TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
MEHMET BEYTEKİN BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2019/25913)
Karar Tarihi: 11/6/2024
Başkan
:
Hasan Tahsin GÖKCAN
Üyeler
Recai AKYEL
Selahaddin MENTEŞ
Muhterem İNCE
Yılmaz AKÇİL
Raportör
Olcay ÖZCAN
Başvurucu
Mehmet BEYTEKİN
Vekili
Av. Abdulhekim GİDER
I. BAŞVURUNUN ÖZETİ
1. Başvuru; olağanüstü zamanaşımı zilyetliği koşulları oluştuğu hâlde taşınmazın başvurucu adına tescil edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
2. 2009 yılında yapılan kadastro çalışması sırasında Siirt'in Eruh ilçesi Karadayılar köyünde bulunan 631.800,50 m² yüz ölçümlü taşınmaz ham toprak vasfıyla Maliye Hazinesi (Hazine) adına tespit ve tescil edilmiştir.
3. Başvurucu, bu taşınmazın 26.814,84 m²lik kısmı için 4/7/2012 tarihinde Eruh Asliye Hukuk Mahkemesinde (Asliye Hukuk Mahkemesi) Hazine aleyhine tapu iptali ve tescil davası açmıştır. Bu davada başvurucu, taşınmazın bu kısmının elli altmış yıldır zilyet ve tasarrufunda olduğunu ve 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 713. maddesi uyarınca olağanüstü zamanaşımı zilyetliği koşullarının gerçekleştiğini ileri sürmüştür.
4. Yargılama sırasında yapılan keşif sonrası düzenlenen zirai bilirkişi raporunda, davaya konu kısım üzerinde geçmiş yıllara ait kültür bitki kalıntısı olmadığından önceki yıllarda tarımsal faaliyet yapılmadığı; orman mühendisi bilirkişi raporunda, taşınmazın orman amenajman haritasında ziraat alanı içinde, memleket haritasında ise orman alanında kaldığı; jeodezi bilirkişi raporunda, 1973 ve 1984 yıllarına ait hava fotoğrafları incelendiğinde taşınmazın kullanılmadığı kanaatine varıldığı ifade edilmiştir. Başvurucu vekili tarafından yapılan itiraz üzerine orman mühendisi bilirkişiden alınan ek raporda, orman amenajman haritalarının Orman Genel Müdürlüğü tarafından planlama maksadıyla yapıldığı, bu nedenle gizli memleket haritaları ile hava fotoğraflarına öncelik verilmesi gerektiği belirtilmiştir.
5. Asliye Hukuk Mahkemesi 23/10/2014 tarihinde, taşınmazın orman sayılan araziler kapsamında kaldığı, imar ve ihya görmediği, Yargıtayın yerleşik içtihatlarına göre orman niteliğinde olan yerlerin kazandırıcı zamanaşımı ve zilyetlik yolu ile kazanılamayacağı gerekçeleriyle davayı reddetmiştir.
6. Yapılan temyiz istemi Yargıtay 20. Hukuk Dairesi (Yargıtay Dairesi) tarafından reddedilmiş ve karar onanmıştır. Onama kararında, uzman orman bilirkişi tarafından eski tarihli hava fotoğrafları ve memleket haritasına dayalı olarak yöntemine uygun biçimde yapılan inceleme ve araştırma sonucunda çekişmeli taşınmazın zilyetlikle kazanılabilecek yerlerden olmadığının belirlendiğine işaret edilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme talebi Yargıtay Dairesince 28/5/2019 tarihinde reddedilmiştir.
7. Başvurucu, Yargıtay Dairesinin karar düzeltme kararı sonrasında 24/7/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuş; nihai karar başvurucu vekiline 8/8/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvuru, süresi içinde yapılmıştır.
8. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
II. DEĞERLENDİRME
A. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
9. Başvurucu; 4721 sayılı Kanun'un kazandırıcı zamanaşımına ilişkin 713. maddesinde yer verilen şartları sağladığı hâlde taşınmazın orman sayılan yerlerden olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verildiğini, orman bilirkişi raporunda orman amenajman haritasında taşınmazın zirai alanda kaldığı ifade edildikten sonra gizli memleket haritasında orman olduğunun belirtilmesi nedeniyle çelişki bulunduğunu, ayrıca bu taşınmaza sınır taşınmazların şahıslar adına tapuya kayıtlı olduğunu, eksik inceleme ve hatalı bilirkişi raporuna dayanılarak karar verildiğini belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
10. Başvuru, mülkiyet hakkı kapsamında incelenmiştir.
11. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, B. No: 2013/1178, 5/11/2015, § 54). Bu nedenle öncelikle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaatinin bulunup bulunmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31).
12. Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).
13. Meşru beklenti, objektif temelden uzak bir beklenti olmayıp belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma ihtimalinin yüksek olduğunu gösteren yerleşik bir yargı içtihadına ya da ayni menfaatle ilgili hukuki bir işleme dayanan yeterli derecede somut nitelikteki bir beklentidir (Selçuk Emiroğlu, B. No: 2013/5660, 20/3/2014, § 28). Dolayısıyla Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ortak koruma kapsamında olan meşru beklentiye dayalı mülkiyet hakkının tespiti mevcut hukuk sisteminde iddia edilen mülkiyet iddiasının tanınmasına bağlı olup bu tespit, mevzuat hükümleri ve yargı kararları ile yapılmaktadır (Üçgen Nakliyat Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/845, 20/11/2014, § 37). Temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece mülkiyet hakkı kapsamında ileri sürülebilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No: 2012/636, 15/4/2014, § 37).
14. Diğer taraftan derece mahkemeleri önünde hukukun ne şekilde yorumlanacağına ve uygulanacağına dair bir uyuşmazlık olduğunda ve bu bağlamda başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların derece mahkemelerince kesin olarak reddedildiği durumlarda açık bir keyfîlik olmadığı veya bariz bir takdir hatası içermediği sürece meşru bir beklentinin bulunduğu sonucuna varılamaz (Yusuf Dilekçi, B. No: 2014/12026, 21/9/2017, § 48).
15. Anayasa Mahkemesi aynı konu ile ilgili şikâyetleri daha önce Ahmet Eraslan ve diğerleri (B. No: 2015/20273, 21/3/2018) ile Adem Tezel ve diğerleri (B. No: 2017/17830, 14/10/2020) başvurularında incelemiştir.
16. Ahmet Eraslan ve diğerleri kararında kesinleşen orman tahdidine göre orman olduğu belirlenen uyuşmazlık konusu taşınmaz bölümüne yönelik olarak tapulama öncesinde başvurucuların tapu veya benzeri bir kayıtlarının bulunmadığına, tapulama sonucu da bu taşınmaz bölümünün başvurucular veya miras bırakanlarının adlarına tapuya tescil edilmediğine dikkat çekilmiştir. Ayrıca ilgili Kanun hükümleri ve yargı kararları karşısında başvurucuların orman olan söz konusu taşınmaz bölümünün mülkiyetini kazandırıcı zamanaşımı yoluyla edinmelerinin de mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Bu sebeplerle ihtilaflı taşınmaz bölümü yönünden başvurucuların Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı kapsamında bir mülklerinin veya yeterli bir hukuki temele dayalı olarak en azından mülkiyeti elde etme yönünde meşru bir beklentilerinin bulunduğunu kanıtlayamadıkları sonucuna ulaşılmıştır (Ahmet Eraslan ve diğerleri, §§ 44-47).
17. Adem Tezel ve diğerleri kararında, fiilen orman niteliğinde olan ve başvuruculara ait olduğunu gösterir bir tapu kaydının bulunmadığı belirlenen taşınmaza ilişkin olarak dayanak gösterilen tapu kaydının başvurucuların murisine ait olmadığı gibi ihtilaflı taşınmazı kapsayıp kapsamadığının da belirsiz olduğu ifade edilmiştir. Yargı kararıyla orman olduğu belirlenen uyuşmazlık konusu taşınmaza yönelik olarak kadastro öncesinde başvurucuların tapu veya benzeri bir kayıt sunamadıkları kadastro sonucu da bu taşınmazın başvurucuların murisi adına tapuya tescil edilmediği belirtilmiş ve başvurucuların Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı kapsamında bir mülklerinin veya somut ve yeterli bir hukuki temele dayalı olarak mülkiyeti elde etme yönünde meşru bir beklentilerinin bulunduğunu kanıtlayamadıkları sonucuna varılmıştır (Adem Tezel ve diğerleri, §§ 34, 36).
18. Somut olayda başvurucu, kadastro tespiti sırasında Hazine adına tespit ve tescil edilen taşınmazın bir kısmının kendisi tarafından elli altmış yıldır kullanılmak suretiyle zilyetliğinde bulunduğunu ve 4721 sayılı Kanun'un 713. maddesinde yer verilen koşulların oluştuğunu ileri sürerek taşınmazın Hazine adına olan tapu kaydının iptal edilerek adına tescil edilmesini istemiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından yapılan keşif sonrası düzenlenen bilirkişi raporlarında taşınmaz üzerinde tarım yapıldığına ilişkin kalıntı bulunmadığı, 1973 ve 1984 yıllarına ait hava fotoğraflarına göre taşınmazın kullanılmadığı ve orman sayılan yerlerden olduğu ifade edilmiştir. Başvurucunun yargılama sırasında bir avukatla temsil edildiği, alınan bilirkişi raporlarına karşı itirazlarını ileri sürebildiği ve orman bilirkişi raporuna karşı yaptığı itiraz üzerine ek rapor alındığı anlaşılmaktadır. Orman bilirkişi ek raporunda, orman amenajman haritası yerine memleket haritası ve hava fotoğraflarına neden üstünlük tanınması gerektiği de açıklanmıştır. Kaldı ki orman bilirkişi raporu davanın reddine tek başına gerekçe yapılmamış, diğer bilirkişi raporları ile bir bütün hâlinde delil olarak değerlendirilmiştir. Dolayısıyla usul güvenceleri yönünden başvurucunun mülkiyet hakkının sağladığı korumalardan etkin bir şekilde faydalandığı, Asliye Hukuk Mahkemesi ile Yargıtay Dairesinin karar gerekçelerinde bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik oluşturan bir hususun da bulunmadığı anlaşılmaktadır.
19. Bu durumda bilirkişi raporları ile tarımsal faaliyet yapılarak kullanılmadığı ve orman niteliğinde olduğu belirlenen taşınmaza ilişkin olarak başvurucunun Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı kapsamında bir mülkünün veya somut ve yeterli bir hukuki temele dayalı olarak mülkiyeti elde etme yönünde meşru bir beklentisinin bulunduğunu kanıtlayamadığı anlaşılmaktadır.
20. Açıklanan gerekçelerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
21. Anayasa Mahkemesi, olay ve olguları somut başvuru ile benzer nitelikte olan Veysi Ado ([GK] B. No: 2022/100837, 27/4/2023) kararında uygulanacak anayasal ilkeleri belirlemiştir. Bu çerçevede Anayasa Mahkemesi 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'un geçici 2. maddesinde 28/3/2023 tarihli ve 7445 sayılı Kanun'un 40. maddesi ile yapılan değişikliğe göre 9/3/2023 tarihi (bu tarih dâhil) itibarıyla derdest olan, yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı iddialarıyla yapılan başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı neticesine varmıştır. Başvurucu açısından anılan kararda açıklanan ilkelerden ve ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Dolayısıyla makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
22. Açıklanan gerekçelerle başvurunun başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
III. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 11/6/2024 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.