TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
FERHAT GENECİ VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2019/13161)
Karar Tarihi: 7/2/2024
Başkan
:
Kadir ÖZKAYA
Üyeler
Engin YILDIRIM
M. Emin KUZ
Rıdvan GÜLEÇ
Yıldız SEFERİNOĞLU
Raportör
Mehmet ALTUNDİŞ
Başvurucular
1. Ferhat GENECİ
2. Gönül KAYA
3. Mediha GENECİ
4. Mehmet GENECİ
5. Muharrem GENECİ
6. Murat GENECİ
7. Nuriye YILDIRIM
8. Özlem GENECİ
9. Perihan EREN
10. Refika GENECİ
11. Sabahattin GENECİ
12. Sebiha GENECİ
13. Sedat GENECİ
14. Selami GENECİ
15. Şeref GENECİ
16. Zeliha GENECİ
17. Latife ŞAFAK
18. Nazife TEKİNER
19. Zekai ŞAFAK
Başvurucular Vekili
Av. Faik Fergün ÖZBAL
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, kamulaştırmasız el atma nedeniyle mülkiyet hakkının ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 29/4/2019 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
A. Uyuşmazlığın Arka Planı
8. Ankara ili Ergazi köyü 164 parsel numaralı tarla vasıflı 28.750 m²lik taşınmaz tapulama çalışması sonucu 29/1/1951 tarihinde Muharrem Geneci adına tescil edilmiştir. 164 sayılı parsel, 31/12/1952 tarihinde ifraz edilerek 311 (12.540 m²) ve 312 (16.210 m²) sayılı parseller oluşturulmuş, ifrazen oluşan 312 sayılı parsel de kamulaştırma nedeniyle ifraz edilerek 310 (7.500 m²) ve 312 (8710 m²) sayılı parsellere ayrılmıştır.
9. Ankara-İstanbul otoyolunun inşası amacıyla mülkiyeti başvurucuların murislerine ait olan 310 sayılı parselin kamulaştırılmasına karar verilmiştir. 310 sayılı parsele ait tapu kaydında "yola gitmekle" terkin edilmiş notu yer almaktadır.
10. 310 sayılı parsel hâlen Ayaş-Ankara (Ankara-İstanbul) yolu olarak kullanılmaktadır.
B. Başvuru Konusu Dava Süreci
11. Başvurucular 17/11/2011 tarihinde Ankara 16. Asliye Hukuk Mahkemesinde Karayolları Genel Müdürlüğü (KGM) aleyhine tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucular, muris Muharrem Geneci'nin Ankara Yenimahalle Ergazi köyü sınırları içinde bulunan 164 parsel sayılı taşınmazın maliki olduğu, 1952 yılında verilen kararla taşınmaza el konulduğu ancak kamulaştırma bedelinin ödenmediği ve kendilerine herhangi bir tebligatın gelmediği gerekçesiyle fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile 7.500 TL tazminat ödenmesi talebinde bulunmuştur.
12. Ankara 16. Asliye Hukuk Mahkemesi 6/6/2012 tarihli kararla davanın usulden reddine karar vermiştir. Kararda Ergazi köyündeki 164 sayılı parselin ifrazı sonucu oluşan 311 ve 312 sayılı parsellerin de ifraz edildiği ve bu ifrazlar sonucunda oluşan 458, 459 ve 460 sayılı parsellerin Etimesgut ilçesi sınırları içinde kaldığı, Etimesgut ilçesinin Sincan Asliye Hukuk Mahkemesi yetki çevresi içinde bulunduğu, bu davada kesin yetki kuralı gereğince Sincan Asliye Hukuk Mahkemesinin yetkili olduğu belirtilmiştir. Bu karar Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 6/5/2013 tarihli kararıyla onanmıştır.
13. Yetkisizlik kararı sonrasında dava, Sincan 5. Asliye Hukuk Mahkemesinde görülmeye devam etmiştir. Mahkemece taşınmaz mahallinde yapılan keşif sonrası bilirkişi heyeti tarafından hazırlanan 15/4/2014 tarihli raporda:
i. Ankara'nın Etimesgut ilçesi Ergazi Mahallesi'nde bulunan dava konusu 164 sayılı parselin ifrazıyla 310, 311 ve 312 sayılı parsellerin oluştuğu, taşınmazın bulunduğu yere ait 1959 yılında hazırlanmış 1/25.000 ölçekli fotogrametrik harita ile 1944 ve 1953 yıllarına ait farklı tarihlerde çekimi yapılan iki adet 1/35.000 ölçekli hava fotoğraflarının değerlendirmeye alındığı,
ii. 310 sayılı parselin tamamından Fatih Sultan Mehmet Bulvarı (İstanbul yolu) geçtiği, 1959 yılına ait fotogrametrik haritada da aynı yerden geçen böyle bir yolun mevcut olduğu,
iii. 1944 ve 1953 yıllarında çekilen hava fotoğrafları üzerinde stereoskop alet ile yapılan incelemelerde, 164 sayılı parselin batısında ham yol, doğusunda muhtelif parseller, güney kısmında ise şimdiki adıyla Fatih Sultan Mehmet Bulvarı'nın (İstanbul yolu) bulunduğu,
iv. 1953 yılında çekilen hava fotoğrafında 164 sayılı parselin içerisinde bir binanın bulunduğu,
v. Yenimahalle Belediye Başkanlığı İmar ve Şehircilik Müdürlüğünün 19/4/2012 tarihli yazısında; 310 sayılı parselin yol kullanımında kaldığı, 311 sayılı parselin Güvercinlik Köprülü Kavşağı ve Çevresine ait 1/1.000 ölçekli Uygulama İmar Planında, kentsel çalışma alanı parseli ve akaryakıt servis istasyonu parseli olduklarını bildirdiği, dava konusu taşınmazın etrafında akaryakıt istasyonu, halı satış mağazaları, mobilya mağazaları gibi ticari işletmelerin bulunduğu, belediyenin bütün hizmetlerinden faydalandıkları ifade edilmiştir.
vi. Sonuç olarak 310 sayılı kadastro parseli için toplam 5.250.000 TL kamulaştırma bedeli tespit edilmiştir.
14. KGM 29/4/2014 tarihinde Mahkemeye ihbar dilekçesi sunmuştur. KGM anılan dilekçede, dava konusu taşınmaz üzerinden geçen yolun (Ankara Çevre Otoyolu içerisinde kalan devlet yolları) 27/1/1997 tarihli protokol ile ağ değişikliği yapılarak kara yolları ağından çıkarıldığını ve Ankara Büyükşehir Belediyesine (Belediye) devredildiğini, KGM açısından herhangi bir sorumluluk bulunmadığını, bu sebeple davanın Belediye aleyhine açılması gerektiğini belirtmiştir. Bu arada Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun 7/5/2014 tarihli kararı ile Sincan Adliye Mahkemelerinin Ankara Batı Adliyesi Mahkemeleri olarak faaliyetlerine devam etmesine karar verilmiştir. Başvurucular 14/5/2014 tarihli beyan dilekçesinde 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 124. maddesinin (4) numaralı fıkrası uyarınca davada taraf değişikliği yapılması ya da KGM yanında Belediyenin de yer alması talebinde bulunmuştur.
15. Bilirkişi raporuna taraflarca itiraz edilmiştir. İtiraz üzerine aynı bilirkişi kurulundan ek rapor talep edilmiştir. Bilirkişi kurulu 4/6/2014 tarihli raporunda itirazlar hakkında ek açıklamalar yaparak hesaplanan kamulaştırma bedelini revize etmeye gerek görmemiştir.
16. Başvurucular 24/9/2014 tarihli dilekçe ile davayı ıslah ederek talep miktarının 7.500 TL'den 5.250.000 TL'ye yükseltmiştir.
17. Ankara Batı 5. Asliye Hukuk Mahkemesi 21/10/2014 tarihinde davanın kabulüne karar vermiştir. Kararda;
i. Ankara-İstanbul yolunun inşası amacıyla Ergazi köyü 164 sayılı parselin 7.500 m² bölümünün kamulaştırılmasına 4/3/1952 tarihli kamu yararı kararı ile karar verildiğinin kamulaştırma kararı ve eki olan haritayla sabit olduğu,
ii. Ankara-İstanbul yolunun (Fatih Sultan Mehmet Bulvarı) KGM tarafından inşa edildiği, yolun 27/1/1997 tarihli protokol ile Belediyeye devredildiği, protokol gereğince devredilen yolların her türlü tasarruf hakkının Belediyeye ait olduğu, davacının davayı KGM'ye yöneltmekteki hatasının kabul edilebilir bir yanılgıya dayandığı ve davacının HMK 124/4 gereğince davayı Belediye aleyhine karşı devam ettirmesinin haklı olduğu,
iii. 1944 ve 1953 yıllarına ait hava fotoğraflarında taşınmazdan geçen yol bulunmadığı, 164 sayılı parselin bir bütün olarak mevcut olduğu, 1959 tarihli fotogrametrik haritada hâlen mevcut olan yolun bulunduğu,
iv. Dava konusu taşınmaza 9/10/1956 tarihinden önce el atıldığı kanıtlanamadığından kamulaştırmasız el atmanın varlığını kabul edilerek 5.250.000 TL tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte tahsiline gerektiği belirtilmiştir.
18. Belediye, mahkeme kararına karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Temyiz dilekçesinde davanın süresi içinde açılmadığı, alacağın zamanaşımına uğradığı, tapu sicil muhafızı F.Ü. nün 3/2/1953 tarihli yazısında, dava konusu edilen 7.500 m²lik kısmın istimlak bedeli mukabilinde KGM'ye satılarak yola terkin edildiğine yer verilmekle, fiilî el atmanın söz konusu olmadığını belirtmiştir. Belediye tarafından ayrıca fiilî el atma olsa bile bunun 9/10/1956 tarihinden önce gerçekleşmiş olması sebebiyle 5/1/1961 tarihli ve 221 sayılı Amme Hükmi Şahısları veya Müesseseleri Tarafından Fiilen Amme Hizmetlerine Tahsis Edilmiş Gayrimenkuller Hakkında Kanun gereğince dava hakkının anılan Kanun'un yürürlüğe girdiği 12/1/1961 tarihten itibaren iki yıl sonra düştüğünün kabul edilmesi gerektiği ileri sürülmüştür.
19. Yargıtay 5. Hukuk Dairesi (Daire) 23/3/2015 tarihinde mahkeme kararının bozulmasına karar vermiştir. Bozma kararında dava konusu taşınmaza 9/10/1956 yılı öncesi el atıldığı ileri sürüldüğünden, sadece 1953 değil 1956 yılına kadar olan tüm hava fotoğrafları getirtilip, hava fotogrametri konusunda uzman bir mühendis eşliğinde keşif yapılarak, dava konusu taşınmaza 9/10/1956 tarihi itibarıyla el atılıp atılmadığı kesin olarak tespit ettirilerek sonucuna göre karar verilmesi gerektiğini belirtmiştir. Bozma kararında ayrıca tapu sicil muhafızı F.Ü. nün 3/2/1953 tarihli yazısında, dava konusu edilen 7500 m² miktarlı kısmın istimlak bedeli mukabilinde KGM'ye satılarak yola terkin edildiği bildirildiğine göre buna ilişkin resmî senet ve dayanakları istenerek ve dava konusu taşınmazın kamulaştırma yoluyla tapudan terkin edilip edilmediğinin araştırılması gerektiği vurgulamıştır.
20. Bozma kararına karşı yapılan karar düzeltme isteği aynı Dairenin 15/12/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
21. Bozma kararı sonrasında Mahkemece 19/7/2016 tarihinde yeniden keşif ve bilirkişi inceleme yaptırılmıştır. 18/10/2016 tarihli bilirkişi raporunda şu tespitlere yer verilmiştir:
i. 8/4/2014 tarihli bilirkişi raporunda 1953 yılı hava fotoğrafının incelenmesinde kadastro parseli içerisinde yol mevcut olmadığı tespiti yapılmıştır. Bunun nedeninin 164 sayılı parselin hava fotoğrafı üzerine yanlış işaretlenmesinden kaynaklandığı değerlendirilmektedir. Zira parselin güney sınırında düşük standartlı yol bulunduğu hâlde bilirkişinin uygulamasında parseli batı ve kuzey yönde kaydırarak parselin güney sınırını Ankara-İstanbul yolu olacak şekilde taşıdığı, bu nedenle parselin üzerinden yol geçmediği kanaatine vardığı anlaşılmaktadır.
ii. 1953 yılına ait fotoğrafta 164 sayılı (ifrazen oluşan 310 sayılı) parsel üzerinden bir yol (Ankara-İstanbul yolu) geçmektedir.
iii. 1956 yılına ait fotoğrafta 164 sayılı (ifrazen oluşan 310 sayılı) parsel üzerinden bir yol (Ankara-İstanbul yolu) geçmektedir.
iv. 1959 yılına ait 1/25.000 ölçekli harita üzerinde yapılan çalışmalar sonucunda 164 sayılı (ifrazen oluşan 310 sayılı) parsel üzerinden bir yol (Ankara-İstanbul yolu) geçmektedir.
v. 2013 yılına ait 1/25.000 ölçekli harita üzerinde yapılan çalışmalar sonucunda 164 sayılı (ifrazen oluşan 310 sayılı) parsel üzerinden bir yol (Ankara-İstanbul yolu) geçmektedir.
22. Taraflarca bilirkişi raporuna itiraz edilmiştir. Davalı İdare yolun 1956 yılında açık olduğu, 221 sayılı Kanun'un 1. maddesi uyarınca dava hakkının düştüğü belirtilmiştir. Başvurucular ilk rapor ile ikinci raporun çeliştiğini yeniden rapor alınması gerektiğini beyan etmiştir.
23. Ankara Batı 3. Asliye Hukuk Mahkemesi 13/4/2017 tarihide davanın reddine karar vermiştir. Mahkeme kararında bozmadan evvel düzenlenen raporda 1956 yılına ait hava fotoğrafının incelenmediği ve bozma öncesi rapordaki eksiklerin yeni tarihli raporda ayrıntılı olarak açıklanmış olması nedenleriyle yeni tarihli bilirkişi raporuna itibar edildiğini açıklamıştır. Kararda, taşınmaza 9/10/1956 tarihinden önce el atıldığı bu sebeple dava hakkının 12/1/1963 tarihinde düştüğü belirtilmiştir. Mahkeme ayrıca tapu sicil muhafızı F.Ü.nün 3/2/1953 tarihli 612 yevmiye numaralı yazısında 312 sayılı parselin Muharrem Geneci uhdesinde iken taşınmazın istimlak sahası dâhilinde olduğundan 7.500 m² miktarlı mahallin 1875 Türk lirası istimlak bedeli mukabilinde KGM'ye satarak yola kalbedilmek üzere sicilden terkin edildiğini belirterek bu satışa ilişkin belgeleri müzekkere ile ilgili kuruluşlardan istemiştir. Ancak 612 yevmiye numaralı belge tespit edilememiş, yazı içeriğinde belirtilen Muharrem Geneci'nin satışına ilişkin belge sunulamadığı açıklamıştır. Mahkeme taşınmaza 9/10/1956 tarihinden evvel el atıldığı, 12/1/1963 tarihinde dava hakkının düştüğü belirli olduğundan bu hususun sonuca etkili olmadığını vurgulamıştır.
24. Mahkeme kararına karşı başvurucular temyize başvurmuştur. Temyiz dilekçesinde bilirkişi raporları arasında çelişkinin giderilmediği, kamulaştırma bedelinin ödenmediği ve idarenin aksini ispat edemediğini ileri sürmüşlerdir.
25. Yargıtay 5. Hukuk Dairesi 24/4/2018 tarihinde Mahkeme kararını onanmasına karar vermiştir. Karar düzeltme istemi de aynı Daire tarafından 5/3/2019 tarihinde reddedilmiştir.
26. Başvurucular 29/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun devamı sırasında başvuruculardan Hayati Geneci ve Müzeyyen Şafak vefat etmiş, Hayati Geneci'nin mirasçıları Sebiha Geneci, Murat Geneci, Sedat Geneci ve Ferhat Geneci ile Müzeyyen Şafak'ın mirasçıları Latife Şafak, Zekai Şafak ve Nazife Tekiner başvuruya devam etmek istediklerini bildirmiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. İlgili Mevzuat
27. 221 sayılı Kanun'un Anayasa Mahkemesinin 21/4/2022 tarihli ve E.2021/19, K.2022/46 sayılı kararıyla iptal edilen 1, 3, 4 ve 8. maddeleri şöyledir:
"6830 sayılı İstimlak Kanununun yürürlüğe girdiği tarihe kadar, kamulaştırma işlerine dayanmaksızın, kamulaştırma kanunlarının gözönünde tuttuğu maksatlara fiilen tahsis edilmiş olan gayrimenkuller ilgili amme hükmi şahsı veya müessesesi adına tahsis tarihinde kamulaştırılmış sayılır"
"Birinci maddede yazılı gayrimenkuller tapuda kayıtlı ise, kayıt sahipleri veya mirascıları ancak fiili tahsis tarihindeki rayiç üzerinden gayrimenkul bedelini istiyebilirler. Tapuda kayıtlı olmayan gayrimenkuller hakkında fiili tahsis tarihinden itibaren on sene geçmemiş ise o tarihte zilyedlikle iktisap şartları tahakkuk eden zilyedleri veya mirasçıları birinci fıkra hükmünden faydalanabilirler.
Herhalde gayrimenkule müdahalenin men'i davası dinlenmez."
"Gayrimenkulün bedelini dava hakkı bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren iki sene sonra düşer"
" Bu kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer."
B. Anayasa Mahkemesi Kararı
28. Anayasa Mahkemesinin 21/4/2022 tarihli ve E.2021/19, K.2022/46 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...
35. Anayasa’nın 35. maddesinin ikinci fıkrasında mülkiyet hakkının kamu yararı amacıyla sınırlanabileceği belirtilmiştir. İtiraz konusu kuralla 9/10/1956 tarihinden önce üzerinde kamu hizmetinin nitelik ve amacına uygun şekilde tesis veya yapı inşa edilmiş bulunan taşınmazlar kamulaştırılmış sayılarak uygulamada fiilen ortaya çıkmış bir duruma hukuki bir statü kazandırılmıştır (AYM, E.2004/25, K.2008/42, 17/1/2018). Kanun’un gerekçesinde bu durumun anılan tarihten önceki süreçte kamulaştırma işlemleri ve mülkiyeti geçiren diğer hukuki işlemlerin gerektiği şekilde tamamlanamaması ile aradan uzunca bir zaman geçmiş olması dolayısıyla fiilî tahsisin dayanaklarının ortaya konulamamasıyla ilgili bulunduğu açıklanmıştır.
Kanun’un gerekçesi gözetildiğinde kuralın 9/10/1956 tarihinden önceki döneme özgü oluşan mülkiyet uyuşmazlıklarının sonlandırılarak bir an önce fiilî durum ile tapu kayıtları arasındaki uyumsuzlukların giderilmesini ve uyuşmazlıkların tasfiyesi suretiyle kamu yararının gerçekleştirilmesini amaçladığı anlaşılmaktadır. Bu yönüyle kuralın anayasal bağlamda meşru bir amacı bulunmaktadır.
36. Bununla birlikte kuralın meşru bir amacının bulunması yeterli olmayıp kamu yararı amacına dönük olması da gerekir. Nitekim kamulaştırma, Anayasa'da özel mülkiyetin kamuya geçirilmesi konusunda başvurulabilecek bir yöntem olarak düzenlenmiş olup bu yönteme başvurulması için kamu yararının varlığı koşulunun bulunması da zorunludur. Kamu yararı kavramı, mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılması imkânı vermekle bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır (Nusrat Külah, B. No: 2013/6151, 21/4/2016, § 53).
37. Kural, şartları taşıyan taşınmazları kanun gereği tahsis tarihinde Anayasa’da belirtilen şartları taşıyıp taşımadığına bakılmaksızın kamulaştırılmış saymaktadır. Kanun kapsamında kalan tüm taşınmazların tahsis ve aynı zamanda kamulaştırılmış sayılma tarihleri önceki bir tarihtir. Kanunla hak sahiplerine Kanun’un yürürlüğe girdiği 13/1/1961 tarihinden itibaren iki yıl içinde taşınmaz bedelini isteyebilme imkânı getirilmiş, istenebilecek bedel ise taşınmazın 9/10/1956 tarihinden öncesine isabet edeceği aşikâr olan fiilî tahsis tarihindeki rayiç olarak belirlenmiştir. Bu durumda kamulaştırma bedelinin fiilen tahsis, kamulaştırılmış sayılma ve kamulaştırmaya esas rayiç bedelin belirlendiği tarihten çok daha sonraki bir tarihte ödenmiş olacağı açıktır.
38. Anayasa’nın 46. maddesi uyarınca kamu yararının bulunması ve kamu yararı amacının somut olarak gerçekleşmesi kamulaştırmanın öğelerindendir. Yine kamulaştırmada gerçek karşılığın malike ödenmesi kamulaştırmanın diğer anayasal öğelerinden biri olup kamulaştırılan taşınmazın bedeline dair yasal düzenlemelerin gerçek karşılık ölçütüne uygun olması gerekir. Gerçek karşılığın peşin ve nakden ödenmesi ile herhangi bir nedenle ödenmemiş kamulaştırma bedellerinde kamu alacakları için uygulanan en yüksek faizin işletilmesi de kamulaştırmanın anayasal öğeleridir. Bu itibarla anılan anayasal öğeleri dikkate almayan, bu çerçevede kamulaştırmada kamu yararının bulunup bulunmadığının yargısal olarak denetlenmesine imkân tanımayan, gerçek karşılık ve yukarıda belirtilen diğer anayasal ölçütleri karşılamayan kural, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen, sınırlamanın Anayasa’nın sözüne aykırı olamayacağı hükmüne aykırılık teşkil etmektedir. Kanun’da Anayasa’nın açık güvencelerine aykırı olarak öngörülen kamulaştırmanın birey için katlanılabilir bir külfete dönüşmesini engelleyecek herhangi bir telafi mekanizmasına da yer verilmemiştir.
39. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 13., 35. ve 46. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
40. Kanun’un itiraz konusu 1. maddesinin iptali nedeniyle itiraz konusu 2. maddenin, 7. maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesi ile ikinci ve üçüncü fıkralarının uygulanma imkânı kalmamıştır. Bu nedenle anılan kurallar 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesinin (4) numaralı fıkrası kapsamında değerlendirilmiş ve bu kurallar yönünden Anayasa’ya uygunluk denetiminin yapılmasına gerek görülmemiştir..
41. 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesinin (4) numaralı fıkrasında kanunun, Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün belirli kurallarının iptali, diğer kurallarının veya tümünün uygulanmaması sonucunu doğuruyorsa bunların da Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilebileceği öngörülmektedir.
42. 221 sayılı Kanun’un 1. maddesinin iptali nedeniyle uygulanma imkânı kalmayan anılan Kanun’un 3., 4., 5., 6., 8. ve 9. maddeleri ile 7. maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesinin ve dördüncü fıkrasının 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesinin (4) numaralı fıkrası gereğince iptalleri gerekir."...
V. İNCELEME VE GEREKÇE
29. Anayasa Mahkemesinin 7/2/2024 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların İddiaları
30. Başvurucular özellikle usulüne uygun kamulaştırma işlemi yapılmaksızın ve bedeli ödenmeksizin maliki oldukları taşınmaza el atılmasından yakınmıştır. Başvurucular, taşınmaza 1956 yılından önce el atılıp atılmadığı noktasında çelişkinin giderilemediğinden ve 221 sayılı Kanun'un dava açma hakkını sınırlamasının mülkiyet hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
31. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
32. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Mülkün Varlığı
33. Başvuru konusu olayda el atılan taşınmazlar tapuda başvurucuların murisi adına kayıtlıdır. Dolayısıyla mülkün varlığı hususunda bir tartışma bulunmamaktadır.
b. Müdahalenin Varlığı ve Türü
34. Başvuruculara ait taşınmazdan usulüne uygun kamulaştırma yapılmaksızın yol geçirilmesi mülkiyet hakkına müdahale teşkil etmekle birlikte bu müdahalenin mülkten yoksun bırakmaya ilişkin ikinci kural çerçevesinde incelenmesi gerekir.
i. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
35. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
36. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017 § 62). Bu bağlamda öncelikle müdahalenin kanuni dayanağının bulunup bulunmadığı incelenmelidir.
(1) Genel İlkeler
37. Anayasa'nın 35. maddesinin ikinci fıkrasında mülkiyet hakkının ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabileceği belirtilmek suretiyle mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerin kanunda öngörülmesi gereği ifade edilmiştir. Öte yandan temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkelerin düzenlendiği Anayasa'nın 13. maddesinde de hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceği temel bir ilke olarak benimsenmiştir. Buna göre mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerde dikkate alınacak öncelikli ölçüt, müdahalenin kanuna dayalı olmasıdır. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır (Ford Motor Company, B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 49).
38. Müdahalenin kanuna dayalı olması öncelikle şeklî manada bir kanunun varlığını zorunlu kılar. Şeklî manada kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından Anayasa'da belirtilen usule uygun olarak kanun adı altında çıkarılan düzenleyici yasama işlemidir. Hak ve özgürlüklere müdahale edilmesi ancak yasama organınca kanun adı altında çıkarılan düzenleyici işlemlerde müdahaleye imkân tanıyan bir hükmün bulunması şartına bağlıdır. TBMM tarafından çıkarılan şeklî anlamda bir kanun hükmünün bulunmaması hakka yapılan müdahaleyi anayasal temelden yoksun bırakır (Ali Hıdır Akyol ve diğerleri [GK], B. No: 2015/17510, 18/10/2017, § 56).
39. Hak ve özgürlüklerin, bunlara yapılacak müdahalelerin ve sınırlandırmaların kanunla düzenlenmesi bu haklara ve özgürlüklere keyfî müdahaleyi engelleyen ve hukuk güvenliğini sağlayan demokratik hukuk devletinin en önemli unsurlarından biridir (Tahsin Erdoğan, B. No: 2012/1246, 6/2/2014, § 60). Kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının da bireylerin davranışlarının sonucunu öngörebileceği kadar hukuki belirlilik taşıması gerekir. Bir diğer ifadeyle kanunun kalitesi de kanunilik şartının sağlanıp sağlanmadığının tespitinde önem arz etmektedir (Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55). Müdahalenin kanuna dayalı olması, müdahaleye ilişkin yeterince erişilebilir ve öngörülebilir kuralların bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44).
40. Hukuki güvenlik ve hukuki belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin ön şartlarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar (AYM, E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013; E.2014/183, K.2015/122, 30/12/2015, § 5). Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (AYM, E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013; E.2010/80, K.2011/178, 29/12/2011).
(2) İlkelerin Olaya Uygulanması
41. Somut olayda Ankara -İstanbul yolunun inşası amacıyla başvurucuların murisine ait Ergazi köyü 164 sayılı parselin 7.500 m²lik bölümünün kamulaştırılmasına 4/3/1952 tarihli kamu yararı kararı ile karar verildiği mahkeme kararı ile sabittir (§ 17). Başvurucular, murislerine ait taşınmaza 1952 yılında verilen kararla el konulduğu ancak kamulaştırma bedelinin ödenmediğinden şikâyetçidir. Başvurucular usulüne uygun biçimde kamulaştırma işlemleri tamamlanmadığından kamulaştırmasız el atmaya dayalı tazminat davası açmıştır.
42. Mahkeme taşınmaza 9/10/1956 tarihinden önce el atıldığına ve 221 sayılı Kanun gereğince dava hakkının 12/1/1963 tarihinde düştüğüne karar vermiştir.
43. 221 sayılı Kanun, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir (bkz. § 28). Kararda, anayasal öğeleri dikkate almayan, bu çerçevede kamulaştırmada kamu yararının bulunup bulunmadığının yargısal olarak denetlenmesine imkân tanımayan, gerçek karşılık ve diğer anayasal ölçütleri karşılamayan kuralın, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen, sınırlamanın Anayasa’nın sözüne aykırı olamayacağı hükmüne aykırılık teşkil ettiği, kanunda Anayasa’nın açık güvencelerine aykırı olarak öngörülen kamulaştırmanın birey için katlanılabilir bir külfete dönüşmesini engelleyecek herhangi bir telafi mekanizmasına da yer verilmediği açıklanmıştır.
44. Sonuç olarak 221 sayılı Kanun'un iptaline ilişkin gerekçeler de dikkate alındığında başvurucuların taşınmazına yönelik müdahalenin Anayasa'nın 13., 35. ve 46. maddelerindeki güvenceler ışığında mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanunilik ilkesini ihlal ettiği kanaatine ulaşılmıştır (benzer değerlendirme için bkz. Halide Kocaustaoğlu ve diğerleri, B. No: 2019/5137, 18/1/2023, §§ 34,35).
45. Müdahalenin kanunilik şartını sağlamadığı tespit edildiğinden Anayasa'nın 13. ve 35. maddelerinde öngörülen diğer unsurlar olan meşru amaç ve ölçülülük kriterlerine riayet edilip edilmediğinin ayrıca değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
46. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
Yıldız SEFERİNOĞLU bu görüşe katılmamıştır.
C. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
47. Başvurucu yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
48. Bakanlık görüşünde; yapılacak incelemede başvurucunun tutumunun, davanın karmaşıklığının, toplanması ve değerlendirilmesi gereken delillerin çeşitliliğinin, kapsamının ve içeriğinin, olağanüstü hâl ve pandemi koşulları ile somut olayın kendine özgü koşullarının gözönünde bulundurulması gerektiği ifade edilmiştir.
2. Değerlendirme
49. Anayasa Mahkemesi, olay ve olguları somut başvuru ile benzer nitelikte olan Veysi Ado ([GK] B. No: 2022/100837, 27/4/2023) kararında uygulanacak anayasal ilkeleri belirlemiştir. Bu çerçevede Anayasa Mahkemesi 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'un geçici 2. maddesinde 28/3/2023 tarihli ve 7445 sayılı Kanun'un 40. maddesi ile yapılan değişikliğe göre 9/3/2023 tarihi (bu tarih dâhil) itibarıyla derdest olan, yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı iddialarıyla yapılan başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı neticesine varmıştır.
50. Somut başvuruda, anılan kararda açıklanan ilkelerden ve ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Dolayısıyla makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik nedenleri incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. GİDERİM
51. Başvurucular, yeniden yargılama yapılmasına hükmedilmesi, mülkiyet hakkının ihlal edilmesi nedeniyle 5.250.000 TL maddi ve makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle her bir başvurucu için ayrı ayrı 10.000 TL manevi tazminata karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
52. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama (uygun düşen seçilir) işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).
53. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
54. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 364,60 TL harç ve 18.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 19.164,60 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VII. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
C. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE Yıldız SEFERİNOĞLU'nun karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
D. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara Batı 3. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2016/442, K.2017/139) GÖNDERİLMESİNE,
E. Başvurucuların tazminat talebinin REDDİNE,
F. 364,60 TL harç ve 18.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 19.164,60 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ÖDENMESİNE,
G. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 7/2/2024 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY
Anayasa Mahkemesinin 27/10/2022 tarih ve 2019/21279 sayılı Genel Kurul kararındaki muhalefet şerhinde belirttiğimiz görüşler doğrultusunda iş bu karardaki çoğunluk görüşüne katılmamaktayım.
Üye