TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
ABDULLAH KEKLİK VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2019/121)
Karar Tarihi: 19/10/2022
Başkan
:
Kadir ÖZKAYA
Üyeler
Engin YILDIRIM
M. Emin KUZ
Rıdvan GÜLEÇ
Kenan YAŞAR
Raportör
Hasan SARAÇ
Başvurucular
1. Abdullah KEKLİK
2. Hasan KEKLİK
3. Hüseyin KEKLİK
4. Menfiye KEKLİK
5. Musa KEKLİK
Vekiller
Av. Behrem DEMİR
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, dava dilekçesi süresinde gönderilmediği için Adalet Bakanlığı aleyhine açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 26/12/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, oybirliği sağlanamaması nedeniyle başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:
5. Başvurucuların murisi M.A.K.nın 10/1/1992 tarihinde Siirt'de ortadan kaybolmasından sonra başvurucular 2004 yılında Bakırköy 6. Asliye Hukuk Mahkemesine (Asliye Hukuk Mahkemesi) müracaat ederek M.A.K.nın 30/1/1992 tarihinde öldüğünün tespitine karar verilmesini talep etmiştir. Bakırköy 6. Asliye Hukuk Mahkemesi 21/12/2005 tarihinde M.A.K.nın talep edilen tarihte öldüğüne karar vermiştir.
6. Başvurucular, bunun üzerine murislerinin terör örgütü PKK tarafından öldürüldüğü gerekçesiyle 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında tazminat istemiyle Siirt Valiliğine (Valilik) başvuru yapmıştır. Valilik 29/3/2006 tarihinde talebin reddine karar vermiştir.
7. Başvurucular ret işleminin iptali istemiyle İstanbul Nöbetçi İdare Mahkemesine gönderilmek üzere 9/10/2006 tarihinde Gaziosmanpaşa Asliye Hukuk Mahkemesi (Hukuk Mahkemesi) kayıtlarına giren dilekçeyle dava açmıştır. Dava dilekçesi 24/11/2006 tarihinde İstanbul İdare Mahkemesi kayıtlarına girmiştir.
8. Diyarbakır 2. İdare Mahkemesi 25/12/2008 tarihinde süre aşımı nedeniyle ret kararı vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:
''...[D]ava konusu işlemin 29.03.2006 tarihli işlem olduğu, kararın davacı vekiline gönderildiği üst yazının ise 09.08.2006 tarihli olduğu, dava dilekçesinde işlemin tebliğ tarihinin belirtilmediği, ancak davanın İstanbul Nöbetçi İdare Mahkemesi Başkanlığı'na gönderilmek üzere Gaziosmanpaşa Asliye Hukuk Mahkemesi aracılığıyla ve 09.10.2006 tarihinde Gaziosmanpaşa Asliye Hukuk Mahkemesi kayıtlarına giren dilekçeyle açıldığı ve 24.11.2006 tarihinde İstanbul İdare Mahkemesi kayıtlarına girdiği görülmektedir.
Mahkememizin 21.01.2008 tarihli ara kararıyla, davalı idareden ve davacı vekilinden dava konusu işlemin davacıya tebliğ tarihinin sorularak, tebliğ tebellüğ belgesi istenilmiş; davalı idare tarafından gönderilen posta zimmet defterinden 25.08.2006 tarihinde postaya verildiği ve 04.09.2006 tarihinde davacı vekiline tebliğ edildiği anlaşılmaktadır.
Dosya kapsamındaki bilgi ve belgelere göre, 04.09.2006 tarihinde tebliğ edilen işleme karşı 09.10.2006 tarihinde Gaziosmanpaşa Asliye Hukuk Mahkemesi kayıtlarına giren dilekçeyle dava açıldığı ve dilekçenin 24.11.2006 tarihinde İstanbul İdare Mahkemesi kayıtlarına girdiği açıktır.
.. İstanbul İlinde İdare Mahkemesi bulunması nedeniyle Gaziosmanpaşa Asliye Hukuk Mahkemesi aracılığıyla açılan davanın İstanbul İdare Mahkemesi kaydına girdiği tarihin esas alınması gerekmekte olup, 04.09.2006 tarihinde tebliğ edilen işleme karşı yukarıda anılan yasa hükmünde belirtilen 60 günlük süre geçirildikten sonra 24.11.2006 tarihinde kayda giren dilekçeyle dava açıldığından, davanın süre aşımı nedeniyle incelenme olanağı bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle,.. davanın SÜRE AŞIMI NEDENİYLE reddine..''
9. Başvurucular bu kez Bakanlığa 10/4/2012 tarihli dilekçe ile müracaat etmiştir. Başvurucular, süreci anlattıktan sonra özetle süresi içerisinde İstanbul İdare Mahkemesine gönderilmek üzere Gaziosmanpaşa Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açıldığı hâlde bu mahkemenin dava dilekçesini ilgili idare mahkemesine geç göndermesi nedeniyle davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar verildiğini belirtmiş ve bu nedenle 5233 sayılı Kanun kapsamında almaları gereken 20.000 TL tutarında tazminatın ödenmesini talep etmiştir.
10. Bu başvurunun zımnen reddi üzerine başvurucular davalı Bakanlık personelinin üç gün içerisinde posta yoluyla gönderilmesi gereken dava dilekçesini ihmal ederek 45 gün sonra göndermesi nedeniyle süre aşımından davanın reddedildiğini ve bu nedenle hizmet kusuru oluştuğunu,5233 sayılı Kanun kapsamında almaları gereken tazminatı bu nedenle alamadıklarını, fiil ile zarar arasında illiyet bağı bulunduğunu ileri sürerek 15.000 TL maddi tazminatın 15/10/2006 tarihinden işleyecek yasal faiziyle ödenmesine karar verilmesi istemiyle 15/8/2012 tarihinde Ankara 16. İdare Mahkemesinde (16. İdare Mahkemesi) dava açmıştır.
11. 16. İdare Mahkemesi, davacıların davaya konu ettikleri tazminat taleplerinin 5233 sayılı Kanun'a mı yoksa Bakanlığa bağlı personelin hizmet kusuruna mı dayandırıldığının anlaşılamadığı, davalı idareye yapılan başvuru dilekçesinde ismi yer almamasına rağmen H.K. isimli şahsın da davacı olarak yer aldığı ancak adı geçen şahsın davalı idareye tazminat başvurusunda bulunup bulunmadığının anlaşılmadığı, dolayısıyla dava dilekçesinin ilgili kanun hükümlerine uygun düzenlenmediği gerekçesiyle dilekçenin reddine karar vermiştir.
12. Başvurucular, 16. İdare Mahkemesine yeniden müracaat etmişlerse de bu kez bazı başvurucuların ehliyeti yönünden eksiklikleri bulunduğu gerekçesiyle Mahkeme 28/2/2013 tarihinde usulüne uygun düzenlenmeyen dilekçenin reddine karar vermiştir.
13. Başvurucuların dilekçelerini yenileyerek açtıkları davada; zararın idarenin herhangi bir eyleminden doğması durumunda hizmetin görüldüğü veya eylemin yapıldığı yer idare mahkemesinin yetkili olduğunun düzenlendiğinin açık olduğu, bakılmakta olan davanın çözümünün hizmetin görüldüğü ve eylemin gerçekleştiği yer olan İstanbul'un yargı çevresi bakımından bağlı olduğu İstanbul İdare Mahkemesinin yetkisine girdiği sonucuna varıldığı gerekçesiyle 20/3/2014 tarihinde yetkisizlik kararı verilmiştir.
14. Davayı inceleyen İstanbul 7. İdare Mahkemesi (7. İdare Mahkemesi) 19/3/2015 tarihinde kabul kararı vermiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:
''...[U]yuşmazlıkta; Diyarbakır 2. İdare Mahkemesi'nin yukarıda aktarılan ve Danıştay tarafından da onanan kararına göre, Siirt Valiliği'nin 29.03.2006 tarih ve 2006/363 sayılı işleminin davacılara 04.09.2006 tarihinde tebliğ edildiği, bu işleme karşı davacılar tarafından 09.10.2006 tarihinde Gaziosmanpaşa Asliye Hukuk Mahkemesi kayıtlarına giren dilekçeyle dava açıldığı halde dava dilekçesinin geç gönderilmesi sebebiyle 24.11.2006 tarihinde İstanbul İdare Mahkemesi kayıtlarına girdiği ve neticede Diyarbakır 2. İdare Mahkemesi'nce davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar verildiği, dolayısıyla davacıların açtığı davaya ilişkin dava dilekçesinin süresi içerisinde ilgili mahkemeye gönderilmemesi sebebiyle dava konusu olayda davalı idarenin hizmet kusuru bulunduğu ve bu hizmet kusurunun tazminat ödenmesini gerektirecek nitelik ve ağırlıkta olduğu açıktır.
Öte yandan, davacıların 5233 sayılı Kanun kapsamında tazminat ödenmesi için yaptıkları başvurunun reddine dair işlemin iptali için açtıkları davanın davalı idarenin hizmet kusuru nedeniyle süre aşımından reddedilmesi sonucu oluşan zarar ile davalı idarenin eylemi arasında illiyet bağı bulunduğu da ortadadır.
Davacılara ödenmesi gereken tazminat tutarına gelince, davacıların davalarının süre aşımı nedeniyle reddine ilişkin İdare Mahkemesi kararının kesinleşmesi ile tazminat haklarının olduğunu öğrendikleri, benzer mahiyette olan ve davacıların murisi ile aynı durumdaki [M.D.] isimli kişinin mirasçıları tarafından 5233 sayılı yasa kapsamında yapılan tazminat başvurusunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle Siirt Valiliğine karşı açılan dava sonucunda Diyarbakır 2. İdare Mahkemesi'nin 26.12.2007 tarih ve E:2006/2168, K:2007/1873 sayılı kararıyla 14.927,50-TL maddi tazminatın davalı idareye başvuru tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davacılara ödenmesine karar verildiği dikkate alınarak, davalı idarenin hizmet kusuru nedeniyle davacıların uğradığı zarara karşılık 15.000,00-TL'nin davacıların davalı idareye başvurduğu 16.04.2012 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte maddi tazminat olarak davacılara ödenmesine..."
15. Karara karşı Bakanlık tarafından İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Dördüncü Kurul nezdinde yapılan itiraz üzerine, itiraz konusu İdare Mahkemesi kararında Kanun'da sayılan bozma nedenlerinin bulunmadığı anlaşıldığından ve itiraz dilekçesinde ileri sürülen iddialar da söz konusu kararın bozulmasını sağlayacak nitelikte görülmediğinden itirazın reddine ve kararın onanmasına oyçokluğu ile 27/1/2016 tarihinde karar verilmiştir.
16. Bu karara karşı Bakanlık tarafından yapılan karar düzeltme başvurusu sonucunda İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 9. İdari Dava Dairesi (Dava Dairesi) özetle davalı idarece, görülen davada idari yargı yerinin değil adli yargı yerinin görevli olduğunun ileri sürüldüğü ancak mahkemece bu itiraz incelenmeksizin davanın kabulüne karar verildiği gerekçesiyle karar düzeltme istemini kabul etmiş ve Dördüncü Kurulun 27/1/2016 tarihli kararının kaldırılmasına 28/11/2016 tarihinde karar vermiştir.
17. 7. İdare Mahkemesi özetle, başvurucuların iddialarına ilişkin tazmin talebinin dayanağı olan işlemlerin idari işlem niteliğinde olduğu, oluşan zararın idari hizmetin geç yürütülmesi sonucu idarenin hizmet kusurundan kaynaklandığı, öne sürülen dava konusu zararın tazminine ilişkin uyuşmazlığın çözümünün idare mahkemelerinin görevinde olduğunu kabul ederek davalı idarenin görev itirazının reddine ilişkin 26/1/2017 tarihinde ara karar vermiştir.
18. Bakanlık 27/1/2017 tarihinde kayda giren dilekçeyle olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasını talep etmiştir. 7. İdare Mahkemesi Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığından görüş aldıktan sonra dosyayı Uyuşmazlık Mahkemesine göndermiştir.
19. Uyuşmazlık Mahkemesi özetle; kamu hizmetini yürütmekle yükümlü kılınan davalı idarenin kamu hizmetini yöntemine ve hukuk kurallarına uygun olarak yürütüp yürütmediğinin, dolayısıyla hukuki sorumluluğunun bulunup bulunmadığının belirlenmesine ihtiyaç duyulduğu, adli yargı yerinde devam eden veya adli yargı yerinde çözüme kavuşabilecek bir tazminat istemine ilişkin bir uyuşmazlık bulunmadığı gerekçesiyle oy çokluğu ile davanın çözümünde idari yargının görevli olduğuna 25/6/2018 tarihinde karar vermiştir.
20. 7. İdare Mahkemesi, yukarıda anlatılan süreçlere yer verdikten sonra, aynı gerekçe ile (bkz. § 14) davayı kısmen kabul etmiş14.927,50 TL maddi tazminatın 16/4/2012 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalı idareden alınarak davacılara ödenmesine, fazlaya ilişkin istemi yönünden davanın reddine 19/9/2018 tarihinde karar vermiştir.
21. Karara karşı istinaf başvurusunun yapılması üzerine Dava Dairesi, 7. İdare Mahkemesinin kısmen kabul kısmen reddine ilişkin kararın kaldırılmasına ve davanın kabul edilen kısım yönünden de reddine22/11/2018 tarihinde karar vermiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:
"...[M]addi zararın, kişilerin mal varlığında iradeleri dışında ortaya çıkan kayıp ve eksilmeyi ifade edeceği açıktır. Öte yandan, idarenin zarardan sorumlu tutulabilmesi için idari eylem nedeniyle meydana gelen zararın gerçekleşmiş olması ya da gerçekleşeceğinin kesin olması gerekmektedir. Bu nedenle gerçekleşmesi olası bulunan zararların idarenin tazmin sorumluluğunu doğurmayacağı açıktır.
Buna göre, her ne kadar Diyarbakır 2. İdare Mahkemesinin 25.12.2008 tarih ve E:2007/1230, K:2008/2314 sayılı kararı ile davanın süre aşımı yönünden reddine karar verilmiş ise de, şayet dava süresi içerisinde açılmış olsa idi davacılar lehine de emsal davada olduğu gibi tazminata hükmedileceği sonucuna ulaşılmasına olanak bulunmamaktadır.
Bu itibarla, ortada gerçekleşen veya gerçekleşmesi kesin olan bir zarar bulunmadığından davacıların maddi tazminat istemlerinin reddi gerekmekte olup, davanın kısmen kabulüne yönelik istinafa konu kararda hukuki isabet bulunmamaktadır."
22. Karar, başvurucular tarafından 28/11/2018 tarihinde öğrenilmiştir.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
23. Anayasa Mahkemesinin 19/10/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü
24. Başvurucular; murisleri M.A.K.nın aynı köyde bulunan M.D. ile H.D. isimli kişilerle birlikte 1993 yılında kaçırılarak öldürüldüğünü, 5233 sayılı Kanun kapsamında yapmış olduğu başvurularının reddine yönelik süresi içerisinde ilgili İstanbul Nöbetçi İdare Mahkemesine gönderilmek üzere Gaziosmanpaşa 2. Asliye Hukuk Mahkemesine vermiş oldukları dilekçelerinin 45 gün sonra gönderilmesi nedeniyle kesin kazanacakları davanın süre aşımı nedeniyle reddedildiğini öne sürmüştür. Başvurucular, aynı olayda kaçırılan M.D.nin mirasçılarının açmış olduğu davanın kabul edildiğini, ilgililere tazminat ödendiğini ve kamuya personel olarak atanma imkânından yararlandırıldıklarını belirtmiştir. Başvurucular, Gaziosmanpaşa 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin kusurunun çok açık olmasına rağmen davanın hukuka aykırı olarak reddedilmek suretiyle Anayasa ve idarenin sorumluluğunu düzenleyen mevzuata aykırı olduğundan da yakınmıştır. Başvurucular ayrıca verilen kararın içtihatlara aykırı olduğunu, idarenin sebebiyet verdiği her türlü zararı tazmin etmekle mükellef olduğunu, ilgili mahkemenin personelinin kusuru olmasaydı davanın yüzde yüz kazanılacağını, ortada çok açık bir biçimde maddi zararın bulunduğunu, hukuka aykırı kararın kaldırılması gerektiğini iddia ederek Anayasa'da belirtilen herhangi bir hakla doğrudan bağlantı kurmaksızın bireysel başvuruda bulunmuştur.
25. Bakanlık; başvurucunun iddialarının Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi gerektiğini, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceğini, başvurucunun ihlal iddialarını kanıtlayamadığını, iddialarının salt kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin olduğunu, temel haklara yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan başvurular ile karmaşık veya zorlama şikâyetlerden ibaret başvuruların açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebileceğini belirtmiştir.
26. Bakanlık görüşüne karşı başvurucular dava dilekçesi ile bireysel başvuru formunda ileri sürdükleri hususları yineleyerek söz konusu kararın kaldırılması gerektiğini öne sürmüştür.
B. Değerlendirme
27. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
28. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde başvurucuların temel iddiasının davanın reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin olduğu değerlendirilmiş ve bu nedenle inceleme de bu kapsamda yapılmıştır.
29. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı maddi adaleti değil şeklî adaleti temin etmeye yönelik güvenceler içermektedir. Bu bakımdan adil yargılanma hakkı davanın taraflardan biri lehine sonuçlanmasını garanti etmemektedir. Adil yargılanma hakkı temel olarak yargılama sürecinin ve usulünün hakkaniyete uygun olarak yürütülmesini teminat altına almaktadır (M.B. [GK], B. No: 2018/37392, 23/7/2020, § 80).
30. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile uyuşmazlık konusunda varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içeren tespit ve sonuçlar bu kapsamda değildir (konuya ilişkin birçok karar arasından bkz. Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013).
31. Ancak temel hak ve özgürlüklere müdahalenin söz konusu olduğu durumlarda derece mahkemelerinin takdir ve değerlendirmelerinin Anayasa'daki güvencelere etkisini nihai olarak değerlendirecek merci Anayasa Mahkemesidir. Bu itibarla Anayasa'da öngörülen güvenceler dikkate alınarak bireysel başvuru kapsamındaki temel hak ve özgürlüklerin ihlal edilip edilmediğine ilişkin herhangi bir inceleme kanun yolunda gözetilmesi gereken hususun incelenmesi olarak nitelendirilemez (Şahin Alpay (2) [GK], B. No: 2018/3007, 15/3/2018, § 53).
32. Diğer taraftan Anayasa Mahkemesi çok istisnai durumlarda temel hak ve özgürlüklerden biri ile doğrudan ilgili olmayan bir şikâyeti kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin yasak kapsamına girmeden inceleyebilir. Açık bir keyfîlik nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin temelden sarsıldığı ve adil yargılanma hakkı kapsamındaki usule ilişkin güvencelerin anlamsız hâle geldiği çok istisnai durumlarda aslında yargılamanın sonucuna ilişkin olan bu durumun bizatihi kendisi usule ilişkin bir güvenceye dönüşmüş olur. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin derece mahkemelerinin değerlendirmelerinin usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle getirip getirmediğini ve açık bir keyfîlik nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin temelden sarsılıp sarsılmadığını incelemesi, yargılamanın sonucunu değerlendirdiği anlamına gelmez. Sonuç olarak Anayasa Mahkemesi derece mahkemelerinin delillerle ilgili değerlendirmelerine ancak açık bir keyfîlik ve adil yargılanma hakkı kapsamındaki usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle getiren bir uygulama varsa müdahale edebilecektir (Ferhat Kara [GK], B. No: 2018/15231, 4/6/2020, § 149; M.B., § 83).
33. Başvurucunun medeni haklarıyla ilgili uyuşmazlıklarda uygulanan hukuk kurallarının açıkça keyfî veya hakkın tesliminden kaçınacak (adaleti hiçe sayacak) biçimde yorumlanması usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle getireceğinden adil yargılanma hakkının ihlal edildiğinden söz edilebilir. Zira bu durumda derece mahkemesinin yorumunun başvurucu tarafından öngörülmesi mümkün olmayıp hukuk kurallarının öngörülemez biçimde yorumlanması hukuk devleti ilkesini örseler (M.B., § 86).
34. Öte yandan hukuk kurallarının ne şekilde yorumlanacağı veya birden fazla yorumunun mümkün olduğu durumlarda bu yorumlardan hangisinin benimseneceği derece mahkemelerinin yetkisinde olan bir husustur. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruda derece mahkemelerince benimsenen yorumlardan birine üstünlük tanıması veya derece mahkemelerinin yerine geçerek hukuk kurallarını yorumlaması bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmaz. Anayasa Mahkemesinin kanunilik ilkesi bağlamındaki görevi, hukuk kurallarının birden fazla yorumunun varlığının hukuki belirlilik ve öngörülebilirliği etkileyip etkilemediğini tespit etmektir (Mehmet Arif Madenci, B. No: 2014/13916, 12/1/2017, § 81).
35. Mahkemelerin münferit bazı olaylarda farklı kararlar vermesi kuralın öngörülebilir olma niteliğini yitirdiğinin söylenebilmesi için yeterli olmayıp içtihat farklılığının derinleşmiş ve müzmin hâle gelmiş olması gerekir. Ayrıca spesifik bazı olaylarda verilmiş farklı kararların bulunduğundan hareketle içtihat farklılığının derinleştiği ve süregelen bir boyut kazandığı da kabul edilemez. Anayasa Mahkemesinin bir konuyla ilgili olarak verilmiş tüm mahkeme kararlarını yeknesak hâle getirme gibi bir işlevi bulunmadığı gibi mahkeme kararlarındaki hukuka aykırılıkları giderme ödevi de mevcut değildir (Selahattin Bayri, B. No: 2018/32374, 15/9/2021, § 42).
36. Adil yargılanma hakkı, usul kurallarının doğru uygulanıp uygulanmadığının tespitinden çok bir bütün olarak başvurucunun usule ilişkin olanaklar bakımından zayıf duruma düşürülüp düşürülmediğinin ve böylece yargılamanın bütününün adil olup olmadığının denetlenmesine imkân tanımaktadır (Emre Bayram, B.No: 2019/40656, 22/2/2022, § 43).
37. Somut olayda ayrıntıları ''Olay ve Olgular'' kısmında açıklandığı üzere (bkz. §§ 5-22) özet olarak başvurucular, süresinde verdiklerini iddia ettikleri dilekçe ile açmış oldukları dava hakkında ilgili mahkemenin dilekçelerini yetkili idare mahkemesine geç göndermesi nedeniyle süre aşımı kararının verilmesinin hizmet kusurundan kaynaklandığını öne sürerek dava açmıştır. Yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde başvurucuların baştan itibaren ileri sürdükleri iddialarına bakıldığında 7. İdare Mahkemesi davayı her ne kadar kabul etse de bu kararı kaldıran Dava Dairesi kararında başvurucuların iddialarına ilişkin olarak yeterli bir değerlendirmede bulunulduğu tespit edilmiştir. Derece mahkemesinden farklı olarak Dava Dairesi, başvurucuların bir kesinlik üzerine hareket etmediği ve varsayımlar üzerine iddialarını ileri sürdükleri değerlendirmesinde bulunduğunu kabul etmiştir. Dava Dairesine göre idarenin zarardan sorumlu tutulabilmesi için idari eylem nedeniyle meydana gelen zararın gerçekleşmiş olması ya da gerçekleşeceğinin kesin olması gerekmekte olup, gerçekleşmesi olası bulunan zararlar idarenin tazmin sorumluluğunu doğurmayacaktır. Dava Dairesine göre şayet dava, süresi içerisinde açılmış olsaydı başvurucuların lehlerine de emsal davada olduğu gibi tazminata hükmedileceği sonucuna ulaşılmasına hukuksal olarak olanak bulunmamaktadır. Bu tespitler sonrasında Dava Dairesine göre, tazminata hükmedilebilmesi için ortada gerçekleşen veya gerçekleşmesi kesin olan bir zararın bulunması şart olup somut olayda bu nitelikleri taşımayan talep söz konusudur. Buna rağmen 7. İdare Mahkemesinin davanın kısmen kabulüne dair verdiği karar bu nedenlerle hukuka aykırıdır.
38. Başvuruya konu olayda başvurucunun ileri sürdüğü iddiaya ilişkin olarak Dava Dairesi tarafından yapılan bu değerlendirmelere bakıldığında gerekçede, uygulanması gerekli olan mevzuat hükmü ile somut olayın olgusal temelleri ayrıntılı şekilde incelenmiş ve tartışılmıştır.
39. Bunun yanında başvurucu, verilen kararın içtihatlara aykırı olduğunu ileri sürmüşse bu iddiasına dayanak olarak yargısal mercilerin benzer iddialar karşısında baştan itibaren istikrar ve süreklilik kazanmış yargısal uygulama örneklerini sunabilmiş değildir.
40. Başvurucu tarafından ileri sürülen iddialar, derece mahkemesince delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanmasına ilişkin olup Dava Dairesi kararında bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik oluşturan bir durumun da bulunmadığı dikkate alındığında ihlal iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu anlaşılmıştır.
41. Açıklanan nedenlerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA 19/10/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.