesine yer verilmiştir.
15. Mahkeme 29/3/2012 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinde; ATK Genel Kurulu raporu özetlenerek, raporun hükme esas alınabileceği, idarenin herhangi bir kusurunun bulunmadığı vurgulanmıştır.
16. Danıştay Onbeşinci Dairesi 11/3/2014 tarihinde kararın ikinci kez bozulmasına hükmetmiştir. Karar gerekçesinde; ATK tarafından düzenlenen her iki raporda da bebeğe zamanında teşhis ve müdahalelerde bulunulmadığının ortaya konulduğu ancak personelin kusurunun bulunmadığını belirtildiği vurgulandıktan sonra, bebeğin görme kaybına uğramasında hastanede sunulan sağlık hizmetinin etkisi olup olmadığının net biçimde ortaya konulması gerektiği ifade edilmiştir.
17. Mahkeme 28/12/2015 tarihli kararıyla bozma ilamına karşı direnmiştir. Karar gerekçesinde; ATK raporlarının hükme esas alınabilir nitelikte olduğu, bebekte meydana gelen olumsuzluğun doğumdan itibaren gelişen komplikasyonlara bağlı olduğu, bebeğin tedavisinin gerektiği gibi yapıldığı, idare personelinin bebekte meydana gelen olumsuzluğa katkısının anlaşılmasının mümkün olmadığı ifade edilmiştir.
18. Başvurucu tarafından temyiz edilen direnme kararı Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu tarafından 26/5/2016 tarihinde onanmıştır ve karar düzeltme istemi de Dairenin 30/5/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
19. Nihai karar 8/10/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
20. İlgili hukuk için bkz. Songül Serin (B. No: 2017/35648, 20/5/2021, §§ 25-29) kararı.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
21. Anayasa Mahkemesinin 26/5/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiası ve Bakanlık Görüşü
22. Başvurucu; sunulan sağlık hizmeti neticesinde bebeğin kör kalmasında ve genç yaşta ölmesinden kaynaklanan zarar ile idarenin eylemi arasında illiyet bağının bulunmasına rağmen sağlık hizmetine kusur atfedilmemesi, ayrıca kusursuz sorumluluk ilkesi de dikkate alınmaksızın idare aleyhine açtığı tazminat davasının hakkaniyete aykırı şekilde reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
23. Bakanlık görüşünde; somut olayın ve yargılamanın bir özeti yapıldıktan sonra ihlal iddiasına dayanak olan hususların ATK tarafından tanzim olunan raporlar ile mahkeme kararında etraflıca incelendiği ve İdareye atfı kâbil herhangi bir kusur izafe edilmediği, başvurucunun hastaneye müracaatı üzerine tıbbi gereklere uygun olarak tedavisi sağlandığından Anayasa'da güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerinin kamu gücü tarafından ihlal edildiği yönündeki iddialarının kabulünün mümkün bulunmadığı vurgulanmıştır.
2. Değerlendirme
24. Anayasa’nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
25. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin korunması" kenar başlıklı 40. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Kişinin, resmî görevliler tarafından vâki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır."
26. Anayasa'nın "Yargı yolu" kenar başlıklı 125. maddesinin birinci ve yedinci fıkraları şöyledir:
"İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır. ...
...
İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür."
27. Anayasa'nın "Görev ve sorumlulukları, disiplin kovuşturulmasında güvence" 129. maddesinin beşinci fıkrası şöyledir:
"Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir."
28. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
29. Bu bağlamda başvurunun özel koşullarında başvuru formu bir bütün olarak değerlendirildiğinde başvurucunun Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı içinde yer alan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkıyla ilgili olarak bir iddiasının bulunmadığı gözetildiğinde başvurucunun iddialarının hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
30. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı maddi adaleti değil şeklî adaleti temin etmeye yönelik güvenceler içermektedir. Bu bakımdan adil yargılanma hakkı davanın taraflardan biri lehine sonuçlanmasını garanti etmemektedir. Adil yargılanma hakkı temel olarak yargılama sürecinin ve usulünün hakkaniyete uygun olarak yürütülmesini teminat altına almaktadır (M.B. [GK], B. No: 2018/37392, 23/7/2020, § 80).
31. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içeren tespit ve sonuçlar bu kapsamda değildir (Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 42).
32. Başvurucu, derece mahkemelerindeki yargılamalar sırasında hizmet kusuruna dayalı olarak tazminat talep etmiştir (bkz. § 9). Yargılama sonucunda ATK'nın 20/2/2006 tarihli ve 27/10/2011 tarihli raporlarına istinaden hizmet kusurunun bulunmadığının anlaşıldığı gerekçesiyle başvurucunun tazminat talebi reddedilmiştir. Bireysel başvurusunda ise başvurucu, idarenin kusurunun açık ve net bir şekilde ortaya konulmuş olmasına rağmen derece mahkemesinin uyuşmazlığın çözümüne yeterli bulunmayan bilirkişi raporuna dayalı olarak eksik inceleme sonucu karar verdiğini iddia ederek hakkaniyete aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
33. Somut başvuruda, derece mahkemelerince idarenin tazminle yükümlü tutulması için gerekli koşulların ne olduğu ilgili hukuk kuralları çerçevesinde yorumlanmak ve maddi olayda bu koşulların gerçekleşip gerçekleşmediği hususu değerlendirilmek suretiyle bir karara varıldığı görülmektedir. Başvurucu tarafından bireysel başvuruya konu edilen tam yargı davasına ilişkin olarak ileri sürülen iddialar derece mahkemesince delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanmasına ilişkin olup gerekçeli kararda yer verilen hukuki tespitler ve dayanaklar irdelendiğinde derece mahkemesi kararında bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik oluşturan bir durumun da bulunmadığı dikkate alındığında ihlal iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.
34. Açıklanan gerekçelerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
35. Başvurucu, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
36. Bakanlık görüşünde; başvurucunun tutumunun, davanın karmaşıklığının, toplanması ve değerlendirilmesi gereken delillerin çeşitliliğinin, kapsamının ve içeriğinin dikkate alınması gereken belirleyici unsurlar arasında olduğu, somut olayın kendine özgü koşulları dikkate alınarak bir inceleme yapılması gerektiği belirtilmiştir.
37. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
38. Başvurucunun yargılamanın uzun sürdüğüne ilişkin şikâyetinin Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
39. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
40. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin idari yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Selahattin Akyıl, B. No: 2012/1198, 7/11/2013, §§ 45, 47).
41. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin idari yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Selahattin Akyıl, § 41).
42. Somut başvuru açısından sürenin başladığı tarih, tam yargı davasının açıldığı 18/12/2002 tarihidir. Sürenin bitiş tarihi ise kararın kesinleştiği 30/5/2018 tarihidir.
43. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında başvuruya konu olaydaki 15 yıl 5 ay 12 günlük yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.
44. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. Giderim Yönünden
45. Başvurucu, ihlalin tespiti ve yargılamanın yenilenmesini ayrıca 350.000 TL maddi, 150.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
46. Makul sürede yargılanma hakkı yönünden ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında net 54.000 TL manevi tazminatın başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 54.000 TL manevi tazminatın ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 294,70 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.794,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin bilgi için İstanbul 1. İdare Mahkemesine (E.2015/1537, K.2015/2863) GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 26/5/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.