TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
AHMET TEYİT KEŞLİ BAŞVURUSU (4)
|
(Başvuru Numarası: 2018/4502)
|
|
Karar Tarihi: 25/2/2021
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Muammer TOPAL
|
|
|
Recai AKYEL
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
Raportör
|
:
|
Tuğba TUNA IŞIK
|
Başvurucu
|
:
|
Ahmet Teyit KEŞLİ
|
Vekili
|
:
|
Av. Ayşen ARAS
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, vekâlet sözleşmesinden kaynaklı olarak açılan
davada gerekçeli kararın başvurucunun suçlu olduğunu çağrıştıracak ifadeler
içermesi nedeniyle masumiyet karinesinin ve lehe düzenlenen bilirkişi
raporlarının mahkemece dikkate alınmaması sebebiyle gerekçeli karar hakkının
ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 6/2/2018 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
7. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
ilgili olaylar özetle şöyledir:
A. Arka Plan
Bilgisi
8. Başvurucunun özel evrakta sahtecilik suçunu işlediği
iddiasıyla Bursa 2. Asliye Ceza Mahkemesinde (Ceza Mahkemesi) yargılandığı
davada 2/2/2012 tarihli ek kararla 1 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına
karar verilmiştir. Kararın temyiz edilmesi üzerine dava zamanaşımının suçun
işlendiği tarihten temyiz inceleme tarihine kadar geçtiği gerekçesiyle
27/9/2012 tarihinde düşme kararı verilmiştir.
B. Başvuruyu
Konu Yargı Süreci
9. Başvurucu ile avukatı olduğu Şirket arasında imzalanan
1/4/2008 tarihli sözleşme, Şirket tarafından 11/2/2013 ve 6/3/2013 tarihlerinde
feshedilmiştir. Başvurucu, sözleşme hükümleri gereği feshin 31/3/2013 tarihinde
sonuç doğuracağını ileri sürerek mart ayı danışmanlık vekâlet bedelinin tahsili
için başlattığı takibe itiraz edilmesi üzerine İstanbul 11. Asliye Hukuk
Mahkemesinde (Mahkeme) itirazın iptali davası açmıştır.
10. Mahkeme 7/2/2017 tarihinde davanın reddine karar
vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:
"(...) Ne var ki sözleşmenin 6/1
maddesi edimlerin ifası esnasındaki kusurlara ilişkindir. Davacının hakaret
suçundan mahkumiyeti haklı ve acil azil nedeni olarak kabul edilemez. Ne var ki
davacı özel evrakta sahtecilik suçundan da mahkum olmuştur. Vekalet ilişkisi
güvene dayalı olup, asilin vekille ilgili böylesi bir mahkumiyeti öğrenmesinin
ardından hukuki danışmanlık sözleşmesini sürdürmesi beklenemez. Her ne kadar
mahkumiyet fesihden iki yıl önce gerçekleşmiş ise de şirketin, davacının özel
hayatını ve şahsi davalarını takip etmesi beklenmemelidir. Dolayısıyla öğrenim
noktasında aksi yönde iddia ve ispat söz konusu olmadığından davacı beyanının
esas alınması zorunludur. Eş anlatımla anılan mahkumiyete vakıf olunması
üzerine şirketin derhal fesih yoluna gitmesi olağandır. Özel evrakta
sahtecilik, hukuki danışmanlık sözleşmesinin ifası kapsamında
değerlendirilemeyeceğinden sözleşmenin 6/1 maddesinde öngörülen üç aylık sürenin
de önemi bulunmamaktadır. Dolayısıyla Avukatlık Kanunu Madde 174/2 bağlamında
haklı azil söz konusu olup, karşı tarafa ulaştığı anda sonuç doğurmaya
başlayacaktır. Bu hali ile Mart ayına ilişkin bedelin istenmesi mümkün
değildir. Son olarak anılan mahkumiyetin kesinleşmemiş olmasının işaret edilen
kabulleri değiştirmeyeceğine değinilmelidir. Zira; temyiz sonucunda suçun
oluşmadığı yönünde herhangi bir değerlendirme yapılmamış, daha doğrusu zaman
aşımı nedeni ile yapılamamıştır. Şayet temyiz aşamasında beraate yönelik bozma
söz konusu olsa idi, haklı azilden bahsedilmesi mümkün olmayacakken, meri
mevzuat gereği Yargıtay'ın inceleme yapamamış olması karşısında davalı şirketin
yerel mahkeme kararına itibar etmesi hayatın olağan akışı gereğidir. Daha açık
bir anlatımla sözü geçen davanın anlatılan akibeti güven sarsıcı hareket ve
haklı azil nedeni olarak kabul edilmiştir. Sadece bazı davaların celse
zabıtları incelenerek hazırlanan bilirkişi raporuna da itibar edilmesi mümkün
değildir. Dava subuta ermemesine rağmen kötü niyete ilişkin emare
bulunmadığından aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur. "
11. Başvurucunun istinaf talebi İstanbul Bölge Adliye
Mahkemesi 19. Hukuk Dairesinin (Bölge Mahkemesi) 2/1/2018 tarihli kararıyla
esastan reddedilmiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:
"(...) Davacının davalı şirket
tarafından her ne kadar 01/04/2008 tarihli sözleşmesinin 6. Maddesi uyarınca
taraflarca bir ay önceden fesih ihbar edilmediği takdirde birer yıllık süreler
ile sözleşmenin yenilenmiş sayılacağı şeklinde düzenleme karşısında davacı
avukatın özel evrakta sahtecilik suçundan mahkum olmasının davalı şirket
tarafından öğrenilmesi üzerine 06/03/2013 tarihinde davalı şirket tarafından
yapılan azil haklı görüldüğünden taraflar arasındaki vekalet sözleşmesinin
karşılıklı güvene dayalı bir sözleşme olduğundan güven ilişkisinin bittiği anda
tarafların her zaman sözleşmeyi feshedebileceği, TBK düzenlenmiş, emredici
nitelikte bir hüküm olduğundan taraflar arasındaki avukatlık vekalet ücreti
sözleşmesinin 6. Maddesini azli zorlaştıran şartlar içerdiği kabul edildiğinde
sözleşmenin geçersiz olduğu, ayrıca her ne kadar davacı avukat davalı şirketin
sözleşme feshinde ve azlinde sebep göstermediğini iddia etmiş ise de; azilde
sebep gösterme zorunluluğu olmadığı gibi azil ihtarında gösterilmeyen bir
nedene dayalı olarak da yargılama sırasında da dayandığı başka bir anlatımla
davacı avukatın özel evrakta sahtekarlık suçundan mahkum olması, avukatın TBK
506 ve devamı maddelerinde ve avukatlık kanunu 34. maddesinde düzenlenen özen
borcuna aykırı davranması haklı olarak da vekaletten azil gibi ücret talep
hakkını ortadan kaldıran ağır hukuki sonuçlara bağlandığından davalı şirketin
güvenini sarsan davacı avukatı azletmesi azlin haklı olduğunu gösterdiğinden
avukatlık kanunu 174 maddesi uyarınca ücret talep edemeyeceği yönünde mahkemece
verilen red kararı usul ve yasaya uygun bulunmuştur. "
12. Nihai karar 8/1/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ
edilmiş, başvurucu 6/2/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
13. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'
nun 207. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Bir özel belgeyi sahte olarak
düzenleyen veya gerçek bir özel belgeyi başkalarını aldatacak şekilde
değiştiren ve kullanan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile
cezalandırılır"
14. 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun
174. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:
"Avukatın azli halinde ücretin
tamamı verilir. Şu kadar ki, avukat kusur veya ihmalinden dolayı azledilmiş ise
ücretin ödenmesi gerekmez."
B. Uluslararası Hukuk
1. Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi
15. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Adil
yargılanma hakkı" kenar başlıklı 6. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
"Bir suç ile itham edilen herkes,
suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılır."
2. Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi İçtihadı
16. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme’nin
6. maddesinin ikinci fıkrasının kişilerin suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya
kadar masum sayılma hakkını güvence altına aldığını belirtir. AİHM, masumiyet
karinesi ile sağlanan güvencenin iki yönünün bulunduğunu içtihatlarında ifade
etmiştir. Ceza yargılamasının yürütülmesine dair usule ilişkin güvenceyle,
sonucunda mahkûmiyet kararı dışında bir hüküm kurulan ceza yargılaması ile
bağlantılı olan durumlarda daha sonra yürütülecek yargılamalar boyunca kişinin
masumiyetine saygı gösterilmesinin sağlanması amaçlanır. Usule ilişkin bu
kapsamda masumiyet karinesi ilkesi, ceza yargılamasının adil olmasını
sağlayacak usule ilişkin güvence olarak kamu görevlilerinin davalının suçluluğu
ve eylemleri hakkında erken açıklamalarda bulunmasını yasaklar. Ancak bu husus,
cezai meselelerde usule ilişkin güvence ile sınırlı olmayıp bu kapsam daha geniştir
ve devletin hiçbir temsilcisinin, mahkeme kararı ile suçluluğu ispatlanıncaya
kadar kişinin bir suçtan suçlu olduğunu söylememesini gerekli kılar. Bu
kapsamda sadece ceza yargılamasında değil aynı zamanda ceza yargılaması ile eş
zamanlı olarak yürütülen bağımsız hukuk yargılamaları, disiplin işlemleri veya
diğer yargılamalarda da masumiyet karinesinin ihlali söz konusu olabilir.
Sözleşme’nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrası kapsamındaki güvencenin ilk
yönü, kişi hakkındaki ceza yargılaması sonuçlanıncaya kadar ceza gerektiren bir
suçla suçlandığı süreye ilişkin iken masumiyet karinesi güvencesinin ikinci
yönü, ceza yargılaması sonucunda mahkûmiyet dışında bir hüküm kurulduğunda
devreye girer ve daha sonraki yargılamalarda ceza gerektiren suç karşısında
kişinin masumiyetinden şüphe duyulmamasını gerektirir (Seven/Türkiye, B.
No: 60392/08, 23/1/2018, § 43).
17. Masumiyet karinesi, ceza yargılaması kapsamında bir
usul güvencesi olmasına rağmen buna ilişkin korumanın uygulanabilir olması ve
etkili şekilde sağlanabilmesi için beraat eden veya bir şekilde hakkındaki ceza
yargılaması devam etmeyen kişilere kamu görevlileri veya otoritelerince suçlu
muamelesinde bulunulmasını önlemelidir. Bu kapsamda ceza davasını takip eden ve
ceza yargılaması niteliğinde olmayan herhangi bir yargılamada da (hukuk,
disiplin gibi) masumiyet karinesine özen gösterilmelidir. Bununla birlikte ceza
yargılamasında mahkûmiyetle sonuçlanmamış aynı olaylara dayanılarak bir kişinin
disiplin suçundan suçlu bulunması veya hakkında tazminata karar verilmesi
masumiyet karinesini otomatik olarak ihlal etmez. Bu kapsamda karar
vericilerin kullandıkları dil kritik önem taşır (Allen/Birleşik Krallık
[BD], B. No: 25424/09, 12/7/2013, §§ 92-105, 120-126).
18. AİHM; gündemine gelen başka bir başvuruda, hakkında
ceza soruşturması yürütülen başvurucu savcıdan takipsizlik kararı verilmesini
talep etmiş ancak savcı bu talebi reddetmiştir. Başvurucu, ret kararında
kullanılan ifadelerin masumiyet karinesini ihlal ettiğini iddia etmiştir. AİHM
öncelikle bir kişi kesinleşmiş bir mahkûmiyet ile suçlu bulunmadan önce kamu
görevlilerinin kişi hakkında sarf ettiği ifadelerin seçiminin önemli olduğunu,
bununla birlikte bir kamu görevlisinin beyanının masumiyet karinesi ilkesine
aykırı olup olmadığının söz konusu ifadenin özel koşullarına göre belirlenmesi
gerektiğini, başvuru konusu olayda da takipsizlik kararında geçen ifadelerin
hangi bağlamda kullanıldığına dikkat edilmesi gerektiğine değinmek suretiyle
kararda ispatlanma teriminin kullanılmış olması talihsizlik olsa da bu
ifadenin başvurucunun üzerine atılı suçun delillerle sabit olduğu hususuna
ilişkin olmadığını, yalnızca dava dosyasının soruşturmanın haklılığına ilişkin
delilleri ortaya koyup koymadığı noktasına işaret ettiğini belirtmiş ve
masumiyet karinesinin ihlal edilmediğine karar vermiştir (Daktaras/Litvanya,
B. No: 42095/98, 10/10/2000, §§ 42-45).
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
19. Mahkemenin 25/2/2021 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Masumiyet
Karinesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun
İddiaları
20. Başvurucu; ceza yargılamasına ilişkin temyiz
incelemesinde zamanaşımı sebebiyle esasa ilişkin bir inceleme yapılmamasına
rağmen hukuk yargılamasına ilişkin gerekçeli kararda kendisinin suçlu gibi gösterildiğini,
ceza yargılamasına konu eylemleri işlediği ve suçlu olduğu inancının karara
yansıtıldığını belirterek masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
2. Değerlendirme
21. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
''Herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
a. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
22. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ve
30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre Anayasa
Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için kamu
gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa'da güvence altına
alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme ve Türkiye'nin taraf olduğu ek
protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle Anayasa ve
Sözleşme'nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren
başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (Onurhan
Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
23. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında adil
yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. 3/10/2001 tarihli ve 4709 sayılı
Kanun'un Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasına adil yargılanma
ibaresinin eklenmesine ilişkin 14. maddesinin gerekçesinde "değişiklikle
Türkiye Cumhuriyeti'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence
altına alınmış olan adil yargılama hakkı[nın] metne dahil" edildiği
belirtilmiştir. Dolayısıyla Anayasa'nın 36. maddesine söz konusu ibarenin
eklenmesinin amacının Sözleşme'de düzenlenen adil yargılanma hakkını anayasal
güvence altına almak olduğu anlaşılmaktadır (Yaşar Çoban [GK], B. No:
2014/6673, 25/7/2017, § 54). Bu itibarla Anayasa'da güvence altına alınan adil
yargılanma hakkının kapsam ve içeriği belirlenirken Sözleşme'nin "Adil
yargılanma hakkı" kenar başlıklı 6. maddesinin gözönünde
bulundurulması gerekir (Onurhan Solmaz, § 22).
24. Sözleşme'nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasında,
bir suçla itham edilen herkesin suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar
masum sayılacağı düzenlenmiştir. Bu itibarla masumiyet karinesi, Anayasa'nın
36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının bir unsuru
olmakla beraber suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimsenin suçlu
sayılamayacağı belirtilmek suretiyle Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü
fıkrasında ayrıca düzenlenmiştir.
25. Adil yargılanma hakkının bir unsuru olan masumiyet
karinesinin sağladığı güvencenin iki yönü bulunmaktadır.
26. Güvencenin ilk yönü kişi hakkındaki ceza yargılaması
sonuçlanıncaya kadar geçen, bir başka ifadeyle kişinin ceza gerektiren bir
suçla itham edildiği (suç isnadı altında olduğu) sürece ilişkin olup suçlu
olduğuna dair hüküm tesis edilene kadar kişinin suçluluğu ve eylemleri hakkında
erken açıklamalarda bulunulmasını yasaklar. Güvencenin bu yönünün kapsamı
sadece ceza yargılamasını yürüten mahkemeyle sınırlı değildir. Güvence aynı
zamanda diğer tüm idari ve adli makamların da işlem ve kararlarında, suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar kişinin suçlu olduğu yönünde ima ya da
açıklamalarda bulunmamasını gerekli kılar. Dolayısıyla sadece suç isnadına konu
ceza yargılaması kapsamında değil ceza yargılaması ile eş zamanlı olarak
yürütülen diğer hukuki süreç ve yargılamalarda da (idari, hukuk, disiplin gibi)
masumiyet karinesinin ihlali söz konusu olabilir (Galip Şahin, B. No:
2015/6075, 11/6/2018, § 39).
27. Güvencenin ikinci yönü ise ceza yargılaması sonucunda
mahkûmiyet dışında bir hüküm kurulduğunda devreye girer ve daha sonraki
yargılamalarda ceza gerektiren suçla ilgili olarak kişinin masumiyetinden şüphe
duyulmamasını, kamu makamlarının toplum nezdinde kişinin suçlu olduğu
izlenimini uyandıracak işlem ve uygulamalardan kaçınmasını gerektirir (Galip
Şahin, § 40).
28. Somut olayda başvurucunun şikâyeti, gerekçeli
kararlarda kullanılan ifadelerle ilgilidir. Başvurucunun açtığı itirazın iptali
davası özel hukuktan kaynaklanan, medeni hak ve yükümlülükler kapsamında kalan
bir davadır. Bu durumda suç isnadıyla ilgili yargılamalara ilişkin bir güvence
olan masumiyet karinesinin bireysel başvuruya konu olay yönünden uygulanıp
uygulanmayacağının ortaya konulması gerekir.
29. Masumiyet karinesine ilişkin anayasal güvencelerin
harekete geçirilebilmesi için kural olarak kişinin suç isnadı altında bulunması
gerekmektedir. Bununla birlikte masumiyet karinesinin ikinci boyutuna ilişkin
güvencelerin uygulanabilmesi, kişinin hâlihazırda suç isnadı altında bulunmasını
zorunlu kılmamaktadır. Ancak ceza yargılamasının sonuçlanmasından sonra
başlayan veya ceza yargılaması henüz sonuçlanmadan başlasa bile ceza
yargılamasının kesinleşmesinden sonra da devam eden medeni hak ve
yükümlülüklere ilişkin yargılamalarda masumiyet karinesinin uygulanabilmesi
için başvurucunun söz konusu medeni yargılama ile hakkında yürütülen ve sona
eren ceza yargılaması arasında bağlantı bulunduğunu göstermesi gerekmektedir.
Medeni hak yargılamasında, ceza yargılamasında verilen kararın sonucunun
dikkate alındığı ve değerlendirildiği veya ceza dosyasında yer alan delillerin
irdelendiği ya da başvurucunun hakkındaki suçlamayı doğuran olaylara dahli ile
ilgili irdelemelerde bulunulduğu veyahut başvurucunun muhtemel suçluluğuyla
ilgili yorum yapıldığı hâllerde söz konusu bağlantının var olduğu kabul
edilebilir. Bununla birlikte hukuk yargılaması ile ceza yargılaması arasındaki
bağlantının varlığına işaret eden olguların tüketme yoluyla sayılmasının mümkün
olmadığı, bunların kararların verildiği yargılamaların türüne ve içeriğine göre
değişebileceği kabul edilmelidir. Ancak bağlantının varlığı değerlendirilirken
kararda kullanılan dilin kritik öneme sahip olacağı vurgulanmalıdır (Barış
Baş, B. No: 2016/14253, 2/7/2020, § 50).
30. Bireysel başvuru konusu dava, Ceza Mahkemesi
kararının temyiz edilmesi üzerine verilen 27/9/2012 tarihli düşme kararından
sonra açılmıştır. Gerek ilk derece mahkemesi kararında gerekse Bölge Mahkemesi
kararında başvurucu hakkındaki ceza yargılamasında ileri sürülen suçlamayla
ilgili değerlendirmeler yapıldığı görülmektedir. Bu değerlendirmeler hukuk
yargılaması ile ceza yargılaması arasında bağlantı bulunduğu sonucuna
ulaşılması bakımından yeterli görülmüş, masumiyet karinesinin somut olayda
uygulanabilir olduğu kanaatine varılmıştır.
31. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin başvurunun kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas
Yönünden
i. Genel
İlkeler
32. Masumiyet karinesi, hakkında suç isnadı bulunan bir
kişinin adil bir yargılama sonunda suçlu olduğuna dair kesin hüküm tesis
edilene kadar masum sayılması gerektiğini ifade etmekte ve hukuk devleti
ilkesinin de bir gereğini oluşturmaktadır (AYM, E.2013/133, K.2013/169,
26/12/2013). Anılan karine, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı
kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına almaktadır.
Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve
kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine
tabi tutulamaz (Kürşat Eyol, B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 26).
33. Masumiyet karinesi, ceza yargılaması kapsamında bir
usul güvencesi olmasına rağmen buna ilişkin korumanın uygulanabilir olması ve
etkili şekilde sağlanabilmesi için, beraat eden veya bir şekilde hakkındaki
ceza yargılaması devam etmeyen kişilerin kamu görevlileri veya otoritelerince
suçlu muamelesine tabi tutulmalarını önlemelidir. Bu kapsamda ceza davasını
takip eden ceza yargılaması niteliğinde olmayan herhangi bir yargılamada
da (hukuk, disiplin gibi) masumiyet karinesine özen gösterilmelidir. Bununla
birlikte ceza yargılamasında mahkûmiyetle sonuçlanmamış aynı olaylara
dayanılarak bir kişinin disiplin suçundan suçlu bulunması veya hakkında
tazminata karar verilmesi masumiyet karinesini otomatik olarak ihlal etmez. Bu
kapsamda karar vericilerin kullandıkları dil kritik önem taşır (Mustafa
Kıvrak, B. No: 2013/3175, 20/2/2014, § 36). Bunun için kararın gerekçesinin
bütün hâlinde dikkate alınarak mahkemece kişinin suçlu olduğuna dair bir
yargıda ya da imada bulunulup bulunulmadığının incelenmesi gerekir (M.I.,
B. No: 2012/1268, 30/12/2014, § 50).
34. Masumiyet karinesinin ihlal edilip edilmediği
değerlendirilirken özellikle hukuk ve idari yargılama bakımından üzerinde
durulması gereken önemli hususlardan biri, yargılamayı yapan makamın ilgili
kişiye suç isnat edip etmediği ve ceza yargılaması kararını sorgulayıp
sorgulamadığıdır. Kamu otoriteleri veya görevlileri tarafından hakkında
soruşturma veya kovuşturma yürütülen kişiyle ilgili olarak yargılama süreci bir
mahkûmiyet hükmüyle kesinlik kazanmadan suçluluğa dair herhangi bir kanaat
ifade edilmiş olması ya da ceza yargılaması mahkûmiyet dışında bir kararla sona
ermesine rağmen sona ermeye ilişkin kararda sanığın suçlu olabileceğinin ifade
edilmiş olması durumunda masumiyet karinesinin ihlali söz konusu olabilecektir.
Bu kapsamda karar vericilerin kullandıkları dil kritik önem taşır (Mustafa
Akın, B. No: 2013/2696, 9/9/2015, §§ 38, 39).
35. Anayasa Mahkemesi Münür İçer (B. No: 2012/584,
12/3/2015, §§ 31-33) kararında; başvuruya konu idari yargı mercii kararının
gerekçesinde yer alan ifadelerde, suçluluğu ilgili mahkeme kararıyla sabit olmayan
ve zamanaşımı nedeniyle hakkında açılan ceza davası ortadan kaldırılan
başvurucunun anılan eylemleri işlediği ve suçlu olduğu inancının yansıtıldığı
gerekçesiyle başvurucunun masumiyet karinesinin ihlal edildiğine karar
vermiştir. Dolayısıyla mahkeme kararlarında, resmî yazılarda veya kamu
görevlilerinin anlatımlarındaki ifade veya sarf edilen sözler nedeniyle kişiler
hakkındaki masumiyet karinesinin ihlal edilmemesi için bu ifadelerde seçilecek
kelimelere azami dikkat edilmesi gerekir (Ömer Aybar, B. No: 2013/6974,
14/4/2016, § 30).
36. Bununla birlikte masumiyet karinesi
değerlendirilirken hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı olmayan kişilerle
ilgili olarak yapılan diğer yargılamalar sonucunda verilen mahkeme kararlarında
geçen ifadelerin dikkatli ve özenli kullanılması, ifadelerin bağlam ve amacını
aşacak şekilde kullanılıp kullanılmadığının somut olay koşullarında
değerlendirilmesi gerektiği açıktır.
ii. İlkelerin
Olaya Uygulanması
37. Bireysel başvuruya konu olayda başvurucu hakkındaki
ceza davası ilk derece yargılaması sonunda 1 yıl hapis cezası ile sonuçlanmış
ise de dava, temyiz incelemesi aşamasında zamanaşımından düşme kararı verilerek
kesinleşmiştir. Bu durumda başvurucunun suçluluğunun hükmen sabit olmadığı
görülmektedir. Somut olayda, Ceza Mahkemesi tarafından suçlu bulunmamış olan
başvurucunun itirazın iptali talebiyle açılan davadaki gerekçe veya kullanılan
dil nedeniyle masumiyetine gölge düşürülmesine sebebiyet verilip verilmediğinin
ortaya konulması gerekmektedir.
38. Başvurucunun vekâlet ücretinin tahsiline yönelik
açtığı itirazın iptali davasına ilişkin yargılamada Mahkemenin başvurucunun
azlinin haklı nedene dayanması sebebiyle vekâlet ücretini hak etmediğine
ilişkin gerekçesinde ceza yargılamasına dayanılarak karar verildiği
görülmektedir.
39. Mahkeme kararında "...Ne var ki davacı özel
evrakta sahtecilik suçundan da mahkum olmuştur...", Bölge Mahkemesi
kararında ise "...davacı avukatın özel evrakta sahtecilik
suçundan mahkum olmasının davalı şirket tarafından öğrenilmesi üzerine 6/3/2013
tarihinde davalı şirket tarafından yapılan azil haklı görüldüğünden ...başka
bir anlatımla davacı avukatın özel evrakta sahtekarlık suçundan mahkum
olması,... " şeklinde yer alan ifadelerle başvurucunun kendisine isnat
edilen eylemden suçlu bulunduğu yönünde ve başvurucuya cezai sorumluluk yükler
nitelikte bir değerlendirme yapıldığı anlaşılmaktadır. Kararlarda geçen
ifadelerin gerek kullanılan dil gerekse bağlantı itibarıyla ceza hukuku
anlamında ve teknik unsurlarıyla ceza davasına konu suçun işlendiğine işaret
ettiği sonucuna ulaşılmıştır.
40. Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde Mahkemece
hakkında herhangi bir mahkûmiyet kararı bulunmayan başvurucunun ceza
yargılamasına konu eylemleri işlediğinin sabit olduğu varsayımına dayanılarak
karar verildiği anlaşıldığından başvurucunun Anayasa’nın 36. ve 38.
maddelerinde güvence altına alınan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine karar
verilmesi gerekir.
41. Anayasa Mahkemesinin yukarıda aktarılan
değerlendirmesi ve vardığı sonuç yalnızca masumiyet karinesinin ihlal
edildiğine ilişkin olup davanın esasına ilişkin bir unsur içermemektedir.
B. Gerekçeli
Karar Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun
İddiaları
42. Başvurucu; Mahkeme tarafından alınan iki bilirkişi
raporunun da lehine olmasına rağmen Mahkeme tarafından söz konusu raporların
neden dikkate alınmadığının gerekçeli kararda belirtilmemesi nedeniyle adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
43. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16). Başvurucunun iddialarının özünün adil yargılanma hakkının
güvencelerinden biri olan gerekçeli karar hakkına ilişkin olduğu ve bu kapsamda
bir inceleme yapılması gerektiği değerlendirilmiştir.
44. Anayasa Mahkemesi ancak temellendirilebilmiş bir
bireysel başvuruyu inceler. Başvurucuların şikâyetlerini hem maddi hem hukuki
olarak temellendirme zorunluluğu bulunmaktadır. Maddi dayanaklar yönünden
başvurucuların yükümlülüğü şikâyetlerine konu temel olay ve olguları açıklamak
ve bunlara ilişkin delilleri Mahkemeye sunmak, hukuki dayanak yönünden
yükümlülüğü ise bireysel başvuruya konu temel hak ve özgürlüklerden hangisinin
hangi nedenle ihlal edildiğini özü itibarıyla açıklamaktır (Sabah Yıldızı
Radyo ve Televizyon Yayın İletişim Reklam Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi,
[GK], B. No: 2014/12727, 25/5/2017, § 19).
45. Bireysel başvuru incelemesinde Anayasa Mahkemesi kamu
gücü eylem ve işlemleri ile mahkeme kararlarının Anayasa'ya uygunluğunun ve
müdahale gerekçelerinin denetimini kendiliğinden yapmaz. Bu sebeple başvurucunun
başvurusunun esasını ve bu kapsamda kamu makamları tarafından ortaya konulan
gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığını Anayasa Mahkemesine
inceletebilmesi için öncelikle kendisinin ihlal iddialarını
gerekçelendirmesi, buna ilişkin olay ve olguları açıklaması ve delillerini
sunması zorunludur (Cemal Günsel, [GK], B. No: 2016/12900, 21/1/2021
§ 24).
46. Anayasa Mahkemesinin başvurucunun yerine geçerek
ihlal iddialarını gerekçelendirme, olay ve olguları ortaya koyma ve delil
toplama görev ve yükümlülüğü bulunmamaktadır. Söz konusu yükümlülükler
başvurucuya aittir. Başvurucuların anılan yükümlülüklere uymamaları halinde
şikâyetlerini temellendiremedikleri için başvuruları açıkça dayanaktan yoksun
bulunabilir. Anayasa Mahkemesi temellendirmeye ilişkin incelemesini her
başvurunun somut koşullarında yapar. Kuşkusuz bu yükümlülüklere ellerinde
olmayan nedenlerle uymamalarının ikna edici gerekçelerini Mahkemeye sunmaları
ya da Mahkemenin bu durumu işin niteliğinden anlaması hali müstesnadır (Cemal
Günsel, § 25, 26)
47. Başvuruya konu somut olayda başvurucu, yargılama
sürecinde Mahkeme tarafından alınan bilirkişi raporlarının lehine olmasına
rağmen neden dikkate alınmadığının karar gerekçesinde belirtilmesi gerektiğini
ileri sürmüştür. Ancak başvurucu tarafından, raporlarda yer alan hangi
tespitlerin lehine olduğu ve bu durumun davanın seyrini ne yönde etkileyeceği
konusunda açıklamada bulunulmamıştır.
48. Sonuç olarak başvurucu şikayetlerine konu temel olay
ve olgular ile bireysel başvuruya konu gerekçeli karar hakkının hangi nedenle
ihlal edildiğini açıklamak yönündeki yükümlülüğünü yerine getirmemiş; bu
bağlamda ileri sürdüğü ihlal iddialarını temellendirememiştir.
49. Açıklanan nedenlerle başvurunun diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı
Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
50. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda,
başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal
kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir.”
51. Başvurucu ihlalin tespitini, yargılamanın
yenilenmesini, maddi ve manevi tazminata hükmedilmesini istemiştir.
52. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında
ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel
ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir
kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin
sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi
ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül
Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
53. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir
(Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
54. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya
mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı
Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili
mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki
benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla
yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim
yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına
bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki
yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden
yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi
bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal
yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı
nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını
gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§
58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66-67).
55. İncelenen başvuruda itirazın iptali yargılamasına
ilişkin gerekçeli kararda kullanılan ifade nedeniyle masumiyet karinesinin
ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından
kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
56. Bu durumda masumiyet karinesinin ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki
yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü
düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına
göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda
yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini
ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere
uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin
yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 11. Asliye Hukuk Mahkemesine
gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.
57. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat
taleplerinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
58. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve
3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin
başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesi ile 38. maddesinin dördüncü
fıkrasında güvence altına alınan masumiyet karinesinin İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin masumiyet karinesinin ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere
İstanbul 11. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2013/238, K.2017/55) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun
Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 25/2/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.