TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
AHMET TOPAL BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2018/34192)
Karar Tarihi: 16/3/2023
Başkan
:
Kadir ÖZKAYA
Üyeler
Engin YILDIRIM
Rıdvan GÜLEÇ
Basri BAĞCI
Kenan YAŞAR
Raportör
Duygu KALUKÇU
Başvurucu
Ahmet TOPAL
Vekili
Av. Hakan BAKIR
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 19/6/2018 tarihinde yapılmıştır.
3. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiası 2018/19171 numaralı başvuruya kaydedilerek incelenmiştir.
4. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
5. Başvuru formu ve eklerinde, yargılama sürecindeki dava dosyalarında ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgi ve belgelerde yer aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir:
6. 1969 doğumlu olan başvurucunun, 2006 yılından itibaren Ulusoy Özel Güvenlik Hizmetleri Limited Şirketi (Şirket) bünyesinde Toprak Mahsulleri Ofisi Bozova Ajans Amirliğinde (İdare) özel güvenlik görevlisi olarak çalışmakta iken Şirket tarafından 10/6/2004 tarihli ve 5188 sayılı Özel Güvenlik Hizmetlerine Dair Kanun ile İdarenin 16/12/2016 tarihli yazısı gerekçe gösterilerek 19/12/2016 tarihinde iş sözleşmesi feshedilmiş ve 20/12/2016 tarihinde de başvurucuya tebliğ edilmiştir.
7. 19/12/2016 tarihli İdare yazısında, Şanlıurfa Valiliği İl Olağanüstü Hâl Bürosundan (OHAL Bürosu) gelen 8/12/2016 tarihli gizli ibareli yazıya atıf yapılmış ve Toprak Mahsulleri Ofisinde (TMO) görev yapan Şirket personellerinden sekiz kişinin güvenlik araştırmasında “… bu kişilerin 667 sayılı KHK’nın 4. maddesinde belirtilen terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilenler” tespitinin yapıldığı belirtilmiştir.
8. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespitine ve işe iadesine karar verilmesi talepleriyle işveren aleyhine 9/1/2017 tarihli dilekçesi ile dava açmıştır. Bozova Asliye Hukuk Mahkemesine (Mahkeme) sunulan dava dilekçesinde başvurucu; feshin usule aykırı olduğunu, fesih geçerli bir sebebe dayanmadığını, feshin açık ve kesin sebebinin bildirilmediğini ileri sürmüştür.
9. Davalı Şirket tarafından sunulan 21/4/2017 tarihli cevap dilekçesinde, öncelikle davanın süresi içerisinde açılmadığı itirazında bulunulmuş; esasa ilişkin olarak ise feshin OHAL Bürosundan gelen yazıya istinaden yapıldığı, başvurucu hakkında herhangi bir soruşturma olup olmadığı bilinmemekle birlikte başvurucunun isminin terör örgütü ile birlikte anılmasının kendisine olan güven duygusunu zedelediği, dolayısıyla başvurucunun Şirket nezdinde çalışmaya devam etmesinin beklenemeyeceği ileri sürülmüştür. Diğer davalı İdare tarafından 23/10/2017 tarihli cevap dilekçesinde, öncelikle davanın davalı idare yönünden husumet nedeniyle reddedilmesi gerektiği, kaldı ki davanın süresi içerisinde açılmadığı ileri sürülmüş; esasa ilişkin olarak ise davalı Şirketin beyanlarına ilaveten dava konusu işlemin 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (667 sayılı KHK) uyarınca yapıldığı, feshin dayanağının doğrudan OHAL KHK’sı olduğu, bu nedenle işe iade müessesinin uygulanma imkânının bulunmadığı ileri sürmüştür.
10. Mahkeme 25/5/2017 tarihli duruşmada OHAL Bürosu ileTMO Genel Müdürlüğüne müzekkere yazılmasına karar vermiş, 28/9/2017 tarihli duruşmada dosyaya gelen müzekkere cevaplarına istinaden başvurucu vekiline savunma yapma imkânı tanımıştır. Savunmada, TMO'nun gönderdiği müzekkere cevabında başvurucunun doğrudan kendisi hakkında herhangi bir bilginin yer almadığı, sadece iki kardeşi hakkında PKK/KCK terör örgütü ile ilgili istihbari bir bilginin olduğu, ceza hukukunda suçların ve cezaların şahsiliği ilkesi gereğince başvurucunun kardeşlerinin eylemlerinden sorumlu tutulmasının mümkün olmadığı belirtilerek davanın kabulüne karar verilmesi talep edilmiştir.
11. Mahkeme 14/11/2017 tarihli gerekçeli kararında davanın reddine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:
"...Davacı Ahmet TOPAL'ın 667 sayılı KHK 4.maddesi kapsamında gerekli işlemlerin yapılmasının istenildiği ve yazı ekinde gönderilen belgede; ERKEK KARDEŞİ [C.T.] NIN VAN YÜZÜNCÜ YIL ÜNİVERSİTESİNDE ÖĞRENİM GÖRDÜĞÜ DÖNEMDE PKK/KCK TERÖR ÖRGÜTÜNÜN GENÇLİK YAPILANMASINDA FAALİYET YÜRÜTTÜĞÜ AYRICA DİĞER ERKEK KARDEŞİ [C.T.] NIN PKK/KCK TERÖR ÖRGÜTÜ İÇERİSİNDE LEGAL VEYA İLLEGAL ALANDA FAALİYET GÖSTERDİĞİ bildirilmiştir. Davacı Ahmet TOPAL'ın 667 sayılı KHK 4.maddesi kapsamında gerekli işlemlerin yapılması ve yapılan işlemlerin sonucundan Valilik İl Ohal Bürosuna bildirilmesinin istenildiği anlaşılmıştır. Bunun üzerine davacının iş sözleşmesinin 667 sayılı KHK'nın 4. maddesi kapsamında feshedildiği anlaşılmaktadır.
...
Dosya tüm kapsamı, ilgili yasal mevzuat değerlendirildiğinde; davacının iş akdinin 4857 sayılı İş Kanunu hükümleri uyarınca değil, ülkede 15/07/2016 tarihinde yaşanan olay sonucu yaşanan Olağanüstü Hal Sebebi ile Bakanlar Kurulu kararı ile çıkarılan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin 4/1-g maddesi uyarınca belirlenen usul ve şartlarda sona erdirildiği ve bu işlemin yasal düzenlemeye göre yapılan bir işlem olduğu, olağanüstü hal kapsamında çıkarılan KHK ile devletin birlik ve bütünlüğüne zarar verecek birlik, oluşum ve yapılara üyelik, irtibat olması durumlarındaki kişilerin işten çıkarılacağının yasal düzenleme ile belirlendiği, bu doğrultuda özel nitelikteki 667 sayılı Ohal KHK'nın 4857 sayılı İş Kanunu'nun 18 ve devamı maddelerinin önüne geçtiği, 667 sayılı KHK'nın 4. Maddesinin 2. Fıkrasında, "Birinci fıkra uyarınca görevine son verilenler bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemez, doğrudan veya dolaylı olarak görevlendirilemezler" denilmekle yapılan işlemin mevzuat hükümleri uyarınca yasal olduğu anlaşılmakla davanın reddine karar vermek gerekmiş..."
12. Başvurucu; gerekçeli karara karşı 2/1/2018 tarihli dilekçesi ile istinaf talebinde bulunmuş, kararın usul ve esas açısından kanuna aykırı olduğunu, kendisi hakkında hiçbir tespit bulunmadığı hâlde sadece kardeşleri ile ilgili hem de üniversite zamanlarına dair ileri sürülen iddiaların feshe gerekçe oluşturamayacağını, bu durumun suç ve cezaların şahsiliği ilkesine aykırı olduğunu, kendisi ve kardeşleri hakkında cezai bir soruşturma yahut kovuşturma dahi bulunmadığını belirterek davanın reddi gerektiğini ileri sürmüştür.
13. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesi 13/5/2018 tarihli kararı ile istinaf başvurusunun esastan reddine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:
"...
Davacının kardeşleri hakkında PKK/KCK terör örgütüne üye olmak ve örgüt lehine faaliyetlerde bulunmak yönünde istihbarat bilgisi bulunduğuna dair belgeler dosyadadır.
Bu haliyle, davacının güvenlik görevlisi olarak çalıştığı da göz önüne alındığında feshin haklı nedene dayadığı, mahkeme hükmünün olaya ve kanuna uygun olduğu kanaatine varılmıştır.
Tarafların iddia ve savunmalarına, dosya kapsamına, hükmün dayandığı deliller ve kanuni gerektirici sebeplere, delillerin taktirinde isabetsizlik görülmemesine göre HMK 355. Maddesi kapsamında kamu düzenine de aykırı bir husus bulunmayan mahkeme hükmüne karşı davalı tarafından yapılan istinaf taleplerinin esastan reddine karar vermek gerekmiştir."
14. Nihai karar 1/6/2018 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir.
15. 19/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. İlgili Mevzuat
16. İlgili mevzuat için bakınız Berrin Baran Eker, [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20-25.
B. Yargıtay Kararları
17. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 22/10/2007 tarihli ve E.2007/16878, K.2007/30923 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Davalı işveren, davacının geçmişten gelen sabıkası ve özellikle yasadışı örgütle bağlantısı nedeni ile güvenlik önlemi olarak iş sözleşmesini feshetmiştir. Bu fesih Alman Hukukunda ve Alman Federal Mahkemelerinde şüphe feshi olarak adlandırılmaktadır. Böyle bir fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir. Davacının geçmişte yasadışı örgüt üyesi olması, davacının görev yaptığı bölgede terör olaylarının artması ve demiryolu ulaşımının da hedefte bulunması, davalı işveren açısından iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin sarsıldığı, elverişli objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphenin bulunduğu anlamına gelmektedir. Davacının iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedenle yapıldığı kabul edilmelidir. Davanın reddi yerine yazılı şekilde kabulü hatalıdır."
18. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/11/2018 tarihli ve E.2015/22-2715, K.2018/1720 sayılı kararı şöyledir:
"... şüphe feshinin söz konusu olabilmesi için iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni yıkmaya elverişli, objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphe mevcut olması ve ayrıca olayın aydınlatılması için işverenin kendisinden beklenebilecek bütün çabaları göstermesine karşın eylemin gerçekleştiğinin kanıtlanamaması gerektiğinden, somut uyuşmazlıkta davacının sabit olan, doğruluk ve bağlılığa uymayan nitelikteki eyleminin şüphe feshi teşkil etmediği de açıktır. ..."
19. Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 3/10/2018 tarihli ve E.2018/10430, K.2018/20956 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
Yukarıda açıklanan ilke ve esaslar çerçevesinde değerlendirme yapılacak olursa, somut olayda davacının iş sözleşmesinin feshi ile ilgili yasal dayanakların 4857 sayılı İş Kanunu ile birlikte Bakanlar Kurulu kararı ile ülke genelinde ilan edilen Olağanüstü Hal kapsamında çıkartılan kanun hükmünde kararnameler olduğu konusunda tereddüt bulunmamaktadır. Söz konusu kararnamelerin iş sözleşmesi ile çalışan işçilere yönelik hükümleri incelendiğinde, gerek 667 sayılı KHK’nin 4. maddesi gerekse 673 sayılı KHK’nin 7. maddesinde bu kanun hükmünde kararnameler kapsamında iş sözleşmesi feshedilen işçilerin bir daha yeniden doğrudan veya dolaylı olarak eski işinde veya benzer işlerde görevlendirilemeyecekleri, bunların işe iadesinin mümkün olmadığı şeklinde emredici nitelikte düzenlemelerin yer aldığı görülecektir. Bu yasal düzenlemelerin nitelik itibariyle, kamu düzenine ilişkin ve açıkça emredici nitelikte olduğu değerlendirildiğinde, açılacak davalarda taraflarca hazırlama ilkesine üstünlük tanınamayacağı göz önüne alınmalıdır. Bu itibarla, ilgili kanun hükmünde kararnameler kapsamındaki fesihlere ilişkin olarak açılan işe iade davalarında, taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir.
Buna göre görülmekte olan davada, sözleşmenin feshine dayanak bilgi ve belgelerin mahkemece resen araştırılması gerekmekte ise de, dosyada sadece Erzurum Cumhuriyet Baş Savcılığına davacı hakkında soruşturma veya kovuşturma olup olmadığı yönünde yazılan yazı cevabi ile yetinildiği, bu yönde başkaca bir araştırma yapılmadığı anlaşılmaktadır. Davacının iş sözleşmesinin feshine dayanak objektif değerlendirmelerin neler olduğu, hangi bilgi ve belgelerin feshe gerekçe yapıldığı davalı bankadan sorularak; bunun yanında resen araştırma ilkesi kapsamında davacı hakkında mevcut ise adli ya da idari soruşturma evrakları, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı’nın Terörle Mücadele, Kaçakçılık, Organize Suçlar ve İstihbarat ile ilgili birimlerinden ve Bilgi Teknolojileri Kurumu’ndan getirtilmeli, varsa davacı ile ilgili bilgi ve belgeler ile yine Bank Asya nezdinde açılmış mevduat hesapları, hesap hareketleri ve bankacılığa ilişkin işlemler olup olmadığı sorulmalı, tüm bilgi ve belgeler değerlendirilerek ulaşılacak sonuca göre hüküm kurulmalıdır. Eksik incelemeyle yazılı gerekçe ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak davacının davasının kabulüne karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirir."
20. Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 26/11/2018 tarihli ve E.2018/11097, K.2018/25472 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Taraf iradesine öncelik verilmesi sadece davanın açılmasında değil, yargılama sırasında taraflara ait bir çok usul işleminde de kendisini gösterir...Yani, yargılamada esas olan, dava malzemelerinin taraflarca toplanması ve mahkemeye sunulması olarak tanımlayabileceğimiz 'taraflarca hazırlama (getirilme) ilkesi' dir. Bu ilkenin geçerli olduğu davalarda, dava malzemelerinin mahkemeye tam olarak getirilmemesinin sorumluluğunu taraflar üstlenmiş olup; hakim, kural olarak tarafların ileri sürmediği vakıaları ve belirli bir delili kendiliğinden araştıramaz ve taraflara hatırlatamaz. Diğer yandan, kamu düzenini ilgilendiren davalarda, irade serbestisinin ve taraf iradesine tanınan üstünlüğün bir sonucu olan 'taraflarca hazırlama ilkesi' yerine, kendiliğinden (resen) araştırma ilkesinin uygulanması esastır. Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda; hâkim, davanın ispatı için gereken bütün delillere kendiliğinden başvurur; taraflar da yargılama bitinceye kadar delil gösterebilirler. Bu davalarda bir bakıma, dava ile ilgili olguların hazırlanmasında, tarafların yanında, hakimin de görevli olması söz konusudur.
Bu açıklamalar karşısında kamu ya da özel hukuk tüzel kişiliği de olsa işçinin terör örgütleri ile irtibatının bulunması halinde bu durumun hem kamu güvenliğini hem de özel güvenliği tehdit edeceği açıktır. Bu nedenle davalı tarafın cevap dilekçesi ile davacının iş akdinin .../... bağlantısı bulunduğuna dair kuvvetli şüphe duyulması sebebi ile feshedildiğini belirttiği görülmekle; eldeki davada taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
21. Anayasa Mahkemesinin 16/3/2023 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Adli Yardım Talebi Yönünden
22. Başvurucu, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılayacak gelirinin olmadığını beyan ederek adli yardım talebinde bulunmuştur.
23. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler dikkate alınarak geçimini önemli ölçüde güçleştirmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucunun açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.
B. Gerekçeli Karar Hakkı Yönünden
1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
24. Başvurucu, yargılamanın adil bir şekilde yürütülmediğini, kendisi ve kardeşleri hakkında herhangi soruşturma ya da kovuşturmanın bulunmadığını, kendisinin işten çıkartıldığı tarihte kardeşlerinden birinin devlet memuru, diğerinin ise belediye personeli olarak çalışmaya devam ettiğini, Mahkemenin bu hususları araştırmaksızın davanın reddine karar verdiğini ve bu kapsamda adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
25. Bakanlık görüş yazısında, ilk derece mahkemesi tarafından taraflar arasındaki iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin sarsıldığı, geçerli nedenle feshin söz konusu olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verildiği ve anılan kararın kanun yollarından geçerek kesinleştiği hatırlatılmış; hukuk kurallarını yorumlama yetkisinin derece mahkemelerine ait olduğu, bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik oluşturan bir durum olmadığında ihlal iddialarının kanun yolu şikâyeti mahiyetinde kalacağı hususlarında değerlendirmeler içeren Anayasa Mahkemesi kararlarına yer verilerek başvurucunun iddialarının da bu kapsamda olduğu ileri sürülmüştür.
2. Değerlendirme
26. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
27. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Somut olayda başvurucunun temel iddiası iş akdinin kendisi ile ilgili olmayan bir neden ileri sürülerek feshedildiği, bu kapsamında derece mahkemeleri tarafından iddia ve itirazları karşılanmaksızın hiçbir inceleme yapılmadan davanın reddedilmesinin adil yargılanma hakkına aykırı olduğu hususuna ilişkindir. Sonuç olarak başvurucu, bütün idari ve yargısal süreç boyunca işten çıkartılmasına ilişkin olarak tarafına yönelik bir tespitin yapılamadığını, buna rağmen işe iade davasının adil yargılanma hakkına aykırı bir şekilde reddedildiğini ileri sürmüştür. Tüm bu açıklamalar ışığında başvurunun iddialarının adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkı yönünden incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
28. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
29. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı maddi adaleti değil şeklî adaleti temin etmeye yönelik güvenceler içermektedir. Bu bakımdan adil yargılanma hakkı davanın taraflardan biri lehine sonuçlanmasını garanti etmemektedir. Adil yargılanma hakkı temel olarak yargılama sürecinin ve usulünün hakkaniyete uygun olarak yürütülmesini teminat altına almaktadır (M.B. [GK], B. No: 2018/37392, 23/7/2020, § 80).
30. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Anılan maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bağlamda Anayasa’nın, bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden 141. maddesinin de hak arama hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (Vedat Benli, B. No: 2013/307, 16/5/2013, § 30).
31. Anılan kurallar uyarınca ilke olarak mahkeme kararlarının gerekçeli olması, adil yargılanma hakkının bir gereğidir. Derece mahkemeleri; dava konusu maddi olay ve olguların kanıtlanmasını, delillerin değerlendirilmesini, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanmasını, uyuşmazlıkla ilgili vardığı sonucu, sonuca varılmasında kullandığı takdir yetkisinin sebeplerini makul bir şekilde gerekçelendirmek zorundadır. Bu gerekçelerin oluşturulmasında açıkça bir keyfîlik görüntüsünün olmaması ve makul bir biçimde gerekçe gösterilmesi hâlinde adil yargılanma hakkının ihlalinden söz edilemez (İbrahim Ataş, B. No:2013/1235, 13/6/2013, § 23).
32. Makul gerekçe; davaya konu olay ve olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak, olay ve olgular ile hüküm arasındaki bağlantıyı gösterecek nitelikte olmalıdır. Zira tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri için ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur (İbrahim Ataş, § 24).
33. Kararların gerekçeli olması, davanın taraflarının mahkeme kararının dayanağını öğrenerek mahkemelere ve genel olarak yargıya güven duymalarını sağladığı gibi tarafların kanun yoluna etkili başvuru yapmalarını mümkün hale getiren en önemli faktörlerdendir. Gerekçesi bilinmeyen bir karara karşı gidilecek kanun yolunun etkin kullanılması mümkün olmayacağı gibi bahsedilen kanun yolunda yapılacak incelemenin de etkin olması beklenemez (Vesim Parlak, B. No: 2012/1034, 20/3/2014, § 34).
ii. İlkelerin Olaya Uygulanması
34. Somut olayda, TMO nezdinde 2006 yılından itibaren çalışmakta olan başvurucunun iş sözleşmesi, terör örgütleri ile irtibatı bulunduğu şüphesiyle feshedilmiştir. Başvurucu, iş akdinin geçerli bir nedene dayanmadan feshedildiğini belirterek işveren aleyhine işe iade istemiyle dava açmıştır.
35. Başvurucu, kendisi ile ilgili bir tespit olmadığı hâlde iş akdinin feshedildiğinden yakınmakta, derece mahkemelerince bu yönde yapmış olduğu iddia ve itirazların incelenmediğini ileri sürmektedir.
36. Bozova Asliye Hukuk Mahkemesi 14/11/2017 tarihli gerekçeli kararında, başvurucunun kendisinden on yaş küçük erkek kardeşi C.T.nin Van Yüzüncü Yıl Üniversitesinde (Üniversite) okuduğu dönemde PKK/KCK terör örgütünün gençlik yapılanmasında faaliyet yürüttüğü; kendisinden on dokuz yaş küçük diğer erkek kardeşi C.T.nin de yine üniversite döneminde PKK/KCK terör örgütü içerisinde legal veya illegal alanda faaliyet gösterdiğini belirterek iş akdinin geçerli nedenle feshedildiğini, işçi ile işveren arasındaki güven ilişkisinin sarsıldığını, işverende iş akdinin devam ettirilemeyecek derecede şüphe meydana geldiğini ifade etmiş ve davanın reddine karar vermiş; bu karar istinaf incelemesinden geçerek kesinleşmiştir (bkz. §§ 11-13).
37. Başvuruya konu olayda, derece mahkemeleri tarafından yapılan inceleme neticesinde OHAL döneminde gerçekleştirilen iş akdinin feshi işleminin şüphe feshi kapsamında değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir. Bu kapsamda her ne kadar şüphe feshinin mahiyeti gereği ispatı beklenemese de Yargıtay içtihadında da belirtildiği üzere şüphenin işçinin kişiliğinde bulunan bir sebebe dayanması, bu sebebin de ciddi, önemli ve somut nitelikte objektif olay ve vakıalar ile desteklenmesi gerekmektedir (bkz. §§ 17-20). Aksi hâlde hukuk devletinin bir gereği olan hukuki güvenlik ilkesine aykırı bir şekilde keyfî uygulamaların gündeme gelmesi söz konusu olabilecektir.
38. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi; hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (AYM, E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013). Bu noktada gerekçeli karar hakkı, hukuki güvenlik ve belirlilik ilkelerinin tesisinde önemli bir araç konumundadır. Zira kişiler ancak gerekçeli karar vasıtasıyla somut olayın hukuk kuralları karşısında nasıl konumlandırıldığını öğrenebilmekte ve buna karşı etkili bir savunma geliştirme imkânı bulabilmektedir.
39. Öte yandan Yargıtay, şüphe feshi kapsamında açılacak davalarda taraflarca hazırlama ilkesine üstünlük tanınamayacağını belirtmiştir. Bu itibarla şüphe feshi kapsamında açılan işe iade davalarında, taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesi uygulanmaktadır (bkz. §§ 17-20). Yani derece mahkemelerinin tarafların ileri sürdüğü yahut ortaya koyduğu tespitlerden bağımsız olarak ayrıca araştırma yapması ve yine tarafların iddia ve itirazlarını bu kapsamda değerlendirerek bir sonuca varması gerekmektedir.
40. Derece mahkemelerince gerçekleştirilen araştırma ve incelemeler neticesinde tespit edilen hususların hukuki güvenlik ve belirlilik ilkelerini temin edecek ve keyfî uygulamaların önüne geçecek şekilde somut olayın özelliği dikkate alınarak gerekçeli kararda ortaya konulması gerekmektedir. Bu kapsamda sadece şeklî anlamda bir gerekçenin varlığı yeterli değildir, aynı zamanda makul olması aranmaktadır. Makul gerekçeden anlaşılması gereken mahkemelerin dava konusu maddi olay ve olguların kanıtlanmasını, delillerin değerlendirilmesini, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanmasını, uyuşmazlıkla ilgili vardığı sonucu, sonuca varılmasında kullandığı takdir yetkisinin sebeplerini ortaya koymasıdır (bkz. §§ 29-33).
41. Tüm bu açıklamalar karşısında, şüphe feshi gerekçesiyle iş akdinin sonlandırıldığı davalarda özellikle işvereni fesih sonucuna götüren hususların aydınlatılması önem arz etmektedir. Bu kapsamda şüpheye neden olan durum veya olayın/vakıanın -Yargıtay içtihadında da değinildiği gibi- doğrudan işçinin şahsından kaynaklanması, millî güvenliği tehdit eden yapı veya oluşum ile işçi arasında güncel ve kişisel bir bağlantıyı ortaya koyabilecek nitelikte olması gerekmektedir. Yine bu noktada derece mahkemelerince söz konusu bağlantının nasıl kurulduğunun detaylı bir şekilde gerekçelendirilmesi, keyfîliğin önüne geçebilmek adına önem arz etmektedir. Söz konusu kriterlerin -özellikle millî güvenlik ile ilgili hususlarda- esnek değerlendirilebileceği düşünülse dahi bu durumda da makul ve hakkaniyetli bir şekilde mevzunun ele alınması, hem işçi yönünden hem işveren yönünden adil bir denge kurulması icap etmektedir.
42. Başvuruya konu yargılamada, başvurucunun TMO nezdinde güvenlik görevlisi olarak çalıştığı anlaşılmaktadır. Özel güvenliğin tanımı, yetkileri ve sorumlulukları 5188 sayılı Kanun'da belirtilmiştir. Bu kapsamda özel güvenlik, kamu güvenliğini tamamlayıcı mahiyette bir pozisyon olarak tanımlanmış ve belli bazı durumlarda kişilere kimlik sorma, duyarlı kapıdan geçirme, üst arama, yakalama, silah bulundurma ve kullanma yetkileri verilmiştir. Öte yandan özel güvenlik hizmetinin, milli güvenlik veya kamu güvenliğine yönelik hizmetler ile birebir aynı mahiyette olduğunu söylemek de mümkün değildir. Zira, özel güvenlik hizmeti veren kişiler, hizmet sözleşmesi uyarınca istihdam edilen personel statüsünde bulunmakta ve sadece belirlenen alanlarda, sınırlı yetkiye dayalı olarak görevlerini yerine getirmektedirler. Bu kapsamda 15 Temmuz darbe girişimi ile birlikte ülke çapında yaşanan millî güvenliğe yönelik tehlike karşısında ve OHAL dönemi içerisinde alınan tedbirler kapsamında özel güvenlik görevlilerinin bilhassa silah kullanma yetkileri de nazara alındığında sıradan bir işçi pozisyonunda olmadığını kabul etmek gerekmektedir.
43. Öte yandan başvurucunun özel güvenlik görevlisi olarak çalışması, hakkında ileri sürülen olay ve olguların incelenmeksizin şüpheye dayanak yapılabileceği anlamına da gelmemektedir. Derece mahkemeleri takdir yetkisini kullanmak suretiyle şüpheye konu olay ve olguların mesleki noktada nasıl değerlendirilmesi gerektiği hususunda her somut olay yönünden ayrı ayrı değerlendirme yapmalıdır.
44. Somut olayda, başvurucu hakkında işvereni şüphe feshine götüren olgunun başvurucunun şahsına değil biri kendisinden on yaş diğeri de on dokuz yaş küçük olan iki kardeşine ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Hukuk devletinde bir kimsenin başkalarının fiillerinden sorumlu tutulması -kanunda öngörülen- çok istisnai hâller dışında kabul edilemez. Çağdaş hukuk sistemleri bireyin özerkliğini esas alarak ona haklar bahşetmekte ve sorumluluklar yüklemektedir. Bir kimsenin hukuken ve fiilen davranışlarını kontrol etme gücü ve yükümlülüğünü haiz olmadığı başka bir bireyin fiillerden dolayı kamu otoritelerinin yaptırımına maruz kalması bireysel özerklik düşüncesiyle bağdaşmamaktadır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Sebiha Kaya, B. No:2108/34124, 20/5/2021, § 54).
45. Başvuruya konu yargılamada, özel güvenlik görevlisi olarak çalışan başvurucunun kardeşlerinden birinin üniversite döneminde PKK/KCK terör örgütünün gençlik yapılanmasında faaliyet yürüttüğü; diğerinin de yine üniversite döneminde PKK/KCK terör örgütü içerisinde legal veya illegal alanda faaliyet gösterdiği belirtilmiş (bkz. §§, 11-13) ancak başvurucunun bu tespite ilişkin itirazlarına yönelik herhangi bir değerlendirme yapılmadığı anlaşılmıştır. Nitekim başvurucu kendisi ve kardeşleri hakkında herhangi bir cezai takibat yapılmadığını, kardeşlerinden birinin devlet memuru, diğerinin de belediye personeli olarak çalışmaya devam ettiğini, kendisinin 1995 yılında evlendiğini, o tarihten bu yana aynı evi dahi paylaşmadıklarını ancak derece mahkemelerince bu hususların araştırılmadığını ileri sürmüştür. Bu noktada derece mahkemelerinden beklenen başvurucunun kendisi ve kardeşleri hakkında cezai bir takibatın bulunup bulunmadığı, kardeşlerine yönelik legal ve illegal alanda faaliyet gösterdiklerine dair verinin ne şekilde elde edildiği, bu faaliyetlerin neler olduğu, hangi tarih aralığına denk geldiği, başvurucu ile kardeşleri arasındaki irtibatın/bağlantının ne düzeyde olduğu, başvurucunun kardeşleri ile ilgili durumu bilebilecek düzeyde olup olmadığı, hâlihazırda yapılan tespitlerin başvurucunun işini -bilhassa özel güvelik görevlisi olarak çalıştığı hususu gözetilerek- ve işverenin güven duygusunu etkileyecek nitelikte olup olmadığı ve benzeri hususların araştırılması, gerekçeli kararda başvurucunun bu yöndeki itirazlarının karşılanmasıdır. Buna mukabil derece mahkemeleri tarafından işverenin iddiasının tekrarından ibaret bir gerekçe oluşturulduğu, başvurucunun itirazlarının kararda karşılanmadığı, başvurucunun kardeşlerine yönelik yapılan tespitlerin başvurucuyla olan somut bağlantısının da ortaya konulamadığı görülmektedir.
46. Sonuca varmadan önce belirtmek gerekir ki derece mahkemeleri, kendisine sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda değildir. Ancak ileri sürülen iddialardan biri kabul edildiğinde davanın sonucuna etkili olması hâlinde mahkeme bu hususa belirli ve açık bir yanıt vermek zorunda olabilir (Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 56). Bu kapsamda, başvuruya konu olaya ilişkin yukarıda yapılan tüm incelemeler neticesinde ilgili mevzuat, Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi içtihadı da dikkate alındığında, başvurucunun iddia ve itirazlarının yargılamanın esasına temas eden ve davanın sonucu değiştirebilecek nitelikte olduğunu söylemek mümkündür.
47. Sonuç olarak gerekçeli kararda, işveren yönünden başvurucu ile arasındaki güven ilişkisinin sarsılmasına neden olan olay ve olgulara dair yeterli açıklamanın yapılmadığı görülmektedir. Diğer bir ifadeyle iş akdinin feshinin geçerli bir sebebe dayanıp dayanmadığı, tarafların iddia ve savunmaları değerlendirilerek gerekçelendirilmemiştir. Bu nedenle yargılama süreci bir bütün olarak değerlendirildiğinde başvurucunun gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
48. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
49. Başvurucu ayrıca haklı gerekçe olmaksızın işten çıkartılması nedeniyle çalışma hakkının, kardeşlerinin gerekçe gösterilerek işten çıkartılması nedeniyle de suç ve cezada şahsilik ilkesini ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucunun gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verildiğinden diğer ihlal iddialarına ilişkin olarak kabul edilebilirlik ve esas yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
50. Başvurucu, ihlalin tespiti ile maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
51. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).
52. İhlalin tespiti ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
53. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun adli yardım talebinin KABULÜNE,
B. 1. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Diğer ihlal iddialarının İNCELENMESİNE YER OLMADIĞINA,
C. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Kararın bir örneğinin gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Bozova Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2017/70) GÖNDERİLMESİNE,
E. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
F. 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
G. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 16/3/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.