logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Mustafa Er [1.B.], B. No: 2019/2113, 3/5/2023, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MUSTAFA ER BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/2113)

 

Karar Tarihi: 3/5/2023

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Recai AKYEL

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

İrfan FİDAN

 

 

Muhterem İNCE

Raportör

:

Mahmut ALTIN

Başvurucu

:

Mustafa ER

Vekili

:

Av. Hüseyin MUTLU

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, zilyetliğe dayalı tapu iptali ve tescil davasının süresinde açılmadığı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 16/1/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

5. Başvuru konusu Karaman'ın Merkez ilçesine bağlı Taşkale köyünde kâin 6743 parsel sayılı 800,01 m² yüz ölçümündeki taşınmaz, 8/11/1996 tarihli ve 225 sıra sayılı Millî Emlak Genel Tebliği ile bu Tebliğ'in dayanağı olan Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünce yayımlanan 14/10/1996 tarihli ve 1996/6 numaralı Genelge'ye göre 6/12/2006 tarihinde ihdasen -idari yolla- Hazine adına ham toprak vasfıyla tescil edilmiştir.

6. Başvurucu, başvuru konusu taşınmazın Hazine adına tescilinden önce otuz yıldan fazla bir süre babası tarafından zilyet olarak kullanıldığını ve kendisine miras kaldığını belirterek 5/12/2016 tarihinde Karaman 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) Hazine aleyhine zilyetliğe dayalı tapu iptali ve tescil davası açmıştır.

7. Mahkemece yapılan keşif sonrası dosyaya sunulan bilirkişi raporlarında taşınmazın bulunduğu bölgede 31/5/1972 tarihinde kadastro çalışması yapıldığı ve başvuru konusu taşınmazın paftasında dere olarak göründüğü ifade edilmiştir.

8. Mahkeme 13/9/2018 tarihinde süresinde açılmaması nedeniyle davanın kesin olarak reddine karar vermiştir. Mahkeme gerekçesinde, öncelikle başvuru konusu taşınmazın 6/12/2006 tarihinde ihdas yolu ile Hazine adına tescil edildiği ifade edilmiştir. Ardından 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 12. maddesi uyarınca kadastro tespitine ilişkin tutanakların kesinleşmesinden itibaren on yıllık hak düşürücü süre geçtikten sonra kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak dava açılamayacağı açıklanmış ve başvuru konusu taşınmazın Hazine adına tesciline dayanak tutanakların kesinleşmesinden on yıl geçtikten sonra davanın açıldığı izah edilmiştir.

9. Nihai karar, başvurucuya 18/12/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 16/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

10. Başvurucunun istinaf başvurusu mahkeme kararının kesin olduğu gerekçesiyle 27/2/2019 tarihinde reddedilmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. İlgili Mevzuat

11. 3402 sayılı Kanun'un 12. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"30 günlük ilan süresi geçtikten sonra, dava açılmayan kadastro tutanaklarına ait sınırlandırma ve tespitler kesinleşir.

Kadastro müdürü tarafından onaylanarak kesinleşen tutanaklar ile kadastro mahkemesinin kesinleşmiş kararları; kesinleşme tarihleri tescil tarihi olarak gösterilmek suretiyle en geç 3 ay içinde tapu kütüklerine kaydedilir.

Bu tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamaz ve dava açılamaz.

…”

B. Yargıtay Kararları

12. Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 31/3/2015 tarihli ve E.2014/9306, K.2015/2290 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...3402 sayılı Kanunun 12/3. maddesi, kadastro tespit tutanağı düzenlenen taşınmazlar yönünden uygulanmaktadır. Genel arazi kadastrosu sırasında tescil dışı bırakılan daha sonra ihdas yoluyla Hazine adına tapuya tescil edilen yerler ile halen tescil dışı olan taşınmazlar yönünden 3402 sayılı Kanunun 12/3. maddesinin uygulanma olanağı bulunmamaktadır.

Somut uyuşmazlıkta davacılar, tapu kayıtlarına tutunarak 1957 yılında yapılan genel arazi kadastrosu sırasında tescil dışı bırakılıp sonradan ihdas yoluyla Hazine adına tapuya tescil edilen 374 ada 265, 266, 275, 276, 277, 285, 288, 289, 290, 291, 294, 295, 297, 298, 299, 302, 309, 321, 322, 323 ve 324 sayılı parseller yönünden tapu iptali tescil, fen bilirkişi tarafından düzenlenen krokili raporda (I), (M) ve (S) harfleriyle işaretlenen tescil dışı taşınmazlar yönünden ise, TMK'nın 713. maddesi uyarınca tescil davası açtıklarından 3402 sayılı Kanunun 12/3. maddesi uygulanamaz.

Bu durumda, mahkemece, davaya konu 374 ada 265, 266, 275, 276, 277, 285, 288, 289, 290, 291, 294, 295, 297, 298, 299, 302, 309, 321, 322, 323 ve 324 sayılı parsellerin tapu kayıtları tapu müdürlüğünden getirtilip, anılan parseller ile halen tescil dışı olan (I), (M) ve (S) harfleriyle işaretlenen taşınmazlar yönünden gerekli inceleme araştırma yapılıp işin esası hakkında hüküm kurulması gerekirken, dosya kapsamına uygun düşmeyen gerekçeyle davanın hakdüşürücü süre yönünden reddi doğru değildir..."

13. Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 7/4/2003 tarihli ve E.2003/1891, K.2003/2271 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...Dava konusu parsellerin kapsadığı taşınmaz bölümleri 1963 yılında yapılan kadastro çalışmaları sırasında dere yatağı niteliği ile tespit dışı bırakılmış, 8.3.1989 tarihinde ihdasen Hazine adına 2111 parsel numarası ile tapuya tescil edilmiş, ifraz sonucu 6356 ada 2180 ve 6358 ada 2182 parseller oluşmuştur.

Davacı vekili, 1962 yılından bu yana süre gelen kazanmayı sağlayan zilyetlik nedeniyle iptal ve tescil isteğinde bulunmuştur. Mahkemece, dava konusu taşınmazların idari yoldan Hazine adına tapuya tescil edildiği 1989 tarihinden 26.12.2002 dava tarihine kadar 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12/3. maddesinde belirtilen 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçmiş olması nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir.

3402 sayılı Kadastro Kanununun 12/3. maddesinde, kadastro tutanaklarında belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren 10 yıl geçtikten sonra kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanılarak itiraz olunamaz ve dava açılamaz denilmiştir. Somut olayda, dava konusu parsellerin esası olan 2111 parsel idari yoldan Hazine adına tapuya tescil edilmiştir. Bu yolda oluşan tapu kayıtlarına karşı herhangi bir hak düşürücü süreye bağlı olmaksızın her zaman dava açılması mümkün Az önce de açıklandığı üzere, bu süre kadastro yolu ile veya kadastro mahkemesince tesis edilen kayıtlarla ilgili olan bir hükümdür. 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12/3. maddesinde belirtilen 10 yıllık hak düşürücü sürenin olaya uygulama kabiliyeti bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle mahkemenin gerekçesi de yerinde görülmemiştir. İddia ve savunma çerçevesinde taraf delillerinin eksiksiz olarak toplanıp birlikte değerlendirilmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmiş olması doğru görülmemiştir..."

14. Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 2/3/1994 tarihli ve E.1992/1232, K.1994/2243 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...Davacı; eskiden beri zilyetliği altında bulunan taşınmazının tapulama çalışmaları sırasında 766 parsel numarası ile Hazine adına tesbit ve tescil edildiğini ileri sürerek, kaydın iptali ile adına tesciline karar verilmesini istemiştir. Davalı ve karşılık davanın davacısı Hazine; iptal ve tescil davasının reddine; davacı ... uyuşmazlık konusu parsele elatmanın önlenilmesine karar verilmesini savunmuş, mahkemece; tapu iptali ve tescil davasının reddine, karşılık davanın kabulüne karar verilmesi üzerine hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Mahkemece; 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12/3. maddesinde belirtilen 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçmiş olduğundan hareketle, davanın reddine karar verilmiştir. Uyuşmazlık konusu 766 parsele ait tapu kaydında taşınmazın ihdasen Hazine adına tescil edildiği açıklanmıştır. 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12/3. maddesinde; kadastro yoluyla oluşturulan kayıtlara karşı tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren 10 yıl geçtikten sonra kadastrodan önceki sebebe dayanılarak itiraz olunamayacağı ve dava açılamıyacağı belirtilmiştir. Az önce açıklandığı üzere uyuşmazlık konusu parsele ait tapu kaydı kadastro yoluyla oluşturulmadığı için dava bu maddede belirtilen hak düşürücü süreye tabi değildir. Eş bir anlatımla, ihdasen oluşturulan bir kayda karşı süreye bağlı olmaksızın her zaman dava açılabilir. Mahkemece bu yön gözönünde tutulmayarak hak düşürücü sürenin geçmiş olması nedeniyle davanın reddine karar verilmiş olması yasaya aykırıdır. İddia ve savunma çerçevesinde taraf delillerinin toplanıp sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde davanın reddi yolsuzdur..."

V. İNCELEME VE GEREKÇE

15. Anayasa Mahkemesinin 3/5/2023 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

16. Başvurucu, evvela başvuru konusu taşınmazın Hazine adına tescil tarihinden önce otuz yıldan fazla bir süre zilyet olarak babası tarafından kullanıldığını, sonrasında kendisine miras kaldığını zikretmiştir. Başvurucu bu taşınmazın ihdasen Hazine adına tescil edilmesi üzerine zilyetliğe dayalı olarak açtığı tapu iptal ve tescil davasının hukuka açıkça aykırı ve keyfî bir şekilde reddedildiğini belirterek gerekçeli karar, adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

B. Değerlendirme

17. Anayasa'nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesi şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.

Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz."

18. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Başvurucunun yukarıda yer verilen şikâyetlerinin özü, davanın süresinde açılmadığından bahisle usulden reddedilmesi nedeniyle uyuşmazlığın esasının incelenmemesidir. Buna göre başvurucunun ihlal iddiaları adil yargılanma hakkının güvencelerinden biri olan mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

19. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Hakkın Kapsamı ve Müdahalenin Varlığı

20. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine "...ile adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni (Sözleşme) yorumlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017, § 34).

21. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden yararlanmak mümkün olmaz (Mohammed Aynosah, B. No: 2013/8896, 23/2/2016, § 33).

22. Anayasa Mahkemesi, bireysel başvuru kapsamında yaptığı değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına geldiğini ifade etmiştir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).

23. Somut olayda tapu iptali ve tescil davasının hak düşürücü süre yönünden reddedilerek esasının incelenmemesi nedeniyle başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik bir müdahalenin bulunduğu görülmektedir.

b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

24. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

25. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 36. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu nedenle öncelikle başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağının bulunup bulunmadığının incelenmesi gerekir.

26. Hak ve özgürlüklerin, bunlara yapılacak müdahalelerin ve sınırlandırmaların kanunla düzenlenmesi bu haklara ve özgürlüklere keyfî müdahaleyi engelleyen, hukuk güvenliğini sağlayan demokratik hukuk devletinin en önemli unsurlarından biridir (Tahsin Erdoğan, B. No: 2012/1246, 6/2/2014, § 60).

27. Müdahalenin kanuna dayalı olması öncelikle şeklî manada bir kanunun varlığını zorunlu kılar. Şeklî manada kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından Anayasa'da belirtilen usule uygun olarak kanun adı altında çıkarılan düzenleyici yasama işlemidir. Hak ve özgürlüklere müdahale edilmesi ancak yasama organınca kanun adı altında çıkarılan düzenleyici işlemlerde müdahaleye imkân tanıyan bir hükmün bulunması şartına bağlıdır. TBMM tarafından çıkarılan şeklî anlamda bir kanun hükmünün bulunmaması hakka yapılan müdahaleyi anayasal temelden yoksun bırakır (Ali Hıdır Akyol ve diğerleri [GK], B. No: 2015/17510, 18/10/2017, § 56).

28. Kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının da bireylerin davranışlarının sonucunu öngörebileceği kadar hukuki belirlilik taşıması gerekir. Bir diğer ifadeyle kanunun kalitesi de kanunilik koşulunun sağlanıp sağlanmadığının tespitinde önem arz etmektedir (Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55). Müdahalenin kanuna dayalı olması, iç hukukta müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir ve öngörülebilir kuralların bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44). Kanunilik unsuru yönünden değerlendirme yapılırken derece mahkemelerince müdahaleye imkân tanıyan kanun hükümlerinin yorumu ve bu hükümlerin olaya uygulanması bariz takdir hatası ya da açık keyfîlik içermediği sürece bu alanda bir inceleme yapılması bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmaz. Ancak derece mahkemelerinin müdahaleye imkân tanıyan kanun hükmünü açık bir biçimde hatalı yorumladıkları ve uyguladıklarının tespiti hâlinde müdahalenin kanunilik temelinden yoksun olduğu sonucuna ulaşılabilir (Ramazan Atay, B. No: 2017/26048, 29/1/2020, § 29).

29. Somut olayda Mahkemece başvuru konusu taşınmaza ilişkin bir kadastro tutanağının varlığı ortaya koyulamamıştır. Bununla birlikte Mahkemeye sunulan bilirkişi raporlarında taşınmazın bulunduğu bölgede 31/5/1972 tarihinde kadastro çalışması yapıldığı ve başvuru konusu taşınmazın paftasında dere olarak göründüğü ifade edilmiştir. Öte yandan başvuru konusu taşınmazın 6/12/2006 tarihinde ihdas yolu ile Hazine adına tescil edildiği kabul edilmesine rağmen 3402 sayılı Kanun'un 12. maddesine dayanılarak kadastro tutanaklarının kesinleşmesinden on yıl geçtikten sonra açılan davanın süresinde olmadığına hükmedilmiştir.

30. Buna göre 3402 sayılı Kanun'un 12. maddesi gerekçe gösterilerek zilyetliğe dayalı tapu iptali ve tescil davasının esası incelenmemiştir. Hâlbuki anılan maddede hakkında kadastro tutanağı düzenlenen taşınmazlara ilişkin olarak kadastrodan önceki hukuki sebebe dayalı taleplerinin/itirazların bu tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıllık hak düşürücü süreye tabi olduğu düzenlenmiştir. Öte yandan hakkında kadastro tespit tutanağı düzenlenmeyen -tescil harici bırakılan- taşınmazların bu maddenin kapsamına girmediği anlaşılmıştır. Buna mukabil 3402 sayılı Kanun'un 12. maddesinde öngörülen hak düşürücü sürenin ihdas yoluyla Hazine adına tapuya tescil edilen taşınmazları da kapsadığı mahkeme kararında gösterilmeden anılan maddenin başvurucu tarafından öngörülmesi mümkün olmayan/öngörülemez biçimde yorumlanması, diğer bir deyişle kanun hükmünün açıkça keyfî ve hakkın tesliminden kaçınacak (adaleti hiçe sayacak) biçimde yorumlanmasının kabul edilebilir bir muhakemeye dayanmadığı değerlendirilmiştir.

31. Nitekim yukarıda alıntılanan yerleşik Yargıtay içtihatlarında da 3402 sayılı Kanun'un 12. maddesindeki hak düşürücü sürenin kadastro tutanağı düzenlenen taşınmazlarla ilgili olduğu, hakkında kadastro tutanağı düzenlenmeyip genel arazi kadastrosu sırasında tespit dışı bırakılan, daha sonra ihdas yoluyla Hazine adına tapuya tescil edilen taşınmazlara yönelik herhangi bir hak düşürücü süreye bağlı olmaksızın her zaman dava açılabileceği kabul edilmektedir (bkz. §§ 12-14).

32. Bu itibarla Mahkemenin somut olaya uygulanması mümkün olamayan 3402 sayılı Kanun'un 12. maddesindeki hak düşürücü süreyi dikkate alarak davanın süresinde açılmadığı gerekçesiyle davayı reddetmesinin kanuni bir dayanağının bulunmadığı sonucuna ulaşılmaktadır. Varılan sonuca göre müdahalenin meşru bir amacının bulunup bulunmadığının veya ölçülü olup olmadığının değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.

33. Yukarıda açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. Giderim Yönünden

34. Başvurucu; ihlalin tespit edilmesi, tazminata ve yeniden yargılamaya hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.

35. Başvuruda tespit edilen mahkemeye erişim hakkı ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

36. Öte yandan mahkemeye erişim hakkı yönünden ihlalin niteliğine göre yeniden yargılama yapmanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından başvurucunun tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Karaman 2. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2016/104, K.2018/248) GÖNDERİLMESİNE,

D. 364,60 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.264,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 3/5/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim Birinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal)
Künye
(Mustafa Er [1.B.], B. No: 2019/2113, 3/5/2023, § …)
   
Başvuru Adı MUSTAFA ER
Başvuru No 2019/2113
Başvuru Tarihi 16/1/2019
Karar Tarihi 3/5/2023

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru, zilyetliğe dayalı tapu iptali ve tescil davasının süresinde açılmadığı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) Mahkemeye erişim hakkı (hukuk) İhlal Yeniden yargılama

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 3402 Kadastro Kanunu 12
  • pdf
  • udf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi