logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(E.Y. [2.B.], B. No: 2018/37807, 2/11/2022, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

E.Y. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/37807)

 

Karar Tarihi: 2/11/2022

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

GİZLİLİK TALEBİ KABUL

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Basri BAĞCI

 

 

Kenan YAŞAR

Raportör

:

Hasan SARAÇ

Başvurucu

:

E.Y.

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; tutuklama kararı veren hâkimin kişisel kusuru bulunduğu iddiasıyla hâkim aleyhine açılan tazminat davasında aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, davanın hakkaniyete aykırı şekilde reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 27/12/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.

3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:

5. Başvurucu, Adana'da İstihbarat Şube Müdürlüğünde şube müdür yardımcısı olarak görev yaparken resmî belgede sahtecilik, iftira ve suç uydurma suçlarından başlatılan soruşturma kapsamında Adana 1. Sulh Ceza Hâkimliği kararı ile 9/4/2014 tarihinde tutuklanmıştır. Başvurucu 14/4/2014 tarihinde tahliye edilmiştir.

6. Başvurucu, tutuklanma öncesinde ve sonrasında tutuklama kararı veren hâkimin bazı haksız ifade ve eylemlerde bulunduğu iddiasıyla bu kararı veren hâkim aleyhine Adana 4. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Hukuk Mahkemesi) 16/5/2014 tarihinde manevi tazminat davası açmıştır.

7. Hukuk Mahkemesi, 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 46. ve 47. maddelerine istinaden hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı devlet aleyhine tazminat davası açılabileceği ve ilk derece hâkimlerinin fiil ve kararlarından dolayı Yargıtay ilgili hukuk dairesinde açılacak davanın ilk derece mahkemesi sıfatı ile görülmesi gerektiği gerekçesiyle görev ve husumete ilişkin dava şartı noksanlığı nedeniyle davanın usulden reddine 10/7/2014 tarihinde karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

''...[D]avacı tarafın dava dilekçesinde açıklamalar bölümünde iddiasına konu yaptığı olaylar gözetildiğinde, davacı hakkındaki soruşturma aşamasında sorgu ve CMK 100 vd maddeleri uyarınca tutuklama kararı ile bu aşamadaki davalının savunma hakkını kısıtlayıcı nitelikteki söz ve davranışları olarak iddia konusu yapılan eylemleri bir bütün olarak değerlendirildiğinde HMK 46. ve 47. maddelerindeki düzenlemeler ile benzer çekişmelerdeki mahkeme ve yargıtay kararları uyarınca hakimlerin yargılama faaliyetinden dolayı devlet aleyhine tazminat davası açılabileceği ve ilk derece hakimlerinin fiil ve kararlarından dolayı Yargıtay ilgili hukuk dairesinde açılacak davanın ilk derece mahkemesi sıfatı ile görülmesi gerektiği görüş ve düşüncesine varılarak davalının cevap ve savunmalarındaki usuli itirazlarının yerinde olduğu mahkememizin yargılamada görevli olmayıp davalının da davalı sıfatı ve husumetinin bulunmadığı gerekçesi ile mahkememizce resen incelenmesi gerekli dava şartları yönünden HMK 114/1-b-c-d maddesindeki unsurların yokluğu sonucuna varılmakla 115/2 maddesi uyarınca davanın usulden reddine...Davalı kendini vekille temsil ettirdiğinden avukatlık asgari ücret tarifesi hükümleri uyarınca hesaplanan 10.400,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya ödenmesine...''

8. İlgili vekâlet ücreti alacağına dayalı olarak derhâl icra takibi başlatılması üzerine hükmedilen tutar Adana İcra Müdürlüğüne yatırılmış ve icranın geri bırakılmasına yönelik olarak mehil vesikası düzenlenmiştir.

9. Kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, yargılama aşamasında ve karar tarihi öncesinde 28/6/2014 tarihli ve 6545 sayılı Kanun'un 70. ve 86. ve 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 141. maddelerine işaret ederek hükmü 17/9/2015 tarihinde bozmuştur. Kararın ilgili kısımları şöyledir:

''... 5271 sayılı CMK'nın 141. maddesine 3. fıkra olarak eklenen madde hükmü uyarınca 'Birinci fıkrada yazan haller dışında suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk halleri de dahil olmak üzere hakimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davaları ancak Devlet aleyhine açılabilir.' Aynı Kanun'un 142. maddesinde ise tazminat isteminin zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise aynı yerde başka ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanacağı hükmü bulunmaktadır.

Şu halde, anılan yasal düzenlemeler uyarınca davaya bakma görevinin Ağır Ceza Mahkemesine ait olduğu gözetilmeden ilk derece mahkemesi olarak Yargıtay ilgili hukuk dairesi'nin görevli olduğu gerekçesiyle yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş, bu nedenle kararın bozulması gerekmiştir.''

10. Bozma kararı üzerine Hukuk Mahkemesi 17/3/2016 tarihinde Yargıtay ilamında gösterilen hususlara işaret ederek görevsizlik kararı vermiştir. Bunun yanında, başvurucu bireysel başvuru formunda herhangi bir açıklamada bulunmamışsa da UYAP ortamında yapılan incelemede teminat olarak İcra Müdürlüğüne yatırılan tutarın, başvurucu vekilinin talebi üzerine iade edildiği tespit edilmiştir.

11. Başvurucunun müracaatı ile dosyanın gönderildiği Adana 10. Ağır Ceza Mahkemesi (Ağır Ceza Mahkemesi) davalısının sadece ilgili hâkim olarak görüldüğü davayı21/10/2016 tarihinde reddetmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:

''... [D]ava Hakimlerin ve Cumhuriyet Savcılarının hukuki sorumluluğu hükümlerine dayanan 100.000,00 TL miktarlı manevi tazminat istemine ilişkindir.

Davacı taraf İstihbarat Şube Müdür Yardımcısı olarak görev yaptığı dönemde hakkında soruşturma başlatıldığını, o dönemde Sulh Ceza Hakimi olan davalının verdiği hukuka aykırı tutuklama kararı ve sorgusu sırasında savunma hakkını kısıtlayan tutum, davranış ve sözleri nedeni ile zarara uğratıldığını belirterek uğradığı zararın manevi tazminat olarak giderilmesini istemiştir.

Davalı taraf, hakimlerin hukuki sorumluluğu kapsamında yargılama faaliyetlerinden dolayı devlet aleyhine tazminat davası açılabileceği savunması ile pasif husumet yokluğu öne sürerek ve esas yönünden de tazminata hükmedilmesini gerektirecek herhangi bir fiil ve kararı bulunmadığından davanın reddini savunmuştur...

Adana 7. Ağır Ceza Mahkemesinin yazı cevabından aynı davacı tarafından Adana 7. Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/384 Esas sırasında görülmekte olan tazminat davasının olduğunun bildirildiği ve mahkemenin yazı ekinde bu davaya ilişkin belgelerin gönderilmiş olduğu görülmekle incelenmesinde; Davacının [E.Y], davalının Maliye Hazinesi, davanın CMK 141 ve devamı maddeleri gereğince maddi manevi tazminat davası olduğu, dava tarihinin 30/04/2014 tarihi olduğu, davaya esas dosyanın Adana 8. Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/106 Esas sayılı dosyası olduğu, mahkemece dava dilekçesinin kabulü ile yargılamaya başlandığı, 04/12/2014 Tarihli, 2014/384 Esas ve 2014/339 Karar sayılı karar ile davanın reddine karar verildiği, kararın davacı vekilince temyiz edildiği ve henüz kesinleşmediği görülmüş olup, davalara esas dosyaların aynı olduğu ancak davalı tarafların farklı olduğu görülmekle mahkememiz dosyası ile mükerrer olmadıkları anlaşılmıştır.

Dava, Hakimlerin ve Cumhuriyet Savcılarının hukuki sorumluluğu hükümlerine dayanan manevi tazminat istemine ilişkindir. Davacı, Sulh Ceza Hakimi olan davalının verdiği hukuka aykırı tutuklama kararıyla ve davranışlarıyla zarara uğratıldığı belirterek uğradığı manevi zararın ödetilmesi isteminde bulunmuştur. 28/06/2014 tarihinde yürürlüğe giren TCK ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair 6545 Sayılı Kanun'un 70. ve 86. maddeleri ile 5271 sayılı CMK'nın 141. maddesine 3. fıkra olarak eklenen madde hükmü uyarınca ''Birinci fıkrada yazan haller dışında suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk halleri de dahil olmak üzere Hakimler ve Cumhuriyet Savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davaları ancak Devlet aleyhine açılabilir.'' Aynı kanunun 142. maddesinde ise tazminat isteminin zarara uğrayanın oturduğu yer Ağır Ceza Mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise aynı yerde başka ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer Ağır Ceza Mahkemesinde karara bağlanacağı hükmü bulunmaktadır.

Yukarıda açıklaması yapılan deliller ve tüm dosya kapsamı bir bütün olarak ele alınıp değerlendirildiğinde; 5371 sayılı CMK'nın 141/3. maddesi gereğince suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk halleri de dahil olmak üzere Hakimler ve Cumhuriyet Savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davalarının Devlet aleyhine açılması gerektiği kanaati ve ayrıca davanın CMK 141. vd. maddeleri uyarınca görülebilmesi için, öncelikle CMK 142. maddesinde belirtilen sürelere riayet edilmesi ve kesinleşmiş bir karar veya hükmün varlığı şart olmaktadır. Dava konusu yapılan soruşturmaya ilişkin davanın açıldığı, Adana 8. Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/106 Esasında derdest olduğu, yargılama sonucunda verilecek beraat kararının kesinleşmesi halinde yasal süresi içinde Devlet aleyhine tazminat davası açılabileceğinin açık bulunması karşısında, kesinleşmiş herhangi bir karar veya hüküm bulunmaksızın açılmış bulunan davanın CMK 141. maddesindeki yasal koşulları taşımadığı anlaşıldığından reddine....Davanın tamamen reddedilmiş olması nedeni ile avukatlık asgari ücret tarifeleri gereğince 10.750 TL Nisbi vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine...''

12. Kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 12. Ceza Dairesi, yasal değişikliklere atıf yaparak hükmü, özetle davanın Maliye Hazinesine ihbar edilerek davaya dâhil olması sağlandıktan sonra davanın esası hakkında bir karar tesis edilmesi gerektiği gerekçesiyle hükmün bozulmasına 4/12/2017 tarihinde karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

'' 5271 sayılı CMK'nun 141. maddesinde suç soruşturması veya kovuşturması sırasında, 141. maddenin 1. fıkrasında düzenlenen haller nedeni ile zarar gördüğünü iddia eden kişilerin maddî ve manevî her türlü zararlarını Devletten isteyebilecekleri düzenlenmiştir. 18.06.2014 gün ve 6545 sayılı Türk Ceza Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile eklenen 5320 sayılı Kanun'un geçici 8. maddesinde düzenlenen ''Bu Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten önce suç soruşturması ve kovuşturması sırasında yapılan her türlü işlem veya alınan karar nedeniyle hâkimler ve Cumhuriyet savcıları hakkında hukuk mahkemelerinde açılan ve hâlen derdest olan tazminat davasına ilişkin dosyaların mahkemesince, Yargıtay incelemesinde bulunan dosyaların ise esası incelenmeksizin, ilgili dairece yetkili ağır ceza mahkemesine gönderilir. Bu davaların ağır ceza mahkemelerince, Ceza Muhakemesi Kanununun 141'inci ve devamı maddeleri uyarınca Devlet aleyhine yürütülmek suretiyle karara bağlanır" hükmü karşısında, inceleme konusu dava kapsamında davanın Maliye Hazinesine ihbar edilerek davaya dahil olması sağlandıktan sonra davanın esası hakkında bir karar tesis edilmesi gerektiği gözetilmeden yazılı gerekçelerle davanın usulden reddine karar verilmesi, kanuna aykırı olup.. BOZULMASINA...''

13. Ağır Ceza Mahkemesi, bozma kararında belirtildiği gibi Maliye Hazinesini davaya davalı olarak kabul ettikten sonra yukarıdaki aynı gerekçe ile (bkz. § 11) davanın reddine karar vermiştir. Ağır Ceza Mahkemesi, ayrıca davanın tamamen reddedilmesi nedeniyle davalısı devlet ve ilgili hâkim olarak gösterilen dosyada her iki davalı yönünden ayrı ayrı ödenmek üzere 4.360 TL vekâlet ücretinin başvurucudan tahsil edilerek davalılara ödenmesine karar verilmesine hükmetmiştir.

14. Bu karar Yargıtay tarafından 1/10/2018 tarihinde onanarak kesinleşmiştir. Karar başvurucu tarafından 18/12/2018 tarihinde öğrenilmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

15. 6545 sayılı Kanun'un 86. maddesi ile 5320 sayılı Kanun'a eklenen geçici 8. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

 “(1) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce suç soruşturması ve kovuşturması sırasında yapılan her türlü işlem veya alınan karar nedeniyle hâkimler ve Cumhuriyet savcıları hakkında hukuk mahkemelerinde açılan ve hâlen derdest olan tazminat davasına ilişkin dosyalar mahkemesince, Yargıtay incelemesinde bulunan dosyalar ise esası incelenmeksizin ilgili dairece yetkili ağır ceza mahkemesine gönderilir. Bu davalar ağır ceza mahkemelerince, Ceza Muhakemesi Kanununun 141 inci ve devamı maddeleri uyarınca Devlet aleyhine yürütülmek suretiyle karara bağlanır.

16. 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu'nun mülga 93/A maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

''Hâkim ve savcıların bir soruşturma, kovuşturma veya davayla ilgili olarak yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet veya verdikleri her türlü kararlar nedeniyle:

a) Ancak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir.

b) Kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk sebeplerine dayanılarak da olsa hâkim veya savcı aleyhine tazminat davası açılamaz...''

17. 6545 sayılı Kanun'un 70. maddesi ile değişik 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı 141. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

" (1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;

....

Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler.

...

 (3) Birinci fıkrada yazan hâller dışında, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davaları ancak Devlet aleyhine açılabilir.

 (4) Devlet, ödediği tazminattan dolayı görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle görevini kötüye kullanan hâkimler ve Cumhuriyet savcılarına bir yıl içinde rücu eder.''

18. Diğer ilgili mevzuat ve yargısal içtihatlar için ayrıca bkz. Uğur İbrahimhakkıoğlu, B.No: 2018/17776, § § 14-22).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

19. Anayasa Mahkemesinin 2/11/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Adli Yardım Talebi Yönünden

20. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler dikkate alınarak, geçimini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucunun açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.

B. Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

21. Başvurucu; davanın hâkime karşı haksız fiil eylemlerine istinaden açıldığı hâlde 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin(1) numaralı fıkrasına göre açılmış bir dava gibi değerlendirildiğini, aynı maddenin (3) numaralı fıkrasının somut olayda yanlış uygulandığını, yerel mahkemenin bu hususları açıklayamadığını, kararın bariz takdir hatası içerdiğini ve keyfî nitelikte olduğunu, bu hâliyle hak arama hürriyetinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

22. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

23. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetlerinin genel olarak adil yargılanma hakkının güvencelerinden biri olan hakkaniyete uygun yargılanma hakkına yönelik olduğu değerlendirildiğinden inceleme bu kapsamda yapılmıştır.

24. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı maddi adaleti değil şeklî adaleti temin etmeye yönelik güvenceler içermektedir. Bu bakımdan adil yargılanma hakkı davanın taraflardan biri lehine sonuçlanmasını garanti etmemektedir. Adil yargılanma hakkı temel olarak yargılama sürecinin ve usulünün hakkaniyete uygun olarak yürütülmesini teminat altına almaktadır (M.B. [GK], B. No: 2018/37392, 23/7/2020, § 80).

25. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile uyuşmazlık konusunda varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içeren tespit ve sonuçlar bu kapsamda değildir (konuya ilişkin birçok karar arasından bkz. Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013).

26. Ancak temel hak ve özgürlüklere müdahalenin söz konusu olduğu durumlarda derece mahkemelerinin takdir ve değerlendirmelerinin Anayasa'daki güvencelere etkisini nihai olarak değerlendirecek merci Anayasa Mahkemesidir. Bu itibarla Anayasa'da öngörülen güvenceler dikkate alınarak bireysel başvuru kapsamındaki temel hak ve özgürlüklerin ihlal edilip edilmediğine ilişkin herhangi bir inceleme kanun yolunda gözetilmesi gereken hususun incelenmesi olarak nitelendirilemez (Şahin Alpay (2) [GK], B. No: 2018/3007, 15/3/2018, § 53).

27. Diğer taraftan Anayasa Mahkemesi çok istisnai durumlarda temel hak ve özgürlüklerden biri ile doğrudan ilgili olmayan bir şikâyeti kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin yasak kapsamına girmeden inceleyebilir. Açık bir keyfîlik nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin temelden sarsıldığı ve adil yargılanma hakkı kapsamındaki usule ilişkin güvencelerin anlamsız hâle geldiği çok istisnai durumlarda aslında yargılamanın sonucuna ilişkin olan bu durumun bizatihi kendisi usule ilişkin bir güvenceye dönüşmüş olur. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin derece mahkemelerinin değerlendirmelerinin usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle getirip getirmediğini ve açık bir keyfîlik nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin temelden sarsılıp sarsılmadığını incelemesi, yargılamanın sonucunu değerlendirdiği anlamına gelmez. Sonuç olarak Anayasa Mahkemesi derece mahkemelerinin delillerle ilgili değerlendirmelerine ancak açık bir keyfîlik ve adil yargılanma hakkı kapsamındaki usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle getiren bir uygulama varsa müdahale edebilecektir (Ferhat Kara [GK], B. No: 2018/15231, 4/6/2020, § 149; M.B., § 83).

28. Başvurucuların medeni haklarıyla ilgili uyuşmazlıklarda uygulanan hukuk kurallarının açıkça keyfî veya hakkın tesliminden kaçınacak (adaleti hiçe sayacak) biçimde yorumlanması usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle getireceğinden adil yargılanma hakkının ihlal edildiğinden söz edilebilir. Zira bu durumda derece mahkemesinin yorumunun başvurucu tarafından öngörülmesi mümkün olmayıp hukuk kurallarının öngörülemez biçimde yorumlanması hukuk devleti ilkesini örseler (M.B., § 86).

29. 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun yürürlüğe girmesinden sonra hâkimler 83 yıl boyunca yargısal görevlerinin ifası ile ilgili olarak verdikleri iddia edilen zararlardan 1086 sayılı mülga Kanun'un573. maddesinde9/2/2011 tarihli ve 6110 sayılı Kanun'un 14. maddesiyle yapılan değişikliğe kadar bizzat sorumlu tutulmuşlardı. 6110 sayılı Kanun'un 14. maddesinin 1 numaralı fıkrası ile “Hâkimlerin yargılama faaliyetlerinden dolayı aşağıdaki sebeplere dayanılarak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir” hükmü 1086 sayılı Kanun'un 573. maddesine eklenmiştir.

30. 6100 sayılı Kanun'un 1/10/2011 tarihinde yürürlüğe girmesinden sonra, hâkimlerin yargısal vazifeleri ile ilgili hukuksal sorumluluğunun şartları, davaların açılacağı mahkeme, dilekçelerde belirtilmesi gereken hususlar ve ilgili hâkime ihbar usulü bu Kanun'un 46 ve 49. maddelerinde düzenlenmiştir.

31. 2802 sayılı Kanun'un 93/Amaddesine göre hâkim ve savcıların görevlerini yaparken sebep oldukları zararlar sebebiyle açılacak tazminat davasının ancak devlet aleyhine açılabileceği; kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk sebeplerine dayanılarak da olsa hâkim veya savcı aleyhine tazminat davası açılamayacağı hüküm altına alınmıştır. 6110 sayılı Kanun'un geçici 2. maddesi uyarınca da hâkime karşı açılmış ve anılan Kanun yürürlüğe girdiğinde derdest olan davalara da Devlet aleyhine devam olunacağı düzenlenmiştir.

32. Süreç içerisinde21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un19. maddesi ile 2802 sayılı Kanun’un 93/A maddesinin yürürlükten kaldırılması nedeniyle hukuk hâkimleri dışındaki hâkimler ile Cumhuriyet savcılarının hukuksal sorumluluğunun hangi normlara göre belirlenmesine dair belirsizlik 6545 sayılı Kanun'un 70. maddesi ile giderilmiştir. Bu kanun ile 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin 3. ve 4. fıkralarına yapılan eklemeler neticesinde, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davalarının ancak devlet aleyhine açılabileceği; aynı Kanun'un geçici 8. maddesi ile de bu Kanun'un yürürlüğe girdiği tarihten önce suç soruşturması ve kovuşturması sırasında yapılan her türlü işlem veya alınan karar nedeniyle hâkimler ve Cumhuriyet savcıları hakkında hukuk mahkemelerinde açılan ve hâlen derdest olan tazminat davasına ilişkin dosyalar mahkemesince, Yargıtay incelemesinde bulunan dosyalar ise esası incelenmeksizin ilgili dairece yetkili ağır ceza mahkemesine gönderileceği, bu davaların ağır ceza mahkemelerince 5271 sayılı Kanun'un 141. ve devamı maddeleri uyarınca devlet aleyhine yürütülmek suretiyle karara bağlanacağı hüküm altına alınmıştır.

33. Somut olayda Ağır Ceza Mahkemesi, yukarıda ayrıntılı olarak açıklanan süreç içerisinde (bkz. §§ 11-13) yasal değişiklikleri gözönünde bulundurarak davayı incelemiş ve yasal şartları oluşmadığı gerekçesiyle tazminat davasının reddine karar vermiştir. Ağır Ceza Mahkemesi,5371 sayılı Kanun'un 141. maddesinin 3. maddesi gereğince suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dahil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davalarının devlet aleyhine açılması gerektiğini ayrıca öncelikle aynı Kanun'un 142. maddelerinde belirtilen sürelere riayet edilmesi ve kesinleşmiş bir karar veya hükmün varlığı bulunması gerektiğini, somut olayda ise başvurucu hakkında Adana 8. Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/106 esasında görülmekte olan bir davanın var olduğunu, yargılama sonucunda verilecek beraat kararının kesinleşmesi hâlinde ise yasal süresi içinde devlet aleyhine tazminat davası açılabileceğini kabul etmiştir. Ağır Ceza Mahkemesine göre, açık yasal düzenleme karşısında somut olayda, kesinleşmiş herhangi bir karar veya hüküm bulunmamaktadır. Tüm bu tespitlerden hareketle Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucu lehine tazminat verilebilmesinin şartlarının somut davada bulunmadığı değerlendirmesinde bulunmuştur.

34. Bu tespit ve değerlendirmeler sonrasında başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların (bkz. § 21) delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanmasına ilişkin olduğu, kararda bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik oluşturan bir durumun da bulunmadığı dikkate alındığında ihlal iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

35. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

C. Vekâlet Ücretine Hükmedilmesi Nedeniyle Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

36. Başvurucu, kanuna aykırı şekilde devlet hazinesi yanında ilgili hâkime de vekâlet ücreti ödemek zorunda kalması nedeniyle adil yargılanma hakkının ve Anayasa'nın 5. maddesi ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

37. Bakanlık görüşünde, Anayasa Mahkemesinin vekâlet ücretine ilişkin olarak vermiş olduğu Serkan Acar (B. No: 2013/1613, 2/10/2013,) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Ashingdane/Birleşik Krallık, (B. No: 8225/78, 28/5/1985, § 57) kararına atıftan sonra5271 Sayılı Kanun'un 141. maddesi bağlamında açılacak tazminat davalarının devlete karşı açılabileceği düzenlemesinin bulunduğu, bu durumun doğal sonucu olarak Hazinenin bu davalarda davalı taraf sıfatını almasının başvuranın açtığı davayı sürdürmesini imkânsız hale getirmediği vea şırı derecede zorlaştırmadığını, ayrıca davanın reddedilmesi nedeniyle davalı hazine vekili lehine hükmedilen maktu vekâlet ücretinin başvurana orantısız bir külfet yüklemediğini belirmiştir.

38. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı bireysel başvuru formunda ileri sürdüğü hususları tekrarlamış ve 100.000 TL tazminat talebinde bulunmuştur.

2. Değerlendirme

39. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

a. İddiaların Nitelendirilmesi ve İncelemenin Kapsamının Belirlenmesi Yönünden

40. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Şikâyetlerine (bkz. § 36) bakıldığında başvurucunun temel olarak reddedilen davada davalı olarak yalnızca devletin olmasının gerekmesine rağmen ilk davasını açtığı davalının kanunun açık hükmüne rağmen davalı olarak ayrıca kabul edilmesi ve bu kişi lehine ayrıca vekâlet ücreti ödenmesine karar verilmesinden şikâyet ettiği anlaşılmaktadır. Bu nedenle başvurucunun bu kapsamdaki iddiaları sadece vekâlet ücreti yönünden adil yargılanma hakkının güvencelerinden olan mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenecek, başvurucunun ihlal edildiğini ileri sürdüğü Anayasa'nın 5. maddesi, eşitlik ilkesi ile ayrımcılık yasağı yönünden ayrıca bir değerlendirme yapılmayacaktır.

b. Kabul Edilebilirlik Yönünden

41. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

c. Esas Yönünden

i. Müdahalenin Varlığı ve Hakkın Kapsamı

42. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni (Sözleşme) yorumlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017, § 34).

43. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).

44. Somut olayda, başvurucu aleyhine vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkına bir müdahalede bulunulduğu açıktır.

ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

45. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

46. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 36. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu nedenle öncelikle başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağının bulunup bulunmadığının incelenmesi gerekir.

47. Hak ve özgürlüklerin, bunlara yapılacak müdahalelerin ve sınırlandırmaların kanunla düzenlenmesi bu haklara ve özgürlüklere keyfî müdahaleyi engelleyen, hukuk güvenliğini sağlayan demokratik hukuk devletinin en önemli unsurlarından biridir (Tahsin Erdoğan, B. No: 2012/1246, 6/2/2014, § 60).

48. Müdahalenin kanuna dayalı olması öncelikle şeklî manada bir kanunun varlığını zorunlu kılar. Şeklî manada kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından Anayasa'da belirtilen usule uygun olarak kanun adı altında çıkarılan düzenleyici yasama işlemidir. Hak ve özgürlüklere müdahale edilmesi ancak yasama organınca kanun adı altında çıkarılan düzenleyici işlemlerde müdahaleye imkân tanıyan bir hükmün bulunması şartına bağlıdır. TBMM tarafından çıkarılan şeklî anlamda bir kanun hükmünün bulunmaması hakka yapılan müdahaleyi anayasal temelden yoksun bırakır (Ali Hıdır Akyol ve diğerleri [GK], B. No: 2015/17510, 18/10/2017, § 56).

49. Kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının da bireylerin davranışlarının sonucunu öngörebileceği kadar hukuki belirlilik taşıması gerekir. Bir diğer ifadeyle kanunun kalitesi de kanunilik koşulunun sağlanıp sağlanmadığının tespitinde önem arz etmektedir (Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55). Müdahalenin kanuna dayalı olması, iç hukukta müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir ve öngörülebilir kuralların bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44). Kanunilik unsuru yönünden değerlendirme yapılırken derece mahkemelerince müdahaleye imkân tanıyan kanun hükümlerinin yorumu ve bu hükümlerin olaya uygulanması bariz takdir hatası ya da açık keyfîlik içermediği sürece bu alanda bir inceleme yapılması bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmaz. Ancak derece mahkemelerinin müdahaleye imkân tanıyan kanun hükmünü açık bir biçimde hatalı yorumladıkları ve uyguladıklarının tespiti hâlinde müdahalenin kanunilik temelinden yoksun olduğu sonucuna ulaşılabilir (Ramazan Atay, B. No: 2017/26048, 29/1/2020, § 29).

50. Ayrıntıları yukarıda "Olay ve Olgular" kısmında açıklanan somut olayda, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davalarının ancak devlet aleyhine açılabileceği 6545 sayılı Kanun'un 70. ve 86. maddeleri ile 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin 3. fıkrası uyarınca kabul edilmiştir. Bunun yanında ayrıca6545 sayılı Kanun'un 86. maddesi ile 5320 sayılı Kanun'a eklenen geçici 8. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre de (bkz. 15) Kanun'un yürürlüğe girdiği tarihten önce suç soruşturması ve kovuşturması sırasında yapılan her türlü işlem veya alınan karar nedeniyle hâkimler ve Cumhuriyet savcıları hakkında hukuk mahkemelerinde açılan ve hâlen derdest olan tazminat davasına ilişkin dosyaların ilgili yetkili ağır ceza mahkemesine gönderileceği, bu davaların ağır ceza mahkemelerince 5271 sayılı Kanun'un 141.ve devamı maddeleri uyarınca devlet aleyhine yürütülmek suretiyle karara bağlanacağı açıkça kabul edilmiştir.

51. Somut olayda (bkz. §§ 5-14)başvurucu tarafından davanın açıldığı tarih itibarıyla hukuksal olarak mümkün olan ve davalısı suç soruşturması sırasında görev alan ilgili hakim aleyhine açılan tazminat davası henüz karara bağlanmamışken ilgili mevzuatta değişiklik yapılarak netice itibarıyla bu davaların devlet aleyhine yürütülmesi gerekliliği noktasında herhangi bir şüphe bulunmamaktadır. Bununla beraber bireysel başvuruya konu edilen somut yargılamada, nihayetinde davalı olarak devletin belirlenmesinin yanında, ayrıca ilgili hâkimin de davalı gösterilip davaya devam edilmesinin ve davanın da reddedilmesi üzerine başvurucu aleyhine ayrıca bir vekâlet ücretine hükmedilmesinin kanuni temelinin bulunmadığı böylece müdahalenin kanuni temelden yoksun olduğu anlaşılmıştır.

52. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

D. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

53. Başvurucu; tutuklanmasını gerektirecek hiçbir kategorik suça girmeyen üç ayrı tutuklamadan ikisi yönünden takipsizlikle sonuçlanan soruşturmalar nedeniyle kamu görevinden çıkarıldığını, meşru beklenti olarak şahsının ve ailesinin geçimini icra ettiği meslekle karşılarken kamu görevinden çıkarılmış olması nedeniyle kimsenin iş vermemesinden dolayı mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

54. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

55. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, B. No: 2013/1178, 5/11/2015, § 54). Bu nedenle öncelikle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31).

56. Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkı mevcut mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir. Bir kişinin hâlihazırda sahibi olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma hakkı -kişinin bu konudaki menfaati ne kadar güçlü olursa olsun- Anayasa'yla korunan mülkiyet kavramı içinde değildir. Bu bağlamda belirtmek gerekir ki Anayasa'nın 35. maddesi soyut bir temele dayalı olarak mülkiyete erişmeyi ve mülkiyeti edinmeyi değil mülkiyet hakkını güvence altına almaktadır. Bu hususun istisnası olarak belli durumlarda bir ekonomik değer veya icrası mümkün bir alacağı elde etmeye yönelik meşru bir beklenti Anayasa'da yer alan mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No: 2012/636, 15/4/2014, §§ 36, 37; Mehmet Şentürk [GK], B. No: 2014/13478, 25/7/2017, §§ 41, 53; Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, §§ 52-54).

57. Meşru beklenti objektif temelden uzak bir beklenti olmayıp belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma ihtimalinin yüksek olduğunu gösteren yerleşik bir yargı içtihadına ya da ayni menfaatle ilgili hukuki bir işleme dayanan yeterli derecede somut nitelikteki bir beklentidir (Selçuk Emiroğlu, B. No: 2013/5660, 20/3/2014, § 28; Mehmet Şentürk, § 42). Dolayısıyla Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ortak koruma kapsamında olan meşru beklentiye dayalı mülkiyet hakkının tespiti mevcut hukuk sisteminde iddia edilen mülkiyet iddiasının tanınmasına bağlı olup bu tespit, mevzuat hükümleri ve yargı kararları ile yapılmaktadır (Üçgen Nakliyat Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/845, 20/11/2014, § 37). Temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece mülkiyet hakkı kapsamında ileri sürülebilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No: 2012/636, 15/4/2014, § 37).

58. Başvurucunun iddialarına bu yönden bakıldığında, başvurucunun kamu görevinden çıkarılmasının ardından kendisine kimsenin iş vermemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşse de başvurucunun henüz gerçekleşmemiş, ileride gerçekleşmesi ihtimal dairesinde bulunan çalışabilme durumuna göre iddialarda bulunduğu anlaşılmıştır. Bir başka ifadeyle başvurucu, çalışmasına dayalı olarak bir beklenti dahi olmaksızın ihtimali olan hususlara işaretle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini öne sürmüştür. Başvurucunun bu durum karşısında Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan bir mülkünün veya mülkü elde etme yönünde yeterli hukuki temele dayalı meşru bir beklentisinin bulunmadığı anlaşılmıştır.

59. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

E. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

60. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiğiyargı mercilerince yapılması gereken iş yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100). Bu sebeple kararın bir örneğinin Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesi gerekmektedir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Adli yardım talebinin KABULÜNE,

B. Kamuya açık belgelerde başvurucunun kimliğinin gizli tutulması talebinin KABULÜNE,

C. 1. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

3. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

D. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

E. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Adana 10. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2016/279, K.2016/414) GÖNDERİLMESİNE,

F. Tazminata ilişkin taleplerin REDDİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 2/11/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim İkinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal)
Künye
(E.Y. [2.B.], B. No: 2018/37807, 2/11/2022, § …)
   
Başvuru Adı E.Y.
Başvuru No 2018/37807
Başvuru Tarihi 27/12/2018
Karar Tarihi 2/11/2022

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru, tutuklama kararı veren hâkimin kişisel kusuru bulunduğu iddiasıyla hâkim aleyhine açılan tazminat davasında aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, davanın hakkaniyete aykırı şekilde reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) Mahkemeye erişim hakkı (hukuk) İhlal Yeniden yargılama
Hakkaniyete uygun yargılanma hakkı (bariz takdir hatası, içtihat farklılığı vs.-hukuk) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
Mülkiyet hakkı Tazminat (kamu kurumlarının tarafı olduğu uyuşmazlıklar) Konu Bakımından Yetkisizlik

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 6545 Türk Ceza Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun geçici 8
141
2802 Hakimler ve Savcılar Kanunu 93/A
1086 Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu 573
5271 Ceza Muhakemesi Kanunu 141
6100 Hukuk Muhakemeleri Kanunu 46
47
  • pdf
  • udf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi