logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Surp Gazar Ermeni Katolik Mihitaryan Mihitarist Mektebi Vakfı [1.B.], B. No: 2019/17098, 16/11/2022, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

SURP GAZAR ERMENİ KATOLİK MİHİTARYAN MİHİTARİST MEKTEBİ VAKFI BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/17098)

 

Karar Tarihi: 16/11/2022

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Recai AKYEL

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

İrfan FİDAN

 

 

Muhterem İNCE

Raportör

:

Ayhan KILIÇ

Başvurucu

:

Surp Gazar Ermeni Katolik Mihitaryan Mihitarist Mektebi Vakfı

Vekili

:

Av. Hürriyet AZAK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, cemaat vakfının taşınmazın iadesi talebinin reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 21/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

5. Başvurucu 20/2/2008 tarihli ve 5737 sayılı Vakıflar Kanunu'nun 3. maddesinde tanımı yapılan cemaat vakfı niteliğindedir.

6. İstanbul'un Şişli ilçesi Cumhuriyet Mahallesi'nde kâin 143 pafta 998 ada 11 parsel numaralı ve 1.113,50 m² ölçekli taşınmaz T.E.A. tarafından 4/6/1958 tarihinde başvurucuya satılarak başvurucu adına tescil edilmiştir. Taşınmazın üzerinde dört katlı bir yapı mevcut olup okul binası olarak kullanılmak üzere inşa edilmiştir.

7. T.E.A. tarafından noter aracılığıyla düzenlenen 1/12/1958 tarihli vasiyetnamede ise başvurucunun tüm mal varlığı -büyük ölçüde- Ankara'nın Ayaş ilçesinde hastane, okul, yol, çeşme ve cami gibi kasabanın en çok muhtaç olduğu tesise sarf edilmek üzere bağışlanmıştır. T.E.A. 1962 yılında vefat etmiştir.

8. Vakıflar (Başmüdürlüğü) Genel Müdürlüğü tarafından 13/9/1979 tarihinde İstanbul Şişli 2. Asliye Hukuk Hâkimliğinde (Asliye Hukuk Hâkimliği) başvurucu aleyhine tapu iptali ve tescil davası açılmıştır. Dava dilekçesinde, taşınmazın 1936 Beyannamesi'nde yer almaması sebebiyle Vakfın başvurucunun mülkiyetine geçmesinin hukuken mümkün bulunmadığı belirtilmiştir. Asliye Hukuk Hâkimliğince 17/2/1984 tarihinde dava kabul edilerek başvurucu adına olan tapu iptal edilerek eski kaydın ihyasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucu tarafından verilen 1936 Beyannamesi'nde Vakfın taşınmaz satın alabileceğine ilişkin bir açıklama yer almadığından taşınmaz satın alma yetkisinin bulunmadığı, bu sebeple başvurucu adına yapılan tescilin yolsuz olduğu belirtilmiştir. Karar Yargıtay tarafından onanarak 24/10/1985 tarihinde kesinleşmiştir.

9. Anılan karardan sonra ihtilaf konusu taşınmazın 6/8 payı Ayaş Belediyesi, 2/8 payı ise T.E.A.nın kardeşleri H.H.A. ve H.S.A. adına 1/12/1958 tarihli vasiyetname uyarınca kaydedilmiştir. H.H.A. ve H.S.A. kendi paylarını 10/2/1987 tarihinde M. Anonim Şirketine, söz konusu Şirket de bu hisseleri 16/7/1999 tarihinde Şipa Anonim Şirketine satmıştır.

10. 27/2/2008 tarihinde yürürlüğe giren 20/2/2008 tarihli ve 5737 sayılı Vakıflar Kanunu'nun geçici 7. maddesiyle 1936 Beyannamesi'nden sonra cemaat vakıfları tarafından satın alındığı hâlde mal edinememe gerekçesiyle Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğü adına tapuda kayıtlı olan taşınmazların cemaat vakıflarına iadesi imkânı getirilmiştir. Başvurucunun 5737 sayılı Kanun'un geçici 7. maddesi uyarınca taşınmazın iadesi istemiyle 24/2/2009 tarihinde yaptığı başvuru Vakıflar Genel Müdürlüğünce 28/12/2009 tarihinde, taşınmazın anılan madde kapsamında bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir.

11. Başvurucu 13/5/2011 tarihinde İstanbul 13. Asliye Hukuk Mahkemesinde Ayaş Belediyesi ve Vakıflar Genel Müdürlüğü aleyhine tapu iptali ve tescil davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, taşınmazın 5737 sayılı Kanun'un geçici 7. maddesi uyarınca iadesinin koşullarının oluştuğunu belirtmiştir.

12. Bu arada 27/8/2011 tarihinde yürürlüğe giren 22/8/2011 tarihli ve 651 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin 17. maddesiyle 5737 sayılı Kanun'a eklenen geçici 11. maddenin ikinci fıkrasıyla da cemaat vakıfları tarafından satın alındığı hâlde mal edinememe gerekçesiyle Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğü adına tapuya kaydedilen taşınmazlardan üçüncü şahıslar adına kayıtlı olanların Maliye Bakanlığınca tespit edilen rayiç değerinin tazminat olarak ödenmesi öngörülmüştür. Başvurucu 4/1/2012 tarihinde bu madde kapsamında da iade başvurusunda bulunmuş, Vakıflar Genel Müdürlüğü 2/5/2012 tarihinde bu talebi de reddetmiştir. Ret gerekçesinde, taşınmazın vasiyetname yoluyla Ayaş Belediyesine ve diğer mirasçılara intikal etmesi sebebiyle iade imkânı kapsamında bulunmadığı vurgulanmıştır.

13. Davalı Ayaş Belediyesinin savunma yazısında, Vakıflar Genel Müdürlüğünün ret işlemine karşı idari yargıda dava açılması gerektiği belirtilmiş; ayrıca başvurucunun 5737 sayılı Kanun'un geçici 11. maddesi uyarınca tazminat talebinde de bulunabileceği ifade edilmiştir. Vakıflar Genel Müdürlüğünün savunma yazısında ise 5737 sayılı Kanun'un geçici 7. maddesi kapsamındaki iade hakkının koşullarının oluşmadığı iddia edilmiştir.

14. Asliye Hukuk Mahkemesi 1/11/2012 tarihinde davayı kabul etmiş, taşınmazın Ayaş Belediyesi adına kayıtlı olan 6/8 hissesinin başvurucu adına tesciline hükmetmiştir. Kararın gerekçesinde; taşınmazın 1/12/1958 tarihli vasiyetnameden önce satıldığı tespiti yapılmıştır. Kararda; başvurucunun ödediği bedelin başvurucuya ödenmediği vurgulanarak yasal değişiklik sonrası da taşınmazın başvurucuya iade edilmesinin önünde bir engelin kalmadığı, bu sebeple Ayaş Belediyesi adına kayıtlı hissenin başvurucu adına tesciline karar verilmesi gerektiği ifade edilmiştir.

15. Ayaş Belediyesi bu karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Yargıtay 1. Hukuk Dairesi (Yargıtay) 18/3/2014 tarihinde Asliye Hukuk Mahkemesi kararını bozmuştur. Bozma gerekçesinde, 5737 sayılı Kanun'un geçici 7. maddesi uyarınca taşınmazın iade edilebilmesi için hâlen Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğü adına tapuya kayıtlı olması şartının arandığı belirtilmiş; taşınmazın 6/8 hissesinin Ayaş Belediyesi adına kayıtlı bulunması sebebiyle anılan madde kapsamında iade koşullarının oluşmadığı ifade edilmiştir. Kararda ayrıca 5737 sayılı Kanun'un geçici 11. maddesinde aranan 1936 Beyannamesi'nde kayıtlı olma koşulunun da gerçekleşmediği vurgulanmıştır. Kararda son olarak başvurucunun bedelden kaynaklanan bir hakkının bulunması hâlinde bunun ayrı bir davaya konu yapabileceği açıklanmıştır.

16. Bozma kararına uyan Asliye Hukuk Mahkemesi, Yargıtay kararındaki gerekçeye atıfla 28/4/2015 tarihinde davayı reddetmiştir.

17. Başvurucu bu karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Temyiz dilekçesinde başvurucu; taşınmazın vasiyetnamenin düzenlenmesinden önce satın alınmış olması sebebiyle vasiyetname kapsamında kabul edilemeyeceğini, dolayısıyla Ayaş Belediyesi adına yapılan tescilin hukuka aykırı olduğunu belirtmiştir. Yargıtay 4/12/2018 tarihinde, kararın usul veya yasaya uygun olduğunu ifade ederek kararı onamıştır. Karar düzeltme istemi de 4/4/2019 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar 30/4/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

18. 5/6/1935 tarihli ve 2762 sayılı mülga Vakıflar Kanunu'nun 1. maddesinin yürürlükten kaldırıldığı tarihteki hâlinin ilgili kısmı şöyledir:

"...

 (Ek Fıkra 2.1.2003-4778 s. Kanun.) Cemaat vakıfları, vakfiyeleri olup olmadığına bakılmaksızın, Vakıflar Genel Müdürlüğünün izniyle dinî, hayrî, sosyal, eğitsel, sıhhî ve kültürel alanlardaki ihtiyaçlarını karşılamak üzere taşınmaz mal edinebilirler ve taşınmaz malları üzerinde tasarrufta bulunabilirler.

..."

19. 2762 sayılı mülga Kanun'un geçici 1. maddesi şöyledir:

"A - Şimdiye kadar vakıflar idaresine hesap vermemiş olan bütün mütevelliler veya mütevelli heyetleri bu kanunun hükümleri yürümeğe başladığı günden itibaren üç ay içinde idare ettikleri vakıfların mahiyetlerini, varidat membalarını ve bunların sarf ve tahsis mahallerini, geçmiş son senenin varidat ve masraflarının miktar ve nevilerinin ve mütevelliliği hangi selahiyetli merciin intihap veya kararına müsteniden ve hangi tarihten beri yaptıklarını gösterir bir beyanname tanzimine ve mensup oldukları vakıflar dairesine vermeğe mecburdurlar.

B - Yukarki fıkra mucibince beyanname vermiş olan mütevellilere bir makbuz ilmühaberi verilir. Bu ilmühaberi hamil olan kimseler bu kanun dairesinde vakıflarının idaresine devam ederler.

C - Birinci fıkrada yazılı müddet içinde beyanname vermemiş olanlar vakıflarında tasarruf edemezler. Gecikme haklı bir sebebe müstenit değilse veya verdikleri beyanname hakikate uygun bulunmazsa mütevellilikten derhal azlolunurlar.

Ç - Vakıflar idaresine verilecek beyannamelerin verildikleri tarihten itibaren, altı ay içinde tetkik ve tasdiki mecburidir. Bu müddet içinde tasdik edilmediği takdirde yalnız mukannen masraflar tasdik edilmiş sayılır.

D - Beyannameler muhteviyatının vesika ve teamüllere müstenit olması ve bu vesika veya teamüllerin bu kanunun neşrinden evvel mevcut ve merî`i bulunması şarttır.

E - Bu kanun hükümleri yürümeğe başladığı zaman mevcut olan ferilerden gayri mütevellilerle Vakıflar Umum Müdürlüğünce mütevellisi olmadığından veya mütevellisi mevcut olduğu halde vakfı bizzat idare edemediklerinden dolayı idare kendilerine tevdi edilmiş olan kaymakamlar şimdiye kadar olduğu gibi vakıfları idareye devam ederler. Azil veya her hangi bir suretle inhilal vukuunda bu kanun hükümleri tatbik olunur."

20. 5737 sayılı Kanun'un 3. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Bu Kanunun uygulanmasında;

...

Cemaat vakfı: Vakfiyeleri olup olmadığına bakılmaksızın 2762 sayılı Vakıflar Kanunu gereğince tüzel kişilik kazanmış, mensupları Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Türkiye’deki gayrimüslim cemaatlere ait vakıfları,

...

ifade eder."

21. 5737 sayılı Kanun'un geçici 7. maddesi şöyledir:

"Cemaat vakıflarının;

a) 1936 Beyannamelerinde kayıtlı olup, halen tasarruflarında bulunan nam-ı müstear veya nam-ı mevhumlar adına tapuda kayıtlı olan taşınmazlar,

b) 1936 Beyannamesinden sonra cemaat vakıfları tarafından satın alınmış veya cemaat vakıflarına vasiyet edildiği veya bağışlandığı halde, mal edinememe gerekçesiyle halen; Hazine veya Genel Müdürlük ya da vasiyet edenler veya bağışlayanlar adına tapuda kayıtlı olan taşınmazlar,

tapu kayıtlarındaki hak ve mükellefiyetleri ile birlikte bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onsekiz ay içinde müracaat edilmesi halinde, Meclisin olumlu kararından sonra, ilgili tapu sicil müdürlüklerince cemaat vakıfları adına tescilleri yapılır."

22. Türkiye Büyük Millet Meclisi 9/11/2006 tarihli ve 5555 sayılı Vakıflar Kanunu'nu kabul etmiş ancak anılan Kanun'un Cumhurbaşkanı tarafından bir kere daha görüşülmek üzere iade edilmesi üzerine Kanun 5737 sayı numarasını alarak aynen kabul edilmiştir. 5555 sayılı Kanun'un geçici 7. maddesi ile 5737 sayılı Kanun'un geçici 7. maddesi tıpatıp aynıdır. Cumhurbaşkanı tarafından iade edilen 5555 sayılı Kanun'un geçici 7. maddesinin gerekçesi şöyledir:

"Madde ile, mazbut vakıf taşınmazlarının herhangi bir hüküm ve karar alınmaksızın vakfı adına tescil edilmesi sağlanmıştır."

23. 5737 sayılı Kanun'a651 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin 17. maddesi ile eklenen geçici 11. madde şöyledir:

"Cemaat vakıflarının;

a) 1936 Beyannamesinde kayıtlı olup malik hanesi açık olan taşınmazları,

b) 1936 Beyannamesinde kayıtlı olup kamulaştırma, satış ve trampa dışındaki nedenlerle Hazine, Vakıflar Genel Müdürlüğü, belediye ve il özel idaresi adına kayıtlı taşınmazları,

c) 1936 Beyannamesinde kayıtlı olup kamu kurumları adına tescilli olan mezarlıkları ve çeşmeleri,

tapu kayıtlarındaki hak ve mükellefiyetleri ile birlikte bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren oniki ay içinde müracaat edilmesi halinde, Meclisin olumlu kararından sonra, ilgili tapu sicil müdürlüklerince cemaat vakıfları adına tescil edilir.

Cemaat vakıfları tarafından satın alınmış veya cemaat vakıflarına vasiyet edildiği veya bağışlandığı halde, mal edinememe gerekçesiyle Hazine veya Genel Müdürlük adına tapuda kayıt edilen taşınmazlardan üçüncü şahıslar adına kayıtlı olanların Maliye Bakanlığınca tespit edilen rayiç değeri Hazine veya Genel Müdürlük tarafından ödenir.

Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar yönetmelikle düzenlenir."

24. 651 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin 17. maddesinin gerekçesi şöyledir:

"Madde ile, cemaat vakıflarının 1936 Beyannamesinde kayıtlı olan taşınmazlarının vakıfları adına tescilleri ve mal edinememe nedenleriyle mağdur oldukları hakların iadesi amaçlanmaktadır."

25. İlgili diğer ulusal hukuk ile mahkeme kararları için bkz. Boyacıköy Panayia Evangelistra Kilisesi ve Mektebi Vakfı, B. No: 2015/17576, 1/2/2017, §§ 12-24.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

26. Anayasa Mahkemesinin 16/11/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

27. Başvurucu, okul olarak kullanılan ve 1936 Beyannamesi'nde beyan edilen binanın yanması sebebiyle Ermeni cemaati mensubu çocukların ilkokul eğitimlerine tahsis edilmek üzere ihtilaf konusu taşınmazın 4/6/1958 tarihinde T.E.A.dan İstanbul Valiliğinin izniyle satın alındığını ve ilkokul olarak kullanıldığını belirtmiştir. T.E.A.nın 1/12/1958 tarihli vasiyetnamesinin ihtilaf konusu taşınmazı kapsamadığını vurgulayan başvurucu, Yargıtayın 1974 tarihli içtihadı sebebiyle taşınmazının mülkiyetini bedelsiz olarak yitirdiğinden yakınmıştır. Başvurucu 5737 sayılı Kanun'un geçici 11. maddesinde üçüncü kişilerin mülkiyetine geçen taşınmazların rayiç bedelinin ödeneceğinin hükme bağlandığına işaret etmiş, Ayaş Belediyesi ile Şişli Belediyesinin üçüncü kişi sayılamayacağını savunmuş, bu sebeple taşınmazın iadesi gerektiğini iddia etmiştir. Başvurucu ayrıca taşınmazın Ayaş Belediyesi adına tescil edilmesinin ulusal hukuka bile aykırı olduğunu, bu sebeple mülkiyetin kaybı biçimindeki müdahalenin kanuni dayanağının bulunmadığını iddia etmiştir. Başvurucu sonuç olarak taşınmazın mülkiyetinden yoksun kalması sebebiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini öne sürmüştür.

28. Başvurucu; taşınmazın mülkiyetini yitirmesi sebebiyle Lozan Antlaşması'nın, ayrımcılık yasağının, eğitim hakkının ve adil yargılanma hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

29. Bakanlık görüşünde, başvurucuya ait tapunun iptaline ilişkin nihai kararın 24/10/1985 tarihinde kesinleştiği gözetildiğinde başvurunun Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin kapsamında olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir. Bakanlık görüşünde ayrıca başvurucunun bireysel başvuru konusu taşınmaz için 5737 sayılı Kanun'un geçici 11. maddesi kapsamında yaptığı başvurunun Vakıflar Genel Müdürlüğüne reddine ilişkin işleme karşı iptal davası açmadığı, ayrıca bedele ilişkin olarak da ayrı bir dava açmadığı dikkate alındığında başvuru yollarının tüketilip tüketilmediğinin Anayasa Mahkemesince değerlendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Bakanlık, başvurucunun mevcut mülkünün veya mülk edineceğine dair meşru bir beklentisinin bulunmadığını ileri sürmüştür.

30. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında 24/10/1985 tarihindeki mülkiyet kaybının hukuka aykırı olduğunu belirtmiş; 5737 sayılı Kanun kapsamında açtığı davanın 2014 yılında kesinleşmesi sebebiyle başvurunun Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin kapsamında bulunduğunu ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

31. Anayasa'nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

32. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetinin özü, satın aldığı ancak tapusu iptal edilerek kısmen belediye adına tescil edilen taşınmaz hissesinin iade edilmemesidir. Bu sebeple başvurucunun tüm şikâyetlerinin mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi uygun bulunmuştur.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Zaman Bakımından Yetki

33. Başvurunun niteliği dikkate alındığında öncelikle zaman bakımından yetki meselesinin tartışılması gerekmektedir. Nitekim Bakanlık da zaman bakımından yetki meselesinin tartışılması gerektiğine işaret etmiştir.

34. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrasında herkesin Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabileceği hükmüne yer verilmiştir. Anayasa'nın geçici 18. maddesinde uygulama kanununun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bireysel başvuruların kabul edileceği, 6216 sayılı Kanun'un 76. maddesinin (1) numaralı fıkrasında ise Kanun'un 45. ila 51. maddelerinin 23/9/2012 tarihinde yürürlüğe gireceği belirtilmiştir.

35. 6216 sayılı Kanun'un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:

"Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler."

36. Anayasa ve 6216 sayılı Kanun'un anılan hükümleri uyarınca Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup Anayasa Mahkemesi ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvuruları inceleyebilecektir. Bu açık düzenlemeler karşısında anılan tarihten önce kesinleşmiş nihai işlem ve kararları da içerecek şekilde yetki kapsamının genişletilmesi mümkün değildir. Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisine ilişkin bu düzenlemelerin kamu düzenine ilişkin olmaları nedeniyle bireysel başvurunun tüm aşamalarında resen dikkate alınması gerekir (Ahmet Melih Acar, B. No: 2012/329, 12/2/2013, § 15; G.S., B. No: 2012/832, 12/2/2013, § 14).

37. Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisini doğru olarak belirleyebilmek için kesinleşen nihai işlem ve kararın tarihinin yanı sıra gerçekleştiği iddia olunan müdahalenin zamanını da doğru tespit etmek gerekir. Bu tespit yapılırken müdahaleyi oluşturan olaylar ve ihlal edildiği iddia olunan hakkın kapsamı birlikte değerlendirilmelidir (Zeycan Yedigöl [GK], B. No: 2013/1566, 10/12/2015, § 31).

38. Başvuru konusu taşınmazın tapu kaydı Asliye Hukuk Hâkimliğinin 24/10/1985 tarihinde kesinleşen kararıyla iptal edilmiştir. Taşınmazın mülkiyetinin 24/10/1985 tarihinde kaybedildiği açıktır.

39. Anayasa Mahkemesi Agavni Mari Hazaryan ve diğerleri (B. No: 2014/4715, 15/6/2016, §§ 96-119) kararında bireysel başvurunun yürürlüğe girdiği 23/9/2012 tarihinden önce mülkiyeti kaybedilen taşınmazlarla ilgili olarak hangi durumlarda mülkiyet hakkı şikâyetiyle bireysel başvuruda bulunulabileceğini tartışmıştır. Söz konusu kararda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına da atıfta bulunularak müdahalenin anlık bir eylem olması ile devam eden bir durum olması arasında ayrım yapılmıştır. Anılan karardaki ilkelerin şu şekilde toparlanması mümkündür:

i. Anlık bir eylem şeklinde gerçekleşen müdahalelerde zaman bakımından yetki açısından dikkate alınacak tarih, iddia edilen ihlal durumunu oluşturan olayın meydana geldiği veya ihlalin ortadan kaldırılması için dava açılmış ise bu davada nihai kararın verildiği tarihtir.

ii. Buna karşılık 23/9/2012 tarihinden önce başlayan ve ihlal oluşturan eylem ya da olay bu tarihten sonra da devam etmekte ise bu hâlde devam eden bir durum söz konusu olduğundan Anayasa Mahkemesinin başvuruya bakma yetkisi bulunmaktadır.

iii. Mülkiyetten yoksun bırakma şeklinde müdahaleler, anlık bir eylem mahiyetinde olup bu gibi hâllerde müdahale teşkil eden işleme karşı başlatılan yargısal sürecin 23/9/2012 tarihinden önce kesinleşmesi durumunda kural olarak müdahalenin Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin dışında kaldığı kabul edilir.

iv. Bununla birlikte mülkiyetin yitirildiğinin kesinleştiği tarihten sonra aynen iade veya bunun yerine ikame olmak üzere tazminat ödenmesini öngören yeni bir başvuru yolunun ihdas edilmesi hâlinde malikin bireysel başvuru hakkı canlanır. Bu durumda Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi yeni ihdas edilen hukuk yolunun tüketilmesi üzerine verilen nihai kararın tarihine bakılarak tespit edilir. Buna göre nihai kararın 23/9/2012'den sonraki bir tarihe tesadüf etmesi hâlinde bu karara karşı yapılacak bir bireysel başvuru Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin kapsamına girmiş olur.

40. 27/2/2008 tarihinde yürürlüğe giren 5737 sayılı Kanun'un geçici 7. maddesiyle 1936 Beyannamesi'nden sonra cemaat vakıflarınca satın alındığı hâlde mal edinememe gerekçesiyle hâlen Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlük adına tapuda kayıtlı olan taşınmazların cemaat vakıflarına iadesi imkânı getirilmiştir. Yine 5737 sayılı Kanun'un 27/8/2011 tarihinde yürürlüğe giren geçici 11. maddesinin ikinci fıkrasıyla da cemaat vakıfları tarafından satın alındığı hâlde mal edinememe gerekçesiyle Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğü adına tapuya kaydedilen taşınmazlardan üçüncü şahıslar adına kayıtlı olanların Maliye Bakanlığınca tespit edilen rayiç değerinin tazminat olarak ödenmesi öngörülmüştür.

41. Bireysel başvuruya konu taşınmazın T.E.A. tarafından 4/6/1958 başvurucuya satılarak başvurucu adına tescil edildiği sabittir. Öte yandan başvurucu adına olan tapu kaydının 24/10/1985 tarihinde kesinleşen mahkeme kararıyla, cemaat vakıflarının mal edinemeyeceği gerekçesiyle iptal edildiği hususunda da tereddüt bulunmamaktadır. Dolayısıyla yüzeysel bir değerlendirmeyle başvurucunun durumunun 5737 sayılı Kanun'un geçici 7. maddesi kapsamına girdiği ve taşınmazın iadesi iddiasının bu manada savunulabilir bir temele sahip olduğu söylenebilir. Başvurucunun bu maddeye istinaden açtığı davanın Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başladığı dönemden sonra kesinleştiği izahtan varestedir.

42. Taşınmazın hâlihazırda Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğü adına kayıtlı olmaması dolayısıyla 5737 sayılı Kanun'un geçici 7. maddesi kapsamına girmediği kamu makamlarınca değerlendirilmiş ise de bu meselenin başvurunun esasıyla bağlantılı olması ve başvurucunun açtığı davadaki temel tartışma noktasının da bu mesele etrafında toplanması sebebiyle bu hususun esasla birlikte değerlendirilmesinin daha uygun olacağı kanaatine varılmıştır. Bu itibarla başvurunun Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin kapsamında kaldığı değerlendirilmiştir.

b. Olağan Başvuru Yollarının Tüketilmesi

43. Bakanlık; başvurucunun bireysel başvuru konusu taşınmaz için 5737 sayılı Kanun'un geçici 11. maddesi kapsamında Vakıflar Genel Müdürlüğüne yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle dava açmaması, ayrıca bedele yönelik olarak da ayrı bir dava açmaması sebebiyle başvuru yollarını tüketmediğini ileri sürmüştür.

44. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun'un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasında bireysel başvuruda bulunulmadan önce ihlal iddiasının dayanağı olan işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerektiği belirtilmiştir. Temel hak ihlallerini öncelikle derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun yollarının tüketilmesi koşulunu zorunlu kılar (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, §§ 19, 20; Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 26).

45. Başvurucunun başvuru yollarının tüketilmesi noktasında kendisinden beklenebilecek her şeyi yerine getirip getirmediğinin başvurunun özellikleri dikkate alınarak incelenmesi gerekir (S.S.A., B. No: P, 7/11/2013, §§ 27, 28) ancak somut olayın koşulları itibarıyla başvuru yollarının tüketilmesinin yarar sağlamayacağının veya etkili olmadığının anlaşılması hâlinde anılan yollar tüketilmeden yapılan bir başvuru incelenebilir (Şehap Korkmaz, B. No: 2013/8975, 23/7/2014, § 33). Öte yandan başvuru yollarının tüketilmesi, çok katı olarak uygulanması gereken mutlak bir kural değildir. Teorik düzeyde var olan bir başvuru yolunun tüketilmesinin somut olayın koşullarında başvurucuya aşırı külfet yüklemesi hâlinde bu yolun tüketilmesinin gerekli olmadığına karar verilebilir (Rasul Kocatürk [GK], B. No: 2016/8080, 26/12/2019, § 38).

46. Somut olayda Asliye Hukuk Mahkemesi ve Yargıtay başvurucunun 5737 sayılı Kanun'un geçici 7. maddesi kapsamındaki talebinin esasını incelemiş ve davayı esastan reddetmiştir. Yargı mercileri başvurucunun öncelikle Vakıflar Genel Müdürlüğü işlemine karşı idari yargıda dava açması gerektiği temelinde davayı reddetmemiştir. Bu durumda başvuru yollarının tüketilmediği sonucuna ulaşılabilmesi için elde hiçbir gerekçe bulunmamaktadır. Öte yandan başvurucunun eldeki bireysel başvuruya konu şikâyeti taşınmazın iade edilmemesine yöneliktir. Tazminat davasında taşınmazın iadesine hükmedilemeyeceğinden söz konusu davanın iade talebi yönünden etkili bir yol olmadığı açıktır. Bu itibarla başvuru yollarının tüketildiğinin kabulü gerekir.

c. Sonuç Olarak

47. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Mülkün Varlığı

48. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır. Bu nedenle öncelikle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31). Somut olaydaki taşınmaz T.E.A. tarafından 4/6/1958 tarihinde başvurucuya satılarak başvurucu adına tapuya tescil edilmiştir. Dolayısıyla başvurucunun mülkünün bulunduğu sonucuna ulaşılmıştır.

b. Müdahalenin Varlığı ve Türü

49. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş; ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında, genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, §§ 55-58).

50. Başvuru konusu taşınmazın başvurucu adına olan tapu kaydı iptal edilerek önceki malik adına olan kayıt ihya edilmiş, ardından 1/12/1958 tarihli vasiyetname dikkate alınarak taşınmazın 6/8 hissesi Ayaş Belediyesi adına tescil edilmiştir. Başvurucunun tapusunun iptal edilmesi mülkiyet hakkına müdahale teşkil etmektedir. Niteliği ve amacı gözetildiğinde müdahalenin mülkten yoksun bırakmaya ilişkin kural çerçevesinde incelenmesi uygun görülmüştür.

c. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

51. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

52. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62). Bu durumda öncelikle müdahalenin kanuni dayanağının bulunup bulunmadığının incelenmesi gerekir.

53. Anayasa'nın 35. maddesinin ikinci fıkrasında mülkiyet hakkının ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabileceği belirtilmek suretiyle mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerin kanunda öngörülmesi gereği ifade edilmiştir. Öte yandan temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkelerin düzenlendiği Anayasa'nın 13. maddesinde de hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceği temel bir ilke olarak benimsenmiştir. Buna göre mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerde dikkate alınacak öncelikli ölçüt, müdahalenin kanuna dayalı olmasıdır. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır (Ford Motor Company, B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 49).

54. Hak ve özgürlüklerin, bunlara yapılacak müdahalelerin ve sınırlandırmaların kanunla düzenlenmesi bu haklara ve özgürlüklere keyfî müdahaleyi engelleyen ve hukuk güvenliğini sağlayan demokratik hukuk devletinin en önemli unsurlarından biridir (Tahsin Erdoğan, B. No: 2012/1246, 6/2/2014, § 60). Kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının da bireylerin davranışlarının sonucunu öngörebileceği kadar hukuki belirlilik taşıması gerekir. Bir diğer ifadeyle kanunun kalitesi de kanunilik koşulunun sağlanıp sağlanmadığının tespitinde önem arz etmektedir (Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55). Müdahalenin kanuna dayalı olması, müdahaleye ilişkin yeterince erişilebilir ve öngörülebilir kuralların bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44).

55. Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin ön koşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar (AYM, E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013; AYM, E.2014/183, K.2015/122, 30/12/2015, § 5). Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (AYM, E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013; AYM, E.2010/80, K.2011/178, 29/12/2011).

56. Başvurucunun 4/6/1958 tarihinde satın aldığı taşınmazın tapu kaydı, Asliye Hukuk Hâkimliğinin 17/2/1984 tarihli kararıyla iptal edilmiş ve bu kararın 24/10/1985 tarihinde kesinleşmesiyle beraber önceki malik adına olan tapu kaydı ihya edilmiş, akabinde taşınmazın 6/8 hissesi Ayaş Belediyesi adına tescil edilmiştir. Asliye Hukuk Hâkimliği kararında 1936 Beyannamesi'nde taşınmaz satın alabileceği konusunda açıklama bulunmayan cemaat vakfının satın alma yoluyla taşınmaz edinmesinin hukuken imkânsız olduğu gerekçesine dayanılmıştır.

57. Başvurucu 5737 sayılı Kanun'un geçici 7. maddesinin 27/2/2008 tarihinde yürürlüğe girmesinden sonra taşınmazın iadesi için 24/2/2009 tarihinde Vakıflar Genel Müdürlüğüne yaptığı başvurunun reddi üzerine Ayaş Belediyesi aleyhine tapu iptali ve tescil davası açmıştır. Asliye Hukuk Mahkemesi, Ayaş Belediyesi lehine bağış içeren vasiyetnamenin satış işleminden sonra düzenlendiğine ve başvurucunun mal edinmesinin önündeki engelin ortadan kaldırıldığına vurgu yaparak Ayaş Belediyesi adına olan tapu kaydının iptal edilerek başvurucu adına tesciline hükmetmiştir. Ancak Yargıtay, 5737 sayılı Kanun'un geçici 7. maddesi uyarınca taşınmazın iade edilebilmesi için hâlen Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğü adına tapuya kayıtlı olması şartının arandığını belirterek Ayaş Belediyesi adına kayıtlı olan hisselerin anılan madde kapsamında olmadığı sonucuna varmıştır. Yargıtay ayrıca 5737 sayılı Kanun'un geçici 11. maddesinde aranan 1936 Beyannamesi'nde kayıtlı olma koşulunun da gerçekleşmediğini vurgulamıştır. Bu durumda Anayasa Mahkemesinin öncelikle çözmesi gereken mesele taşınmazın tapuda Ayaş Belediyesi adına kayıtlı olması sebebiyle başvurucunun durumunun 5737 sayılı Kanun'un geçici 7. ve 11. maddeleri kapsamına girmediği yorumunun kanuni bir dayanağının bulunup bulunmadığıdır.

58. Somut olaydaki taşınmazın başvurucu tarafından 4/6/1958 tarihinde satın alındığı tartışmasızdır. Öte yandan bu taşınmazın tapu kaydının iptal edilmesinin temel gerekçesinin cemaat vakıflarının mal edinememesi (satın alma yoluyla bile olsa mülk edinememesi) olduğu açıktır. Yargıtayı başvurucunun durumunun 5737 sayılı Kanun'un geçici 7. ve 11. maddelerinin kapsamına girmediği sonucuna götüren olgunun taşınmazın hâlihazırda Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğü dışındaki bir kurum adına tescilli bulunması olduğu anlaşılmıştır.

59. 5/6/1935 tarihinde kabul edilen 2762 sayılı mülga Kanun'un 1. maddesinde gayrimüslim cemaatlerce idare edilen vakıflar, mütevellileri veya seçilmiş heyetleri tarafından idare olunmak üzere mülhak vakıflar arasında sayılmış; bu Kanun'un 44. maddesinde de vakıfların tasarruflarında bulunan taşınmazların vakıf kütüğüne ve tapu siciline tescil edilmesi öngörülmüştür. Ayrıca aynı Kanun'un geçici 1. maddesinde de gayrimüslim cemaat vakıflarını idare eden kişilerce bu vakıflara ait bütün malların, gelirlerin ve bunları sarf ettikleri yerlerin birer beyanname ile Vakıflar İdaresine bildirilmesi gereği düzenlenmiştir. Uygulamada "1936 Beyannamesi" olarak adlandırılan bu bildirimler, Yargıtay tarafından vakıf senedi olarak kabul edilmiştir (Boyacıköy Panayia Evangelistra Kilisesi ve Mektebi Vakfı, § 36).

60. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun (HGK) 8/5/1974 tarihli ve E.1971/2-820, K.1974/505 sayılı kararıyla cemaat vakıflarının 1936 yılında verdikleri beyannamelerin vakıfname olarak kabulünün zorunlu olduğu, vakıfnamelerinde mal ya da bağış kabul edebilecekleri yönünde açıklık bulunmayan vakıfların ise gerek doğrudan gerekse vasiyet yoluyla taşınmaz mal iktisap edemeyecekleri belirtilmiştir. Benzer yaklaşım, Danıştay tarafından da benimsenmiştir (Danıştay Onuncu Dairesinin 26/5/1982 tarihli ve E.1982/3285, K.1982/1413 sayılı; 26/3/1992 tarihli ve E.1991/1596, K.1992/1144 sayılı kararları) (Boyacıköy Panayia Evangelistra Kilisesi ve Mektebi Vakfı, § 39).

61. HGK'nın 8/5/1974 tarihli kararı üzerine, bu karardan önce taşınmaz satın alan ya da bağış kabul eden cemaat vakıflarının satın aldıkları ya da bağışlama yoluyla iktisap ettikleri taşınmazların tapu kayıtları iptal edilerek anılan taşınmazların büyük çoğunluğu Hazine, Vakıflar Genel Müdürlüğü veya diğer kamu kurumları adına bedelsiz olarak tescil edilmiştir. 1936 Beyannamesi'nde mal satın alabilecekleri veya bağış kabul edebilecekleri yönünde açıklık bulunmayan cemaat vakıflarının taşınmaz satın alma veya taşınmaz bağışı kabul etme yetkilerinin bulunmadığının kabul edildiği HGK kararının bu karardan önce gerçekleşen satın alma ve bağış kabul etme işlemlerine uygulanarak bunların geçersiz kabul edilmesinin hukuk devletinin bir gereği olan öngörülebilirlik ve hukuk güvenliği ilkeleriyle bağdaştırılması zordur.

62. Nitekim bu karar AİHM tarafından Türkiye Cumhuriyeti aleyhine ihlal kararı verilmesine de yol açmıştır (Fener Rum Erkek Lisesi Vakfı/Türkiye, B. No: 34478/97, 9/1/2007). AİHM Fener Rum Erkek Lisesi Vakfı/Türkiye kararında, birini 1952 yılında bağış yoluyla, diğerini ise 1958 satın alma suretiyle olmak üzere iki taşınmazı mülk edinen cemaat vakfının sözü edilen taşınmazlara ilişkin tapularının 1974 tarihli içtihat dikkate alınarak 1996 yılında iptal edilmesinin öngörülebilir olmadığını, dolasıyla vakfın mülkünden yoksun bırakılmasının kanuni temelinin bulunmadığını tespit etmiştir (Fener Rum Erkek Lisesi Vakfı/Türkiye, §§ 50-60).

63. Kanun koyucu HGK'nın 1974 tarihli kararının yol açtığı hak ihlallerinin telafi edilmesi amacıyla 5737 sayılı Kanun’un geçici 7. ve 11. maddelerini ihdas etmiştir. Bahsedilen geçici 7. maddeyle cemaat vakıfları tarafından satın alındığı veya bunlar lehine vasiyet edildiği ya da bağışlandığı hâlde HGK'nın 1974 tarihli içtihadı sebebiyle Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğü adına tapuda kayıtlı olan taşınmazların cemaat vakıflarına iadesi imkânı getirilmiştir. Ancak üçüncü kişilere devredilen taşınmazlar yönünden bunun yetersiz kalacağının anlaşılması üzerine geçici 11. madde ihdas edilmiştir. Geçici 11. maddenin ikinci fıkrasında, az önce belirtilen Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğü adına tapuya kaydedilen taşınmazlardan üçüncü şahıslar adına kayıtlı olanların Maliye Bakanlığınca tespit edilen rayiç değerinin tazminat olarak ödenmesi öngörülmüştür.

64. Somut olayda Yargıtay her iki madde yönünden de değerlendirme yapmış ve taşınmazın hiçbir zaman Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğü adına tapuya kaydedilmediğini gözeterek iki madde yönünden iade koşullarının gerçekleşmediği kanaatine varmıştır. Yargıtayın Asliye Hukuk Mahkemesinin 24/10/1985 tarihinde kesinleşen iptal kararından sonra önceki malikin (T.E.A.nın) tapu kaydının ihya edilmiş olmasından ve T.E.A. tarafından düzenlenen 1/12/1958 tarihli vasiyetname gereğince taşınmazın 6/8 hissesinin Ayaş Belediyesine intikal ettiği kabulünden hareket ettiği anlaşılmaktadır.

65. Bu noktada vasiyetnamenin satış tarihinden sonra düzenlendiği not edilmelidir. Dolayısıyla T.E.A.nın vasiyet iradesinin ihtilaf konusu taşınmazı kapsamadığını kabul eden Asliye Hukuk Mahkemesinin değerlendirmesinin keyfî ve temelsiz olmadığı ifade edilmelidir. Öte yandan anılan geçici 7. ve 11. maddelerin ihdasındaki temel amacın HGK'nın öngörülebilirlik ilkesini zedeleyen 1974 tarihli içtihadının etkilerinin ortadan kaldırılması olduğu dikkatten kaçırılmamalıdır. Başvurucunun 4/6/1958 tarihli satın alma işleminin geçersiz olduğu kabulü üzerinden değerlendirme yapılması kanun koyucunun 7. ve 11. maddelerin ihdasındaki amaçla çelişki oluşturur. Bu durumda vasiyetnamenin ihtilaf konusu taşınmazı kapsamadığı hususu da gözetildiğinde Ayaş Belediyesi adına yapılan tescilin kanuni temelden yoksun olduğu sonucuna ulaşılmaktadır.

66. Ayrıca taşınmazın 6/8 hissesinin Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğü adına değil Ayaş Belediyesi adına tapuya tescil edildiğinden hareketle iade koşullarının oluşmadığının değerlendirilmesi yukarıda belirtilen hukuksal vakıaların gözardı edilmesi sonucunu doğurduğundan öngörülebilir ve makul bir yorum olarak kabul edilemez. 5737 sayılı Kanun'un geçici 11. maddesinde taşınmazın iadesi yerine kaim olan tazminat imkânının sadece taşınmazın üçüncü kişilere devredilmiş olması hâline münhasır kılınması anlamsız bir düzenleme değildir. Sözü edilen düzenlemede üçüncü kişilerden kastedilenin özel hukuk kişileri olduğu noktasında tereddüt yoktur. Kamu otoritelerinin üçüncü kişi olarak görülmesi mantık kurallarıyla uyuşan bir yorum olarak görülemez. Kanun koyucu süreç içinde özel hukuk kişilerinin mülkiyetine geçen taşınmazların iadesinin bu kişiler yönünden mağduriyetlere yol açabileceğini değerlendirerek bu taşınmazların cemaat vakıflarına iadesi yerine cemaat vakıflarına tazminat ödenmesi imkânı getirmiştir. Dolayısıyla 5737 sayılı Kanun'un geçici 7. ve 11. maddelerinde düzenlenen iade imkânının taşınmazın henüz özel hukuk kişilerinin mülkiyetine geçmediği her durumu kapsadığı kabulü dışındaki yorumların öngörülebilirlik kriterini karşıladığı söylenemeyecektir.

67. Sonuç olarak başvurucu tarafından Ayaş Belediyesi aleyhine açılan davanın reddedilmesinin 5737 sayılı Kanun'un geçici 7. ve 11. maddeleri hükümlerinin öngörülemez bir şekilde yorumlanmasına dayandığı tespit edildiğinden başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağının bulunmadığı değerlendirilmiştir. Varılan sonuca göre müdahalenin meşru bir amacının veya ölçülü olup olmadığının değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.

68. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

69. Başvurucu; ihlalin tespiti, taşınmazın iadesi ve tazminat talebinde bulunmuştur.

70. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

71. Öte yandan ihlalin niteliğine göre yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından başvurucunun tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 13. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2015/113, K.2015/174) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,

E. 364,60 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.264,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 16/11/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim Birinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal)
Künye
(Surp Gazar Ermeni Katolik Mihitaryan Mihitarist Mektebi Vakfı [1.B.], B. No: 2019/17098, 16/11/2022, § …)
   
Başvuru Adı SURP GAZAR ERMENİ KATOLİK MİHİTARYAN MİHİTARİST MEKTEBİ VAKFI
Başvuru No 2019/17098
Başvuru Tarihi 21/5/2019
Karar Tarihi 16/11/2022

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru, cemaat vakfının taşınmazın iadesi talebinin reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Mülkiyet hakkı Vakıf İhlal Yeniden yargılama

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 2762 Vakıflar Kanunu 1
44
geçici 1
5737 Vakıflar Kanunu 3
12
geçici 7
geçici 11
864 Kanunu Medeninin Sureti Mer'iyet ve Şekli Tatbiki Hakkında Kanun 8
4721 Türk Medeni Kanunu 101
KHK 651 Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri HakkındaKanun Hükmünde Kararname 17
  • pdf
  • udf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi