TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
MAHFUZ KARAASLAN BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2019/26363)
Karar Tarihi: 27/2/2024
Başkan
:
Kadir ÖZKAYA
Üyeler
Engin YILDIRIM
M. Emin KUZ
Rıdvan GÜLEÇ
Yıldız SEFERİNOĞLU
Raportör
Ali Erdem ŞAHİN
Başvurucu
Mahfuz KARAASLAN
Vekili
Av. Erhan ÜRKÜT
I. BAŞVURUNUN ÖZETİ
1. Başvuru, kamu görevlisinin katıldığı toplantıdan dolayı disiplin cezası ile cezalandırılması nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
2. Başvurucu, başvuruya konu olayların yaşandığı tarihte Diyarbakır'ın Silvan ilçesinde bulunan Dr. Yusuf Azizoğlu Devlet Hastanesinde radyoloji teknikeri olarak görev yapmaktadır. Başvurucu, Sağlık Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) üyesi ve aynı zamanda Sendikanın eğitim, örgütlenme, basın yayın ve sosyal ilişkilerinden sorumlu Diyarbakır Şubesi sekreteridir.
3. Somut olay Sendika Şube yönetiminin 16/5/2017 tarihinde aldığı "ohal KHK'ları, ihraçlar ve Ankara'da devam eden açlık grevleri için basın açıklaması yapılması" konulu eylem kararı etrafında şekillenmiştir. Söz konusu karar şu şekildedir:
"Konfederasyonumuz KESK'in sendika genel merkezlerimizin ve Diyarbakır Şubeler Platformunun, aldığı karar doğrultusunda iki akademisyenin Ankara'da başlatmış olduğu açlık grevlerine dikkat çekerek,..., kamuoyu oluşturmak amacıyla 17/5/2017 çarşamba günü 17.30'da Yenişehir ilçemiz ofis AZC plaza önünde basın açıklaması yapılacaktır."
4. Anılan karar çerçevesinde yaklaşık 50 kişilik grubun eylem günü saat 17.20 sıralarında AZC Plaza önünde toplanmaya başlaması üzerine Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) Diyarbakır Dönem Sözcüsü A.S.ye kolluk görevlilerince açık alanlardaki her türlü etkinliğin Valilik kararıyla yasaklandığı ve bu bağlamda KESK'in basın açıklamasına ilişkin yaptığı başvuruyu Valiliğin olumsuz cevaplandırdığı hatırlatılarak kalabalığın dağılması gerektiği, aksi takdirde gruba müdahale edileceği ikazında bulunulmuştur. Grubun dağılmaması ve gerekirse oturma eylemi yaparak tepkisini dile getireceğini beyan etmesi üzerine kolluk görevlileri dağılma uyarısını yinelemiştir. Buna rağmen eylemcilerin kol kola girmesi ve direnç göstermesi nedeniyle gruba müdahale edilmiştir. Nihayetinde başvurucu hakkında 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu ile 25/10/1983 tarihli ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu'na muhalefet suçlarından işlem yapılmıştır.
5. Bahse konu işlemin başvurucunun görev yaptığı hastaneye bildirilmesi üzerine başvurucu hakkında idari yönden disiplin soruşturması başlatılmıştır. Başvurucu; ifade ve savunmasında özetle SES'te eğitim sekreteri olarak görev yaptığını ve Sendikanın çağrısı üzerine eyleme katıldığını, herhangi bir terör örgütü ile bağlantısının olmadığını, bu gibi yapıların eylemlerine katılmayacağını belirtmiştir. Başvurucu, eyleme konu edilen iki akademisyen hakkında açlık grevi nedeniyle sağlık durumlarının kötü olduğu ve grevi görevlerine dönmek için yaptıkları bilgisi haricinde eylemcilere ilişkin herhangi bir malumatının olmadığını beyan etmiştir. Son olarak basın açıklamasının yapıldığı alanda etraflarının kapalı olduğunu ve polise mukavemette bulunmadığını ifade etmiştir.
6. Soruşturma neticesinde Valiliğin yasaklamasına ve polislerin uyarmasına rağmen başvurucunun kanun dışı eylemde bulunarak memuriyet felsefesine aykırı hareket ettiği sonucuna varılmıştır. Eylemin14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 125. maddesinin birinci fıkrasının (B) bendinin (d) alt bendi olan "hizmet dışında devlet memurunun itibar ve güven duygusunu sarsacak nitelikte davranışlarda bulunmak" kapsamında kaldığı gerekçesiyle başvurucunun kınama cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.
7. Başvurucu, hakkında tesis edilen disiplin cezasının iptali talebiyle idare mahkemesine başvurmuştur. İlk derece mahkemesi, somut olaya konu eylemin niteliği gereği sendikal bir faaliyet olarak değerlendirilemeyeceğini belirttiği kararında başvurucunun eylemiyle 2911 ve 2935 sayılı Kanunlara aykırı hareket ettiğinin anlaşıldığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir.
8. Başvurucu, ret kararına karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Bölge İdare Mahkemesi, ilk derece mahkemesince her ne kadar başvurucuya isnat edilen fiillerin 2911 ve ve 2935 sayılı Kanunlara aykırı olduğu tespitiyle davanın reddine karar verilmişse de bu konunun ceza mahkemesince değerlendirilmesi gerektiğinden gerekçeyi yerinde görmemiştir. Bununla birlikte basın açıklaması talebinin Valilikçe reddedilmesine rağmen başvurucunun grupla basın açıklamasına katılmasının ve emniyet mensuplarının ikazlarına rağmen dağılmamasının, hizmet dışında devlet memurunun itibar ve güven duygusunu sarsacak nitelikte davranışlar olduğu sonucuna varmıştır. Nihayetinde davanın reddine yönelik ilk derece mahkemesi kararında sonucu itibarıyla hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın kesin olarak reddine karar vermiştir.
9. Öte yandan ceza yargılaması neticesinde başvurucunun kanuna aykırı toplantıya katılma ve dağılmamakta ısrar etme suçu nedeniyle cezalandırılması yönünden "düşünce, ifade özgürlüğü ve toplanma özgürlüğüne ilişkin ulusal ve uluslararası mevzuata aykırılık teşkil edeceği, somut olayda herhangi bir zararın meydana gelmediği, grubun olaysız bir şekilde dağıldığı, güvenlik kuvvetlerinin zor kullandıklarına dair herhangi bir iddia veya tespitin bulunmadığı", görevi yaptırmamak için direnme suçu yönündense "somut bir delilin bulunmadığı" belirtilerek başvurucunun beraatine karar verilmiştir. Anılan karar istinaf kanun yoluna başvurulmaksızın kesinleşmiştir.
10. Başvurucu, nihai kararı 9/7/2019 tarihinde öğrendikten sonra 29/7/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
11. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
II. DEĞERLENDİRME
12. Başvurucu; somut olaya konu eyleme sendika kararı kapsamında katıldığını ve yargılama sürecinde bu hususun gözetilmediğini belirterek sendika hakkının, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Adalet Bakanlığı görüşünde; başvurucunun sendika, toplantı, gösteri yürüyüşü düzenleme ve adil yargılanma hakkının ihlal edilip edilmediği konusunda yapılacak incelemede Anayasa ve ilgili mevzuat hükümleriyle somut olayın kendine özgü şartlarının dikkate alınmasının gerekliliği belirtilmiştir.
13. Başvuru, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı kapsamında incelenmiştir.
14. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
15. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yönelik müdahalenin dayanağı olan 657 sayılı Kanun’un 125. maddesinin birinci fıkrasının (B) bendinin (d) alt bendinin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır. Müdahalenin devlet memurunun itibar ve güveninin sağlanmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan kamu düzeninin korunması meşru amacını taşıdığı değerlendirilmiştir. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yönelik müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve orantılı olması gerekir (Yılmaz Güneş ve Yusuf Karadaş, B. No: 2015/10676, 26/12/2018, §§ 36-40; Gülistan Atasoy ve diğerleri [GK], B. No: 2017/15845, 21/1/2021, §§ 59-63; Abdulkadir Öztürk, B. No: 2019/13420, 31/3/2022, § 36). Bu nedenle müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluğu yönünden inceleme yapılacaktır.
A. Toplantı Hakkına İlişkin Genel Değerlendirmeler
16. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı, demokratik toplumun en temel değerleri arasında yer almakta olup bu hak bireylerin ortak fikirlerini birlikte savunmak ve başkalarına duyurmak için bir araya gelebilme imkânını korumayı amaçlamaktadır. Kolektif bir şekilde kullanılan ve düşüncelerini ifade etmek isteyen kişilere şiddeti dışlayan yöntemlerle düşüncelerini açıklama imkânı veren bu hak, çoğulcu demokrasilerin gelişmesinde zorunlu olan farklı düşüncelerin ortaya çıkmasını, korunmasını ve yayılmasını güvence altına almaktadır (Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 115; Osman Erbil, B. No: 2013/2394, 25/3/2015, § 45; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri [GK], B. No: 2014/920, 25/5/2017, § 79; Yılmaz Güneş ve Yusuf Karadaş, § 31; Dilan Ögüz Canan, B. No: 2014/20411, 30/11/2017, § 36).
17. Bu hak, ifade özgürlüğünün özel bir biçimidir. Anayasal haklar içinde kendine has özerk rolünün ve özel uygulama alanının varlığına rağmen toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı aynı zamanda ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmelidir. İfade özgürlüğünün demokratik ve çoğulcu bir toplumdaki önemi, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı için de geçerlidir (Dilan Ögüz Canan, § 34; Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 115; Osman Erbil, §§ 31, 45; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 72; Gülşah Öztürk ve diğerleri, B. No: 2013/3936, 17/2/2016, § 66; Ömer Faruk Akyüz, B. No: 2015/9247, 4/4/2018, § 52). Sonuç olarak toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır (Dilan Ögüz Canan, § 35; Ömer Faruk Akyüz, § 55; Yılmaz Güneş ve Yusuf Karadaş, § 32; Figen Yüksekdağ Şenoğlu (5), B. No: 2017/24556, 14/9/2022, § 47).
B. Anayasa Mahkemesinin Somut Olaya İlişkin Değerlendirmesi
18. Somut olayda başvurucu, Valilikçe izin verilmeyen bir basın açıklamasına katılması ve kolluk görevlilerinin dağılma uyarılarına rağmen toplanma alanından ayrılmayarak mukavemet göstermesi nedeniyle kınama disiplin cezası ile cezalandırılmıştır. Yargılama sürecinde ise idarenin söz konusu müdahale gerekçesine atıfla eylemin devlet memurunun itibar ve güven duygusunu sarsacak nitelikteki davranışlardan olduğu sonucuna varılmıştır (bkz. §§ 6-8).
19. Açıktır ki idare ve mahkemeler, başvurucunun eylemiyle tabi olduğu statü hukukuna aykırı hareket ettiği sonucuna varmıştır. Anayasa'nın 128. maddesinin birinci fıkrasına göre devletin yürütmekle yükümlü olduğu kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülmektedir. Ayrıca Anayasa'nın 128. maddesinin ikinci fıkrasında önemi nedeniyle memurların ve diğer kamu görevlilerinin görev ve yetkilerinin, haklarının ve yükümlülüklerinin kanunla düzenleneceği ifade edilmiştir. Anayasa'nın 129. maddesinin birinci fıkrasında ise memurlar ve diğer kamu görevlilerinin Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunmakla yükümlü olduğunun altı çizilmiştir (Ayfer Altuntaş ve İkbal Ünzile Gürsoy, B. No: 2018/24874, 31/3/2022, § 49). Devlet Memurları Kanunu'nun 8. maddesine göre ise devlet memurları, resmî sıfatlarının gerektirdiği itibar ve güvene layık olduklarını hizmet içindeki ve dışındaki davranışlarıyla göstermek zorundadır. Nitekim aynı Kanun'un 125. maddesinde hizmet dışında itibar ve güven duygusunu sarsacak nitelikte davranışlarda bulunan devlet memurlarına disiplin cezaları verileceği ifade edilmiştir.
20. Anayasal ve ilgili yasal çerçeve göstermektedir ki gerek Anayasa koyucu gerekse kanun koyucu, kamu görevlisinden hizmet içinde olduğu gibi hizmet dışında da resmî sıfatın gerektirdiği güven ve itibara uygun davranışlar sergilenmesini bekleyerek idareye duyulan güveni korumayı amaçlamaktadır. Bu anlamda kamu hizmetlerinin statü hukukunun sağladığı itibar ve güvene aykırı davranan ya da aykırı davranabileceği yolunda haklı ve objektif bir kanaat uyandıran kamu görevlileriyle yürütülmesini arzu etmemektedir (Lale Çalıkoğlu, B. No: 2018/36354, 18/10/2022, § 31; sadakat ve tarafsızlık yükümlülüğüne ilişkin benzer değerlendirmeler için bkz. Şah İsmail Harmancı, B. No: 2018/15359, 17/11/2021, § 40).
21. Hiç şüphesiz Anayasa ve kanun koyucunun söz konusu beklentisi başta ifade özgürlüğü olmak üzere temel hak ve özgürlükler alanında kamu görevlilerinin sıradan bireylere göre daha fazla sınırlanmaları anlamına gelecektir. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin çok sayıda kararında altını çizdiği gibi kamu görevlisi olmak, sağladığı birtakım ayrıcalıklar ve avantajların yanında bazı külfet ve sorumluluklara katlanmayı ve diğer kişilerin tabi olmadığı sınırlamalara tabi olmayı da gerektirir. Kişi kamu görevine kendi isteği ile girmekle bu statünün gerektirdiği ayrıcalıklardan yararlanmayı ve külfetlere katlanmayı kabul etmiş sayılır, kamu hizmetinin kendine has özellikleri bu avantaj ve sınırlamaları zorunlu kılmaktadır (İhsan Asutay, B. No: 2012/606, 20/2/2014, § 38; Elif Güneysu, B. No: 2017/31733, 7/10/2021, § 42; Cem Özaydın, B. No: 2017/26800, 13/1/2022, § 36). Bu sebeplerle kamu görevlilerinin ifade özgürlüğüne yapılan müdahalelerde Anayasa Mahkemesi kamu görevlisinin bu yönünü görmezden gelemez.
22. Kamu görevlileri tabi oldukları devlet memurluğu statülerinin kanun ve diğer alt mevzuata dayanan gereklerini yerine getirmemeleri hâlinde bir disiplin cezası ile karşılaşacaktır. Disiplin uygulamaları devlet organizasyonu içinde düzenin sağlanması ve korunması, memurun görevine bağlanması, hizmetlerin en etkin ve verimli bir şekilde yürütülmesi için kullanılır; hukuki gerekçeleri ve sonuçları vardır. Disiplin uygulamalarının nihai hedefi sağlanan düzen sayesinde verimli bir çalışma ortamının ve nihai olarak da kamu yararının sağlanmasıdır. Bu bakımdan disiplin cezaları memurların görevlerini layıkıyla ve uyum içinde yerine getirmesi için önemli bir araçtır (Ayfer Altuntaş ve İkbal Ünzile Gürsoy, § 53). Öte yandan münhasıran memurların görevleriyle ilgili olması disiplin cezaları hakkında yapılan değerlendirmelerin ciddiyetini azaltmamaktadır. Çünkü düşünce açıklamaları karşılığında uygulanan disiplin cezalarının kamu görevlilerinin temel hak ve özgürlükleri üzerinde bir caydırıcı etki oluşturacağı açıktır (Mehmet Alanç ve diğerleri [GK], B. No: 2017/15462, 29/9/2021, § 49; Şah İsmail Harmancı, § 41).
23. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında, açıklamaları nedeniyle kamu görevlileri hakkında verilen disiplin cezalarına ilişkin olarak idarenin ve bu tür cezaların hukuka uygunluğunu denetleyen yargı mercilerinin (subjektif yorumlardan kaçınmaları için) yapmaları gerekenleri açıklamıştır. Buna göre katıldığı bir toplantıda sergilediği davranışlar (bkz. § 4) nedeniyle devlet memuruna duyulan güven ve itibarı sarstığı kabul edilen kamu görevlisi başvurucuya yapılan müdahalenin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına ilişkin olduğu ve bu hakkın ifade özgürlüğünün özel bir biçimini teşkil ettiği (bkz. § 17) gözönüne alındığında idare ve yargı mercilerinin somut olayda en azından şu değerlendirmeleri yapmaları beklenir (Lale Çalıkoğlu, § 34):
i. Söz konusu olan ifade özgürlüğü olduğu için devlet memurlarının da birer birey olduğu, siyasi görüş sahibi olma, ülke sorunlarıyla ilgilenme, tercih yapma gibi sosyal yönlere sahip olma haklarının bulunduğu gözardı edilmemelidir (Hasan Güngör, B. No: 2013/6152, 24/2/2016, § 49; Zeki Çınar, B. No: 2016/3585, 12/6/2019, §§ 34, 35; Ömer Yalçın, B. No: 2017/30798, 29/9/2020, § 27).
ii. Hizmet dışında kullanılan ifadelerin dile getirildiği şartlar gözetilmeli ve ifadenin kamu görevlisinin bulunduğu konum ve üstlendiği devlet görevinin (içeriğiyle birlikte değerlendirildiğinde) itibar ve güven duygusunu sarsacak nitelikte olduğu ortaya konulmalıdır. Bununla birlikte somut olayın şartlarında kamu görevlisinin düşünce açıklamasını kamu görevi statüsünün ve görev yaptığı alanın kendisine sağladığı ünvanı dâhil herhangi bir olanağı kullanarak yapmış ise bunun gösterilmesi gerekir (kamu görevinin niteliğine ilişkin olarak bkz. Adem Talas [GK], B. No: 2014/12143, 16/11/2017, § 47).
iii. Buna ilaveten yapılan açıklamanın kamu hizmetlerinin sürekliliğini, etkinliğini, verimliliğini ya da gereği gibi yerine getirilmesini ne şekilde etkilediğinin ve cezayı gerekli kılan (devlet organizasyonu içinde düzenin bozulması, hizmetlerin yürütülememesi gibi) sonuçların neler olduğunun veya bu tür sonuçlara sebep olmasının neden kuvvetle muhtemel olduğunun ortaya konulması gerekir (disiplin cezası ile cezalandırılabilmeleri için kamu görevlisinin fiillerinin memuriyetlerini etkilediğinin gösterilmesi gerekliliğine ilişkin olarak bkz. Yasin Agin ve diğerleri [GK], B. No: 2017/32534, 21/1/2021, §§ 61, 63; Levent Tunçel, B. No: 2017/34185, 16/3/2022, §§ 42, 44; disiplin hukukunun amaçları için bkz. Ayfer Altuntaş ve İkbal Ünzile Gürsoy, § 53).
iv. Her durumda kamu görevlisinin ödev ve sorumluluk derecesinin bulunduğu konum ve görev yaptığı alanla bağlantılı olarak belirlenmesi gerekir (Hikmet Aslan, B. No: 2014/11036, 16/6/2016, § 55; Hasan Güngör, § 48; öğretmenler yönünden benzer değerlendirmeler için Elif Güneysu, § 54; Cem Özaydın, §§ 42, 43; sağlık çalışanları (hekimler) yönünden benzer değerlendirmeler için bkz. Levent Tunçel, § 43).
v. Hükmedilen disiplin cezasıyla kamusal önemi olan objektif amaca (bkz. § 29) ulaşılabileceği, başka bir deyişle kamu görevlisinin cezalandırılmasının zorunlu bir sosyal ihtiyaca karşılık geldiği gösterilmeli; düşünce açıklamasının kamu görevini etkileme derecesiyle orantılı bir disiplin cezasına hükmedilmelidir (Mehmet Alanç ve diğerleri, § 45; Şah İsmail Harmancı, § 37; Ayfer Altuntaş ve İkbal Ünzile Gürsoy, § 45).
vi. Değerlendirmelerin oldukça açık, spesifik ve tekil yapılması gerekir (bireyselleştirilmiş değerlendirme zorunluluğuna ilişkin olarak bkz. Şah İsmail Harmancı, § 41).
24. Bunun yanında Anayasa Mahkemesi, birçok kararında kamu görevlisinin aynı zamanda bir vatandaş olduğunu ve salt kamu görevlisi olma adına bazı temel hak ve özgürlüklerini peşinen feda etme yükümlülüğü altında bulunmadığını da vurgulamıştır (çok sayıda karar arasından bkz. Levent Tunçel, § 38; Hikmet Korkmaz ve Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası, B. No: 2019/380, 11/5/2023, § 17). Bu noktada başvurucunun somut olaya konu eylemi nedeniyle yapılan ceza yargılamasında bir vatandaş olarak ilgili toplantıya katılması, dağılmamakta ısrar etmesi nedeniyle cezalandırılmasının temel hak ve özgürlüklere ilişkin ulusal ve uluslararası mevzuata aykırılık teşkil edeceği, direnme suçu yönünden ise somut bir delil olmadığı gerekçeleriyle beraat etmesi karşısında (bkz. § 9) başvurucuyu cezalandıran idareden ve müdahalenin hukuka uygunluğunu denetleyen Bölge İdare Mahkemesinden disiplin cezası şeklindeki müdahalenin sırf kamu görevlisi olmanın otomatik bir sonucu olmadığını ve ilgili eylemle başvurucunun tabi olduğu statü hukukunun getirdiği yükümlülükler arasında müdahaleyi gerektirecek derecede nesnel ve geçerli bir ilişkinin bulunduğunu açık bir şekilde göstermeleri beklenir.
25. Son olarak Anayasa Mahkemesi; çok sayıdaki kararında toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına gerekçesiz olarak veya Anayasa Mahkemesince ortaya konulan kriterleri karşılamayan bir gerekçeyle yapılan müdahalelerin Anayasa'nın 34. maddesini ihlal edeceğini ifade etmiştir. Bu bağlamda toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yapılan bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için kamu makamları tarafından ortaya konulan gerekçelerin ilgili ve yeterli olması gerekir (diğerleri arasından bkz. Dilan Ögüz Canan, § 53; Yılmaz Güneş ve Yusuf Karadaş, § 48; Kenan Güven, B. No: 2018/21657, 6/10/2022, § 13).
26. Yukarıda yer verilen açıklamalar ışığında idarenin ve Bölge İdare Mahkemesinin gerekçeleri dikkatli bir şekilde incelenmiştir. Buna göre anılan mercilerin eylemi soyut olarak memuriyet felsefesi ile bağdaşmayan ve devlet memuruna duyulan güven ve itibarı sarsan bir davranış olarak nitelendirmesinin haricinde mercilerin Anayasa Mahkemesinin kamu görevlisinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yapılan böyle bir müdahalede olmasını beklediği ve yukarıda sıralanan değerlendirmelerin hiçbirini yapmadığı anlaşılmıştır. Dolayısıyla anılan mercilerin başvurucunun disiplin cezası ile cezalandırılmasının zorunlu toplumsal bir ihtiyaca karşılık geldiğini ilgili ve yeterli bir gerekçeyle ortaya koyamadığı kanaatine varılmıştır. Bunun yanında müdahalenin başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı üzerinde caydırıcı etki oluşturması nedeniyle orantılı olduğu da söylenemez (orantılılık yönünden benzer değerlendirmeler için bkz. Hasan Güngör, § 54).
27. Açıklanan gerekçelerle başvuruya konu demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmayan müdahale nedeniyle Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
III. GİDERİM
28. Başvurucu; ihlalin tespiti, yeniden yargılama yapılması ve 50.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
29. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100). İhlalin sonuçlarının bütünüyle ortadan kaldırılabilmesi için başvurucuya manevi zararları karşılığında net 30.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
IV. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak amacıyla Diyarbakır 2. İdare Mahkemesine (E.2017/2871, K.2017/2783) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucuya net 30.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
E. 364,60 TL harç ve 18.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 19.164,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 27/2/2024 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.