Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Muammer TOPAL
|
|
|
Recai AKYEL
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
Raportör
|
:
|
Volkan ÇAKMAK
|
Başvurucular
|
:
|
Necla KARA ve diğerleri
(bkz. ekli liste)
|
Vekilleri
|
:
|
(bkz. ekli liste)
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; yapı kullanma izni bulunmayan, ticari amaçla
kullanılan ve izinsiz patlayıcı madde üretimi yapılan binada meydana gelen
patlama sonucu yirmi bir kişinin ölmesi, çok sayıda kişinin yaralanması, olay
nedeniyle başlatılan ceza soruşturmasında bir kamu görevlisi hakkında
zamanaşımından düşme, diğer bazı kamu görevlileri hakkında da hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi nedeniyle yaşam hakkının
ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 14/2/2018 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. 2018/5138, 2018/5158, 2018/5178, 2018/5188, 2018/5367,
2018/5387, 2018/5499, 2018/6014, 2018/7045, 2019/27295, 2019/27805 numaralı
bireysel başvuru dosyaları, aralarında konu yönünden hukuki irtibat bulunması
nedeniyle 2018/5075 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş olup
inceleme 2018/5075 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür.
5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
gönderilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
olaylar özetle şöyledir:
9. İstanbul'un Zeytinburnu ilçesi Maltepe Mahallesi
sınırları içinde yer alan ve ticari amaçla kullanılan binanın üçüncü katındaki
S.B.ye ait işyerinde 31/1/2008 tarihinde saat 09.30 sıralarında patlama meydana
gelmiştir. Patlamadan tüm bina ve etrafında bulunan yapılar ciddi zarar
oluşacak biçimde etkilenmiştir. Patlama sonucu S.B.nin ve başvurucuların
yakınlarının da aralarında olduğu 21 kişi hayatını kaybetmiş, 115 kişi
yaralanmış ve büyük çapta maddi hasar meydana gelmiştir. Patlama sonrası
itfaiye ekipleri saat 09.38'de müdahalede bulunmuş ve olay yerinde çıkan yangın
saat 10.30'da tamamen söndürülmüştür.Adli Tıp Kurumu Morg İhtisas Dairesi
tarafından 2008 yılının Şubat ve Mart aylarında düzenlenen otopsi raporlarına
göre vefat eden kişiler, binada meydana gelen patlamaya bağlı olarak
gerçekleşen genel beden travması (beyin kanaması, doku harabiyeti, iç kanama,
büyük damar yırtılması vb.) nedeniyle hayatını kaybetmiştir.
10. Patlamanın meydana geldiği binanın bodrum ve çekme
katı dâhil altı katlı olduğu, inşaatına 1988 yılında başlandığı, inşaatın 1992
yılında tamamlandığı, yapı izin belgesinin (ruhsat) 1990 yılında Zeytinburnu
Belediye Başkanlığı (Belediye) tarafından düzenlendiği, binanın yapı kullanma
izin (iskân) belgesinin, itfaiye onay belgesinin bulunmadığı anlaşılmıştır.
Patlamanın meydana geldiği işyerinin sahibi S.B. bağımsız bölümün kiracısı olup
asıl mülk sahibi Res.K. ve Rem.K.dır.
11. Meydana gelen patlamaya ilişkin olarak Bakırköy
Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) 2008/10357 sayılı dosya üzerinden
soruşturma başlatmıştır. Patlamanın akabinde olay yerinden toplanan numuneler
(metal çubuk, plastik malzeme, toz karışım, karton) Emniyet Genel Müdürlüğü
Kriminal Polis Laboratuvarları Dairesi Başkanlığına getirilmiş ve numuneler
üzerinde yapılan inceleme sonucu 12/2/2008 tarihli ekspertiz raporu
düzenlenmiştir. Patlama merkezinden elde edilen maddelerin ne olduğuna ilişkin
tespitlere yer verilen raporda; numunelerin baryum nitrat, potasyum klorat,
stronsiyum karbonat, kükürt, sodyum nitrat, klor, magnezyum gibi kimyasal
bileşenler içeren ve eğlence amaçlı kullanılan, patlayıcı özellikte olan moon
stars, silver meşale (meşale, oyuncak tabanca, yıldız saçan vb.)
gibi piroteknik malzemeler olduğu ifade edilmiştir.
12. İstanbul Büyükşehir Belediyesi İtfaiye Daire
Başkanlığı tarafından patlamaya ilişkin olarak düzenlenen 13/2/2008 tarihli
raporda "mahalde kaçak imal edilmekte olan piroteknik ürünlerin ısınmak
amaçlı kullanılan elektrikli ısıtıcılar ile kontrol dışı ısınıp tutuştuğu ve
imalat için hazırlandığı tahmin edilen bir miktar karışımı patlattığı, bu
patlamanın oluşturduğu yüksek ısı sebebiyle ikinci büyük patlamanın meydana
geldiği" tespitine yer verilmiştir.
13. İstanbul Emniyet Müdürlüğü tarafından düzenlenen
19/2/2008 tarihli inceleme raporunda ise öncelikle patlamada vefat eden yirmi
bir kişinin kimlik bilgilerine ve patlamanın meydana geldiği yerden alınan kimyasal
maddelere ilişkin -yukarıda yer verilenlere koşut- tespitlere yer verilmiştir.
İki bomba uzmanı tarafından yapılan belirlemelere yer verilen raporun sonuç
kısmında patlamanın meydana geldiği yerden elde edilen maddelerin maytap,
meşale, yıldızsaçan gibi eğlence/gösteri amaçlı ürünlerin yapımında kullanılan
kimyasal bileşenler olduğu, patlamanın bu kimyasal madde bileşenlerinin infilak
etmesi sonucu meydana geldiği, söz konusu maddelerin canlılar üzerinde
öldürücü, yaralayıcı etkilerinin bulunduğu ifade edilmiştir.
14. Ayrıca olay yerinden alınan numuneler İstanbul Teknik
Üniversitesi Kimya Metalurji Fakültesi tarafından incelenmiş ve bu inceleme
sonucu düzenlenen 17/3/2008 tarihli raporda numunelerin kuvvetli oksitleyici,
toksik ve patlayıcı özellikte olduğu, hazım ve solunum yoluyla alındıklarında
dahi hayati tehlike oluşturabileceği, bu tür kimyasalların temininde,
kullanılmasında, taşınmasında ve imhasında özel tedbirlerin alınmasının zorunlu
olduğu ifade edilmiştir.
15. Soruşturma sürecinde (olayın hemen ardından) S.B.ye
ait işyerinde çalışmış olan Ö.T. ve H.A.nın kolluk kuvvetleri tarafından
ifadeleri alınmıştır. Söz konusu ifadelerde öz olarak işyerinde izinsiz olarak
eğlence amaçlı maytap, torpil, meşale ve plastik oyuncak üretimi yapıldığı, çalışanların
sigortasız olduğu, işyerinin beş yıldır faaliyette olduğu, Belediyenin işyerine
patlayıcı madde imalatı için ruhsat vermediği, üretimde kullanılan
kimyasalların temini ve satışıyla S.B.nin ilgilendiği, kimyasal elementlerin
birleşiminin binanın dördüncü katında yapıldığı, daha önce işyerinde bazı küçük
çaplı kazalar (yangın) yaşandığı ifade edilmiştir. Bu hususlara ek
olarak H.A. patlamanın olduğu gün etraftaki tozları süpürdüğünü, sonra yangın
çıktığını görmesi üzerine kaçtığını, binadaki insanları da kaçmaları için
uyardığını, patlamadan bir ay önce belediye ekiplerinin gelerek S.B.ye ruhsat
alması için telkinde bulunduklarını, aksi hâlde kendilerinin de zor durumda
kalacaklarını belirttiklerini, birkaç kez de İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi
(İSKİ), Boğaziçi Elektrik Dağıtım A.Ş. (BEDAŞ) görevlilerinin geldiğini, başka
bir resmî kurumdan memur geldiğine şahit olmadığını ifade etmiştir.
16. Soruşturma nedeniyle Belediye tarafından Başsavcılığa
gönderilen 4/3/2008 tarihli yazıda; binanın iskân izni ve yangın güvenlik
belgeleri olmadığı hususlarının yanında binadaki diğer işyerlerine ilişkin
olarak daha önceki yıllarda defalarca mühürleme işlemleri yapıldığı, bazı
işyerlerinin ruhsatının olduğu, bazılarının ruhsat için başvurduğu, S.B.ye ait
işyerinin de 15/1/2008 tarihinde denetlenerek ruhsatsız çalıştığının tespit
edildiği, 25/1/2008 tarihinde S.B.nin plastik atölyesi için ruhsat başvurusunda
bulunduğu, olay tarihi itibarıyla işletme ruhsatının olmadığı belirtilmiştir.
Ayrıca soruşturma sürecinde elde edilen verilerden işyerinin 2007 yılı içinde
ruhsatsız çalıştığının tespit edildiği ancak ruhsat alınması için süre
verilmesi dışında bir işlem yapılmadığı anlaşılmıştır.
17. Meydana gelen patlamaya ilişkin olarak olayın
aydınlatılması için delilleri toplayan ve tanık ifadelerine başvuran Başavcılık
ayrıca bilirkişi incelemesi de yaptırmıştır. 31/3/2008 tarihli rapor; yüksek
inşaat mühendisi, yüksek kimya mühendisi, yangın ve patlayıcı madde uzmanı,
makine mühendisi ve hukukçu bilirkişilerden oluşan heyet tarafından
hazırlanmıştır. Raporda öncelikle binanın yapı izin belgesinin 23/3/1990
tarihinde düzenlendiği ancak binanın yapı kullanma izin belgesi olmadığı, iskân
sırasında istenen itfaiye onayının da bulunmadığı, Zeytinburnu Belediyesi
tarafından sunulan dosyada binaya ait statik/mimari plan/projenin yer almadığı,
yapı inşaat kalitesinin yetersiz olduğu, bu yetersizliğin patlamanın yarattığı
etkiyi artırdığı ifade edilmiştir. Raporun devamında, yukarıda alıntısı yapılan
raporlarda olay yerinden toplanan numunelere ilişkin tespitlerle örtüşen
tespitler yapılmıştır. Bölgenin çeşitli sanayi kollarından irili ufaklı
yüzlerce imalathaneye ev sahipliği yaptığı ifade edilen raporda
yapılaşmanın/planlamanın çok karışık ve tehlike anında müdahaleyi zorlaştıran
bir görünüm arz ettiği vurgulanmıştır. Raporun sonuç kısmında özetle;
- Patlamada vefat eden işyeri sahibi S.B.nin işyerinin
kaçak ve ruhsatsız olması, iş ve sosyal güvenlik, belediye mevzuatı uyarınca
sorumluluklarını yerine getirmemesi, işyerinde yapılan faaliyete uygun önlemler
almaması, faaliyet konusunda uzmanlığı olmayan eğitimsiz personel çalıştırması
nedeniyle 2/10 oranında,
- İstanbul Büyükşehir Belediyesinin ruhsatlandırma ve
denetleme görevlerini yerine getirmemesi, iskânsız binaya su ve kanalizasyon
hizmeti vermesi nedeniyle 3/10 oranında,
- Zeytinburnu Belediyesinin ruhsatsız çalışan işyerini
denetlememesi, iskânsız ve itfaiye onaysız binanın kullanımına izin vermesi
nedeniyle 3/10 oranında,
- BEDAŞ' ın iskânsız binaya elektrik bağlaması nedeniyle
1/10 oranında,
- Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının kontrol, teftiş
ve denetleme yetkisini kullanmaması nedeniyle 1/10 oranında kusurlu olduğu,
anılan kurumların kusuru ile yangın ve patlama olayı arasında da illiyet bağı
bulunduğu ifade edilmiştir.
18. Soruşturma evresinde Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığı İstanbul Bölge Müdürlüğünden alınan 26/5/2008 tarihli cevap
yazısında; işyeri sahibi S.B.nin patlamanın meydana geldiği işyerini selüloit
ve plastik muhtelif eşya üreten işyeri olarak bildirdiği, fişek ve maytap işini
sakladığı, bölge müdürlüklerinin tescili yapılan işyerlerinin tamamını teftiş
etmesi gerektiğine yönelik mevzuatın bulunmadığı, işyerlerindeki işçi sağlığı
ve iş güvenliğini sağlama görevinin esas itibarıyla işverenlere ait olduğu
ifade edilmiştir.
19. Başsavcılığın ayrıca İSKİ ve BEDAŞ ile aboneliklerin
nasıl yapıldığına ilişkin detayların anlaşılması adına yazışmalar yaptığı,
Belediyeyle yaptığı yazışmalarla da işyerinin inşa edildiği tarihten patlamanın
gerçekleştiği tarihe kadar olan dönemde kimlerin konuyla ilintili birimlerde
görev aldığını tespit ettiği görülmüştür.
20. Başsavcılık, Belediyede görevli kişilerin şüpheli
sıfatıyla ifadelerini almıştır. İmar ve Şehircilik Müdürü H.K. suça konu
işyerinin iskân ruhsatının olmadığını, talep edilmesi hâlinde şartları varsa
verilebileceğini, binada ruhsatsız işyerleri olup olmadığını bilmediğini, böyle
bir görevinin de bulunmadığını ifade etmiştir. İmar ve Şehircilik Müdürü Ş.Y.;
patlamanın olduğu dönemde Belediyede görevli olmadığını, inşaat kalitesinden
binayı yapan mühendisin sorumlu olduğunu, kendisinin inşaat projesini kontrol
etmekle yükümlü olduğunu, bu sorumluluğu da yerine getirdiğini beyan etmiştir.
Ruhsat ve Denetim Müdürü R.T.; ilgili işyerinin patlamadan dört beş gün önce
ruhsat müracaatının olduğunu ancak bunun gerçeğin saklanmak suretiyle patlayıcı
üretimi yapıldığı belirtilmeyen bir müracaat olduğunu, Belediyede personel
sayısının yetersiz olduğunu, bu nedenle denetim görevinin gereği gibi yerine
getirilemediğini, daha önce işyerine ekibinin bir defa gittiğini ve işyerinin
ruhsatsız olduğunu tespit ettiğini belirtmiştir. Zabıta Müdürü F.K. ilgili
işyerini denetlemenin kendi görevleri olduğunu, aynı binadaki kot atölyesinin
daha önce İSKİ'den gelen talep üzerine mühürlendiğini, patlamanın olduğu
işyerinin ruhsatsız olup olmadığından haberdar olmadığını ifade etmiştir. İmar
ve Planlama Müdürü S.K. ise kendisinden sonra bu görevi sırasıyla Ş.Y. ve
H.K.nın üstlendiğini, binanın yapım süreci ile ilgili herhangi bir işleminin,
imzasının bulunmadığını beyan etmiştir.
21. Başsavcılık yürüttüğü soruşturma sonunda Zeytinburnu
Belediyesinde görevli olan Zabıta Müdürü F.K. (2000-...), Ruhsat ve Denetim
Müdürü R.T. (2004-...), İmar ve Şehircilik Müdürü Ş.Y. (2004-...), İmar ve
Şehircilik Müdürü H.K. (2007-...), İmar ve Planlama Müdürü S.K. (2000-2004)
hakkında görevi kötüye kullanma ve taksirle öldürme suçu isnadıyla iddianame
düzenlemiştir. 28/10/2009 tarihli iddianamede ayrıca patlamanın meydana geldiği
binanın sahipleri Rem.K. ve Res.K. ile işyerinde işçi olarak çalışan H.A.nın da
taksirle öldürme suçu isnadıyla cezalandırılmaları istenmiştir. İddianamenin
ilgili kısmı şöyledir:
"Maktül [S.B.]'ın önce babası ile birlikte,
daha sonra tek başına 31.12.2004 tarihinden itibaren patlamanın meydana geldiği
tarihe kadar işletme izin belgesi ve çalışma ruhsatı olmadan bu işyerinde
parlayıcı ve patlayıcı proteknik madde imalatı yaptığı anlaşılmıştır. Burada
işçi olarak çalışan [Ö.A.] ve şüpheli [H.A.]nın ifadelerine göre
bu işyerine Zeytinburnu Belediyesi yetkililerinin denetim amacıyla bir çok defa
gittikleri halde kapatılıp mühürlenmesi yönünde hiç bir işlem yapmadıkları,
ilgili emniyet birimlerine bildirmedikleri ve böylece olayın oluşumuna sebep
oldukları anlaşılmıştır.
5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi
kanununun 7. Maddesine göre 1. Sınıf gayri sıhhi müesseseleri ruhsatlandırmak
ve denetlemek görev ve yetkisi Büyükşehir Belediyelerine verilmiştir, madde
içeriğine göre ... patlayıcı ve yanıcı madde üretim ve depolama yerlerini
tespit etmek, fabrika ve sanayi kuruluşları ile kamu kuruluşlarını yangına ve
diğer afetlere karşı alınacak önlemler yönünden denetlemek izin ve ruhsatları
vermekle görevlendirilmiştir, ancak; Büyükşehir Belediyesinde görev yapan
yetkili ve sorumlular haiz oldukları bu yetki ve görevlerini bu işyerinde
imalat yapan maktül [S.B.]'ye
karşı kullanmamışlardır ve bu olayın meydana gelmesinde kusurlu bulunmuşlardır.
3194 sayılı İmar Yasasına göre yapı
ruhsatiyesi, yapı kullanma ruhsatiyesi olmadan binalarda herhangi bir sınai
faaliyette bulunulamaz, elektrik- su ve kanalizasyon hizmeti verilemez hükmünün
açıkça yer almasına rağmen patlamanın meydana geldiği binada yapı kullanma izni
olmadığı halde binanın tümünün kiralandığı ve atölyeler halinde sınai faaliyetlerde
bulunulduğu anlaşılmıştır.
Bu nedenlerle bilirkişi heyeti
Zeytinburnu Belediyesinin yanısıra İstanbul Büyükşehir Belediyesi, BEDAŞ, İSKİ
ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına da kusur izafe etmiş ise de;
Büyükşehir Belediyesi sorumlu ve yetkilileri ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığı İstanbul Bölge Müdürü haklarında 4483 sayılı yasa gereğince
soruşturulmaları valilik iznine tabi bulunmaları nedeni ile İstanbul
Valiliğinden soruşturma yapılması için izin talep edilmiş, ancak soruşturma izni
verilmemiştir. Bunun üzerine yasal süre içinde izin verilmemesine ilişkin
karara karşı İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Başkanlığına itirazda bulunulmuş
ise de; yapılan itiraz mahkemenin kayıtlarına yasal sürede girmediği gerekçesi
ile süre aşımı nedeni ile itiraz red edilmiş olmakla haklarında Kovuşturma
Yapılmasına Yer Olmadığına Dair, İSKİ'nin yetkili ve sorumlu personeli ile
BEDAŞ'ın yetkili ve sorumlu personeli haklarında ise TCK.nun 184/6 madde ve
fıkrasına göre suçun unsurları oluşmadığından Kovuşturma Yapılmasına Yer
Olmadığına Dair; Zeytinburnu Belediyesi eski Ruhsat Müdür [H.A.] hakkında suça konu yer maktül
[S.B.]'ye kiraya verilmeden önce tayinle Küçükçekmece Belediyesine atanarak
gittiği ve yüklü suçu işlemediği anlaşılmakla Kovuşturma Yapılmasına Yer
Olmadığına Dair Ek Karar verilmiştir.
Yukarıda kimlikleri yazılı şüphelilerden [F.K.], [R.T], [H.K.], [Ş.Y] ve
[S.K.]'nın Zeytinburnu Belediyesinin yetkili ve görevlileri oldukları yasa
ile kendilerine verilen görev ve yetkilerin aynı zamanda bir sorumluluğu da
içerdiği, ruhsatsız işletilen kot yıkama atölyesinin ruhsat işlemi kamuoyunda
aşırı tepki doğurmamasına rağmen çok defa denetlenip mühürlendiği ve Cumhuriyet
Savcılığına suç duyurusunda bulunulduğu halde aynı binanın 3. Katında ruhsatsız
olarak patlayıcı madde depolayıp imalatını yapan maktül [S.B.]'ın 4 yıl
boyunca hiç bir işlem yapılmaması göre ve yetkinin içerdiği sorumlulukla
bağdaşamaz.
Her ne kadar şüpheliler savunmalarında
suçlamayı kabul etmemiş iseler de; görev ve yetkilerini kullanma ya da
kullanmamak suretiyle doğacak sorumluluğu kabul etmemek, onu dışlamak yasanın
içeriğine aykırı olduğu açıktır. Bu nedenle şüphelilerin görevlerini kötüye
kullanmak suretiyle olayın meydana gelmesine, 21 kişinin ölmesine ve 115
kişinin yaralanmasına sebebiyet verdikleri ve böylece yüklü suçları
işledikleri; şüpheliler [Rem.K.]
ile [Res.K.]'nın binanın sahipleri oldukları, inşaatta deniz kumunu
kullandıkları, çimento dozajının az olduğu bu nedenle beton dayanımının minimum
160 KG/ santimetrekare altında ortalama 65-80 Kg/santimetrekare olduğu ve bu
nedenle de patlamanın boyutlarını arttırdığı anlaşılmakla yüklü suçu
işledikleri; şüpheli [H.A]'nın olay günü işyerinde kimyasal maddelerin
oluşturduğu toz karışımını süpürmek suretiyle önce yangın, sonra da patlamanın
oluşumuna neden olduğu ve böylece tüm şüphelilerin kendilerine yüklenen suçu
işledikleri, olay yerinde yapılan inceleme ve keşiften, muhafaza altına alınan
patlayıcı maddelerden, ekspertiz raporlarından, bilirkişi heyetinin tanzim
ettiği rapordan ve tüm evrak kapsamından anlaşılmakla;
Şüphelilerin yargılanmalarının yapılarak
eylemlerine uyan ve yukarıda yazılı yasa maddeleri uyarınca ayrı ayrı
CEZALANDIRILMALARINA karar verilmesi kamu adına iddia olunur."
22. İddianameyi 8/12/2009 tarihinde kabul eden Bakırköy
6. Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) dava dosyasını şüpheli A.T. (Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığı İstanbul Bölge Müdürü) ile M.A. (Zeytinburnu Belediye
Başkanı) hakkında açılan dosyalar ile birleştirmiştir. Mahkeme; kovuşturma evresinde
Belediyeye yazılan müzekkereler ile gerek Belediye bünyesinde imar,
ruhsatlandırma ve denetim birimlerinde görev alan kişileri gerekse patlamanın
gerçekleştiği işyerinin hukuki durumunu tespit etmeye çalışmıştır. Mahkeme
ayrıca şüphelilerin patlamanın meydana gelmesinde kusurlarının olup olmadığını,
varsa hangi oranda olduğunu tespit etmek amacıyla bilirkişi incelemesi
yaptırmıştır. Bilirkişi heyeti makine, inşaat, kimya, elektrik elektronik
mühendisliği ile idare hukuku alanında öğretim üyesi olan akademisyenler ile
biri inşaat, biri makine alanında çalışan iki mühendisten teşekkül
ettirilmiştir.
23. 15/1/2014 tarihli raporda şüphelilerin
kusurları/kusur oranları yönünden yapılan tespitlere yer verilmiştir:
"- İş yeri sahibi müteveffa [S.B.], gerekli izinleri almadan
tehlikeli maddeleri taşıması/depolaması, üretmesi ve ticaretini yapması,
güvenli bir çalışma ortamı oluşturmaması nedeniyle patlamanın meydana
gelmesinde asli kusurlu,
- Binayı inşa eden ve sahibi olan [Rem. K.] ile [Res. K.],
binayı yeterli mukavemete sahip olacak şekilde inşa etmemeleri, iskan izni
olmadan kiracı kabul etmeleri, kiracıların beyan ettikleri amaç dışında binayı
kullanıp kullanmadıklarını denetlememeleri ve aksi davranışı resmi makamlara
bildirmemeleri nedeniyle tali kusurlu,
-Zeytinburnu Belediyesi çalışanları
zabıta müdürü [F.K.],
ruhsat ve denetim müdürü [R.T.], imar ve şehircilik müdürü [Ş.Y.],
imar ve şehircilik müdürü [H.K.], imar ve planlama müdürü [S.K.]
ise, yapılan işin niteliğinin ve arz ettiği tehlikenin zamanında tespit
edilememesi, patlamanın gerçekleştiği işyerinin yeterince denetlenmemesi,
tehlikenin risk gerçekleşmeden ortaya çıkarılamaması, patlamanın önlenememesi,
gereken izin ve ruhsatların alınmasının sağlanmaması nedeniyle tali kusurlu,
- İSKİ ve BEDAŞ yetkilileri, patlama ile
elektrik ve su bağlanması arasında ilinti bulunmadığı için kusursuz,
- Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı
çalışanları, sigortasız çalışmaya ilişkin bildirim bulunmadığından kusursuz,
- Zeytinburnu Belediye Başkanı [M.A.], belediyenin ruhsat ve denetim
için ayrı ayrı birimleri bulunduğundan ve başkanın kendisinin bizzat denetim
yapması söz konusu olmayacağından kusursuz,
- İşyerinde çalışan [H.A.], kimyasal maddeler ile ilgili
eğitime tabi tutulmadan istihdam edildiği için kusursuzdur."
24. Süreçte BEDAŞ ve İSKİ çalışanları hakkında suçun
unsurları oluşmadığından ve eski Belediye Ruhsat Müdürü H.A. hakkında da binada
patlayıcı madde imalatına başlanmadan başka belediyeye nakledildiği
anlaşıldığından kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildiği anlaşılmıştır.
25. Mahkeme 14/7/2014 tarihli kararı ile sanıklar H.A.,
A.T. ve M.A.nın beraatine, binayı inşa eden ve sahibi olan Rem.K. ile Res.K.nın
ayrı ayrı 5 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına, Zeytinburnu
Belediyesi çalışanları olan Zabıta Müdürü F.K.nın 7 yıl 6 ay; Ruhsat ve Denetim
Müdürü R.T.nin 7 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına; İmar ve
Şehircilik Müdürü Ş.Y.nin 5 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, cezasının
30.400 TL adli para cezasına çevrilmesine; İmar ve Şehircilik Müdürü H.K.nın 3
yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, cezanın 18.200 TL adli para cezasına
çevrilmesine; İmar ve Planlama Müdürü S.K.nın da 5 yıl hapis cezası ile
cezalandırılmasına, cezanın 30.400 TL adli para cezasına çevrilmesine
hükmetmiştir. Mahkemenin mahkûmiyet hükümlerine esas aldığı suç, taksirle
öldürme suçudur. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"...Müteveffa [S.B.]'nın 31/12/2014 tarihinden
itibaren Zeytinburnu İlçesi, Çifte Havuzlar Caddesi, 1 nci Site Sokak,
No:44-3-4 adresinde binanın üçüncü katını ve çatı katını Sanıklar [R.K.]
ve [R.K.]'dan kiralayıp, işletme izin belgesi ve çalışma ruhsatı almadan
önceleri babası ile birlikte bilahare yalnız başına plastik madde imalatı
yaptığı görüntüsü altında gizleyerek parlayıcı ve patlayıcı piroteknik madde
imalatı yaptığı, yanında Katılan Sanık [H.A.] ile birlikte üç işçi
çalıştırdığı, patlamanın olduğu zamana kadar tanık beyanlarından anlaşıldığı
üzere Zeytinburnu Belediye Başkanlığınca mahalde defalarca denetim yapıldığı,
ancak patlama anına kadar patlamanın olduğu işyerinin hiç bir şekilde
Zeytinburnu Belediye Başkanlığı yetkililerince mühürlenmediği, faaliyetinin
engellenmediği, olay günü olan 31/01/2008 tarihinde saat 9.30 sıralarında
mahalde kaçak olarak üretilmekte olan piroteknik ürünlerin mahalde ısınma
amacıyla kullanılan elektrik ısıtıcılarının yaydığı ısı ile temas etmeleri
üzerine ilk patlamanın meydana geldiği, bu patlamanın yaydığı ısının ise
yaklaşık 1.5-2 dakika sonra mahaldeki diğer tüm piroteknik malzeme ile temas
ettiği ve ikinci büyük patlamanın meydana geldiği, her iki patlama sonucunda da
üzücü, facia niteliğinde neticenin meydana geldiği, iş bu işyerinde çalışmakta
olan iki kişi ile birlikte toplam 21 kişinin öldüğü, 115 kişinin çeşitli şekillerde
yaralandığı, patlama sonucunda işyerinin bulunduğu binan 3 üncü normal kat ve
çatı katının tamamen çöktüğü, çevre binalardaki işyerlerinde ve konutlarda,
parketmiş araçlarda çökme yıkılma boyutuna varacak ağır hasarlar ve maddi
zararların oluştuğu tüm dosya kapsamından anlaşılmakla, mahkememizce oluşun bu
şekilde kabulünde vicdani ve hukuki zorunluluk görülmüş,
...
...somut olay ile sanıklar arasında
spesifik olarak öngörü ilişkisinin tesbit edilememiş olması nedeniyle
sanıkların neticeyi öngördüklerinden ve dolayısıyla bilinçli taksir sahibi
olduklarından bahsolunamayacağı, mahkumiyetine karar verilen sanıkların
tamamının iş bu nedenlerle tamamının adiyen taksir sahibi oldukları düşünülmüş
ve değerlendirilmiş,
...
Müteveffa [S.B.] nın kusurluluk durumu;
Müteveffa [S.B.] nın patlamanın olduğu yerdeki
işyerinde ruhsatsız olarak parlayıcı ve patlayıcı piroteknik maddeleri üreterek
... işyerini ... işyeri açma ve çalışma ruhsatı almadan faaliyete geçirmiş
olması, ... doldurması gereken formu doldurup yetkili idareye teslim etmemiş
olması, dolayısıyla ... asli kuralları ihlal etmiş olması,
Keza Müteveffa [S.B]'nın ... patlayıcı maddelerin
üretildiği veya işlendiği işyerlerinin kurulmasında dikkat edilmesi gereken
güvenlik uzaklıklarını hiç gözetmediği, ... bu maddelerin imal edildiği
işyerlerinin tek katlı, duvarları yanmaz, tavanları hafif ve kaymaz, tabanları
düz, yanmaz, sızdırmaz, çarpmayla büyük parçalar halinde etrafa dağılmayacak ve
zarar vermeyecek mika, telli cam gibi nitelikleri taşıması gerektiğini
gözetmediği, böylece iş bu konuda vazedilmiş zikrolunan iş bu aslikuralları
ihlal ettiğinin tereddütsüz olması,
Bunun gibi müteveffanın patlamanın
olduğu işyerinde ruhsatsız olarak parlayıcı ve patlayıcı madde imalatı ve
depolaması yaparken,... iş sağlığı ve güvenliği açısından elzem önlemlerinin
hiç birisini almadığı, böylece iş bu konuda da vazedilmiş zikrolunan iş bu asli
kuralları ihlal ettiğinin saptanmış olması,
Yine müteveffanın patlamanın olduğu
işyerinde ruhsatsız olarak parlayıcı ve patlayıcı madde imalatı ve depolaması
yaparken 506 sayılı Sayılı Yasadan kaynaklanan yükümlülüklerini ihlal ettiği
gibi mahalde sigortasız işçi çalıştırdığı, böylece iş bu konuda da vazedilmiş
zikrolunan iş bu asli kuralları ihlal ettiğinin belirlenmiş olması,
...
karşısında, Müteveffa [S.B.]nın meydana gelen netice
açısından asli kusurlu olduğu hususunda mahkememizde hiç bir tereddüt
oluşmamış,
...
Sanıklar [Ş.Y.] ,[S.K.] ve [H.K.]
nın kusurluluk durumları;
Zeytinburnu Belediye Başkanlığından soruşturma
ve kovuşturma evresinde gelen cevabi müzekkerelerden Sanıklardan [S.K.] nın mimar olup, suç tarihinde
fiilen Zeytinburnu Belediye Başkan Yardımcısı olarak görev yapmakta olduğu,
2000 ila 27/08/2004 tarihleri arasında Zeytinburnu Belediye Başkanlığı İmar ve
Şehircilik Müdürlüğü görevini ifa ettiği,
Sanıklardan [Ş.Y.] nin inşaat mühendisi olup,
27/08/2004 tarihi ila 17/12/2007 tarihinden patlamanın olduğu tarihe kadar
Zeytinburnu Belediye Başkanlığı İmar ve Şehircilik Müdürlüğü görevini ifa
ettiği, Sanıklardan [H.K.] nın inşaat mühendisi olup, 17/12/2007
tarihinden patlamanın olduğu tarihe kadar Zeytinburnu Belediye Başkanlığı İmar
ve Şehircilik Müdürlüğü görevini ifa etmekte olduğu belirlenmiş,
Yine kovuşturma ve soruşturma evresine
gelen cevabi müzekkerelerden, davaya konu patlamanın olduğu binaya Zeytinburnu
Belediye Başkanlığınca 26/09/1989 tarihinde temel ruhsatının verildiği,
23/03/1990 tarihinde ise temel üstü ruhsat izni tesis edilerek yapı ruhsatı
düzenlendiği, yapının inşasının 1992 yılında tamamlanarak, yapının iskan
edilmeye başlandığı belirlenmiş,
...bu nedenle Zeytinburnu Belediye
Başkanlığı İmar ve Şehircilik Müdürlüğünce...binanın derhal mühürlenmesi, bina
sahiplerine imara aykırılıkları gidermesi hususunda kanundaki sürenin
verilmesi, bu süre içerisinde imara aykırılıkların giderilmemesi halinde
binanın yıktırılması görevlerinin bulunduğu ve bu görevlerin yerine
getirilmeyip 1990 yılında 2008 yılına kadar patlamanın olduğu yapıya ilişkin
olarak imar açısından herhangi bir denetimin yapılmamış olduğu, binanın bu
şekilde kullanılmasına sebebiyet verilmiş olduğu, bu şekilde iş bu sanıklarda
denetim görevlerinin yerine getirilmediği değerlendirilmiş,
...imar müdürü sanıkların İmar Kanunun
32 nci maddesinden kaynaklanan yükümlülükleri nedeniyle zikrolunan durumu
tesbit ettirmeleri ve kanunun 32 nci maddedeki müeyyideleri tereddütsüz
uygulamaları/uygulattırmalarının gerektiği, oysa bu yönde hiç bir adımın
atılmamış, işlemin tesis edilmemiş olduğu, öte yandan 1999 depreminden sonra
patlama anına kadarki süre içerisinde deprem mevzuatına göre yapılması gereken
denetim ve tesbit faaliyetlerine ilişkin amir hükümlerin dahi bu sanıklarca
yerine getirilmediği, binanın deprem karşısındaki durumunun ne olduğunun tesbit
edilmediği, yapının birinci grup sanayii alanında kalıyor olmasından
kaynaklanan kamuya yönelik tehlikeliliğinin açık olmasına karşın denetlenme
hususunda öncelikli sıralara da çekilmediği, dolayısıyla patlama olan binada
zikrolunan bu denetimleri müdürlüğünü yaptıkları dönemde denetleme yapmak
suretiyle tesbit edemeyen sanıkların iş bu eylemlerinin tali kusur olduğu ve
neticenin meydana gelmesinde katkısının bulunduğu düşünülmüş ve
değerlendirilmiş,
İşbu nedenlerle savunmanın patlamanın
olduğu bina için 12/10/2004 tarihinden önce yapılan binalar için yapı iskan
belgesi alınmasına hukuki gerek olmadığı savunmasına itibar olunmamış, kaldı
ki, bu savunmaya itibar olunması halinde dahi bu durum iş bu sanıkların tali
kusurlarını ortadan kaldırır mahiyette görülmemiş, zira mahalde piroteknik malzeme
üretildiği, iş bu maddelerin İşyeri Açma ve çalışma Ruhsatlarına Dair
Yönetmelik gereğince özel yapı şeklini gerektiren işyerinde üretilebileceği, bu
nitelikli işyerinin ise iskan belgesi olmadan üretime geçemeyeceği
değerlendirilmiş,
Sanıklar [F.K.] ve [R.T.]nin kusurluluk
durumları;
...belediye sınırların içerisinde
faaliyet gösteren işyerlerine ruhsat verilmesi, faaliyete geçirilmesi,
denetlenmesi, izinsiz veya verilen izne aykırı faaliyette bulunan işyerlerinin
faaliyetten menedilmesi görevinin belde belediyelerine ait olduğu, buna göre
belediyenin belde sınırları içerisindeki izinsiz faaliyet gösteren işyerlerini
saptaması ve bunlardan Valilik ve Büyükşehir Belediyesi ya da diğer mercilerin
iznine tabi olanları bu yerlere yönlendirmesi ve kurallara aykırı veya izinsiz
faaliyet gösteren işyerlerinin tesbiti halinde derhal faaliyetten men edilmesi
gerektiği, bu bağlamda belde belediyelerinin izinsiz faaliyet gösteren
işyerlerine gerekli izin alınıncaya kadar geçici olarak faaliyete devam için
izin verme yetkilerinin ve görevlerinin kesinlikle bulunmadığı, bu yönde
verilmiş izinlerin tamamının hukuka aykırı olduğu, davaya konu olayda Müteveffa
[S.B.]nın önceleri
babası ile birlikte bilahare tekbaşına 31/12/2004 tarihinden itibaren
patlamanın olduğu mahalde binanın üçüncü katı ile çatı katında işletme izin
belgesi ve çalışma ruhsatı olmadan parlayıcı ve patlayıcı madde imalatı
yaptığı, Zeytinburnu Belediye Başkanlığından gelen cevabi müzekkerelerden aynı
binada yeralan diğer işyerlerine Zeytinburnu Belediye Başkanlığınca muhtelif
zamanlarda denetim yapıldığının, ... mühürleme tedbiri uygulandığının
anlaşılmış olmasına rağmen, müteveffanın işyerinde patlama anının hemen
öncesinde kadar hiç bir denetim yapılmamış olmasının sanıkların her kisininin
de görevlerini gereği gibi yerine getirmediklerini gösterdiği, Sanık [H.A.]nın
belediye görevlilerinin defalarca mahalle geldiğine ve Müteveffa [S.B.]
ile yazıhanesinde müteveffa ile yalnız görüştüğüne dair savunmaları Tanık [Ö.]nün
tamamen bu sanığın beyanın teyid eder beyanları, dinlenen pek çok tanığın
mahalle çok sık aralıklarla belediye zabıtalarının geldiğine ve müteveffanın
işyerine çıktıklarına ilişkin beyanlarınınm da mahkememizin iş bu kabulunu
teyit ettiği, öte yandan [S.B.]nın işyerinin işyeri açma ve çalışma
ruhsatının bulunmadığının belediye görevlilerince işyeri açma izin harcı ile
ilgili yoklama fişi tanzim edilmesi esnasında 09/08/2007 tarihinde tesbit
olunduğu, bu tesbitten sonra müteveffanın işyeri açma ve çalışma ruhsatı
bulunmadığına ilişkin yoklama yazısının 13/08/2007 tarihinde Zeytinburnu
Belediye Başkanlığı Ruhsat ve Denetim Şube Müdürlüğüne gönderildiği, esasen iş
bu tarihte müteveffanın ruhsatsız işyerinin derhal mühürlenmesi ve faaliyetten
menedilmesinin gerektiği, ancak Ruhsat Şube Müdürlüğünün müdürlüklerine gelen
yazıyı tam beş ay kadar nezdinde bekletip, 04/01/2008 tarihinde Zabıta
Müdürlüğüne gönderdiği, zabıta Müdürlüğünün ise burayı derhal mühürlemesi
gerekir iken mühürlemediği, iş bu dönem içerisinde zikrolunan mahallin
mühürlenmesinin gerekmesine rağmen mühürlenmemesinin idarenin ehemmiyetli tali
kusuru olduğu ve mühürlenmesi halinde patlamanın meydana gelmemiş olabileceği,
Ruhsat Şube Müdürlüğünce hazırlanan tebliğatta müteveffaya yedi gün içerisinde
ruhsat için müracaat etmesinin, aksi halde mahallin mühürleneceğinin ihtar
olunduğu, bu tebliğin yapılmasından sonra müteveffanın 25/01/2008 tarihinde
plastik üretimi yapacağından bahisle Zeytinburnu Belediye Başkanlığına müracaat
ettiği, bu müracaat üzerine belediye zabıta görevlilerin 30/01/2008 tarihinde
mahalle gittikleri ve mahalde hiç bir denetleme yapmadan müteveffanın ruhsat
için başvurduğunu tesbit ile yetindikleri, halbuki mühürlenmesi gereken
işyerinin mühürlenmemesi halinde bile en azından beyan olunan faaliyete ilişkin
imalat yapılıp yapılmadığının tesbit edilmesi ve yapılmıyor ise derhal
mühürlenmesinin ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına bildirilmesi
hukuki gereğinin hiç değerlendirilmediği, kaldı ki Zeytinburnu Belediyesinin
patlamanın meydana geldiği işyerinde müteveffanın 4 yıl işyeri açma ve çalışma
ruhsatı almadan çalıştığını tesbit edememesi, tesbit ettikten sonraki 5 ay
boyunca belediyenin hiç bir işlem tesis etmemesi, işlem tesis etmeye başlama
kararı alındığında bu kararı hukuki zorunluluğa rağmen mühürleyerek işyerini
kapatma olarak belirlememesi hususlarının Müteveffa [S.] nin ruhsatsız
imalatının belediyenin ilgili birimlerince bilindiği ancak korunarak
faaliyetine göz yumulduğu hususunda mahkememizde vicdani kanaat oluşturduğu, iş
bu nedenlerle bu sanıkların patlamanın meydana gelmesinde ihlal ettikleri
ehemmiyetli oranda tali kusura işaret eder kural ihlallerinin bulunduğu
değerlendirilmiş ve bu sanıkların eylemlerinin neticenin meydana gelmesindeki
katkısının fazlalığı kısa kararda hüküm kurulur iken gözetilmiş,
...
Sanıklar [Rs. K.] ve [Rm. K.] nın
kusurluluk durumları;
...işbu sanıkların herşeyden önce
patlamanın olduğu binayı inşa eden müteahhitler oldukları, binayı suç tarihinde
ve halen yasaların öngördükleri şekilde inşa etmedikleri, Zeytinburnu Belediye
Başkanlığından gelen cevabi müzekkere ve eklerinden binanın mimari projeye
aykırı olarak yapıldığı, binanın iskan ruhsatının alınmadığı, yapı iskan
belgesi alınmadan kiraya verilmiş olduğu, çatı katının ruhsat ve eklerinde
olmamasına rağmen binaya kaçak olarak eklendiğinin anlaşılmakta olduğu
belirlenmiş, ... patlama neticesinin meydana gelmesinde tali kusurlu
olduklarını kabulde mahkememizde tereddüt oluşmamış, özellikle sanıkların
patlamanın meydana geldiği piroteknik ürünlerin kaçak olarak üretildiği çatını
katını; daha fazla haksız ekonomik menfaat elde etmek için idarece verilen
ruhsatlara ve mimari projeye tamamen aykırı olarak inşa etmiş olmaları ve
patlamanın bu kaçak çatı katında yapılmış olması karşısında iş bu eylemleri ile
ölüm ve yaralanma neticeleri arasında tali kusura varan bir irtibatın varlığını
kabul etmek gerekmiş ...
...iş bu sanıkların inşa etmiş olduğu
binanın beton dayanımındaki eksikliğin, patlamaya eklenen tali bir sebep olduğu
ve patlamanın neticelerini ehemmiyetli ölçüde attırdığı, dolayısıyla beton
dayanımındaki eksikliğin patlamaya eklenen ve neticeyi tali oranda meydana
getiren bir sebep olması nedeniyle sanıkların bu eylemleri nedeniyle de tali
kusurlu sayılmaları gerektiği değerlendirilmiş,
...işbu sanıkların 1 nci sınıf gayri
sıhhı müesseseler için öngörülen binalarda ve tedbirler ile üretilebilecek
piroteknik malzemenin bu vasıflara hiç bir şekilde uymayan kiralamış oldukları
işyerlerinde üretilmesine göz yumdukları, bu eylemlerinin de patlamaya eklenen
kusur olduğu, tali kusurlu kabul edilmeleri gerektiği düşünülmüş ve
değerlendirilmiş,
Sanıklar [M. A.] ve [A.T.] nin
kusurluluk durumları;
Mahkememizden her ne kadar bu iki
sanığın sevk maddeleri gereğince cezalandırılmaları istenilmiş ise de,
mahkememizce iş bu sanıklara ceza hukuku açısından atfedilebilecek asli veya
tali kusur bulunduğu hususunda vicdani kanaat oluşmamış,
Sanık [M.A.]'nın suç tarihlerinde ve öncesinde Zeytinburnu
Belediye Başkanı olduğu, 5393 Sayılı Belediye kanunun ve 5216 Sayılı Yasanın ilçe
ve belde belediyeleri görevlerini düzenlediği, kanunların belediyelere verdiği
görevlerin yine kanuna uygun olarak kurulan belediye birimleri arasında
yönetmeliklerle paylaştırıldığı, ... belediye başkanının denetim görevini
gereği gibi yerine getirmemesinin meydana gelen neticeye katkısını gözetmek
gerekeceği, mahkememizce imar ve şehircilik müdürlüğünün, zabıta müdürlüğünün,
ruhsat ve denetim müdürlüğünün patlamanın meydana gelmesinde tali kusurları
görülmüş ise de, Sanık [M.A.]nın eyleminin bu müdürlüklerin eylemini
özenle denetlememekten ibaret sayılabileceği, zira patlama sonucunu meydana
gelmesini denetlemesi gereken kişilerin eylemlerini denetlememenin bu sanığın
denetim görevinin denetleyenleri denetleme şeklinde üst denetim mekanizması
olması nedeniyle patlama sonucunda meydana gelen ölüm ve yaralanma neticeleri
ile bu sanığın üst denetim görevini yerine getirmemesi arasında hukuki illiyet
bağının olmadığı, dolayısıyla bu sanığın eyleminin taksirle birden fazla
kişinin ölümüne ve yaralanmasına sebebiyet suçu olarak nitelendirmeye yasal
imkan bulunmadığı düşünülmüş,
...toplanan delillerden sanığın başkanı
olduğu belediyeyi genel olarak denetleme görevi hususunda bir eksikliğinin
saptanamadığı, patlama sonucunu oluşturan ve tali kusur olarak kabul edilen
sebeplerin hiçbirisinde de kişisel imzasının ya da dahlinin görülemediği, iş bu
nedenlerle bu sanığın üzerin görevi kötüye kullanmak veya ihmal etmek suçlarını
işlediğine dair mahkumiyetine yeterli, her türlü şüpheden uzak kesin ve
inandırıcı delillerin bulunmadığı değerlendirilmiş,
Mahkememizce Sanık [A.T.] nin görevi kötüye kullanmak ve
taksirle birden fazla kişinin ölümüne ve yaralanmasına sebebiyet vermek
suçlarından dolayı cezalandırılması da istenilmiş ise de, mahkememizce bu
sanığın da her iki suçu da sabit görülmemiş, zira bu sanığın Çalışma Ve Sosyal
Güvenlik İstanbul İl Müdür olduğu, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının il
teşkilatı görevinin kayıt dışı faaliyet gösteren işyerlerinin ve burada
çalıştırılan sigortaya tabi işçilerin tescil edilmesi ve kayıt altına alınması
ile ilgili olduğu, iş bu görevin bu teşkilata izinsiz faaliyet gösteren
işyerlerini mühürleme ve faaliyetten menetme yetkisini vermeyeceği, iş bu
sanığında İstanbul il müdürü olarak patlamanın olduğu yeri bu açıdan
müfettişlerine denetlettirebileceği, denetleme görevinin dahi bu sanığa ait
olmadığı, denetlemenin yapılıp yapılmadığın gözetmesinin ise işyerinin kayıt
dışı faaliyet gösteren işyerlerinden olup olmadığı hususunda ve işyerinde
çalıştırılan sigortaya tabi işçilerin tescil edilmesi ve kayıt altına altına
alınması ile ilgili olduğu, dolayısıyla iş bu denetim faaliyetinde yeterli özen
gösterilmemiş olmasının patlama sonucunu doğuran uygun sebep olarak kabul
olunamayacağı, bu sanığında üzerine atılı her iki suçun yasal unsurlarının
oluştuğuna dair mahkumiyetine yeterli, her türlü şüpheden uzak, kesin ve
inandırıcı delillerin elde edilemediği düşünülmüş,
Sanık [H.A.] nın kusurluluk durumu;
...sanığa atfedilen eyleminin
iddianamede kimyasal maddelerin oluşturduğu toz karışımını süpürmek suretiyle
yangının ve patlamanın oluşmasına sebebiyet vermek olarak nitelendirildiği,
oysa ... sanığın olay zamanı herhangi bir ısı kaynağı ile piroteknik maddelerin
temasını sağlayacak herhangi bir eylemi tesbit olunamadığın iş bu sanığın
üzerine atılı suçu işlediğine dair delillerin elde edilemediği, başka bir
anlatım ilem ile bu sanığın meydana gelen ölüm ve yaralanma neticelerini tevlit
edecek fiillerinin tesbit edilemediği, iş bu nedenlerle sanığın üzerine atılı
suçu işlediğine dair mahkumiyetine yeterli, her türlü şüpheden uzak, kesin ve
inandırıcı deliller elde edilemediği hususunda mahkememizde vicdani kanaat
oluştuğu, beraatine karar vermek gerektiği düşünülmüş ve değerlendirilmiş,
EYLEME MÜMAS KANUN MADDELERİ VE HUKUKİ
GEREKÇELER:
Mahkememizce Sanıklar [F.K.], [R.T.], [S.K.],
[Ş.Y.], [Rs. K.], [Rm.K.], [H.K.] eylemleri TCK.nın
85/2 nci maddesi kapsamında görülmüş, ... iş bu sanıkların ihlal ettikleri
kurallara göre tali kusurları ile ölüm ve yaralanma neticelerinin meydana
gelmesine sebebiyet verdikleri belirlendiğinden eylemlerini bu madde kapsamında
görmekte hukuki ve vicdani zorunluluk görülmüş,
Mahkememizce katılan tarafın sanıkların
eylemlerinin TCK.nın 83 üncü maddesi kapsamında kabul edilmesine ilişkin taleplerine
itibar olunamamış, zira TCK.nın 83 üncü maddesinin '[1] Kişinin yükümlü olduğu
belli bir icrai davranışı gerçekleştirmemesi dolayısıyla meydana gelen ölüm
neticesinden sorumlu tutulabilmesi için, bu neticenin oluşumuna sebebiyet veren
yükümlülük ihmalinin icrai davranışa eşdeğer olması gerekir.[2] İhmali ve icrai
davranışın eşdeğer kabul edilebilmesi için, kişinin; a) Belli bir icrai
davranışta bulunmak hususunda kanunî düzenlemelerden veya sözleşmeden
kaynaklanan bir yükümlülüğünün bulunması, b) Önceden gerçekleştirdiği
davranışın başkalarının hayatı ile ilgili olarak tehlikeli bir durum
oluşturması gerekir. [3] Belli bir yükümlülüğün ihmali ile ölüme neden olan
kişi hakkında, temel ceza olarak, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine
yirmi yıldan yirmibeş yıla kadar, müebbet hapis cezası yerine onbeş yıldan
yirmi yıla kadar, diğer hâllerde ise on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına
hükmolunabileceği gibi, cezada indirim de yapılmayabilir.' şeklinde düzenleme
ile kişinin yükümlü olduğu bir icrai davranışı gerçekleştirmemesi dolayısıyla
ölüm neticesinin meydana gelmesi halinde bu neticenin oluşumuna sebebiyet veren
yükümlülük ihmalinin icrai davranışa eşdeğer olması gerektiğini emrettiği,
kanunun bu maddesinin ikinci fıkrasında da yükümlülük ihmalinin icrai davranışa
eşdeğer kabul edildiği iki hali tahdidi ve tadadi olarak saydığı, katılanlar ve
vekilleri sanıkların eylemlerinin bu madde kapsamında kaldığını iddia etmiş
iseler de bu düzenlemenin TCK.nın 83 üncü maddesinde düzenlendiği, TCK.nın 81
ve 82 nci maddelerinin yaşam hakkının kasten ihlalini cezai müeyyideye
bağladığı, TCK.nın 83 üncü maddesinin dahi düzenlendiği yer itibarıyla yaşam
hakkının kasten ihlalini cezalandırdığı, ancak bu bu eylemin ihmali davranışla
gerçekleştirmesini aradığı, dolayısıyla ihmali davranışla olsa ile kişilerin bu
madde gereğince cezalandırılabilmeleri için öldürme kastına sahip olmaları
gerektiği, oysa yukarıda izah olunduğu üzere mahkum olan sanıkların hiç birinin
ne doğrudan ve nede olası kasta sahip olmadıkları hususunda mahkememizde tam
bir vicdani kanaat oluştuğu, iş bu duruma göre de sanıkların eylemlerini bu
madde kapsamında kabul edebilmeye yasal imkan bulunmadığı değerlendirilmiş,
Mahkememizce mahkumiyetine karar verilen
sanıkların eylemleri her ne kadar iddianamede TCK.nın 85/1 ve hemde TCK.nın
257/1 inci maddesi kapsamında görülerek her iki kanun maddesi gereğince ayrı
ayrı cezalandırılmaları talep olunmuş ise de, TCK.nın 44/1 inci maddesinin '[1]
İşlediği bir fiil ile birden fazla farklı suçun oluşmasına sebebiyet veren
kişi, bunlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı cezalandırılır.'
şeklinde düzenlemesi ile bir fiil ile kanunun farklı hükümlerini ihlal eden
sanığa en ağır cezayı gerektiren suçtan ceza verilmesini emrettiği, dolayısıyla
mahkumiyetine karar verilen sanıkların aynı eylemleri ile hem TCK.nın 85/2 ve
hem de TCK.nın 257/1 inci maddesi gereğince ihlal etmiş oldukları
saptandığından sanıkların eylemlerini en ağır cezayı gerektiren TCK.nın 85/2
inci maddesi kapsamında görmek ve mahkum olan sanıkların cezalarını bu madde
gereğince kurmak gerektiği hususunda vicdani kanaate ulaşılmış,
...
Mahkememizce mahkum olan sanıkların
eylemlerinde TCK.nın 22/3 üncü maddesindeki maddesindeki 'Kişinin öngördüğü
neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi hâlinde bilinçli taksir
vardır; bu hâlde taksirli suça ilişkin ceza üçte birden yarısına kadar
artırılır.' hükmünün uygulanmasına yasal imkan görülmemiş, zira patlama
neticesinin meydana gelmesinde yukarıda gerekçeleri izah olunduğu üzere sanıkların
doğrudan veya olası kastlarının bulunmadığı, sanıkların neticeyi öngörebilmiş
olmaları nedeniyle bilinçli taksirli olduklarının kabulune de yasal imkan
bulunmadığı değerlendirilmiş,
...
Bu kabullere göre ...hüküm kurmak
gerekmiştir..."
26. Söz konusu hüküm, Yargıtay 12. Ceza Dairesinin
26/10/2017 tarihli kararı ile kısmen onanmış; kısmen de bozulmuştur. Beraat
hükümleri ile sanık Res.K. ve Rem.K. hakkında verilen mahkûmiyet hükümleri
yönünden karar Daire tarafından onamıştır. Kararın S.K. hakkındaki kısmı
bozulmuş ve S.K. hakkındaki dava yönünden zamanaşımı nedeniyle düşme kararı
verilmiştir. Zeytinburnu Belediyesi çalışanı olan diğer görevliler hakkında
verilen hüküm de suç nitelemesinde hata yapıldığı gerekçesiyle bozulmuştur.
Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:
"
...
[S.K.] hakkındaki hükme yönelik
temyiz istemlerinin incelenmesinde;
[S.K.] nın 07.12.2000 ile 27.08.2004
tarihleri arasında Zeytinburnu Belediyesi İmar İşleri Müdürü olarak görev
yaptığı, her ne kadar sanığın eylemi taksirle öldürme suçu kapsamında
değerlendirilerek bu suçtan sanığın mahkumiyetine karar verilmiş ise de; 3194
sayılı İmar Kanunu ile ilgili mevzuat hükümleri incelendiğinde, binaya 1989
yılında temel ruhsatı, 1990 yılında ise temel üstü yapı ruhsatı düzenlenmesi akabinde
beyanlara göre binanın tamamlandığı 1992 yılından sonra binada iskan edilmeye
başlandığı halde, olay tarihine kadar aradan geçen zamanda iskan izni
bulunmayan ve inşai açıdan imara aykırılıkları bulunan binada, İmar Kanunu'nun
29, 30, 31, 32. maddeleri kapsamında herhangi bir imar denetimi yapılmadığı,
yapının imar durumunun tespit edilmediği, buna dair gerekli yaptırımların
uygulanmadığı, İmar Mevzuatı'nda belirtilen süreler dikkate alındığında yapı
ruhsatı verilen binanın tamamlanması akabinde iskan belgesi alınmadan
kullanılmaya başlanması sebebiyle, fiilen ve hukuken tamamlanmamış olan binanın
bu suretle yapı ruhsatının da hükümsüz hale geldiği, yapı ruhsatında
bulunmamasına rağmen, yapıda ruhsata aykırı olarak çatı katı inşaa edilmesinin,
yapının mimari proje ile ruhsat ve eklerine aykırı inşaa edildiğinin en büyük
göstergesi olduğu, tüm bu tespitler kapsamında Zeytinburnu Belediyesi İmar ve
Şehircilik Müdürlüğü'nün aradan geçen onca zamanda yapıdaki imara aykırılığı
denetimler yolu ile tespit ederek mevzuat kapsamında görevlerini gereği gibi
yerine getirmediği, bu nedenlerle 07.12.2000 ile 27.08.2004 tarihleri arasında
Zeytinburnu Belediyesi İmar İşleri Müdürü olarak görevli olan sanık [S.K.]nın
eyleminin taksirle öldürme suçu kapsamında değil, 5237 sayılı TCK'nın 257/2.
maddesinde düzenlenen ihmal suretiyle görevi kötüye kullanma suçu kapsamında
değerlendirilerek bu suçun unsurlarının oluştuğunun kabulünde zorunluluk
bulunduğu, sanık [S.K.]'nın İmar ve Şehircilik Müdürlüğü görevinin 2004
yılında sona ermesi sebebiyle bu sanık bakımından ihmal suretiyle görevi kötüye
kullanma suçunun suç tarihinin görevinin bittiği tarih olan 27.08.2004 tarihi
olduğunun kabul edildiği, sanığın işlediği sabit olan bu suçun, suç tarihi
itibariyle yürürlükte bulunan 765 sayılı TCK'nın 230. ve 204. maddelerinde
karşılığının bulunduğu, zamanaşımı bakımından sanık lehine olması sebebiyle 765
sayılı TCK hükümlerinin uygulanması gerektiği kabul edilmiş; Sanığa isnat
edilen bu suç 765 sayılı TCK'nın 102/4. maddesi uyarınca 5 yıllık zamanaşımına
tabi olup kesen nedenlerin varlığı halinde süre yeniden işlemekte ise de, bu
süre 104/2. maddesi uyarınca en fazla yarı oranında uzayacağından, suç tarihi
olan 27.08.2004tarihinden itibaren 765 sayılı TCK’nın 102/4 ve 104/2.
maddelerinde öngörülen 7 yıl 6 aylık zamanaşımı süresine bu sanık hakkında
soruşturma izninin istendiği 07.11.2008 tarihi ile soruşturma izninin verilmesi
kararının kesinleştiği 11.03.2009 tarihleri arasında geçen süre eklendiğinde
dahi, sanık hakkında zamanaşımının hüküm tarihinden önce gerçekleştiği
gözetilmeden, yargılamaya devamla ve suç vasfında yanılgıya düşülerek sanık
hakkında yazılı şekilde mahkumiyet hükmü kurulması, kanuna aykırı olup, sanık
müdafinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün bu
sebepten dolayı 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan
1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi gereğince BOZULMASINA, yeniden yargılama
yapılmasını gerektirmeyen bu hususta CMUK'nın 322. maddesinin verdiği yetkiye
dayanılarak karar verilmesi mümkün bulunduğundan, sanık hakkında açılan kamu
davasının sanık lehine olan 765 sayılı TCK’nın 102/4, 104/2 ve 5271 sayılı
CMK’nın 223/8. maddeleri gereğince DÜŞMESİNE;
Sanıklar [Ş.Y.], [H.K.], [F.K.]
ve [R.T.] hakkındaki hükümlere yönelik temyiz istemlerinin
incelenmesinde;
a-Sanık [Ş.Y.]m'ın 27.08.2004 tarihi ile
17.12.2007 tarihleri arasında Zeytinburnu Belediyesi İmar ve Şehircilik Müdürü
olarak görev yaptığı, sanık [H.K.]'nın ise 17.12.2007 tarihinden
itibaren olay tarihinde ve sonrasında Zeytinburnu Belediyesi İmar İşleri Müdürü
olarak görev yaptığı, sanık [Ş.Y.] için suç tarihinin görevinin sona
erdiği 17.12.2007 tarihi olarak kabul edilmesi gerektiği, sanık [S.K.]
hakkındaki bölümde irdelendiği üzere, bu sanıkların da İmar ve Şehircilik
Müdürü olarak görev yaptıkları kendi dönemlerinde, yapıdaki imara aykırılığı
denetimler yolu ile tespit etmeyerek mevzuat kapsamında görevlerini gereği gibi
yerine getirmedikleri, bu nedenlerle belirtilen tarihlerde Zeytinburnu
Belediyesi İmar İşleri Müdürü olarak görevli olan sanıkların eyleminin taksirle
öldürme suçu kapsamında değil, 5237 sayılı TCK'nın 257/2. maddesinde düzenlenen
ihmal suretiyle görevi kötüye kullanma suçu kapsamında değerlendirilerek bu
suçun unsurlarının oluştuğunun kabulünde zorunluluk bulunduğu gözetilmeden suç
vasfında yanılgıya düşülerek yazılı şekilde hüküm kurulması;
b-Sanık [R.T.]nin 21.04.2004 tarihinden
itibaren olay tarihinde halen görevde olan Zeytinburnu Belediyesi Ruhsat İşleri
Müdürü olarak, sanık [F.K] nın ise 19.06.2000 tarihinden itibaren olay
tarihinde halen görevde olan Zeytinburnu Belediyesi Zabıta Müdürü olarak görev
yaptığı, 3572 sayılı İş Yeri Açma ve Çalışma Ruhsatları Kanunu ile buna dair
yönetmelikler ve 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu ile 5393 sayılı
Belediye Kanunu hükümleri incelendiğinde, birinci sınıf gayrisıhhi
müesseselerin ruhsatlandırma işlemlerinin Büyükşehir Belediyesi tarafından
yürütültüğü, ancak ölen [S.B.]'ın, faaliyet konusunu ikinci sınıf
gayrisıhhi müessese kapsamında olan 'plastik imalatı' olarak beyan etmesine
rağmen kaçak yollardan ve ruhsatsız olarak iş yerinde parlayıcı ve patlayıcı
piroteknik madde imalatı yaptığı, patlamanın meydana geldiği aynı binada kot
yıkama atölyesi olarak faaliyet gösteren I... Tekstil isimli iş yeri tarafından
üretimden kaynaklanan endüstriyel nitelikli atık suların arıtılmadan direkt
olarak alıcı ortama verildiğinin tespiti üzerine İSKİ tarafından ilk olarak
2004 yılında durumun Zeytinburnu Belediyesi'ni bildirilmesi akabinde
Belediye'nin zabıta memurları tarafından mahallinde yapılan denetimler
sırasında iş yerinde mühürlemeler yapıldığı, akabinde İSKİ'nin çeşitli
dönemlerde aynı iş yeri ile ilgili benzer ihbarlarda bulunması üzerine
Belediye'nin zabıta memurlarının birçok kez aynı iş yerinde yaptıkları
denetimlerde iş yeri sahibinin mühür fek-i yaptığı tespit edilerek iş yerinin
her seferinde yeniden mühürlendiği, Belediye zabıtaları tarafından her
seferinde İSKİ'den gelen ihbar üzerine yeniden olay yerine gidilerek tutanaklar
tanzim edildiği, bu işlemlerin 2007 yılına kadar sürdüğü ve en son kontrolün
12.09.2007 tarihinde yapıldığı, yine aynı iş hanında bulunan birçok firmanın
ruhsatlarının bulunup bulunmadığının tespiti ve ruhsat işlemlerinin
tamamlanması aşamalarında aynı iş hanına birçok kez giden, belediyenin kolluk
görevlileri olarak görev yapan belediye zabıta memurlarının olaya konu ölen [S.B.]'ye
ait iş yerinde kaçak yollardan patlayıcı madde üretildiğini tespit
edemedikleri, dosya kapsamından olaya konu iş yerinde olay öncesi Ruhsat ve
Denetim Müdürlüğü ile Zabıta Müdürlüğü tarafından gerekli denetimlerin
yapıldığına dair herhangi bir belgeye rastlanılmadığı, özellikle ölen [S.B.]nin
iş yerinde çalışan katılan sanık [H.A.] ile tanık [Ö.A.]'nın
beyanları ve aynı iş hanında farklı iş yerlerinde çalışan mağdur ve tanıkların
beyanları incelendiğinde, hiçbir güvenlik önlemi alınmadan ve tüm mevzuat
hükümleri hiçe sayılarak binanın çatı katında ve çatı katının altındaki üçüncü
katın ölene ait bölümünde patlayıcı madde imalatının yapıldığı, Belediye zabıta
ekiplerinin iş yerine birçok kez geldikleri, her seferinde öleni ruhsat
alınması konusunda uyardıkları, ölen tarafından bu iş yerinde patlayıcı madde
imalatı yapıldığının iş hanında çalışan diğer kişiler tarafından da bilindiği,
maytap üretiminde kullanılan kimyasalların farklı şekilde koku yaydığı,
beyanlar ile de sabit olduğu üzere iş yerinde bulunan çuvallarca kimyasal
maddenin kimseye görünmeden binanın en üst katına taşınmasının da mümkün
olamayacağı, böyle bir durumda ölenin büyük bir gizlilikle imalat yaptığından
söz edilemeyeceği gibi, ölenin ruhsatsız bir şekilde tehlikeli patlayıcı madde
imal ettiğinin Zeytinburnu Belediyesi Ruhsat ve Denetim Müdürlüğü ile Zabıta
Müdürlüğü tarafından yerinde ve etkin bir denetim yapılması halinde kolaylıkla tespit
edilebileceği, teknik bilirkişi raporlarında da belirtildiği üzere Mevzuat
açısından ölen [S.B.]'ın 25.01.2008 tarihinde plastik atölyesi
işleteceğini beyan ederek ruhsat başvurusunda bulunması akabinde iş yerine
30.01.2008 tarihinde giden memurların, iş yeri için ruhsat başvurusunda
bulunulduğunu tespit etmekten başka bir şey yapmadıkları, oysa ki iş yerine
giden zabıta memurlarının iş yerindeki kaçak patlayıcı madde üretimini fark
etmemelerinin hayatın olağan akışına aykırı olduğu, Zeytinburnu Belediyesi
Ruhsat Müdürlüğü ile Zabıta Müdürlüğü tarafından patlamanın meydana geldiği iş
yerinin dört yıl boyunca iş yeri açma ve çalışma ruhsatı olmadan faaliyette
bulunduğu tespit edilemediği gibi, iş yeri açma ve çalışma ruhsatına sahip
olmadığı tespit edildikten sonra ise yaklaşık beş ay iş yerini kapatmak için
hareketsiz kalınarak herhangi bir girişimde bulunulmadığı, bu iş yerine yönelik
işlemlere başlandığı aşamada ise ruhsatsız patlayıcı madde üretilen bu iş
yerini Mevzuat'ın emrettiği şekilde kapatmak yerine, sahibine ruhsat
başvurusunda bulunması için süre verilerek faaliyetine devam etmesine izin
verildiği, Zeytinburnu Belediyesi Ruhsat Müdürlüğü ile Zabıta Müdürlüğü
tarafından patlamanın meydana geldiği iş yerinin dört yıl boyunca iş yeri açma
ve çalışma ruhsatı olmadan faaliyette bulunduğu tespit edilemediği gibi, iş
yeri açma ve çalışma ruhsatına sahip olmadığı tespit edildikten sonra ise
yaklaşık beş ay iş yerini kapatmak için hareketsiz kalınarak herhangi bir
girişimde bulunulmadığı, bu iş yerine yönelik işlemlere başlandığı aşamada ise
ruhsatsız patlayıcı madde üretilen bu iş yerini Mevzuat'ın emrettiği şekilde
kapatmak yerine, sahibine ruhsat başvurusunda bulunması için süre verilerek
faaliyetine devam etmesine izin verildiği, ancak Mevzuat kapsamında iş yerinin
izinsiz faaliyet gösterdiğinin tespit edilmesi halinde Belediye'nin gerekli
izin alınıncaya kadar bu iş yerini faaliyetten derhal men etmesi zorunlu olup,
iş yerinin ruhsat alınıncaya kadar faaliyetine geçici olarak devam etmesine
izin veren herhangi bir düzenlemenin bulunmadığı, ayrıca 09.08.2007 tarihli
yoklama fişinin Mali Hizmetler Müdürlüğü tarafından 13.08.2007 tarihinde Ruhsat
ve Denetim Müdürlüğü'ne gönderilmesi akabinde, bu iş yeri ile ilgili Ruhsat ve
Denetim Müdürlüğü tarafından yaklaşık 5 ay boyunca işlem yapılmama gerekçesinin
de anlaşılamadığı;
Tüm bu belirlemeler karşısında olaya
konu iş yerinde patlayıcı madde imal edildiğini bildiklerine dair açık bir
tespit bulunmayan olay tarihinde Ruhsat ve Denetim Müdürü olan sanık [R.T] ile Zabıta Müdürü olan sanık [F.K.]'nın,
iş yerini yeterince denetlemeyerek, yapılan işin niteliğini ve çevre için
oluşturduğu tehlikeyi zamanında ortaya çıkarıp önlemeyerek, gerekli ruhsat
belgesinin almasını sağlamayarak görevlerinin gereklerine aykırı hareket edip
kişilerin mağduriyetlerine sebebiyet verdikleri, sanıkların eylemlerinin 5237
sayılı TCK'nın 257/1. maddesindeki görevi kötüye kullanma suçunun kapsamında
değerlendirilmesi gerektiği gözetilmeden suç vasfında yanılgıya düşülerek
yazılı şekilde hüküm kurulması;
...
Kanuna aykırı olup, sanıklar müdafileri
ile katılanlar vekillerinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görüldüğünden,
... BOZULMASINA; 26.10.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi."
27. Mahkeme, bozma kararına uymak suretiyle 17/1/2019
tarihinde bozulan kısımlar için yeniden hüküm kurmuştur. Buna göre Mahkeme,
görevi kötüye kullanma -görevin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle-
suçunu işledikleri gerekçesine yer vererek İmar ve Şehircilik Müdürü Ş.Y.nin
takdirî indirimle 10 ay, İmar ve Şehircilik Müdürü H.K.nın takdirî indirimle 10
ay, Zabıta Müdürü F.K.nın takdirî indirimle 1 yıl 8 ay, Ruhsat ve Denetim
Müdürü R.T.nin takdirî indirimle 1 yıl 8 ay hapis cezası ile
cezalandırılmalarına hükmetmiş ve şartları oluştuğu için dört sanık için de
hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar vermiştir. Mahkeme;
takdirî indirim için sanıkların geçmişteki hâlleri, sosyal durumları, suç
sonrası ve yargılama sürecinde dosyaya yansıyan tutum ve davranışları ile
verilen cezanın sanıkların geleceği üzerindeki olası etkilerini gerekçe
göstermiştir. Mahkeme, hükmün açıklanmasının geri bırakılması yönünden ise
sanıkların daha önceden kasıtlı bir suçla mahkûm edilmemiş olması, sanıkların
kişilik özellikleri itibarıyla yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaat
oluşması, basit bir araştırma ile tespit edilebilecek somut ve ölçülebilir bir
zararın meydana gelmemesi hususlarına gerekçesinde yer vermiştir. Karar
gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
" ...
İstanbul ili, Zeytinburnu İlçesi,
Maltepe Mahallesi, Site Sokak No:44 adresinde bulunan, Topkapı Sanayi Bölgesi
içinde kalan binanın üçüncü katı ile bu katın üzerindeki çatı katında, resmi
kayıtlara göre plastik oyuncak imalatı alanında faaliyet gösteren ölenlerden [S.B.]'ın, kaçak yoldan maytap ve
havai fişek imalatı yaptığı iş yerinde olay günü saat 09.30 sıralarında, ilk
olarak üçüncü kattaki bölümde meydana gelen patlamanın yaklaşık bir buçuk
dakika sonra çatı katındaki bölüme sirayet etmesi sonucu art arda meydana gelen
patlamada binanın 3, 4, 5. katlarının tamamen çöktüğü, patlama sonucu işveren [S.B.]
dahil 21 kişinin öldüğü ve çok sayıda kişinin çeşitli yerlerinden
yaralandıkları olayda,
Sanıklar [Ş.Y.] ve [H.K.] yönünden
yapılan değerlendirmede;
3194 sayılı İmar Kanunu ile ilgili
mevzuat hükümleri gereğince binaya 1989 yılında temel ruhsatı, 1990 yılında ise
temel üstü yapı ruhsatı düzenlenmesi akabinde beyanlara göre binanın
tamamlandığı, 1992 yılından sonra binada iskan edilmeye başlandığı halde, olay
tarihine kadar aradan geçen zamanda iskan izni bulunmayan ve inşai açıdan imara
aykırılıkları bulunan binada, İmar Kanunu'nun 29, 30, 31, 32. maddeleri
kapsamında herhangi bir imar denetimi yapılmadığı, yapının imar durumunun
tespit edilmediği, buna dair gerekli yaptırımların uygulanmadığı, İmar
Mevzuatı'nda belirtilen süreler dikkate alındığında yapı ruhsatı verilen
binanın tamamlanması akabinde iskan belgesi alınmadan kullanılmaya başlanması
sebebiyle, fiilen ve hukuken tamamlanmamış olan binanın bu suretle yapı
ruhsatının da hükümsüz hale geldiği, yapı ruhsatında bulunmamasına rağmen,
yapıda ruhsata aykırı olarak çatı katı inşaa edilmesinin, yapının mimari proje
ile ruhsat ve eklerine aykırı inşaa edilmiş olduğu, bu tespitler kapsamında
Zeytinburnu Belediyesi İmar ve Şehircilik Müdürlüğü'nün aradan geçen zamanda
yapıdaki imara aykırılığı denetimler yolu ile tespit ederek mevzuat kapsamında
görevlerini gereği gibi yerine getirmedikleri, sanık [Ş.Y.]'ın 27/08/2004-17/12/2007
tarihleri arasında Zeytinburnu İmar ve Şehircilik İl Müdürü, sanık [H.K.]'ün
17/12/2017 tarihinden olay tarihine kadar Zeytinburnu İmar ve Şehircilik İl
Müdürlüğünde İmar ve Şehircilik Müdürü olarak görev yaptıkları, görev
yaptıkları sırada yapıdaki imara aykırılığı denetimler yolu ile tespit
etmeyerek mevzuat kapsamında görevlerini gereği gibi yerine getirmediklerinden
görevi ihmal suçunu işledikleri sabit görülmüştür.
Sanıklar [F.K.] ve [R.T.] yönünden
yapılan değerlendirmede; [F.K.]'nın Haziran 2000 tarihinden patlamanın
olduğu tarihe kadar Zeytinburnu Belediye Başkanlığı zabıta Müdürlüğü görevini,
sanık [R.T.]nin 2004 yılından patlamanın olduğu tarihe kadar Zeytinburnu
Belediye Başkanlığı Ruhsat ve Denetim Müdürlüğü görevini ifa ettiği, olay
tarihinden önce ve 09.08.2007 tarihinde olayın gerçekleştiği iş yerinde
Zeytinburnu Belediyesi Mali Hizmetler Müdürlüğü tarafından yapılan inceleme
sonucu düzenlenen yoklama fişi ile ölenin plastik imalatı konulu iş yerinde
ruhsatsız faaliyet gösterdiğinin tespit edilmesi üzerine, bu durumun Mali
Hizmetler Müdürlüğü tarafından 13.08.2007 tarihinde Zeytinburnu Belediyesi
Ruhsat ve Denetim Müdürlüğü'ne yazılı olarak bildirildiği, ancak o tarihte
Zeytinburnu Belediyesi Ruhsat ve Denetim Müdürü olan sanık [R.T.]
tarafından yaklaşık 5 ay sonra Zabıta Müdürlüğü'ne bildirildiği, bu iş yerine
yönelik işlemlere başlandığı aşamada ise ruhsatsız patlayıcı madde üretilen bu
iş yerini Mevzuat'ın emrettiği şekilde kapatmak yerine, sahibine ruhsat
başvurusunda bulunması için süre verilerek faaliyetine devam etmesine izin
verildiği, oysa ki ilgili mevzuat gereğince iş yerinin izinsiz faaliyet
gösterdiğinin tespit edilmesi halinde Belediye'nin gerekli izin alınıncaya
kadar bu iş yerini faaliyetten derhal men etmesi zorunlu olup, iş yerinin
ruhsat alınıncaya kadar faaliyetine geçici olarak devam etmesine izin veren
herhangi bir düzenlemenin bulunmadığı, müteveffa [S.B.]'nın 25/01/2008
tarihinde plastik üretimi yapacağından bahisle Zeytinburnu Belediye
Başkanlığına müracaat ettiği, bu müracaat üzerine belediye zabıta görevlilerin
30/01/2008 tarihinde mahale gittikleri ve mahalde hiç bir denetleme yapmadan
müteveffanın ruhsat için başvurduğunu tesbit ile yetindikleri, ruhsat
işlemlerinin tamamlanması için iş yerine bir çok kez giden zabıta
görevlilerinin patlayıcı madde üretildiğini tespit edemedikleri, dosya
kapsamından anlaşıldığı üzere yerinde ve dikkatli bir denetim yapılsaydı
durumun tespit edilebileceği hususları dikkate alındığında, olaya konu iş
yerinde patlayıcı madde imal edildiğini bildiklerine dair açık bir tespit
bulunmayan olay tarihinde Ruhsat ve Denetim Müdürü olan sanık [R.T.] ile
Zabıta Müdürü olan sanık [F.K.]'nın, iş yerini yeterince denetlemeyerek,
yapılan işin niteliğini ve çevre için oluşturduğu tehlikeyi zamanında ortaya
çıkarıp önlemeyerek, gerekli ruhsat belgesinin alınmasını sağlamayarak
görevlerinin gereklerine aykırı hareket edip kişilerin mağduriyetlerine
sebebiyet verdiklerinden dolayı görevi kötüye kullanma suçunu işledikleri sabit
görülmüştür."
28. Söz konusu hükme dair başvurucuların öz olarak
yargılamaya konu fiilin taksirle ölüme neden olma suçuna vücut verdiği
iddiasıyla yaptığı itirazı, Bakırköy 7. Ağır Ceza Mahkemesi 25/3/2019 tarihinde
reddetmiştir.
29. Bu süreçte başvurucular ayrıca yargılama devam
etmekte iken 2012 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) nezdinde yaşam
ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla bireysel başvuruda
bulunmuştur. AİHM, başvuruyu kabul edilemez bulmuştur (Neşe Saday ve
diğerleri/Türkiye, B. No: 17992/12, 21/11/2017). Kararın gerekçesinde
öncelikle somut olayda olduğu gibi tehlikeli faaliyetlerle bağlantılı olarak
meydana gelen can kayıpları ve ciddi yaralanmalar bağlamında ceza
soruşturmasının vazgeçilmez olduğu vurgulanmış, söz konusu başvuru için
tazminat vermeyi amaçlayan yargı yollarının yaşam hakkı kapsamındaki
yükümlülüklerin yerine getirilmesi adına yeterli olmayacağı belirtilmiştir. Bu
tespitin ardından ceza yargılaması sürecinin devam ettiği yargılamanın sona
ermesinin ardından yeniden başvuru yapılmasının mümkün olduğu ifade edilerek
başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı
verilmiştir. Kararda, binada yürütülen faaliyetin arz ettiği riske ve suçun
nitelendirilmesi ile ilgili bağlantılı olarak soruşturmanın etkililiğine
ilişkin şu değerlendirme yapılmıştır:
"Mahkeme bu bağlamda, başvurunun
asıl, ruhsatsız olarak gizlice havai fişek üretimi yapan bir atölyede meydana
gelen patlama sebebiyle başvuranların yakınının ölmesiyle ilgili olduğunu ve
bunun gibi atölyelerin şüphesiz ki, uygun şekilde düzenlenmemiş ve denetlenmemiş
ise, insanların güvenliğini tehlikeye sokabilecek tehlikeli bir faaliyet
olduğunu kaydetmektedir.
...Ek olarak, bireylerin cezai
sorumluluğuna ilişkin benzeri iç hukuk sorunlarının incelenmesi Mahkemenin
görevleri arasında değildir, zira bu konu ulusal mahkemelerin takdirine
bırakılmıştır. Yine bu bağlamda suçlu-suçsuz kararı vermek de Mahkemenin görevi
değildir. Mahkeme, tehlikeli faaliyetlerden kaynaklanan ölümler kapsamında
bile, 2. madde kapsamındaki hakkın, etkililik açısından belli asgari standartları
karşılayan ve tehlikeli faaliyetlerden kaynaklanan ölümle ilgili cezai
müeyyidelerin soruşturmada bulunan bulgularla desteklendiği hâllerde ve ölçüde
uygulanmasını sağlayacak bağımsız ve tarafsız bir resmi soruşturma prosedürünün
temin edilmesiyle sınırlı olduğunu kaydeder. Somut davada, olayla ilgili ceza
soruşturması başlatılmış ve bazı kamu görevlilerine ve özel kişilere karşı ceza
davası açılmıştır. Bu kişiler yalnızca Türk Ceza Kanunu’nun 257. maddesi gereği
görevlerinin gereklerini yapmakta ihmal göstermekten mahkûm edilmemişler,
bunlardan bazıları aynı zamanda ilk derece mahkemesi tarafından Türk Ceza
Kanunu’nun 85 § 2 maddesi kapsamında taksirle ölüme neden olma suçundan mahkûm
edilmişlerdir. Ayrıca, kamu görevlileri de dâhil olmak üzere, mahkûm edilenlerden
bazıları ciddi cezalara çarptırılmıştır. İlk derece mahkemesinin kararına karşı
temyiz başvurusunda bulunulmuş ve Yargıtay nezdinde temyiz yargılamalarının
hâlen derdest olduğu görülmektedir."
30. Başvurucular, Yargıtay kararı (bkz. § 26) ile Bakırköy
7. Ağır Ceza Mahkemesinin süreci sona erdiren itirazın reddine dair kararını
tebellüğ etmelerinin ardından bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ
HUKUK
A. Ulusal Hukuk
31. 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu'nun
"yapı kullanma izni" kenar başlıklı 30. maddesinin ilk fıkrası
şöyledir:
"Yapı tamamen bittiği takdirde
tamamının, kısmen kullanılması mümkün kısımları tamamlandığı takdirde bu
kısımlarının kullanılabilmesi için inşaat ruhsatını veren belediye, valilik
bürolarından; 27 nci maddeye göre ruhsata tabi olmayan yapıların tamamen veya
kısmen kullanılabilmesi için ise ilgili belediye ve valilikten izin alınması
mecburidir. Mal sahibinin müracaatı üzerine, yapının ruhsat ve eklerine uygun
olduğu ve kullanılmasında fen bakımından mahzur görülmediğinin tespiti
gerekir."
32. 3194 sayılı Kanun'un 31. maddesi şöyledir:
"İnşaatın bitme günü, kullanma
izninin verildiği tarihtir. Kullanma izni verilmeyen ve alınmayan yapılarda
izin alınıncaya kadar elektrik, su ve kanalizasyon hizmetlerinden ve
tesislerinden faydalandırılmazlar. Ancak, kullanma izni alan bağımsız bölümler
bu hizmetlerden istifade ettirilir."
33. 3194 sayılı Kanun'un 32. maddesi şöyledir:
"Bu Kanun hükümlerine göre; ruhsat
alınmadan yapıya başlandığı veya ruhsat ve eklerine veya ruhsat alınmadan
yapılabilecek yapılarda projelerine ve ilgili mevzuatına aykırı yapı yapıldığı
ilgili idarece tespiti, fenni mesulce tespiti ve ihbarı veya herhangi bir
şekilde bu duruma muttali olunması üzerine, belediye veya valiliklerce o andaki
inşaat durumu tespit edilir. Yapı mühürlenerek inşaat derhal durdurulur.
Yapının imar mevzuatına aykırı olduğuna dair bilgi, tapu kayıtlarının beyanlar
hanesine kaydedilmek üzere ilgili idaresince tapu dairesine en geç yedi gün
içinde yazılı olarak bildirilir. Aykırılığın giderildiğine dair ilgili
idaresince tapu dairesine bildirim yapılmadan beyanlar hanesindeki kayıt
kaldırılamaz.
Durdurma, yapı tatil zaptının yapı
yerine asılmasıyla yapı sahibine tebliğ edilmiş sayılır. Bu tebligatın bir
nüshası muhtara bırakılır, bir nüshası da Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğüne
gönderilir.
Bu tarihten itibaren en çok bir ay
içinde yapı sahibi, yapısını ruhsata uygun hale getirerek veya ruhsat alarak,
belediyeden veya valilikten mühürün kaldırılmasını ister.
Ruhsata aykırılık olan yapıda, bu
aykırılığın giderilmiş olduğu veya ruhsat alındığı ve yapının bu ruhsata
uygunluğu, inceleme sonunda anlaşılırsa, mühür, belediye veya valilikçe
kaldırılır ve inşaatın devamına izin verilir.
Aksi takdirde, ruhsat iptal edilir,
ruhsata aykırı veya ruhsatsız yapılan bina, belediye encümeni veya il idare
kurulu kararını müteakip, belediye veya valilikçe yıktırılır ve masrafı yapı
sahibinden tahsil edilir. Yapı tatil tutanağının düzenlendiği tarihten itibaren
bir ay içinde yapı sahibi tarafından yapının ruhsata uygun hale
getirilmediğinin veya ruhsat alınmadığının ilgili idaresince tespit edilmesine
rağmen iki ay içinde hakkında yıkım kararı alınmayan yapılar ile hakkında yıkım
kararı alınmış olmasına rağmen altı ay içinde ilgili idaresince yıkılmayan
yapılar, yıkım maliyetleri döner sermaye işletmesi gelirlerinden karşılanmak
üzere Bakanlıkça yıkılabilir veya yıktırılabilir. Yıkım maliyetleri %100
fazlası ile ilgili idaresinden tahsil edilir. Bu şekilde tahsil edilememesi
halinde ilgili idarenin 5779 sayılı Kanun gereğince aktarılan paylarından
kesilerek tahsil olunur. Tahsil olunan tutarlar, Bakanlığın döner sermaye
işletmesi hesabına gelir olarak kaydedilir.
İdare tarafından ruhsata bağlanamayacağı
veya aykırılıkların giderilemeyeceği tespit edilen yapıların ruhsatı üçüncü
fıkrada düzenlenen bir aylık süre beklenmeden iptal edilir ve mevzuata aykırı
imalatlar hakkında beşinci fıkra hükümleri uygulanır."
34. 3/7/2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanunu'nun
"Belediyenin yetki ve imtiyazları" kenar başlıklı 15. maddesinin
(b), (c) ve (ı) bentleri sırasıyla şöyledir:
"b) Kanunların belediyeye verdiği
yetki çerçevesinde yönetmelik çıkarmak, belediye yasakları koymak ve uygulamak,
kanunlarda belirtilen cezaları vermek.
c) Gerçek ve tüzel kişilerin
faaliyetleri ile ilgili olarak kanunlarda belirtilen izin veya ruhsatı vermek.
...
l) Gayrisıhhî müesseseler ile umuma açık
istirahat ve eğlence yerlerini ruhsatlandırmak ve denetlemek."
35. 5393 sayılı Kanun'un 48. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
"Belediye teşkilâtı, norm kadroya
uygun olarak yazı işleri, malî hizmetler, fen işleri ve zabıta birimlerinden
oluşur.
Beldenin nüfusu, fizikî ve coğrafî
yapısı, ekonomik, sosyal ve kültürel özellikleri ile gelişme potansiyeli dikkate
alınarak, norm kadro ilke ve standartlarına uygun olarak gerektiğinde sağlık,
itfaiye, imar, insan kaynakları, hukuk işleri ve ihtiyaca göre diğer birimler
oluşturulabilir."
36. 10/7/2004 tarihli ve 5216 sayılı Büyükşehir
Belediyesi Kanunu'nun 7. maddesinin büyükşehir belediyelerinin görev, yetki ve
sorumluluklarını belirleyen birinci fıkrasının (j) ve (u) bentleri sırasıyla
şöyledir:
" j) Gıda ile ilgili olanlar dâhil
birinci sınıf gayrisıhhî müesseseleri ruhsatlandırmak ve denetlemek, yiyecek ve
içecek maddelerinin tahlillerini yapmak üzere laboratuvarlar kurmak ve
işletmek.
...
u) İl düzeyinde yapılan plânlara uygun
olarak, doğal afetlerle ilgili plânlamaları ve diğer hazırlıkları büyükşehir
ölçeğinde yapmak; gerektiğinde diğer afet bölgelerine araç, gereç ve malzeme
desteği vermek; itfaiye ve acil yardım hizmetlerini yürütmek; patlayıcı ve
yanıcı madde üretim ve depolama yerlerini tespit etmek, konut, işyeri, eğlence
yeri, fabrika ve sanayi kuruluşlarıile kamu kuruluşlarını yangına ve diğer afetlere
karşı alınacak önlemler yönünden denetlemek, bu konuda mevzuatın gerektirdiği
izin ve ruhsatları vermek."
37. 10/8/2005 tarihli ve 25902 sayılı Resmî Gazete'de
yayımlanan İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına İlişkin Yönetmelik'in
(Yönetmelik) "Tanımlar" kenar başlıklı 4. maddesinin (a), (b),
(c) ve (n) bentlerinin ilgili kısmı sırasıyla şöyledir:
"a) Yetkili idare: Belediye
sınırları ve mücavir alanlar dışı ile kanunlarda münhasıran il özel idaresine
yetki verilen hususlarda il özel idaresini, büyükşehir belediyesi sınırları
içinde büyükşehir belediyesinin yetkili olduğu konularda büyükşehir
belediyesini, bunların dışında kalan hususlarda büyükşehir ilçe belediyesini,
belediye sınırları ve mücavir alanlar içinde belediyeyi...,
b) Gayrisıhhî müessese: Faaliyeti
sırasında çevresinde bulunanlara biyolojik, kimyasal, fiziksel, ruhsal ve
sosyal yönden az veya çok zarar veren veya vermesi muhtemel olan ya da doğal
kaynakların kirlenmesine sebep olabilecek müesseseleri,
c) Birinci sınıf gayrisıhhî müessese:
Konutlardan ve insan ikametine mahsus diğer yerlerden mutlaka uzak
bulundurulmaları gereken müesseseleri,
...
n) İşyeri açma ve çalışma ruhsatı:
Yetkili idareler tarafından bu Yönetmelik kapsamındaki işyerlerinin açılıp
faaliyet göstermesi için verilen izni,"
38. Yönetmelik'in "İşyerlerinde aranacak genel
şartlar" kenar başlıklı 5. maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (h)
bentleri ile ikinci fıkrası şöyledir:
"a) İş sağlığı ve güvenliği ile
ilgili olarak mevzuatta öngörülen tedbirlerin alınmış olması,
...
h) Umuma açık istirahat ve eğlence
yerleri; patlayıcı, parlayıcı ve yanıcı maddelerin üretildiği, satıldığı ve
depolandığı işyerleri;otuz kişiden fazla çalışanın bulunduğu her türlü
işyerleri, ana giriş kapıları dışında cadde ve sokağa doğrudan bağlantısı
olmayan ve birden fazla işyerinin bir arada bulunduğu iş hanı, çarşı ve benzeri
işyerlerinde yangına karşı gerekli önlemlerinin alındığını gösteren itfaiye
raporunun alınması, diğer işyerlerinde ise yangına karşı gerekli tedbirlerin alınmış
olması,
...
Yetkili idareler, işyeri açma ve çalışma
ruhsatının verilmesinden sonra yapacakları denetimlerde bu hususların yerine
getirilip getirilmediğini kontrol eder."
39. Yönetmelik'in "İşyeri açılması"
kenar başlıklı 6. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Yetkili idarelerden usulüne uygun
olarak işyeri açma ve çalışma ruhsatı alınmadan işyeri açılamaz ve
çalıştırılamaz. ... İşyeri açma ve çalışma ruhsatı alınmadan açılan işyerleri
yetkili idareler tarafından kapatılır."
40. Yönetmelik'in "Gayrisıhhi Müesseseler" başlıklı
Üçüncü Kısmı'nda yer alan "İnceleme Kurulları" kenar başlıklı
15. maddesinin üçüncü ve dördüncü fıkraları şöyledir:
"Büyükşehir belediyelerinde birinci
sınıf gayrisıhhî müesseseleri inceleme kurulu, beş kişiden az olmamak üzere
büyükşehir belediye başkanı veya görevlendireceği yetkilinin başkanlığında
çevre, sağlık, hukuk, imar ve küşat birimleri görevlileri, sanayi ve ticaret il
müdürlüğü temsilcisi, ilgili meslek odalarının temsilcileri ile tesisin özelliğine
göre belediye başkanı tarafından belirlenecek diğer kuruluş temsilcilerinden
oluşur.
İl belediyelerinde birinci sınıf
gayrisıhhî müesseseleri inceleme kurulu, üçüncü fıkrada belirtilen esasa göre
oluşturulur."
41. Yönetmelik'in 17. maddesinin ilk fıkrası şöyledir:
"Gayrisıhhî müessese açmak isteyen
gerçek veya tüzel kişiler ... başvuru formunu doldurarak yetkili idareye
başvurur."
42. Yönetmelik'in "Yer seçimi ve tesis kurma
izni" kenar başlıklı 18. maddesinin ilk fıkrası şöyledir:
"Birinci sınıf gayrisıhhî
müesseseleri inceleme kurulu, ilgilinin başvurusundan itibaren en geç yedi gün
içinde tesisin kurulacağı yeri mahallinde inceleyerek, ... yer seçimi raporu
formunu düzenler ve görüşünü bildirir. Yer seçimi inceleme kurulunun raporu,
ilgili birimin teklifi üzerine yetkili idarenin en üst amiri veya
görevlendireceği yetkili tarafından üç gün içinde değerlendirilerek yer seçimi
ve tesis kurma izni kararı verilir."
43. Yönetmelik'in "Açılma ruhsatı" kenar
başlıklı 21. maddesinin birinci ve ikinci fıkrası şöyledir:
"Yer seçimi ve tesis kurma izni
verilmiş veya deneme izni sonunda çalışmasında sakınca bulunmadığı anlaşılan
birinci sınıf gayrisıhhî müesseselerin çalışabilmesi için müracaatı takip eden
yedi gün içinde yetkili idarenin inceleme kurulu tarafından yerinde inceleme
yapılır. Çevre izni veya çevre izin ve lisans belgesi mevzuat hükümlerine uygun
olan yerler için diğer tüm bilgi ve belgeler de dikkate alınmak suretiyle, ...
açılma izni raporu düzenlenir ve yetkili idareye sunulur. Yetkili idarenin en
üst amiri veya görevlendireceği yetkili tarafından üç gün içerisinde işyeri
açma ruhsatı düzenlenir.
Birinci sınıf gayrisıhhî müessese
başvuru ve beyan formunda yer alan bilgiler esas alınarak bir ay içinde yapılan
denetimlerde, beyan edilen hususlara aykırı bir durumun tespiti halinde
ilgililer hakkında gerekli kanunî işlem yapılır. Aykırılık ve noksanlıklar
toplum ve çevre sağlığı açısından bir zarar doğurmuyorsa, tedbirlerin alınması
ve noksanlıkların giderilmesi için bir yılı geçmemek üzere süre verilir.
Verilen süre içinde aykırılık ve noksanlıklarını gidermeyen işletmelerin
faaliyeti söz konusu aykırılık ve noksanlıklar giderilinceye kadar
durdurulur."
44. Yönetmelik'in "Denetim" kenar başlıklı 24.
maddesi şöyledir:
"Gayrisıhhî müesseseler, çevre ve
toplum sağlığı açısından yetkili idareler tarafından denetlenir. Yetkili
idarenin en üst amiri veya görevlendireceği kişi gerekli tedbirleri almak veya
aldırmakla sorumludur."
45. Yönetmelik'in ek-2 kısmının birinci sınıf gayrisıhhi
müesseseleri belirleyen (A) bendinin 4.6. numaralı sırasında patlayıcı madde
üretim tesisleri ve depolarına yer verilmiştir.
46. 29/9/1987 tarihli ve 19589 sayılı Resmî Gazete'de
yayımlanan Tekel Dışı Bırakılan Patlayıcı Maddelerle Av Malzemesi ve
Benzerlerinin Üretimi, İthali, Taşınması, Saklanması, Depolanması, Satışı,
Kullanılması, Yok Edilmesi, Denetlenmesi Usul ve Esaslarına İlişkin Tüzük'ün
(Tüzük) kapsamını belirleyen 1. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Av ve taş barutlarının, ..., şenlik
fişeklerinin, havai fişeklerin, maytapların ve benzerlerinin ... üretilmesi
için işyeri kurulması ve işletilmesi, üretilen maddelerin ambalajlanması,
taşınması, saklanması, depolanması, ithali, satışı, kullanılması, yokedilmesi,
denetimi, ... ve alınacak güvenlik önlemlerine ilişkin usul ve esaslar bu
Tüzükte gösterilmiştir."
47. Tüzük'ün 2. maddesinde, Tüzük maddelerinde geçen "işyeri"
ifadesinin bu Tüzük kapsamına giren maddelerin üretildiği ve işlendiği yerleri
ifade ettiği belirtilmiştir.
48. Tüzük'ün 4., 5., 6, 7., 9. ve 10. maddeleri sırasıyla
şöyledir:
" İşyeri kurmada ön izin
Madde 4 – Bu Tüzük kapsamına giren
patlayıcı maddelerin üretimi ve işlenmesi için işyeri kurmak isteyenler,
üretecekleri patlayıcı maddelerin cins ve özellikleri ile işletmenin kapasitesi
ve nerede kurulacağına ilişkin bilgileri içeren bir dilekçeyle İçişleri
Bakanlığından ön izin belgesi almak üzere iş yerinin kurulacağı il valiliğine
başvururlar. Girişimci gerçek kişi ise nüfus cüzdanının onaylı örneğinin,
tüzelkişi ise temsile yetkili olanların nüfus cüzdanlarının onaylı örneğinin,
başvuru dilekçesine eklenmesi gerekir. Başvurunun yapıldığı valilik, dilekçe ve
eki belgeleri inceleyerek görüşü ile birlikte İçişleri Bakanlığına gönderir.
İçişleri Bakanlığınca, ön izin belgesi
isteyenin genel güvenlik bakımından durumunun uygun olduğunun belirlenmesinden
ve kuruluş yeri bakımından Genelkurmay Başkanlığının görüşünün alınmasından
sonra, ilgiliye ön izin belgesi verilir."
Kuruluş izni için gerekli belgeler
Madde 5 – Patlayıcı madde üretmek ve
işlemek üzere işyeri kurmak isteyenler aşağıda yazılı belgeleri sağlamak
zorundadırlar:
A - İşyerinin kurulacağı yerin 1/1000
veya 1/2000 ölçekli halihazır haritası üzerine çizilmiş ve Bayındırlık ve İskan
Bakanlığınca onanmış dört nüsha mevzi imar planı,
B - İşyerinin kurulacağı yerin yüzölçümü
ve sınırlarını gösteren, il bayındırlık ve iskan müdürlüğünce onanmış 1/500
ölçekli dört nüsha vaziyet planı,
C - 1/50 Ölçekli ve il bayındırlık ve
iskan müdürlüğünce onanmış inşaat projesi,
D
- İşyeri alanını sınırlayan, çevre duvarı veya en az iki metre yüksekliğindeki
sağlam direklere bağlı sık tel örgüyü,sütre ve taş duvarları, denetime tabiana
giriş kapısı ile gerekli diğer kapıları gösterir vaziyet planı ve detay
resimleri,
E - 3194 sayılı İmar Kanununun 21 inci
maddesi hükümlerine göre alınmış yapı ruhsatı,
F - İşyerinin Ek: 1 sayılı çizelgede
belirlenen güvenlik uzaklıklarını gösteren krokisi,
G -Yapılacak yerüstü depolarında Ek-1
çizelgenin dip notunun (D) bendinde gösterilen uzaklıkların içinde kalan
alanın, girişimcinin, mülkiyetinde olduğunu veya kiralandığını ya da sahip veya
zilyetlerinden muvafakat alındığını gösterir noter onaylı belge.
H - Üretilecek patlayıcı maddelerin cins
ve özelliklerini açıklayan belge,
İ - İşyerinde üretilecek her madde için
ayrı ayrı yıllık üretim kapasitesini belirten belge,
K - İşyerindeki deneme ve yok etme
yerlerini gösteren kroki,
L - Sağlık ve Sosyal Yardım
Bakanlığından 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanununa göre alınacak gayri sıhhi
müessese belgesi,
M - Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı
bölge çalışma müdürlüğünden 1475 sayılı İş Kanununa ve İşçi Sağlığı ve İş
Güvenliği Tüzüğüne göre alınacak kurma izni,
N - Sanayi ve Ticaret Bakanlığından
alınacak imalat belgesi,
O - Çevre Bakanlığından alınacak iş
yerinin çevreye olumsuz etkisi olmadığını belirten belge,
P -İş yeri alanını sınırlayan tüm
çevrenin harekete duyarlı sensörler ile çalışacak aydınlatma ve alarm sistemi
ile birlikte ayrıca, kameralarla bir merkezden izlenecek şekilde düzenlenmiş
donanımların kurulduğunu gösterir belge,
Kuruluş izin belgesinin verilmesi
Madde 6 – Patlayıcı madde üretmek ve
işlemek üzere işyeri kurmak isteyenler, kuruluş izin belgesi almak için, bir
dilekçeyle İçişleri Bakanlığına başvurmak zorundadırlar. Başvuru dilekçesine,
ön izin belgesiyle 5 inci maddede yazılı belgelerin eklenmesi gerekir.
Yapılan inceleme sonunda, işyerinin
kurulması uygun görülürse, başvuru tarihinden başlayarak bir ay içinde kuruluş
izin belgesi verilir.
Kuruluş izin belgesi, iki yıl için
geçerlidir. Kuruluş, zorlayıcı ya da kabul edilebilir nedenlerle
gerçekleştirilmezse, bu süre İçişleri Bakanlığınca uzatılır.
İşyerinin genişletilmesi, yeni tesisler
eklenmesi, kapasite artırılması için de yukarıda öngörülen usul ve esaslara
göre yeniden izin belgesi alınması zorunludur.
İşletme izni için gerekli belgeler
Madde
7 – Kuruluş izin belgesi alınan işyerlerine işletme izni verilebilmesi için
aşağıda yazılı belgelerle valiliğe başvurulur:
A - İşyerinin, bu Tüzük hükümlerine
uygun olarak yapıldığına ilişkin il bayındırlık ve iskan müdürlüğü raporu,
B - Belediye veya valilikçe verilen yapı
kullanma izni,
C - Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı
bölge müdürlüğünce verilmiş işletme belgesi,
D - Çevre Bakanlığından alınacak, iş
yerinde arıtma tesis veya sistemleri kurulduğuna ve işletmeye elverişli
olduğuna ilişkin belge,
E - Yangın yönünden gerekli önlemlerin
alındığına ilişkin itfaiye kuruluşu raporu,
F - İşyerinin teknik sorumluluğunu
yüklenecek kimya yüksek mühendisi, kimya mühendisi veya kimyagerin bu konuda
vereceği noterlikçe onaylı kabul belgesi,
G - İşyeri sahibince hazırlanan ve il
sanayi ve ticaret müdürlüğünce onaylanmış işletme ve çalışma yönergesiyle
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bölge müdürlüğünce onaylanmış teknik
güvenlik yönergesi.
Dilekçe ve ekleri valilikçe, İçişleri
Bakanlığına gönderilir. İşyerinin, plan ve projelerine ve bu Tüzük hükümlerine
uygunluğu saptandığında İçişleri Bakanlığınca, işletme izin belgesi verilir.
İşletme izin belgesi almak için
başvuranın kuruluş izin belgesi sahibinden başka bir kişi olması halinde,
ayrıca, durumunun genel güvenlik yönünden uygun görülmesi gerekir.
Güvenlik uzaklıkları
Madde 9 – Patlayıcı maddelerin
üretildiği veya işlendiği her işyerinin kurulmasında Ek: 1 sayılı çizelgede
gösterilen en az güvenlik uzaklıklarına uyulması zorunludur.
Bu işyerlerinin çevresine, güvenlik
uzaklıklarından geçen tel örgü veya taş duvar çekilir.
Binalar ve tesisat
Madde 10 – İşyeri binaları tek katlı
yapılır. Ancak teknolojinin gerektirdiği hallerde çok katlı da olabilir.
Duvarlar yanmaz, tavanlar hafif ve yanmaz, tabanlar düz, yanmaz, sızdırmaz,
çarpmayla kıvılcım çıkarmaz, yumuşak malzemeden, kolay temizlenir ve hafif
eğimli, pencereler büyük parçalar halinde etrafa dağılmayacak ve zarar
vermeyecek mika, telli cam gibi maddelerden yapılır.
Üretimin özelliğine göre binaların
tabanları, statik elektriği iletici özel asfalt veya içerisine demir oksit
karıştırılmış betonla yapılır. Ayrıca, kapılara statik elektriğe karşı
topraklanmış pirinç, bakır veya alüminyum levhalar konur.
Binalardaki giriş ve çıkış kapıları,
pencereler, pancurlar ve havalandırma menfezlerinin kapakları basınç karşısında
dışarıya doğru açılacak, tehlike anında bina içinde bulunanların kolayca
kaçabilmelerini sağlayacak biçimde yapılır. Binanın pencerelerinde parmaklık
veya kafes bulunmaz. Birden çok bölümleri bulunan işyeri binalarında
bölümlerden herbirinin, biri doğrundan doğruya dışarıya,diğeri ana koridora
açılan en az iki kapısı bulunur.
Güvenliksiz patlayıcı maddelerin
bulunduğu yerlerin çevresi, yapılan işin özelliğine göre, tamamen veya kısmen
ya da ayrı ayrı sütrelenir veya taş duvar çekilir. Duvar veya sütrenin taban
kenarları binalardan en az bir buçuk metreuzaklıkta başlar. Toprak sütrelerin
üstleri en az bir metre genişliğinde olur ve kenarlarının eğimleri doğal
eğiminden çok olamaz.
Sütreler bina çatısının en üst
noktasından en az bir metre daha yüksek olur. Duvarların çimento harçlı olarak
taştan yapılması halinde üst genişlik en az ellisantimetre, betonarme olması
halinde, en az on santimetre olur. Sütre giriş kapıları ve geçitler,
çalışanları patlama basıncı ve alevden koruyacak biçimde yapılır."
49. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun
"Zaman bakımından uygulama" kenar başlıklı 7. maddesinin (2)
numaralı fıkrası şöyledir:
"(2) Suçun işlendiği zaman
yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri
farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur."
50. 5237 sayılı Kanun'un "Taksirle öldürme"
kenar başlıklı 85. maddesi şöyledir:
"Taksirle bir insanın ölümüne neden
olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
Fiil, birden fazla insanın ölümüne ya da
bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin
yaralanmasına neden olmuş ise, kişi iki yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası
ile cezalandırılır."
51. 5237 sayılı Kanun'un "Görevi kötüye
kullanma" kenar başlıklı 257. maddesi şöyledir:
"(1) Kanunda ayrıca suç olarak
tanımlanan haller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek
suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da
kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar
hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Kanunda ayrıca suç olarak
tanımlanan haller dışında, görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme
göstererek, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da
kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, üç aydan bir yıla kadar
hapis cezası ile cezalandırılır."
52. S.K.nın görev yaptığı dönemde yürürlükte olan
1/3/1926 tarihli ve 765 sayılımülga Türk Ceza Kanunu'nun 102. maddesinin ilgili
kısmı şöyledir:
"Kanunda başka türlü yazılmış olan
ahvalin maadasında hukuku amme davası:
...
4 - Beş seneden ziyade olmamak üzere
ağır hapis veya hapis yahud sürgün veya hidematı ammeden muvakkaten mahrumiyet
cezalarını ve ağır para cezasını müstelzim cürümlerde beş sene,
... geçmesiyle ortadan kalkar."
53. 765 sayılı mülga Kanun'un 104. maddesi şöyledir:
"Hukuku amme davasının müruru
zamanı, mahkümiyet hükmü yakalama, tevkif, celb veya ihzar müzekkereleri, adli
makamlar huzurunda maznunun sorguya çekilmesi, maznun hakkında son tahkikatın
açılmasına dair olan karar veya C. müddeiumumisi tarafından mahkemeye yazılan
iddianame ile kesilir.
Bu halde müruru zaman, kesilme gününden
itibaren yeniden işlemeğe başlar. Eğer müruru zamanın kesen muameleler
müteaddid ise müruru zaman bunların en sonuncusundan itibaren tekrar işlemeğe başlar.
Ancak bu sebepler müruru zaman müddetini 102 nci maddede ayrı ayrı muayyen olan
müddetlerin yarısının ilavesile baliğ olacağı müddetten fazla uzatamaz."
54. 765 sayılı mülga Kanun'un 228. ve 230. maddelerinin
ilgili kısmı şöyledir:
"Devlet memurlarından her kim bir
şahıs veya memur hakkında memuriyetine ait vazifeyi suiistimal ile kanun ve
nizamın tayin ettiği ahvalden başka suretle keyfi bir muamele yapar veya
yapılmasını emreder veya ettirirse altı aydan üç seneye kadar hapis cezası ile
cezalandırılır. Bu muamelede hususi maksat veya siyasi saik veya sebep mevcut
ise cezası üçte birden yarıya kadar artırılır."
"Hangi nedenle olursa olsun
memuriyet görevini yapmakta savsama ve gecikme gösteren veya üstünün yasaya
göre verdiği buyrukları geçerli bir neden olmadan yapmayan memur üç aydan bir
yıla kadar hapis ve bin liradan beşbin liraya kadar ağır para cezası ile
cezalandırılır.
Bu savsama ve gecikmeden veya üstünün
yasal buyruklarını yapmamış olmaktan Devletçe bir zarar meydana gelmişse,
derecesine göre altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile ... "
55. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanunu’nun "Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri
bırakılması" kenar başlıklı 231. maddesinin (5), (6), (8), (10), (11)
ve (12) numaralı fıkraları şöyledir:
"(5) Sanığa yüklenen suçtan
dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl veya daha az süreli
hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri
bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün
açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç
doğurmamasını ifade eder.
(6) Hükmün açıklanmasının geri
bırakılmasına karar verilebilmesi için;
a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan
mahkûm olmamış bulunması,
b) Mahkemece, sanığın kişilik
özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak
yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması,
c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya
kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin
suretiyle tamamen giderilmesi,
gerekir. Sanığın kabul etmemesi hâlinde,
hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez.
(8) Hükmün açıklanmasının geri
bırakılması kararının verilmesi halinde sanık, beş yıl süreyle denetim süresine
tâbi tutulur…
…
Denetim süresi içinde dava zamanaşımı
durur.
(10) Denetim süresi içinde kasten yeni
bir suç işlenmediği ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere
uygun davranıldığı takdirde, açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan
kaldırılarak, davanın düşmesi kararı verilir.
(11) Denetim süresi içinde kasten yeni
bir suç işlemesi veya denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere
aykırı davranması halinde, mahkeme hükmü açıklar…
(12) Hükmün açıklanmasının geri
bırakılması kararına itiraz edilebilir."
B. Uluslararası
Hukuk
56. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "İnsan
haklarına saygı yükümlülüğü" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Yüksek Sözleşmeci Taraflar kendi
yetki alanları içinde bulunan herkesin, bu Sözleşme'nin birinci bölümünde
açıklanan hak ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlarlar."
57. Sözleşme'nin "Yaşam hakkı" kenar başlıklı
2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Herkesin yaşam hakkı yasayla
korunur..."
58. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin 2.
maddesi 1. maddesiyle birlikte yorumlandığında devletin yaşam hakkı
kapsamındaki bir olayı etkili soruşturma yükümlülüğünün bulunduğunu kabul
etmiştir (McCann ve diğerleri/Birleşik Krallık [BD], B. No:
18984/91, 27/9/1995, § 161). AİHM, yaşam hakkı kapsamında incelediği McCann
ve diğerleri/Birleşik Krallık başvurusunda verdiği kararla devletin etkili
soruşturma yükümlülüğü bulunduğunu ilk kez belirgin bir şekilde karar altına
almıştır.
59. AİHM'e göre bu yükümlülük, sadece bir kamu
görevlisinin eylemi veya ihmali sonucu meydana gelen ölüm olayları açısından
geçerli değildir (Salman/Türkiye [BD], B. No: 21986/93, 27/6/2000, §
105; Can ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 27446/12, 25/11/2014, §
37). Devletin doğal olmayan her ölüm olayında -öldürmeme ya da yaşamı korumama
yükümlülüklerini ihlal etmemiş olsa da- gerçekleşen ölümün sebebini ve varsa
sorumlularını ortaya çıkarmaya yönelik etkili bir soruşturma yapma yükümlülüğü
vardır.
60. AİHM'e göre kasten gerçekleştirilen ölümlerde etkili
bir cezai soruşturma yürütme zorunluluğu bulunmakla birlikte ihmal nedeniyle
meydana gelen ölüm olaylarına ilişkin davalar açısından farklı bir yaklaşımın
benimsenmesi gerekir. Buna göre yaşam hakkının veya fiziksel bütünlüğün
ihlaline kasten sebebiyet verilmemiş ise etkili bir yargısal sistem kurma
yönündeki pozitif yükümlülük her olayda mutlaka ceza davası açılmasını
gerektirmez. Mağdurlara hukuki, idari hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının
açık olması yeterli olabilir (Vo/Fransa [BD], B. No: 53924/00, 8/7/2004,
§ 90; Mastromatteo/İtalya [BD], B. No: 37703/97, 24/10/2002,
§§ 90, 94, 95; Calvelli ve Ciglio/İtalya [BD], B. No: 32967/96,
17/1/2002, § 51).
61. AİHM; yaşam hakkının ihlaline kasten sebebiyet
verilmediği olaylarda kullanılabilecek birden fazla başvuru yolu bulunup da
başvurucuların bu yolların tamamını kullandıkları durumlarda etkili yargısal
sistem kurma yükümlülüğünün yerine getirilebilmesi için söz konusu yolların
tamamının etkili yürütülmesi gerekmediğini, bu nedenle incelemenin sadece
devletin bu yollardan herhangi biriyle etkili yargısal sistem kurma
yükümlülüğünü yerine getirip getirmediğini denetlemekten ibaret olacağını
belirtmiştir (Anna Todorova/Bulgaristan, B. No: 23302/03, 24/5/2011, §
74; Nurettin Demir ve Çiçek Demir/Türkiye (k.k.), B. No: 34885/06,
13/11/2012, § 71).
62. Bununla birlikte AİHM; ihmal suretiyle meydana gelen
ölüm olaylarında kamu görevlilerinin bu konuda muhakeme hatasını veya
dikkatsizliği aşan bir ihmali olduğu, başka bir ifadeyle olası sonuçların
farkında olmalarına rağmen kendilerine verilen yetkileri gözardı ederek
tehlikeli bir faaliyet nedeniyle oluşan riskleri bertaraf etmek için gerekli ve
yeterli önlemleri almadıkları durumlarda -bireyler kendi inisiyatifleriyle ne gibi
hukuk yollarına başvurmuş olursa olsun- insanların hayatının tehlikeye
girmesine neden olan kişiler aleyhine hiçbir suçlamada bulunulmamasının ya da
bu kişilerin yargılanmamasının yaşam hakkının ihlaline neden olabileceğine
karar vermiştir (Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, §
93; Budayeva ve diğerleri/Rusya, B. No: 15339/02, 20/3/2008,§ 140).
Kararın somut olayla ilgili kısmı şöyledir:
"116. Söz konusu davada,
4 Nisan 1996 tarihli bir kararla İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi, adı geçen iki
Belediye Başkanı’nı, Ceza Kanunu’nun 230 § 1 maddesinin kapsamı uyarınca (bkz.
yukarıdaki 23 paragraf) görevi ihmalden 610.000 TL (o dönem için yaklaşık 9,70
EUR) para cezasına çarptırmış ve bu cezayı ertelemiştir. Hükümet, AİHM’de, iki
Belediye Başkanı’na neden yalnızca bu iki hükmün uygulandığını ve neden
öngörülen en düşük cezaya çarptırıldıklarını açıklamaya çalışmıştır (bkz.
yukarıdaki 82. paragraf). Ancak, bireylerin cezai sorumluluğuna ilişkin benzeri
iç hukuk sorunlarının incelenmesi AİHM’nin görevleri arasında değildir, bu konu
ulusal mahkemelerin takdirine bırakılmıştır. Yine bu bağlamda suçlu-suçsuz
kararı vermek de AİHM’nin görevi değildir.
Görevlerine ilişkin olarak AİHM,
sözkonusu davada tartışılan cezai işlemlerin tek amacının, yetkili makamların,
Ceza Kanunu’nun insan hayatını tehlikeye sokan eylemlerle ya da 2. madde
uyarınca yaşama hakkının korunmasıyla hiçbir ilişkisi olmayan 230. maddesi
uyarınca 'görevi ihmal' suçundan sorumlu tutulup tutulamayacağının belirlenmesi
olduğuna dikkat çekecektir.
Aslında, 4 Nisan 1996 tarihli karardan,
ilk derece mahkemesinin İdare Meclis tarafından verilen lüzumu muhakeme
kararının gerekçelerine bağlı kalmış ve başvuranın dokuz akrabasının ölümünde
yetkili makamların muhtemel sorumluluğuna ilişkin bir yorumda bulunmamıştır.
Görüldüğü gibi, 4 Nisan 1996 tarihli karar, 28 Nisan 1993’te meydana gelen
ölümlere davanın bir öğesi olarak yaklaşan kısımlar içermemektedir. Ancak bu
durum yaşama hakkını koruyamamaktan kaynaklanan sorumluluğun kabul edildiği anlamına
gelmemektedir. Kararın işlevsel hükümleri bu hususta yorum yapmamakta ve
üstelik, ilk derece mahkemesinin, kazanın son derece ciddi sonuçlarına gereken
önemi verdiğini düşündürmemektedir; sorumlu tutulan kişiler sonuçta gülünç
sayılabilecek cezalara çarptırılmış, dahası bu cezalar ertelenmiştir.
117. Buna göre, Türk cezai adalet
sisteminin trajediye yaklaşım biçiminin, bu Devlet görevlilerinin veya
makamlarının olaydaki mesuliyetlerini tamamen tespit ettiğini ve yaşama hakkına
saygı duyulmasını garanti eden iç hukuk hükümlerinin, özellikle de Ceza
Kanunu’nun caydırıcı işlevinin etkin bir şekilde uygulanmasını sağladığını
söylemek mümkün değildir."
63. Diğer taraftan AİHM, ölüm olaylarına ilişkin olarak
Türkiye'de yürürlükte bulunan ulusal hukukun mahkemelere HAGB kararı
vermelerine olanak sağladığını ancak mahkemelerin takdir yetkilerini, ilgili
eylemlere hiçbir şekilde müsamaha edilmeyeceğini göstermek için kullanmaktan
ziyade ciddi bir suç teşkil eden eylemin sonuçlarını hafifletmek ya da ortadan
kaldırmak için kullandıklarını belirtmektedir (Kasap ve diğerleri, B.
No: 8656/10, 14/1/2014, § 60; hâkimlerin takdir haklarını kullanmalarına
ilişkin benzer yöndeki eleştiriler için bkz. Okkalı/Türkiye, B. No:
52067/99, 17/10/2006, § 75). Ayrıca AİHM, HAGB kararı verilmesiyle
faillerin cezadan tamamen muaf kaldığını çünkü HAGB kararının uygulanması
sonucunda -failin denetimli serbestlik tedbirlerine uyması koşuluyla- verilen
kararın içerdiği ceza da dâhil olmak üzere tüm hukuki sonuçlarıyla ortadan kalktığını
ifade etmektedir (Kasap ve diğerleri/Türkiye, § 60).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
64. Anayasa Mahkemesinin 15/3/2022 tarihinde yapmış
olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
65. Başvurucular, ilgili kamu görevlileri tarafından
tehlikeli faaliyetin/patlamanın öngörülebilir olduğunu ancak kamu görevlileri
tarafından gerekli tedbirlerin alınmadığını ve nihayetinde bu ihmale/kusura
bağlı olarak çok sayıda insanın/yakınlarının hayatını kaybettiğini, patlamanın
meydana gelmesinde kusuru bulunan S.K. hakkında açılan davanın zamanaşımı
nedeniyle düşmesi ve diğer kamu personeli hakkında HAGB'ye karar verilmesinin
de böyle ciddi/vahim bir olayda cezasızlık sonucunu doğurduğunu belirterek
yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
66. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve
manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrasının ilgili
kısmı şöyledir:
“Herkes, yaşama ... hakkına sahiptir.”
67. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve görevleri"
kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Devletin temel amaç ve görevleri,
…Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve
mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti
ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve
sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için
gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
68. Başvurucular Ebru Çolak, Miyeser Kızılçam ve Nebiye
Kara'nın bireysel başvurunun gerçekleştirilmesinden sonra vefat etmiş oldukları
anlaşıldığından Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 80. maddesi uyarınca anılan
başvurucular için başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir
nedenin kalmaması nedeniyle sadece Ebru Çolak, Miyeser Kızılçam ve Nebiye Kara
için başvurunun düşmesine karar verilmesi gerekir.
69. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16). Başvuru, olayı çevreleyen koşullar ve ileri sürülen iddialar dikkate
alınarak maddi ve usul boyutunu kapsayacak şekilde bir bütün olarak yaşam hakkı
kapsamında değerlendirilecektir. Başvurucuların iddiaları kamu görevlilerinin
ihmali ve koruma yükümlülüğü üzerine kuruludur. Bununla beraber süreçte,
başvurucuların şikâyetinin dışında kalan bazı kamu görevlileri hakkında
(örneğin dönemin İstanbul Büyükşehir Belediyesi başkanı, Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığı görevlileri) beraat kararları veya soruşturma izni
verilmemesi yönünde tasarruflarda bulunulmuştur. Başvurucular, bu görevliler
hakkında verilen beraat kararları/soruşturma izni verilmemesi vb. tasarruflarla
ilgili bir iddia ileri sürmemiştir. Dolayısıyla kamu görevlisi olmayan şahıslar
ile olaydaki sorumlulukları nedeniyle sürece bir biçimde dâhil olan ancak
başvurucuların şikâyetine konu olmayan diğer kamu görevlileri yönünden ayrıca
inceleme yapılmayacaktır.
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
70. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını
kaybeden kişi açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm olayı
nedeniyle ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41). Başvurucular,
vefat eden kişilerin yakınları olduğundan somut olayda başvuru ehliyeti
açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.
71. Başvurucular, yaşam hakkının kasten ihlal edildiğini
ileri sürmemiş olup somut olayda başvurucuların yakınlarının ölümüne kasten
sebebiyet verildiği izlenimi edinilmesini gerektirecek bir unsur
saptanmamıştır. Aşağıda "Genel İlkeler" kısmında (bkz. §§
73-84) açıklandığı üzere kasıtlı olmayan eylemler nedeniyle meydana gelen ölüm
ve yaralanmalara ilişkin olarak her olayda etkili yargısal sistem kurma
yükümlülüğünün yerine getirilmesi için mutlaka etkili bir ceza yargılaması
yürütülmesi gerekmemektedir. Kasıtlı olmayan, kamusal güç/cebir kullanılmayan
fiiller nedeniyle meydana gelen ölüm olaylarına ilişkin soruşturma yükümlülüğü
açısından farklı bir yaklaşım benimsenebilir. Bu kapsamda yaşam hakkının veya
vücut bütünlüğünün ihlaline kasten sebebiyet verilmediği durumlarda mağdurlara
hukuki, idari hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli
olabilir. Ancak eylem kasıtlı olmasa dahi ölüm olayı kamu makamlarının muhakeme
hatası, dikkatsizliği aşan bir kusuru neticesinde yani olası sonuçların
farkında olmalarına rağmen söz konusu makamların kendilerine verilen yetkiler
kapsamında tehlikeli bir faaliyet nedeniyle oluşan riskleri bertaraf etmek için
gerekli ve yeterli önlemleri almaması sonucu meydana gelmiş ise mutlaka etkili
bir ceza soruşturması yürütülmesi gerekecektir.
72. Bu açıdan bakıldığında somut olayda kasıtlı olmayan
eylemler sonucu meydana gelen ölümlere ilişkin yerleşik içtihattan ayrılmayı
gerektiren durumun bulunup bulunmadığı ilk bakışta anlaşılamadığından söz
konusu ölüm olayına ilişkin devletin yaşam hakkına dair usul yükümlülüğünün
mutlaka ceza soruşturmasını gerektirip gerektirmediği esas incelemesi ile
birlikte ele alınacaktır. Bu belirlemeler ışığında kamu görevlilerinin ihmal
göstermesi sonucu ölümlerin meydana geldiği ve bu bağlamda etkili ceza
soruşturması yapılmadığı iddialarına ilişkin olarak yaşam hakkına dair şikâyet
yönünden başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve -başvuru yollarının
tüketilmesi kriteri dışında- kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden bulunmadığı anlaşıldığından -başvuru yollarının
tüketilmesi kriteri esas aşamasında değerlendirilmek üzere- kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
a. Genel
İlkeler
73. Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı,
Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete pozitif ve
negatif ödevler yükler (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 50). Devlet,
bireyin maddi ve manevi varlığını her türlü tehlikeden, tehditten ve şiddetten
korumakla yükümlüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 51; AYM,
E.2005/151, K.2008/37, 3/1/2008; E.2010/58, K.2011/8, 6/1/2011). Devletin sorumluluğunu
gerektirebilecek şartlar altında can kaybının gerçekleştiği durumlarda
Anayasa’nın 17. maddesi devlete elindeki tüm imkânları kullanarak yaşam hakkını
korumak için oluşturulan yasal ve idari çerçevenin gereği gibi uygulanmasını,
bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili
idari ve yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu yükümlülük -kamusal
olsun veya olmasın- yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet
bakımından geçerlidir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 52).
74. Devlet, öncelikle yaşam hakkına yönelen tehdit ve
risklere karşı caydırıcı ve koruyucu yasal düzenlemeler yapmalı ve bununla da
yetinmeyerek gerekli idari tedbirleri almalıdır. Bu ödev ayrıca bireyin
yaşamını her türlü tehlike, tehdit ve şiddetten koruma yükümlülüğünü de içerir
(Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 51). Pozitif yükümlülükler kapsamında
devletin sahip olduğu koruma yükümlülüğü, hem hukuki hem de fiilî tedbirler
alınmasını gerektirmektedir. Bu tedbirler kişilerin etkili bir şekilde
korunmalarını sağlamalı, yetkililerin bilgi sahibi oldukları veya olmaları
gerektiği durumlarda makul adımlar atmalarını içermelidir (R.K., B. No:
2013/6950, 20/4/2016, § 75).
75. Bir kişinin yaşamına yönelik gerçek ve yakın bir
tehlikenin bulunduğunun kamu makamlarınca bilindiği ya da bilinmesi gereken
durumlarda makul ölçüler çerçevesinde kamu makamlarının bu tehlikenin
gerçekleşmesini önleyebilecek şekilde önlem alması gerekir ancak özellikle
insan davranışlarının öngörülemezliği, öncelikler ve kaynaklar
değerlendirilerek yapılacak işlem veya yürütülecek faaliyet tercihi dikkate
alındığında pozitif yükümlülük kamu makamları üzerinde aşırı yük oluşturacak
şekilde yorumlanamaz (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 53).
76. Öte yandan yaşam hakkının gerektirdiği pozitif
yükümlülüklerin yerine getirilmesi kapsamında alınacak tedbirlerin
belirlenmesi, idari ve yargısal makamların takdirinde olan bir husustur. Hak ve
özgürlüklerin güvence altına alınması adına pek çok yöntem benimsenebilir ve
mevzuatta düzenlenmiş herhangi bir tedbirin yerine getirilmesinde başarısız
olunsa bile pozitif yükümlülükler diğer bir tedbir ile yerine getirilebilir (Bilal
Turan ve diğerleri, B. No: 2013/2075, 4/12/2013, § 59).
77. Devletin yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin
usule ilişkin yönü, doğal olmayan her ölüm olayının sorumlularının
belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili bir
soruşturma yürütülmesini gerektirmektedir. Yürütülecek bu soruşturmanın temel
amacı yaşam hakkını koruyan hukukun etkili bir şekilde uygulanmasını, kamu
görevlilerinin müdahalesiyle veya onların sorumlulukları altında meydana gelen
ya da diğer bireylerin filleriyle gerçekleşen ölümler nedeniyle ilgililerin
hesap vermelerini sağlamaktır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54).
78. Yaşam hakkına ilişkin usule yönelik bu yükümlülük
olayın niteliğine bağlı olarak cezai, hukuki ve idari nitelikte soruşturmalarla
yerine getirilebilir. Kasten veya kötü muamele sonucu meydana gelen ölüm
olaylarında Anayasa'nın 17. maddesi gereğince devletin sorumluların tespiti ile
cezalandırılmalarını sağlayabilecek nitelikte cezai soruşturma yürütme
yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda idari soruşturmalar ve tazminat
davaları sonucunda idari yaptırım veya tazminata hükmedilmesi; ihlali gidermek,
dolayısıyla mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 55). Kasıtlı olmayan fiiller nedeniyle meydana
gelen ölüm olaylarına ilişkin soruşturma yükümlülüğü açısından farklı bir
yaklaşım benimsenebilir. Bu kapsamda yaşam hakkının veya vücut bütünlüğünün
ihlaline kasten sebebiyet verilmediği durumlarda pozitif yükümlülük her olayda
mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez. Mağdurlara hukuki, idari hatta
disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 59). Bununla birlikte kasıtlı olmayan fiiller
nedeniyle meydana gelen ölüm olaylarında kamu makamlarının muhakeme hatası,
dikkatsizliği aşan bir kusuru olduğu veya olası sonuçların farkında olmalarına
rağmen söz konusu makamların kendilerine verilen yetkiler kapsamında tehlikeli
bir faaliyet nedeniyle oluşan riskleri bertaraf etmek için gerekli ve yeterli
önlemleri almadığı durumlarda -ilgililer diğer hukuk yollarına başvurmuş
olsalar dahi- kişilerin hayatının tehlikeye girmesine neden olanlar hakkında
mutlaka bir ceza soruşturması yürütülmesi gerekir (Serpil Kerimoğlu ve
diğerleri, § 60).
79. Ceza soruşturmasının etkili olması için soruşturma
makamlarının resen harekete geçerek ölüm olayını aydınlatabilecek ve
sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmeleri
gerekir. Soruşturmada ölüm olayının nedeninin veya sorumlu kişilerin
belirlenmesi imkânını zayıflatan bir eksiklik, etkili soruşturma yükümlülüğüne
aykırılık oluşturabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 57). Ceza
soruşturmasının fiilen hesap verilebilirliği sağlamak için soruşturma sürecinin
kamu denetimine açık olması, ayrıca her olayda, ölen kişinin yakınlarının meşru
menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılmalarının
sağlanması gerekir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 58). Hukuk
devletine bağlılığın sağlanması ve hukuka aykırı eylemlere hoşgörü ve teşvik
gösterildiği görünümü verilmesinin engellenmesi amacıyla ceza soruşturmasının
makul bir özen ve süratle yürütülmesi şarttır (Salih Akkuş, B. No:
2012/1017, 18/9/2013, § 30).
80. Başvuru konusu olaydaki gibi doğal olmayan her ölüm
olayında olası cezai sorumluluğun tespiti için soruşturma sonrasında kovuşturma
aşamasına geçildiği durumlarda, ilk derece mahkemesi önündeki yargılama aşaması
dâhil bütün sürecin 17. maddenin gereklerine cevap verebilecek nitelikte olması
gerekmektedir. Böylece derece mahkemeleri mağdur olan kişilerin yaşam hakkına
ve maddi ve manevi varlığına karşı yapılan saldırıların hiçbir durumda cezasız
bırakılmamasını teminat altına alabilecektir (Sadık Koçak ve diğerleri,
B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 77).
81. Anayasa'nın 17. maddesi başvuruculara üçüncü kişileri
bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı vermediği gibi devlete
tüm yargılamaları mahkûmiyetle sonuçlandırma ödevi de yüklemez. Bu, bir sonuç
yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 56). Soruşturma yükümlülüğünün sonuç yükümlülüğü
değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğü olması, her soruşturmada
mağdurların olaylarla ilgili beyanlarıyla bağdaşan bir sonuca varılması
gerektiği anlamına gelmemektedir ancak soruşturma kural olarak olayın
gerçekleştiği koşulların belirlenmesini ve iddiaların doğru olduğunun
kanıtlanması hâlinde sorumluların tespit edilerek cezalandırılmasını sağlayacak
nitelikte olmalıdır (Doğan Demirhan, B. No: 2013/3908, 6/1/2016, § 66).
Temel anlayış bu yönde olmakla birlikte -her somut olayın şartlarında ayrıca
değerlendirilmesi yapılmak koşuluyla- derece mahkemelerinin yaşam hakkına
yönelik eylemlerin cezasız kalmasına imkân vermemeleri de gerekmektedir (Filiz
Aka, B. No: 2013/8365, 10/6/2015, § 32).
82. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesi tarafından ele alınması
gereken önemli bir diğer husus da derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin
yürüttükleri yargılamalarda bir sonuca varırken Anayasa’nın 17. maddesinin
gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarını ya
da ne ölçüde yaptıklarını değerlendirmektir zira derece mahkemeleri tarafından
bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı sisteminin daha sonra
ortaya çıkabilecek benzer yaşam hakkı ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu
önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Filiz Aka, § 32). Bu husus
hukuk devletine bağlılığın sağlanması, hukuka aykırı eylemlere hoşgörü ve
teşvik gösterildiği görünümü verilmesinin engellenmesi yönünden bir
gerekliliktir (Fahriye Erkek ve diğerleri, B. No: 2013/4668, 16/9/2015,
§ 91).
83. Diğer taraftan olayların oluşumuna ilişkin delillerin
değerlendirilmesi idari ve yargısal makamların ödevidir (Rıfat Bakır ve
diğerleri, B. No: 2013/2782, 11/3/2015, § 68). Anayasa Mahkemesinin ilgili
soruşturma ve yargılama makamlarının yerine doğrudan geçecek şekilde delillerin
değerlendirmesini yapmasının veya yürütülmesi gerekli olan soruşturma
işlemlerini belirlemesinin söz konusu olamayacağı belirtilmelidir. Başka bir
ifadeyle Anayasa Mahkemesinin görevi, bu makamların maddi olaylara ilişkin
yaptıkları değerlendirmenin yerine kendi değerlendirmesini koymak değildir (Hıdır
Öztürk ve Dilif Öztürk, B. No: 2013/7832, 21/4/2016, § 185). Anayasa
Mahkemesinin bu husustaki görev ve yetkisi ilgili yargısal sürecin Anayasa'nın
17. maddesinde teminat altına alınan yaşam hakkının güvencelerinde aranan
hususların sağlanıp sağlanmadığının incelemesinden ibarettir.
84. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, kişinin maddi ve
manevi varlığına ilişkin bir ölüm ya da yaralama olayında mevzuat hükümlerinin
etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların tespit edilerek hesap
vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü olmayıp uygun araçların
kullanılması yükümlülüğüdür. Dolayısıyla bu kapsamda açılmış olan tüm davaların
mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlanması zorunluluğu bulunmamaktadır
(Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 127). Ancak
usul yükümlülüğünün bir unsuru olarak tespit edilen sorumlulara fiilleriyle
orantılı cezalar verilmeli ve mağdur açısından uygun giderim sağlanmalıdır (Şenol
Gürkan, B. No: 2013/2438, 9/9/2015, § 105).
b. İlkelerin
Olaya Uygulanması
85. Somut süreçte özetle başvurucuların yakınlarının
Zeytinburnu ilçesi sınırları içinde yer alan bir binanın patlayıcı madde
(maytap, meşale) üretimi ve ticareti için kullanılan üçüncü katındaki işyerinde
31/1/2008 tarihinde saat 09.30 sıralarında meydana gelen patlama sonucu
hayatını kaybettiği ve yürütülen ceza muhakemesi sonunda iki kamu görevlisinin
görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek, diğer iki kamu
görevlisinin de görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle suçlu
bulunarak hapis cezası ile cezalandırıldığı ancak bu görevliler hakkında HAGB
kararı verildiği anlaşılmıştır. Bunun yanında tali kusurlu oldukları kabul
edilen bina sahipleri için de ayrı ayrı 5 yıl 6 ay hapis cezası verildiği,
cezaların ertelenmediği veya HAGB kararı (ilgili kanuna göre bu müesseselerin
uygulanmasının olanaklı olup olmadığından bağımsız olarak) verilmediği
görülmüştür.
i. Yaşam
Hakkının Maddi Boyutu (Koruma Yükümlülüğü)
86. İhlal iddiasına ilişkin değerlendirmede öncelikle
yapılması gereken, yetkili kamu makamlarının kaçak olarak patlayıcı üretimi
yapılan ve iskân izni olmayan işyerinde yangın, patlama gibi insanların
hayatını tehlikeye atacak bir riskin gerçekleşmesi ihtimalini (izinsiz/denetimsiz
tehlikeli faaliyet yürütüldüğünden haberdar olunup olunmadığı) bilip
bilmediklerinin veya bilmelerinin gerekip gerekmediğinin (öngörülebilirliğin)
ortaya konulması, böyle bir durum söz konusu ise kamu görevlilerinin yetkileri
çerçevesinde kendilerinden makul olarak beklenebilecek etkin ve pratik
tedbirleri alıp almadıklarının açıklığa kavuşturulmasıdır. Bu doğrultuda ilk
olarak patlama ile sonuçlanan ve 21 insanın hayatını kaybettiği olaylar
dizisinde insan yaşamına yönelen gerçek ve yakın riskin varlığının kamu
makamları tarafından bilindiği veya bilinmesi gerektiğinin söylenebileceği
durumun, bir başka ifadeyle öngörülebilirliğin somut olayda var olup olmadığı
değerlendirilmelidir.
(1) Riskin
Öngörülebilirliğine Dair İnceleme
87. Bu değerlendirmeye geçilmeden önce patlayıcı madde
(maytap, meşale) üretimi yapılan işyerlerinin hukuki durumunun, arz ettiği
önemin ve tehlikenin hatırlatılması yerinde olacaktır. "İlgili
Hukuk" kısmında aktarıldığı (bkz. §§ 31-48) üzere maytap, meşale gibi
patlayıcı ürünlerin üretildiği, depolandığı, ticaretinin yapıldığı işyerleri
birinci sınıf gayrisıhhi müessese niteliğindedir. Bu işyerlerinin belediye
birimleri tarafından ruhsatlandırılacağı ve denetleneceği açıktır.
Yönetmelik'te, bu işyerlerini çevresindekilere zarar verme olasılığı bulunan
müesseseler olarak tanımlanmıştır. Anılan Yönetmelik'te işyerlerinin
kurulması için gereken koşullar (gerekli güvenlik önlemlerinin alınması vb.)
sayılmış; gayrisıhhi müesseselerin kurulması ve faaliyet göstermesi için
ayrıca/ek olarak yer seçimi ve tesis kurma izni gibi sıkı denetim içeren
süreçler öngörülmüştür. Bunun yanı sıra havai fişeklerin, maytapların
üretildiği işyerlerini kapsamına alan Tekel Dışı Bırakılan Patlayıcı Maddelerle
Av Malzemesi ve Benzerlerinin Üretimi, İthali, Taşınması, Saklanması,
Depolanması, Satışı, Kullanılması, Yok Edilmesi, Denetlenmesi Usul ve
Esaslarına İlişkin Tüzük hükümleri gereği anılan işyerleri için birçok kamu
kurumunun sürece dâhil olduğu, farklı kurumlardan temin edilecek belgelerin
arandığı, sıkı denetim içeren bir kurulma/izin safahatı belirlemiştir. Anılan
Tüzük hükümleri incelendiğinde (bkz. §§ 46-48) havai fişek, maytap gibi
ürünlerin üretildiği işyerlerinin kurulması ve faaliyet gösterebilmesi için
aydınlatma ve alarm sistemlerinden çevredeki binalara uzaklığa, üretim
yapılacak yer için aranan özel yapı şartlarından imar planı düzenlemelerine
kadar birçok koşulun sağlanması gerektiği görülmektedir. Bu bağlamda söz konusu
işyerlerinin sıradan işyerleri olmadığı, çevresi için tehlike arz eden ve bu
nedenle özel güvenlik tedbirleri gerektiren, kamu idaresinin üzerinde
hassasiyetle durduğu, detaylı mevzuat hükümleri ile kuruluşunu ve faaliyet
göstermesini sıkı koşullara bağladığı müesseseler olduğu açıktır.
88. İTÜ Kimya Metalurji Fakültesi tarafından düzenlenen
raporda da (bkz. § 14) havai fişek, maytap gibi ürünlerin üretiminde kullanılan
malzemelerin patlayıcı özellikte olmasının yanında solunum, hazım yoluyla dahi
ölümcül olabileceği, bu maddelerin taşınmasında ve kullanımında özel
tedbirlerin alınması gerektiği ifade edilerek yapılan üretimin taşıdığı riske
vurgu yapılmıştır.
89. Patlamanın yaşandığı işyerinin kaçak olarak maytap,
meşale, havai fişek üretimi yapılan bir işyeri olduğu konusunda duraksama
bulunmamaktadır. Zira bu durumu, gerek işyerinde çalışmış olan/patlama
sırasında işyerinde olan kişilerin ifadeleri gerek patlama sonrası olay
yerinden toplanan numunelere ilişkin -birden fazla- inceleme raporları ve
itfaiye raporu gerekse Zeytinburnu Belediyesinin olaydan kısa süre önce yaptığı
denetim açıkça ortaya koymaktadır. Bununla beraber işyerinin bulunduğu binanın
yapı ruhsatı olmasına karşın iskân izninin bulunmadığı, inşaat kalitesinin
oldukça zayıf olduğu, bu nedenle patlamanın zarar verici etkilerinin arttığı
hususları da yargısal süreçte düzenlenen bilirkişi raporlarından ve Zeytinburnu
Belediyesi tarafından yargı mercilerine sunulan evraktan açıkça
anlaşılmaktadır.
90. Somut olayda özetle tehlike içeren üretim faaliyeti
bir kenara mesken olarak dahi kullanılması mümkün olmayan bir binada
izinsiz/kaçak olarak yürütülen oldukça riskli ticari faaliyete ilişkin olarak
baştan sona denetimsizlik ve hukuksuzluğun hâkim olduğu bir durum söz
konusudur.
91. Bu duruma dair, bir başka ifadeyle insan yaşamına
yönelen gerçek ve yakın bir riskin varlığı hususunda kamu makamlarının bilgi
sahibi olup olmadığı ve/veya bilgi sahibi olmaları gerektiğinin söylenebileceği
bir durumun öngörülebilirliğin somut olayda var olup olmadığı yönünden elde
bulunan verilere bakıldığında öncelikle -soruşturma sürecinde alınan ifadeler
ile olaydan kısa süre önce ruhsat başvurusu yapılmış olmasından anlaşıldığı
üzere- belediye ekiplerinin olaydan kısa süre önce ilgili işyerine geldikleri,
ruhsat alınması konusunda uyarıda bulundukları görülmüştür. Buna ek olarak aynı
binada faaliyet gösteren farklı iş kollarındaki işletmelerin Belediye
tarafından defalarca denetlendiği, mühürlendiği bizzat Belediye tarafından
Başsavcılığa iletilen yazılı belge ile ifade edilmiştir. Dolayısıyla söz konusu
binaya belediye ekiplerinin patlamadan önce birden fazla kez olmak üzere
geldikleri hatta patlamanın yaşandığı işyerine gelerek işyerinin ruhsatsız
olduğunu tespit ettikleri açıktır.
92. Buna göre patlamanın yaşadığı binada daha önce
denetim ve mühürleme işlemleri yapan hatta patlamanın gerçekleştiği işyerini
olaydan kısa süre önce ruhsat alması konusunda uyaran, anılan işyerini hem
yürütülen faaliyet hem de imar bakımından denetlemek gerektiğinde işlem
yapmakla mükellef olan belediye görevlilerinin detaylı mevzuat hükümleriyle
düzenlenen, sıkı koşullara bağlanan, taşıdığı risk yüksek olan ancak mevcut
durumda kaçak olarak yapılan patlayıcı üretim faaliyetine dair gerçek ve yakın
bir riskin varlığından haberdar olduğu, bir başka deyişle yaşamsal açıdan ciddi
sonuçlar doğuracak bu olayın öngörülebilir olduğu şüpheye yer bırakmayacak
şekilde açıktır.
(2) Öngörülebilir
Risk Karşısında Makul Adımların Atılıp Atılmadığının İrdelenmesi
93. Bu aşamada tespiti gereken husus, riskin varlığından
haberdar olan kamu makamlarının yaşamı koruma yükümlülüğü bağlamında
kendilerinden beklenen etkili/pratik tedbirleri almak adına makul adımlar atıp
atmadığıdır. Bir başka ifadeyle kamu makamlarının önleyici nitelikte uygun
önlemler alarak patlamayı ve ölümcül sonuçlarını engellemek için gereken özeni
gösterip göstermediğinin belirlenmesi gerekmektedir.
94. "İlgili Hukuk" kısmında aktarılan
mevzuat hükümlerinden de açıkça anlaşıldığı üzere belediye görevlilerinin
meskenleri imar mevzuatına uygunluk açısından denetlemek ve tespit ettikleri aykırılıklar
nedeniyle cezai işlem uygulamakla mükellef oldukları izahtan varestedir.
95. Ayrıca belediyelerin salt imar mevzuatı açısından
değil işyerlerini ruhsatlandırmak, işyerinde gösterilen faaliyet için gereken
izin ve ruhsatların alınıp alınmadığı denetlemek ve tespit ettikleri
aykırılıklar nedeniyle de işlem yapmak (gerektiğinde faaliyeti durdurmak)
yönünde kesin yükümlülükleri bulunmaktadır.
96. Yukarıda aktarıldığı üzere patlamanın gerçekleştiği
binanın iskân izni yoktur. Ayrıca süreçte alınan bilirkişi raporları ile
ruhsata aykırı olarak çatı katı inşa edildiği ve yapı malzemesinin patlamanın
etkisini, vehametini artıracak şekilde zayıf olduğu tespit edilmiştir. Bununla
birlikte patlamanın yaşandığı işyerinde yapılan ve oldukça yüksek risk barındırması
nedeniyle sıkı şartlara bağlanan üretim faaliyetine ilişkin olarak alınmış bir
ruhsat söz konusu değildir. Binanın 1992 yılında kullanılmaya başlandığı ve
patlamanın yaşandığı 2008 yılına değin uzun bir süre iskânsız olarak
kullanıldığı, bu dönemde imar mevzuatı bağlamında herhangi bir işlem
yapılmadığı görülmüştür. Bir başka ifadeyle 16 yıl gibi bir süre boyunca bina,
imar mevzuatına aykırı bir biçimde ve üstelik riskli üretim faaliyetlerini de
içerecek şekilde ticari bir alan olarak hiçbir engelle karşılaşılmadan
kullanılmıştır.
97. Bunun yanında patlamanın sebebi olan üretim
faaliyetinin işyerinde çalışanların beyanlarına göre yaklaşık beş yıldır devam
ettiği, bu süre zarfında binaya başka işletmelerin denetimi, mühürlenmesi için
belediye ekiplerince defalarca gelindiği hatta 2007 yılı içinde ve patlamadan
kısa süre önce işyerinin ruhsatsız çalıştığının anlaşılması üzerine belediye
ekiplerinin işyerine geldiği anlaşılmıştır. Patlamaya sebep olan işletmenin
patlamadan kısa süre önce ve 2007 yılı içinde ruhsatsız çalıştığı tespit
edilmişse de bu tespit sonucu herhangi bir işlem yapılmadığı, üretimin
durdurulması, işyerinin mühürlenmesi gibi bir edimde bulunulmadığı
anlaşılmıştır. İşyerinde yürütülen faaliyetin sıradan bir üretim faaliyeti
olmayıp oldukça yüksek risk içeren, sıkı denetim sürecine ve izin prosedürüne
bağlanan patlayıcı madde üretimi olduğu dikkate alındığında işyerinin ruhsatsız
olduğunun anlaşılıp üretime devam edilmesi, herhangi bir yaptırım uygulanmaması
suretiyle buna zımnen izin verilmesi yaşamı koruma yükümlülüğüne dair makul
adımların atılmadığı noktasında ciddi ve belirleyici bir veridir.
98. Bu veriler ışığında mesken olarak dahi kullanılması
mümkün olmayan, 16 yıl boyunca iskânsız olarak kullanılan binada oldukça riskli
üretim faaliyetinin ruhsatsız/izinsiz yürütüldüğünün anlaşılmasına karşın
üretim faaliyetinin durdurulması adına herhangi bir işlem yapılmaması nedeniyle
idarenin yaşamı koruma yükümlülüğü bağlamında makul adımlar atmadığı,
tehlikenin gerçekleşmesini önleyebilecek hiçbir önlem almadığı görülmüştür.
Sonuç olarak kamu makamlarının ellerindeki hukuki/kurumsal altyapı ile
desteklenmiş kamusal gücü, yaşamı koruma yükümlülüğü doğrultusunda etkili bir
biçimde devreye soktuğu söylenemeyecek olup tehlikeli/kaçak yapılan üretim
faaliyetine dair risk yönünden sonuç doğurmaya elverişli tedbirlerin
alınması ve uygulanması konusunda yetersiz kalındığı, yaşamı koruma
yükümlülüğüne aykırı davranıldığı açıktır.
99. Yaşamı koruma yükümlülüğüne ilişkin yapılan bu
tespitlerin ardından başvuru yollarının tüketilmesi kuralı ile doğrudan
bağlantılı olması nedeniyle yaşam hakkına ilişkin etkili yargısal korumanın
sağlanıp sağlanmadığı değerlendirilmelidir.
(3) Etkili
Yargısal Yolun Tespiti
100. Bu değerlendirme yapılırken öncelikle Anayasa
Mahkemesinin içtihadının yaşam hakkının ihlaline kasten sebebiyet verilmeyen
durumlarda etkili bir yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülüğün
mağdurlara hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık
olması ile yerine getirilmiş sayılabileceği ancak kamu makamlarının olası
sonuçların farkında olmalarına rağmen kendilerine verilen yetkiler kapsamında
oluşan riskleri bertaraf etmek için gerekli ve yeterli önlemleri almadığı
durumlarda bireylerin hayatının tehlikeye girmesine neden olan kişiler aleyhine
hiçbir suçlamada bulunulmamasının ya da bu kişilerin yargılanmamasının yaşam
hakkının ihlaline neden olabileceği yönünde olduğunu hatırlatmak gerekir (Kadri
Ceyhan [GK], B. No: 2014/1924, 17/5/2018, § 89). Tehlikeli bir faaliyet (madencilik,
patlayıcı üretimi vb.) kapsamında öngörülebilir bir riskin bulunduğu ve bu
riskin bertaraf edilmesi için alınması gereken birtakım önlemler olduğu
durumlarda, etkili yargısal sistem kurma yükümlülüğü bakımından etkili bir ceza
soruşturması yürütülmesi gerekliliği bulunmadığı söylenemez (Naziker Onbaşı
ve diğerleri, B. No: 2014/18224, 9/5/2018, § 53). Bu perspektiften olay ele
alındığında bu aşamada karar verilmesi gereken husus, devletin etkili yargısal
sistem kurmaya ilişkin pozitif yükümlülüğü kapsamında hangi tür yargısal
başvuru yolunun öngörülebilen tehlikelere rağmen ihmal gösterilerek makul
tedbirler alınmaması sonucu ölümlere yol açılan bu olaylara verilmesi gereken
(yeterli) yargısal cevap olabileceğidir.
101. Yukarıda da aktarıldığı üzere somut olayda mesken
olarak dahi kullanılması mümkün olmayan bir binada izinsiz/kaçak olarak
yürütülen oldukça riskli ticari faaliyete ilişkin olarak baştan sona
denetimsizlik ve hukuksuzluğun hâkim olduğu bir görünüm söz konusudur.
Patlamanın gerçekleştiği işyerinde yürütülen faaliyet sıradan bir üretim
faaliyeti olmayıp oldukça yüksek risk içeren, sıkı denetim sürecine ve izin
prosedürüne bağlanan patlayıcı madde üretimidir. Bu kaçak üretime karşın
işyerinin ruhsatsız olduğun anlaşılıp üretime devam etmesine herhangi yaptırım
uygulanmaması suretiyle zımnen izin verilmesi söz konusudur. Bu bağlamda somut
olayı çevreleyen koşullar, kamu görevlilerinin basit hatası ya da
dikkatsizliğini aşan bir hâlin söz konusu olduğunu açıkça görünür kılmaktadır.
102. Tehlikeli bir faaliyet kapsamında kişilerin yaşamı
ile vücut bütünlüğü üzerinde ortaya çıkan risklerin en aza indirilmesi gerekli
önlemlerin alınması konusunda sorumluluğu bulunan kişilerin tespit edilebilmesi
ve tespit edilen sorumluluklar karşısında devletin göstereceği yargısal tepki,
benzer olayların yaşanmaması bakımından da önem taşımaktadır. Somut başvuruda
yaşam hakkının güvenceleri bağlamında ceza soruşturmasını gerektirecek şekilde
kamu makamlarının olası sonuçların farkında olmalarına rağmen kendilerine
verilen yetkiler kapsamında oluşan riskleri bertaraf etmek için gerekli ve
yeterli önlemleri almadığı bir süreç söz konusudur. Bu durumda somut olay için
devletin yaşam hakkına dair usul yükümlülüğünün bir ceza soruşturması
yürütülmesini gerektirdiği kanaatine ulaşılmıştır. Diğer taraftan AİHM'in somut
olay için etkili yargısal yol olarak ceza muhakemesini tespit etmesi de (bkz. §
29) ulaşılan sonucu destekler niteliktedir. Bu itibarla tazminat davasının
başvuru yollarının tüketilmesi ve etkili yargısal koruma sağlama gereklilikleri
yönünden somut başvuruya etkisi olmadığı değerlendirilmiştir.
(4) Giderimin
Değerlendirilmesi
103. Bu noktada, öngörülebilir olan tehlikeli/kaçak
yapılan üretim faaliyetine dair risk yönünden sonuç doğurmaya elverişli tedbirlerin
alınması ve uygulanması konusunda yetersiz kalındığı tespit edilip devletin
etkili ceza soruşturması yürütme yükümlülüğünün bulunduğu belirlendikten sonra
kamu görevlileri hakkında suçlu oldukları yönünde hüküm kurulan ceza
yargılaması ile yaşamı koruma yükümlülüğüne ilişkin müdahale bakımından etkili
bir giderim sağlanıp sağlanmadığı değerlendirilmelidir. Bununla birlikte etkili
bir telafi sağlanıp sağlanmadığının değerlendirmesi yapılırken eyleme ve suç
türüne ilişkin belirlemenin mahkemenin takdirinde olduğunun altı çizilmelidir.
104. Bir yargısal yolun sadece hukuken mevcut
bulunmasının yeterli olmadığı, bu yolun uygulamada da etkili olması gerektiği
açıktır. Etkililikten söz edilebilmesi için ise yargısal yolun hak ihlalini
önleyebilmesi, devam etmekteyse sonlandırabilmesi veya sona ermiş bir hak
ihlalini tespit edip uygun bir giderim sunabilmesi gerekmektedir. Bu
bağlamda yaşam hakkı ihlalleri ile ortaya çıkan mağduriyetin giderildiğinden
söz edilebilmesi için yargı mercilerinin öncelikle yaşam hakkı ihlalini açıkça
ortaya koyması/hukuki sorumluluğu tespit etmesi ve bu durumu etkili bir giderim
ile karara bağlaması gerekir (benzer değerlendirmeler için bkz. Şenol Gürkan,
B. No: 2013/2438, 9/9/2015; Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293,
17/7/2014). Yaşam hakkına ilişkin ihlalin/mağduriyetin ortadan kaldırıldığı
sonucuna ulaşılabilmesi için bu hususların yerine getirilmesi gerekmektedir.
105. Yargılama sürecine bakıldığında Mahkemenin olayı
çevreleyen koşulları aydınlattığı, olayda sorumluluğu bulunan kamu
görevlilerini tespit ettiği, tespit ettiği kamu görevlilerinin suçunu, kusurunu
patlama sonucuyla ilinti kurarak belirlediği, hapis cezalarına hükmettiği ancak
HAGB kararı verdiği anlaşılmıştır. Bir başka ifadeyle ölümle sonuçlanan olayda kamu
makamlarının görevlerinin gereklerini yerine getirmeyerek kişilerin
mağduriyetine neden oldukları tespit edilmiş ve böylece yaşam hakkının esas
boyutu bağlamında ihlal, öz olarak ortaya konmuştur (bkz. §§ 25-27). Usul
boyutuna ilişkin olarak yapılacak incelemenin de konusu olmakla birlikte HAGB
hükmünün başvurucular açısından yeterli ve etkili bir telafi imkânı sunup
sunmadığının, diğer bir ifade ile yargılama sonucunun mağdur sıfatını ortadan
kaldırıp kaldırmadığının incelenmesi gerekmektedir. Her ne kadar şahsi cezai
mesuliyete ilişkin konulara değinmek ya da kişilerin suçlu olup olmadıklarına
yönelik karar vermek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında değil ise de kamu
görevlilerinin ihmalleri, suçları için yapılan uygulamalara ilişkin olarak
suçun, ihmalin ağırlık derecesi ile verilen ceza arasında açık orantısızlığın
bulunduğu durumlarda Anayasa Mahkemesinin anayasal denetim yapma görevi
bulunmaktadır (benzer değerlendirme için bkz. Cezmi Demir ve diğerleri,
§ 76).
106. Bu noktada öncelikle ilgili mevzuatın derece
mahkemelerine HAGB olanağı verdiğini belirtmek gerekir. Ancak bu bir zorunluluk
olmayıp bu konuda hâkime tam bir takdir yetkisi tanınmıştır. Hâkimin
takdiriyle, sanığın beş yıllık deneme süresi içinde yeni bir suç işlememesi
durumunda kararın uygulanmaması ve söz konusu davanın ilgili kanun gereğince
otomatik olarak düşmesi söz konusudur.
107. Kamu görevlilerinin yargılanmasına neden olan fiil
güç kullanımına (şiddet, cebir) ilişkin olmasa da görevi ihmal/kötüye kullanma
suretiyle işlenen bir suç olsa da ağır/vahim sonuçlar doğurmuş bulunan
eylemlerdir (eylemsizlik hâlleridir). Kamu görevlileri yönünden HAGB kararı ile
sonuçlanan yargılama sürecine temel olan olayın 21 kişinin öldüğünün, yüzden
fazla kişinin yaralandığının, geniş çaplı bir alana etki eden sonuçları
itibarıyla ağır bir patlama olduğunun altını çizmek gerekir. Bir başka ifadeyle
kamu görevlilerinin eylemi/eylemsizliği, sonuçları itibarıyla ağırdır. Üstelik
patlamanın gerçekleştiği işyerinde yürütülen faaliyetin sıradan bir ticari
faaliyet olmaması, binanın iskânsız olması, faaliyetin taşıdığı risk nedeniyle
sıkı denetim ve izin prosedürüne bağlanmış olması, daha önce belediye
ekiplerince ruhsatsız olduğu tespit edilmesine rağmen işyerinin faaliyetinin
durdurulmaması, hemen akabinde patlamanın meydana gelmiş olması hususları
eylemsizlik hâlinin vahametine ve ağırlığına işaret eden önemli verilerdir.
108. Ayrıca derece mahkemelerinin yaptıkları yargılama
sonucunda verdikleri mahkûmiyet kararı sonrası HAGB kararı verilebilmesi için
objektif birtakım koşulların yanında bir de subjektif koşul bulunmaktadır. Bu
subjektif koşul, kanunda "sanığın kişilik özelikleri ile duruşmadaki
tutum ve davranışları" olarak belirtilmiş ve buna göre sanığın bir
daha suç işlemeyeceği yönünde mahkemede bir kanaat oluşması gerekliliğine vurgu
yapılmıştır. Şüphesiz bu durumun takdiri hâkimlere ait olmakla birlikte sanığın
kişilik özellikleri değerlendirilirken sanığın bir devlet görevlisi olduğu
ve sonuçları itibarıyla ağır bir ihmal gösterdiği gözönünde tutularak bu husus
karar gerekçesinde tartışılmalı ve buna uygun bir takdir hakkı kullanıldığı
kararda gösterilmelidir. Ağır bir ihmal sonucu gerçekleşen sonuçları itibarıyla
da vahim olan somut sürece dair ceza yargılaması neticesinde ulaşılan hükümde,
gerek HAGB gerekse de takdirî indirim için olayın niteliğini ve kamu
görevlilerinin gösterdiği ihmalin derecesini ele alan, bu niteliği haiz bir
değerlendirmenin varlığından söz edilemeyeceği açıktır.
109. Yaşam hakkının ihlal edildiği derece mahkemelerince kabul
edilmiş ise de HAGB kararı verilmesi nedeniyle ihlale ilişkin olarak yeterli ve
uygun giderim sağlanamamıştır. Bu bağlamda oldukça riskli ve kaçak üretim
faaliyetine yönelik denetimsizlik ile vücut bulan ve ağır sonuçlar doğuran suç
için yasal zorunluluğun var olmadığı ve bu konuda tam bir takdir yetkisi
bulunduğu hâlde, sanıklar hakkında hiçbir hukuki sonuç doğurmayacağı kanunda
açıkça belirtilen HAGB müessesesinin uygulanmasıyla hâkimlerin takdir
yetkilerini, hukuka aykırı ve vahim sonuçlar doğuran bir eylemin hiçbir şekilde
hoş görülemeyeceğini göstermek yerine bu eylemin sonuçlarını olabildiğince aza
indirgemek yönünde kullandıkları ve bu nedenle sanıklar açısından caydırıcılık
ile mağduriyet açısından etkili giderim sağlanmadığı, başvurucuların mağdur
sıfatının devam ettiği, kamu görevlileri hakkında ihlale ilişkin olarak uygun
ve yeterli bir giderim sağlamayan HAGB kararı verilmesinin Anayasa'nın 17.
maddesi bağlamında koruma yükümlülüğünün ihlal edildiğinin derece mahkemesince
kabul edildiği anlamına gelmediği kanaatine ulaşılmıştır.
110. Açıklanan gerekçelerle yaşam hakkının maddi
boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
Selahaddin MENTEŞ ihlal sonucuna ek gerekçeyle
katılmıştır.
ii. Yaşam
Hakkının Usul Boyutu (Etkili Soruşturma Yükümlülüğü)
111. Devletin yaşam hakkı kapsamındaki pozitif
yükümlülüklerinin usule ilişkin yönü, meydana gelen ölüm olayının tüm
yönleriyle ortaya konulmasını, sorumluluğun belirlenmesine imkân tanıyan etkili
bir soruşturma yürütülmesini ve tespit edilen sorumlulara fiilleriyle orantılı
cezalar verilmesini gerektirmektedir. Tehlikeli bir faaliyet kapsamında
kişilerin yaşamı ile vücut bütünlüğü üzerinde ortaya çıkan risklerin en aza
indirilmesi ve gerekli önlemlerin alınması konusunda sorumluluğu bulunan kişilerin
tespit edilebilmesi ve tespit edilen sorumluluklar karşısında devletin
göstereceği yargısal tepki, benzer olayların yaşanmaması bakımından da önem
taşımaktadır.
112. Başvuruda, olaya ilişkin etkili soruşturma
yürütülmediği ileri sürülmüştür. Başvurucular, etkili soruşturma yürütülmediği
sonucuna iki temel şikâyet noktasından hareket ederek ulaşmaktadır. Birinci
şikâyet, belediye görevlilerinden S.K. hakkında zamanaşımı nedeniyle düşme
kararı verilmesine, ikinci şikâyet ise diğer kamu görevlileri hakkında
cezasızlık izlenimi oluşturacak şekilde HAGB müessesinin uygulanmasına
ilişkindir.
113. Başvurucuların soruşturmanın resen ve derhâl
başlatılmadığına, soruşturmanın bağımsız ve süratle yürütülmediğine,
soruşturmada olayı aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini
sağlayabilecek bütün delillerin toplanmadığına ilişkin bir şikâyeti bulunmadığı
gibi somut olayda etkili soruşturma yürütme yükümlülüğüne ilişkin söz konusu
ilkelere aykırı hareket edildiğine ilişkin bir bilgi veya bulguya da ulaşılamamıştır.
114. Zeytinburnu Belediyesinin eski imar işleri eski
müdürü olan S.K. 27/8/2004 tarihinde görevinden ayrıldığından suç tarihi S.K.
için en son 27/8/2004 olarak tespit edilmiştir. Yargısal süreçte S.K.nın
görevinden ayrıldığı tarihte yürürlükte bulunan 765 sayılı mülga Kanun
hükümleri uyarınca ihmal suretiyle görevi kötüye kullanma suçu için 7 yıl 6
aylık munzam zamanaşımı süresinin söz konusu olduğu, dolayısıyla 2008 yılında
meydana gelen patlama nedeniyle oluşan bu suça ilişkin dava zamanaşımı süresinin
S.K. yönünden ilk hüküm tarihi olan 2014 yılından önce (yaklaşık 2012 yılının
başı) dolduğu tespit edilerek düşme kararı verilmiştir. Düşme kararının
yargısal süreçteki gecikmeden ziyade yukarıda aktarılan fiilî durum -görevden
ayrılma- nedeniyle suç tarihinin patlamadan uzun süre önce gerçekleşmiş
olmasından ileri geldiği anlaşılmıştır. Dolayısıyla S.K. yönünden davanın
düşmesi, mahkemenin takdiri veya yargısal süreçte yaşanan gecikmeden ileri
gelmediği için S.K. yönünden kurulan hükmün etkili soruşturma yükümlülüğüne
yönelik bir ihlal doğurmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
115. Bununla beraber 2008 yılının hemen başında meydana
gelen patlamaya ilişkin olarak 2008 ve 2009 yılları içinde Başsavcılık;
bilirkişi raporu, ilgili kurumlardan elde edilen belgeler ve ifadeler dâhil
olmak üzere deliller toplanmış ve 2009 yılının sonuna doğru kamu davası
açılmıştır. Mahkeme ilk hükmünü 2014 yılının ortasında patlamanın meydana
gelmesinden yaklaşık altı buçuk yıl sonra vermiştir. Suçun nitelenmesinden
dolayı verilen bozma kararı nedeniyle nihai hüküm 2019 yılının Mart ayında
kesinleşmiştir. Bozma hükmü öncesi ve sonrası verilen hükümler aynı delillere
dayanmaktadır, farklılık suçun nitelenmesine dair hukuki yoruma ilişkindir.
Sonuç itibarıyla ceza soruşturması yaklaşık 11 yıllık bir zaman dilimine
yayılmıştır. Somut olayda, yargısal sürece katılan sayısı çok olmakla birlikte
olayın oluş biçiminin ve koşullarının patlamanın ardından uzun bir süre
geçmeden düzenlenen bilirkişi raporları ve tanık ifadeleri ortaya çıkarılmış
olması, suç nitelemesine dair bozma kararı ile sürecin uzaması dikkate
alındığında hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların niteliği,
delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller gibi kıstaslar çerçevesinde
başvuru konusu olayın 11 yıllık süreyi makul kılacak ölçüde karmaşık görünüm
arz etmediği, başvurucuların da yargılamanın uzamasına sebep olacak tutum ve
usule ilişkin haklarını kullanırken özensizliğini gösteren bir unsurun da
saptanmadığı anlaşıldığından yargısal süreçte makul sürenin aşıldığı sonucuna
ulaşılmıştır.
116. Diğer taraftan soruşturma yükümlülüğü bir sonuç
yükümlülüğü olmayıp uygun araçların kullanılması yükümlülüğünü oluşturduğundan
yargılamanın nihai olarak mutlaka belli bir ceza türüyle sonuçlanması gerektiği
söylenemeyecektir. Ancak HAGB kurumunu uygulama olanağı mahkemelerin takdirinde
olmakla birlikte mahkemelerin sanıkların fiilen cezasız kalmalarını sağlayacak
şekilde hukuku uyguladıklarının tespiti hâlinde soruşturmanın etkinliğinin
sağlanamadığı sonucuna varılabilmektedir (S.D. B. No: 2013/3017,
16/12/2015; Yunus Kalkan, B. No: 2013/4383, 18/2/2016; Mehmet Şah
Araş ve diğerleri, B. No: 2014/798, 28/9/2016).
117. Cezasızlık, işlenen bir suçun somut olarak cezasız
kalmasını ifade etmektedir. Cezasızlık; sorumluların adalet önüne
çıkarılmaması, işledikleri suçla orantılı bir biçimde cezalandırılmaması veya
mahkûm edildikleri cezanın infazının sağlanmaması şeklinde ortaya
çıkabilmektedir. Cezasızlığın önlenmesi durumunda bir yandan mağdurlar
açısından gerekli giderim sağlanırken bir yandan yeni ihlallerin
gerçekleşmesini engelleyecek caydırıcı bir etki ortaya çıkması mümkün
olacaktır. İşlenen suç ile verilen cezalar arasında orantısızlık olması ya da
hiç ceza verilmemesi durumunda bu tür eylemlerin önlenmesini sağlayabilecek
caydırıcı bir etki ortaya koymaktan oldukça uzak kalınmakta, yaşam hakkının
idari ve yasal mevzuat aracılığıyla korunması hususundaki pozitif yükümlülüğün
yerine getirilememesi sonucu doğmaktadır (benzer değerlendirmeler için bkz. S.D.
§ 102).
118. HAGB kurumu, 5271 sayılı Kanun'un 231. maddesinde
düzenlenmiştir. Sanık hakkında kurulan mahkûmiyet hükmünün hukuki bir sonuç
doğurmamasını ifade eden ve doğurduğu sonuçlar itibarıyla karma bir özelliğe
sahip bulunan HAGB kurumu, denetim süresi içinde kasten yeni bir suçun
işlenmemesi ve yükümlülüklere uygun davranılması hâlinde, geri bırakılan hükmün
ortadan kaldırılarak kamu davasının 5271 sayılı Kanun'un 223. maddesi uyarınca
düşürülmesi sonucunu doğurduğundan bu özelliğiyle sanık ile devlet arasındaki cezai
nitelikteki ilişkiyi sona erdiren düşme nedenlerinden birini oluşturmaktadır (Tahir
Canan, § 30). Bu bağlamda HAGB kararı, asıl olarak kişiyi ceza tehdidi
altında bırakmaktadır. Somut olayda olduğu gibi suçu işlediği sübuta eren
kişinin cezalandırılması ancak denetim süresi içinde kasten yeni bir suç
işlemesi şartına bağlanmakta, böylelikle sorumluluğu mahkeme kararıyla sabit
olan eylemi -yeni bir suç işlemediği takdirde- fiilî olarak cezasız
kalmaktadır. Kanun koyucunun, işlediği suçtan dolayı kişinin tekrar topluma
kazandırılması amacıyla getirdiği bu cezasızlık kurumunun uygulanıp
uygulanmayacağı değerlendirilirken her olayın somut koşulları çerçevesinde
suçun niteliği ve sonuçlarının ağırlığı ile orantılı olarak yaptırımın
caydırıcılığı hususunun da gözardı edilmeden yorumlanması gerekmektedir.
119. Maddi yükümlülüğüne ilişkin değerlendirmede de
belirtildiği üzere yargılanmaya konu fiiller (ihmaller) sonuçları itibarıyla
ağır bir etki yaratmış, çok sayıda insan hayatını kaybetmiştir. Kamu
görevlilerinin görevi kötüye kullanmak suçuna vücut veren ihmalleri, yüksek
risk içeren bir üretim faaliyeti yapan ve iskânsız bir binada bulunan işyerine
ilişkindir. Bu işyerinin ruhsatsız faaliyet gösterdiği kamu görevlilerince
olaydan kısa süre önce tespit edilmiş ancak faaliyet durdurulmamış ve kısa süre
sonra patlama meydana gelmiştir. Mahkemenin HAGB kararı sonucunda sanıkların
deneme süresi içinde suç işlememesi hâlinde bu ceza hiç verilmemiş sayılarak
adli sicile yansımayacaktır. Verilen bu karar cezanın infazının ertelenmesinden
daha güçlü bir etkiye sahiptir ve sanığın cezadan muaf tutulması ile
sonuçlanmaktadır. Bu tespitler ışığında süreç bir bütün olarak
değerlendirildiğinde Mahkeme, bu kararıyla, HAGB'ye ilişkin yetkisini söz
konusu eylemlere hiçbir şekilde müsamaha edilmeyeceğini göstermek için
kullanmak yerine ağır bir mağduriyet meydana getiren eylemin sonuçlarını
hafifletmek ya da ortadan kaldırmak için kullanmayı tercih ettiği izlenimini
vermiştir.
120. Bu hâle göre soruşturmanın etkinliğinin sağlanmasının
koşullarından biri olan sorumluların fiilleriyle orantılı ceza almaları
koşulunun yerine getirilmediği ve cezasızlık sonucunun doğduğu anlaşılmıştır.
Bu durum benzer ihlallerin önüne geçebilmek amacıyla caydırıcılığın sağlanması
için devletin sorumluların uygun ve yeterli cezalarla cezalandırılmalarını
sağlayabilecek nitelikte bir ceza soruşturması yürütme konusundaki
yükümlülüklerine açıkça aykırılık oluşturmaktadır. Ulaşılan bu sonucun bu tür
durumlara hoşgörü ile yaklaşıldığı izlenimini uyandırdığı ve bireylerin bu
kapsamda devlete ve adalet mekanizmalarına olan güvenlerini de zedeleyebileceği
açıktır.
121. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde
güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun da ihlal edildiğine karar
verilmesi gerekir.
Selahaddin MENTEŞ ihlal sonucuna ek gerekçeyle
katılmıştır.
3. 6216 Sayılı
Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
122. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin
ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda,
başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal
kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir.”
123. Başvurucular, ihlalin tespiti ve tazminat talebinde
bulunmuştur.
124. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B.
No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl
ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi
diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine
getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına
geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret
etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
125. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması
gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
126. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya
mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı
Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün
79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın
bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme,
usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan
kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya
özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi
tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde
usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili
mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir
takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine
ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden
ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet
Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).
127. İncelenen başvuruda yaşam hakkının maddi ve usul
boyutlarının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin kamu
görevlilerinin eylemi ile bu eylemle ilgili ceza yargılaması kapsamında
mahkemenin işlemlerinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
128. Bu durumda yaşam hakkının maddi ve usul boyutlarının
ihlaline bağlı sonuçların ortadan kaldırılması için 6216 sayılı Kanun'un 50.
maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre yapılması gerekenlere hükmedilmelidir.
Bu sebeple kararın bir örneğinin başvuruya konu yargılama sürecinde tespit
edilen eksikliklerin giderilmesi için yeniden yargılama yapılmak üzere Bakırköy
6. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.
129. Öte yandan somut olayda etkili soruşturma
yükümlülüğünün (usul boyutunun) ihlal gerekçelerinden biri makul sürede
yargılamanın tamamlanmamasıdır. Bu nedenle ihlalin tespit edilmesinin başvurucunun
uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır.
Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün
sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için yaşam hakkının maddi ve usul
boyutlarının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan
manevi zararları karşılığında başvuruculara tazminat ödenmesi de gerekmektedir.
Bu nedenle etkili soruşturma yükümlülüğünün ihlal edilmesine bağlı olarak
ihlalin tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında
başvuruculara toplamda net 1.200.000 TL manevi tazminatın ekli listede
belirtildiği şekilde ödenmesi gerekmektedir.
130. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi
için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal
arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucuların bu konuda herhangi bir belge
sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin ve tazminata ilişkin diğer
taleplerin reddine karar verilmesi gerekir.
131. Dosyadaki belgelerden tespit edilen yargılama giderlerinin
ekli listede belirtildiği şekilde başvuruculara ödenmesine karar verilmesi
gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucu Ebru Çolak, Miyeser Kızılçam ve Nebiye Kara
yönünden başvurunun vefat nedeniyle DÜŞMESİNE,
B. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
C. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam
hakkının maddi ve usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Kararın bir örneğinin Anayasa'nın 17. maddesinin
ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak
üzere Bakırköy 6. Ağır Ceza Mahkemesine (ihlal E.2017/523, K.2019/12 sayılı
karara ilişkindir) GÖNDERİLMESİNE,
E. Başvuruculara net 1.200.000 TL manevi tazminatın [Ekli
Liste] de belirtildiği şekilde ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin
REDDİNE,
F. Yargılama giderlerinin ekli listede belirtildiği
şekilde başvuruculara ÖDENMESİNE,
G. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların
Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 15/3/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
FARKLI GEREKÇE
Başvuruya konu somut olayda bazı kamu görevlilerinin
görevi kötüye kullanma -görevin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle-
suçunu işledikleri gerekçesiyle 10 ay ile 1 yıl 8 ay arasında değişen hapis
cezaları ile cezalandırıldıkları ve bu cezaların açıklanmalarının geri
bırakıldığı anlaşılmıştır.
İlk olarak, olayların oluşumuna ilişkin delillerin
değerlendirilmesinin idari ve yargısal makamların ödevi olduğu, Anayasa
Mahkemesinin ilgili makamlarının yerine geçecek şekilde delillerin
değerlendirmesini yapmasının veya yürütülmesi gerekli olan soruşturma
işlemlerini belirlemesinin söz konusu olamayacağı belirtilmelidir (bkz. § 83).
İkinci olarak, Anayasa Mahkemesinin başvuruya konu soruşturma ya da kovuşturmaların
nasıl sonuçlanacağı veya sorumlularının suçluluk/sorumluluk dereceleri ile
doğrudan ilgilenmediği vurgulanmalıdır. Sonuç olarak, kişilerin cezai
sorumluluğu ile ilgili meseleleri çözmek Anayasa Mahkemesinin doğrudan
görevleri arasında değildir.
Diğer taraftan, başvuruya konu kovuşturmaya bakıldığında,
kamu görevlilerinin 5237 sayılı Kanunda insan hayatını tehlikeye atan suçlarla
ve dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesi gereğince yaşam hakkının korunmasıyla
hiçbir ilişkisi olmayan “görevi kötüye kullanma” suçundan sorumlu tutuldukları
görülmüştür. Hal böyle olunca; yetkili makamların, söz konusu kamu
görevlilerinin, görevlerinin gereklerini yerine getirmediklerini tespit etmekle
birlikte başvurucuların akrabalarının ölümleri ile ilgili sorumlulukları bulunup
bulunmadığına ilişkin bir değerlendirme yapmadıkları sonucu ortaya çıkmaktadır.
Bu durum ise olayda yaşam hakkını koruyamamaktan kaynaklanan sorumluluğun
dolaylı olarak da olsa kabul edildiği anlamına gelmemektedir. Başvuruya konu
kararda yaşamı koruma yükümlülüğünün ihlal edilmesinden kaynaklı bir sorumluluk
tespit edilmemiştir. Kamu görevlilerinin yerine getirmedikleri sorumlulukları
ile ölümler arasındaki illiyet bağı tartışılıp göz önünde tutulmamıştır. Bu
durum ise yetkili mercilerin kazanın son derece trajik ve ciddi sonuçlarına
gereken önemi verdiklerini düşünebilmeyi mümkün kılmamaktadır. Bu eksiklik
olaydan sorumlu kişilerin sonuçta yetersiz cezalarla cezalandırılmalarına yol
açmıştır.
Buna göre, başvuruya konu yargısal süreçte, söz konusu kamu
görevlilerinin olaydaki sorumluluklarının tespit edildiğini ve benzer olayların
gerçekleşmesi önlenerek yaşam hakkının korunması amacıyla Türk Ceza Kanunu’nun
caydırıcı işlevinin etkili şekilde uygulandığını söylemek mümkün değildir.