TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
ALİ ERŞAH AYDIN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2019/11980)
Karar Tarihi: 29/6/2022
Başkan
:
Hasan Tahsin GÖKCAN
Üyeler
Muammer TOPAL
YusufŞevki HAKYEMEZ
Selahaddin MENTEŞ
İrfan FİDAN
Raportör
Mahmut ALTIN
Başvurucular
1. Ali Erşah AYDIN
2. Gülkız AYDIN
3. Melahat AKTAŞ
4. Meral SEZGİN
5. Murat AYDIN
6. Nejla BORAN
7. Şevket AYDIN
8. Yasemin BULUT
Başvurucular Vekili
Av. Nuray ALBAYRAK
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, taşınmazın tapu kaydının iptal edilmesine rağmen tazminat ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvurular 10/4/2019 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. 2019/12273, 2019/12325, 2019/12376, 2019/12398, 2019/12685, 2019/12918, 2019/12922 numaralı bireysel başvurular, aralarında kişi ve konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2019/11980 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiştir.
6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
A. Başvurucuların Dayandıkları Tapu Kayıtları
9. İstanbul'un Çekmeköy ilçesine bağlı Ömerli beldesinde bulunan 4/6/1946 tarihli 31. cilt, 74. sayfa ve 1, 2, 3, 4 sıra No.lu taşınmazlar, Beykoz Zabıt Defterinde F.N.T. adına kayıtlıdır. Söz konusu 1 sıra No.lu taşınmaz 55.158 m², 2 sıra No.lu taşınmaz 110.316 m², 3 sıra No.lu taşınmaz 137.895 m², 4 sıra No.lu taşınmaz ise 137.895 m² yüz ölçümlü olup taşınmazların toplam yüz ölçümü 441.264 m²dir.
10. Başvurucuların murisi Mustafa Aydın 11/8/1977 tarihli gayrimenkul satış vaadi sözleşmesiyle anılan taşınmazları F.N.T.den satın almıştır. Sözleşmenin ifa edilmemesi nedeniyle başvurucuların murisi tarafından 1986 yılında Beykoz Asliye Hukuk Mahkemesinde F.N.T. aleyhine açılan ferağı icbar davasının 1989 yılında kabulüyle taşınmazların muris Mustafa Aydın adına tesciline karar verilmiştir.
B. Tapu Kaydının İptali Davası Süreci
11. Başvurucuların murisinin 7/5/1991 tarihinde Y.S.A.ya verdiği vekâletnameye istinaden düzenlenen 13/11/1996 tarihli satış vaadi sözleşmesiyle başvuru konusu taşınmaz 100.000.000 TL bedelle Z.A.ya satılmıştır. Z.A. tarafından başvurucuların murisi aleyhine 31/7/1997 tarihinde satış vaadi sözleşmesinden kaynaklı tapu kaydının iptali ve tescili davası açılmıştır. Derece mahkemelerinin yetkisizlik ve görevsizlik kararları sonrasında en son Ümraniye 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde yargılamaya devam olunmuştur. Başvurucuların murisi bu yargılama aşamasında 4/10/2003 tarihinde vefat etmiştir. Bu davada başvurucuların murisi Mustafa Aydın'a ve vefatından sonra mirasçılarına dava dilekçesi ve gerekçeli kararların ilanen tebliğ edildiği anlaşılmıştır. Başvurucuların murisi ve başvurucular davaya karşı beyanda bulunmamıştır.
12. Asli müdahil olarak davaya katılan Orman Genel Müdürlüğü, taşınmazların fiilen 88 ada 16 No.lu orman parseli içerisinde Ayvalı ve Çataldağ Devlet Ormanları adıyla orman kadastrosunda tahdit edildiğini belirterek taşınmazların orman vasfıyla Hazine adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.
13. Ümraniye 3. Asliye Hukuk Mahkemesince 2/3/2010 tarihinde davacı Z.A.nın davasının açılmamış sayılmasına, müdahil davacı Orman Genel Müdürlüğünün davasının kabulüyle taşınmazların tapusunun iptali ve orman vasfıyla Hazine adına tesciline karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, bilirkişi raporu esas alınarak söz konusu tapu kayıtlarının orman vasfıyla Ömerli köyü Elmapınar ve Çataldağ ve Kayalıdere Ötük Dere ve Ayvalı Ormanı olarak tescilli 88 ada 16 parsel içinde kaldığı kabul edilmiştir. Öte yandan taşınmazların Beykoz Asliye Hukuk Mahkemesinin E.1986/869, K.1989/352 sayılı kararıyla başvurucuların murisi davalı Mustafa Aydın adına tesciline karar verildiği belirtilmiştir. Bununla birlikte açıklayıcı nitelikte olan tescil işleminin yapılmaması nedeniyle taşınmazların tapuda F.N.T. adına görüldüğü ancak bu durumun F.N.T.ye hak bahşetmeyeceği vurgulanmıştır.
14. Kararın kesinleşme şerhinde, kararın başvuruculara 30/3/2011 tarihinde ilanen tebligat yapılarak 13/6/2011 tarihinde kesinleştiği belirtilmiştir.
C. Başvuru Konusu Tazminat Davası Süreci
15. Önce başvurucu Şevket Aydın tarafından 9/12/2013 tarihinde İstanbul Anadolu 20. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) iptal edilen tapu kayıtlarının bedellerinin ödenmesi talebiyle tazminat davası açılmıştır. Ardından diğer başvurucular tarafından aynı taleple 21/4/2014 ve 27/2/2015 tarihlerinde açılan davalar bu dava ile birleştirilmiştir.
16. Mahkemece taşınmazların değerinin tespiti için keşif yapılmış ve bilirkişi raporları aldırılmıştır. 20/5/2016 tarihli bilirkişi raporunda, taşınmazların dava tarihindeki değeri 24.269.519,98 TL olarak hesaplanmıştır. 26/7/2017 tarihli ek bilirkişi raporunda ise tapu iptali davasının kesinleşme tarihi olan 13/6/2011 itibarıyla değeri 18.974.352 TL olarak tespit edilmiştir.
17. Bunun üzerine başvurucular 25/10/2017 tarihinde ek bilirkişi raporuna uygun olarak davalarını ıslah etmiştir.
18. Mahkemece 26/10/2017 tarihinde davaların zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, Ümraniye 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin tapu iptali ve tescili davasına da değinilerek başvurucuların dava konusu zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrenmelerinden itibaren iki yıllık süre geçtikten sonra davayı açtıkları ifade edilmiştir.
19. Başvurucuların istinaf talebini inceleyen İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 37. Hukuk Dairesince 23/10/2018 tarihinde Mahkeme kararı kaldırılarak bu kez davaların esastan reddine karar verilmiştir. Ayrıca başvurucular aleyhine 254.943,52 TL vekâlet ücretine hükmedilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"...Mahkemece, davacıların tazminat davasının tapu iptal kararının kesinleştiği 13/06/2011 tarihinden sonra Türk Borçlar Kanunu 72/1 maddesi gereğince 2 yıllık zamanaşımı süresi geçtikten sonra açılmış olması nedeni ile reddine ilişkin kararın yerleşik Yargıtay içtihatlarına göre TMK 1007 maddesi gereğince açılacak tazminat davalarının Borçlar Kanunundaki genel zamanaşımı süresine tabi olduğu, bu nedenle davacıların davasının iptal kararının kesinleştiği 13/06/2011 tarihinden itibaren 10 yıllık zamanaşımı süresi içerisinde açtığı anlaşıldığından, mahkemenin zamanaşımı sebebi ile davanın reddine karar vermesi doğru olmamıştır.
Ancak dosya kapsamından, davacıların dayanağı 04/06/1946 tarih 1, 2, 3 ve 4 sıra nolu tapu kayıtlarının geldisinin Mart 1330 tarih, 4, 5, 6 ve 7 sıra nolu tapu kayıtları olduğu, tapu kayıtlarının cinsinin çalılık olduğu, yapılan keşiflerde de tapu kayıtlarının kapsadığı alanların eylemli orman niteliğinde bulunduğu, 1942 yılında yapılan orman kadastro çalışmaları sonucu düzenlenen orman tahdit hattında davacıların tapu kayıtlarını kapsadığı alanın orman sınırları içerisinde bırakıldığı ve tapu malikleri tarafından herhangi bir itirazda bulunulmadığı ve orman tahdit işleminin kesinleşerek dava konusu taşınmazların orman olduğuna yönelik sınırlandırma işlemi kesinleştiği ve davacılara ait tapu kayıtlarının hukuki değerini yitirdiği, kaldı ki 4785 Sayılı Kanun gereğince de, devletleştirilen ve iadeye tabi olmayan yerlerdeki eski tapu kayıtları hukuki değerini yitireceği gibi, taşınmazlar fiilen orman sayılan yerlerden olduğu için zilyetlikle kazanımına da yasal olanak bulunmadığı, bu nedenle TMK'nın 1007 maddesi gereğince hukuki değerini yitirmiş bir tapu kaydına dayanılarak tazminat talep edilemeyeceği anlaşıldığından, (Yargıtay 20. HD 2017/10285 E- 2018/1192 K, 2016/1980 E- 2017/9881 K.) yerel mahkemenin gerekçesinde hata edilmiş ise de yeniden yargılama yapılmasına ihtiyaç duyulmadığı anlaşıldığından HMK 353/1-b.2 maddesi gereğince davacıların davasının reddine karar vermek gerekmiştir."
20. Başvurucular tarafından temyiz edilen istinaf kararı, Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 19/2/2019 tarihli kararıyla onanmıştır.
21. Nihai karar, başvurucular vekiline 14/3/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir.
22. Başvurucular 10/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Mevzuat Hükümleri ve Uluslararası Hukuk
23. İlgili mevzuat ve uluslararası hukuk için bkz. Cemile Gökhan ve diğerleri, B. No: 2015/1203, 23/5/2018, §§ 26-47.
B. Yargıtay İçtihadı
24. İlgili Yargıtay içtihadı için bkz. Adile Şölen Yücel ve diğerleri, B. No: 2017/15169, 15/9/2020, §§ 27-32.
V. İNCELENME VE GEREKÇE
25. Anayasa Mahkemesinin 29/6/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
26. Başvurucular; başvuru konusu taşınmazların tapu siciline güvenilerek murisleri tarafından F.N.T.den satın alındığını ve sözleşmenin ifa edilmemesi üzerine açtıkları davada satın alma olgusunun Beykoz Asliye Hukuk Mahkemesince de kabul edilerek tapuya tescil kararı verildiğini ancak bu süreçte taşınmazların orman vasfında olduğuna dair hiçbir bilgi, kayıt, belirti ya da şerhin mevcut olmadığını vurgulamıştır.
27. Başvurucular, bedelini ödeyerek satın aldıkları tapulu taşınmazların orman vasfında olması nedeniyle tapu kaydının iptal edilmesine rağmen tazminat ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
28. Başvurucular ayrıca taşınmazlarının karşılığını alamamakla kalmadıklarını açtıkları davaların reddedilmesiyle 254.943,52 TL vekâlet ücreti de ödemek zorunda kaldıklarını ifade etmiştir.
B. Değerlendirme
29. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
30. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Mülkün Varlığı
31. Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).
32. Anayasa'nın 35. maddesi kapsamındaki mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri süren başvurucu, böyle bir hakkın varlığını kanıtlamak zorundadır (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26). Somut olayda başvurucular 4/6/1946 tarihli ve 1, 2, 3 ve 4 sıra numaralı tapu kaydına dayanmıştır. Başvurucuların murisi 11/8/1977 tarihli gayrimenkul satış vaadi sözleşmesiyle anılan taşınmazları F.N.T.den satın almıştır. Sözleşmenin ifa edilmemesi üzerine F.N.T. aleyhine açılan ferağı icbar davasının 1989 yılında kabulüyle taşınmazların başvurucuların muris adına tesciline karar verilmiştir (bkz. §§ 9, 10). Ardından 1997 yılında açılan tapu iptali ve tescili davasında anılan taşınmazların orman vasfında olması nedeniyle Maliye Hazinesi adına tesciline karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde söz konusu taşınmazların ferağı icbar davasında başvurucuların murisi adına tesciline karar verildiği ancak açıklayıcı nitelikte olan tescil işleminin yapılmaması nedeniyle taşınmazların hâlen tapuda F.N.T. adına görüldüğü, bu durumun F.N.T.ye hak bahşetmeyeceği vurgulanmıştır (bkz. §§ 11-13).
33. Yerleşik Yargıtay içtihatlarında Hazinenin taraf olmadığı yargılama üzerine yapılan tescillerin yolsuz tescil olması nedeniyle lehine tescil yapılan kişi yönünden mülk oluşturmayacağı belirtilmiştir (bkz. Adile Şölen Yücel ve diğerleri, §§ 30-32). Bununla birlikte tescil yolsuz olsa bile sicile güvenerek taşınmazı satın alan iyi niyetli üçüncü kişinin zararının karşılanması gerektiğini vurgulamak gerekir.
34. Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 28/6/1944 tarihli ve 5742 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 15/3/1944 tarihli ve E.1944/13, K.1944/18 sayılı kararında, tapu sicillerinden devletin 17/2/1926 tarihli ve 743 sayılı mülga Türk Kanunu Medenisi'nin 917. maddesi -22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 1007. maddesi- kapsamında sorumlu olduğu kabul edilmiştir (bkz. Adile Şölen Yücel ve diğerleri, § 27).
35. Başvuru konusu olayda tapuda kayıtlı anılan taşınmazların mülkiyetinin başvurucular murisi tarafından mahkeme kararı ile tescilden önce kazanıldığı anlaşılmaktadır. Başvurucular murisinin taşınmazları satın aldığı tarihte bu taşınmazların orman parseli içinde kaldığını bilebileceğine dair tapuda herhangi bir şerh veya açıklayıcı bir ibare bulunmamaktadır. Bu durumda başvurucular murisinin bu taşınmazları tapu siciline güvenerek devraldığı ve tapu siciline iç hukukta bağlanan sonuçlar dikkate alındığında Anayasa'nın 35. maddesi anlamında mülkiyet hakkının mevcut olduğu kanaatine ulaşılmıştır.
b. Müdahalenin Varlığı ve Türü
36. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı, kişiye başkasının hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma, onun semerelerinden yararlanma ve ondan tasarruf etme olanağı veren bir haktır (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 32). Dolayısıyla malikin mülkünü kullanma, mülkün semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 53).
37. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş; ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenmekle aynı zamanda mülkten yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, §§ 55-58).
38. Somut olayda uyuşmazlık konusu taşınmazların, başvurucular murisi adına tesciline karar verildiği ve mülkiyetin tescilden önce kazanıldığı hâlde tescilin yolsuz tescil olduğu, taşınmazların fiilen orman vasfında olduğu ve orman parseli içinde kalması nedenleriyle tapu kayıtları iptal edilerek Hazine adına tescil edilmiştir. Dolayısıyla başvurucuların tapu kayıtlarının iptal edilmesine rağmen karşılığının ödenmemesi sebebiyle başvurunun mülkten yoksun bırakmaya ilişkin ikinci kural çerçevesinde incelenmesi gerekir.
c. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
i. Kanunilik
39. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi gereken ölçüt, kanuna dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin kanuna dayalı olması, müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir kanun hükümlerinin bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44; Ford Motor Company, B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 49; Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55).
40. Başvurucular aleyhine açılan tescil davasında derece mahkemeleri uyuşmazlık konusu taşınmazların orman olduğunu tespit etmiş ancak hükme dayanak herhangi bir kanun hükmü göstermemiştir. Buna karşın tazminat davasında Mahkemece, 1942 yılında yapılan orman tahdidinde söz konusu tapu kayıtlarını kapsadığı alanın orman sınırları içerisinde bırakıldığı ve işlemin kesinleştiği, anılan tapu kayıtlarının hukuki değerini yitirdiği ve taşınmazların fiilen orman sayılan yerlerden olması nedeniyle zilyetlikle kazanımının da mümkün olmadığı belirtmiştir.
41. Temel bir değer olarak çevrenin korunması ve herkesin çevreden eşit şekilde yararlanma hakkının bir uzantısı olarak Anayasa'nın 169. maddesinde, ormanların devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu belirtilerek bu alanlarda özel mülkiyet yasaklanmıştır. Bu nedenle belli bir sürenin geçmesiyle söz konusu alanlarda özel mülkiyet edinilmesi olanaklı değildir (AYM, E.2009/31, K.2011/77, 12/5/2011). Bu bağlamda başvuruya konu taşınmazları da kapsayan orman tahdidi çalışmalarının 8/2/1937 tarihli ve 3116 sayılı Orman Kanunu'na göre 1942 yılında yapılmış olması nedeniyle müdahalenin kanuni bir dayanağının olduğu kuşkusuzdur.
ii. Meşru Amaç
42. Kamu yararı, doğası gereği geniş bir kavramdır. Yasama ve yürütme organları toplumun ihtiyaçlarını dikkate alarak neyin kamu yararına olduğunu belirlemede geniş bir takdir yetkisine sahiptir. Kamu yararı konusunda bir uyuşmazlığın çıkması hâlinde ise örneğin kamulaştırma gibi hususlarda uzmanlaşmış ilk derece ve temyiz yargılaması yapan mahkemelerin uyuşmazlığı çözmek konusunda daha iyi konumda oldukları açıktır. Bu nedenle müdahalenin kamu yararına uygun olmadığını ispat yükümlülüğü bunu iddia edene aittir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 35).
43. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı kavramı, mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılması imkânı vermekle, bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır (Nusrat Külah, B. No: 2013/6151, 21/4/2016, § 53).
44. Anayasa'nın 169. maddesinde, ormanların ülke yönünden taşıdığı büyük önem gözetilerek korunması ve geliştirilmesi konusunda ayrıntılı düzenlemelere yer verilmiştir. Bu özel ve ayrıntılı düzenlemenin ülkemizde orman örtüsünün sürekli yok edilmesi gerçeğinden kaynaklandığı kuşkusuzdur. Anayasa'nın 169. maddesinin birinci fıkrası gereğince devlet, doğal kaynaklarımızın en önemlilerinden birisi olan ormanların korunması ve sahalarının genişletilmesi için gereken tedbirleri alıp kanun koymak ve bütün ormanların gözetimi ödevini yerine getirmek durumundadır (AYM, E.2013/96, K.2014/118, 3/7/2014).
45. Dolayısıyla ormanların korunması amacıyla mülkiyet hakkına müdahale edilmesinde kamu yararına dayalı meşru bir amacın bulunduğu tartışmasızdır (bkz. AYM, E.2009/31, K.2011/77, 12/5/2011).
iii. Ölçülülük
(1) Genel İlkeler
46. Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden biri olan ölçülülük, hukuk devleti ilkesinden doğmaktadır. Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması istisnai bir yetki olduğundan bu yetki ancak durumun gerektirdiği ölçüde kullanılması koşuluyla haklı bir temele oturabilir. Bireylerin hak ve özgürlüklerinin somut koşulların gerektirdiğinden daha fazla sınırlandırılması kamu otoritelerine tanınan yetkinin aşılması anlamına geleceğinden hukuk devletiyle bağdaşmaz (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014).
47. Ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 38).
48. Ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş olacaktır. Müdahalenin ölçülülüğünü değerlendirirken Anayasa Mahkemesi bir taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini, diğer taraftan müdahalenin niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını da gözönünde tutarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate alacaktır (Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017, §§ 58, 60).
49. Kamu makamlarının ormanların ortak kullanımını düzenlemek, yararlanmaya ilişkin karar ve önlemleri almak takdir yetkisinin Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkını ve Anayasa’nın 13. maddesinde yer verilen güvence ölçütlerini gözetecek şekilde kullanılıp kullanılmadığının denetlenmesi zorunludur (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. AYM, E.2012/100, K.2013/84, 4/7/2013).
50. Mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kamu yararı amacına dönük olması yeterli olmayıp ayrıca ölçülü olması gerekir. Özel mülkiyette bulunan taşınmazların imar uygulamasında kamu hizmeti alanı olarak ayrılmasında kamusal yarar bulunmakla birlikte bu yolla malike aşırı ve orantısız bir külfet yüklenmemelidir (AYM, E.2009/31, K.2011/77, 12/5/2011). Başvuruya konu taşınmazların orman niteliğinde olması nedeniyle tapusunun iptal edilmesi şeklinde gerçekleşen müdahaleyle amaçlanan kamu yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunması arasında olması gereken adil denge, ancak taşınmazlar için bir bedel ödenmesiyle sağlanabilir.
51. İdarenin ölçülülük bağlamında iyi yönetişim ilkesine uygun hareket etme yükümlülüğü bulunmaktadır. İyi yönetişim ilkesi, kamu yararı kapsamında bir konu söz konusu olduğunda kamu otoritelerinin uygun zamanda, uygun yöntemle ve her şeyden önce tutarlı olarak hareket etmelerini gerektirir (Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım, B. No: 2013/711, 3/4/2014, § 68). Bu bağlamda idarelerin kendi hatalarının sonuçlarını gidermeleri ve bireylere yüklememeleri gerekir (Reis Otomotiv Ticaret ve Sanayi A.Ş. [GK], B. No: 2015/6728, 1/2/2018, § 100).
(2) İlkelerin Olaya Uygulanması
52. Beykoz Zabıt Defterinde F.N.T. adına 4/6/1946 tarihli ve 1, 2, 3, 4 sıra numarasına kayıtlı toplam yüz ölçümü 441.264 m² olan taşınmazlar, başvurucuların murisi tarafından 11/8/1977 tarihli gayrimenkul satış vaadi sözleşmesiyle satın alınmıştır. Sözleşmenin ifa edilmemesi üzerine F.N.T. aleyhine açılan ferağı icbar davasının 1989 yılında kabulüyle taşınmazların başvurucuların murisi adına tesciline karar verilmiş ancak tescil işlemi fiilen gerçekleştirilmemiştir (bkz. §§ 9-10).
53. Sonrasında Z.A. tarafından başvurucuların murisi aleyhine açılan tapu kaydının iptali ve tescili davasında davaya asli müdahil olarak katılan orman idaresi lehine başvuru konusu tapu kayıtlarının iptaliyle orman vasfıyla Hazine adına tesciline karar verilmiştir. Kararda, başvuru konusu parsellerin orman olarak tescilli 88 ada 16 parsel içinde kaldığı belirtilmiştir (bkz. §§ 11-13).
54. Bunun üzerine başvurucular tarafından iptal edilen tapu kayıtlarının bedellerinin ödenmesi talebiyle açılan tazminat davasında; tapu kayıtlarının kapsadığı alanların fiilî orman niteliğinde olduğu, 1942 yılında yapılan ve kesinleşen orman tahdidinde orman sınırları içerisinde kaldığı açıklanarak tapu kayıtlarının hukuki değerini yitirdiği belirtilmiştir. Sonuç olarak hukuki değerini yitirmiş tapu kaydına dayanılarak tazminat talep edilemeyeceği gerekçesiyle tazminat talebinin reddine karar verilmiştir (bkz. §§ 15,18).
55. Başvurucuların taşınmazlarının orman vasfında olduğu gerekçesiyle tapu kayıtlarının iptal edilmesi şeklinde gerçekleşen müdahalenin ormanların korunması amacı bakımından elverişli olmadığı söylenemez. Ancak ormanların korunması amacına yönelik olarak sadece tapu kaydının iptaliyle yetinilmesi yerine tazminat ödenerek tapunun iptal edilmesi ve/veya kamulaştırma yapılmasının daha uygun/hafif müdahale araçları olabileceği dikkate alındığında müdahalenin gerekliliği tartışmalı olmakla birlikte tapu kaydının iptaline rağmen tazminat ödenmemesi hususunun orantılılık bağlamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
56. Somut olaydaki müdahalenin ölçülülüğünün değerlendirilmesi bakımından asıl önem taşıyan ölçüt orantılılıktır. Öngörülen tedbirin maliki olağan dışı ve aşırı bir yük altına sokması durumunda müdahalenin orantılı ve dolayısıyla ölçülü olduğundan söz edilemez. Bu itibarla uygulanan tedbirle başvurucuya aşırı ve orantısız bir yük yüklenip yüklenmediğinin tespiti gerekmektedir.
57. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi benzer olaylara ilişkin başvurularda, tapu kaydındaki sicile güvenilerek özel mülk hâline gelmiş devletin hüküm ve tasarrufu altındaki taşınmazların, değeriyle orantılı tazminat ödenmeksizin tapusunun iptali nedeniyle mülkiyet hakkının ihlaline karar vermiştir. Yargıtay da 2007 yılından itibaren verdiği benzer kararlarda, özel mülkiyete konu olamayacağı gerekçesiyle iptal edilen tapu kayıtlarının maliklerine tazminat verilmesine hükmetmiştir (bkz. Adile Şölen Yücel ve diğerleri, §§ 28, 29).
58. Tapu iptali ve tescili davasında yapılan yargılama sonucunda uyuşmazlığa konu taşınmazların 1942 yılında yapılan orman tahdidinde orman sınırları içerinde tespit edildiği ancak bu taşınmazların kök tapu kayıtlarının iptal edilmediği gibi sonrasında da bu kayıtların revizyon görmesi ile 4/6/1946 tarihli dayanak tapu kayıtlarının oluştuğu görülmüştür. Öte yandan başvurucuların murisinin taşınmazları satın aldığı tarihte ve satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil davasında, bu taşınmazların orman niteliğinde olduğunu ortaya koyacak tapu kaydında herhangi bir şerhin veya kaydın bulunduğu kamu makamlarınca gösterilememiştir (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Adile Şölen Yücel ve diğerleri, § 65).
59. Dolayısıyla tapu kayıtlarının oluşturulması ve tutulması kamu makamlarının gözetiminde olduğuna göre evveliyatı orman olmasına rağmen özel mülkiyete konu olacak şekilde hatalı olarak tapu kayıtların oluşturulması ve bu kayıtların tedavül görmesine imkân tanınması nedeniyle devletin sorumluluğu bulunmaktadır (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Adile Şölen Yücel ve diğerleri, § 66).
60. Ormanların korunması bağlamında müdahalenin kamu yararına dayalı meşru bir amacı bulunmakta ise de devletin verdiği tapuya dayanarak mülkiyet hakkı sahibi olan başvurucuların da menfaatlerinin gözetilmesi ve bu çerçevede idarenin hatalı işleminin bütün sonuçlarının başvuruculara yüklenmemesi gerekmektedir. Bu bağlamda tapuların iptal edilmesi karşılığında tazminat ödenmesinin başvuruculara yüklenen külfeti hafifletecek ve kamu yararı ile bireysel menfaatlerin dengelenmesini sağlayacak önemli bir araç olduğu söylenebilir. Öte yandan somut olayda başvuruculara tazminat ödenmemesini makul gösterebilecek -başvurucuların iyi niyetli olmadığı gibi- istisnai bir durumun varlığı da söz konusu değildir (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Adile Şölen Yücel ve diğerleri, § 67).
61. Yukarıda da değinildiği üzere Türk hukukunda tapu sicilinin hatalı tutulmasından kaynaklanan zararların devlet tarafından tazmin edilmesini öngören düzenleme, 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesinde yer almıştır. Anılan maddede; tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan devletin sorumlu olduğu, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere devletin rücu edebileceği hüküm altına alınmıştır (Nazmiye Akman, B. No: 2013/1012, 16/4/2013, § 22; Ahmet Hilmi Serter, B. No: 2014/10954, 17/11/2016, § 39; Hatice Avcı ve diğerleri, B. No: 2014/9788, 22/9/2016, § 72). Ayrıca Yargıtay, kadastro hataları dâhil olmak üzere tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki hatalardan da 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi uyarınca devletin sorumlu olduğunu içtihat etmiştir (bkz. Adile Şölen Yücel ve diğerleri, §§ 27, 29). Dolayısıyla başvurucuların 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesine istinaden Hazine aleyhine açtığı tazminat davasını, taşınmazların orman tahdit sınırları içinde kalması nedeniyle hukuki değerini yitirmiş, yolsuz tescil niteliğindeki tapu kaydına dayanılarak tazminat talep edilemeyeceği gerekçesiyle reddeden derece mahkemelerinin yaklaşımlarının benzer nitelikteki Yargıtay içtihadı ile de çeliştiği anlaşılmaktadır.
62. Öte yandan idarenin iyi yönetişim ilkesine uygun hareket etme yükümlülüğü bulunmaktadır. İyi yönetişim ilkesi, kamu yararı kapsamında bir konu söz konusu olduğunda kamu otoritelerinin uygun zamanda, uygun yöntemle ve her şeyden önce tutarlı olarak hareket etmeleri, bütün külfeti başvuruculara yükletmemeleri gerektiğine, tapuların iptali ile ilgili olarak ise iyi yönetişim ilkesinin kamu makamlarına tazminat ödeme yükümlülüğü getirdiğini vurgulamak gerekir (benzer değerlendirme için bkz. Abdullah Tantaş ve diğerleri [GK], B. No: 2018/2739, 15/12/2021, § 61). Bununla birlikte iptal edilen tapu kayıtları nedeniyle ödenecek tazminat miktarını belirlemek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir. Bu husus teknik bir mesele olup gerekirse uzman bilirkişilerden yardım almak suretiyle derece mahkemelerinin çözüme kavuşturacağı bir meseledir. Bu noktada tapunun iptali nedeniyle ödenecek tazminat miktarının, somut olayın koşullarına göre -taşınmazın niteliği, edinme şekli, edinme tarihi, edinme bedeli, başvurucuların yararlanma şekli ve mülkiyetin kaybedildiği tarihteki değeri gibi kriterlerden yararlanılarak- Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının gerekliliklerine uygun olarak tespiti gerekir.
63. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
64. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
65. Başvurucular; ihlalin tespit edilmesi, tazminat ve yeniden yargılamaya hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.
66. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
67. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
68. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).
69. İncelenen başvuruda, başvurucuların tapu kayıtlarının iptal edilmesine rağmen tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
70. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul Anadolu 20. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.
71. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
72. Dosyadaki belgelerden tespit edilen birleştirilen her bir başvuru dosyasında ayrı ayrı yatırılan 364,60 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 7.416,80 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul Anadolu 20. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2013/465, K.2017/242) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucuların tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. Her bir başvuru dosyasında ayrı ayrı yatırılan 364,60 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 7.416,80 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 29/6/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.