TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
MÜBERRA YILMAZ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2019/18532)
Karar Tarihi: 16/3/2022
Başkan
:
Kadir ÖZKAYA
Üyeler
Engin YILDIRIM
M. Emin KUZ
Basri BAĞCI
Kenan YAŞAR
Raportör
Volkan ÇAKMAK
Başvurucu
Müberra YILMAZ
Vekili
Av. Volkan DEMİRAL
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, ceza infaz kurumunda rahatsızlanılmasının ardından sevk edilen hastanede meydana gelen ölüm olayına ilişkin süreçte gerekli tedbirlerin zamanında alınmaması ve ölümü takiben etkili soruşturma yapılmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 31/5/2019 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. 2020/23072 numaralı başvuru, aralarında konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2018/18532 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş olup inceleme2018/18532 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür.
5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.
8. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
9. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan inceleme sonucu ulaşılan bilgiler ile başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
A. M.Y.nin Vefatına İlişkin Süreç
10. Başvurucunun eşi M.Y., uyuşturucu veya uyarıcı madde ticareti yapma ve sağlama suçu isnadıyla hakkında yürütülen soruşturma sürecinde Düzce Sulh Ceza Hâkimliğinin 14/10/2016 tarihli kararıyla tutuklanarak Düzce T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Kurum) gönderilmiştir.
11. 18/10/2016 tarihinde yapılan kuruma ilk giriş muayenesinde M.Y., kurşun nedeniyle sol dizinden ameliyat olduğunu, tansiyon ve bel fıtığı nedeniyle ilaç kullandığını beyan etmiştir. M.Y.nin fizik muayenesi normal bulunmuştur. Aynı gün Kurum doktoru, hiper tansiyon, miyalji (kas romatizması) ve lumbalji (bel ağrısı) tanısıyla M.Y.ye ilaç reçete etmiştir. M.Y.nin 22/11/2016 ile 20/4/2017 tarihleri arasında birden fazla kez olmak üzere gerek Kurum bünyesinde gerekse Kurum idaresince sevk edildiği sağlık kurumunda muayene edildiği ve farklı tanılarla (üst solunum yolu enfeksiyonu, tansiyon, romatizma, bel ağrısı, alerji) adına reçete düzenlendiği anlaşılmıştır.
12. M.Y. 15/11/2017 tarihinde rahatsızlanması üzerine kurum tarafından Düzce Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Acil Polikliniğine saat 16.30 civarında 112 Acil ambulansı ile sevk edilmiştir. Hastane tarafından düzenlenen epikriz formunda; M.Y.nin göğüs ağrısı şikâyetiyle 112 Acil servis aracı içinde getirildiği, tetkiklerinin yapıldığı, tedavi uygulandığı, ilaç reçete edildiği, rahatlaması üzerine kardiyoloji polikliniği önerisiyle taburcu edildiği belirtilmiştir. Ayrıca hastanede görevli doktor M.S. Kurumun gönderdiği evraka "Şahsın muayene ve tedavi sonrası kardiyoloji polikliniğinde kontrolü uygundur." notu düşmüştür. M.Y. aynı gün saat 21.30 civarında Kuruma geri getirilmiştir.
13. Koğuş arkadaşlarının (İ.P., İ.A., O.C.) beyanına (gerek Kurum idaresi gerekse adli makamların aldığı ifadelerle büyük ölçüde örtüşen beyanlar) göre M.Y.nin 15/11/2017 günü saat 21.30'da koğuşa dönmesinden hastaneye sevkine kadar geçen süreç özetle takip eden cümlelerde aktarıldığı gibidir. M.Y.nin 15/11/2017 günü koğuşa döndükten sonra şiddetli ağrıları devam etmiş hatta kan kusmuştur. 16/11/2017 gününde M.Y.nin kötü hâlinin devam etmesi üzerine koğuş arkadaşları sabah sayımında Kurum yetkililerine durumu iletmiş, kendilerine sevk yazılacağı söylenmiş ise de aynı gün sevk yapılmamıştır. 17/11/2017 tarihinde arama işlemleri esnasında koğuş arkadaşları M.Y.nin durumunu Kurum personeline hatırlatmış ve M.Y. saat 14.00 sıralarında yürüyerek mahkûm kabul mahalline gitmiş, sonrasında sağlık kurumuna sevk edilmiştir. Koğuş arkadaşları bu süreçte M.Y.nin ilaçlarını alıp almadığı konusunda net bilgi sahibi olmadıklarını ifade etmiştir.
14. M.Y.nin Düzce Atatürk Devlet Hastanesine sevk edilmesine dair 16/11/2017 tarihli Kurum evrakına, sevk edilen hastanenin acil ve kardiyoloji polikliniğinde görevli doktorlar muayene tarihini 17/11/2017 olarak işlemiştir. Ayrıca Kurum Müdürlüğü tarafından düzenlenen Tutuklu Teslim-Tesellüm Tutanağı'ndan M.Y.nin Düzce Atatürk Devlet Hastanesine 17/11/2017 günü saat 14.15 sıralarında sevk edildiği anlaşılmıştır.
15. M.Y. 17/11/2017 tarihinde, sevk edildiği Düzce Atatürk Devlet Hastanesinde tedavi altına alınarak tetkikler yapılmıştır. Yapılan tetkikler sonucunda -anılan Hastanenin epikriz raporundan anlaşıldığı üzere- M.Y.nin aort anevrizma (genişleme/balonlaşma) ve disesiyon (bölünme) tanısı ile kalp ve damar cerrahisi yoğun bakımının olduğu bir sağlık kurumuna ameliyat amacıyla sevkinin uygun olduğu kanaatine ulaşılmıştır.
16. M.Y. 17/11/2017 tarihinde saat 18.30 civarında Abant İzzet Baysal Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesine getirilmiş, aort yırtılması tanısı ile yoğun bakım ünitesine alınarak gerekli tıbbi müdahalenin yapılmasının ardından acil olarak ameliyat edilmiştir. Ameliyat sonrasında entübe hâlde yoğun bakım ünitesine alınan M.Y.nin tedavisine devam edilmiş ancak durumu kötü seyreden M.Y. yapılan tıbbi müdahalelere cevap vermeyerek 21/11/2017 tarihinde saat 11.30'da hayatını kaybetmiştir.
B. Ceza Soruşturması Süreci
17. M.Y.nin vefatının ardından Düzce Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) soruşturma başlatmıştır. Başvurucu; Başsavcılık nezdinde verdiği 30/11/2017 tarihli ifadesinde, açıkça rahatsız olan ve bunu bildiren eşinin gecikmeli olarak sağlık kurumuna sevk edilerek vefat etmesine sebep olduğunu ileri sürdüğü Kurum personelinden şikâyetçi olmuştur.
18. 21/11/2017 tarihli Ölü Muayene Tutanağı'nda Adli Tıp Kurumu bünyesinde klasik otopsi yapılması önerilmiş ve 22/11/2017 tarihinde Adli Tıp Kurumu Ankara Grup Başkanlığı bünyesinde otopsi işlemi gerçekleştirilmiştir.25/4/2018 tarihli otopsi raporunda kesin ölüm nedeninin saptanamadığı ve ihtisas kurulu tarafından inceleme yapılmasının uygun olduğu ifade edilmiştir.16/7/2018 tarihli Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulu mütalaasında ölümün dissekan aort anevrizması, bu nedenle yapılan ameliyat ve gelişen komplikasyonlar (aort yırtılması, kalp tamponadı, akut böbrek yetmezliği, metabolik asidoz) sonucu meydana geldiği ifade edilmiştir.
19. M.Y. ile aynı koğuşta bulunan şahısların ifadelerine (bkz. § 13) başvuran Başsavcılık olay gününe ilişkin kamera kayıtlarını (giriş-çıkış zamanları itibarıyla aktarılan ifadelerle örtüşen kayıtlar) incelemiş, M.Y.nin sağlık sürecine ilişkin evrakı temin etmiştir.
20. Bu süreçte ayrıca Kurum idaresinin yaptığı inceleme sonucu düzenlenen 11/6/2018 tarihli araştırma raporunda özetle M.Y.nin zamanında müdahale ile sağlık kurumuna sevk edildiği, M.Y.nin ilaçlarını içmeyip biriktirdiğinin anlaşıldığı, Kurum personelinin görevini zamanında yerine getirdiği belirtilerek disiplin soruşturması açılmasına yer olmadığı ifade edilmiştir.
21. Başsavcılık 20/9/2018 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Gerekçede; M.Y.nin ölümünde herhangi bir kimseye kusur atfedilebileceğine dair delil elde edilemediği, takibi gereken herhangi suç unsuru bulunmadığı ifade edilmiştir.
22. Başvurucunun kovuşturmaya yer olmadığı kararına yönelik -Kurum yönetiminin eylemsizliğine vurgu yapmak suretiyle- itirazı Düzce 2.Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 17/4/2019 tarihinde reddedilmiştir.
23. Başvurucu tam yargı davası sürecinde (bkz. §§ 26-29) M.Y.nin hastaneye geç sevki nedeniyle Kurumun kusurlu olduğunu belirten bilirkişi raporunu yeni delil olarak ileri sürmek suretiyle 18/6/2019 tarihinde yeniden itirazda bulunmuştur. Düzce 2. Sulh Ceza Hâkimliği 26/6/2019 kararı ile itirazın reddine dair daha önce verilen 17/4/2019 tarihli kararın kesin olduğunu belirterek karar verilmesine yer olmadığına hükmetmiştir.
24. Başvurucu 8/8/2019 tarihinde ise yine bilirkişi raporunu esas alarak yeni delil iddiasıyla Başsavcılığa başvuruda bulunmuştur. Başsavcılık 9/1/2020 tarihli kararıyla kamu adına kovuşturmaya yer olmadığına hükmetmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
"...incelenen dosya içeriğine göre, aynı olayla ilgili olarak İdare Mahkemesinde devam eden davada Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanlığı'nca düzenlenen raporda müteveffanın 15/11/2017 tarihinde Kardiyoloji Polikliniğine sevk edilmesine rağmen 17/11/2017 tarihinde hastaneye götürülmesinde ihmal olduğu tıbbi kanaatine varıldığı belirtilmiş ise de, aynı raporun bir önceki cümlesinde mütevaffanın damar yırtığı tipi göz önüne alındığında erken teşhis ve tedavi yapılmış olsa bile hastanın kurtulmasının garanti olmadığının belirtildiği, kaldı ki olay tarihinde kapasitesinin çok üzerinde mahkum barındıran ceza infaz kurumunca ölenin göğüs ağrısı başlar başlamaz 112 Acil Servis ile Düzce Üniversite Hastanesine götürüldüğü, burada müdahalesi ve tedavisi yapılarak kardiyoloji bölümüne sevk edildiği, ölenin kardiyoloji polikliniğinden randevusunun alınıp kardiyoloji bölümüne sevkinin iki gün içerisinde yerine getirildiği, ölenin bu iki gün içerisinde kalmış olduğu ceza infaz kurumunda herhangi bir şekilde acil butonuna dahi basmadığı, ceza infaz kurumunun işleyişi göz önünde bulundurulduğunda normal hastane sevk zinciri dahilinde iki gün içerisinde kardiyoloji bölümüne sevk işlemlerinin tamamlanmasının normal bir süre olduğu, hatta sevk yoğunluğu göz önünde bulundurulduğunda ilgili memurların son derece titiz ve ivedilikle işlemlerini yaptıkları, bu nedenle görevi ihmal veya başkaca bir suçun cezai anlamda unsurları itibariyle oluşmayacağı, tüm bu gerekçelerle aynı olayla ilgili olarak müşteki vekilince ibraz edilen üniversite hastanesi raporunun yeni delil niteliği taşımadığı, Cumhuriyet Başsavcılığımızca şikayet konusuna ilişkin daha önce soruşturma yürütülüp kamu adına kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği ve kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak yeni delil elde edilmediği ..."
25. Başvurucunun söz konusu karara itirazı Düzce 1. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 14/7/2020 tarihinde reddedilmiştir.
C. Tam Yargı Davası Süreci
26. Başvurucu 23/3/2018 tarihinde, Bakanlık aleyhine maddi ve manevi tazminat ödenmesi istemini içeren, hizmet kusuruna -M.Y.nin sağlık kurumuna nakli konusunda gösterildiği ileri sürülen ihmal- dayalı tam yargı davası açmıştır.
27. Bolu İdare Mahkemesi öncelikle ölümün meydana gelmesinde Kurum personelinin -tıbbi sonuçlar doğuracak şekilde- ihmali/kusuru bulunup bulunmadığının anlaşılması adına bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dâhilî Tıp Bilimleri Bölümü Adli Tıp Ana Bilim Dalında görevli profesör unvanlı üç akademisyen tarafından düzenlenen 7/5/2019 tarihli raporun sonuç kısmında özetle aort damarındaki yırtığın seyri kötü, ölümcül bir hastalık olduğu, tanı ve tedavide gecikme yaşanması hâlinde her geçen saat ölüm riskinin artacağı, M.Y. için erken teşhis ve tedavi olmuş olsa bile kurtulacağının garanti olduğunun söylenemeyeceği, bununla beraber 15/11/2017 tarihinde kardiyoloji polikliniği tarafından kontrolü uygun görülmesine karşın 17/11/2017 tarihinde hastaneye götürülmesinin ihmal olduğu yönünde kanaat bildirilmiştir. Aynı bilirkişi kurulu tarafından kusur oranlarının tespitine ilişkin olarak düzenen ek raporda; M.Y.nin ilaçlarını düzenli kullanmadığının kabulü hâlinde bu durumun aort yırtılmasına zemin hazırladığı ancak yırtılmanın tek sebebinin yüksek tansiyon olmadığı belirtilerek M.Y.nin 1/3 oranında kusurlu addedilebileceği, aort yırtılmasında teşhis/tedavi gecikmesinin ölüm riskini artırması nedeniyle Kurumun ihmalinin bulunduğu, ihmalin ölüme etkisi ve yırtılmanın tedaviye rağmen yüksek ölüm riskine sahip olduğu hususu birlikte değerlendirilerek idarenin 1/3 oranında kusurlu addedilebileceği ifade edilmiştir.
28. Bolu İdare Mahkemesi zarara ilişkin olarak bilirkişi incelemesi yaptırmış ve 15/1/2020 tarihli kararla davayı kısmen kabul etmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:
"...meydana gelen olayda idarenin tutuklu müteveffanın tavsiye edilen polikliniğe geç sevk etme ihmaline bağlı hizmet kusurunun varlığı ve davacının da tansiyon ilaçlarının ya hiç ya da zamanında almamak ve koğuştaki arkadaşlarının tavsiyesiyle tekrar revire çıkmamak eylemiyle gerçekleşen ölüm olayında müterafik kusurunun olduğunun bilirkişi raporuyla ortaya konulduğu gözetildiğinde, müteveffadaki ölümcül hastalığın zamanında kardiyoloji polikliniğine sevk edilse dahi ölüm riskinin sonucunun olacağı hususunun davalı idare lehine yorumlanması yerine davacı lehine yorumlanmasının, yine tutuklu müteveffanın bi hakkın muhtemel tahliye tarihini hesaplamada da ceza yargılamasında lehine olabilecek tüm ihtimal ve durumların kendisine uygulanmasının gerektiğinin hakkaniyete daha uygun düşeceği değerlendirildiğinden ve yaşanan hizmet kusurunun olmasının davacıların zarara uğradığı gerçeğini değiştirmeyeceğinden davacıların maddi ve manevi zararlarının tazmini gerektiği kanaatine varılmıştır.
Bu durumda, maddi tazminat istemleri açısından; davalı idarenin 1/3 (%33) oranındaki hizmet kusuruna dayalı olarak tutuklu müteveffanın bi hakkın muhtemel tahliyesiyle davacılardan her biri için ayrı ayrı hesap olunan destekten yoksun kalınan tazminat miktarlarından aktuerya bilirkişisince hesaplanan tutuklu müteveffaya ceza yargılamasındaki etkin pişmanlık hükümleri uygulanarak bi hakkın muhtemel tahliye tarihine göre belirlenen tazminat miktarları; 1. (eş) için hesaplanan destek tazminatının; 106.985,74TL’ 2. (çocuk) için hesaplanan destek tazminatı, 15.865,54-TL, 3. (çocuk) için hesaplanan destek tazminatı, 9.120,25TL’ye ve bu maddi tazminat miktarlarından 3.000,00-TL'lik kısmına idareye başvuru tarihi olan 29.12.2017 tarihinden itibaren, kalan 128.971,53-TL'lik kısmına ıslah dilekçesinin davalı idareye tebliğ edildiği tarih olan 06.01.2020 tarihinden itibaren yasal faiz hükmedilmesi, fazlaya dair talep ile yine diğer davacı (çocuk) [B.Y. nin] zarara uğradığı ispat edilememiş olduğundan bu davacı yönüyle maddi tazminatın reddine hükmedilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
Manevi tazminat istemleri açısından ise, davacılar yakını tutuklu müteveffanın ölümcül bir hastalık sonucu öldüğü tıbben sabit olsa da bu hastalığın ilgili uzman poliklinik olan kardiyolojiye tavsiye edilmesine rağmen geç sevk edilmesi, böylece davalı idarenin ihmale dayalı kusurunun olduğu, bu durumun müteveffanın birinci derece olan kan ve sıhri yakınları olan davacılarda meydana getireceği elem, endişe ve üzüntüye yol açacağı, manevi tazminatın, idari eylem veya işlem nedeniyle duyulan acı, elem ve ızdırabı kısmen de olsa karşılamaya yönelik bir manevi tatmin aracı olması ve manevi tazminatın zenginleşme aracı olamayacağı, ölüm olayında hastalığın etkisi ve müteveffanın da müterafik kusurları hususları birlikte gözetilerek davacılardan eş için takdiren 20.000,00-TL, diğer davacılar V.E.Y. için 10.000,00-TL, yine M.Y. için takdiren 10.000,00-TL, B.Y. için takdiren 10.000,00-TL olmak üzere toplam 50.000,00-TL manevi tazminata hükmedilmesine, bu manevi tazminat tutarlarına da idareye başvuru tarihi olan 29.12.2017 tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte ödenmesi, fazlaya ilişkin manevi tazminat istemlerinin de reddi gerektiği sonucuna varılmıştır..."
29. İşbu değerlendirmenin yapıldığı tarih itibarıyla başvurucu ve Bakanlığın itirazları nedeniyle tam yargı davasına ilişkin uyuşmazlık istinaf incelemesindedir.
30. Başvurucu 2019/18532 numaralı başvuruyu Düzce 2. Sulh Ceza Hâkimliğinin 17/4/2019 tarihli kararını tebliğ aldıktan sonra, 2020/23072 numaralı başvuruyu ise Düzce 1. Sulh Ceza Hâkimliğinin 14/7/2020 tarihli kararını tebliğ aldıktan sonra yapmıştır.
IV. İLGİLİ HUKUK
31. İlgili hukuk için bkz. Mete Dursun, B. No: 2012/1195, 18/11/2015; Mehmet Kaya ve diğerleri, B. No: 2013/6979, 20/5/2015; Necla Özer ve Müslim Özer, B. No: 2013/3782, 21/4/2016; Serfinaz Öztürk, B. No: 2014/18274, 21/9/2017.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
32. Anayasa Mahkemesinin 16/3/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
33. Başvurucu, Kurum yetkilileri tarafından eşinin rahatsızlığı bilinmesine rağmen zamanında sağlık kurumuna sevk edilmediğini, eşinin acı içinde Kurumda bekletildiğini, açık bir ihmal ve kusur olduğunu, kardiyoloji polikliniğine sevki yönünde 15/11/2017 tarihinde hekim tarafından bilgilendirme yapılmasına rağmen 17/11/2017 tarihinde sevkin gerçekleştiğini, ölüm olayını takiben de sorumluların ortaya çıkarılması adına gereken araştırmanın yapılmadığını, açık kusur tespitine karşın konunun irdelenmediğini belirterek adil yargılanma, yaşam ve etkili başvuru hakları ile işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. İncelenen başvurular ceza soruşturması temel alınarak yapılmış olup başvurucunun henüz kesin olarak sonuçlanmayan tam yargı davası sürecine ilişkin bir şikâyeti söz konusu değildir.
34. Bakanlık görüşünde; M.Y.nin 15/11/2017 tarihinde talebi üzerine sağlık kurumuna sevkinin yapıldığı, ilaçlarının temin edildiği, bu tarihten sonra acil butonuna basılmadığı, 17/11/2017 tarihinde de kardiyoloji polikliniğine sevkinin sağlandığı, kamera görüntülerinden anlaşıldığı üzere 17/11/2017 tarihinde M.Y.nin yardıma ihtiyaç duymadan, yürüyerek mahkûm kabul birimine götürüldüğü, M.Y.nin hayatını kaybetmesinde Kurum personelinin ihmalinin bulunmadığı, ölümü takiben gereken delillerin ve bilgilerin toplanması suretiyle soruşturmanın yürütüldüğü ifade edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında başvuru formunda yer alan iddialarını tekrar etmiştir.
B. Değerlendirme
35. Anayasa'nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak "Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı" kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, yaşama, ...hakkına sahiptir.”
36. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Devletin temel amaç ve görevleri, (...) kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
37. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).Başvurucunun ihlal iddiaları Kurum yönetimi ve personelinin eylemine/eylemsizliğine ilişkindir. Bir başka ifadeyle başvurucu, sağlık personelinin eylemi/eylemsizliği ile bağlantılı bir ihlal iddiası ileri sürmemiştir. Bu bağlamda ölüm olayının devletin gözetiminde rahatsızlanılmasını takiben meydana gelmesi ve ihlal iddialarının rahatsızlığa rağmen gerekenlerin ceza infaz kurumu personelince yapılmaması sonucu ölüme yol açıldığı noktasında toplanması nedeniyle -adil yargılanma, etkili başvuru hakları ile işkence ve kötü muamele yasağının da ihlal edildiği ileri sürülmüş ise de- başvurunun maddi (koruma-kurumla bağlantılı) ve usul boyutu bağlamında bir bütün olarak yaşam hakkı kapsamında değerlendirilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
38. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, bu hakka yönelik bir başvuru ancak ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41). Başvuru konusu olayda vefat eden M.Y. başvurucunun eşidir. Bu nedenle başvuruda, başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.
39. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurucunun yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Genel İlkeler
40. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma hakkı birbiriyle sıkı bağlantıları olan, devredilmez ve vazgeçilmez haklardan olup devletin bu konuda pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır. Devletin pozitif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 50, 51).
41. Devlet, öncelikle yaşam hakkına yönelen tehdit ve risklere karşı caydırıcı ve koruyucu yasal düzenlemeler yapmalı ve bununla da yetinmeyerek gerekli idari tedbirleri almalıdır. Bu ödev ayrıca bireyin yaşamını her türlü tehlike, tehdit ve şiddetten koruma yükümlülüğünü de içerir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 51). Pozitif yükümlülükler kapsamında devletin sahip olduğu koruma yükümlülüğü, hem hukuki hem de fiilî tedbirler alınmasını gerektirmektedir. Bu tedbirler korumasız kişilerin etkili bir şekilde korunmalarını sağlamalı, yetkililerin bilgi sahibi oldukları veya olmaları gerektiği durumlarda makul adımlar atmalarını içermelidir (R.K., B. No: 2013/6950, 20/4/2016, § 75).
42. Anayasa Mahkemesinin yaşam hakkı kapsamında devletin pozitif yükümlülükleri açısından benimsediği temel yaklaşıma göre devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında gerçekleşen ölüm olaylarında Anayasa’nın 17. maddesi devlete, elindeki tüm imkânları kullanarak bu konuda ihdas edilmiş yasal ve idari çerçevenin yaşamı tehlikede olan kişileri korumak için gereği gibi uygulanmasını, bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili idari ve yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu yükümlülük, kamusal olsun veya olmasın yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından geçerlidir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 52).
43. Bir kişinin yaşamına yönelik gerçek ve yakın bir tehlikenin bulunduğunun kamu makamlarınca bilindiği ya da bilinmesinin gerektiği durumlarda kamu makamlarının makul ölçüler çerçevesinde bu tehlikenin gerçekleşmesini önleyebilecek şekilde önlem alması gerekir. Ancak özellikle insan davranışlarının öngörülemezliği, öncelikler ve kaynaklar değerlendirilerek yapılacak işlem veya yürütülecek faaliyet tercihi dikkate alındığında pozitif yükümlülük kamu makamları üzerinde aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanamaz (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,§ 53).
44. Bununla birlikte ihmal suretiyle meydana gelen ölüm olaylarında devlet görevlilerinin ya da kurumlarının bu konuda muhakeme hatasını veya dikkatsizliği aşan bir ihmali olduğu yani olası sonuçların farkında olmalarına rağmen söz konusu makamların kendilerine verilen yetkileri göz ardı ederek tehlikeli bir faaliyet nedeniyle oluşan riskleri bertaraf etmek için gerekli ve yeterli önlemleri almadığı durumlarda bireyler kendi insiyatifleriyle hangi hukuk yollarına başvurmuş olurlarsa olsunlar insanların hayatının tehlikeye girmesine neden olan kişiler aleyhine etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi, hiçbir suçlamada bulunulmaması ya da bu kişilerin yargılanmaması 17. maddenin ihlaline neden olabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 60).
45. Anılan yükümlülükler ceza infaz kurumlarında bulunan kişilerin yaşam ve sağlıklarının korunması için de geçerlidir. Bu kapsamda ceza infaz kurumu yetkililerince yerine getirilecek kontrol ve denetim işlemleri ile bu konuda alınacak diğer tedbirlerin mevzuatta ayrıntılı olarak düzenlendiği daha önce Anayasa Mahkemesince tespit edilmiştir (Nejla Özer ve Müslim Özer, B. No: 2013/3782, 21/4/2016, §§ 74-89; Hilmi Moray, B. No: 2013/3053, 21/4/2016, §§ 25-36, Mehmet Kaya ve diğerleri, § 75). Özgürlüğünden yoksun bırakılan kişilerin yaşamlarını ve sağlıklarını koruma konusundaki pozitif yükümlülük, bu kişilerin tıbbi tedavilerine özen gösterilmesi yanında yaşamı üzerinde oluşabilecek olası tehditleri engellemeyi de içerir (Murat Karabulut, B. No: 2013/2754, 18/2/2016, § 43). Bir hükümlü veya tutuklu açısından daha sıkı tedbirlerin gerekip gerekmediği ve bunların uygulanmasının makul olup olmadığı başvuru konusu yapılan her bir somut olayın koşullarına göre değişecektir (Mehmet Kaya ve diğerleri, § 74).
46. Diğer taraftan devletin yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin usule ilişkin yönü, doğal olmayan her ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili bir soruşturma yürütülmesini gerektirmektedir. Yürütülecek bu soruşturmanın temel amacı, yaşam hakkını koruyan hukukun etkili bir şekilde uygulanmasını, kamu görevlilerinin müdahalesiyle veya onların sorumlulukları altında meydana gelen ya da diğer bireylerin filleriyle gerçekleşen ölümler nedeniyle ilgililerin hesap vermelerini sağlamaktır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54). Usul boyutundaki yükümlülüğün yerine getirilmesindeki amaç, yaşamı etkili ve caydırıcı yaptırımlarla koruma altına almak, yaşam hakkını koruyan hukukun etkili bir şekilde uygulanabilmesini sağlamaktır (Aziz Biter ve diğerleri, B. No: 2015/4603, 19/2/2019, § 58).
47. Ceza soruşturmasının etkili olması için soruşturma makamlarının resen ve derhâl harekete geçerek ölüm olayını aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmeleri gerekir. Soruşturmada ölüm olayının nedeninin veya sorumlu kişilerin belirlenmesi imkânını zayıflatan bir eksiklik, etkili soruşturma yükümlülüğüne aykırılık oluşturabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 57). Ceza soruşturmasının fiilen hesap verilebilirliği sağlamak için soruşturma sürecinin kamu denetimine açık olması, ayrıca her olayda, ölen kişinin yakınlarının meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılmalarının sağlanması gerekir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 58).
48. Anayasa Mahkemesi, derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri yargılamalarda bir sonuca varırken Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarını ya da ne ölçüde yaptıklarını değerlendirecektir. Zira derece mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer yaşam hakkı ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Filiz Aka, B. No: 2013/8365, 10/6/2015, § 32). Bu husus hukuk devletine bağlılığın sağlanması, hukuka aykırı eylemlere hoşgörü ve teşvik gösterildiği görünümü verilmesinin engellenmesi yönünden bir gerekliliktir (Fahriye Erkek ve diğerleri, B. No: 2013/4668, 16/9/2015, § 91).
49. Olası cezai sorumluluğun tespiti adına, soruşturma sonrasında kovuşturma aşamasına geçildiği durumlarda ilk derece mahkemesi önündeki yargılama aşaması dâhil bütün sürecin de 17. maddenin gereklerine cevap verebilecek nitelikte olması gerekir. Böylece derece mahkemeleri mağdur olan kişilerin yaşam hakkına yönelik ihlallerin hiçbir durumda cezasız bırakılmamasını teminat altına alabilecektir (Sadık Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 77).
50. Olayların oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi idari ve yargısal makamların ödevidir (Rıfat Bakır ve diğerleri, B. No: 2013/2782, 11/3/2015, § 68). Anayasa Mahkemesinin ilgili soruşturma ve yargılama makamlarının yerine doğrudan geçecek şekilde delillerin değerlendirmesini yapmasının veya yürütülmesi gerekli olan soruşturma işlemlerini belirlemesinin söz konusu olamayacağı belirtilmelidir. Başka bir ifadeyle Anayasa Mahkemesinin görevi, bu makamların maddi olaylara ilişkin yaptıkları değerlendirmenin yerine kendi değerlendirmesini koymak değildir (Hıdır Öztürk ve Dilif Öztürk, B. No: 2013/7832, 21/4/2016, § 185). Anayasa Mahkemesinin bu husustaki görev ve yetkisi ilgili yargısal sürecin Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının güvencelerinde aranan hususların sağlanıp sağlanmadığının incelemesinden ibarettir.
b. İlkelerin Olaya Uygulanması
51. Somut süreçte özetle başvurucunun eşi, ceza infaz kurumunda tutuklu olarak bulunmakta iken 15/11/2017 tarihinde rahatsızlanmış; acil serviste yapılan tedavi sonrası kardiyoloji polikliniğince kontrolü uygun görülmesine rağmen aynı gün ceza infaz kurumuna geri götürülmüş, rahatsızlığının devam etmesi üzerine 16/11/2017 tarihinde sevk evrakı hazırlanmasına karşın 17/11/2017 tarihinde sağlık kurumuna götürülerek aort yırtılması nedeniyle derhâl ameliyata alınmış ve takip eden günlerde tedaviye cevap vermeyerek 21/11/2017 tarihi itibarıyla hayatını kaybetmiştir.
52. Yaşam hakkına ilişkin ihlal iddiasının değerlendirilmesinde öncelikle Kurum yetkililerinin M.Y.nin sağlığının bozulmasına ilişkin durumu/ciddiyeti bilip bilmediklerinin veya bilmelerinin gerekip gerekmediğinin saptanması, riski bildikleri veya bilmeleri gerektiği sonucuna ulaşılması hâlinde de M.Y.nin sağlığının korunması, sağlık hizmetine erişiminin sağlanması açısından gerekli önleyici tedbirleri alıp almadıklarının tespiti gerekmektedir.
53. Devletin yaşamı koruma amacıyla gerekli tedbirleri alma yükümlülüğü bağlamında M.Y.nin sağlık durumuna ilişkin durumuna dair riskin öngörülebilir olup olmadığı açısından süreç ele alındığında şu hususlar öne çıkmaktadır:
- M.Y.nin Kuruma girdiği tarih itibarıyla yapılan muayenesi sonucu yüksek tansiyon hastası olduğu anlaşılmış olduğundan bu durum Kurum yetkililerinin bilgisi dâhilindedir.
- M. Y. 22/11/2016 ile 20/4/2017 tarihleri arasında birden fazla kez olmak üzere sağlık kurumuna sevk edilmiş, adına reçeteler düzenlenmiştir. Sevk sebeplerinden biri de tansiyon hastalığıdır.
- M. Y. 15/11/2017 tarihinde göğüs ağrısı şikâyetiyle 112 Acil ambulansı ile sağlık kurumuna sevk edilmiş, yapılan tetkik ve tedavinin ardından kardiyoloji polikliniğinde kontrol edilmesinin uygun olduğu yönünde sağlık kurumunda görevli hekimler tarafından ilgili evraka kayıt düşülmüştür. Bu öneri Kurumun sevk evrakına da hekimler tarafından işlenmiştir.
- M. Y. 15/11/2017-16/11/2017 tarihlerinde kardiyoloji polikliniğine götürülmemiş, ceza infaz kurumuna geri getirilmiştir.
- M. Y.nin göğüs ağrısı şikâyetleri 16/11/2017 tarihinde de devam etmiş, koğuş arkadaşları bu durumu Kurum personeline iletmiş, Kurum yetkilileri 16/11/2017 tarihli sevk evrakı hazırlamış ancak sevk gerçekleşmemiştir.
- M. Y. 17/11/2017 tarihinde koğuş arkadaşlarının Kurum personeline durumu hatırlatması üzerine aynı gün saat 14.00 civarında hastaneye sevk edilmiş ve götürüldüğü hastanede aort yırtılması tanısı ile acil ameliyat edilmesi gerektiği kanaatine ulaşılması sonucu daha iyi koşulları olan başka bir hastaneye götürülerek derhâl ameliyata alınmış, ameliyatın ardından da kısa süre içinde vefat etmiştir.
54. Aktarılan -kamu makamları tarafından da aksi ileri sürülmemiş olan- hususlara bakıldığında M.Y.nin tansiyon hastası olduğu, bu durumun Kurumun bilgisi dâhilinde bulunduğu ve 15/11/2017 tarihinde ciddi bir rahatsızlık hissetmesi sonucu 112 Acil ambulansı ile sağlık kurumuna götürüldüğü anlaşılmıştır. Sevk edildiği sağlık kurumunun hekimleri tarafından verilen "kardiyoloji polikliniğinde muayene edilmesi" yönündeki tavsiyeden de -sevk evrakına işlenen kayıt dikkate alındığında- Kurum yetkililerinin haberdar olmadığı söylenemeyecektir. Ayrıca 16/11/2017 tarihinde koğuş arkadaşlarının M.Y.nin durumunun kötü olduğunu Kurum personeline bildirdiği ve aynı gün sevk evrakı düzenlendiği de gözönüne alındığında Kurum yetkililerinin M.Y.nin 15/11/2017 tarihi itibarıyla başlayan ve 17/11/2017 tarihinde acil bir biçimde ameliyata alınması ile devam eden süreçte ciddi bir rahatsızlık nedeniyle sağlık hizmetine ihtiyaç duyduğu konusunda -dolayısıyla riskin varlığı noktasında- bilgi sahibi olduğu, sağlığın korunması yönündeki gerekliliğin öngörülebilir nitelikte olduğu değerlendirilmiştir. M.Y.nin sevk işlemine ilişkin yazının 16/11/2017 tarihinde bizzat Kurum tarafından hazırlanmasının Kurumun durumun aciliyeti konusunda bilgi sahibi olduğuna dair bir emare olarak kabul edilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda M.Y.nin sağlığının korunması için Kurum yetkililerinin yaşam hakkının getirdiği pozitif (koruma) yükümlülükler doğrultusunda önleyici tedbirler alması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
55. Bu aşamadan sonra M.Y.nin sağlığının korunması, sağlık hizmetine erişiminin sağlanması açısından -riskleri bertaraf etmek için- gerekli ve yeterli önlemlerin alınıp alınmadığının tespiti gerekmektedir.
56. Ceza infaz kurumunda tutulmanın pratik gerekleri çerçevesinde mahkûmların sağlık ve esenlikleri gibi hususların yeterli bir şekilde güvence altına alınması ve gerekli tıbbi yardımın sağlanması gereklidir. Mahpuslar için bir ceza infaz kurumundaki durum tüm yönleriyle, geniş bir alanda değerlendirilmelidir. Anayasa’nın 17. maddesi uyarınca bir ihlal bulunup bulunmadığı hususunda yapılacak değerlendirmede Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları ile birlikte özellikle Avrupa İşkence ve İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Ceza veya Muamelenin Önlenmesi Komitesinin (CPT) belirlediği standartlar ve ülkemiz hakkında hazırladıkları raporlar da gözönüne alınmalıdır. Anayasa Mahkemesi daha önce benzer başvurular için verdiği kararlarda somut olaylara ilişkin iddialarla birlikte koşulların bir bütün olarak gözetilmesi gerektiğini belirtmiştir (Turan Günana, B. No: 2013/3550, 19/11/2014, Mete Dursun; Mehmet Kaya ve diğerleri). Sonuç olarak Anayasa Mahkemesi ceza infaz kurumunun koşullarını, yapılan tıbbi yardımın, uygulamanın kalitesini ve mahpusun özel koşulları gibi hususları inceleyerek Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan hakların ihlal edilip edilmediğini her olayın kendine has özelliklerine göre takdir edecektir.
57. Kurum idaresinin yaşam hakkına ilişkin koruma yükümlülüğü perspektifinde M.Y.nin ölümü ile sonuçlanan sürece bakıldığında Kurum tarafından M.Y.nin Kuruma giriş tarihinde sağlık muayenesinin yapıldığı, muhtelif tarihlerde çeşitli şikâyetleri nedeniyle sağlık kurumuna sevk edildiği, ilaçlarının temin edildiği, son süreçte ise 15/11/2017 tarihinde göğüs ağrısı hissetmesi üzerine 112 Acil ambulansı ile sağlık kurumuna götürüldüğü anlaşılmıştır. Bu safhadan sonra ise M.Y.nin aynı gün Kuruma geri getirildiği, 15/11/2017 tarihinde müdahaleyi yapan doktorlar tarafından kardiyoloji polikliniği muayenesi önerilmesine ve M.Y.nin ağrılarının devam ettiğinin, durumunun kötü olduğunun koğuşta bulunan kişiler tarafından bildirilmesine hatta 16/11/2017 tarihli sevk evrakı hazırlanmasına karşın M.Y.nin 16/11/2017 tarihinde sağlık kurumuna götürülmediği, ertesi gün yine koğuşta bulunan kişilerin hatırlatması üzerine saat 14.00 sıralarında sevkin sağlandığı, sağlık kurumunda da acil olarak ameliyatın gerçekleştirildiği anlaşılmıştır. Tansiyon hastası olduğu bilinen, henüz acil servis tedavisinden döndüğü açık olan, acil servis hekimlerince kardiyoloji doktorları tarafından kontrol edilmesinin önerildiği ve durumunun da kötü olduğu bildirilen M.Y. için Kurum idaresinin daha sıkı tedbirler alması, kontrol ve denetimi sıklaştırması beklenecektir. Hekim tavsiyesine ve koğuşta bulunan diğer kişilerin M.Y.nin durumunun kötü olduğu yönündeki bildirimlerine karşın bir gün önce acil olarak hastaneye götürülen M.Y.nin 16/11/2017 tarihinde sevk evrakı hazırlanmışken hastaneye götürülmeyerek sağlık hizmetine erişiminin sağlanmaması, yaşamı koruma yükümlülüğü bağlamında açık bir eksiklik olarak görülmüştür. Süreçte bu gecikmeye/eylemsizliğe ilişkin olarak sevkin neden daha erken yapılmadığına, kardiyoloji muayenesi için girişimde bulunulmadığına dair kamu makamları tarafından somut olayın koşullarına uygun, yeterli bir açıklamada bulunulmamıştır. Bu bağlamda M.Y.nin zamanında gereken tıbbi müdahaleye imkân verebilecek şekilde sağlık durumunun yakından takip edildiğinden söz edilemeyecektir. Bu tespitler karşısında somut olayda Kurum yetkililerinin makul ölçüler çerçevesinde yaşama yönelik gerçek ve yakın bir tehlikenin gerçekleşmesini önleyebilecek şekilde önlem aldıklarını söylemek mümkün görünmemektedir.
58. Diğer taraftan tam yargı davası sürecinde Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dâhilî Tıp Bilimleri Bölümü Adli Tıp Ana Bilim Dalında görevli, profesör unvanlı üç akademisyen tarafından düzenlenen 7/5/2019 tarihli bilirkişi raporunda "15/11/2017 tarihinde kardiyoloji polikliniği tarafından kontrolü uygun görülmesine karşın M.Y.nin 17/11/2017 tarihinde hastaneye götürülmesinin ihmal olduğu" yönünde belirtilen kanaat yukarıda ulaşılan sonucu destekler niteliktedir.
59. Ayrıca somut olayın kendine özgü koşulları dikkate alındığında hastalığın seyri, ağır ve acil müdahale gerektiren bir mahpusun söz konusu olması karşısında-Başsavcılık kararında ifade edilen- rutin sevk işlemlerinde mahpus sayısının fazlalığının gecikmeye mazeret olamayacağı ve bu anlamda sevk sürecindeki gecikme temelinde bu yapılan yorumun pozitif yükümlülük bağlamında Kurum idaresi üzerinde aşırı bir yük olarak nitelendirilemeyeceği değerlendirilmiştir.
60. Bununla beraber Başsavcılığın kovuşturmaya yer olmadığı kararında üzerinde durduğu hususun (bkz. § 24) aksine mahpusun sağlık durumunun ciddiyetinin ve benzer vakalarda karşılaşılan örnekler nedeniyle yaşama olasılığının düşük olmasının yaşam hakkına ilişkin güvenceler bağlamında bir öneminin bulunmadığının altının çizilmesi gerekir. Muhtemel ölüm sonucundan bağımsız olarak koruma yükümlülüğü bağlamında devlet üzerine düşenleri yerine getirmek durumundadır. Burada üzerinde titizlikle durulması gereken husus, yetkili kişi veya kuruluşların hastanın yaşama şansına ilişkin riskleri azaltmak veya mümkünse bertaraf etmek için kendilerinden makul olarak beklenebilecekleri yapıp yapmadığıdır (benzer değerlendirme için bkz. İrfan Durmuş ve diğerleri, B. No: 2014/4153, 11/5/2017, § 131).
61. Bu tespitler ve açıklamalar ışığında Kurum yetkililerinin M.Y.nin yaşamının korunması için gerekli olan makul ve etkili tedbirleri almasında yetersiz kaldığı sonucuna ulaşılmıştır.
62. Açıklanan gerekçelerle yaşamı koruma yükümlülüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
63. Bu aşamadan sonra yaşam hakkına ilişkin pozitif yükümlülüğün usule ilişkin yönü olan etkili soruşturma yükümlülüğünün değerlendirilmesi gerekir. Somut süreçte Başsavcılık, Kurum personeli hakkında kamu davası açılmasını gerektirir somut hukuki delil bulunmadığı gerekçesiyle (bkz. § 24) kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir.
64. Kişilerin yaşamı ile vücut bütünlüğü üzerinde ortaya çıkan risklerin en aza indirilmesi ve gerekli önlemlerin alınması konusunda sorumluluğu bulunan kişilerin tespit edilebilmesi ve tespit edilen sorumluluklar karşısında devletin göstereceği yargısal tepki, benzer olayların yaşanmaması bakımından da önem taşımaktadır.
65. M.Y.nin ölümünde yaşamı koruma yükümlülüğünün ihlali sonucunu doğuran olgular yukarıda aktarılmıştır. Savcılığın soruşturma sürecinde anılan -yaşamı koruma yükümlülüğünün ihlal edilmesine neden olan- hususlara ilişkin kapsamlı bir değerlendirmede bulunmadığı gözlemlenmiştir. İlk takipsizlik kararının verildiği süreçte sevkin geç yapıldığı iddiası yönünden bir değerlendirme bulunmazken başvurucunun tam yargı davasında düzenlenen bilirkişi raporu ile yaptığı itiraz üzerine yapılan değerlendirmede de iki günün normal bir süre olduğu yönünde, herhangi bir veri ile desteklenmeyen, somut olayın koşulları ile ilişkilendirilmemiş soyut bir kabul esas alınarak sonuca ulaşıldığı anlaşılmıştır. Diğer taraftan Başsavcılık, zamanında sevk yapılması hâlinde dahi ölümün gerçekleşmeyeceğinin garanti edilemeyeceği hususuna kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin kararının gerekçesinde değinmiştir. Ancak yukarıda yapılan değerlendirmede belirtildiği üzere benzer vakalarda karşılaşılanlar nedeniyle yaşama olasılığının düşük olmasının yaşam hakkına ilişkin güvenceler bağlamında bir önemi bulunmamaktadır (bkz. § 55). Bu nedenle soruşturma makamlarının kişinin yaşama şansına ilişkin risklerin azaltılması, bertaraf edilmesi adına makul adımların atılıp atılmadığını değerlendirmesi, bir başka ifadeyle muhtemel ölüm varsayımına bağlı olarak bir değerlendirme yapmaması gerektiği açıktır.
66. Bu bağlamda ciddi/yakın riskin varlığına karşın etkin ve pratik önlemlerin alınmasında yetersiz kalındığı, özetle kamu görevlilerin eylemleri/eylemsizlikleri ile bağlantılı olarak yaşamı koruma yükümlüğünün ihlal edildiği sonucuna ulaşıldığından kamu görevlileri hakkında -ihlale neden olan hususlara dair kapsamlı herhangi değerlendirme yapılmadan- kovuşturmaya yer olmadığına kararı verilmesinin ve bu bağlamda sorumluların ortaya çıkarılmasının engellenmesinin yaşam hakkı kapsamında etkili ceza soruşturması yürütülmesi yükümlülüğü bakımından ihlal sonucu doğurduğu kanaatine ulaşılmıştır.
67. Açıklanan gerekçelerle somut olayda yürütülen ceza soruşturmasında etkili ceza soruşturması yürütme yükümlülüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
68. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
69. Başvurucu; yaşam hakkının ihlalinin tespitine, etkili bir soruşturma yapılması için gereken tedbirlerin alınmasına ve tazminat ödenmesine karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
70. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
71. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
72. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).
73. İncelenen başvuruda yaşamı koruma ve etkili soruşturma yükümlülüğünün ihlal edildiğine karar verilmiştir. Başvuruya konu soruşturmada ölüm olayının tüm yönlerinin ortaya konulamadığı, yürütülen soruşturmanın teoride olduğu gibi fiilen de hesap verilebilirliği sağlayamadığı gerekçesiyle Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında yaşam hakkının hem maddi hem de usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmiştir. Buna göre ihlalin soruşturma makamlarının işlemlerinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
74. Bu durumda yaşam hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden soruşturma ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda Cumhuriyet başsavcılığının yapması gereken iş, önceki kovuşturmaya yer olmadığına dair kararını kaldırmak ve akabinde ihlal kararında tespit edilen eksiklikleri giderecek şekilde yeni bir soruşturma yapmaktan ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere Düzce Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
75. Başvurucu tazminat isteminde de bulunmuştur. Ancak M.Y.nin vefatı ile sonuçlanan süreç nedeniyle açılmış bulunan -yaşam hakkına ilişkin olarak giderim sağlama imkanını barındıran- tazminat davası henüz sonuçlanmadığından ve başvurucunun tazminat davasının kesinleşmesinin ardından giderim sağlanmadığı iddiasıyla yeni bir bireysel başvuru yapma imkânının bulunduğu açık olduğundan bu aşamada tazminat isteminin reddine karar verilmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
76. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 811,50 TL harç ve4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 5.311,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Yaşamı hakkının maddi boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. 1. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının maddi boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,
2. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin yaşam hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere Düzce Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,
D. Tazminat isteminin REDDİNE,
E. 811,50 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 5.311,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 16/3/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.