logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Hasan Köse [2.B.], B. No: 2019/33061, 17/12/2024, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

HASAN KÖSE BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/33061)

 

Karar Tarihi: 17/12/2024

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Basri BAĞCI

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Kenan YAŞAR

 

 

Ömer ÇINAR

 

 

Metin KIRATLI

Raportör

:

Yüksel GÜNARSLAN

Başvurucu

:

Hasan KÖSE

Vekili

:

Av. Eylem SALIK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, kolluk kuvvetinin güç kullanımı sonucu meydana gelen ağır yaralanma olayına ilişkin olarak yürütülen ceza yargılaması sonunda sanık hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvuruda yaşam hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi üzerine yapılan yargılamanın yenilenmesi isteminin reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 24/9/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.

3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III. OLAYLAR VE OLGULAR

4. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:

5. Başvurucu 8/1/2008 tarihinde polis memuru C.U.nun ateşlediği silahtan çıkan mermi ile karın bölgesinden ağır şekilde yaralanmıştır.

6. Kolluk görevlileri tarafından düzenlenen aynı tarihli tutanağa göre aracı ile seyir hâlinde olan başvurucu ile motorize birimde görev yapan kolluk görevlileri arasında trafikteki seyir sebebiyle tartışma çıkmış ve başvurucu, hakkında işlem yapılması amacıyla araçtan indirilmiştir. Başvurucu ve kardeşinin polis memurlarına direnmeleri neticesinde arbede yaşanmış, arbede esnasında polis memuru C.U.nun silahını ateşlemesi neticesinde başvurucu yaralanmıştır.

7. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı tarafından düzenlenen 10/1/2008 tarihli adli tıp konsültasyon raporunda yaralanmanın hayati tehlike oluşturacak nitelikte olduğu belirtilmiştir.

8. İzmir Emniyet Müdürlüğü Kriminal Polis Laboratuvarınca düzenlenen 25/2/2008 tarihli raporda başvurucuyu yaralayan atışın uzak atış olduğu belirtilmiştir.

9. Başvurucu, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) konuya ilişkin olarak başlatılan soruşturma kapsamında 26/3/2008 tarihinde mağdur şikâyetçi sıfatıyla ifade vermiştir. Başvurucu, ifadesinde olay günü kardeşi ile birlikte işyerlerine gitmekteyken polis memuru olduklarını söyleyen sivil giyimli birkaç kişinin araçlarını durdurarak kendilerini darbettiğini, bu sırada 8-10 metre ilerideki bir kişinin silah çektiğini, bunun üzerine araçta bulunan bir tahta parçasını eline aldığını, silahlı şahsın kendisine doğru üç el ateş ettiğini beyan etmiştir. Başvurucu ayrıca yaralandıktan sonra da bu kişilerin kendisi ve kardeşini darbetmeye devam ettiklerini ileri sürmüştür.

10. Başsavcılık şüpheli C.U.nun başvurucuya yönelik eylemine istinaden zor kullanma yetkisinin aşılması suretiyle yaşamsal tehlike oluşturacak şekilde kasten yaralama suçundan cezalandırılması talebiyle 22/5/2008 tarihli iddianame düzenlemiştir. İddianamede şüpheli polis memurunun, elindeki tahta sopayla henüz yanına bile yaklaşamayan başvurucuya uzak mesafeden ateş etmek suretiyle orantısız güç kullandığını belirtmiştir.

11. İddianamenin kabulüyle açılan kamu davası İzmir 28. Asliye Ceza Mahkemesince görülmeye başlanmıştır. Yapılan yargılamada sanığa isnat edilen eylemin kasten öldürmeye teşebbüs suçunu oluşturduğu, bu suça ilişkin yargılamanın ağır ceza mahkemelerinin görev alanında olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmiştir.

12. Görevsizlik kararı üzerine yargılamaya İzmir 1. Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) devam edilmiştir. Dokuz oturum süren duruşmada sanığın sorgusu yapılmış, olay hakkında bilgisi olan kişiler dinlenmiş, başvurucunun yaralanmasına ilişkin ek raporlar alınmıştır. Bu kapsamda Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Ana Bilim Dalı Başkanlığı tarafından hazırlanan 23/12/2009 tarihli raporda yaralanma sonucu meydana gelen ve kronik ve sekel nitelikte olan sol L2-3 radikülopatinin (sinir sıkışması) başvurucunun duyularından veya organlarından birinin işlevinde sürekli zayıflamaya neden olduğu belirtilmiştir.

13. Mahkeme 15/3/2010 tarihinde dava konusu eylemi taksirle yaralama olarak vasıflandırarak sanığın anılan suçtan 5 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar vermiştir. Başvurucunun HAGB kararına yaptığı itiraz, İzmir 2. Ağır Ceza Mahkemesi (itiraz merci) tarafından 7/6/2010 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir.

14. Başvurucu, itirazın reddi kararı sonrasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) nezdinde yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasıyla bireysel başvuruda bulunmuştur. AİHM, başvuruya konu ceza davasında orantısız güç kullandığı tespit edilen sanık polis memuruna ceza verildiğini ancak hükmün açıklanmasının geri bırakıldığını dikkate alarak başvurucunun maruz kaldığı eylemin sanık polis memuru hakkında HAGB kararı verilmesi nedeniyle cezasız kaldığı ve bu kararın benzer olayların önlenmesi için yeterli caydırıcılığı sağlamaktan uzak olduğu sonucuna ulaşmış; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 2. maddesinde düzenlenen yaşam hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Hasan Köse/Türkiye, B. No:15014/11, 18/12/2018).

15. AİHM, giderim için başvurucuya maddi tazminat olarak 28.000 avro, manevi tazminat olarak 40.000 avro ödenmesine hükmetmiştir. Kararda ihlalin giderilmesine yönelik başkaca herhangi bir bireysel önlem ya da araca yer vermemiştir.

16. Bununla birlikte AİHM, Sözleşme’nin 46. maddesi kapsamında alınabilecek genel tedbirlere ilişkin olarak yaptığı değerlendirmede HAGB'nin ciddi suçlar işleyen devlet görevlileri için cezasızlık ortamı yaratabileceğini, bu nedenle bu usulün uygulanmasının Sözleşme’nin 2. ve 3. maddelerinde yer alan devlet görevlilerinin hesap verebilirliğinin sağlanması gerekliliğiyle bağdaşmadığını, bu sorunu ortadan kaldırmak için 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231. maddesi kapsamındaki usulün özellikle devlet görevlileri tarafından kasıtlı olarak ölümcül veya ölümcül olabilecek güç kullanımına ilişkin davalarda, 2. ve 3. maddelerin gerekliliklerine uygun olarak kullanılmasını ve ceza hukuku korumasının uygulamada hem etkili hem de caydırıcı olmasını sağlamak için adımlar atılması gerektiğini belirtmiştir (anılan kararda bkz.§§ 50, 51).

17. 6/5/2019 tarihinde kesinleşen AİHM kararı ile hükmedilen maddi ve manevi tazminat 9/7/2019 tarihinde başvurucuya ödenmiştir.

18. Başvurucu, AİHM tarafından verilen ihlal kararı sonrasında tespit edilen ihlalin sadece tazminatla giderilebilecek nitelikte olmadığı gerekçesiyle 22/7/2019 tarihinde yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur. Başsavcılık, ancak kesinleşen bir hükümle sonuçlanmış bir davanın yargılamanın yenilenmesi yolu ile tekrar görülebileceği, HAGB kararının bu anlamda bir hüküm olmaması nedeniyle talebin reddedilmesi gerektiği yönünde görüş bildirmiştir. Mahkeme 16/8/2019 tarihinde, kabule değer olmadığı gerekçesiyle yeniden yargılama talebinin reddine karar vermiştir. Başvurucu, bu karara itiraz etmiştir.

19. İtiraz mercii 9/9/2019 tarihinde itirazın reddine kesin olarak karar vermiştir. Kararda öncelikle 5271 sayılı Kanun’un 311. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (f) bendine yer vermiş, daha sonra bu hüküm uyarınca yargılamanın yenilenmesi kanun yoluna ancak sanık veya hükümlü lehine başvurulabileceğini, anılan hüküm uyarınca sanık veya hükümlü aleyhine yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunulmasının mümkün olmadığını belirtmiştir.

20. Başvurucu, itirazın reddi kararını 12/9/2019 tarihinde öğrendikten sonra 24/9/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

21. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi (Bakanlar Komitesi) tarafından 17-19/9/2024 tarihlerinde yapılan 1.507. toplantıda, başvuruya ilişkin infaz dosyası kapsamında değerlendirmelerde bulunulmuştur. Bu kapsamda öncelikle zamanaşımı nedeniyle söz konusu infaz dosyası yönünden herhangi bir bireysel tedbirin mümkün görünmediği belirtilmiş ancak başvurunun öldürme, işkence ve kötü muamele soruşturmalarının etkisizliğine ilişkin genel tedbirlerin incelendiği önde gelen davalardan olması nedeniyle bu aşamada kapatılmamasına karar verilmiştir.

22. Diğer yandan Bakanlar Komitesi tarafından kabul edilen metinde genel tedbirler kapsamında ilk olarak 5271 sayılı Kanun’un HAGB kurumunu düzenleyen 231. maddesinin ilgili fıkralarının Anayasa Mahkemesince anayasaya aykırı bulunarak iptal edildiği ve bunun üzerine yapılan mevzuat değişikliğinin HAGB kararlarının yargısal denetimini öngördüğü hatırlatılmıştır. Metinde daha sonra söz konusu yargısal denetimin uygulamada kanun yolu mahkemelerinin HAGB kararlarının uygulanması nedeniyle mağdurlar tarafından dile getirilen endişeleri incelemesine olanak sağlayabileceği belirtilmiştir. Bu doğrultuda HAGB kurumu ile ilgili olarak yetkililerden 5271 sayılı Kanun’un 231. maddesinin değiştirilmiş hâliyle uygulanmasını izlemelerinin ve zamanı geldiğinde Sözleşme’nin 2. ve 3. maddeleri kapsamına giren suçların faillerinin cezasız kalmasıyla mücadeledeki etkinliği konusunda Komiteye tam bir analiz sunmalarının istenmesine karar verilmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. İlgili Mevzuat

23. 5271 sayılı Kanun’un "Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması" kenar başlıklı 231. maddesinin başvuruya konu HAGB kararının verildiği tarihteki ilgili kısmı şöyledir:

"...

 (5) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.

(6) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için;

a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,

b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması,

c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi,

gerekir.

...

(8) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verilmesi halinde sanık, beş yıl süreyle denetim süresine tâbi tutulur...

...

(10) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmediği ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun davranıldığı takdirde, açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak, davanın düşmesi kararı verilir.

(11) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.)Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemesi veya denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere aykırı davranması halinde, mahkeme hükmü açıklar. Ancak mahkeme, kendisine yüklenen yükümlülükleri yerine getiremeyen sanığın durumunu değerlendirerek; cezanın yarısına kadar belirleyeceği bir kısmının infaz edilmemesine ya da koşullarının varlığı halinde hükümdeki hapis cezasının ertelenmesine veya seçenek yaptırımlara çevrilmesine karar vererek yeni bir mahkûmiyet hükmü kurabilir.

(12) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına itiraz edilebilir.

..."

24. 5271 sayılı Kanun’un "Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması" kenar başlıklı 231. maddesinin (12) numaralı fıkrası inceleme tarihi itibarıyla şöyledir:

"(Değişik:2/3/2024-7499/15 md.) 272 nci maddenin üçüncü fıkrası hükümleri saklı kalmak üzere, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına karşı istinaf yoluna başvurulabilir. Bölge adliye mahkemesi tarafından verilen kararlar hakkında 286 ncı madde hükümleri uygulanır. 272 nci maddenin üçüncü fıkrası hükümleri saklı kalmak üzere, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının ilk derece mahkemesi sıfatıyla bölge adliye mahkemesi veya Yargıtay tarafından verilmesi hâlinde temyiz yoluna gidilebilir. İstinaf ve temyiz yolunda karar ve hüküm, usul ve esasa ilişkin hukuka aykırılıklar yönünden incelenir."

25. 5271 sayılı Kanun’un "Hükümlü lehine yargılamanın yenilenmesi nedenleri" kenar başlıklı 311. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Kesinleşen bir hükümle sonuçlanmış bir dava, aşağıda yazılı hâllerde hükümlü lehine olarak yargılamanın yenilenmesi yoluyla tekrar görülür:

 ...

f) Ceza hükmünün, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlâli suretiyle verildiğinin ve hükmün bu aykırılığa dayandığının, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması veya ceza hükmü aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvuru hakkında dostane çözüm ya da tek taraflı deklarasyon sonucunda düşme kararıverilmesi. Bu hâlde yargılamanın yenilenmesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararının kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl içinde istenebilir.

(2) Birinci fıkranın (f) bendi hükümleri, 4.2.2003 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararları ile, 4.2.2003 tarihinden sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvurular üzerine verilecek kararlar hakkında uygulanır."

26. 5271 sayılı Kanun’un "Sanık veya hükümlünün aleyhine yargılamanın yenilenmesi nedenleri" kenar başlıklı 314. maddesi şöyledir:

"(1) Kesinleşen bir hükümle sonuçlanmış olan bir dava aşağıda yazılı hâllerde sanık veya hükümlünün aleyhine olarak yargılamanın yenilenmesi yolu ile tekrar görülür:

a) Duruşmada sanığın veya hükümlünün lehine ileri sürülen ve hükme etkili olan bir belgenin sahteliği anlaşılırsa.

b) Hükme katılmış olan hâkimlerden biri, aleyhine ceza kovuşturmasını veya bir ceza ile mahkûmiyetini gerektirecek nitelikte olarak görevlerini yapmada sanık veya hükümlü lehine kusur etmiş ise.

c) Sanık beraat ettikten sonra suçla ilgili olarak hâkim önünde güvenilebilir nitelikte ikrarda bulunmuşsa."

2. Yargıtay İçtihadı

27. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun HAGB kurumunun niteliğine yer verilen 13/3/2024 tarihli ve E.2023/6-591, K.2024/123 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, esas itibarıyla bünyesinde iki karar barındıran bir kurumdur. İlk karar teknik anlamda hüküm sayılan ancak açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi nedeniyle hukuken varlık kazanamayan bu nedenle hüküm ifade etmeyen, koşullara uyulması hâlinde düşme hükmüne dönüşecek, koşullara uyulmaması hâlinde ise varlık kazanacak olan mahkûmiyet hükmüdür. İkinci karar ise bu ön hükmün üzerine inşa edilen ve önceki hükmün varlık kazanmasını engelleyen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararıdır. Bu ikinci kararın en temel ve belirgin özelliği varlığı devam ettiği sürece, ön hükmün hukuken sonuç doğurma özelliği kazanamamasıdır.

Sanık hakkında kurulan mahkûmiyet hükmünün hukuki bir sonuç doğurmamasını ifade eden ve doğurduğu sonuçlar itibarıyla karma bir özelliğe sahip bulunan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verildikten sonra, denetim süresi içinde kasten yeni bir suçun işlenmemesi ve yükümlülüklere uygun davranılması hâlinde, açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak kamu davasının CMK’nın 223. maddesi uyarınca düşmesine karar verilecek, denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmesi veya denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere aykırı davranılması hâlinde ise CMK’nın 231. maddesinin 11. fıkrası gereğince hüküm açıklanacak, ancak mahkeme, kendisine yüklenen yükümlülükleri yerine getiremeyen sanığın durumunu değerlendirerek; cezanın yarısına kadar belirleyeceği bir kısmının infaz edilmemesine ya da koşullarının varlığı hâlinde hükümdeki hapis cezasının ertelenmesine veya seçenek yaptırımlara çevrilmesine karar vererek yeni bir mahkûmiyet hükmü kurabilecektir."

28. Yargıtay içtihadına göre HAGB kararı 5271 sayılı Kanun’un 223. maddesinde sayılan hüküm türlerinden olmadığından aynı Kanun'un 311. ve devamı maddelerinde düzenlenen yargılamanın yenilenmesi olağanüstü kanun yolunun konusu olamaz (Yargıtayın anılan içtihadı için birçok karar arasından Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 14/5/2024 tarihli, E.2023/16242, K.2024/6059 sayılı; Yargıtay 15. Ceza Dairesinin 22/3/2021 tarihli, E.2020/9949, K.2021/3274 sayılı; Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 4/3/2020 tarihli, E.2020/1007, K.2020/85 sayılı; Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 9/7/2019 tarihli ve E.2018/10316, K.2019/9721 sayılı kararlarına bakılabilir). Yargıtay 9. Ceza Dairesinin konuya ilişkin26/05/2021 tarihli ve E.2021/294, K.2021/2600 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının 5271 sayılı CMK’nın 223. maddesinde sayılan hüküm türlerinden olmaması, dolayısıyla bu tür kararlara karşı 5271 sayılı CMK’nın 311 vd. maddeleri gereğince yargılamanın yenilenmesi yolunun öngörülmemiş olması da dikkate alındığında, kararın itiraza tabi olup temyiz yasa yoluna başvurulması olanaklı bulunmadığından; temyiz isteminin 5320 sayılı Yasa’nın 8/1. maddesi uyarınca uygulanması gereken 1412 sayılı CMK’nın 317. maddesi gereğince REDDİNE ... [karar verilmiştir.]"

B. Uluslararası Hukuk

29. Sözleşme’nin "Kararların bağlayıcılığı ve infazı" kenar başlıklı 46. maddesi şöyledir:

"1. Yüksek Sözleşmeci Taraflar, taraf oldukları davalarda Mahkeme’nin verdiği kesinleşmiş kararlara uymayı taahhüt ederler.

2. Mahkeme’nin kesinleşen kararı, infazını denetleyecek olan Bakanlar Komitesi’ne gönderilir.

3. Bakanlar Komitesi, kesinleşen bir kararın infazının denetlenmesinin, söz konusu kararın yorumundan kaynaklanan bir zorluk nedeniyle engellendiği kanaatinde ise, bu yorum konusunda karar vermesi için Mahkeme’ye başvurabilir. Mahkeme’ye başvurma kararı, Komite toplantılarına katılma hakkına sahip temsilcilerin üçte iki oy çokluğu ile alınır.

4. Bakanlar Komitesi, bir Yüksek Sözleşmeci Taraf’ın, taraf olduğu bir davada verilen kesin karara uygun davranmayı reddettiği görüşünde ise, ilgili Taraf’a ihtarda bulunduktan sonra, Komite toplantılarına katılmaya yetkili temsilcilerin üçte iki oy çokluğu ile alınacak bir kararla, ilgili Taraf’ın 1. fıkrada öngörülen yükümlülüğünü yerine getirmediği meselesini Mahkeme’ye intikal ettirebilir.

5. Mahkeme 1. fıkranın ihlal edildiğini tespit ederse, alınacak önlemleri değerlendirmesi için davayı Bakanlar Komitesi’ne gönderir. Mahkeme, eğer 1. fıkranın ihlal edilmediğini saptarsa, davayı, incelemesine son verecek kararı alması için Bakanlar Komitesi’ne iletir."

30. Sözleşme’nin veya ekli protokollerinin ihlal edildiğinin tespitine ilişkin bir karar, davalı devlete adil tazmin yoluyla ödenmesine hükmedilen miktarları ödeme ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin denetimine tabi olan genel ve/veya gerektiğinde bireysel önlemleri seçme yükümlülüğü yükler. Bu önlemler AİHM’in tespit ettiği ihlale iç hukuktaki düzen içinde son verme ve ihlalin doğurduğu sonuçları mümkün olduğunca ihlalden önceki duruma geri getirecek şekilde telafi etme amacı taşımaktadır (Assanidze/Gürcistan [BD], B. No: 71503/01, 8/4/2004, § 198; Benzer ve diğerleri/Türkiye, B. No: 23502/06, 12/11/2013, § 215; L.M. ve diğerleri/Rusya, B. No: 40081/14, 40088/14, 40127/14, 15/10/2015, § 165). AİHM’e göre ihlalin doğası eski hâle getirmeye (restitutio in integrum) müsaitse bunu yerine getirme görevi taraf devlete düşmektedir (Iatridis/Yunanistan (adil tazmin) [BD], B. No: 31107/96, 19/10/2000, §§ 32, 33).

31. Sözleşme’nin 46. maddesi kapsamındaki yükümlülüğü ifa etmek için iç hukukunda kullanacağı araçları seçmek, Bakanlar Komitesinin denetimine tabi olmak koşuluyla öncelikle ilgili devletin görevidir. Ancak bu yöntem AİHM kararında belirtilen hükümlere uygun olmak zorundadır (Scozzari ve Giunta/İtalya [BD], B. No: 39221/98, 41963/98, 13/7/2000, § 249). Bununla birlikte AİHM, aleyhine ihlal kararı verilen devlete Sözleşme’nin 46. maddesi kapsamındaki yükümlülüklerini yerine getirmesi konusunda yardımcı olmak amacıyla, tespit ettiği durumun sonlandırılmasına yönelik ne tür özel ve/veya genel tedbirlerin alınabileceğini açıklama yoluna da gidebilir (L.M. ve diğerleri/Rusya, § 166; Scoppola/İtalya (No. 2) [BD], B. No: 10249/03, 17/9/2009, § 148).

32. AİHM karakolda yüksekten düşmeye bağlı olarak meydana gelen ölüm nedeniyle yapılan başvuruda, somut vakalara ilişkin ceza soruşturmalarını yeniden açmanın hukuken veya fiilen imkânsız olduğu durumlar olabileceğini kabul ettiğini ifade etmiş; bu tür durumlarda sona eren ceza yargılamalarının yeniden açılmasının yasal kesinliğe ilişkin konuları ortaya çıkarabileceğini, dolayısıyla davalının haklarını etkileyebileceğini, iki defa yargılanmama veya cezalandırılmama hakkı konularını gündeme getirebileceğini belirtmiştir. Hukuki imkânsızlık durumuna ek olarak olayın üzerinden uzun bir zaman geçmişse delillerin kaybolabileceği, tahrip edilebileceği veya izlenemez olabileceği olasılığını gözardı edemeyeceğini, uygulamada soruşturmanın yeniden açılması hâlinde etkili şekilde yürütülmesinin mümkün olmayabileceğini vurgulayan AİHM sonuç olarak zamanaşımı sebebiyle yeniden yargılamanın hukuken/fiilen imkânsız olması ve tek taraflı tazminat ödenmesi (deklarasyon) temelinde kayıttan düşürme kararı vermiştir (Bayram Taşdemir/Türkiye, B. No: 52538/09, 4/4/2019).

33. Bakanlar Komitesi AİHM’in Sözleşme’nin 3. maddesinin hem usul hem de maddi boyutunun ihlal edildiğine ilişkin Dvalishvili/Gürcistan (B. No: 19634/07, 18/12/2012) kararı ile Sözleşme’nin 2. maddesinin hem usul hem de maddi boyutunun ihlal edildiğine ilişkin Vazagashvili ve Shanava/Gürcistan (B. No: 50375/07, 18/7/2019) kararının icrasıyla ilgili 3/12/2020 tarihli kararında, ulusal mahkemeler tarafından verilen düşük cezaların neden olduğu eksikliklerden üzüntü duysa da mahkûmiyetlerin kesin hüküm gücü ışığında başka hiçbir bireysel tedbirin öngörülemeyeceğini belirtmiş ve kişilere tazminat ödenmesini dikkate alarak bu dosyaların kapatılmasına karar vermiştir.

34. Bakanlar Komitesi yine AİHM’in Sözleşme’nin 2. maddesinin usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin Patsaki/Yunanistan (B. No: 20444/14, 7/2/2019) kararının icrasıyla ilgili 3/12/2020 tarihli kararında; ölümün gerçekleştiği ceza infaz kurumunun müdürü ile doktorunun daha önce beraat ettiğini ve bu hükmün kesinleştiğini, iç hukukun çok özel durumlar dışında sanığın beraat etmesinin ardından davanın yeniden açılmasına izin vermediğini, davanın yeniden açılmasına imkân tanıyan koşulların olayda bulunmadığını, AİHM’in hükmettiği tazminatın ödenmiş olmasını dikkate alarak dosyanın kapatılmasına karar vermiştir. Bakanlar Komitesi aynı yaklaşımı AİHM’in yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin Gjikondi ve diğerleri/Yunanistan (B. No: 17249/10, 21/12/2017) kararının icrası hakkında verdiği 5/12/2019 tarihli kararda da sergilemiştir.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

35. Anayasa Mahkemesinin 17/12/2024 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

36. Başvurucu; AİHM tarafından tespit edilen yaşam hakkı ihlalinin yalnızca tazminat ile giderilmesinin mümkün olmadığını, 5271 sayılı Kanun’un 311. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (f) bendinin mağdur ve müştekilerin yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmasına engel olmadığını, aksinin kabulü hâlinde dahi hükümlü veya sanığın başvurabileceği kanun yoluna kıyasen mağdur veya müştekinin de başvurmasının mümkün olduğunu beyan ederek AİHM tarafından verilen ihlal kararına rağmen yeniden yargılama yapılması talebinin reddi ile adil yargılanma hakkı ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

37. Bakanlık görüşünde öncelikle konuya ilişkin süreç, mevzuat ve insan hakları yargısı içtihadı detaylı şekilde aktarılmış; AİHM tarafından hükmedilen ve başvurucuya ödenen maddi ve manevi tazminatın mağdur sıfatını kaldırıp kaldırmadığının öncelikle değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir. Esasa ilişkin olarak AİHM kararında başvurucu lehine yalnızca tazminata hükmedildiği ve 68.000 avro tutarındaki tazminatın başvurucuya ödendiği vurgulanarak ihlal kararının yerine getirildiği, Yargıtay uygulamasına göre HAGB kararlarına karşı yargılamanın yenilenmesi yoluna başvurulmasının mümkün olmadığı açıklanmıştır.

B. Değerlendirme

38. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Başvurucunun ihlal iddiaları bir bütün olarak ele alındığında incelemenin AİHM tarafından verilen ihlal kararına dayanılarak gerçekleştirilen yargılamanın yenilenmesi talebinin reddi nedeniyle yaşam hakkı kapsamında yapılması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

39. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes, yaşama... hakkına sahiptir."

40. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Devletin temel amaç ve görevleri ... kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

41. Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden Sözleşme kapsamındaki herhangi birinin ihlal edildiği iddiasını incelemek, bireysel başvuru yoluyla incelemeye yetkili olan Anayasa Mahkemesinin görev alanına girer. Aksinin kabulü, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı içinde yer alan temel hak ve özgürlüklerin bireysel başvuru yolu ile etkili şekilde korunmasını öngören Anayasa’nın amacı ile bağdaşmaz. Sözleşme ile güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerin etkili şekilde korunması, AİHM tarafından verilen ihlal kararlarının iç hukukta gereği gibi yerine getirilmesi ile mümkündür. AİHM tarafından verilen ihlal kararlarının iç hukukta gereği gibi yerine getirilmemesi, Sözleşme ile güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerin uygulamada etkili bir şekilde korunamadığı anlamına gelir. Bu sebeple AİHM tarafından verilen bir ihlal kararının gereklerinin yerine getirilip getirilmediği Anayasa Mahkemesince incelenmelidir. Bununla birlikte Sözleşme kapsamındaki yükümlülüğü ifa etmek için iç hukukunda kullanacağı araçları seçmek öncelikle ilgili devletin görevidir ve bu yöntem AİHM kararında belirtilen hükümlere uygun olmak zorundadır (aktarılan ilkeler için bkz. Sıddıka Dülek ve diğerleri, B. No: 2013/2750, 17/2/2016, §§ 69, 70; Makbule Kaymaz, B. No: 2015/9441, 17/4/2019, §§ 43, 44; Mihdi Perinçek [GK], B. No: 2020/3703, 29/2/2024, § 33).

42. Başvuruya esas ihlal kararında AİHM mağdur lehine yaşam hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. AİHM, kararında ihlali tespit edip 68.000 avro adil tazmine hükmetmiş ancak ihlalin giderilmesine yönelik bireysel herhangi bir önlem veya araç belirlememiştir. Bununla birlikte AİHM, verilen ihlal kararının Sözleşme’nin 46. maddesi kapsamındaki yükümlülüklere uygun olarak infaz edilmesi amacıyla, gelecekte benzer ihlalleri önlemek üzere genel tedbirler alınması gerektiği sonucuna ulaşmıştır.

43. AİHM’nin ihlal kararı sonrası infazı denetleyen, ihlali sona erdirmek için gereken önlemlerin yerine getirilip getirilmediğini, tedbirlerin alınıp alınmadığını inceleyen Bakanlar Komitesi de 17-19/9/2024 tarihlerinde yapılan toplantıda, zamanaşımı nedeniyle söz konusu ihlal kararı yönünden herhangi bir bireysel tedbirin mümkün görünmediğini belirtmiş ve başkaca bir bireysel tedbir önerisinde bulunmamıştır. Söz konusu kararında Bakanlar Komitesi ayrıca genel tedbirler kapsamında konuya ilişkin olarak yapılan mevzuat değişikliği ile ortaya çıkan durumun izlenmesi gerektiği sonucuna ulaşmıştır.

44. Somut başvuru, kolluk kuvveti tarafından güç kullanılması suretiyle meydana gelen yaralama olayına ilişkin yürütülen ceza yargılamasında başvurucunun maruz kaldığı eylemin ilgili polis memuru hakkında HAGB kararı verilmesi nedeniyle cezasız kaldığı ve bu kararın benzer olayların önlenmesi için yeterli caydırıcılığı sağlamaktan uzak olduğu gerekçesiyle AİHM tarafından yaşam hakkının ihlal edildiği yönünde verilen karar temel alınarak yapılan yargılamanın yenilenmesi talebinin reddinden kaynaklanmaktadır.

45. Anayasa Mahkemesi Makbule Kaymaz başvurusunda kolluk görevlilerinin karıştığı bir ölüm olayı hakkında yürütülen ceza yargılaması sonunda sanıklar hakkında verilen beraat kararı aleyhine AİHM’e yapılan başvuruda yaşam hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi üzerine yapılan yargılamanın yenilenmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği yönündeki iddianın açıkça dayanaktan yoksun olduğu sonucuna ulaşmıştır. Söz konusu kararda Sözleşme’nin 46. maddesi ve AİHM’in anılan hükme ilişkin pratiği uyarınca ihlalin giderimi için ulusal hukukta kullanacağı araçları seçmek konusundaki takdir hakkının -Bakanlar Komitesinin denetimine tabi olmak koşuluyla- Türkiye’ye ait olduğu ancak 5271 sayılı Kanun’un 314. maddesi imkân vermediğinden sanıklar aleyhine yargılamanın yenilenmesi yolunun ihlalin giderimi konusunda ulusal hukukta kullanılabilecek bir araç olmadığı belirtilmiştir. Kararda ayrıca AİHM’in bugüne kadar bu durumun tespit edilen ihlallerin gideriminin önünde engel teşkil ettiğine veya Sözleşme’nin 2. ve/veya 46. maddesiyle bağdaşmadığına dair herhangi bir karar da vermediği tespitine yer verilerek AİHM tarafından verilen ve Sözleşme’nin 46. maddesi uyarınca alınması gerekli genel veya bireysel herhangi bir tedbir içermeyen bir ihlal kararının yerine getirilebilmesi için yargılamanın yenilenmesinde zorunluluk bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır (bazı değişikliklerle birliktebkz. Makbule Kaymaz, § 48).

46. Somut olayda Makbule Kaymaz başvurusundan farklı olarak ilgili kamu görevlisi hakkında HAGB kararı verilmiştir. HAGB; biri açıklanmaması nedeniyle henüz hukuki sonuç doğurmayan mahkûmiyet hükmü, diğeri mahkûmiyet hükmünün hukuki varlık kazanmasını belirli bir süre engelleyen şeklinde iki ayrı karardan oluşmaktadır. İlk karar teknik anlamda hüküm sayılan ancak açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi nedeniyle hukuken varlık kazanamayan, bu nedenle hüküm ifade etmeyen, koşullara uyulması hâlinde düşme hükmüne dönüşecek, koşullara uyulmaması hâlinde ise varlık kazanacak olan mahkûmiyet hükmü, ikinci karar ise bu ön hükmün üzerine inşa edilen ve önceki hükmün varlık kazanmasını engelleyen HAGB kararıdır. Bu ikinci kararın en temel ve belirgin özelliği, varlığı devam ettiği sürece ön hükmün hukuken sonuç doğurma özelliği kazanamamasıdır (çok sayıda karar arasından bkz. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 29/6/2010 tarihli ve E.2010/11-70, K.2010/159 sayılı kararı, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 11/3/2014 tarihli ve E.2013/14-102, K.2014/128 sayılı kararı).

47. Yargıtayın yerleşik içtihadına göre 5271 sayılı Kanun’un 311. ve devamı maddelerinde düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kurumu ancak aynı Kanun’un 223. maddesinde yer verilen hüküm türleri açısından uygulanabilir niteliktedir. HAGB kararı, anılan hüküm türleri arasında yer almadığından bu nitelikteki bir karara karşı yargılamanın yenilenmesi yoluna gidilmesi mümkün değildir (bkz. § 28). Dolayısıyla Türk hukukunda sanık veya hükümlünün lehine veya aleyhine olup olmadığına bakılmaksızın HAGB kararı yargılamanın yenilenmesi olağanüstü kanun yoluna konu edilemeyecektir.

48. Bu açıklamalar ışığında AİHM’in ihlal kararı verdiği bir başvuruya konu ceza yargılamasında sanık hakkında HAGB veya beraat kararı verilmiş olmasının yargılamanın yenilenmesi kurumunun sanık veya hükümlü aleyhine uygulanabilirliği yönünden benzer sonuçlarının olduğunu ifade etmek mümkündür. Her iki durumda da mevzuat ve Yargıtayın yerleşik uygulaması uyarınca ceza davasının yargılamanın yenilenmesi yoluyla yeniden görülmesi iç hukuka göre mümkün değildir.

49. Öte yandan Anayasa Mahkemesi, benzer nitelikte şikâyetlerin dile getirildiği Mihdi Perinçek başvurusunda yaşam hakkını ihlal ettiği AİHM tarafından tespit edilen suç için zamanaşımı süresinin dolduğu bizzat infaz dosyasını kapatan Bakanlar Komitesi tarafından da ifade edildiğinden başvurucunun yargılamanın yenilenmesi talebinin reddedilmesinin yaşam hakkına yönelik bir ihlale yol açmadığının açık olduğu sonucuna ulaşmıştır (Mihdi Perinçek, §§ 39-41). Somut başvuruda da Bakanlar Komitesince zamanaşımı süresinin dolması nedeniyle uygulanabilecek bir bireysel tedbirin bulunmadığı ifade edilmiştir (bkz. § 21). Dolayısıyla somut başvuruda Makbule Kaymaz ve Mihdi Perinçek kararlarında açıklanan ilkeler ve ulaşılan sonuçlardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

50. Açıklanan gerekçelerle yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 17/12/2024 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim İkinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Kabul Edilemezlik vd.
Künye
(Hasan Köse [2.B.], B. No: 2019/33061, 17/12/2024, § …)
   
Başvuru Adı HASAN KÖSE
Başvuru No 2019/33061
Başvuru Tarihi 24/9/2019
Karar Tarihi 17/12/2024

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru, kolluk kuvvetinin güç kullanımı sonucu meydana gelen ağır yaralanma olayına ilişkin olarak yürütülen ceza yargılaması sonunda sanık hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvuruda yaşam hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi üzerine yapılan yargılamanın yenilenmesi isteminin reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Yaşam hakkı AİHM kararlarına uyulmaması Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
  • pdf
  • udf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi