TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MEHMET DEMİR BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2018/34092)
|
|
Karar Tarihi: 25/2/2021
|
R.G. Tarih ve Sayı: 24/3/2021-31433
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Muammer TOPAL
|
|
|
Recai AKYEL
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
Raportör
|
:
|
Volkan ÇAKMAK
|
Başvurucu
|
:
|
Mehmet DEMİR
|
Vekili
|
:
|
Av. Abdulhekim GİDER
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, protesto gösterileri sırasında meydana gelen ölüm
olayı temel alınarak açılan tam yargı davasının süre aşımı yönünden
reddedilmesi sonucu adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına
ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 14/11/2018 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
olaylar özetle şöyledir:
8. Suriye'nin Kobani bölgesinde meydana gelen çatışmaları
protesto etmek amacıyla 2014 yılının Ekim ayında yurt genelinde (özellikle doğu
ve güneydoğu bölgelerinde) gösteriler yapılmıştır. Bu gösteriler esnasında
farklı siyasi/ideolojik görüşlere (PKK/KCK-HÜDAPAR) mensup kişiler arasında
arbedenin/çatışmanın yaşandığı anlaşılmaktadır. Gösteriler bağlamında artan
şiddet eylemlerine güvenlik kuvvetleri güç kullanarak müdahale etmiştir.
Gösterilerin yapıldığı şehirlerden biri olan Batman'da Valilik 7/10/2014
tarihinde artan şiddet eylemleri ve bozulan asayişi gerekçe göstererek kent
genelinde saat 23.00 itibarıyla sokağa çıkma yasağı ilan etmiştir. Anılan yasak
9/10/2014 tarihinde saat 10.00 itibarıyla kaldırılmıştır.
9. Başvurucunun 3/5/1989 tarihinde doğan oğlu E.D.,
Batman'da vuku bulan gösteriler esnasında (beyana göre) dedesi ile birlikte
7/10/2014 tarihinde dışarı çıkmış ve şehir merkezinde kalabalık arasında
bulunduğu sırada ateşli silahla yaralanmıştır. E.D. anılan tarihte saat 21.47
sıralarında Batman Bölge Devlet Hastanesine kaldırılmış ise de tedaviye cevap
veremeden hayatını kaybetmiştir. Aynı tarihte Batman sathında söz konusu
gösterilerde/çatışmalarda yaralanan toplam yirmi dokuz kişi çeşitli
hastanelerde tedavi altına alınmıştır.
10. E.D.nin kesin ölüm nedeninin belirlenmesi adına
yapılan otopsi işlemleri olası provokasyonlara karşı önlem amacıyla Malatya
Adli Tıp Kurumu bünyesinde gerçekleştirilmiştir. Anılan Kurumun 5/6/2015
tarihli Otopsi Tutanağı'nda "E.D.nin iki farklı ebatta av tüfeği
saçması ile yaralandığı, bu yaralanmaya bağlı kafatası kırığı, kosta ve
ekstremite kırıkları ile iç organ ve büyük damar yaralanmasından gelişen iç
kanama, beyin kanaması ve beyin doku harabiyeti sonucu vefat ettiği",
ayrıntılı raporun daha sonra düzenleneceği ifade edilmiştir. 18/9/2015 tarihli
ayrıntılı otopsi raporunun sonuç kısmında da Otopsi Tutanağı'nda yer alan
ifadelere koşut ifadeler yer almıştır.
A. Ceza
Soruşturması Süreci
11. E.D.nin ölümü ile ilgili olarak ateşli silahla
yaralamanın vuku bulduğu gün olayın gerçekleştiği bölgede av tüfeği ile
görüntülenen şüpheli M.Y. hakkında Batman Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından
2014/14924 sayılı dosya numarası ile soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma
sürecinde Batman Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından, olay yerine, olay yerinden
alınan eşyalara, E.D.nin kıyafetlerine yönelik genetik inceleme yaptırılması,
şüphelinin işyerinde arama gerçekleştirilmesi ve şüphelinin iletişim kayıtlarının
incelenmesi yönünde kararlar alınmıştır. Soruşturma 29/6/2018 tarihli ek
kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin kararla sonuçlandırılmıştır. Kararın
gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
" ...
07 Ekim 2014 günü gecesi Saat 21.37 de
Hüda-Par Partisi üye/sempatizanları oldukları değerlendirilen şahıslar ile
PKK/KCK terör örgütü lehine slogan atan eylemci grup arasında karşılıklı silah
kullanıldığı bilgisi alınmıştır. Olay yerine intikal eden ekiplerimize karşı,
Bozoğulları Kavşağındaki PKK/KCK terör örgütü lehine slogan atan eylemci grup
tarafından yoğun şekilde taşlı, Molotof Kokteylli ve silah kullanıldığı bilgisi
alınması üzerine zırhlı araçlardan dışarı çıkılamamış ve silahla yaralanma
konusunun yeri ve yaralıların kimlik bilgileri tespit edilememiştir. Daha sonra
olayda yaralanan şahısların eylemciler tarafından kendi imkânları ile bölgeden
alınarak uzaklaştırıldıkları bilgileri elde edilmiştir. 07 Ekim 2014 günü saat
21.30-22.00 arasında PKK/KCK terör örgütü sempatizanlarının Hür Dava Partisi il
binasına yönelik taşlı saldırıları sırasında PKK/KCK terör örgütü
sempatizanlarının arasında bulunan grup içerinde olduğu değerlendirilen E.D.
ateşli silah yaralanması sonucu, kaldırıldığı Batman Bölge Devlet Hastanesinde
yapılan müdahalelere rağmen kurtarılamayarak hayatını kaybettiği sonradan
öğrenilmiş, 08.10.2014 günü Malatya Adli Tıp Kurumunda yapılan otopsisi sonrası
ailesi tarafından İstanbul'da defnedilmiştir...
...elinde av tüfeği ile göstericilere
doğru ateş ettiği tespit edilen ve elinde av tüfeği olan kişinin; Silah Ruhsat
Şube Müdürlüğüne 29.03.2010 tarih ve 2010/402 defter numarası ve Prenses marka,
13222 seri nolu, yarı otomatik yivsiz av tüfeği ruhsat müracaatı bulunan [M.
Y.] Diyarbakır ili Silvan ilçesi Feridun nüfusuna kayıtlı V. ve S. oğlu 1981
doğumlu şahsın müracaat sırasında vermiş olduğu fotoğraf ile olaylarda elinde
av tüfekli çekilen fotoğrafların mukayesesinde elinde av tüfeği bulunan,
üzerinde koyu kırmızı renkli tişört, gri koyu renkli kumaş pantolon,
ayaklarında spor ayakkabılı, saçlarının yan kısmı açık olan erkek şahsın,
yukarıda açık kimlik bilgileri yazılı [M.Y.] isimli şahıs olduğu tespit
edilerek Maktul E.D.nin öldürülmesi olayı ile ilgili şahıslardan olup olmadığı
kapsamında tahkikata başlanılmıştır.
... [M.Y.] nin kullanmış olduğu tespit
edilen 5352229110 nolu GSM hattının olayların yaşandığı 07.10.2014 - 08.10.2014
tarihleri arasındaki HTS kayıtlarının yapılan incelemesinde; M.Y.nin olayların
gerçekleştiği 07.10.201[4] günü HTS verileri saat itibariyle dikkate
alındığında yaşanan toplumsal olayların başlamasından haberdar olduktan sonra
Hür Dava Partisi İl Binasına yakın bölgeden, 02.51.24 ile 18.32.15 saatleri
arasında toplamda, (27) defa baz verisi bulunduğu kayıtlardan anlaşılmıştır.
[M.Y.] nin olayların gerçekleştiği
07.10.2014 günü 11.55.53 ile 18.32.15 saatleri arasındaki HTS verileri dikkate
alındığında, 07.10.2014 günü saat 12.00 ile 18:00 saatleri arasında ateşli
silah (av tüfeği) yaralanan (9) kişinin yaralandıkları olay yerleri civarı ve
Hür Dava Partisi Binasına yakın yerden (12) adet baz verisinin bulunduğu
kayıtlardan anlaşılmıştır.
[M.Y.] nin 07.10.2014 günü 19.48.24 ile
23.57.43 saatleri arasındaki HTS verileri dikkate alındığında, toplam (15) adet
baz verilerinin, saat 21.30-21.47 saatleri arasında ateşli silah (av tüfeği)
ile öldürülen E.D.nin vurulduğu olay bölgesine uzak yerden baz verisinin
bulunduğu kayıtlardan anlaşılmıştır.
Şüpheli hakkında delil elde edebilmek ve
soruşturmanın genişletilmesi amacıyla 5271 Sayılı CMK'nın 135. maddesi uyarınca
Hizbullah silahlı terör örgütüne üye olma suçundan iletişimin dinlenmesi, kayda
alınması ve denetlenmesi tedbirine başvurulmuş, elde edilen iletişimin
dinlenmesi kayıtlarından şüphelinin Hizbullah terör örgütü üyesi olduğuna dair
kamu davası açmaya yeterli delil elde edilememiştir.
İddia, şüphelinin savunması, iletişimin
tespitine dair kayıtlar, baz verileri, olay yeri inceleme raporları, olaya ait
görüntüler, bilgi sahibi ve müşteki beyanları, kolluk tutanakları, otopsi
raporu, kriminal raporlar, arama ve el koyma tutanakları ve tüm soruşturma
evrakı kapsamı birlikte değerlendirildiğinde, şüpheli [M.Y.] nin, maktul
E.D.nin öldürülmesi olayı ile ilgili ilintisinin bulunduğuna dair ya da
şüphelinin kullandığı silahtan çıkan fişeklerle maktulün öldürüldüğüne dair
kamu davası açmaya yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilemediği
anlaşılmakla;
Açıklanan nedenlerle, şüpheli [M.Y.]
hakkında yukarıda yazılı suçlardan delil yetersizliği nedeniyle ayrı ayrı
Cumhuriyet Başsavcılığımızca kamu adına kovuşturma yapılmasına yer olmadığına,
..."
12. Başvurucu, takipsizlik kararına karşı itirazda
bulunmuştur. Söz konusu itiraz "kovuşturmaya yer olmadığına dair
kararın, gerekçe ve incelenen dosya içeriğine göre hukuka aykırı ve isabetsiz
olmadığı" gerekçesine yer verilerek Batman 1. Sulh Ceza Hâkimliği
tarafından 4/10/2018 tarihli kararla reddedilmiştir.
13. Diğer taraftan Batman Cumhuriyet Başsavcılığınca,
E.D.ye yönelik eylemi gerçekleştiren ve kimliği tespit edilemeyen şüpheli veya
şüphelilerin 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 66/1-b
maddesi bağlamında 25 yıllık dava zamanaşımı süresince aranmalarına dair
29/6/2018 tarihli daimî arama kararı verilmiştir.
B. İdari Yargıda Görülen Dava Süreçleri
1. Maaş
Bağlanması ve İstihdam Sağlanması Talebinin Reddine İlişkin İşleme Karşı Açılan
İptal Davası Süreci
14. Başvurucu 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve
Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun 'un ek 1.
maddesi uyarınca, oğlunun terör eylemleri esnasında ölmesini gerekçe göstererek
tarafına aylık bağlanması ve aileden bir kişiye istihdam sağlanması talebiyle
2016 yılında Sosyal Güvenlik Kurumuna başvuruda bulunmuş ancak talep
reddedilmiştir.
15. Ret işlemine karşı açılan dava iptal hükmü ile
sonuçlanmıştır. Ankara 18. İdare Mahkemesinin 19/12/2018 tarihli iptal
kararının gerekçesinde "başvurucunun talebinin 5233 sayılı Kanun
kapsamında terör olayları nedeniyle meydana gelen bir yaralanma/ölüm olayına
dayanıp dayanmadığının tespit edilmesi suretiyle değerlendirilmesi gerekirken
salt 5233 sayılı Kanun kapsamında tazminat ödenmemiş olması nedeniyle reddinde
hukuka uyarlık bulunmadığı" ifade edilmiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim
Sistemi (UYAP) kayıtları uyarınca iptal hükmü işbu değerlendirmenin yapıldığı
tarih itibarıyla istinaf incelemesindedir.
2. Tam Yargı Davası Süreci
16. Başvurucu ve E.D.nin diğer mirasçıları 28/9/2017
tarihinde İçişleri Bakanlığı nezdinde destekten yoksun kalma nedeniyle maddi
(900.000 TL) ve manevi (500.000 TL) tazminat talebinde bulunmuştur. Tazminat
talebini içeren dilekçede özetle gösteriler sonucu bozulan asayişi yeniden
sağlamak için idarenin sunmakla yükümlü olduğu kamu hizmetinin hiç/iyi
işlemediği, bu hizmet kusuru sonucunda E.D.nin yaralandığı ve bu yaralanmaya
bağlı olarak öldüğü ifade edilmiştir. Ayrıca vuku bulan ölüm olayında hizmet
kusurunun bulunmadığı kabul edilse dahi sosyal risk ilkesi gereğince kusursuz
sorumluluk çerçevesinde idarenin sorumlu tutulması gerektiği belirtilmiştir.
Bununla beraber dilekçede başvurucu (ve diğer mirasçılar), E.D.nin ölümüne
ilişkin olarak yapılan ceza soruşturmasının gizli olduğunu ve taraflarına
soruşturma evrakının verilmediğini vurgulamıştır.
17. Tazminat talebi İçişleri Bakanlığınca Batman Valiliği
Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Komisyon
Başkanlığına iletilmiş ve talep 9/10/2017 tarihli işlem ile reddedilmiştir.
18. Başvurucu ret işlemi üzerine idarenin sorumluluğuna
(hizmet kusuru ya da sosyal risk) dayalı olarak fazlaya ilişkin haklarını saklı
tutmak kaydıyla 200 TL tutarında maddi tazminat davası açmıştır.
19. Dava süre aşımı nedeniyle reddedilmiştir.
20. Batman İdare Mahkemesinin 7/3/2018 tarihli ret
kararının ilgili kısmı şöyledir:
" ... 5233 sayılı Terör ve Terörle
Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanunda da belirtildiği
üzere, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü
maddeleri kapsamına giren eylemler veya terörle mücadele kapsamında yürütülen
faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel
kişilerinin maddî zararlarının karşılanması gerektiği, somut olayda ise,
07.10.2014 tarihinde başlayan ve Kobani eylemleri olarak isimlendirilen
protesto gösterilerinde, gösterilerin demokratik tepki sınırlarını ve amacını
aşarak terör eylemine dönüştüğü, bu kapsamda sivil halka saldırıldığı, kamu ve
özel binalara zarar verildiği, araçların yakıldığı, bir kısım işyerinin
yağmalandığı ve böylece iç güvenlik ve kamu düzenini bozucu nitelikte eylemler
yapıldığı, dolayısıyla bu eylemler sonucu oluşan zararların 5233 sayılı Kanun
kapsamında değerlendirilmesi gerektiği açıktır.
Bakılan davada, olayın 07.10.2014
tarihinde meydana geldiği ve aynı gün ölümün gerçekleştiği, davacıların
28.09.2017 tarihinde idareye başvurduğu bu başvuru tarihine göre yasada
belirlenen 60 gün ve 1 yıl sürelerinin geçirildiği tartışmasızdır. Ancak
sürenin zarar konusu olayın öğrenilmesinden itibaren başlatılması gerekir.
Nitekim dava konusu ihtilafta, ölüm olayının 07.10.2014 tarihinde meydana
geldiği tartışmasızdır. Ancak 5233 sayılı Yasada, zararın, terör örgütü
mensuplarınca veya terör olayının bastırılması sırasında meydana gelmesi şartı
aranmaktadır. Bu sebeple, zarar konusu olayın öğrenilmesi koşulunu, fiilin
niteliğinin, yani gerçek mahiyetinin de öğrenilmesi olarak kabul etmek gerekir.
Bu bağlamda, davacılar çocuklarının ölüm sebebini ve olayın oluş şeklini
Malatya Adli Tıp Kurumu Başkanlığı'nın 18.09.2015 tarihli otopsi raporuyla
öğrendiği ve ayrıca ölüm olayının 07.10.2014 günü Batman İli'nde yaşanan
toplumsal olaylardan kaynaklandığından bahisle 5233 sayılı Yasa'nın Ek 1'inci
maddesi uyarınca aylık bağlanması ve istihdam hakkında faydalandırılması
istemiyle 23.03.2016 tarihinde Batman Valiliği'ne başvuruda bulunulduğu
hususları göz önüne alındığında, davacılar tarafından, çocuklarının ölüm sebebi
ve olayın oluş şekli ile fiilin gerçek mahiyetinin en geç 23.03.2016 tarihinde
öğrenildiği kabul edilmesi gerekmekte olup, anılan bu tarihten itibaren 60 gün
içerisinde zararın tazmini için idareye başvurulması gerekirken, bu süre
geçtikten çok sonra 28.09.2017 tarihinde yapılan başvurunun Batman Valiliği
Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Komisyon
Başkanlığı'nın 09.10.2017 tarih ve 242 sayılı işlemi ile reddedilmesi üzerine,
destekten yoksun kalma tazminatı istemiyle açılan işbu davanın süre aşımı
nedeniyle esasını inceleme olanağı bulunmamaktadır."
21. Ret kararına yönelik itiraz Gaziantep Bölge İdare
Mahkemesi Üçüncü İdari Dava Dairesinin 16/7/2018 tarihli kararı ile
reddedilmiştir.
22. Başvurucu nihai kararı 30/10/2018 tarihinde tebellüğ
etmesinin ardından 14/11/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ
HUKUK
A. İlgili
mevzuat
23. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu’nun 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“1. İdari dava türleri şunlardır:
...
b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı
kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,
...”
24. 2577 sayılı Kanun'un 7. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"Dava açma süresi, özel
kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştayda ve idare
mahkemelerinde altmış ve vergi mahkemelerinde otuz gündür. "
25. 2577 sayılı Kanun'un 13. maddesinin ilk fıkrası
şöyledir:
"İdari eylemlerden hakları ihlal
edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine
veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem
tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine
getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi
halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek
hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği
tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir"
26. 5233 sayılı Kanun’un "Amaç" kenar başlıklı
1. maddesi şöyledir:
“Bu Kanunun amacı, terör eylemleri veya
terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara
uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri
belirlemektir.”
27. 5233 sayılı Kanun’un "Kapsam" kenar
başlıklı 2. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Bu Kanun, 3713 sayılı Terörle Mücadele
Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya
terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek
kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararlarının sulhen karşılanması
hakkındaki esas ve usullere ilişkin hükümleri kapsar ...”
28. 5233 sayılı Kanun’un "Başvurunun süresi,
şekli, incelenmesi ve sonuçlandırılması" kenar başlıklı 6.
maddesinin ilk cümlesi şöyledir:
"Zarar gören veya mirasçılarının
veya yetkili temsilcilerinin zarar konusu olayın öğrenilmesinden itibaren
altmış gün içinde, her hâlde olayın meydana gelmesinden itibaren bir yıl içinde
zararın gerçekleştiği veya zarar konusu olayın meydana geldiği il valiliğine
başvurmaları hâlinde gerekli işlemlere başlanır."
B. Yargı Kararları
29. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 18/2/2016
tarihli ve E.2015/2933, K.2016/326 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
" ...
İdarenin hukuki sorumluluğu, kamusal
faaliyetler sonucunda, idare ile bireyler arasında bireyler zararına bozulan
ekonomik dengenin yeniden kurulmasını, idari etkinliklerden dolayı bireylerin
uğradığı maddi zararlar yanında manevi zararların da idarece tazmin edilmesini
sağlayan bir hukuksal kurumdur. Bu kurum, kamusal faaliyetler nedeniyle
bireylerin malvarlığında ortaya çıkan eksilmelerin ya da çoğalma olanağından
yoksunluğun giderilebilmesini, yine bu surette oluşan manevi zararların
karşılanabilmesi için aranılan koşulları, uygulanması gereken kural ve ilkeleri
içine almaktadır.
İdare, Anayasamızın 125. maddesinde de
belirtildiği üzere, kural olarak yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı
kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup; idari eylem ve/veya işlemlerden
doğan zararlar idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz
sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir. Bunun yanında, idarenin
faaliyet alanıyla ilgili, önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemediği birtakım
zararları da nedensellik bağı aramadan tazmin etmesi gerekmektedir.
İdarenin kusura dayalı ya da kusursuz
sorumluluğu yanında, Anayasanın öngördüğü sosyal hukuk devleti anlayışına uygun
olarak ve bu temel üzerinden, kollektif sorumluluk anlayışı çerçevesinde
bilimsel ve yargısal içtihatlar ile geliştirilen sosyal risk ilkesi, Anayasanın
yukarıda öngördüğü amaçların gerçekleştirilmesine yöneliktir.
Esasen bilimsel ve yargısal içtihatlara
dayalı olarak geliştirilmiş olsa da, Anayasanın 6. maddesinde öngörüldüğü
üzere, hiç bir organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisini
kullanamayacağına göre, sosyal risk ilkesi de tazminat hukukunun temel
prensiplerine kaynak oluşturan Anayasa hükümlerine dayanılarak kabul
edilmiştir. Daha açık bir şekilde vurgulamak gerekirse, terör olaylarından
zarar gören bireylerin maddi ve manevi zararlarının idari yargı mercilerinin
toplumsal risk ilkesi uyarınca tazminine ilişkin kararları, konuyu düzenleyen
genel bir yasa olmadığından, doğrudan Anayasanın öngördüğü ilkelere dayanmış;
bu ilkeler Danıştay tarafından yorumlanarak ilkeye uygulanabilirlik kazandırılmıştır.
Sosyal risk ilkesi ile toplumun içinde
bulunduğu koşullardan kaynaklanan, idarenin faaliyet alanında meydana gelmekle
birlikte, yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmayan, toplumsal
nitelikli riskin gerçekleşmesi sonucu oluşan, salt toplumun bireyi olunması
nedeniyle uğranılan özel ve olağandışı zararların da topluma pay edilerek
giderilmesi amaçlanmıştır. Genel bir ifade ile 'terör olayları' olarak
nitelenen eylemlerin, Devlete yönelik olduğu, Anayasal düzeni yıkmayı
amaçladığı, bu tür olaylarda zarar gören kişi ve kuruluşlara karşı kişisel
husumetten kaynaklanmadığı bilinmekte ve gözlenmektedir. Sözü edilen olaylar
nedeniyle zarara uğrayan kişiler, kendi kusur ve eylemleri sonucu değil,
toplumun bir bireyi olmaları nedeniyle zarar görmektedirler. Belirtilen şekilde
ortaya çıkan zararların ise, özel ve olağandışı nitelikleri dikkate alınıp,
terör olaylarını önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemeyen idarece, yukarıda
açıklanan sosyal risk ilkesine göre, topluma pay edilmesi suretiyle tazmini
hakkaniyet gereği olup, sosyal devlet ilkesine de uygun düşecektir.
...
5233 sayılı Kanun'un gerekçesinde,
'Devletin anayasal düzenini yıkmayı amaçlayan terör eylemlerine hedef olan
kişiler kendi kusur ve fiilleri sonucu değil, toplumun bir bireyi olarak zarar
görmektedirler. ...Ortaya çıkan bu zararın paylaştırılması, toplumun diğer
kesimleri ile zarara uğramış kişiler arasında fedakârlığın denkleştirilmesi,
hakkaniyet ve sosyal hukuk devleti ilkelerinin bir gereğidir. ...İdarenin
önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemediği bu zararların, nedensellik bağı ve
kusur koşulu aranmadan karşılanmasını kabul eden objektif sorumluluk anlayışına
dayalı sosyal risk adı verilen bu ilke, bilimsel ve yargısal içtihatlarla da
kabul edilmiştir. ... Bu çerçevede ... terör eylemleri veya terörle mücadele
kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören kişilerin maddi
zararlarının, idarece en kısa süre içinde ve sulh yoluyla karşılanması ...
amacıyla bu Tasarı hazırlanmıştır.' denilmektedir.
..."
30. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 26/3/2014
tarihli ve E.2013/1489, K.2014/1219 sayılı ilamının konu ile ilgili kısmı
şöyledir:
“5233 sayılı Yasa, idarenin terör
olaylarına dayalı kusursuz sorumluluk alanını genişleten, oluşan zararların
yargı yoluna başvurmadan sulh yoluyla ödenmesine öngören, bu yönüyle
uyuşmazlığın sadece maddi zararlara ilişkin kısmının yargı dışı alternatif bir
yöntemle giderilmesini sağlayan ... nitelikte bir yasadır."
31. Danıştay Onbeşinci Dairesinin 18/10/2012 tarihli ve
E.2012/189, K.2012/7048 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:
"...
İdare, kural olarak yürüttüğü kamu
hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup; idari
eylem ve/veya işlemlerden doğan zararlar idare hukuku kuralları çerçevesinde,
hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir.
Bununla birlikte; bilimsel ve yargısal
içtihatlarla geliştirilen sosyal risk ilkesi ile toplumun içinde bulunduğu
koşullardan kaynaklanan, idarenin faaliyet alanında meydana gelmekle birlikte,
yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmayan, toplumsal nitelikli riskin
gerçekleşmesi sonucu oluşan, salt toplumun bireyi olunması nedeniyle uğranılan
özel ve olağan dışı zararların da topluma pay edilerek giderilmesi amaçlanmıştır.
Belirtilen niteliğine göre, sosyal risk
ilkesinin uygulanabilmesi için olayın tüm toplumla ilgilendirilmesi ve zararın
toplumsal nitelikli bir riskin gerçekleşmesi sonucu meydana gelmesi yanında,
olay ve zararın yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmaması, başka bir
deyişle zarar ile idari eylem arasında bir nedensellik bağının da kurulamaması
gerekmektedir.
27.07.2004 tarih ve 25535 sayılı Resmi
Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden
Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun, terör eylemleri veya terörle
mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan
kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemek
amacıyla kabul edilmiş olup; bu amaç, anılan Kanunun genel gerekçesinde
'Devletin anayasal düzenini yıkmayı amaçlayan terör eylemlerine hedef olan
kişiler kendi kusur ve fiilleri sonucu değil, toplumun bir bireyi olarak zarar
görmektedirler. ... Ortaya çıkan bu zararın paylaştırılması, toplumun diğer
kesimleri ile zarara uğramış kişiler arasında fedakârlığın denkleştirilmesi,
hakkaniyet ve sosyal hukuk devleti ilkelerinin bir gereğidir. ... İdarenin
önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemediği bu zararların, nedensellik bağı ve
kusur koşulu aranmadan karşılanmasını kabul eden objektif sorumluluk anlayışına
dayalı sosyal risk adı verilen bu ilke, bilimsel ve yargısal içtihatlarla da
kabul edilmiştir. ...
...
Görüldüğü üzere; 5233 sayılı Kanun,
yargısal ve bilimsel içtihatlarla kabul edilen 'sosyal risk' ilkesinin
yasalaşmış halidir. Bu nedenle, adı geçen Kanunun uygulama alanı yalnızca
'sosyal risk ilkesi' uyarınca tazmini mümkün olan uyuşmazlıklarla sınırlı
bulunmaktadır. Başka bir ifadeyle; zarar ile idari eylem arasında nedensellik
bağının kurulabildiği hallerde sosyal risk ilkesinin uygulanmasına olanak
bulunmadığından; idare hukuku kuralları çerçevesinde öncelikle hizmet kusurunun
bulunup bulunmadığının araştırılması, hizmet kusuru yoksa kusursuz sorumluluk
ilkesine göre zararın tazmin edilip edilemeyeceğinin belirlenmesi; dolayısıyla
idari eylemlerden doğan zararın, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk
ilkeleri uyarınca tazmini gereken davalarda, 2577 sayılı Kanunun 13. maddesinin
uygulanması gerekmektedir.
..."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
32. Mahkemenin 25/2/2021 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
33. Başvurucu; oğlunun protesto gösterileri sırasında
vurularak öldürüldüğünü, ölüm olayına ilişkin olarak yapılan ceza
soruşturmasının gizli yürütüldüğünü, soruşturma sonuçlanana değin olaya ilişkin
detaylı bilgi sahibi olamadığını, soruşturmanın sona ermesi üzerine süresinde
idari başvuruda bulunmak suretiyle idarenin hizmet kusuruna dayalı olarak
açtıkları davanın 5233 sayılı Kanun kapsamında görülmesi suretiyle hatalı
yorumla süre aşımı yönünden reddedildiğini ileri sürmüş ve adil yargılanma
hakkının ihlal edildiği iddiasında bulunmuştur.
34. Bakanlık; İdare Mahkemesinin dava açma süresinin
başlangıcına dair kabulünün katı bir yorum içermediği, somut olayın
özelliklerini dikkate alan makul bir yaklaşım olduğu yönünde görüş sunmuştur.
Başvurucu, bu görüşe karşılık yukarıda aktarılan iddialarını tekrarlamak
suretiyle cevap vermiştir.
B. Değerlendirme
35. Anayasa'nın "Hak arama hürriyeti" kenar
başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
36. Anayasa'nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, ...
yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve
ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... ölçülülük ilkesine aykırı
olamaz."
37. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve
manevî varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrasının ilgili
kısmı şöyledir:
"Herkes, yaşama... hakkına
sahiptir."
38. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve
görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Devletin temel amaç ve görevleri,
…Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve
mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti
ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve
sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için
gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
39. Devlet bireyin maddi ve manevi varlığını her türlü
tehlikeden, tehditten ve şiddetten korumakla yükümlüdür (Serpil Kerimoğlu ve
diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 51; AYM, E.2005/151, K.2008/37,
3/1/2008; E.2010/58, K.2011/8, 6/1/2011). Devletin sorumluluğunu
gerektirebilecek şartlar altında can kaybının gerçekleştiği durumlarda
Anayasa’nın 17. maddesi devlete, elindeki tüm imkânları kullanarak yaşam
hakkını korumak için oluşturulan yasal ve idari çerçevenin gereği gibi
uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını
sağlayacak etkili idari ve yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu
yükümlülük -kamusal olsun veya olmasın- yaşam hakkının tehlikeye girebileceği
her türlü faaliyet bakımından geçerlidir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,
§ 52).
40. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16). Başvurucunun adil yargılanma hakkına ilişkin iddiası, uyuşmazlığın
esasının incelenmemesinden yakındığı için mahkemeye erişim hakkı başlığı
altında incelenecektir. Ayrıca başvurucu salt adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüş ise de somut olayda protesto gösterileri sırasında
meydana gelen ölüm olayı üzerine idarenin hizmet kusuruna dayalı olarak açılan
bir tam yargı davası söz konusu olduğundan ileri sürülen iddiaların adil
yargılanma hakkının yanında yaşam hakkı bağlamında da değerlendirilmesi
gerektiği kanaatine ulaşılmıştır. Bununla birlikte devletin sorumluluğunu
gerektirebilecek şartlar altında can kaybının gerçekleştiği durumlarda yaşamı
koruma yükümlülüğü bakımından değerlendirme yapılmasına olanak sağlayan
tazminat davası somut olayda esası incelenmeden süre aşımı yönünden
reddedildiğinden öncelikle mahkemeye erişim hakkına ilişkin değerlendirmenin
yapılması gerekmektedir.
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
41. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
a. Hakkın
Kapsamı ve Müdahalenin Varlığı
42. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında,
herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve
savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim
hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün
bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine "adil
yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin
taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil
yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi'ni (Sözleşme) yorumlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi,
Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını
içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic.
Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017, § 34).
43. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak
arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve
özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan
en etkili güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından
görülebilmesi ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden
faydalanabilmesi için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının
tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının
sağladığı güvencelerden yararlanmak mümkün olmaz (Mohammed Aynosah, B.
No: 2013/8896, 23/2/2016, § 33).
44. Anayasa Mahkemesi, bireysel başvuru kapsamında
yaptığı değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme
önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını
isteyebilmek anlamına geldiğini ifade etmiştir (Özkan Şen, B. No:
2012/791, 7/11/2013, § 52).
45. Somut olayda tam yargı davasının süre aşımından
reddedilmesi nedeniyle başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik bir
müdahalede bulunulduğu görülmektedir.
b. Müdahalenin
İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
46. Adil yargılanma hakkının görünümlerinden biri olan
mahkemeye erişim hakkı, mutlak bir hak olmayıp bu hakkın sınırlandırılması
mümkündür. Ancak mahkemeye erişim hakkına müdahalede bulunulurken Anayasa'nın
temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri
düzenleyen 13. maddesinin gözönünde bulundurulması gerekmektedir.
47. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde
belirtilen koşullara uygun olmadığı takdirde Anayasa’nın 36. maddesinin
ihlalini teşkil edecektir.
48. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde
öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, haklı bir
sebebe dayanma, ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup
olmadığının belirlenmesi gerekir.
49. Bu bakımdan öncelikle başvurucunun mahkemeye erişim
hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağının bulunup bulunmadığının
incelenmesi gerekir.
50. Hak ve özgürlüklerin, bunlara yapılacak müdahalelerin
ve sınırlandırmaların kanunla düzenlenmesi bu haklara ve özgürlüklere keyfî
müdahaleyi engelleyen, hukuk güvenliğini sağlayan demokratik hukuk devletinin
en önemli unsurlarından biridir (Tahsin Erdoğan, B. No: 2012/1246,
6/2/2014, § 60).
51. Müdahalenin kanuna dayalı olması öncelikle şeklî
manada bir kanunun varlığını zorunlu kılar. Şeklî manada kanun, Türkiye Büyük
Millet Meclisi (TBMM) tarafından Anayasa'da belirtilen usule uygun olarak kanun
adı altında çıkarılan düzenleyici yasama işlemidir. Hak ve özgürlüklere
müdahale edilmesi ancak yasama organınca kanun adı altında çıkarılan
düzenleyici işlemlerde müdahaleye imkân tanıyan bir hükmün bulunması şartına
bağlıdır. TBMM tarafından çıkarılan şeklî anlamda bir kanun hükmünün
bulunmaması hakka yapılan müdahaleyi anayasal temelden yoksun bırakır (Ali
Hıdır Akyol ve diğerleri [GK], B. No: 2015/17510, 18/10/2017, § 56).
52. Kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının
da bireylerin davranışlarının sonucunu öngörebileceği ölçüde hukuki belirlilik
taşıması gerekir. Bir diğer ifadeyle kanunun kalitesi de kanunilik koşulunun
sağlanıp sağlanmadığının tespitinde önem arz etmektedir (Necmiye Çiftçi ve
diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55). Müdahalenin kanuna dayalı
olması, iç hukukta müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir ve öngörülebilir
kuralların bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK],
B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44).
53. Bir uyuşmazlıkta uygulanacak hukuk kurallarının ve
özellikle müdahalenin kanuni dayanağını oluşturan kanun hükümlerinin
yorumlanması derece mahkemelerinin takdirindedir. Bununla birlikte mevzuatta
öngörülen dava açma süresine ilişkin kuralların hukuka açıkça aykırı olarak
yanlış uygulanması veya bu sürelerin hatalı hesaplanması nedeniyle kişilerin
dava açma ya da kanun yollarına başvuru haklarını kullanmasına engel olunması
mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur.
San. ve Tic. Ltd. Şti., § 38). Derece mahkemelerince mahkemeye erişim
hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağını oluşturduğu ifade edilen
hükümlerle ilgili olarak geliştirilen yorumların isabetli olup olmadığını
denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir. Bununla birlikte derece
mahkemelerinin yorumlarının kanunun açık lafzıyla çelişki içinde olduğu veya
kanun metni dikkate alındığında bireyler tarafından öngörülmesinin mümkün
olmadığı sonucuna ulaşıldığı hâllerde mahkemeye erişim hakkına yapılan
müdahalenin kanuni dayanağının bulunmadığı kanaatine varılması mümkündür (Ziya
Özden, B. No: 2016/67737, 19/11/2019, § 59).
54. Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu, itiraz yoluyla önüne
getirilen 5233 sayılı Kanun’un 1. maddesinin iptali istemini reddederken
gerekçesinde 5233 sayılı Kanun'a dair belirlemelerde bulunmuştur. 25/6/2009
tarihli ve E.2006/79, K.2009/97 sayılı kararda "5233 sayılı Yasanın,
terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler
nedeniyle zarar gören kişilerin maddi zararlarının özellikle yargı yoluna
gitmelerine gerek kalmadan, idarece en kısa süre içinde ve sulh yoluyla
karşılanması amacıyla hazırlanmış bir yasa olduğu; Yasanın bu yönüyle
zarara uğrayan vatandaş ile devlet arasındaki uyuşmazlıkta yargı yoluna
gidilmeden alternatif bir çözüm yöntemi getirdiği belirtilmiş, ayrıca 5233
sayılı Yasanın, idarenin eylem ve işleminin sonucu olmayan ve herhangi bir
idari işlem veya eylemle doğrudan nedensellik bağı da bulunmayan, ancak terör
ve terörle mücadele sırasında meydana gelen zararların da tazmini yolunu açan,
bu anlamda idarenin kusursuz sorumluluk alanını genişleten bir yasa olduğu ve
idarenin sorumluluk alanını daraltan veya idari işlem veya eylemlere karşı
yargı yolunu kapatan bir hüküm içermediği" vurgulanmıştır.
55. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda ve
bu başvurularda verilen kararlar aleyhine açılan idari davalarda, doğrudan
kusursuz sorumluluğa ilişkin bir değerlendirmede bulunulmasına rağmen idarenin
yapması gerekenleri yapmadığı iddiasına dayanan kusur sorumluluğuna ilişkin bir
değerlendirme yapılmadığı görülmektedir. Bu tazminat yolu, kusursuz sorumluluk
kapsamında kendine özgü ilkeler çerçevesinde inceleme yapılan bir yol olup
idarenin sahip olduğu yetkiler kapsamında kusur sorumluluğunu değerlendiren bir
yol değildir. Dolayısıyla 5233 sayılı Kanun'un öngördüğü tazminat yolunun
idarenin kusur sorumluluğuna dair makul bir başarı şansı sunabilecek nitelikte
olduğu söylenemez (Aziz Biter ve diğerleri, B. No. 2015/4603, 19/2/2019,
§§ 74, 75).
56. Alıntısı yapılan norm ve yargı kararlarından (bkz. §§
23-31, 54, 55) anlaşıldığı üzere özel nitelikte, belirli şartların oluşması
durumunu kapsayan 5233 sayılı Kanun uyarınca yapılan başvurularda ve bu
başvurularda verilen kararlar aleyhine açılan idari davalarda (5233 sayılı
Kanun kapsamında kalan davalarda) doğrudan kusursuz sorumluluğa ilişkin bir
değerlendirme yapılmakta, buna mukabil idarenin hizmet kusuruna, eylemine ya da
eylemsizliğine dayalı bir değerlendirme yapılmamaktadır.
57. İdarenin kusurlu eylemi/eylemsizliği nedeniyle
uğranılan zararların tazmini amacıyla açılacak davalar için 2577 sayılı
Kanun'la zorunlu idari başvuru şartı getirilmiş, bir ve beş yıllık süreler
belirlenmiş iken özel düzenleme niteliğinde olup belirli durumlara ilişkin
olarak uğranılan zararların tazmini amacı güdülen ve idarenin kusuru ile ilgili
belirleme yapılmasını gerektirmeyen 5233 sayılı Kanun'da idari başvuru süresi
olarak altmış gün ve bir yıllık süreler belirlenmiştir (bkz. §§ 23-28).
58. Başvurucu, oğlunun ölümüne dair gizli olarak
yürütülen soruşturmanın tamamlanması üzerine süresinde hizmet kusuruna dayalı
tazminat davası açmasına karşın uyuşmazlığın 2577 sayılı Kanun'da yer alan
hükümlere göre değil 5233 sayılı Kanun hükümlerine göre değerlendirildiğini ve
bu bağlamda dava açma süresinin hatalı takdir edilmesi nedeniyle adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
59. Somut olayda özetle başvurucunun oğlu Batman'da
gerçekleşen protesto gösterileri sırasında kalabalıkta kendisine isabet eden av
tüfeği saçmaları sonucu yaralanmış, kaldırıldığı hastanede tedaviye cevap
veremeden hayatını kaybetmiş ve konuya ilişkin olarak 2014 yılında başlatılan
ceza soruşturması 2018 yılında sonuçlandırılmıştır. Bu süreçte başvurucu 2016
yılında, 5233 sayılı Kanun kapsamında oğlunun ölümü nedeniyle kendisine maaş
bağlanması ve istihdam sağlanması talebinde bulunmuştur. Bu talebin reddi
üzerine açtığı dava da aleyhine sonuçlanmıştır. Ceza soruşturmasının 2018
yılında sonuçlanması üzerine de hizmet kusuru işlediğini ileri sürdüğü İçişleri
Bakanlığı aleyhine, önce idari başvuru yapmak suretiyle genel hükümlere,
idarenin hizmet kusuruna dayalı maddi tazminat davası açmıştır. Başvurucu
bu davayı açarken (idari başvuru aşaması da dâhil olmak üzere) 5233 sayılı
Kanun hükümlerine göre bir talepte bulunmamış, tazminat istemine 5233 sayılı
Kanun hükümlerini dayanak almamıştır.
60. İdare Mahkemesi, davanın 5233 sayılı Kanun kapsamında
kaldığının kabulünden hareketle anılan Kanun'da yer alan başvuru usulüne
ilişkin düzenleme bağlamında somut olayı değerlendirerek hüküm kurmuştur. Buna
göre Mahkeme, başvurucunun oğlunun ölüm sebebi ve olayın oluş şekli ile fiilin
gerçek mahiyetini en geç 5233 sayılı Kanun uyarınca başvuru yaptığı 23/3/2016
tarihinde öğrendiğinin kabul edilmesi gerektiği kanaatine ulaşarak 5233 sayılı
Kanun'da yer alan altmış gün ve bir yıllık sürelerin geçmesinin ardından 2018
yılında açılan davanın süre aşımına uğradığına hükmetmiştir. Özetle Mahkeme,
karar gerekçesine ve dolayısıyla ulaştığı sonuca 5233 sayılı Kanun hükümlerini
dayanak almıştır.
61. Başvurucunun tazminat için 5233 sayılı Kanun uyarınca
ihdas edilen komisyona değil doğrudan kusur sorumluluğuna dayanarak İçişleri Bakanlığına
başvurmuş olması, gerek idari başvuruda gerekse dava dilekçesinde genel
hükümlere dayalı tazminat talebinde bulunmuş olması dikkate alındığında söz
konusu isteme verilecek olağan anlam ve uyuşmazlığa uygulanacak norm (2577
sayılı Kanun) bellidir. Ancak Mahkeme, başvurucunun açık talebine ve 2577
sayılı Kanun ile 5233 sayılı Kanun'un içerdiği anlam ve uygulanma alanına dair
açık farklılığa rağmen (bkz. §§ 23-31, 54, 55) müdahaleye dayanak oluşturan
mevzuat hükmünü harekete geçiren maddi olgulara yönelik açık bir hata yapmak
suretiyle uyuşmazlığı 5233 sayılı Kanun kapsamında incelemiş ve bu
Kanun'u esas alarak davayı süre aşımı yönünden reddetmiştir. Kararda bu olağan
dışı uygulamanın yerleşik bir içtihada dayandığı yönünde bir belirleme de
bulunmamaktadır.
62. Bu bağlamda Mahkemenin 5233 sayılı Kanun'un
uygulanmasını sağlayan maddi olgulara yönelik yorumunun olağan anlamın dışında,
öngörülemez bir şekilde gerçekleştiği ve bu yolla mahkemeye erişim hakkına
yönelik olarak yapılan müdahalenin kanunilik unsurunu taşımadığı sonucuna
ulaşılmıştır.
63. Bununla birlikte mahkemeye erişim hakkının ihlal
edildiği yönünde ulaşılan bu sonuç söz konusu uyuşmazlığa ilişkin davanın
süresinde açıldığının tespiti anlamına gelmemektedir. Somut uyuşmazlığın 2577
sayılı Kanun hükümleri çerçevesinde ele alınarak anılan Kanun'un hükümleri ve
bu hükümlere içkin ilkeler uyarınca süresinde yargı yoluna başvurulup
başvurulmadığının takdiri derece mahkemesine aittir.
64. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye
erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
65. Diğer taraftan mahkemeye erişim hakkının ihlal
edildiği sonucuna ulaşıldığından ve ihlal kararı uyarınca yapılacak yeniden
yargılama yaşam hakkına ilişkin değerlendirme bağlamında belirleyici
olacağından bu aşamada yaşam hakkı yönünden bir inceleme yapılmasına gerek
görülmemiştir.
3. 6216 Sayılı
Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
66. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda,
başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal
kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
67. Başvurucu, yeniden yargılama yapılması ve tazminata
hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.
68. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B.
No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl
ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi
diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine
getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına
geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret
etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
69. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması
gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
70. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya
mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı
Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün
79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın
bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme,
usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan
kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya
özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi
tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde
usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili
mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir
takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine
ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden
ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet
Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).
71. İncelenen başvuruda Batman İdare Mahkemesi tarafından
yapılan yargılama sonucu mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna
varılmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından
kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
72. Bu durumda mahkemeye erişim hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki
yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise usul hukukunda yer alan
benzer kurumlardan farklı ve bireysel başvuruya özgü bir düzenleme içeren 6216 sayılı
Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının
ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yeniden yargılama sürecinde
mahkemelerce yapılması gereken iş, öncelikle hak ihlaline yol açan mahkeme
kararının ortadan kaldırılmasından ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna
ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir
karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden
yargılama yapılmak üzere ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi
gerekir.
73. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat
talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
74. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve
3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin
başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim
hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının
ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak
üzere Batman İdare Mahkemesine (E.2017/1889, K.2018/182) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,
E. 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun
Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 25/2/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.