TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
E.Y. BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2018/37807)
|
|
Karar Tarihi: 2/11/2022
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
GİZLİLİK TALEBİ KABUL
Başkan
|
:
|
Kadir ÖZKAYA
|
Üyeler
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Basri BAĞCI
|
|
|
Kenan YAŞAR
|
Raportör
|
:
|
Hasan SARAÇ
|
Başvurucu
|
:
|
E.Y.
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru; tutuklama kararı veren hâkimin kişisel kusuru
bulunduğu iddiasıyla hâkim aleyhine açılan tazminat davasında aleyhe vekâlet
ücretine hükmedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, davanın hakkaniyete
aykırı şekilde reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının
ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 27/12/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
vermiştir.
3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.
Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere
göre ilgili olaylar özetle şöyledir:
5. Başvurucu, Adana'da İstihbarat Şube Müdürlüğünde şube
müdür yardımcısı olarak görev yaparken resmî belgede sahtecilik, iftira ve suç
uydurma suçlarından başlatılan soruşturma kapsamında Adana 1. Sulh Ceza
Hâkimliği kararı ile 9/4/2014 tarihinde tutuklanmıştır. Başvurucu 14/4/2014
tarihinde tahliye edilmiştir.
6. Başvurucu, tutuklanma öncesinde ve sonrasında
tutuklama kararı veren hâkimin bazı haksız ifade ve eylemlerde bulunduğu
iddiasıyla bu kararı veren hâkim aleyhine Adana 4. Asliye Hukuk Mahkemesinde
(Hukuk Mahkemesi) 16/5/2014 tarihinde manevi tazminat davası açmıştır.
7. Hukuk Mahkemesi, 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı
Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 46. ve 47. maddelerine istinaden hâkimlerin
yargılama faaliyetinden dolayı devlet aleyhine tazminat davası açılabileceği ve
ilk derece hâkimlerinin fiil ve kararlarından dolayı Yargıtay ilgili hukuk
dairesinde açılacak davanın ilk derece mahkemesi sıfatı ile görülmesi gerektiği
gerekçesiyle görev ve husumete ilişkin dava şartı noksanlığı nedeniyle davanın
usulden reddine 10/7/2014 tarihinde karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı
şöyledir:
''...[D]avacı tarafın dava dilekçesinde
açıklamalar bölümünde iddiasına konu yaptığı olaylar gözetildiğinde, davacı
hakkındaki soruşturma aşamasında sorgu ve CMK 100 vd maddeleri uyarınca
tutuklama kararı ile bu aşamadaki davalının savunma hakkını kısıtlayıcı nitelikteki
söz ve davranışları olarak iddia konusu yapılan eylemleri bir bütün olarak
değerlendirildiğinde HMK 46. ve 47. maddelerindeki düzenlemeler ile benzer
çekişmelerdeki mahkeme ve yargıtay kararları uyarınca hakimlerin yargılama
faaliyetinden dolayı devlet aleyhine tazminat davası açılabileceği ve ilk
derece hakimlerinin fiil ve kararlarından dolayı Yargıtay ilgili hukuk
dairesinde açılacak davanın ilk derece mahkemesi sıfatı ile görülmesi gerektiği
görüş ve düşüncesine varılarak davalının cevap ve savunmalarındaki usuli
itirazlarının yerinde olduğu mahkememizin yargılamada görevli olmayıp davalının
da davalı sıfatı ve husumetinin bulunmadığı gerekçesi ile mahkememizce resen
incelenmesi gerekli dava şartları yönünden HMK 114/1-b-c-d maddesindeki unsurların
yokluğu sonucuna varılmakla 115/2 maddesi uyarınca davanın usulden
reddine...Davalı kendini vekille temsil ettirdiğinden avukatlık asgari ücret
tarifesi hükümleri uyarınca hesaplanan 10.400,00 TL vekalet ücretinin davacıdan
alınarak davalıya ödenmesine...''
8. İlgili vekâlet ücreti alacağına dayalı olarak derhâl
icra takibi başlatılması üzerine hükmedilen tutar Adana İcra Müdürlüğüne
yatırılmış ve icranın geri bırakılmasına yönelik olarak mehil vesikası
düzenlenmiştir.
9. Kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 4. Hukuk
Dairesi, yargılama aşamasında ve karar tarihi öncesinde 28/6/2014 tarihli ve
6545 sayılı Kanun'un 70. ve 86. ve 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanunu'nun 141. maddelerine işaret ederek hükmü 17/9/2015 tarihinde
bozmuştur. Kararın ilgili kısımları şöyledir:
''...
5271 sayılı CMK'nın 141. maddesine 3. fıkra olarak eklenen madde hükmü uyarınca
'Birinci fıkrada yazan haller dışında suç soruşturması veya kovuşturması
sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk halleri de dahil
olmak üzere hakimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya
yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davaları ancak Devlet aleyhine
açılabilir.' Aynı Kanun'un 142. maddesinde ise tazminat isteminin zarara
uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi
tazminat konusu işlemle ilişkili ise aynı yerde başka ağır ceza dairesi yoksa,
en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanacağı hükmü bulunmaktadır.
Şu halde, anılan yasal düzenlemeler
uyarınca davaya bakma görevinin Ağır Ceza Mahkemesine ait olduğu gözetilmeden
ilk derece mahkemesi olarak Yargıtay ilgili hukuk dairesi'nin görevli olduğu
gerekçesiyle yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş, bu nedenle kararın
bozulması gerekmiştir.''
10. Bozma kararı üzerine Hukuk Mahkemesi 17/3/2016
tarihinde Yargıtay ilamında gösterilen hususlara işaret ederek görevsizlik
kararı vermiştir. Bunun yanında, başvurucu bireysel başvuru formunda herhangi
bir açıklamada bulunmamışsa da UYAP ortamında yapılan incelemede teminat olarak
İcra Müdürlüğüne yatırılan tutarın, başvurucu vekilinin talebi üzerine iade
edildiği tespit edilmiştir.
11. Başvurucunun müracaatı ile dosyanın gönderildiği
Adana 10. Ağır Ceza Mahkemesi (Ağır Ceza Mahkemesi) davalısının sadece ilgili
hâkim olarak görüldüğü davayı21/10/2016 tarihinde reddetmiştir. Gerekçenin
ilgili kısmı şöyledir:
''... [D]ava Hakimlerin ve Cumhuriyet Savcılarının hukuki
sorumluluğu hükümlerine dayanan 100.000,00 TL miktarlı manevi tazminat istemine
ilişkindir.
Davacı taraf İstihbarat Şube Müdür
Yardımcısı olarak görev yaptığı dönemde hakkında soruşturma başlatıldığını, o
dönemde Sulh Ceza Hakimi olan davalının verdiği hukuka aykırı tutuklama kararı
ve sorgusu sırasında savunma hakkını kısıtlayan tutum, davranış ve sözleri
nedeni ile zarara uğratıldığını belirterek uğradığı zararın manevi tazminat
olarak giderilmesini istemiştir.
Davalı taraf, hakimlerin hukuki
sorumluluğu kapsamında yargılama faaliyetlerinden dolayı devlet aleyhine
tazminat davası açılabileceği savunması ile pasif husumet yokluğu öne sürerek
ve esas yönünden de tazminata hükmedilmesini gerektirecek herhangi bir fiil ve
kararı bulunmadığından davanın reddini savunmuştur...
Adana 7. Ağır Ceza Mahkemesinin yazı
cevabından aynı davacı tarafından Adana 7. Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/384 Esas
sırasında görülmekte olan tazminat davasının olduğunun bildirildiği ve
mahkemenin yazı ekinde bu davaya ilişkin belgelerin gönderilmiş olduğu
görülmekle incelenmesinde; Davacının [E.Y], davalının Maliye Hazinesi, davanın CMK 141 ve devamı
maddeleri gereğince maddi manevi tazminat davası olduğu, dava tarihinin
30/04/2014 tarihi olduğu, davaya esas dosyanın Adana 8. Ağır Ceza Mahkemesinin
2014/106 Esas sayılı dosyası olduğu, mahkemece dava dilekçesinin kabulü ile
yargılamaya başlandığı, 04/12/2014 Tarihli, 2014/384 Esas ve 2014/339 Karar
sayılı karar ile davanın reddine karar verildiği, kararın davacı vekilince
temyiz edildiği ve henüz kesinleşmediği görülmüş olup, davalara esas dosyaların
aynı olduğu ancak davalı tarafların farklı olduğu görülmekle mahkememiz dosyası
ile mükerrer olmadıkları anlaşılmıştır.
Dava, Hakimlerin ve Cumhuriyet
Savcılarının hukuki sorumluluğu hükümlerine dayanan manevi tazminat istemine
ilişkindir. Davacı, Sulh Ceza Hakimi olan davalının verdiği hukuka aykırı
tutuklama kararıyla ve davranışlarıyla zarara uğratıldığı belirterek uğradığı
manevi zararın ödetilmesi isteminde bulunmuştur. 28/06/2014 tarihinde yürürlüğe
giren TCK ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair 6545 Sayılı Kanun'un
70. ve 86. maddeleri ile 5271 sayılı CMK'nın 141. maddesine 3. fıkra olarak
eklenen madde hükmü uyarınca ''Birinci fıkrada yazan haller dışında suç
soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer
sorumluluk halleri de dahil olmak üzere Hakimler ve Cumhuriyet Savcılarının
verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davaları ancak
Devlet aleyhine açılabilir.'' Aynı kanunun 142. maddesinde ise tazminat
isteminin zarara uğrayanın oturduğu yer Ağır Ceza Mahkemesinde ve eğer o yer
ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise aynı yerde başka ağır
ceza dairesi yoksa, en yakın yer Ağır Ceza Mahkemesinde karara bağlanacağı
hükmü bulunmaktadır.
Yukarıda açıklaması yapılan deliller ve
tüm dosya kapsamı bir bütün olarak ele alınıp değerlendirildiğinde; 5371 sayılı
CMK'nın 141/3. maddesi gereğince suç soruşturması veya kovuşturması sırasında
kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk halleri de dahil olmak üzere Hakimler
ve Cumhuriyet Savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler
nedeniyle tazminat davalarının Devlet aleyhine açılması gerektiği kanaati ve
ayrıca davanın CMK 141. vd. maddeleri uyarınca görülebilmesi için, öncelikle
CMK 142. maddesinde belirtilen sürelere riayet edilmesi ve kesinleşmiş bir
karar veya hükmün varlığı şart olmaktadır. Dava konusu yapılan soruşturmaya
ilişkin davanın açıldığı, Adana 8. Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/106 Esasında
derdest olduğu, yargılama sonucunda verilecek beraat kararının kesinleşmesi
halinde yasal süresi içinde Devlet aleyhine tazminat davası açılabileceğinin
açık bulunması karşısında, kesinleşmiş herhangi bir karar veya hüküm
bulunmaksızın açılmış bulunan davanın CMK 141. maddesindeki yasal koşulları
taşımadığı anlaşıldığından reddine....Davanın tamamen reddedilmiş olması nedeni
ile avukatlık asgari ücret tarifeleri gereğince 10.750 TL Nisbi vekalet
ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine...''
12. Kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 12. Ceza Dairesi,
yasal değişikliklere atıf yaparak hükmü, özetle davanın Maliye Hazinesine ihbar
edilerek davaya dâhil olması sağlandıktan sonra davanın esası hakkında bir
karar tesis edilmesi gerektiği gerekçesiyle hükmün bozulmasına 4/12/2017
tarihinde karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
''
5271 sayılı CMK'nun 141. maddesinde suç soruşturması veya kovuşturması
sırasında, 141. maddenin 1. fıkrasında düzenlenen haller nedeni ile zarar
gördüğünü iddia eden kişilerin maddî ve manevî her türlü zararlarını Devletten
isteyebilecekleri düzenlenmiştir. 18.06.2014 gün ve 6545 sayılı Türk Ceza
Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile eklenen 5320
sayılı Kanun'un geçici 8. maddesinde düzenlenen ''Bu Kanun’un yürürlüğe girdiği
tarihten önce suç soruşturması ve kovuşturması sırasında yapılan her türlü
işlem veya alınan karar nedeniyle hâkimler ve Cumhuriyet savcıları hakkında
hukuk mahkemelerinde açılan ve hâlen derdest olan tazminat davasına ilişkin
dosyaların mahkemesince, Yargıtay incelemesinde bulunan dosyaların ise esası
incelenmeksizin, ilgili dairece yetkili ağır ceza mahkemesine gönderilir. Bu
davaların ağır ceza mahkemelerince, Ceza Muhakemesi Kanununun 141'inci ve
devamı maddeleri uyarınca Devlet aleyhine yürütülmek suretiyle karara
bağlanır" hükmü karşısında, inceleme konusu dava kapsamında davanın Maliye
Hazinesine ihbar edilerek davaya dahil olması sağlandıktan sonra davanın esası
hakkında bir karar tesis edilmesi gerektiği gözetilmeden yazılı gerekçelerle
davanın usulden reddine karar verilmesi, kanuna aykırı olup.. BOZULMASINA...''
13. Ağır Ceza Mahkemesi, bozma kararında belirtildiği
gibi Maliye Hazinesini davaya davalı olarak kabul ettikten sonra yukarıdaki
aynı gerekçe ile (bkz. § 11) davanın reddine karar vermiştir. Ağır Ceza
Mahkemesi, ayrıca davanın tamamen reddedilmesi nedeniyle davalısı devlet ve
ilgili hâkim olarak gösterilen dosyada her iki davalı yönünden ayrı ayrı
ödenmek üzere 4.360 TL vekâlet ücretinin başvurucudan tahsil edilerek
davalılara ödenmesine karar verilmesine hükmetmiştir.
14. Bu karar Yargıtay tarafından 1/10/2018 tarihinde
onanarak kesinleşmiştir. Karar başvurucu tarafından 18/12/2018 tarihinde
öğrenilmiştir.
IV. İLGİLİ
HUKUK
15. 6545 sayılı Kanun'un 86. maddesi ile 5320 sayılı
Kanun'a eklenen geçici 8. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1)
Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce suç soruşturması ve kovuşturması
sırasında yapılan her türlü işlem veya alınan karar nedeniyle hâkimler ve
Cumhuriyet savcıları hakkında hukuk mahkemelerinde açılan ve hâlen derdest olan
tazminat davasına ilişkin dosyalar mahkemesince, Yargıtay incelemesinde bulunan
dosyalar ise esası incelenmeksizin ilgili dairece yetkili ağır ceza mahkemesine
gönderilir. Bu davalar ağır ceza mahkemelerince, Ceza Muhakemesi Kanununun 141
inci ve devamı maddeleri uyarınca Devlet aleyhine yürütülmek suretiyle karara
bağlanır.”
16. 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar
Kanunu'nun mülga 93/A maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
''Hâkim
ve savcıların bir soruşturma, kovuşturma veya davayla ilgili olarak yaptıkları
işlem, yürüttükleri faaliyet veya verdikleri her türlü kararlar nedeniyle:
a) Ancak Devlet aleyhine tazminat davası
açılabilir.
b) Kişisel kusur, haksız fiil veya diğer
sorumluluk sebeplerine dayanılarak da olsa hâkim veya savcı aleyhine tazminat
davası açılamaz...''
17. 6545 sayılı Kanun'un 70. maddesi ile değişik 5271
sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı 141.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
" (1) Suç soruşturması veya
kovuşturması sırasında;
....
Kişiler, maddî ve manevî her türlü
zararlarını, Devletten isteyebilirler.
...
(3) Birinci fıkrada yazan hâller
dışında, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız
fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet
savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat
davaları ancak Devlet aleyhine açılabilir.
(4) Devlet, ödediği tazminattan dolayı
görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle görevini kötüye kullanan
hâkimler ve Cumhuriyet savcılarına bir yıl içinde rücu eder.''
18. Diğer ilgili mevzuat ve yargısal içtihatlar için
ayrıca bkz. Uğur İbrahimhakkıoğlu, B.No: 2018/17776, § § 14-22).
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
19. Anayasa Mahkemesinin 2/11/2022 tarihinde yapmış
olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Adli Yardım
Talebi Yönünden
20. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No:
2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler dikkate alınarak, geçimini
önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden
yoksun olduğu anlaşılan başvurucunun açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli
yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.
B. Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
21. Başvurucu; davanın hâkime karşı haksız fiil
eylemlerine istinaden açıldığı hâlde 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin(1)
numaralı fıkrasına göre açılmış bir dava gibi değerlendirildiğini, aynı
maddenin (3) numaralı fıkrasının somut olayda yanlış uygulandığını, yerel mahkemenin
bu hususları açıklayamadığını, kararın bariz takdir hatası içerdiğini ve keyfî
nitelikte olduğunu, bu hâliyle hak arama hürriyetinin ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
2. Değerlendirme
22. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak
alınacak "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
23. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16). Başvurucunun şikâyetlerinin genel olarak adil yargılanma hakkının
güvencelerinden biri olan hakkaniyete uygun yargılanma hakkına yönelik olduğu
değerlendirildiğinden inceleme bu kapsamda yapılmıştır.
24. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı maddi adaleti değil şeklî adaleti temin etmeye yönelik
güvenceler içermektedir. Bu bakımdan adil yargılanma hakkı davanın taraflardan
biri lehine sonuçlanmasını garanti etmemektedir. Adil yargılanma hakkı temel
olarak yargılama sürecinin ve usulünün hakkaniyete uygun olarak yürütülmesini
teminat altına almaktadır (M.B. [GK], B. No: 2018/37392,
23/7/2020, § 80).
25. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında kanun
yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel
başvuruda incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler
önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile
uyuşmazlık konusunda varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu
olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil
eden, bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içeren tespit ve sonuçlar bu
kapsamda değildir (konuya ilişkin birçok karar arasından bkz. Ahmet Sağlam,
B. No: 2013/3351, 18/9/2013).
26. Ancak temel hak ve özgürlüklere müdahalenin söz
konusu olduğu durumlarda derece mahkemelerinin takdir ve değerlendirmelerinin
Anayasa'daki güvencelere etkisini nihai olarak değerlendirecek merci Anayasa
Mahkemesidir. Bu itibarla Anayasa'da öngörülen güvenceler dikkate alınarak
bireysel başvuru kapsamındaki temel hak ve özgürlüklerin ihlal edilip
edilmediğine ilişkin herhangi bir inceleme kanun yolunda gözetilmesi gereken
hususun incelenmesi olarak nitelendirilemez (Şahin Alpay (2) [GK],
B. No: 2018/3007, 15/3/2018, § 53).
27. Diğer taraftan Anayasa Mahkemesi çok istisnai
durumlarda temel hak ve özgürlüklerden biri ile doğrudan ilgili olmayan bir
şikâyeti kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin yasak kapsamına
girmeden inceleyebilir. Açık bir keyfîlik nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin
temelden sarsıldığı ve adil yargılanma hakkı kapsamındaki usule ilişkin
güvencelerin anlamsız hâle geldiği çok istisnai durumlarda aslında yargılamanın
sonucuna ilişkin olan bu durumun bizatihi kendisi usule ilişkin bir güvenceye
dönüşmüş olur. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin derece mahkemelerinin
değerlendirmelerinin usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle getirip
getirmediğini ve açık bir keyfîlik nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin
temelden sarsılıp sarsılmadığını incelemesi, yargılamanın sonucunu
değerlendirdiği anlamına gelmez. Sonuç olarak Anayasa Mahkemesi derece
mahkemelerinin delillerle ilgili değerlendirmelerine ancak açık bir keyfîlik ve
adil yargılanma hakkı kapsamındaki usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle
getiren bir uygulama varsa müdahale edebilecektir (Ferhat Kara [GK], B.
No: 2018/15231, 4/6/2020, § 149; M.B., § 83).
28. Başvurucuların medeni haklarıyla ilgili
uyuşmazlıklarda uygulanan hukuk kurallarının açıkça keyfî veya hakkın
tesliminden kaçınacak (adaleti hiçe sayacak) biçimde yorumlanması usule ilişkin
güvenceleri anlamsız hâle getireceğinden adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğinden söz edilebilir. Zira bu durumda derece mahkemesinin yorumunun
başvurucu tarafından öngörülmesi mümkün olmayıp hukuk kurallarının öngörülemez
biçimde yorumlanması hukuk devleti ilkesini örseler (M.B., § 86).
29. 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü
Muhakemeleri Kanunu'nun yürürlüğe girmesinden sonra hâkimler 83 yıl boyunca
yargısal görevlerinin ifası ile ilgili olarak verdikleri iddia edilen
zararlardan 1086 sayılı mülga Kanun'un573. maddesinde9/2/2011 tarihli ve 6110
sayılı Kanun'un 14. maddesiyle yapılan değişikliğe kadar bizzat sorumlu
tutulmuşlardı. 6110 sayılı Kanun'un 14. maddesinin 1 numaralı fıkrası ile “Hâkimlerin
yargılama faaliyetlerinden dolayı aşağıdaki sebeplere dayanılarak Devlet
aleyhine tazminat davası açılabilir” hükmü 1086 sayılı Kanun'un 573.
maddesine eklenmiştir.
30. 6100 sayılı Kanun'un 1/10/2011 tarihinde yürürlüğe
girmesinden sonra, hâkimlerin yargısal vazifeleri ile ilgili hukuksal
sorumluluğunun şartları, davaların açılacağı mahkeme, dilekçelerde belirtilmesi
gereken hususlar ve ilgili hâkime ihbar usulü bu Kanun'un 46 ve 49.
maddelerinde düzenlenmiştir.
31. 2802 sayılı Kanun'un 93/Amaddesine göre hâkim ve
savcıların görevlerini yaparken sebep oldukları zararlar sebebiyle açılacak tazminat
davasının ancak devlet aleyhine açılabileceği; kişisel kusur, haksız fiil veya
diğer sorumluluk sebeplerine dayanılarak da olsa hâkim veya savcı aleyhine
tazminat davası açılamayacağı hüküm altına alınmıştır. 6110 sayılı Kanun'un
geçici 2. maddesi uyarınca da hâkime karşı açılmış ve anılan Kanun yürürlüğe
girdiğinde derdest olan davalara da Devlet aleyhine devam olunacağı
düzenlenmiştir.
32. Süreç içerisinde21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı
Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu İle Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un19. maddesi ile 2802 sayılı Kanun’un 93/A
maddesinin yürürlükten kaldırılması nedeniyle hukuk hâkimleri dışındaki
hâkimler ile Cumhuriyet savcılarının hukuksal sorumluluğunun hangi normlara
göre belirlenmesine dair belirsizlik 6545 sayılı Kanun'un 70. maddesi ile
giderilmiştir. Bu kanun ile 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin 3. ve 4.
fıkralarına yapılan eklemeler neticesinde, suç soruşturması veya kovuşturması
sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil
olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya
yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davalarının ancak devlet aleyhine
açılabileceği; aynı Kanun'un geçici 8. maddesi ile de bu Kanun'un yürürlüğe
girdiği tarihten önce suç soruşturması ve kovuşturması sırasında yapılan her
türlü işlem veya alınan karar nedeniyle hâkimler ve Cumhuriyet savcıları
hakkında hukuk mahkemelerinde açılan ve hâlen derdest olan tazminat davasına
ilişkin dosyalar mahkemesince, Yargıtay incelemesinde bulunan dosyalar ise
esası incelenmeksizin ilgili dairece yetkili ağır ceza mahkemesine
gönderileceği, bu davaların ağır ceza mahkemelerince 5271 sayılı Kanun'un 141.
ve devamı maddeleri uyarınca devlet aleyhine yürütülmek suretiyle karara
bağlanacağı hüküm altına alınmıştır.
33. Somut olayda Ağır Ceza Mahkemesi, yukarıda ayrıntılı
olarak açıklanan süreç içerisinde (bkz. §§ 11-13) yasal değişiklikleri
gözönünde bulundurarak davayı incelemiş ve yasal şartları oluşmadığı
gerekçesiyle tazminat davasının reddine karar vermiştir. Ağır Ceza
Mahkemesi,5371 sayılı Kanun'un 141. maddesinin 3. maddesi gereğince suç
soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer
sorumluluk hâlleri de dahil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının
verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davalarının
devlet aleyhine açılması gerektiğini ayrıca öncelikle aynı Kanun'un 142.
maddelerinde belirtilen sürelere riayet edilmesi ve kesinleşmiş bir karar veya
hükmün varlığı bulunması gerektiğini, somut olayda ise başvurucu hakkında Adana
8. Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/106 esasında görülmekte olan bir davanın var
olduğunu, yargılama sonucunda verilecek beraat kararının kesinleşmesi hâlinde
ise yasal süresi içinde devlet aleyhine tazminat davası açılabileceğini kabul
etmiştir. Ağır Ceza Mahkemesine göre, açık yasal düzenleme karşısında somut
olayda, kesinleşmiş herhangi bir karar veya hüküm bulunmamaktadır. Tüm bu
tespitlerden hareketle Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucu lehine tazminat
verilebilmesinin şartlarının somut davada bulunmadığı değerlendirmesinde
bulunmuştur.
34. Bu tespit ve değerlendirmeler sonrasında başvurucu
tarafından ileri sürülen iddiaların (bkz. § 21) delillerin değerlendirilmesi ve
hukuk kurallarının yorumlanmasına ilişkin olduğu, kararda bariz takdir hatası
veya açık bir keyfîlik oluşturan bir durumun da bulunmadığı dikkate alındığında
ihlal iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu sonucuna
ulaşılmıştır.
35. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer
kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. Vekâlet Ücretine Hükmedilmesi Nedeniyle Mahkemeye
Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
36. Başvurucu, kanuna aykırı şekilde devlet hazinesi
yanında ilgili hâkime de vekâlet ücreti ödemek zorunda kalması nedeniyle adil
yargılanma hakkının ve Anayasa'nın 5. maddesi ile eşitlik ilkesinin ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
37. Bakanlık görüşünde, Anayasa Mahkemesinin vekâlet
ücretine ilişkin olarak vermiş olduğu Serkan Acar (B. No: 2013/1613,
2/10/2013,) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Ashingdane/Birleşik
Krallık, (B. No: 8225/78, 28/5/1985, § 57) kararına atıftan sonra5271
Sayılı Kanun'un 141. maddesi bağlamında açılacak tazminat davalarının devlete
karşı açılabileceği düzenlemesinin bulunduğu, bu durumun doğal sonucu olarak
Hazinenin bu davalarda davalı taraf sıfatını almasının başvuranın açtığı davayı
sürdürmesini imkânsız hale getirmediği vea şırı derecede zorlaştırmadığını, ayrıca
davanın reddedilmesi nedeniyle davalı hazine vekili lehine hükmedilen maktu
vekâlet ücretinin başvurana orantısız bir külfet yüklemediğini belirmiştir.
38. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı bireysel başvuru
formunda ileri sürdüğü hususları tekrarlamış ve 100.000 TL tazminat talebinde
bulunmuştur.
2. Değerlendirme
39. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak
alınacak "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
a. İddiaların Nitelendirilmesi ve İncelemenin Kapsamının
Belirlenmesi Yönünden
40. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
Şikâyetlerine (bkz. § 36) bakıldığında başvurucunun temel olarak reddedilen
davada davalı olarak yalnızca devletin olmasının gerekmesine rağmen ilk
davasını açtığı davalının kanunun açık hükmüne rağmen davalı olarak ayrıca
kabul edilmesi ve bu kişi lehine ayrıca vekâlet ücreti ödenmesine karar
verilmesinden şikâyet ettiği anlaşılmaktadır. Bu nedenle başvurucunun bu
kapsamdaki iddiaları sadece vekâlet ücreti yönünden adil yargılanma hakkının
güvencelerinden olan mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenecek,
başvurucunun ihlal edildiğini ileri sürdüğü Anayasa'nın 5. maddesi, eşitlik
ilkesi ile ayrımcılık yasağı yönünden ayrıca bir değerlendirme yapılmayacaktır.
b. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
41. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Esas
Yönünden
i. Müdahalenin
Varlığı ve Hakkın Kapsamı
42. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında,
herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve
savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim
hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün
bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma
ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası
sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil
edildiği vurgulanmıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni (Sözleşme)
yorumlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım
Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156,
20/4/2017, § 34).
43. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne
taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını
isteyebilmek anlamına gelmektedir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013,
§ 52).
44. Somut olayda, başvurucu aleyhine vekâlet ücretine
hükmedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkına bir müdahalede bulunulduğu
açıktır.
ii. Müdahalenin
İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
45. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
46. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde
belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 36. maddesinin
ihlalini teşkil edecektir. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler,
demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın
Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir. Bu nedenle öncelikle başvurucunun mahkemeye erişim
hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağının bulunup bulunmadığının
incelenmesi gerekir.
47. Hak ve özgürlüklerin, bunlara yapılacak müdahalelerin
ve sınırlandırmaların kanunla düzenlenmesi bu haklara ve özgürlüklere keyfî
müdahaleyi engelleyen, hukuk güvenliğini sağlayan demokratik hukuk devletinin
en önemli unsurlarından biridir (Tahsin Erdoğan, B. No: 2012/1246,
6/2/2014, § 60).
48. Müdahalenin kanuna dayalı olması öncelikle şeklî
manada bir kanunun varlığını zorunlu kılar. Şeklî manada kanun, Türkiye Büyük
Millet Meclisi (TBMM) tarafından Anayasa'da belirtilen usule uygun olarak kanun
adı altında çıkarılan düzenleyici yasama işlemidir. Hak ve özgürlüklere
müdahale edilmesi ancak yasama organınca kanun adı altında çıkarılan
düzenleyici işlemlerde müdahaleye imkân tanıyan bir hükmün bulunması şartına
bağlıdır. TBMM tarafından çıkarılan şeklî anlamda bir kanun hükmünün
bulunmaması hakka yapılan müdahaleyi anayasal temelden yoksun bırakır (Ali
Hıdır Akyol ve diğerleri [GK], B. No: 2015/17510, 18/10/2017, § 56).
49. Kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının
da bireylerin davranışlarının sonucunu öngörebileceği kadar hukuki belirlilik
taşıması gerekir. Bir diğer ifadeyle kanunun kalitesi de kanunilik koşulunun
sağlanıp sağlanmadığının tespitinde önem arz etmektedir (Necmiye Çiftçi ve
diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55). Müdahalenin kanuna dayalı
olması, iç hukukta müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir ve öngörülebilir
kuralların bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK],
B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44). Kanunilik unsuru yönünden değerlendirme
yapılırken derece mahkemelerince müdahaleye imkân tanıyan kanun hükümlerinin
yorumu ve bu hükümlerin olaya uygulanması bariz takdir hatası ya da açık
keyfîlik içermediği sürece bu alanda bir inceleme yapılması bireysel başvurunun
amacıyla bağdaşmaz. Ancak derece mahkemelerinin müdahaleye imkân tanıyan kanun
hükmünü açık bir biçimde hatalı yorumladıkları ve uyguladıklarının tespiti
hâlinde müdahalenin kanunilik temelinden yoksun olduğu sonucuna ulaşılabilir (Ramazan
Atay, B. No: 2017/26048, 29/1/2020, § 29).
50. Ayrıntıları yukarıda "Olay ve Olgular"
kısmında açıklanan somut olayda, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında
kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere
hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları
işlemler nedeniyle tazminat davalarının ancak devlet aleyhine açılabileceği
6545 sayılı Kanun'un 70. ve 86. maddeleri ile 5271 sayılı Kanun'un 141.
maddesinin 3. fıkrası uyarınca kabul edilmiştir. Bunun yanında ayrıca6545
sayılı Kanun'un 86. maddesi ile 5320 sayılı Kanun'a eklenen geçici 8.
maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre de (bkz. 15) Kanun'un yürürlüğe girdiği
tarihten önce suç soruşturması ve kovuşturması sırasında yapılan her türlü işlem
veya alınan karar nedeniyle hâkimler ve Cumhuriyet savcıları hakkında hukuk
mahkemelerinde açılan ve hâlen derdest olan tazminat davasına ilişkin
dosyaların ilgili yetkili ağır ceza mahkemesine gönderileceği, bu davaların
ağır ceza mahkemelerince 5271 sayılı Kanun'un 141.ve devamı maddeleri uyarınca
devlet aleyhine yürütülmek suretiyle karara bağlanacağı açıkça kabul
edilmiştir.
51. Somut olayda (bkz. §§ 5-14)başvurucu tarafından
davanın açıldığı tarih itibarıyla hukuksal olarak mümkün olan ve davalısı suç
soruşturması sırasında görev alan ilgili hakim aleyhine açılan tazminat davası
henüz karara bağlanmamışken ilgili mevzuatta değişiklik yapılarak netice
itibarıyla bu davaların devlet aleyhine yürütülmesi gerekliliği noktasında
herhangi bir şüphe bulunmamaktadır. Bununla beraber bireysel başvuruya konu
edilen somut yargılamada, nihayetinde davalı olarak devletin belirlenmesinin
yanında, ayrıca ilgili hâkimin de davalı gösterilip davaya devam edilmesinin ve
davanın da reddedilmesi üzerine başvurucu aleyhine ayrıca bir vekâlet ücretine
hükmedilmesinin kanuni temelinin bulunmadığı böylece müdahalenin kanuni
temelden yoksun olduğu anlaşılmıştır.
52. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye
erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
D. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
53. Başvurucu; tutuklanmasını gerektirecek hiçbir
kategorik suça girmeyen üç ayrı tutuklamadan ikisi yönünden takipsizlikle
sonuçlanan soruşturmalar nedeniyle kamu görevinden çıkarıldığını, meşru
beklenti olarak şahsının ve ailesinin geçimini icra ettiği meslekle karşılarken
kamu görevinden çıkarılmış olması nedeniyle kimsenin iş vermemesinden dolayı
mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
54. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı"
kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras
haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla,
kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum
yararına aykırı olamaz."
55. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir
kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Mustafa
Ateşoğlu ve diğerleri, B. No: 2013/1178, 5/11/2015, § 54). Bu nedenle
öncelikle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren
mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki
durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382,
16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31).
56. Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkı
mevcut mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir. Bir kişinin hâlihazırda
sahibi olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma hakkı -kişinin bu konudaki
menfaati ne kadar güçlü olursa olsun- Anayasa'yla korunan mülkiyet kavramı
içinde değildir. Bu bağlamda belirtmek gerekir ki Anayasa'nın 35. maddesi soyut
bir temele dayalı olarak mülkiyete erişmeyi ve mülkiyeti edinmeyi değil
mülkiyet hakkını güvence altına almaktadır. Bu hususun istisnası olarak belli durumlarda
bir ekonomik değer veya icrası mümkün bir alacağı elde etmeye
yönelik meşru bir beklenti Anayasa'da yer alan mülkiyet hakkı
güvencesinden yararlanabilir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No:
2012/636, 15/4/2014, §§ 36, 37; Mehmet Şentürk [GK], B. No: 2014/13478,
25/7/2017, §§ 41, 53; Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, §§ 52-54).
57. Meşru beklenti objektif temelden uzak bir beklenti
olmayıp belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma ihtimalinin yüksek
olduğunu gösteren yerleşik bir yargı içtihadına ya da ayni menfaatle ilgili
hukuki bir işleme dayanan yeterli derecede somut nitelikteki bir beklentidir (Selçuk
Emiroğlu, B. No: 2013/5660, 20/3/2014, § 28; Mehmet Şentürk, § 42).
Dolayısıyla Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ortak koruma
kapsamında olan meşru beklentiye dayalı mülkiyet hakkının tespiti mevcut hukuk
sisteminde iddia edilen mülkiyet iddiasının tanınmasına bağlı olup bu tespit,
mevzuat hükümleri ve yargı kararları ile yapılmaktadır (Üçgen Nakliyat
Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/845, 20/11/2014, § 37). Temelsiz bir hak
kazanma beklentisi veya sadece mülkiyet hakkı kapsamında ileri sürülebilir bir
iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (Kemal Yeler
ve Ali Arslan Çelebi, B. No: 2012/636, 15/4/2014, § 37).
58. Başvurucunun iddialarına bu yönden bakıldığında,
başvurucunun kamu görevinden çıkarılmasının ardından kendisine kimsenin iş
vermemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşse de
başvurucunun henüz gerçekleşmemiş, ileride gerçekleşmesi ihtimal dairesinde
bulunan çalışabilme durumuna göre iddialarda bulunduğu anlaşılmıştır. Bir başka
ifadeyle başvurucu, çalışmasına dayalı olarak bir beklenti dahi olmaksızın
ihtimali olan hususlara işaretle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini öne sürmüştür.
Başvurucunun bu durum karşısında Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına
alınan bir mülkünün veya mülkü elde etme yönünde yeterli hukuki temele dayalı
meşru bir beklentisinin bulunmadığı anlaşılmıştır.
59. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer
kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin konu bakımından
yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
E. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
60. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiğiyargı mercilerince
yapılması gereken iş yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa
Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında
belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (6216 sayılı Kanun'un 50.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden
yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet
Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve
diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis
Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100). Bu sebeple
kararın bir örneğinin Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesi gerekmektedir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adli yardım talebinin KABULÜNE,
B. Kamuya açık belgelerde başvurucunun kimliğinin gizli
tutulması talebinin KABULÜNE,
C. 1. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
3. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu
bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
D. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
E. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının
ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak
üzere Adana 10. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2016/279, K.2016/414) GÖNDERİLMESİNE,
F. Tazminata ilişkin taleplerin REDDİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 2/11/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.