TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
EMİN GÖKTAŞ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2018/37187)
Karar Tarihi: 29/6/2022
Başkan
:
Hasan Tahsin GÖKCAN
Üyeler
Muammer TOPAL
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
Selahaddin MENTEŞ
İrfan FİDAN
Raportör
Ayhan KILIÇ
Başvurucu
Emin GÖKTAŞ
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; işçilik alacağının hakkaniyet indirimi uygulanarak azaltılması nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 24/12/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 71. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
5. Başvurucu 1957 doğumlu olup Ankara'da ikamet etmektedir.
6. D. Gazetecilik Sanayi ve Ticaret Limited Şirketine bağlı bir gazetede muhabir olarak çalışan başvurucu 2005 ile 2009 yılları arasındaki bazı işçilik alacakları ile bunların geç ödenmesi sebebiyle 13/6/1952 tarihli ve 5953 sayılı Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkında Kanun'un 14. maddesinin olay tarihinde yürürlükte bulunan ikinci fıkrası uyarınca %5 oranındaki fazlalığın ödenmesine hükmedilmesi istemiyle Ankara 12. İş Mahkemesinde 2/4/2010 tarihinde dava açmıştır.
7. Mahkemenin 3/12/2012 tarihinde verdiği kararın Yargıtay 7. Hukuk Dairesince (Daire) bozulması üzerine yaptığı yeniden yargılama sırasında alınan bilirkişi raporunda başvurucunun ücret, fazla mesai, ikramiye, ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacakları ile bunların geç ödenmesi sebebiyle 5953 sayılı Kanun'un 14. maddesinin olay tarihinde yürürlükte bulunan ikinci fıkrası uyarınca her gün için ödenmesi gereken %5 fazlalık tutarı hesaplanmış ancak gecikme sebebiyle öngörülen %5 fazlalığa %90 hakkaniyet indirimi uygulanmak suretiyle bu hüküm uyarınca ödenmesi gereken tutar 17.021,14 TL olarak tespit edilmiştir. Dava dosyası bozma sonrası yapılan yargılama sırasında yeni faaliyete geçen Ankara 35. İş Mahkemesine (İş Mahkemesi) devredilmiştir.
8. İş Mahkemesi 20/6/2017 tarihinde davayı kısmen kabul etmiş, diğer alacaklarının yanında 5953 sayılı Kanun'un 14. maddesinin olay tarihinde yürürlükte bulunan ikinci fıkrası uyarınca artırılan kısım için ayrıca 17.021,14 TL tazminata hükmetmiştir.
9. Başvurucu, diğer iddialarının yanında hakkaniyet indiriminin %90 olarak uygulanmasının haksız ve Yargıtay içtihadına aykırı olduğunu öne sürerek kararı temyiz etmiştir. Daire 22/10/2018 tarihinde ilk derece mahkemesi kararını onamıştır. Nihai karar 23/11/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
10. 5953 sayılı Kanun'un 14. maddesinin olay tarihinde yürürlükte bulunan ikinci fıkrası şöyledir:
"Gazetecilere ücretlerini vaktinde ödemeyen işverenler, bu ücretleri, geçecek her gün için yüzde beş fazlasiyla ödemeye mecburdurlar."
11. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 52. maddesi şöyledir:
"Zarar gören, zararı doğuran fiile razı olmuş veya zararın doğmasında ya da artmasında etkili olmuş yahut tazminat yükümlüsünün durumunu ağırlaştırmış ise hâkim, tazminatı indirebilir veya tamamen kaldırabilir.
Zarara hafif kusuruyla sebep olan tazminat yükümlüsü, tazminatı ödediğinde yoksulluğa düşecek olur ve hakkaniyet de gerektirirse hâkim, tazminatı indirebilir."
12. Anayasa Mahkemesinin 5953 sayılı Kanun'un 14. maddesinin ikinci fıkrasının iptaline ilişkin 25/12/2019 tarihli ve E.2019/108, K.2019/101 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"15. İşçinin emeğinin karşılığı olan ücret gelirini korumak ve bu yolla kamu düzenini sağlamak amacıyla birtakım hukuki düzenlemelerin yapılması doğaldır. Mevzuatımızda da işçi ücretlerini koruyucu hükümlere yer verilmiş ve bu suretle işçi için önem arz eden ücret alacağının güvence altına alınması hedeflenmiştir. İş hukukumuzda işçinin gereksinimleri asgari ücret yolu ile asgari düzeyde karşılanmaya çalışılmış olsa da bu ücretin eksiksiz ve zamanında ödenmesini sağlamak üzere kanuni düzenlemelere yer verilmesi ücretin sosyal karakterinin getirdiği bir ihtiyaçtır. Ücret hakkının gerçek anlamda korunması sadece işçiye adaletli bir ücret sağlamayla değil bu ücretin işçiye tam ve zamanında ödenmesini sağlayacak güvenceli bir düzenin kurulabilmesiyle mümkün olacaktır.
16. Bu çerçevede devletin, pozitif yükümlülükleri bağlamında ücrette adaletin sağlanması için çalışanların yaptıkları işe uygun adaletli bir ücret elde etmeleri ve diğer sosyal yardımlardan yararlanmaları için gerekli tedbirleri almak amacıyla teşebbüs hürriyetine sınırlamalar getirmesi mümkündür.
17. Gazeteciliğin diğer iş kollarına göre farklı çalışma tarzı ve demokratik toplumun varlığında ve devam ettirilmesinde sahip olduğu önemli rolü nedeniyle bazı özel düzenlemelere bağlı kılınması konusunda gazeteciler yönünden farklı bir koruma rejiminin benimsenmesi kanun koyucunun takdirindedir. Toplumu doğru bilgilendirme gibi önemli görevleri bulunan gazetecilerin bu görevi yerine getirirken işverenin etkisinden mümkün olduğu kadar arındırılmaları ve bunun için de ücretlerinin güvence altına alınması gerekmektedir. Bazı alacakların gününde ödenmemesi hâlinde günlük yüzde beş fazlasıyla ödenmesi gerektiği yönündeki düzenlemenin amacının da toplumu doğru bilgilendirme görevi olan gazetecilerin ücret alacaklarını güvence altına almak olduğu anlaşılmaktadır.
18. Bu bağlamda gazetecilerin demokratik toplumda yüklendikleri görev ve sorumluluklarını en iyi şekilde yerine getirebilmeleri için diğer ücretlilere göre ücret alacaklarının özel düzenlemelerle teminat altına alınmasının anılan amaca ulaşma yönünde elverişli ve gerekli olmadığı söylenemez.
19. Ancak getirilen sınırlamanın orantılı bir tedbir olup olmadığı da değerlendirilmelidir. Kişilerin iktisadi faaliyetlerini etkileyebilecek düzenlemeler açısından orantılılık ilkesi kamu yararı ile kişinin teşebbüs hürriyetinden yararlanabilmesi arasında makul bir denge kurulmasını gerektirmektedir. Bir başka ifadeyle işverenin teşebbüs özgürlüğü ile gazetecilerin ve toplumun çıkarları arasında makul bir denge kurulmalıdır. Bu bağlamda ücret alacaklarının zamanında ödenmemesi durumunda uygulanacak yaptırımın teşebbüs sahiplerine aşırı ve katlanılamaz bir külfet yüklememesi gerektiği açıktır. Çok yüksek meblağlara ulaşabilen yüzde beş fazla ödeme kuralının işverene aşırı bir külfet getirdiği ve bu sınırlamanın sebepsiz zenginleşmeye sebep olabileceği anlaşılmaktadır.
20. Ülkemizde reel enflasyon ve yasal faiz oranları dikkate alındığında yılda yüzde 1.825 oranında fazla ödemeye ulaşabilen sorumluluğun orantılı bir sınırlama öngördüğü söylenemez.
21. Yüzde beş fazla ödemenin yılda yüzde 1.825 oranına ulaşabilmesinin yanı sıra 4857 sayılı Kanun’dan farklı olarak ücretin ödenme zamanının 5953 sayılı Kanun’da belirlenmiş olması nedeniyle gazeteciler yönünden temerrüt şartı da aranmayacaktır. Bir başka ifadeyle ücretin ödenme zamanı kesin biçimde Kanun’da gösterildiğinden ücret alacağı ile birlikte yüzde beş fazla ödeme talep edebilmek için işverenin temerrüde düşürülmesi dahi gerekmemektedir. Bunun yanı sıra yüzde beşlik fazla ödemeye faiz yürütülmesi de mümkün olup ücret alacağı ile yüzde beşlik fazla ödemeye ayrıca yasal faiz uygulanabilecektir.
22. Gazetecinin ücretini korumak ve elde edemediği ücretin zamanında ödenmesini sağlamak için kuralla getirilen ekonomik tedbirin ağırlığı dikkate alındığında böyle bir ödemeye karar verildiği zaman ulaşılan miktar, işverenin ekonomik varlığını ve geleceğini ağır bir şekilde etkileyebilecektir.
23. Açıklanan nedenlerle kuralla teşebbüs ve çalışma özgürlüğüne getirilen sınırlamanın orantısız olduğu ve bu nedenle kuralın ölçülülük ilkesini ihlal ettiği anlaşılmaktadır.
24. Diğer iş kollarına göre farklı çalışma tarzı ve demokratik bir toplumda sahip olduğu önemli rol nedeniyle gazetecilerin ücret alacağının teminat altına alınması amacıyla özel düzenlemeler yapılması kanun koyucunun takdirindedir. Ancak itiraz konusu kural gereğince ücret alacaklarının zamanında ödenmemesi durumunda temerrüt şartı dahi aranmaksızın günlük yüzde beş, yıllık yüzde 1.825’e varan oranda fazla ödeme yapılması zorunluluğu ve bu fazla ödemeye yasal faiz uygulanması sonucunda ücret olarak ödenmesi gereken çok yüksek meblağların ortaya çıkması hukuk devletinin gereklerinden olan adalet ve hakkaniyet ilkeleriyle de bağdaşmamaktadır.
25. Diğer taraftan Anayasa’nın 10. maddesinde 'Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir./ Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz./ Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz./ Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz./ Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar' denilmek suretiyle kanun önünde eşitlik ilkesine yer verilmiştir.
26. Anayasa’nın anılan maddesinde belirtilen kanun önünde eşitlik ilkesi hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli değil hukuksal eşitlik öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı aynı durumda bulunan kişilerin kanunlar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak, ayrım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak kanun karşısında eşitliğin ihlali yasaklanmıştır. Kanun önünde eşitlik, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı tutulacağı anlamına gelmez. Durumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları ve uygulamaları gerektirebilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa Anayasa’da öngörülen eşitlik ilkesi zedelenmez.
27. İş sözleşmesi ile işçi statüsünde çalışmakla birlikte farklı kanun hükümlerine tabi olan işçilerin ücret alacaklarının zamanında ödenmemesi durumuna ilişkin olarak eşitlik ilkesi yönünden yapılacak anayasallık denetiminde öncelikle Anayasa’nın 10. maddesi çerçevesinde aynı ya da benzer durumda bulunan kişilere farklı muamelenin mevcut olup olmadığı tespit edilmeli, bu bağlamda aynı ya da benzer durumdaki kişiler arasında farklılık gözetilip gözetilmediği belirlenmelidir. Bundan sonra farklı muamelenin nesnel ve makul bir temele dayanıp dayanmadığı ve nihayetinde nesnel ve makul bir temele dayanıyorsa söz konusu farklı muamelenin ölçülü olup olmadığı hususları irdelenmelidir.
28. İş sözleşmesi; bir çalışan ile işveren arasında kurulan iş ilişkisine dayalı, işçinin iş görmeyi işverenin de bu işe karşılık ücret ödemeyi taahhüt ettiği sözleşmedir. İş sözleşmesi ile işçi statüsünde çalışanların büyük bölümü 4857 sayılı Kanun’a tabi olarak çalışmakla birlikte basın sektöründe çalışan gazetecilerin tabi olduğu 5953 sayılı Kanun gibi özel iş kanunları da bulunmaktadır.
29. Bu itibarla ücretlerin zamanında ödenmemesi durumu bakımından, farklı kanun hükümlerine tabi olmakla birlikte iş sözleşmesiyle işçi statüsünde çalışan kişilerin karşılaştırma yapılmaya müsait olacak şekilde benzer durumda oldukları açıktır. Öte yandan ücret alacaklarının zamanında ödenmemesi durumuna ilişkin olarak 4857 sayılı Kanun’a tabi olarak çalışan işçiler için en yüksek banka mevduat faizinin uygulanması öngörülmüştür. Basın sektöründe çalışan gazetecilere ücret alacaklarının zamanında ödenmemesi durumunda ise günlük yüzde beş oranında fazla bir ödemenin düzenlendiği, bu yolla 5953 sayılı Kanun’a tabi çalışan gazeteciler ile diğer kanunlara tabi çalışan işçiler arasında bir farklılık yaratıldığı anlaşılmaktadır.
30. Eşitlik ilkesinin gereği olarak karşılaştırma yapılmaya müsait olacak şekilde benzer durumda olanlar arasından bir kısmı lehine getirilen farklı düzenlemenin bir ayrıcalık tanınması niteliğinde olmaması için nesnel ve makul bir temele dayanması ve ölçülü olması gerekir. İtiraz konusu kural ile demokratik toplumun varlığında ve devam ettirilmesinde önemli bir rol oynayan gazetecilerin görevlerini yerine getirirken ücretin zamanında ödenmesinin güvence altına alınmasının amaçlandığı anlaşılmaktadır. Gazetecilerin ifa ettiği görevin özelliği gözetildiğinde diğer ücretlilere göre ücret alacaklarının birtakım özel düzenlemeler ile teminat altına alınması için gazeteciler lehine getirilen farklı muamelenin nesnel ve makul bir temele dayanmadığı söylenemez.
31. Ancak nesnel ve makul bir temele dayalı olan farklı muamelenin ölçülü olup olmadığının da değerlendirilmesi gerekir. Mevzuatımızda 4857 sayılı Kanun’a tabi olarak çalışan işçiler yönünden ücret alacaklarının zamanında ödenmemesi durumuna ilişkin olarak en yüksek banka mevduat faizinin uygulanması öngörülmüştür. İtiraz konusu kural ise gazeteciler için ücret alacaklarının zamanında ödenmemesi durumunda temerrüt şartı dahi aranmaksızın günlük yüzde beş, yıllık yüzde 1.825’e varabilen yüksek oranda fazla ödeme yapılması zorunluluğunu öngörmekte olup bu fazla ödemeye ayrıca yasal faiz uygulanmaktadır. Bu hâliyle kural, basın sektöründe çalışanlar için diğer çalışanlara göre nesnel ve makul bir nedenle de olsa orantısız bir farklı muamelenin getirilmesine yol açmaktadır. Bu itibarla kuralla gazeteciler lehine kabul edilen farklı muamelenin ölçülü olduğu söylenemeyeceğinden kural eşitlik ilkesiyle de bağdaşmamaktadır.
32. Nitekim itiraz konusu kural ile benzer içeriğe sahip olan ve gazetecilere vaktinde ödenmeyen fazla çalışma ücretlerinin her gün için yüzde beş fazlasıyla ödenmesini öngören 5953 sayılı Kanun’un 212 sayılı Kanun’un 1. maddesiyle değiştirilen ek 1. maddesinin sekizinci fıkrasının ikinci cümlesi, Anayasa Mahkemesinin 19/9/2019 tarihli ve E.2019/48, K.2019/74 sayılı kararıyla Anayasa’nın 2., 10., 13. ve 48. maddelerine aykırı bulunmuş ve iptal edilmiştir."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
13. Anayasa Mahkemesinin 29/6/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
14. Başvurucu, hakkaniyet indiriminin %90 olarak uygulanmasının 5953 sayılı Kanun'un 14. maddesinin ikinci fıkrasıyla getirilen hakkı anlamsız kıldığını belirtmiş; bu nedenle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
15. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."
16. Somut olayda başvurucunun mülkiyet hakkına yönelik olarak kamu makamlarınca doğrudan yapılan bir müdahale mevcut olmayıp özel kişiler arasında ortaya çıkan bir uyuşmazlık söz konusudur. Dolayısıyla başvuruda, devletin mülkiyet hakkına ilişkin pozitif yükümlülükleri yönünden inceleme yapılması gerekmektedir.
17. 5953 sayılı Kanun'un 14. maddesinin Anayasa Mahkemesinin 25/12/2019 tarihli ve E.2019/108, K.2019/101 sayılı kararıyla iptal edilen ikinci fıkrasında gazetecilere ücretlerini vaktinde ödemeyen işverenlerin bu ücretleri, geçecek her gün için %5 fazlasıyla ödemeye mecbur oldukları belirtilmiştir. Bu durumda işçilikten kaynaklı bazı ücretlerinin geç ödendiği hususunda tartışma bulunmayan başvurucunun vaktinde ödenmeyen ücretlerini 5953 sayılı Kanun'un 14. maddesinin olay tarihinde yürürlükte bulunan hâline göre her gün için %5 fazlasıyla elde etme hakkının bulunduğu, dolayısıyla bunun başvurucu yönünden meşru beklenti teşkil ettiği açıktır.
18. Mülkiyet hakkının korunmasının devlete birtakım pozitif yükümlülükler yüklediği hususu Anayasa'nın 35. maddesinin lafzında açık bir biçimde düzenlenmemiş ise de bu güvencenin sadece devlete atfedilebilen müdahalelere yönelik sınırlamalar getirdiği, bireyi üçüncü kişilerin müdahalelerine karşı korumasız bıraktığı düşünülemez. Pozitif yükümlülüklerin ortaya çıkmasının nedeni gerçek anlamda koruma sağlanmasıdır. Buna göre anılan maddede bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkının gerçekten ve etkili bir şekilde korunabilmesi yalnızca devletin müdahaleden kaçınmasına bağlı değildir. Gerçek anlamda koruma sağlanması için devletin negatif yükümlülükleri dışında pozitif yükümlülüklerinin de olması gerekir. Dolayısıyla Anayasa'nın 5. ve 35. maddeleri uyarınca devletin mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin pozitif yükümlülükleri bulunmaktadır. Bu bağlamda söz konusu pozitif yükümlülükler, kimi durumlarda özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar da dâhil olmak üzere mülkiyet hakkının korunması için belirli tedbirlerin alınmasını gerektirmektedir (Türkiye Emekliler Derneği, B. No: 2012/1035, 17/7/2014, §§ 34-38; Eyyüp Boynukara, B. No: 2013/7842, 17/2/2016, §§ 39-41; Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri Petrol Ürünleri Sanayi Ticaret Limited Şirketi, B. No: 2014/8649, 15/2/2017, § 43).
19. Devletin pozitif yükümlülükleri, mülkiyet hakkına yapılan müdahalelere karşı usule ilişkin güvenceleri sunan yargısal yolları da içeren etkili hukuksal bir çerçeve oluşturma, oluşturulan bu hukuksal çerçeve kapsamında yargısal ve idari makamların bireylerin özel kişilerle olan uyuşmazlıklarında etkili ve adil bir karar vermesini temin etmek sorumluluklarını da içermektedir (Selahattin Turan, B. No: 2014/11410, 22/6/2017, § 41).
20. Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında da ifade edildiği üzere Anayasa'nın 35. maddesi, mülk sahibine müdahalenin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesini kapsamaktadır. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (Züliye Öztürk, B. No: 2014/1734, 14/9/2017, § 36; Bekir Yazıcı [GK], B. No: 2013/3044, 17/12/2015, § 71).
21. Özel kişilerin mülkiyet haklarının çatıştığı bu gibi durumlarda bunlardan hangisine üstünlük tanınacağının takdiri, kanun koyucuya ve somut olayın koşulları gözönünde bulundurularak derece mahkemelerine ait bir yetkidir. Bununla birlikte her iki tarafın menfaatlerinin mümkün olduğunca dengelenmesi ve sürecin taraflardan biri aleyhine ölçüsüz bir sonuca da yol açmaması gerekir. Menfaatler dengesinin kurulmasında taraflardan biri aleyhine bireysel olarak aşırı ve olağan dışı bir külfetin yüklenmesi, pozitif yükümlülüklerin ihlali sonucunu doğurabilir. Olayın bütün koşulları ve taraflara tanınan tüm imkânlar ile tarafların tutum ve davranışları gözönünde bulundurularak menfaatlerin adil bir şekilde dengelenip dengelenmediği değerlendirilmelidir (Faik Tari ve Sultan Tari, B. No: 2014/12321, 20/7/2017, § 52).
22. Başvurucunun iddia ve itirazlarını derece mahkemelerinde ileri sürme hususunda hiçbir engelle karşılaşmadığı, kendisini avukatla temsil ettirebildiği görülmektedir. Başvurucunun temel şikâyeti %90 oranındaki hakkaniyet indiriminin 5953 sayılı Kanun'un 14. maddesinin ikinci fıkrasındaki hakkı anlamsız kıldığına yöneliktir.
23. 6098 sayılı Kanun'un 52. maddesinde, zarar görenin zararı doğuran fiile razı olduğu veya zararın doğmasında ya da artmasında etkili olduğu yahut tazminat yükümlüsünün durumunu ağırlaştırdığı hâllerde hâkime, tazminatı indirme veya tamamen kaldırma yetkisi tanınmıştır. Somut olayda İş Mahkemesinin bu hükme dayanarak 5953 sayılı Kanun'un 14. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca hesaplanan tutardan %90 indirim yaptığı anlaşılmaktadır.
24. Belirtilmelidir ki İş Mahkemesinin hangi gerekçeye dayanarak hakkaniyet indirimi uyguladığını kararında açıklamamış olması, mülkiyet hakkıyla ilgili usul güvencelerinin gerektirdiği titizlikte bir inceleme yapılmamasına yol açmıştır. Ne var ki başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılabilmesi için uyuşmazlığın taraflarının menfaatlerinin yeterince dengelenip dengelenmediği de incelenmelidir.
25. Anayasa Mahkemesi 25/12/2019 tarihli ve E.2019/108, K.2019/101 sayılı kararında 5953 sayılı Kanun'un 14. maddesinin ikinci fıkrası hükmünü, basın kuruluşu ile basın çalışanının menfaatlerinde bir dengesizliğe yol açıp açmadığı meselesini incelemiştir. Anayasa Mahkemesi anılan kararda, ücret alacaklarının zamanında ödenmemesi durumunda uygulanacak yaptırımın teşebbüs sahiplerine aşırı ve katlanılamaz bir külfet yüklememesi gerektiğini vurgulamış; çok yüksek meblağlara ulaşabilen %5 fazla ödeme kuralının işverene aşırı bir külfet getirdiği ve bu sınırlamanın sebepsiz zenginleşmeye neden olabileceğini ifade etmiştir. Ülkemizde reel enflasyon ve yasal faiz oranlarını dikkate alan Anayasa Mahkemesi, yılda %1.825 oranında fazla ödemeye ulaşabilen sorumluluğun orantılı bir sınırlama öngörmediği kanaatine varmıştır (AYM, E.2019/108, K.2019/101, 25/12/2019, §§ 19-20).
26. Anayasa Mahkemesi ayrıca ücret alacaklarının zamanında ödenmemesi durumunda temerrüt şartı dahi aranmaksızın günlük %5, yıllık %1.825’e varan oranda fazla ödeme yapılması zorunluluğunun ve bu fazla ödemeye yasal faiz uygulanması sonucunda ücret olarak ödenmesi gereken çok yüksek meblağların ortaya çıkmasının hukuk devletinin gereklerinden olan adalet ve hakkaniyet ilkeleriyle de bağdaşmadığını tespit etmiştir. Anayasa Mahkemesi son olarak kuralın, basın sektöründe çalışanlar için diğer çalışanlara göre nesnel ve makul bir nedenle de olsa orantısız bir farklı muamelenin getirilmesine yol açtığı, bu nedenle eşitlik ilkesini de ihlal ettiği sonucuna ulaşmıştır (AYM, E.2019/108, K.2019/101, 25/12/2019, §§ 24-31). Anayasa Mahkemesi netice itibarıyla 5953 sayılı Kanun'un 14. maddesinin ikinci fıkrası hükmünü Anayasa'nın 2., 10., 13. ve 48. maddelerine aykırı bularak iptal etmiştir.
27. Görüldüğü üzere 5953 sayılı Kanun'un 14. maddesinin ikinci fıkrasında öngörülen %5 fazlalığın teşebbüs sahipleri aleyhine dengesizliğe yol açtığı Anayasa Mahkemesince tespit edilmiştir. İş Mahkemesinin 5953 sayılı Kanun'un 14. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca hesaplanan tutardan %90 indirim yaparken, sözü edilen hükmün teşebbüs sahipleri aleyhine oluşturduğu dengesizliği gözettiği anlaşılmıştır. Bu durumda başvurucunun geç ödenen işçilik alacaklarının anılan madde uyarınca artırılan kısmının %90 oranında indirim yapılarak ödenmesinin mülkiyet hakkının anayasal güvencelerinin ihlaline neden olmadığı değerlendirilmiştir.
28. Sonuç olarak başvurucunun işverene karşı açtığı davada yapılan incelemenin devletin Anayasa'nın 35. maddesinin öngördüğü pozitif yükümlülüklerini ihlal etmediğinin açık olduğu kanaatine ulaşılmıştır.
29. Açıklanan gerekçelerle başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması sebebiyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
30. Başvurucu, yargılamanın makul süre içinde tamamlanmaması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
31. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
32. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği tarih, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 50, 52).
33. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41, 45).
34. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında yaklaşık 8 yıl 6 ay 20 gün devam eden yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.
35. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. Giderim Yönünden
36. Başvurucu, ihlalin tespiti ile adil yargılanma hakkı ihlali nedeniyle 20.000 TL manevi tazminata hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.
37. Makul sürede yargılanma hakkı yönünden ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında -talebi de dikkate alınarak- net 20.000 TL manevi tazminatın başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 20.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
D. 294,70 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin bilgi için Ankara 35. İş Mahkemesine (E.2016/245, K.2017/425) GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 29/6/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.