TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
BURAK MANĞUŞ VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2019/22854)
|
|
Karar Tarihi: 4/11/2020
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
Raportör
|
:
|
Selçuk KILIÇ
|
Başvurucular
|
:
|
Burak MANĞUŞ ve diğerleri
(bkz. ekli tablonun (B) sütunu)
|
Başvurucular Vekili
|
:
|
Bkz. ekli tablonun (C) sütunu
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine
dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasının esası
incelenmeden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme
hakkı ile yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının
ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvurular muhtelif tarihlerde yapılmıştır.
3. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Ekli tablonun (A) sütununda numaraları belirtilen
başvuruların konu yönünden irtibatları nedeniyle 2019/22854 numaralı başvuru
ile birleştirilmesine ve incelemenin 2019/22854 numaralı başvuru üzerinden
sürdürülmesine karar verilmiştir.
5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 71.
maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana
ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine
karar verilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
ilgili olaylar özetle şöyledir:
A. Arka Plan
Bilgisi
9. Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe
teşebbüsüyle karşı karşıya kalmıştır. Devletin yetkili organları tarafından tehdit
değerlendirmesi yapılarak demokratik anayasal düzene, bireylerin temel hak ve
hürriyetlerine, millî güvenliğe yönelik tehdit oluşturan tüm terör örgütlerine
ve illegal yapılanmalara karşı tedbirler alınması kararlaştırılmıştır
(ayrıntılar için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169,
20/6/2017).
10. Anılan tedbirler kapsamında olağanüstü hâl ilan
edilmiş ve olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnameleri çıkarılmıştır. Bu
çerçevede 22/7/2016 tarihinde kararlaştırılan 667 sayılı Olağanüstü Hal
Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (KHK) 23/7/2016
tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
11. 667 sayılı KHK'nın 4. maddesinde devletin millî
güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna Millî Güvenlik Kurulunca karar verilen
yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği, mensubiyeti veya
iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen her türlü kadro,
pozisyon ve statüde (işçi dâhil) istihdam edilen personelin kamu görevinden
çıkarılmaları öngörülmüştür.
12. 667 sayılı KHK, 18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı
Kanun'un 29/10/2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak
yürürlüğe girmesi sonucunda kanunlaşmıştır.
B. Somut
Başvurulara İlişkin Olay ve Olgular
13. Başvurucular, kamu kurumlarında (İdareler) ve bu
İdarelere hizmet veren özel şirketlerde (Şirket) işçi olarak çalışmakta iken
yapılan tespitler ve ilgili birimlerce başvurucuların terör örgütü ile
iltisaklı olduklarının İdarelere bildirilmesi üzerine başvurucuların iş
akitleri İdarelerce ve Şirketçe feshedilmiştir.
14. Başvurucular, iş akitlerinin usulüne uygun olarak
feshedilmediğini ve fesih için somut bir olguya dayanılmadığını belirterek işe
iade istemiyle Şirket ve İdareler aleyhine dava açmıştır. Davalı İdareler ve
Şirket cevap dilekçelerinde; ilgili birimlerin yazıları ekinde davacının
bilgilerinin de yer aldığı listede bulunan kişilerin terör örgütü yapılanması
ile irtibatı ve iltisakı olduğu tespitine yer verildiğini, başvurucuların iş
akitlerinin bu kapsamda ve 667 sayılı KHK'nın 4. maddesi gereği feshedildiğini
belirterek davanın reddini savunmuştur.
15. Ekli tablonun (D) sütununda belirtilen mahkemelerce
bakılan davalar reddedilmiştir. Kararlarda; başvurucuların terör örgütü
yapılanması ile irtibatlı ve iltisaklı oldukları gerekçesiyle 667 sayılı KHK'ya
dayalı olarak iş akitlerinin feshedildiği, mevcut durum nedeniyle işçiden
kaynaklı nedenle işveren açısından güven ilişkisinin sarsıldığı, fesih
işleminin haklı ve geçerli nedenle gerçekleştirildiği gerekçesine yer
verilmiştir.
16. Başvurucular karara karşı istinaf yoluna
başvurmuştur. İstinaf merciince (Bölge Adliye Mahkemesi) başvurucuların istinaf
istemleri reddedilmiştir. Kararda; şüphe feshi kavramı üzerine durulmuş ve
ilgili birimin yazısı ile başvurucuların terör örgütü yapılanmalarıyla irtibatı
olduğunun bildirilmesi nedeniyle mahkeme kararının hukuka uygun olduğu ifade
edilmiştir.
17. Temyiz yolu açık kararlara karşı yapılan temyiz
başvuruları da Yargıtay ilgili Hukuk Dairesince (Daire) reddedilmiş ve Bölge
Adliye Mahkemesinin kararları kesin olmak üzere onanmıştır.
18. Nihai kararların tebliğinin ardından başvurucular
süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ
HUKUK
19. İlgili hukuk için bakınız Berrin Baran Eker
([GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20-35).
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
20. Mahkemenin 4/11/2020 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Mahkeme
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların
İddiaları
21. Başvurucular; işverence iş akdine 667 sayılı KHK
gereği son verildiği belirtilmesine rağmen terör örgütü ile irtibatlı ve
iltisaklı olduğuna dair kesinleşmiş mahkeme kararı bulunmadığını iddia
etmiştir. Başvurucular; İdarelerin iş akdinin 667 sayılı KHK kapsamında
feshedildiği yönündeki beyanı yeterli görülerek ve bu beyana üstünlük tanınarak
işe iade davasının derece mahkemelerince reddedildiğini, bu durumun birçok
anayasal haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
22. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar
başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
23. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16). Somut olayda başvurucuların temel iddiası, asıl işveren tarafından terör
örgütü ile iltisaklı olarak gösterilmelerinin derece mahkemelerince yeterli
kabul edilerek esası hakkında herhangi bir inceleme ve değerlendirme yapılmadan
işe iade davasının reddedilmesidir. Bu nedenle başvurucuların iddialarının adil
yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme hakkı yönünden incelenmesi gerektiği
değerlendirilmiştir.
a. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
24. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan mahkeme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas
Yönünden
i. Genel
İlkeler
25. Anayasa Mahkemesi eldeki başvuruda uygulanacak
ilkeleri başvuruya benzer olgu ve iddiaları içeren Berrin Baran Eker
kararında belirlemiştir (Berrin Baran Eker §§ 53-60). Anılan kararda
belirtildiği üzere demokratik bir toplumda vazgeçilmez bir hak niteliğindeki
adil yargılanma hakkının güvencelerinden biri olan mahkeme hakkı; uyuşmazlığın
bir mahkeme önüne getirilebilmesini, dava konusu edilen uyuşmazlığa ilişkin
esaslı iddia ve savunmaların yargı merciince incelenerek değerlendirilmesini ve
bir karara bağlanmasını, ayrıca verilen kararın icra edilmesini gerektirir.
Buna göre mahkeme hakkı; mahkemeye erişim hakkı, karar hakkı ve kararın icrası
haklarını içerir (Berrin Baran Eker § 55).
26. Mahkemenin, önündeki uyuşmazlığı karara bağlarken
taraflardan birinin iddia ve savunmasına bağlı kalarak buna karşı diğer tarafın
öne sürdüğü esaslı itirazları tartışmadan yargılamayı sonuçlandırması hâlinde
-ortada şeklî anlamda bir karar bulunsa bile- gerçek anlamda bir yargılama
yapıldığından bahsedilemeyecektir. Bu durumda uyuşmazlığa karşı yargı yolunun
teorik olarak açık olması pratikte bir anlam ifade etmeyecek, böylece mahkeme
hakkı ve dolayısıyla adil yargılanma hakkı bir yanılsamadan ibaret kalacaktır (Berrin
Baran Eker § 56).
27. Diğer taraftan mahkemelerin, önündeki uyuşmazlığın
esasını incelememesi sadece adil yargılanma hakkını zedelemekle kalmaz, aynı
zamanda davanın konusunu oluşturan medeni hakkın bağlantılı bulunduğu diğer
(maddi) hak ve özgürlükler yönünden etkili başvuru hakkının ihlal edilmesine de
yol açabilir. Yargısal başvuru yolları, çoğunlukla bir hak veya özgürlükle
bağlantılı uyuşmazlıkların çözüme kavuşturulması amacıyla ihdas edilmiştir.
Kişiler dava açmak suretiyle mahkemelerden hak ve özgürlükleriyle ilgili olarak
yargısal koruma talep etmektedir. Bireylerin yargısal koruma taleplerine cevap
vermek, bu bağlamda dava konusu uyuşmazlığın esasını inceleyerek iddia ve
savunmaları değerlendirdikten sonra davayı karara bağlamak yargı mercilerinin
anayasal yükümlülüğüdür (Berrin Baran Eker § 57).
28. Bununla birlikte adil yargılanma hakkı davanın
sonucuna yönelik bir güvence içermemekte yargılama sürecinin adil olarak
yürütülmesini temin edecek birtakım usul güvenceleri sunmaktadır. Dolayısıyla
bireysel başvuru incelemelerinde adil yargılanma hakkı kapsamında değerlendirme
yapılırken davanın sonucuna ilişkin bir çıkarım yapılması mümkün değildir. Anayasa
Mahkemesinin tarafların öne sürdüğü ve esasa etkili olan iddiaların -mahkeme
hakkının gereği olarak- derece mahkemelerince işin mahiyetinin gerektirdiği
ölçüde incelenip incelenmediğini denetleme görevi bulunmaktadır (Berrin
Baran Eker § 58).
29. Öte yandan Anayasa Mahkemesi Berrin Baran Eker kararında
vurgulandığı üzere 667 sayılı KHK'da, devletin millî güvenliğine karşı
faaliyette bulunduğuna Millî Güvenlik Kurulunca karar verilen yapı, oluşum veya
gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut
bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen işçilerin iş sözleşmelerinin
feshedilmesi öngörülmüş ancak yargı mercilerinin denetim yetkisini kısıtlayan
herhangi bir hükme yer verilmemiştir. Bu bakımdan 667 sayılı KHK'nın 4. maddesi
dayanak gösterilerek iş sözleşmesi feshedilen işçiler tarafından açılan işe
iade davalarının esasının incelenmesini önleyen herhangi bir düzenleme
bulunmamaktadır (Berrin Baran Eker § 69).
30. 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu ve bu
Kanun'u yorumlayan Yargıtay içtihatlarına göre asıl işverenin alt işverenden
sözleşmenin feshini istemesi feshi kendiliğinden tek başına geçerli hâle
getirmemektedir. Ayrıca her ne kadar işten çıkarmanın şüphe feshine dayalı
olduğu, dolayısıyla niteliği gereği şüphenin veya şüpheye götüren olguların
ispatının imkânsız olduğu haklı olarak ileri sürülebilirse de -Yargıtay
kararlarında da belirtildiği üzere- derece mahkemelerince işvereni şüpheye
götüren olguların ispat koşulu aranmadan bir bütün olarak değerlendirilmesine
engel bir durum yoktur. Aksi takdirde işverenin şüphesine dayanak olguların
değerlendirilememesi, böylece feshin geçerli nedene dayanıp dayanmadığının
incelenememesi şüphe feshinde yargı yolunun açık olmasını anlamsız kılar.
Dolayısıyla derece mahkemelerinin başvurucuların iş sözleşmesinin feshinin
geçerli nedene dayanıp dayanmadığını inceleme yükümlülüğünün bulunmadığı
sonucuna ulaşılmasını gerektirecek herhangi bir neden söz konusu değildir (Berrin
Baran Eker § 69).
31. Kısacası 667 sayılı KHK'nın 4. maddesinde belirtilen
örgüt, yapı, oluşum veya gruplara üye olunması ya da bunlara mensubiyetin veya
iltisakın yahut irtibatın bulunması geçerli bir fesih sebebi olarak
öngörülmüştür. Ancak bu düzenleme sözü edilen yapılarla irtibatının bulunduğu
gerekçesiyle iş sözleşmesi feshedilen bir işçinin açtığı işe iade davasında
derece mahkemelerinin geçerli fesih sebebi olarak gösterilen olguyu, diğer bir
ifadeyle işçinin kuralda belirtilen yapılarla irtibatının bulunup
bulunmadığını, iş hukukunun kurallarını da gözeterek araştırma ve ortaya koyma
yükümlülüğünü ortadan kaldırmamaktadır (Berrin Baran Eker § 71).
ii. İlkelerin
Olaya Uygulanması
32. Somut olayda da derece mahkemeleri, adil yargılanma
hakkının bir unsuru olan mahkeme hakkı gereği asıl işverenin başvurucular hakkındaki
değerlendirmesinin objektif ve makul dayanakları olup olmadığını, dolayısıyla
geçerli feshin koşullarının oluşup oluşmadığını incelemeden asıl işverenin
şüphesine bağlı kalarak sonuca varmıştır. Başka bir ifadeyle mahkemeler yargısal
fonksiyonun esasını oluşturan uyuşmazlığın içinde yer alan maddi ve hukuki
sorunların bütünüyle ele alınması ve karara bağlanması işlevini yerine
getirmemiş, gerçek anlamda bir yargısal faaliyet icra etmemiştir. Dolayısıyla
hukuk düzeni tarafından başvuruculara tanınan feshe karşı yargı yolunun açık
olması teorik olmaktan öteye geçememiştir. Bu durumda başvurucuların mahkeme
hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmaktadır. Her ne kadar başvuruya konu
kararların bir kısmında bazı başvurucular hakkında adli işlem olduğu
belirtilmişse de bu işlemlerin neler olduğu ve şüpheyi haklı kılıp kılmadığı
olgusal olarak değerlendirilmediğinden anılan karardan ayrılmayı gerektiren bir
durumun bulunmadığı anlaşılmaktadır.
33. Açıklanan gerekçelerle başvurucuların Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan mahkeme hakkının ihlal edildiğine karar
verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların
İddiaları
34. Başvurucular, uzun süren yargılama nedeniyle makul
sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
a. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
35. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas
Yönünden
36. Medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin olan iş
mahkemeleri nezdinde açılan işe iade davalarında yargılama süresi tespit
edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın açıldığı tarih, sürenin sona
erdiği tarih olarak yargılamanın sona erdiği (Nesrin Kılıç, B. No:
2013/772, 7/11/2013 § 69); yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa
Mahkemesinin makul süre şikâyetiyle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Mehmet
Salih Ayyıldız, B. No: 2012/397, 17/11/2014, § 25).
37. İşe iade davalarında yargılama süresinin makul olup
olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu,
tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun
yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar
dikkate alınır (Nesrin Kılıç, §§ 57, 58).
38. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer
başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında ekli tablonun (F) sütununda
belirtilen 2 yıl 7 ay ila 3 yıl 1 ayı bulan yargılama sürelerinin makul
olmadığı sonucuna varmak gerekir.
39. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar
verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı
Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
40. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda,
başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal
kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilir...
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir.”
41. Başvurucular, yargılamanın yenilenmesi ile maddi ve
manevi tazminata karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
42. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında
ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel
ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir
kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin
sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi
ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül
Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
43. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması
gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
44. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya
mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı
Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili
mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki
benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla
yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim
yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına
bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki
yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden
yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi
bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal
yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı
nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını
gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§
58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66-67).
45. İncelenen başvuruda, derece mahkemelerinin dava
konusu uyuşmazlığın esasını incelememeleri sebebiyle adil yargılanma hakkı
kapsamındaki mahkeme hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla
ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmıştır.
46. Bu durumda mahkeme hakkının ihlalinin sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü
düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına
göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda
yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini
ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere
uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin
yeniden yargılama yapılmak üzere ekli tablonun (D) sütununda belirtilen
mahkemelere gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
47. Somut olayda ayrıca makul sürede yargılanma hakkının
ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
48. İhlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi
zararları karşılığında başvuruya konu her bir davanın özel koşulları dikkate
alınarak hesaplanan ekli tablonun (G) sütununda belirtilen net tutarlarda
manevi tazminatın başvuruculara ödenmesine karar verilmesi gerekir.
49. Mahkeme hakkının ihlalinin tespiti ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı
anlaşıldığından bu kısım yönünden tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi
gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
50. Dosyadaki belgelerden tespit edilen ekli tablonun (E)
sütununda gösterilen miktarlardaki harcın ve 3.000 TL vekâlet ücretinin
avukatla temsil edilen başvuruculara ayrı ayrı ödenmesine karar verilmesi
gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme hakkının
ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. 1. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan
adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının İHLAL
EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mahkeme hakkının ihlalinin sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere ekli tablonun (D)
sütununda belirtilen mahkemelere GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvuruculara ekli tablonun (G) sütununda belirtilen
tutarlarda manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin
REDDİNE,
E. Ekli tablonun (E) sütununda gösterilen başvuru
harçlarının ve 3.000 TL vekâlet ücretinin vekille temsil edilen başvuruculara
AYRI AYRI ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların
Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihlerinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 4/11/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.