TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
BÜLENT ÖZER BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2018/36896)
|
|
Karar Tarihi: 25/2/2021
|
R.G. Tarih ve Sayı: 23/3/2021-31432
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Muammer TOPAL
|
|
|
Recai AKYEL
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
Raportör
|
:
|
Tuğba TUNA IŞIK
|
Başvurucu
|
:
|
Bülent ÖZER
|
Vekili
|
:
|
Av. Mustafa GÖKCE
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, temyiz isteminin dava değerinin temyiz sınırı
altında kalması sebebiyle incelenmeksizin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye
erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 14/12/2018 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucunun murisi S.Ö., Adana'nın Yüreğir
ilçesindeki taşınmazını torununun eşi olan G.S.T.ye 13/4/2015 tarihinde 28.000
TL bedel ile satmıştır.
9. Başvurucunun murisi S.Ö., satış işleminin iptali
talebiyle 12/11/2015 tarihinde Adana 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme)
davalı G.S.T.ye karşı tapu iptali ve tescili davası açmıştır. Dava
dilekçesinde, satış işleminin gerçekleştirildiği dönemde S.Ö.nün 89 yaşında
olduğu, G.S.T.nin S.Ö.nün yaşının ileri olmasından faydalanarak birtakım hile
ve desise ile söz konusu taşınmazı kendisine satmaya ikna ettiği
belirtilmiştir. Dilekçede 28.000 TL'ye devredilen taşınmazın gerçek değerinin
150.000 TL olduğu, devir bedeli ile gerçek değer arasında önemli bir fark
bulunması sebebiyle 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun
28. maddesinde düzenlenen aşırı yararlanma hukuki nedenine dayalı olarak
satış işleminin iptal edilmesi gerektiği ileri sürülmüştür.
10. Davalı G.S.T. tarafından verilen cevap dilekçesinde,
dava konusu taşınmazın 60.000 TL'ye satılması konusunda anlaşıldığı ancak
paranın denkleştirilememesi sebebiyle masraf ve giderler hariç 47.600 TL'ye
satışın gerçekleştiği belirtilmiştir. Dilekçede ayrıca evin belediyece
belirlenen harca esas rayiç bedelinin 28.000 TL olduğu ve bu miktar üzerinden
tapu harç ve masraflarının yatırıldığı ifade edilmiştir.
11. Mahkeme tarafından 21/7/2016 tarihinde dava konusu
taşınmaz üzerinde keşif yapılmıştır. Keşif sonrasında Mahkemeye sunulan
1/8/2016 tarihli bilirkişi raporunda dava konusu taşınmazın satış tarihi olan
13/4/2015'teki değerinin 96.000 TL, dava tarihi olan 12/11/2015'teki satış
değerinin ise 100.000 TL olduğu tespit edilmiştir.
12. Mahkeme 30/9/2016 tarihli kararı ile davanın reddine
karar vermiştir. Karar gerekçesinde; dosya kapsamındaki delillerden davaya konu
taşınmazın 28.000 TL bedelle G.S.T.ye satıldığının ve satış bedelinin nakden ve
tamamen alındığının anlaşıldığı, davacının gabin iddiasının ispat edilemediği,
tanık beyanları ve tüm bilgilere göre S.Ö.nün iradesini fesada uğratacak bir
eylem ve işlemin gerçekleşmediği belirtilmiştir.
13. Başvurucunun murisi S.Ö. mahkeme kararına karşı
istinaf başvurusunda bulunmuştur. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk
Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 30/12/2016 tarihinde istinaf başvurusunun
reddine temyiz yolunun açık olduğunu belirterek karar vermiştir. Karar
gerekçesinde; başvuruya konu davanın sebebinin gabine dayandığı, gabinden söz
edilebilmesi için objektif unsur olan edimler arasındaki aşırı oransızlığın yanında,
bir tarafın darda kalma, tecrübesizlik, düşüncesizlik (hafiflik) hâllerinin
bulunması, diğer yanın ise yararlanmak, sömürmek kastını taşıması biçimindeki
subjektif unsurun gerçekleşmesine bağlı olduğu vurgulanmıştır. Kararda; somut
olayda dava konusu taşınmazın gerçek değeri ile satış değeri arasındaki
oransızlığın açık olduğu fakat subjektif unsur olan darda kalma, tecrübesizlik,
düşüncesizlik hâllerinin S.Ö.de bulunmadığı, davalının ise yararlanmak ve
sömürmek kastını taşımadığı ifade edilmiştir.
14. Başvurucunun murisi S.Ö.nün temyiz talebi, Yargıtay
1. Hukuk Dairesinin (Daire) 18/10/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Karar
gerekçesinde, başvuruya konu davanın değeri olan 28.000 TL'nin 2016 yılı temyiz
kesinlik sınırı olan 40.000 TL’nin altında kalması sebebiyle temyiz
kabiliyetinin bulunmadığı belirtilmiştir.
15. Başvurucunun murisi S.Ö. 14/12/2018 tarihinde
süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
16. Başvurucu 25/6/2019 tarihli dilekçe ile murisi
S.Ö.nün 18/5/2019 tarihinde vefat etmesi nedeniyle başvuruyu takip edeceğini
belirtmiştir.
IV. İLGİLİ
HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. İlgili
Mevzuat
17. 6098 sayılı Kanun’un "Aşırı yararlanma" kenar
başlıklı 28. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Bir sözleşmede karşılıklı edimler
arasında açık bir oransızlık varsa, bu oransızlık, zarar görenin zor durumda
kalmasından veya düşüncesizliğinden ya da deneyimsizliğinden yararlanılmak
suretiyle gerçekleştirildiği takdirde, zarar gören, durumun özelliğine göre ya
sözleşme ile bağlı olmadığını diğer tarafa bildirerek ediminin geri verilmesini
ya da sözleşmeye bağlı kalarak edimler arasındaki oransızlığın giderilmesini
isteyebilir."
18. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu'nun "Temyiz edilemeyen kararlar" kenar başlıklı 362.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) Bölge adliye mahkemelerinin
aşağıdaki kararları hakkında temyiz yoluna başvurulamaz:
a) Miktar veya değeri kırk bin Türk
Lirasını (bu tutar dâhil) geçmeyen davalara ilişkin kararlar.
..."
19. 2/7/1964 tarihli ve 492 sayılı Harçlar Kanunu'nun
"Değer esası" kenar başlıklı 16. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
"Değer ölçüsüne göre harca tabi
işlemlerde (1) sayılı tarifede yazılı değerler esastır. Müdahalenin men'i
tescil ve tapu kayıt iptali gibi gayrimenkulün aynına taallük eden davalarda
gayrimenkulün değeri nazara alınır.
...
Değer tayini mümkün olan hallerde dava
dilekçelerinde değer gösterilmesi mecburidir. Gösterilmemişse davacıya tesbit
ettirilir. Tesbitten kaçınma halinde, dava dilekçesi muameleye konmaz.
Noksan tesbit edilen değerler hakkında
30 uncu madde hükmü uygulanır."
20. 492 sayılı Kanun'un "Noksan tesbit edilen
değer üzerinden harcın ödenmesi" kenar başlıklı 30. maddesi şöyledir:
"Muhakeme sırasında tesbit olunan
değerin, dava dilekçesinde bildirilen değerden fazla olduğu anlaşılırsa, yalnız
o celse için muhakemeye devam olunur, takip eden celseye kadar noksan değer
üzerinden peşin karar ve ilam harcı tamamlanmadıkça davaya devam olunmaz. Hukuk
Usulü Muhakemeleri Kanununun 409 uncu maddesinde gösterilen süre içinde
dosyanın muameleye konulması, noksan olan harcın ödenmesine bağlıdır."
2. Yargıtay
İçtihadı
21. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 8/11/2006 tarihli ve
E.2006/14-692, K.2006/702 sayılı kararın ilgili kısmı şöyledir:
"Olayımızda; satış vaadi
sözleşmesi yapılmıştır. İsminden de anlaşılacağı gibi ortada bir sözleşme
vardır ve iki taraflı sözleşmedir. İki tarafa da hak ve vecibeler
yüklenmektedir. Bu sözleşmede taraflar taşınmazın değerini de belirlemişlerdir.
Sözleşmeye müdahale edilmemesi genel kuraldır. Zaten yıllarca tarafların tespit
ettikleri bu değere mahkemelerce müdahalede bulunulmamıştır. Mahkemelerin
görevleri tespit edilen bu değere göre belirlenmiştir. Yargıtay Özel Daireleri
ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu da içtihatlarını bu yolda geliştirmişlerdir.
Ancak; Satış vaadi sözleşmesine
dayanılarak elde edilmesi istenilen hak tapu iptali ve tescildir. Sözleşmenin
asli unsurunu tapu iptali ve tescil oluşturmaktadır. Sözleşme ile elde edilmek
istenilen nihai talep iptal ve tescildir. Tatbikatta görüldüğü gibi, bu talep,
bazen çok uzun yıllarca yapılmamaktadır. Taşınmaz vaad olunana teslim edilmişse
zamanaşımı da işlemeyeceğinden, taraflar tescil talebinde bulunmamaktadır. Çok
zaman 20-30 yıl sonra talepte bulunabilmektedirler. Bazen de sözleşmede onlarca
taşınmazın satışı vaat edilmektedir. 20-30 yıl önce veya onlarca taşınmazın
satışının vaad edildiği sözleşmelerde gösterilen değerler yeni açılan davalarda
çok cüzi kalmaktadır. Uzun yıllar süren yüksek enflasyon ve tarafların satış
bedelini sözleşmede bilerek düşük göstermeleri ihtimali nazara alındığında
taşınmazın değerinin dava tarihine göre belirlenmesi gerekmektedir.
Hakim
yapacağı keşifte dinleyeceği bilirkişilere taşınmazın değerini tespit
ettirecektir. Tespit edilen bu değere göre hem mahkemenin görevi tayin
edilecek, hem de noksan harç ikmal ettirilecektir. Bu durumda sözleşmeye
müdahaleden de söz edilemeyecektir. Kamu düzeninden olan bu husus tarafların
insiyatifine bırakılmadan, hakim tarafından resen yerine getirilmiş olacaktır.
Harçlar Kanununun 16. maddesi de, müdahalenin meni, tescil ve tapu iptali gibi
taşınmazın aynını ilgilendiren davalarda, taşınmazın değerinin esas alınacağını
öngörerek görüşümüzü teyit etmektedir. Harç kaybı da böylece önlenmiş
olacaktır.
Benzer
hukuki durumlardan olan, şufa ve tenkis davalarında, yıllar önce ilgili Özel
Daireler içtihatlarını değiştirerek taşınmazların değerlerinin yeniden
belirlenmesini içtihat etmişler, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu da bu değişime
haklı olarak onay vermiştir.
Özel
Daire ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu yukarıda açıklanan nedenlerle; Eski
kararlarından dönerek, yeni oluşuma göre kararını değiştirme gereğini
duymuşlardır.
Somut
olayda; satış vaadi sözleşmesi 18.3.2004 tarihinde yapılmış, dava ise 22.2.2005
tarihinde açılmış, sözleşmeye konu taşınmazların değeri 1.000 YTL. olarak
gösterilmiş, yapılan keşif sonucu alınan bilirkişi raporuna göre; davaya konu
taşınmazın dava tarihi itibari ile rayiç değerinin 46.149.300.000 TL. olduğu
saptanmıştır.
Yukarıdan
beri izah edilen nedenlerle ve Özel Dairenin bozma gerekçesinde açıkladığı
hususlar da nazara alınarak bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda
direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenlerle direnme kararı
bozulmalıdır.
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu’nun 29.3.2006 gün ve 2006/14-91-115 sayılı ilamı, 12.4.2006
gün ve 2006/14-95-158 sayılı ilamı ve 31.5.2006 gün ve 2006/14-330-332 sayılı
ilamında da aynı ilkeler benimsenmiş ve Yargıtay’ın görüşünün bu yönde olduğu
iyice pekiştirilmiştir."
22. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 7/5/2014 tarihli ve
E.2013/5-1467, K.2014/628 sayılı kararın ilgili kısmı şöyledir:
"Bilindiği üzere; 492 Sayılı Harçlar
Kanunu harç alınması veya tamamlanmasını yanların isteklerine bırakmamış,
değinilen yönün mahkemece kendiliğinden (re'sen) gözetilmesini ve harcı
yatırılmaması halinde de ne gibi bir mukteza tayin edileceğini 30. ve 32.
maddelerinde hükme bağlamıştır.
Aynı Kanunun 16. maddesinde de;
elatmanın önlenmesi, tescil ve tapu kayıt iptali gibi gayrimenkulün aynına
taalluk eden davalarda gayrimenkulün değerinin nazara alınacağı, değer tayini
mümkün olan hallerde dava dilekçelerinde değer gösterilmesinin mecburi olduğu,
gösterilmemişse davacıya tespit ettirileceği, tespitten kaçınma halinde, dava
dilekçesinin muameleye konulmayacağı belirtilmiştir.
Öte yandan, dava dilekçesinde nelerin
yer alması gerektiği hususu 6100 sayılı HMK'nun 119. maddesinin 1. fıkrasında
düzenlenmiştir. 2. fıkrasında ise birinci fıkranın (a), (d), (e), (f) ve (g)
bentleri dışında kalan hususların eksik olması hâlinde, eksikliğin tamamlanması
için bir haftalık kesin süre verileceği ve bu süre içinde eksikliğin
tamamlanmaması halinde davanın açılmamış sayılmasına karar verileceği
düzenlenmiştir. Bu durumda, HMK. nun 119/2 maddesinin de; a, d, e ve f bentleri
dışında kalan hususların eksik olması halinde bir haftalık kesin süre
verileceği, diğer bentlerdeki eksikliğin ise her zaman giderilebileceği
şeklinde anlaşılması gerekmektedir.
HMK. nun 115/2 maddesinde de, dava
şartındaki eksikliğin giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre
verilmesi öngörülmüştür.
Bu yasal düzenlemeler çerçevesinde somut
olay değerlendirildiğinde, davacının taşınmazın aynına yönelik bir dava açtığı,
dava dilekçesinde değer gösterilmediği, cevaba cevap dilekçesinde taşınmazın ve
muhtesatın değerlerinin belirtildiği, dava açılırken başvuru harcı ve peşin
harç yatırıldığı anlaşılmaktadır. Bu durumda dava taşınmazın aynına yönelik
bulunduğundan, taşınmazın dava tarihindeki gerçek bedelinin belirlenmesi ancak
mahallinde yapılacak keşif sonucu alınacak bilirkişi kurulu raporuyla mümkün
olacaktır. Diğer taraftan, dava açılırken başvuru harcı ve peşin harç
yatırdığına göre, asgari miktar üzerinden dava açtığının kabulü gerekir.
Mahkemece yapılacak iş, 6100 sayılı HMK’dan daha özel olan Harçlar Kanunu 16.
maddesi uyarınca dava değerinin tespit ettirilmesi, eksik harcın yatırılması
için önel verilip sonucuna göre işlem yapmak olmalıdır.
O halde, yukarıda açıklanan değişik
gerekçe ve nedenlerden dolayı direnme kararı bozulmalıdır. "
23. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 9/11/2016 tarihli ve
E.2014/1-1347, K.2016/1034 sayılı kararın ilgili kısmı şöyledir:
"...
Hukuk Genel Kurulundaki görüşme
sırasında işin esasına geçilmeden önce; Harçlar Kanunu'nun 11, 26, 28, 30 ve
32. madde hükümleri karşısında, dava konusu taşınmazın yargılamanın devamı
sırasında mahkemece belirlenen değeri üzerinden alınması gereken eksik karar ve
ilam harcı tamamlatılmadan davaya devam edilmesine hukuken olanak bulunup
bulunmadığı; dolayısıyla belirtilen harçlar tahsil edilmeden işin esasının
çözümlenip çözümlenemeyeceği hususu öncelikli olarak ele alınmıştır.
Bilindiği üzere yargı harcı, devletin
mahkemeler aracılığıyla yaptığı hizmete, ondan yararlananların katkısıdır
(16.12.1983 gün ve E:1983/5, K:6 sayılı Yargıtay içtihadı birleştirme kararı)
Kanunla açıkça yargı harçlarından muaf
olduğu ya da işleminin müstesna olduğuna ilişkin düzenleme yapılmamış olan
herkes, bu harçları ödemekle yükümlüdür.
Yargı harçlarının konusunu oluşturan
harçlardan ilki mahkemelerde ödenecek harçlar olup; bunlar başvurma harcı,
celse harcı ile karar ve ilam harcıdır.
Harcın kimden alınacağı konusu, 492
sayılı Harçlar Kanununun 'Mükellef' başlığını taşıyan 11. maddesinde
düzenlenmiş; bu madde ile, genel olarak yargı harçlarının, davayı açan veya
harca konu olan işlemin yapılmasını isteyen kişilerce ödenmesi yükümlülüğü
getirilmiştir.
492 sayılı Harçlar Kanununun 'Nispi
harçlarda ödeme zamanı' başlıklı 28. maddesinin 1. fıkrasında aynen '(1) sayılı
tarifede yazılı nispi harçlar aşağıdaki zamanlarda ödenir' denildikten sonra
23.07.2010 gün ve 6009 sayılı Kanunun 18. maddesi ile değişik (a) bendinde
'Karar ve ilam harcı' alt başlığı ile 'Karar ve ilam harçlarının dörtte biri
peşin, geri kalanı kararın verilmesinden itibaren iki ay içinde ödenir. Şu
kadar ki, ölüm ve cismani zarar sebebiyle açılan maddi ve manevi tazminat
davalarında peşin alınan harcın oranı yirmide bir olarak uygulanır. Bakiye
karar ve ilam harcının ödenmemiş olması, hükmün tebliğe çıkarılmasına, takibe
konulmasına ve kanun yollarına başvurulmasına engel teşkil etmez.'
düzenlemesine yer verilmiştir.
Aynı Kanunun 'Harcı Ödenmeyen İşlemler'
başlığını taşıyan 32. maddesinde ise 'Yargı işlemlerinden alınacak harçlar
ödenmedikçe müteakip işlemler yapılmaz. Ancak ilgilisi tarafından ödenmeyen
harçları diğer taraf öderse işleme devam olunmakla beraber bu para muhakeme
neticesinde ayrıca bir isteğe hacet kalmaksızın hükümde nazara alınır.' hükmü
getirilmiştir.
Yukarıda belirtilen madde hükümlerinden
de anlaşılacağı üzere, karar ve ilam harcının peşin olarak yatırılması gereken
miktarı ile maktu başvuru harcı ödenmedikçe, davaya devam edilmesi olanağı
bulunmamaktadır.
Nitekim 492 sayılı Kanunun 30.
maddesinde, yargılama sırasında tespit olunan dava değerinin, dava dilekçesinde
bildirilen değerden fazla olduğu anlaşılırsa, yalnız o celse için yargılamaya
devam olunacağı, takip eden celseye kadar noksan değer üzerinden peşin karar ve
ilam harcı tamamlanmadıkça davaya devam olunamayacağı; Hukuk Usulü Muhakemeleri
Kanunu'nun 409 uncu maddesinde de gösterilen süre içinde dosyanın işleme
konulmasının noksan olan harcın ödenmesine bağlı olduğu belirtildiğine göre,
yargılama sırasında tespit olunan yeni dava değeri üzerinden tarife uyarınca
alınması gereken peşin nispi karar ve ilam harcı ilgilisince tamamlanmadan
davaya devam edilmesi olanağından söz edilemez.
Yukarıda vurgulanan bu ilkeler, Hukuk
Genel Kurulu'nun 29.01.2014 gün ve 2013/1-410 E., 2014/46 K., 10.07.2013 gün ve
2013/14-474 E.,2013/1050 K. ile 23.10.2013 gün ve 2013/7-31 E., 2013/1481 K.
sayılı ilamlarında da benimsenmiştir.
Somut olayda, davanın taşınmaz malın
aynına ilişkin olduğu ve konusunu oluşturan hakkın para ile
değerlendirilmesinin mümkün bulunduğu açıktır. 492 sayılı Harçlar Kanununun 16.
maddesi 'Değer ölçüsüne göre harca tabi işlemlerde (1) sayılı tarifede yazılı
değerler esastır. Müdahalenin men'i tescil ve tapu kayıt iptali gibi
gayrimenkulün aynına taalluk eden davalarda gayrimenkulün değeri nazara
alınır…' hükmü uyarınca eldeki uyuşmazlıkta nispi harç alınması gerekmektedir.
Ne
var ki; davacılar eldeki davayı açarken dava değerini 7000,00 TL olarak
göstermiş ve bu bedel üzerinden peşin nispi karar ve ilam harcını
yatırmışlardır. Yargılama sırasında ise, yapılan keşif sonucunda çekişme konusu
taşınmazın değeri 102.540,00 TL olarak saptanmış, ancak belirlenen bu değer
üzerinden alınması gereken peşin nispi karar ve ilam harcı tamamlatılmadan
davanın esası hakkında hüküm kurulmuştur.
Oysa ki Harçlar Kanunu, harç alınmasını
veya tamamlanmasını yanların isteklerine bırakmamış, değinilen yönün mahkemece
kendiliğinden (re'sen) gözetilmesini hükme bağlamıştır.
Mahkemece, yukarıda açıklanan yasal
düzenlemeler veilkeler göz ardı edilerek, eksik harç tamamlatılmadan
yargılamaya devamladavanın esası hakkında karar verilmiş olması doğru olmadığı
gibi harcı tamamlanmayan bu değer üzerinden davalı taraf yararına vekalet
ücretine karar verilmiş olması da doğru değildir.
Buna göre mahkemece yapılacak iş;
davacılara anılan yargı harcını ödemesi konusunda usulünce önel verilerek,
sonucuna göre bir karar vermek olmalıdır.
..."
24. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 10/2/2015 tarihli ve
E.2014/14942, K.2015/1791 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
" ...bilindiği
gibi, tapu iptali ve tescil davalarında dava dilekçesinde dava değerinin
gösterilmesi gerekir. Asıl dava değerinin ise yargılama sırasında keşfen
belirlenecek değer olacağı da açıktır ..."
B. Uluslararası
Hukuk
1. Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi
25. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes davasının, medeni hak ve
yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir
mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..."
2. Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi İçtihadı
26. İlgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı
için bkz. Remzi Altuntaş, B. No: 2014/13905, 9/11/2017, §§ 32, 33, 35.
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
27. Mahkemenin 25/2/2021 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
28. Başvurucu; dava konusu taşınmazın değerinin 28.000 TL
değil 100.000 TL olduğunu, Bölge Adliye Mahkemesinin davanın bu niteliği
sebebiyle temyiz yolu açık olmak üzere karar verdiğini fakat temyiz talebinin
temyiz sınırının altında kaldığı gerekçesiyle reddedilmesinin adil yargılanma
hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
29. Anayasa'nın "Hak arama hürriyeti"
kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
30. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16). Başvurucunun şikâyetlerinin özü, aşırı yararlanma sebebiyle tapu
iptal ve tescili talebiyle açtığı davada dava konusunun temyiz sınırının
altında kaldığı gerekçesiyle temyiz isteminin incelenmeksizin reddedilmesidir.
Bu itibarla başvurucunun ihlal iddiaları adil yargılanma hakkının
güvencelerinden biri olan mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmiştir.
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
31. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
a. Hakkın
Kapsamı ve Müdahalenin Varlığı
32. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında,
herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve
savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim
hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün
bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine "adil yargılanma"
ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası
sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine
dâhil edildiği vurgulanmıştır. Sözleşme'yi yorumlayan AİHM, Sözleşme'nin 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir
(Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No:
2014/13156, 20/4/2017, § 34).
33. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak
arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve
özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan
en etkili güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından
görülebilmesi ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden
faydalanabilmesi için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının
tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının
sağladığı güvencelerden yararlanmak mümkün olmaz (Mohammed Aynosah, B.
No: 2013/8896, 23/2/2016, § 33).
34. Öte yandan mahkemeye erişim hakkı ilk derece mahkemesine
dava açma hakkının yanı sıra itiraz, istinaf veya temyiz gibi kanun yollarına
başvurma imkânı tanınmış ise anılan yollara başvurma hakkını da içerir (Ali
Atlı, B. No: 2013/500, 20/3/2014, § 49).
35. Somut olayda tapu iptali ve tescili talebiyle açılan
davada temyiz talebinin temyiz sınırı altında kaldığı gerekçesiyle reddedilmesi
nedeniyle başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik bir müdahalede
bulunulduğu görülmektedir.
b. Müdahalenin
İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
36. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
37. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde
belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 36. maddesinin
ihlalini teşkil edecektir. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler,
demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın
Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir. Bu nedenle öncelikle başvurucunun mahkemeye erişim hakkına
yapılan müdahalenin kanuni dayanağının bulunup bulunmadığının incelenmesi
gerekir.
38. Hak ve özgürlüklerin, bunlara yapılacak müdahalelerin
ve sınırlandırmaların kanunla düzenlenmesi bu haklara ve özgürlüklere keyfî
müdahaleyi engelleyen, hukuk güvenliğini sağlayan demokratik hukuk devletinin
en önemli unsurlarından biridir (Tahsin Erdoğan, B. No: 2012/1246,
6/2/2014, § 60).
39. Müdahalenin kanuna dayalı olması öncelikle şeklî
manada bir kanunun varlığını zorunlu kılar. Şeklî manada kanun, Türkiye Büyük
Millet Meclisi (TBMM) tarafından Anayasa'da belirtilen usule uygun olarak kanun
adı altında çıkarılan düzenleyici yasama işlemidir. Hak ve özgürlüklere
müdahale edilmesi ancak yasama organınca kanun adı altında çıkarılan
düzenleyici işlemlerde müdahaleye imkân tanıyan bir hükmün bulunması şartına
bağlıdır. TBMM tarafından çıkarılan şeklî anlamda bir kanun hükmünün
bulunmaması hakka yapılan müdahaleyi anayasal temelden yoksun bırakır (Ali
Hıdır Akyol ve diğerleri [GK], B. No: 2015/17510, 18/10/2017, § 56).
40. Kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının
da bireylerin davranışlarının sonucunu öngörebileceği kadar hukuki belirlilik
taşıması gerekir. Bir diğer ifadeyle kanunun kalitesi de kanunilik koşulunun
sağlanıp sağlanmadığının tespitinde önem arz etmektedir (Necmiye Çiftçi ve
diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55). Müdahalenin kanuna dayalı
olması, iç hukukta müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir ve öngörülebilir
kuralların bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK],
B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44). Kanunilik unsuru yönünden değerlendirme
yapılırken derece mahkemelerince müdahaleye imkân tanıyan kanun hükümlerinin
yorumu ve bu hükümlerin olaya uygulanması bariz takdir hatası ya da açık
keyfîlik içermediği sürece bu alanda bir inceleme yapılması bireysel başvurunun
amacıyla bağdaşmaz. Ancak derece mahkemelerinin müdahaleye imkân tanıyan kanun
hükmünü açık bir biçimde hatalı yorumladıklarının ve uyguladıklarının tespiti
hâlinde müdahalenin kanunilik temelinden yoksun olduğu sonucuna ulaşılabilir (Ramazan
Atay, B. No: 2017/26048, 29/1/2020, § 29).
41. 6100 sayılı Kanun'un 362. maddesinde, bölge adliye
mahkemelerinin miktar veya değeri 40.000 TL'yi geçmeyen davalara ilişkin
kararları hakkında temyiz yoluna başvurulamayacağı düzenlenmiştir. 492 sayılı
Kanun'un 16. maddesinde tapu kayıt iptali gibi gayrimenkulün aynına ilişkin
davalarda gayrimenkulün değerinin dikkate alınacağı, söz konusu değerin dava
dilekçesinde davacı tarafından gösterilmesi gerektiği, noksanlığın tespit
edildiği durumlarda aynı Kanun'un 30. maddesinin uygulanacağı belirtilmiştir.
Anılan 30. maddeye göre yargılama sırasında tespit olunan değerin dava
dilekçesinde bildirilen değerden fazla olduğunun anlaşılması durumunda yalnız o
celse için muhakemeye devam edileceği, takip eden celseye kadar noksan değer
üzerinden peşin karar ve ilam harcı tamamlanmadıkça davaya devam
edilmeyecektir.
42. Başvuru konusu olayda başvurucunun murisi S.Ö. açtığı
tapu iptali ve tescili davasında; adına kayıtlı taşınmazı ileri yaşının
getirdiği durumdan yararlanılarak değerinin çok altında 28.000 TL'ye G.S.T.ye
sattığını, satış işleminin 6098 sayılı Kanun'un 28. maddesinde düzenlenen aşırı
yararlanma hükümleri gereğince geçersiz olduğunu ileri sürmüştür.
43. Davalı G.S.T. ise cevap dilekçesinde; dava konusu
taşınmazın 60.000 TL'ye satılması konusunda anlaşıldığını fakat paranın
denkleştirilememesi sebebiyle 47.600 TL'ye satın alındığını, 28.000 TL bedelin
tapu harcına esas rayiç bedel olduğunu belirtmiştir.
44. Dava konusu taşınmazın değerinin belirlenmesi için
Mahkemece yaptırılan keşif sonrası alınan bilirkişi raporunda taşınmazın satış
tarihindeki değerinin 96.000 TL, dava tarihindeki değerinin ise 100.000 TL
olduğu ifade edilmiştir.
45. Başvuru konusu dava gayrimenkulün aynına ilişkin tapu
iptali ve tescili davasıdır. Davaya konu değerin belirlenmesi ödenecek nispi
harcın miktarı açısından önemli olduğu gibi davanın temyize tabi olup olmaması
bakımından da önemlidir. Dava konusu değerin rahatça belirlenebildiği
durumlarda ödenecek harcın miktarı ve temyiz sınırının belirlenmesi zor
olmamakla birlikte dava değerinin belirlenmesinin ilk bakışta tespit
edilemediği durumlarda aynı şeyi söylemek kolay değildir. Tapu iptali ve
tescili davalarında da dava konusu değerin belirlenmesinin zorluğu sebebiyle
kanun koyucu tarafından düzenleme yapılmış, Yargıtay içtihatlarında da (bkz. §§
21-24) durum açıklığa kavuşturulmuştur. Anılan Yargıtay içtihatlarında,
taşınmazın aynına yönelik davalarda taşınmazın dava tarihindeki gerçek
bedelinin belirlenmesinin ancak mahallinde yapılacak keşif sonucu alınacak
bilirkişi raporuyla mümkün olacağı belirtilmiştir. Bu durumda belirlenen gerçek
değer üzerinden harcın tamamlanması gerektiği, aksi hâlde yargılamaya devam
edilemeyeceğinin yasal düzenleme olduğu hatırlatılmıştır. Belirlenen gerçek
değer üzerinden harcın tamamlatılmasının mahkeme tarafından resen yapılması
gerektiği de vurgulanmıştır.
46. Somut olayda başvurucu murisi tarafından tapu kaydına
esas değer üzerinden dava açılmış, yargılamanın devamı sırasında alınan
bilirkişi raporunda dava konusu gayrimenkulün değerinin 100.000 TL olduğu
belirtilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi istinaf kararında (bkz. § 13)
dava konusu taşınmazın gerçek değeri ile satış değeri arasındaki oransızlığın
açık olduğunu fakat subjektif unsur olan darda kalma, tecrübesizlik,
düşüncesizlik hâllerinin S.Ö.de bulunmadığını, davalının ise yararlanmak ve
sömürmek kastını taşımadığını ifade etmiştir. Yani istinaf incelemesi sonucunda
dava konusu taşınmazın değerinin gerçek değerinin çok altında olduğunun kabul
edildiği fakat subjektif unsurun ispat edilememesi sebebiyle davanın
reddedildiği anlaşılmıştır.
47. Buna göre gerek bilirkişi raporu ve davalı tarafın
beyanından gerekse de Bölge Adliye Mahkemesi kararından dava konusu
gayrimenkulün gerçek değerinin temyiz sınırı olan 40.000 TL'nin üzerinde olduğu
anlaşılmaktadır. Başvurucunun asıl iddiasının davanın esasının satışa konu
taşınmazın gerçek değerinin tapu kaydında gösterilenden çok daha fazla olduğu
(bkz. § 9) değerlendirildiğinde Dairenin dava dilekçesinde belirtilen 28.000
TL'yi esas almak suretiyle dava değerinin temyiz sınırı altında kaldığı
gerekçesiyle temyiz başvurusunu reddetmesinin kanuni dayanağının bulunmadığı
sonucuna ulaşılmıştır.
48. Yukarıda açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye
erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı
Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
49. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda,
başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal
kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir.”
50. Başvurucu, ihlal tespiti ve yeniden yargılama
talebinde bulunmuştur.
51. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B.
No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl
ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi
diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine
getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına
geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret
etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
52. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale
neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması
gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
53. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya
mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı
Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün
79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın
bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme,
usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak
amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir
giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal
kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki
yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden
yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi
bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin
yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin
sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet
Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).
54. İncelenen başvuruda, temyiz başvurusunun dava
değerinin temyiz sınırının altında kaldığı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla
ihlalin Yargıtay Dairesinin kararından kaynaklandığı anlaşılmıştır.
55. Bu durumda mahkemeye erişim hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki
yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü
düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına
göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda
yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini
ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere
uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin
yeniden yargılama yapılmak amacıyla Yargıtay 1. Hukuk Dairesine gönderilmesini
sağlamak üzere Adana 2. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi
gerekmektedir.
56. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve
3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin
başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan
mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının
ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak
amacıyla Yargıtay 1. Hukuk Dairesine gönderilmesini sağlamak üzere Adana
2. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2015/1262, K.2016/798) GÖNDERİLMESİNE,
D. 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun
Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 25/2/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.