logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Şevket Coroz ve diğerleri [1.B.], B. No: 2019/35906, 16/6/2022, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ŞEVKET COROZ VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/35906)

 

Karar Tarihi: 16/6/2022

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

İrfan FİDAN

Raportör

:

Fatma Burcu NACAR YÜCE

Başvurucu

:

Şevket COROZ ve diğerleri (bkz. ekli tablo)

Vekilleri

:

Av. Ahmet TOPTAN

 

:

Av. İhsan Serdar TOPTAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, işçilik alacağı nedeniyle açılan davaların aynı maddi olaya dayanılarak açılan başka davalarda verilen kararlardan aksi bir sonuca ulaşılarak reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ve davanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvurular 4/11/2019 ve 30/12/2019 tarihlerinde yapılmıştır.

3. Ekli tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının aynı tablonun (1) numaralı satırında yer alan 2019/35906 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir.

7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

A. Başvurucuların Açtığı Davalar ve Bireysel Başvuruya Konu Dava Süreci

9. Başvurucular; hizmet kolunda faaliyette bulunan, Elektrik Üretim A.Ş.nin (EÜAŞ) Zonguldak Çatalağzı'nda kurulu Işıkveren-Çatalağzı Termik Santrallerinde, alt işveren şirketlerin personeli olarak zincirleme iş sözleşmesiyle belirsiz süreli iş akdi ile taşeron işçi olarak çalışmaktadır.

10. Başvurucular 26/11/2014 tarihinde Ankara İş Mahkemelerinde ayrı ayrı dava açmıştır. Dilekçelerinde başvurucular; EÜAŞ'a ait işyerinde çalışan, sendika üyesi olan kadrolu işçilerle aynı işleri yaptıklarını, emir ve talimatları davalının kadrolu çalışanlarından aldıklarını ifade etmişlerdir. Dava dilekçesinde; öncelikle davalı ile yüklenici şirketler arasındaki ilişkinin muvazaalı olduğunun ve başlangıçtan itibaren davalının işçisi olduklarının tespitine karar verilmesi, ardından kısmi davalarının kabulü ile toplu iş sözleşmesinde (TİS) yazılı ücret farkları için 500 TL, TİS'ten doğan ek ödeme ve sosyal yardımlar için 500 TL, ilave tediye alacağı için 500 TL, akdi ikramiye alacağı için 500 TL olmak üzere şimdilik 2.000 TL'nin faizi birlikte ödenmesine karar verilmesini talep etmişlerdir.

11. Davalar Ankara 12. İş Mahkemesi ile Ankara 39. İş Mahkemesinde görülmüştür.

1. Ankara 39. İş Mahkemesinde Görülen Davalara İlişkin Süreç

12. Ankara 39. İş Mahkemesi 25/1/2017 tarihinde davaların kısmen kabulüne, kısmen reddine karar vermiştir.

13. Mahkeme; karar gerekçelerinde, başvurucuların konumu itibarıyla sendika üyesi olmadığını, davalı EÜAŞ'ın sendika üyesi olan işçilerinin başvurucular açısından emsal işçi olarak kabul edilemeyeceğini, aynı konumda çalışan, aynı kıdeme sahip, aynı işi yapan emsal işçiye ait ücret bordrosunun dosya kapsamında bulunmadığını ve başvurucuların emsal işçilerin kendi aldıkları ücretten daha yüksek ücret aldığını ispatlayamadıklarını, bu nedenle fark ücret alacağının bulunmadığını belirtmiştir. Mahkeme; toplu iş sözleşmesinden doğan ek ödeme ve sosyal yardım alacakları ile ikramiye alacağına ilişkin olarak başvurucuların işyerinde yürürlükte bulunan TİS'i imzalayan işçi sendikası üyesi olmadığı gibi işçi sendikasına üye olma yönünde başvuru yaptıklarını gösteren herhangi bir kayıt sunmadıklarını, işverene sendikaya üye olmak istedikleri yönünde başvuru yaptıklarına dair herhangi bir kaydın da dosya kapsamında bulunmadığını, bu nedenle başvurucuların zararından bahsedilemeyeceğini ve ek ödeme, sosyal yardım alacakları ile ikramiye alacaklarının bulunmadığını ifade etmiştir. Mahkeme başvurucuların davalı EÜAŞ işçisi olduklarının tespitine, 500 TL ilave tediye alacağı taleplerinin kabulüne karar vermiştir.

14. Başvurucular vekili vermiş olduğu istinaf dilekçelerinde; aynı konuyla ilgili davanın reddine yönelik kararların Yargıtay 22. Hukuk Dairesi tarafından muvazaanın mevcut olduğundan bahisle bozulması nedeniyle bu hususun kesinleştiğini, TİS'in dahi muvazaalı olduğunu, kadrolu işçilerin tamamının TİS’ten yararlanıyor olmasının muvazaanın göstergesi olduğunu, taşeron işçilerin sendikaya üye olmak istediklerini ancak davalının da etkisiyle üyeliğin engellendiğini belirterek kararın bozulmasını ve alacak taleplerinin kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.

15. Tarafların istinaf başvurusunu inceleyen Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesi, istinaf başvurularını reddetmiştir. Kararda, davacıların sendika üyesi olmadığı ve dayanışma aidatı ödemediği sabit olduğuna göre Mahkemece TİS'e bağlı taleplerin reddine karar verilmesinin usul ve yasaya uygun olduğu belirtilmiştir.

16. Tarafların temyizi üzerine Yargıtay 22. Hukuk Dairesi (Daire), Bölge Adliye Mahkemesi ile 39. İş Mahkemesi kararlarının kısmen bozulmasına karar vermiştir. Anılan kararda, Mahkeme ve Bölge Adliye Mahkemesinin EÜAŞ ile yükleniciler arasındaki hukuki ilişkinin muvazaalı olduğu ve başvurucuların TİS'ten yararlanamayacaklarına ilişkin kabullerinin yerinde olduğu belirtilmiştir. Daire; davalı işyerinde kadrolu işçiler için taban ücret uygulandığını, başvurucuların muvazaalı olarak çalıştırıldığını ve bu uygulamadan faydalanmaları gerektiğini ifade etmiştir. Ayrıca gerekçede, başvurucuların fiilen yaptığı iş belirlenerek aynı işi yapan emsal kadrodaki işçilerin taban ücretine göre ücret fark alacağının tespit edilmesinin ve Mahkemece araştırma yapılarak varsa fark ücret alacağının hüküm altına alınmasının gerekli olduğu belirtilmiştir.

17. Mahkeme; bozma kararına uyarak davaların kısmen kabulü ile 500 TL ilave tediye alacağı ve 500 TL ücret farkı alacağı taleplerinin kabulüne, akdi ikramiye alacağı ile ek ödeme ve sosyal yardım alacağı taleplerinin reddine karar vermiştir.

18. Mahkemenin gerekçeli kararında; başvurucuların 30/11/2018 tarihinde vermiş oldukları dilekçeleri ile belirsiz alacak davası açtıklarını belirterek tamamlama harcı yatırmak suretiyle taleplerini artırdıkları ancak başlangıçta açmış oldukları davaların kısmi alacak davası olduğu, başvurucuların dava dilekçesinin sonuç ve istem kısmında "kısmi davamızın kabulü ile" demek suretiyle açmış oldukları davanın kısmi dava olduğunu belirttikleri vurgulanmıştır. Mahkeme; başvurucuların tahkikat bitene kadar davalarının belirsiz alacak davasına dönüştürülmesi yönünde bir ıslah taleplerinin de olmadığını, bozma kararından sonra ıslah yapılmasının mümkün olmadığını, bir an için başvurucuların davasının belirsiz alacak davası olduğu kabul edilecek olsa bile bu durumda başvurucuların davasının kısmi eda külli tespit talebini içeren belirsiz alacak davası olarak kabul edilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Mahkeme kısmi eda külli tespit talepli belirsiz alacak davalarında sonradan yapılan talep artırımlarının "ıslah" niteliğinde olduğunu, bu nedenle başvurucuların bozmadan sonra ıslah yoluyla talep miktarını artıramayacaklarının kabul edilmesi gerektiğini zira 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 177. maddesinin (1) numaralı fıkrasında "ıslahın tahkikatın sona ermesine kadar yapılabileceğinin" düzenlendiğini, bu nedenle Yargıtayın bozma ilamından sonrada ıslah yapılmasının mümkün olmadığını, bu konuda Yargıtay Büyük Genel Kurulunun 4/2/1948 tarihli ve E.1944/10, K.1948/3 sayılı içtihadı birleştirme kararının değiştirilmesine gerek olmadığına ilişkin 6/5/2016 tarihli ve E.2015/1, K.2016/1 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının bulunduğunu ifade etmiştir. Mahkeme bu nedenle başvurucuların 30/11/2018 tarihli dilekçesini ıslah niteliğinde değerlendirmiştir. Mahkeme, Yargıtayın bozma ilamından sonra sunulan söz konusu dilekçe kapsamında fazlaya ilişkin ilave tediye alacağı ile ücret farkı alacağı talepleri hakkında değerlendirme yapmayacağını belirtilmiş; başvurucuların bu alacak kalemlerindeki fazlaya ilişkin hakları saklı tutulmak suretiyle dava dilekçesinde talep etmiş oldukları miktarlar üzerinden başvurucuların ilave tediye alacağı ile ücret farkı alacağı taleplerinin kabulüne karar vermiştir.

19. Tarafların istinaf talebi üzerine Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesi, kararların temyiz incelemesine tabi olduğunu belirterek dosyaları ilk derece mahkemesine göndermiştir.

20. Temyiz dilekçelerinde başvurucular; davayı belirsiz alacak davası olarak açtıklarını, ıslah ile artırılan alacak taleplerinin reddedilmesinin usul ve kanuna aykırı olduğunu, ayrıca Mahkeme tarafından bozma ilamının gereğinin yerine getirilmediğini belirterek kararların bozulmasını talep etmiştir.

21. Daire, başvurucuların davayı kısmi dava olarak açtıklarını açıkça beyan ettiklerini belirterek bu yöndeki temyiz itirazlarını reddetmiştir. Başvurucuların diğer temyiz itirazlarına yönelik olarak Daire; başvuruculara emsal kabul edilen işçilerin başvurucular vekilinin sunmuş olduğu 27/6/2018 tarihli dilekçelere göre belirlendiğini, başvurucuların beyanları ile emsal durumdaki işçilerin belirlemesinin hatalı olduğunu, bozma öncesi dinlenen tanıkların da başvurucuların fiilen yaptıkları işe ilişkin somut beyanlarının olmadığını, bu nedenle keşif yapılarak başvurucuların fiilen yaptıkları iş ve bu işleri yapan emsal işçilerin belirlenerek sonuca gidilmesi gerektiğini belirtilerek bozma kararı vermiştir.

22. Başvurucular, anılan kararlar ile ilgili olarak Daireye maddi hata düzeltme talebinde bulunmuştur. Dilekçelerinde başvurucular; yargılamada dile getirdikleri iddiaları yineleyerek yargılamanın uzun sürdüğünü, alacakların zamanaşımına uğradığını, bu nedenle kararların maddi hataya dayandığını belirterek kararların bozularak ortadan kaldırılmasını talep etmişlerdir.

23. Daire, maddi hata dilekçesini kabul etmiş; öncelikle başvurucuların dava dilekçelerinde açıkça beyan ettiklerini de nazara alarak davaların kısmi dava olduğunu belirtmiştir. Daire ayrıca başvurucular tarafından emsal olarak bildirilen işçilere ait listelere EÜAŞ'ın herhangi bir itirazının olmadığını, işçilere ait ücret bordrolarının da EÜAŞ tarafından dosyaya sunulduğunu, bu nedenle bozma kararlarının maddi hataya dayandığını belirterek bozma yönüyle önceki ilamların ortadan kaldırılmasına ve ilk derece mahkemesi kararlarının 17/10/2019 tarihinde onanmasına karar vermiştir.

24. Kararların tebliğ edilmesinden sonra başvurucular bireysel başvuruda bulunmuştur.

2. Ankara 12. İş Mahkemesinde Açılan Davalara İlişkin Süreç

a. Bireysel Başvuru Öncesi Dava Süreci

25. Başvurucuların bir kısmı aynı iddialarla Ankara 12. İş Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkeme; EÜAŞ'ın kömür boşaltma, kül-cüruf atma, inşaat işleri, atölye temizliği ve teknik temizlik işlerini dava dışı şirketlere verdiğini, EÜAŞ ile dava dışı işveren arasında 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun 2. maddesinin altıncı fıkrası kapsamında kalan geçerli bir asıl-alt işveren ilişkisi olduğunu ve muvazaa bulunmadığını belirterek açılan davaları miktar itibarıyla kesin olarak reddetmiştir.

26. Başvurucular, taraflar arasında muvazaaya dayalı iş ilişkisinin bulunduğunu belirterek kararları temyiz etmiştir. Mahkemece kararların miktar itibarıyla kesin verildiği belirtilerek temyiz talepleri reddedilmiştir. Başvurucular temyiz taleplerinin reddine ilişkin kararları temyiz etmiştir. Daire; EÜAŞ ile dava dışı alt işverenler arasındaki ilişkinin kanuna uygun kurulup kurulmadığının ve muvazaaya dayalı olup olmadığının araştırılarak sonuca göre başvurucuların taleplerinin değerlendirilmesi gerektiğini, muvazaanın tespiti hâlinde başvurucuların asıl işverenin taraf olduğu TİS'ten yararlanması için bu şartların gerçekleşip gerçekleşmediğinin de belirlenmesi gerektiğini belirterek kararları bozmuştur.

27. Ankara 12. İş Mahkemesi, bozma kararı üzerine Ankara 39. İş Mahkemesi kararının kesinleşmesini beklemiştir.

28. Başvurucular bu aşamada bireysel başvuruda bulunmuştur.

b. Bireysel Başvuru Sonrası Dava Süreci

29. Mahkeme, bozma kararlarına uyarak muvazaa iddiasının sübuta erdiğini belirterek başvurucuların başlangıçtan itibaren davalı EÜAŞ'ın işçisi olduğunun tespitine, 39. İş Mahkemesinin kararı ile paralel olacak şekilde davaların kısmen kabulüyle 500 TL ilave tediye alacağı ile 500 TL ücret farkı alacağı taleplerinin kabulüne, akdi ikramiye alacağı ile ek ödeme ve sosyal yardım alacağı taleplerinin reddine karar vermiştir. Mahkeme ayrıca başvurucular tarafından davaların başlangıçta kısmi dava olarak açıldığını, dava dilekçelerinde belirsiz alacak talebinde bulunulmadığını ve dosyalara ıslah dilekçesinin sunulmadığını, bu nedenle dava dilekçesinde talep edilen miktarlar üzerinden kabul kararları verilmesi gerektiğini belirtmiştir.

30. Mahkeme gerekçelerinde yine Ankara 39. İş Mahkemesinin bir kısım dosyasında verilen karar sonrası başvurucuların belirsiz alacak davasına yönelik talepleri ile ilgili Yargıtaya maddi hata talepli dilekçe sunduklarını iddia etmelerine rağmen söz konusu kararların dosyalara sunulmadığı vurgulanmıştır.

31. Taraflar kararı temyiz etmiştir. Başvurucular temyiz dilekçelerinde; verilen kararların miktar olarak kesinlik sınırının üstünde olduğunu ve davaların belirsiz alacak davası olduğunu, benzer davaların kabul edildiğini ileri sürerek kararın bozulmasını talep etmişlerdir. Mahkemece kararın kesin olarak verildiği belirtilerek başvurucuların temyiz talepleri ek kararlar ile reddedilmiştir.

32. Daire 12/1/2021 tarihli kararıyla toplam miktara göre verilen kararların kesinlik sınırının altında kalmadığını belirterek ek kararları kaldırmış, davaların kısmi dava olarak açıldığını, bunun temyiz dilekçelerindeki ifadeler ile açıkça beyan edildiğini belirterek kararları onamıştır.

B. Başvurucuların Başvuru Formunda Belirttiği Başvuru Konusu Dava ile Benzer Nitelikteki Dava Süreçleri

33. Başvurucularla aynı işverene bağlı olarak çalışan iki işçi tarafından benzer iddialarla Ankara 12. İş Mahkemesinin E.2014/524 ve E.2014/565 sayılı dosyalarında dava açılmıştır. Davacılar öncelikle davalarının belirsiz alacak davası olarak kabulünü talep etmiş, ardından alt işveren tarafından çalıştırılan işçilerin tamamının işe başladıkları tarihten itibaren asıl işveren işçisi olarak kabul edilmesi gerektiğinin tespiti ile 500 TL ücret farkı alacağının, 500 TL ilave tediye farkı alacağının, 500 TL TİS'ten doğan alacakların davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir. Davacılar bilirkişi incelemesinin ardından taleplerini ıslah etmiştir. 12. İş Mahkemesi TİS'ten doğan alacak talebinin reddine, ilave tediye alacağı ile ücret farkı alacağının ise kabulüne karar vermiştir. Gerekçede, davacıların sendika üyesi olmaması ve dayanışma aidatı da ödememesi nedeniyle TİS'ten doğan ek ödeme ve sosyal yardım alacakları talebinin yerinde bulunmadığı belirtilmiştir.

34. Davacıların istinaf talepleri, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesinin muhtelif tarihlerdeki kararları ile esastan kesin olarak reddedilmiş ve söz konusu kararlar Yargıtay 22. Hukuk Dairesince onanmıştır.

35. Başvurucularla aynı işverene bağlı olarak çalışan bir işçi tarafından benzer iddialarla Ankara 7. İş Mahkemesinin E.2014/768 sayılı dosyasında dava açılmıştır. Davacı, davalı EÜAŞ ile dava dışı taşeronlar arasında muvazaalı bir alt işverenlik ilişkisi olduğunu belirtmiştir. Davacının başından beri EÜAŞ işçisi sayılması gerektiği, davacının alt işveren işçisi gözükmesi sebebiyle TİS'ten haksız olarak yararlandırılmadığı ve bunun haksız bir fiil olduğu iddia edilmiştir. Davacı, kadrolu işçilere TİS gereğince ödenen ücret ile davacıya ödenen ücret arasındaki farkın, ikramiye farkının ve TİS ödemesi alacağının tahsili talebinde bulunmuştur.

36. Yine başvuru konusu dava ile benzer nitelikte iddialarla Ankara 7. İş Mahkemesinin E.2014/768 ve K.2015/1618 sayılı dosyasında belirsiz alacak davası şeklinde açılan dava ile ilgili olarak Yargıtay 22. Hukuk Dairesi; Mahkemenin davalı ile dava dışı alt işverenler arasında muvazaalı ilişki olduğu, davacının bu itibarla fark ücret ile ikramiye alacağının bulunduğu ancak TİS'ten yararlanmadığı için TİS ödemesi alacakları olmadığı gerekçesiyle verdiği 30/12/2015 tarihli kısmen kabul kararını davacının belirsiz alacak davası açmasında hukuki yarar bulunmadığı gerekçesiyle bozmuştur. Dairenin 27/6/2016 tarihli ve E.2016/12329, K.2016/19475 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı şüphesizdir. Davacı talebinde muvazaa sebebiyle toplu iş sözleşmelerinden yararlanması gerekirken yararlandırılmadığını, bunun hukuka aykırı olduğunu, kadrolu işçilere toplu iş sözleşmesi gereğince yapılan ücret ödemesinin kendisine de yapılması gerektiğini iddia ederek ücret farkı, ikramiye ile toplu iş sözleşmesi ödemesi alacakları talep etmiştir. Görüldüğü gibi davacının talebi toplu iş sözleşmesine göre kadrolu işçilere yapılan ödemelere dayanmaktadır. Dolayısıyla davacının toplu iş sözleşmesi hükümlerini uygulayarak talep sonucunu belirleyebilmesi mümkündür. Diğer taraftan muvazaaya dayalı toplu iş sözleşmesi kaynaklı alacak taleplerinde emsal işçi uygulaması ile davacının alacağının belirlenmesi teknik olarak doğru bir uygulama değildir. Bu durumda toplu iş sözleşmesi hükümlerinin davacıya yararlandığı ya da yararlanması gerektiği andan itibaren uygulanarak davacının alacağının tespiti gerekmektedir. Kaldı ki davacı tarafından hangi işçisinin kendisine emsal oluşturduğu da bildirilmiş değildir. Dosyaya Dairemizin başka bir kurumu karşı açılan davaya ilişkin belirsiz alacak davasının şartlarının bulunduğunda dair kararı sunulmuş ise de dava şartları bakımından emsal karar olamaz. Zira dava şartları her zaman resen dikkate alınmalıdır.

Sonuç olarak davanın belirsiz alacak davası olarak açılması mümkün olmadığından davanın hukuki yarar yokluğundan reddi gerekirken işin esasına girilerek karar verilmesi hatalıdır.''

37. Daire; maddi hata düzeltim dilekçesi üzerine verdiği 25/1/2018 tarihli ve E.2016/32691, K.2018/1392 sayılı kararında davacının gerçek ücretinin ve dava konusu diğer alacakların miktarının gerçek ücret üzerinden belirlenmesinin karşı tarafın elinde bulunan bilgi ve belgeleri sunması ile mümkün hâle gelebileceğini, dolayısıyla davacının belirsiz alacak davası açmasında hukuki yarar bulunduğunu belirterek önceki bozma kararını kaldırarak hükmü onamıştır.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. Kanun Hükümleri

38. 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun 126. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Aşağıdaki alacak veya davalar hakkında beş senelik müruru zaman cari olur:

...

... işçilerin ücretleri hakkındaki davalar;

..."

39. 818 sayılı mülga Kanun'un 128. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Müruru zaman alacağın muaccel olduğu zamandan başlar..

..."

40.818 sayılı mülga Kanun'un 133. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Aşağıdaki hallerde müruru zaman katedilmiş olur:

...

2 - Alacaklı dava veya defi zımnında mahkemeye veya hakeme müracaatla veya icrai takibat yahut iflas masasına müdahale ile hakkını talep eylediği halde.

..."

41. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 147. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Aşağıdaki alacaklar için beş yıllık zamanaşımı uygulanır:

1. Kira bedelleri, anapara faizleri ve ücret gibi diğer dönemsel edimler

..."

42.6098 sayılı Kanun'un 149. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Zamanaşımı, alacağın muaccel olmasıyla işlemeye başlar."

43.6098 sayılı Kanun'un 154. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Aşağıdaki durumlarda zamanaşımı kesilir:

...

2. Alacaklı, dava veya def’i yoluyla mahkemeye veya hakeme başvurmuşsa, icra

takibinde bulunmuşsa ya da iflas masasına başvurmuşsa."

44.18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 83. maddesi şöyledir:

"İki taraftan her biri usule mütaallik olarak yaptığı muameleyi tamamen veya kısmen ıslah edebilir. Aynı davada her taraf ancak bir kere ıslah hakkını kullanabilir."

45. 6100 sayılı Kanun'un "Belirsiz alacak ve tespit davası" kenar başlıklı 107. maddesinin ilk hâli şöyledir:

"(1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.

 (2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.

 (3) Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir."

46. 6100 sayılı Kanun'un 107. maddesinin gerekçesi şöyledir:

"Hak arama durumunda olan kişi, talepte bulunacağı hukukî ilişkiyi, muhatabını ve bu ilişkiden dolayı talep edeceği miktarı asgarî olarak bilmesine ve tespit edebilmesine rağmen, alacağının tamamını tam olarak tespit edemeyebilir. Özellikle, zararın baştan belirlenemediği, ancak bir incelemeden sonra tam olarak tespiti mümkün olan tazminat taleplerinde böyle bir durumla karşılaşılabilmesi söz konusudur. Hukuk sistemimiz içinde, böyle bir durumla karşılaşan kişinin hak araması bakımından birçok güçlük söz konusudur. Öncelikle kendisinden aslında tam olarak bilmediği bir alacak için dava açması istenmekte, ayrıca, daha sonra kendi talebinden daha fazla bir miktar alacağının olduğu ortaya çıktığında da bunu davayı genişletme yasağı çerçevesinde ileri sürmesi mümkün olabilmekteydi. Böyle bir durumda, gerçekten bilinmeyen bir alacak için dava açmaya zorlamak gibi, hak aramanın özüyle izah edilemeyecek bir yol ve aslında tarafın kendi ihmali ya da kusuru olmadığı hâlde bir yasakla karşılaşması gibi de bir engel söz konusuydu. Oysa, hak arama özgürlüğü, böyle bir sınırlamayı ve gerçek dışı davranmaya zorlamayı değil, gerçekten hakkı ihlâl edilen veya ihlâl tehlikesi altında olan kişiyi, mümkün olduğunca geniş şekilde korumayı amaçlamalıdır. Son dönemde, gerek mukayeseli hukukta gerekse Türk hukukunda artık salt hukukî korumanın ötesine geçilerek 'etkin hukukî koruma'nın gündeme gelmiş olması da bunu gerektirir. Kaldı ki, miktar ya da değeri belirsiz bir alacak için dava açılması gerektiğinde birtakım sınırlamalar getirmek, dava içinde yeni taleplere veya o davanın dışında yeni davalara yol açarak, usûl ekonomisine aykırı bir durum da meydana getirecektir. Ayrıca, miktarı veya değeri bilinmeyen bir alacak için klasik kısmî davanın da tam bir çözüm üretmediği gerçektir.

Belirsiz alacak ve tespit davalarına ilişkin hükümlerin mukayeseli hukukta da yer aldığı dikkate alınarak, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklının, hukukî ilişki ile asgarî bir miktar ya da değer belirterek belirsiz alacak davası açabilmesi kabul edilmiştir. Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Açılacak davanın miktarı biliniyor yahut tespit edilebiliyorsa, böyle bir dava açılamaz. Çünkü, her davada arandığı gibi, burada da hukukî yarar aranacaktır, böyle bir durumda hukukî yararın bulunduğundan söz edilemez. Özellikle, kısmî davaya ilişkin yeni hükümler de dikkate alınıp birlikte değerlendirildiğinde, baştan tespiti mümkün olan hâllerde bu yola başvurulması kabul edilemez. Belirsiz alacak davası veya tespit davası açılması hâlinde, alacaklı, tüm miktarı belirtmese dahi, davanın başında hukukî ilişkiyi somut olarak belirtmek ve tespit edebildiği ölçüde de asgarî miktarı göstermek durumundadır.

Maddenin ikinci fıkrasında, belirsiz alacak veya tespit davası açılabilen durumlarda, miktar ya da değerin tespit edildiği anda, alacaklının iddianın genişletilmesi yasağından etkilenmeksizin talebini artırabileceği belirtilmiştir. Kural olarak, bir davada başlangıçta belirtilen miktar veya değerin artırılması, iddianın genişletilmesi yasağına tâbidir. Bunun amacı, davacının dava açarken hakkını kötüye kullanmaması, daha özenli davranması, yargılamayı gereksiz yere uzatmamasıdır. Oysa, baştan miktar veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacak için, davacının böyle bir ihmal ya da kusurundan söz edilemez. Bu sebeple, belirsiz alacak veya tespit davası açıldıktan sonra, yargılamanın ilerleyen aşamalarında, karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneğin, bilirkişi ya da keşif incelemesi sonrası), baştan belirsiz olan alacak belirli hâle gelmişse, davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tâbi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilmesi benimsenmiştir. Davacı, sınırlama ve yasağa tâbi olmadan, sadece talepte bulunmak suretiyle yeni miktar üzerinden yargılamaya devam edilmesini isteyebilecektir. Şüphesiz, alacağın belirli hâle gelmesini müteakip ortaya çıkan yeni talep eksik belirtilmişse, bundan sonra yeni bir artırma isteği iddianın genişletilmesi yasağıyla karşılaşacaktır. Çünkü, bu hâlde belirsizlik değil, davacının kendi ihmalinden kaynaklanan bir durum söz konusudur.

'Edâ davasının açılabildiği hallerde tespit davası açılamaz' yollu önermenin hak arama özgürlüğünün ulaştığı kapasite ve hukuki yarar koşulunun muhtevası karşısında geçerliği yoktur. Miktarı belirsiz alacaklarda zamanaşımının dolmasına çok kısa sürenin varolduğu hallerde yalnızca tespit yahut kısmi edâ ile birlikte tespit davasının açılabileceği genel olarak kabul edilmektedir.

Davacı, söz gelimi bir tazminatın tahsili yerine alacağın miktarının ve borçlunun sorumlu olduğunun tespitini hedefleyen bir dava açabilir, açabilmelidir. Bu dava, zamanaşımını kesecek, davada istihsal olunan ilam genel haciz yoluyla takibe konabilecek, itiraz halinde borçlunun göze alamayabileceği icra-inkar tazminatı yaptırımı devreye girebilecektir. Öte yandan tespit davası, dava ekonomisi yönünden edâ davasına nazaran taraflar için daha avantajlıdır. Tespit davasının taraf barışını kolaylaştıran bir karakteri de vardır.

Alacaklı, yalnızca edâ davası veya yalnızca tespit davası yahut kısmi edâ ile birlikte külli tespit davası açabilme seçeneklerine sahiptir. Hak arama özgürlüğünün (Any.m.36, İHAS.m.6) özünde varolan bu seçenekler, yasa veya içtihat yoluyla yasaklanamaz. Model, belirtilen seçenekleri alacaklıya usülî bir hak olarak tanımaktadır.

Esasen tam veya kısmi olmasına bakılmaksızın her edâ davasının temelinde bir külli tespit unsuru vardır. Başka deyimle edâ hükmünde tertip olunan her durumun arkasında sorumluluk saptanmasını içeren bir zorunlu ön tespit kabulü mevcuttur.

Tasarıda öngörülen modelde, tespit davasının hukuki ilişkilerin tespiti yanında hakkın tespitinin de istenebilmesi, edâ davasının açılabildiği hallerde hukuki menfaat koşulunun gerçekleşmiş sayılması kabulü çözümünü (paradigmayı) güçlendirmektedir.

Bir davanın açılması ile doğacak olan maddi ve şekli hukuk sonuçlarının (zaman aşımının kesilmesi ve diğerleri) tespit davalarında aynen geçerli olacağı kuşkusuzdur.

Önerge ile varolması gereken bir usulî imkân hukukumuza kazandırılmış olacaktır."

47. 22/7/2020 tarihli ve 7251 sayılı Kanun'un 7. maddesiyle 6100 sayılı Kanun'un 107. maddesinin kenar başlığı "Belirsiz alacak davası" şeklinde değiştirilmiş, ayrıca ikinci fıkrasında değişiklik yapılarak üçüncü fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır. 6100 sayılı Kanun'un 107. maddesinin 7251 sayılı Kanun'un 7. maddesiyle değişik hâli şöyledir:

"(1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.

 (2) (Değişik:22/7/2020-7251/7 md.) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesi mümkün olduğunda, hâkim tarafından tahkikat sona ermeden verilecek iki haftalık kesin süre içinde davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın talebini tam ve kesin olarak belirleyebilir. Aksi takdirde dava, talep sonucunda belirtilen miktar veya değer üzerinden görülüp karara bağlanır.

 (3) (Mülga:22/7/2020-7251/7 md.)"

48. 6100 sayılı Kanun'un "Kısmi dava" kenar başlıklı 109. maddesi şöyledir:

"(1) Talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir kısmı da dava yoluyla ileri sürülebilir.

 (2) (Mülga: 1/4/2015-6644/4 md.)

 (3) Dava açılırken, talep konusunun kalan kısmından açıkça feragat edilmiş olması hâli dışında, kısmi dava açılması, talep konusunun geri kalan kısmından feragat edildiği anlamına gelmez. "

49.6100 sayılı Kanun'un 176. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

''(1) Taraflardan her biri, yapmış olduğu usul işlemlerini kısmen veya tamamen ıslah edebilir.

...''

2. Yargıtay Kararları

50. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 4/2/1948 tarihli ve 10/3 sayılı içtihadı birleştirme kararının ilgili kısmı şöyledir:

''Dava açıldıktan sonra mevzuunda, sebebinde ve delillerde ve sair hususlarda usule müteallik olmak üzere yapılmış olan yanlışlıkları bir defaya mahsus olmak üzere düzeltmek ve eksiklikleri de tamamlamak imkanını veren ve mahkeme kararına lüzum olmadan tarafların sözlü ve yazılı beyanlarıyla yapılabilen ıslahın; Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun seksen dördüncü maddesinin açık hükmü dairesinde tahkikat ve yargılama bitinceye kadar yapılabilip Yargıtayca hüküm bozulduktan sonra bu yoldan faydalanmanın mümkün olamayacağına [karar verilmiştir.]''

51. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 4/2/1959 tarihli ve E.1959/13, K.1959/5 sayılı içtihadı birleştirme kararının ilgili kısmı şöyledir:

''…Bir mahkeme kararının her ne nedenle olursa olsun temyizce bozulması sonunda mahkemenin bozma kararına uymasıyla dava yeniden duruşma (muhakeme) safhasına girmiş olacağı cihetle duruşma henüz bitmemiş demektir…”

52. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 6/5/2016 tarihli ve E.2015/1, K.2016/1 sayılı içtihadı birleştirme kararının ilgili kısmı şöyledir:

''Yukarıda açıklanan nedenlerle; 'bozma kararı sonrasında ıslah yapılamayacağı ve İçtihadı Birleştirme Kararının değiştirilmesinin gerekmediğine [karar verilmiştir.]''

53. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 15/12/2015 tarihli ve E.2014/34636, K.2015/35578 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

''...

4857 sayılı Kanundan daha önce yürürlükte bulunan 1475 sayılı Yasada ücret alacaklarıyla ilgili olarak özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediği halde, 4857 sayılı İş Kanunun 32/8 maddesinde, işçi ücretinin beş yıllık özel bir zamanaşımı süresine tabi olduğu açıkça belirtilmiştir. Ancak bu Kanundan önce tazminat niteliğinde olmayan, ücret niteliği ağır basan işçilik alacakları ise 818 sayılı Borçlar Kanununun 126/1 maddesi uyarınca beş yıllık zamanaşımına tabidir. 1/6/2012 tarihinden sonra yürürlüğe giren 6098 Sayılı TBK.’un 147. maddesi ise ücret gibi dönemsel nitelikte ödenen alacakların beş yıllık zamanaşımına tabi olacağını belirtmiştir.

...

Uygulamada, fazlaya ilişkin hakların saklı tutulması, dava açma tekniği bakımından, tümü ihlal ya da inkâr olunan hakkın ancak bir bölümünün dava edilmesi, diğer bölümüne ait dava ve talep hakkının bazı nedenlerle geleceğe bırakılması anlamına gelir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca benimsenmiş ilkeye göre, kısmi davada fazlaya ilişkin hakların saklı tutulmuş olması, saklı tutulan kesim için zamanaşımını kesmez, zamanaşımı, alacağın yalnız kısmi dava konusu yapılan miktar için kesilir.

...

Mahkemece yapılacak iş önce davaya karşı zamanaşımı itirazını değerlendirmek ve ardından ıslaha karşı zamanaşımı itirazı yönünden değerlendirme yapılmaktır.

..."

54. Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 18/10/2018 tarihli ve E.2018/13652, K.2018/22484 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...

4857 sayılı Kanundan daha önce yürürlükte bulunan 1475 sayılı Yasada ücret alacaklarıyla ilgi olarak özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediği halde, 4857 sayılı İş Kanunun 32/8 maddesinde, işçi ücretinin beş yıllık özel bir zamanaşımı süresine tabi olduğu açıkça belirtilmiştir. Ancak bu Kanundan önce tazminat niteliğinde olmayan, ücret niteliği ağır basan işçilik alacaklar, Borçlar Kanunu'nun 126/1 maddesi (6098 sayılı TBK 147) uyarınca beş yıllık zamanaşımına tabidir.

..."

55. Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 10/4/2017 tarihli ve E.2017/6916, K.2017/8165 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...

Bu itibarla zamanaşımı savunması ileri sürüldüğünde, eğer savunma gerçekleşirse hakkın dava edilebilme niteliği ortadan kalkacağından, artık mahkemenin işin esasına girip onu incelemesi mümkün değildir.

Uygulamada, fazlaya ilişkin hakların saklı tutulması, dava açma tekniği bakımından, tümü ihlal ya da inkâr olunan hakkın ancak bir bölümünün dava edilmesi, diğer bölümüne ait dava ve talep hakkının bazı sebeplerle geleceğe bırakılması anlamına gelir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca benimsenmiş ilkeye göre, kısmi davada fazlaya ilişkin hakların saklı tutulmuş olması, saklı tutulan kesim için zamanaşımını kesmez, zamanaşımı, alacağın yalnız kısmi dava konusu yapılan miktar için kesilir.

Somut olayda, davalı vekili, davacının 22/5/2014 tarihli ıslah dilekçesine karşı kanuni süre içerisinde zaman aşımı def'inde bulunmuştur. Bu durumda, davacının hak kazandığı alacaklarının miktarının yöntemine uygun biçimde ileri sürülen ıslaha karşı zamanaşımı def'i değerlendirilerek belirlenmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi hatalıdır.

..."

56. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17/11/2020 tarihli ve E.2019/17-853, K.2020/907 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...

23.Alacağın yalnızca bir bölümü için açılan davaya kısmi dava denir. Bir davanın kısmi dava olarak nitelendirilebilmesi için, alacağın tümünün aynı hukuki ilişkiden doğmuş olması ve alacağın şimdilik belirli bir kesiminin dava edilmesi gerekir. Diğer bir söyleyişle, bir alacak hakkında daha fazla bir miktar için tam dava açma imkânı bulunmasına rağmen, alacağın bir kesimi için açılan davaya, kısmi dava denir. Kısmi dava açılabilmesi için talep konusunun bölünebilir olması gerekli olup, açılan davanın kısmi dava olduğunun dava dilekçesinde açıkça yazılması gerekmez. Dava dilekçesindeki açıklamalardan davacının alacağının daha fazla olduğu anlaşılıyor ve istem bölümünde 'fazlaya ilişkin haklarını saklı tutması' ya da 'alacağın şimdilik şu kadarını dava ediyorum' şeklinde bir ifadeye yer verilmiş ise, bu husus, davanın kısmi dava olarak kabulü için yeterli sayılmaktadır ...

...

26. Dava şartları ise, mahkemenin davanın esası hakkında yargılama yapabilmesi için gerekli olan unsurlardır. Diğer bir anlatımla, dava şartları dava açılabilmesi için değil, mahkemenin davanın esasına girebilmesi için aranan kamu düzeni ile ilgili zorunlu koşullardır. Mahkeme, hem davanın açıldığı tarihte hem de yargılamanın her aşamasında dava şartlarının bulunup bulunmadığını kendiliğinden araştırıp inceler ve bu konuda tarafların istem ve beyanları ile bağlı değildir. Dava şartlarının davanın açıldığı tarih itibariyle bulunmaması ya da bu şartlardan birinin yargılama aşamasında ortadan kalktığının öğrenilmesi durumunda mahkemece mesmu (dinlenebilir) olmadığı gerekçesiyle davanın reddedilmesi gerekir.

...

28. HMK’nın 115. maddesinin ikinci fıkrasına göre ise 'Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Ancak, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verir. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddeder'. Bu düzenleme gereğince, eksik olan bir dava şartı, belirli bir süre verilerek giderilebilecek ise, hâkim tarafından eksikliğin giderilmesi için kesin süre verilmesi gerekir. Bu süre içinde dava şartı eksikliği tamamlanmaz ise dava, dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddedilmelidir. 115. maddenin üçüncü fıkrasına göre ise, 'Dava şartı noksanlığı, mahkemece, davanın esasına girilmesinden önce fark edilmemiş, taraflarca ileri sürülmemiş ve fakat hüküm anında bu noksanlık giderilmişse, başlangıçtaki dava şartı noksanlığından ötürü, dava usulden reddedilemez'.

29. Dava dilekçesinde bulunması gereken unsurlar HMK'nın 119. maddesinde düzenlenmiştir...

30.Öte yandan 119. maddenin 2. fıkrası uyarınca 'Birinci fıkranın (a), (d), (e), (f) ve (g) bentleri dışında kalan hususların eksik olması hâlinde, hâkim davacıya eksikliği tamamlaması için bir haftalık kesin süre verir. Bu süre içinde eksikliğin tamamlanmaması hâlinde dava açılmamış sayılır'. Şu hâlde mahkemenin adı, dava konusu ve değeri, vakıalar, deliller ve hukuki sebepler dışında kalan unsurlardan herhangi birinin eksik bırakılmış, yazılmamış olması durumunda, hâkim tarafından verilen bir haftalık kesin süre içerisinde eksikliğin tamamlanmadığı takdirde davanın açılmamış sayılmasına karar verilecektir.

31. Medeni usul hukukunda hukuki yarar, mahkemede bir davanın açılabilmesi için, davacının bu davayı açmakta ve mahkemeden hukuksal korunma istemekte bir çıkarının bulunması gerektiğine ilişkin ilke anlamına gelir. Davacının davayı açtığı tarih itibariyle dava açmakta hukuk kuralları tarafından haklı bulunan (korunan) bir yararı olmalı, hakkını elde edebilmesi için mahkeme kararına ihtiyacı bulunmalıdır. ...

...

35.6100 sayılı HMK'nın 'Hâkimin davayı aydınlatma görevi' başlıklı 31. maddesine göre, 'Hâkim, uyuşmazlığın aydınlatılmasının zorunlu olduğu durumlarda, maddi veya hukuki açıdan belirsiz yahut çelişkili gördüğü hususlar hakkında, taraflara açıklama yaptırabilir; soru sorabilir; delil gösterilmesini isteyebilir.'

36. ...Görüldüğü üzere, hâkimin davayı aydınlatma ödevine ilişkin 31. maddede, hâkimin, uyuşmazlığın aydınlatılmasının zorunlu kıldığı durumlarda, maddi veya hukuki açıdan belirsiz ya da çelişkili gördüğü konular hakkında taraflara açıklama yaptırabileceği, soru sorabileceği, kanıt gösterilmesini isteyebileceği belirtilmiştir. Öte yandan HMK'nın 33. maddesi uyarınca hâkim Türk hukukunu resen uygular. Bu nedenledir ki, dava dilekçesinde davacının talebini dayandırdığı vakıalara uygun hukuki sebepleri dava dilekçesinin zorunlu unsurları arasında sayılmamıştır. Zira davacının dayandığı vakıalara uygun hukuki sebepleri hâkim kendiliğinden bulup uygulamakla yükümlüdür.

...

39....Bir davanın hangi dava çeşidini oluşturduğu davacının talep sonucunun hangi dava türü tanımına uyduğuna göre belirlenebilir. Davacı dava dilekçesinde dava türünü inşai dava olarak yazsa bile bir miktar alacağın tahsili talebinde bulunmuş ise bu eda davası olup hâkim bu kapsamda karar vermek zorundadır. Bu nedenle eda davası açılması gerekirken inşai dava açılmasında hukuki yarar bulunmadığı gerekçesiyle davanın usulden reddine karar verilemez. Hukuki yararı belirleyen davacının gösterdiği dava türü değil, karar verilmesi istenen talep sonucudur. Nasıl ki dava dilekçesinde hiç gösterilmemiş veya yanlış gösterilmiş olsa bile HMK’nın 33. maddesi kapsamında doğru hukuki sebebi bulmak ve uygulamak hâkimin görevi ise HMK’nın 32. maddesi çerçevesinde yargılamayı sevk ve idare ile dava türü tanımlarına ve talep sonucuna göre dava türünü doğru belirleyip buna göre yargılamayı sürdürüp davayı sonuçlandırmak da hâkimin görevidir. Bu konuda hâkim, davacının dilekçesinde yaptığı isimlendirmeyle bağlı olmaksızın açılan davanın, eda davası, tespit davası, belirsiz alacak ve tespit davası, inşai dava, kısmi dava, terditli dava, seçimlik dava ve topluluk davası çeşitlerinden hangisi olduğunu belirleyerek yargılamayı sürdürüp davayı sonuçlandıracaktır.

40.Bir davadaki talep sonucu bazı kısımları itibarıyla birden fazla dava türü tanımıyla ilgili, çakışan yani benzer unsurlar içeriyor olabilir. Bu gibi durumlarda hâkim davayı aydınlatma ödevi kapsamında davacıdan açıklama isteyerek doğru dava türünü belirleyebilecektir. Tüm bu nedenlerle davacı dava dilekçesinde davanın belirsiz alacak davası olduğundan söz etmiş olsa bile belirsiz alacak davası unsurları bulunmuyorsa bu davanın açılmasında hukuki yarar olmadığından söz edilemeyecek alacağın istenmesinde hukuki yarar olduğundan mevcut unsurları itibarıyla kısmi dava açılmış olduğu kabul edilerek davacının talep sonucu hakkında karar verilebilecektir.

41. Yukarıdaki açıklamalar ışığında alacak belirli olmasına rağmen belirsiz alacak davasına konu edilmesi durumunda ne yapılması gerektiği konusuna dönecek olursak; şartları bulunmamasına başka bir anlatımla talep edilecek alacak miktarının davanın açıldığı anda tam ve kesin bir biçimde belirlenmesinin mümkün olmasına rağmen belirsiz alacak davası şeklinde açılan dava, hukuki yarar, yani dava şartı yokluğu nedeni ile usulden hemen reddedilmemelidir. Zira bir miktar belirtilmek sureti ile açılan belirsiz alacak davası da alacak ister belirli ister belirsiz olsun bir eda davasıdır ve eda davalarında hukuki yarar var kabul edilir. Öte yandan davacının dava açmaktan başka bir yolla alacağına kavuşması mümkün olmayıp bir mahkeme kararına muhtaç ise dava açmakta hukuki yararının bulunduğu tartışmasızdır. Başka bir anlatımla alacağın belirli veya belirsiz olması başlangıçta var olan hukuki yararı ortadan kaldırmaz.

42.Bu durumda dava dilekçesinde talep edilen asgari tutar somut olayın özelliklerine göre talep edilebilecek alacak tutarı konumunda olup kısmi davanın koşulları yoksa davacının tam eda davası açtığı kabul edilmelidir. Ancak dava dilekçesinde talep edilen asgari tutar somut olayın özelliklerine göre talep edilebilecek toplam alacak miktarı kadar değilse ve kısmî davanın koşulları da bulunmuyorsa, bu durumda mahkemece alacak miktarını netleştirmesi ve bildireceği dava değerine göre eksik harcı tamamlaması için davacıya HMK'nın 119. maddesinin 2. fıkrası uyarınca bir haftalık kesin süre verilmeli ve verilen kesin süre içinde belirtilen eksikliğin tamamlanması hâlinde davaya tam eda davası olarak devam edilmeli, aksi durumda ise davanın usulden reddine karar verilmelidir.

..."

57. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17/6/2015 tarihli ve E.2015/22-787, K.2015/1552 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...

Taraflar arasında öncelikle çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için gerekli şartları taşıyıp taşımadığı noktasında toplanmaktadır.

...

Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafca belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hali, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkansızlığa dayanmalıdır.

...

Davacının alacağının miktar veya değerini belirleyebilmesi için elinde bulunması gerekli bilgi ve belgelere sahip olmaması ve bu belgelere dava açma hazırlığı döneminde ulaşmasının da (gerçekten) mümkün olmaması ve dolayısıyla alacağın miktarının belirlenmesinin karşı tarafın elinde bulunan bilgi ve belgelerin sunulmasıyla mümkün hale geleceği durumlarda alacak belirsiz kabul edilmelidir.

Sırf taraflar arasında alacak miktarı bakımından uyuşmazlık bulunması, talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olması anlamına gelmez. Önemli olan objektif olarak talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olmasıdır (H. Pekcanıtez, Belirsiz Alacak Davası, Ankara 2011, s. 45; H. Pekcanıtez/O. Atalay/M. Özekes, Medeni Usul Hukuku, 14. Bası, Ankara 2013, s. 448). Sadece alacak miktarında taraflar arasında uyuşmazlık bulunması ya da miktarın tartışmalı olmasının belirsiz alacak davası açılması için yeterli sayılması halinde, neredeyse tüm davaların belirsiz alacak davası olarak kabulü gerekir ki, bu da kanunun amacına aykırıdır. Çünkü, zaten uyuşmazlık bulunduğu için dava açılmakta ve uyuşmazlık mahkeme önüne gelmektedir. Önemli olan davacının talebini belirli kılacak imkana sahip olup olmadığıdır. Burada, alacağın belirlenebilir olması ile ispat edilebilirliğinin de ayrıca değerlendirilmesi gerektiği unutulmamalıdır. Davacının talep ettiği alacağı belirlemesi objektif olarak mümkün, ancak belirleyebildiği alacağını ispat etmesi, kanunun öngördüğü şekilde (elindeki delillerle) mümkün değilse, burada da belirsiz alacak davası açılacağından söz edilemez. Çünkü, bir alacağın belirlenmesi ile onun ispatı ayrı şeylerdir. Davacı, talep konusu yaptığı alacağını çok net şekilde belirleyebilir; ancak her zaman onu ispat edecek durumda olmayabilir. Aksinin kabulü, her ispat güçlüğü olan alacağı belirsiz alacağa dönüştürmek gibi, hem kanunun amacına hem de genel ilkelere aykırı bir durumu ortaya çıkartabilir.

Alacağın miktarının belirlenebilmesinin, tahkikat aşamasında yapılacak delillerin incelenmesi, bilirkişi incelemesi veya keşif gibi sair işlemlerin yapılmasına bağlı olduğu durumlarda da belirsiz alacak davası açılabileceği kabul edilmelidir. Ne var ki, bir davada bilirkişi incelemesine gidilmesi belirsiz alacak davasının açılabilmesi için yeterli değildir. Bir davada bilirkişiye başvurulmasına rağmen davacı dava açarken alacak miktarını belirleyebiliyorsa, belirsiz alacak davası açılamaz (C. Simil, Belirsiz Alacak Davası, I. Bası, İstanbul 2013, s. 225).

Kategorik olarak, belirli bir tür davanın veya belirli kişilerin açtığı davaların baştan belirli veya belirsiz alacak davası olduğundan söz edilemez. Her bir davaya konu alacak bakımından, belirsiz alacak davasına ilişkin ölçütlerin somut olaya uygulanarak, belirleme yapılması gereklidir.

Hakime alacak miktarının tayin ve tespitinde takdir yetkisi tanındığı hallerde (Örn:6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu md 50, 51,56), hakimin kullanacağı takdir yetkisi sonucu alacak belirli hale gelebileceğinden, davacının davanın açıldığı tarih itibariyle alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin imkansız olduğu kabul edilmelidir. Örneğin, iş hukuku uygulamasında, Yargıtayca, fazla çalışma, hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacaklarının yazılı belgelere ve işyeri kayıtlarına dayanmayıp, tanık anlatımlarına dayanması halinde, hesaba esas alınan süre ve alacağın miktarı nazara alınarak takdir edilecek uygun oranda hakkaniyet indirimi yapılması gerekliliği kabul edilmektedir. Bu halde, tanık anlatımlarına dayanılarak hesaplanan alacak miktarından hakimin takdir yetkisine bağlı olarak yapılacak indirim oranı baştan belirli olmadığından, alacak belirsiz kabul edilmelidir.

6100 sayılı Kanun ile birlikte, yukarıda belirtilen çerçevede belirsiz alacak davası açma imkanı tanınarak, belirsiz alacaklar bakımından hak arama özgürlüğü genişletilmiş; bununla bağlantılı olarak da hukuki yarar bulunmadan kısmi dava açma imkanı sınırlandırılmakla birlikte, tamamen kaldırılmamıştır.

Zaman zaman, 6100 sayılı Kanun ile birlikte kabul edilen belirsiz alacak davası ile kısmi davaya ilişkin yeni düzenlemedeki sınırın tam olarak tespit edilemediği, birinin diğeri yerine kullanıldığı görülmektedir. Oysa bu iki davanın amacı ve niteliği ayrıdır. Alacak, belirli veya belirlenebilir ise, belirsiz alacak davası açılamaz; ancak şartları varsa kısmi dava açılması mümkündür.

Kanunun kısmi dava açma imkanını sınırlamakla birlikte tamamen ortadan kaldırmadığı da gözetildiğinde, belirli alacaklar için, belirsiz alacak davası açılamasa da, şartları oluştuğunda ve hukuki yarar bulunduğunda kısmi dava açılması mümkündür. Aksi halde, sadece ya belirsiz alacak davası açma veya belirli tam alacak davası açma şeklinde iki imkandan söz edilebilir ki, o zaman da kısmi davaya ilişkin 6100 sayılı Kanunun 109. maddesindeki hükmün fiilen uygulanması söz konusu olamayacaktır. Çünkü, belirsiz alacak davasında zaten belirsiz alacak davasının sağladığı imkanlardan yararlanarak dava açılabilecek; şayet alacak belirli ise de, o zaman sadece tam eda davası açılabilecektir. Oysa kanun koyucunun abesle iştigal etmeyeceği prensibi gereği, anılan maddeyle kısmi davaya ilişkin düzenleme yapıldığı düşünülerek ve Kanundaki sınırlamalara dikkat edilerek kısmi dava açılabilecektir.

Bu noktada şu da açıklığa kavuşturulmalıdır ki, şartları bulunmadığı halde dava dilekçesinde davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı durumda davacıya herhangi bir süre verilmeden hukuki yarar yokluğundan davanın reddi yoluna gidilmelidir. Çünkü, alacağın belirlenebilmesi mümkün iken, böyle bir davanın açılmasına Kanun izin vermemiştir. Böyle bir durumda, belirsiz alacak davası açmakta hukuki yarar yokluğundan dava reddedilmeli, ek bir süre verilmemelidir. Zira, burada talep açıktır, bu sebeple 6100 sayılı Kanunun 119/1-ğ maddesinin uygulanarak süre verilmesi mümkün değildir; aslında açılmaması gerektiği halde belirsiz alacak davası açılmış olduğundan, bu konudaki eksiklik de süre verilerek tamamlanamayacağından, dava hukuki yarar yokluğundan reddedilmelidir. Buradaki hukuki yarar, sonradan tamamlanacak nitelikte bir hukuki yarar değildir. Çünkü, dava açıldığında o sırada mevcut olmayan hukuki yarar ,bunun da açıkça mahkemece bilindiği bir durumda, tamamlanacak bir hukuki yarar değildir. Aksinin kabulü, aslında açık olan talep sonucunun süre verilerek davacı tarafından değiştirilmesi ve bulunmayan hukuki yararın sağlanması için davacıya ek imkan sağlanması anlamına gelecektir ki, buna usûl bakımından imkan yoktur, böyle bir durum taraflar arasındaki eşitlik ilkesine de aykırı olacaktır (H. Pekcanıtez/O. Atalay/M. Özekes, Medeni Usul Hukuku, 14. Bası, Ankara 2013, s. 454). Bunun yanında, şayet açılan davada asgari bir miktar gösterilmişse ve bunun alacağın bir bölümü olduğu anlaşılmakla birlikte, belirsiz alacak davası mı yoksa belirli alacak olmakla birlikte kısmi dava mı olduğu anlaşılamıyorsa, bu durumda 6100 sayılı Kanunun 119/1-ğ maddesinin aradığı şekilde açıkça talep sonucu belirtilmemiş olacaktır. Talep, talep türü ve davanın niteliği açıkça anlaşılamıyorsa, talep muğlaksa, aynı Kanunun 119/2 maddesi gereğince, davacıya bir haftalık kesin süre verilerek talebinin belirsiz alacak davası mı, yoksa kısmi dava mı olduğunun belirtilmesi istenmelidir. Verilen bu süreden sonra, davacının talebini açıklamasına göre bir yol izlenmelidir. Eğer talep, davacı tarafından belirsiz alacak davası şeklinde açıklanmış olmakla birlikte, gerçekte belirsiz alacak davası şartlarını taşımıyorsa, o zaman yukarıdaki şekilde hareket edilmeli, hukuki yarar yokluğundan dava reddedilmelidir.Açıklamadansonratalepbelirsizalacakdavasışartlarınıtaşıyorsa,budavanın sonuçlarına göre, talep kısmi davanın şartlarını taşıyorsa da kısmi davanın sonuçlarına göre dava yürütülerek karar verilmelidir (Dairemizin 31.12.2012 tarih 2012/30463 esas 2012/30091 karar sayılı kararı).

...

Belirsiz alacak davasının getirdiği en önemli etkin koruma, usul ekonomisi ve hak arama özgürlüğüne hizmet etmesi yanında, davacının yüksek yargılama giderlerine katlanma ve dava konusu hakkın zamanaşımına uğrama riskini azaltmasıdır.

Usul hukukunun maddi hukuk içinde gerçekleşen hakkın talep edilebilirliğini, tespitini belirli kurallara bağlayan hukuk dalı olması nedeniyle maddi hukuk için araç olduğu unutulmamalıdır. O nedenle iş yargılaması kuralları ve bu anlamda Hukuk Muhakemeleri Kanunu kurallarının iş ve sosyal güvenlik hukukuna hizmet ederken, bu hukukun ilkelerini de gözardı etmemesi gerekecektir.

İşçilik alacakları bakımından dava konusu edilen alacağın belirli olup olmadığı ile ilgili olarak, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarının yahut değerinin tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin davacıdan beklenememesi kriteri ile açıkça karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktar ve değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olması kriterini birlikte değerlendirip sonuca gidilmesi İş Hukukunda geçerli zayıf olan işçiyi koruma ilkesi ile işçi lehine yorum ilkesi gereği daha isabetli olacaktır.

Kural olarak kişinin alacağını belirleyebilmesi için, aynı zamanda belgeye bağlama yetkisinin olması veya bu konuda belge düzenlenip kendisine verilmesi gerekir.

...

Hukuk Genel Kurulunun 17.12.2012 gün ve 2012/9-838 E., 2012/715 K. sayılı ilamında da belirtildiği üzere işçilik alacaklarının özelliği de dikkate alınarak, alacakların belirli olduğunu söylemek mutlak olarak doğru olmadığı gibi, aksinin kabulü de doğru değildir. Aynı şekilde Bu nedenle, talep konusu işçilik alacakları belirli olup olmadığının somut olayın özelliğine göre değerlendirilmesi ve sonuca gidilmesi daha doğru olacaktır.

...

Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler esnasında bir kısım üyelerce, 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununda görev, yetki ve temyiz süresi ile ilgili özel olarak düzenleme yapılıp diğer konularda 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununa atıfla yetinildiği, Hukuk Muhakemeleri Kanununda öngörülen basit yargılama usulü ve dava türleri iş davalarında da geçerli olup, tüm yorum ve değerlendirmelerin anılan kanunun belirlediği ilkeler çerçevesinde yapılması gerektiği, yargı kararı ile, işçinin ekonomik bakımdan zayıflığı ve kayıt dışılık gibi gerekçelerle, kanunda öngörülenin dışında yeni bir yargılama usulü icat edilemeyeceği, bu nedenle işçi lehine yorum ilkesi de 6100 sayılı Kanununu benimsediği ilkelerin dışına çıkılmasına gerekçe yapılamayacağı, işçi lehine yorum ilkesinin usul hukukunda değil, maddi hukukta uygulama alanı bulabilen bir ilke olduğu, alacaklı olduğunu ileri süren kişinin belirsiz alacak davası açabilmesi için, talep sonucunu gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkânsız olması gerektiği, bu sebeple davanın açıldığı anda dava konusu edilen alacak tutarının tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin, davacıdan beklenemeyecek bir nitelik taşıyıp taşımadığını belirlemede, somut olayın koşulları ve özellikleri gözetilerek doğruluk ve güven kuralı çerçevesinde (HMK m.2; m.27, I) dürüst, makul ve orta zekalı bir insanın göstermesi gereken tüm dikkat ve özeni göstermesine rağmen, alacak tutarını tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin mümkün olup olmadığı hususunun, ölçü olarak esas alınması gerektiği, somut olayda dava konusu edilen işçilik alacaklarının objektif olarak belirlenebilir olduğu, bu nedenle belirsiz alacak davasına konu edilemeyeceğinden hukuki yarar yokluğundan davanın reddi gerektiğini belirterek kararın bozulması gerektiğini, bir kısım üyeler tarafından ise işçilik alacaklarının belirlenebilir alacak olduğu bu nedenle belirsiz alacak davasına konu edilemeyeceği ne var ki hukuki yarar yokluğuna ilişkin dava şartının tamamlanabilir olumlu dava şartı olduğundan davacıya davasını harç eksikliği tamamlanarak tam davaya dönüştürmesi için süre verilip dava şartı eksikliği tamamlatılarak sonucuna göre karar verilmesi gerektiği, bu nedenle kararın belirtilen değişik gerekçe ile bozulması gerektiğini ileri sürmüşler iseler de bu görüşler kurul çoğunluğu tarafından belirtilen nedenlerle kabul edilmemiştir.

...''

58. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 6/12/2018 tarihli ve E.2015/10-3671, K.2018/1850 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...

Belirsiz alacak davasının getirdiği en önemli etkin koruma, usul ekonomisi ve hak arama özgürlüğüne hizmet etmesi yanında, davacının yüksek yargılama giderlerine katlanma ve dava konusu hakkın zamanaşımına uğrama riskini azaltmasıdır.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17.12.2012 tarihli ve 2012/9-838 E., 2012/715 K. sayılı kararında belirtildiği üzere işçilik alacaklarının özelliği dikkate alınarak alacakların belirli olduğunu söylemek mutlak olarak doğru olmadığı gibi aksinin kabulü de doğru değildir. Aynı şekilde bu nedenle talep konusu işçilik alacaklarının belirli olup olmadığının somut olayın özelliğine göre değerlendirilmesi ve sonuca gidilmesi daha doğru olacaktır.

Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17.06.2015 tarihli ve 2015/22-1156 E., 2015/1598 K., 22.06.2016 tarihli ve 2016/22-874 E., 2016/824 K.ile 17.01.2018 tarihli ve 2016/22-2181 E., 2018/24 sayılı kararlarında da aynı ilkeler kabul edilmiştir.

Öte yandan işçilik alacaklarının belirsiz alacak davasına konu olup olamayacağı konusunda Yargıtay'ın iş davalarına bakan Daireleri olan 7, 9 ve 22. Hukuk Daireleri ile Hukuk Genel Kurulu içtihatları arasında ortaya çıkan farklılığın giderilmesi için Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunca yapılan değerlendirme sonucunda 15.12.2017 tarihli ve 2016/6 E., 2017/5 K. sayılı kararı ile "İşçilik alacaklarının çok çeşitli tür, nitelik ve kapsamda olması, somut olayın özelliklerine göre oldukça değişkenlik göstermesi, hatta aynı tür işçilik alacaklarında dahi somut olayın özellikleri itibariyle işçilik alacaklarının belirsiz alacak davasına konu olup olamayacağı konusunda soyut ve genel nitelikte, her bir olayda geçerli olacak ölçüde bir karar alınamayacağından içtihadı birleştirmeye gerek olup olmadığı ön sorun olarak tartışılmış ve sonuç olarak içtihadı birleştirmeye gerek olmadığı" yönünde karar verilmiştir. Kararda, fazla çalışma, hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil alacaklarına ilişkin olarak ise “Fazla çalışma ücreti, hafta tatili ücreti ve genel tatil ücreti alacaklarının tanık beyanlarına dayalı olarak belirlenmesi durumunda, davacının öngöremeyeceği ve tamamen hâkimin takdirine bağlı oranda uygun bir indirim yapılacağından, bu durumda söz konusu alacakların belirsiz nitelikte olduğu konusunda uygulama birliği mevcuttur.” ifadelerine yer verilmiştir.

Somut uyuşmazlıkta davacı, ücret, kıdem tazminatı, fazla çalışma ücreti, hafta tatili ücreti, ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacaklarının tahsilini talep etmiştir.

Öncelikle belirtmek gerekir ki, dava konusu edilen ücret ve kıdem tazminatı alacakları yönünden Özel Daire ile Mahkeme arasında uyuşmazlık bulunmadığından Hukuk Genel Kurulu tarafından bu alacaklara ilişkin olarak değerlendirme yapılmamıştır.

Yukarıda da izah edildiği üzere, uyuşmazlık konusu olan alacak kalemleri fazla çalışma, hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacaklarıdır. Bu nedenle, Hukuk Genel Kurulunca eldeki davaya ilişkin olarak yalnızca bu alacakların belirsiz alacak davası olarak açılıp açılamayacağı tartışılmıştır. Davacı vekili müvekkilinin fazla çalışma ücreti, ulusal bayram ve genel tatil ücreti ile hafta tatili ücreti alacaklısı olduğunu iddia etmiş, söz konusu alacaklarını kanıtlamak üzere de tanık deliline dayanmıştır. Bilindiği üzere fazla çalışma ücreti, ulusal bayram ve genel tatil ücreti ile hafta tatili ücreti alacaklarından indirim yapılması konusunda yasal bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu uygulama Yargıtay’ın yerleşik içtihatları ile benimsenmiştir. Yargıtay kararlarında istikrarlı olarak işçinin uzun süre aynı şekilde çalışmasının hayatın olağan akışına aykırı olacağı, işçinin izinli, mazeretli ve tatil günlerinde dinlenme hakkını kullanmadan yıllarca sürekli çalıştığının düşünülemeyeceği göz önüne alınarak hüküm altına alınan fazla çalışma ve tatil ücreti alacaklarından dosya içeriğine uygun bir indirim yapılması gerektiği kabul edilmiştir.

İşçinin, ulusal bayram ve genel tatil günleri, yıllık izinli, mazeret izinli vs. sebeple çalışamadığı günler yılın yaklaşık olarak 1/3’üne tekabül ettiğinden kural olarak yapılacak indirimde bu oranın esas alınması isabetli olacaktır. Ancak işçinin hesaplanan fazla çalışma ve tatil çalışmalarında yıllık izin, mazeret izni ve tatil günleri dikkate alınmış ise indirimin daha az oranda yapılması gerekecektir. Bu nedenlerle fazla çalışma ve tatil alacaklarından yapılacak indirimin “hakkaniyet indirimi” ya da “takdiri indirim “olarak nitelendirilmesi doğru olmayacaktır. İndirim, işçinin yılın belli dönemlerinde çalışmadığı karinesine dayalı olduğundan “karineye dayalı makul bir indirim” ifadesinin kullanılmasının daha doğru olacağı sonucuna varılmıştır. Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 17.01.2018 tarihli ve 2015/(7)9-907 E.-2018/23 K. sayılı ve 06.12.2017 tarihli ve2015/9-2698 E., 2017/1557 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.

Bu açıklamalara göre, dava konusu fazla çalışma ücreti, ulusal bayram ve genel tatil ücreti ile hafta tatili ücreti alacaklarının kanıtlanması için tanık deliline dayanıldığı ve söz konusu alacakların tanık anlatımları ile kanıtlanması durumunda hesaplanacak alacak miktarından hâkimin takdir yetkisine bağlı olarak yapılacak indirim oranı baştan belirli olmadığından, somut olayda fazla çalışma ücreti, ulusal bayram ve genel tatil ücreti ile hafta tatili ücreti alacaklarının belirsiz alacak davası konusu olabileceği kabul edilmelidir

..."

59. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 6/3/2013 tarihli ve E.2012/4-824, K.2013/305 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; ıslah dilekçesi ile talep edilen tazminata karşı zamanaşımı definin ileri sürülmesinin mümkün olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre davacılardan Meyser Bulut’un 31.03.2010 tarihli ıslah dilekçesi ile talep ettiği destekten yoksunluk tazminatını için zamanaşımının gerçekleşip gerçekleşmediği noktasında toplanmaktadır.

Kavram olarak ıslah; taraflardan birinin yapmış olduğu usul işleminin tamamen veya kısmen düzeltilmesine denir (HUMK. m.83); (Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, B.6.C.IV, İstanbul 2001, s.3965) Islah müessesi, dava değiştirme, başka deyişle iddia ve müdafaanın değiştirilmesi veya genişletilmesi yasağını bertaraf eden bir imkandır. Zira bu suretle, aslında yasal itiraz ile karşılaşılabilecek olan herhangi bir taraf muamelesi, ıslah kurumu yardımı ile artık bu itirazı davet etmeksizin yapabilmektedir (Saim Üstündağ, Medeni Yargılama Hukuk, C.I.II.B,5, İstanbul 1992 s.534).

Islahın konusunun tarafların yapmış oldukları usul işlemleri olduğu için, ıslahla düzeltilecek usul işlemlerinin neler olduğundan da söz etmek gerekir. Gerek öğreti, gerekse Yargıtay uygulaması davanın değiştirebileceğini ve genişletilebileceğini aynı şekilde savunmanın genişletilebileceğini ilke olarak kabul etmektedir. Yine müddeabihin artırılıp artırılmayacağı hususu da bir usul işlemi olup, ıslahın konusudur(Baki Kuru: age .s 4035).

Islahın amacı, yargılama sürecinde, şekil ve süreye aykırılık sebebiyle ortaya çıkabilecek maddi hak kayıplarını ortadan kaldırmak olduğundan, hak ve alacağı bu sürecin dışında ortadan kaldırmış olan işlemlerin, yani maddi hukuk işlemlerinin ıslah yoluyla düzeltilebilmesi elbette ki mümkün değildir. Bir başka deyişle, maddi hakkı sona erdiren maddi hukuk işlemleri, ıslahla düzeltilemez. Feragat, kabul, sulh gibi işlemler, velev ki dava içinde yapılsın, asıl hakkı ortadan kaldırdıklarından, usul işlemi olduğu kadar (davayı etkilediği için usul işlemidir) maddi hukuk işlemi mahiyetini de taşımaktadır ve bu sebeple, bu işlemlerin ıslah yoluyla düzeltilmesi imkansızdır. Çünkü ıslah, yargılama hukukunun şekle ve süreye bağlılığından kaynaklanan zımni hak kayıplarının telafisi için öngörülmüş bir müessesedir. Açık bir irade beyanı ile terk edilen haklar, maddi gerçeğin şekle feda edilmesi gibi bir sonuç doğurmadığı için, ıslahın konusu olamaz.

Bilindiği gibi, HUMK.nun 87.maddesinin son cümlesindeki “müddei ıslah suretiyle müddeabihi tezyit edemez” hükmü Anayasa Mahkemesi’nin 20.07.1999 tarih 1999/1 E. 1999/33 K.sayılı kararı ile iptal edilmiştir. Bundan böyle davacı, dava dilekçesinde gösterdiği müddeabihini (davalı muvafakat etmese bile) aynı dava içinde ıslah yolu ile artırabilecektir. Bu düzenleme, davacının ilk dava dilekçesinde saklı tuttuğu fazlaya ilişkin hakkını ek bir dava ile istemesine engel olmayacaktır.

Davanın tamamen ıslahı durumunda, dava dilekçesinden itibaren bütün usul işlemlerinin yapılmamış sayılmasını gerektirir (HUMK.m.87). Gerek öğretide, gerekse yerleşik yargısal kararlarda, davanın tamamen ıslahında yeni bir dava açılmamış sayılacak, tamamen ıslah edilen dava ilk açılan davanın devamı niteliğinde olduğundan, bunun doğal sonucu olarak, zamanaşımı, hak düşürücü süre ilk davanın açıldığı tarihteki duruma göre dikkate alınacaktır. Onun için davanın tamamen ıslahında ıslah olunan dava, ilk dava gününde açılmış sayılacaktır. (Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6.baskı c.IV,s.3998 vd; Sabri Şakir Ansay Yargılama Usulleri, 1960 baskı sh:194 vd,; İlhan Postacıoğlu, Medeni Usul Hukuku Dersleri, 1975 baskı s.460 vd,; Saim Üstündağ Medeni Yargılama Hukuku Esasları, 1973 baskı s.335 vd, ile aynı yöndeki HGK.18.12.1957 gün E.2/66 K.64; HGK, 30.1.2002 gün 2002/2-63 E.,23 K.; HGK, 3.7.2002 gün ve 2002/9-564 E.;572 K.; HGK, 5.3.2003 gün ve 2003/9-76 E.;126 K.)

Davanın kısmen ıslahı durumunda ise davacı; kısmi davada saklı tuttuğu fazlaya ilişkin haklarını, ek bir dava açarak isteyebileceği gibi, müddeabihin arttırılmasını önleyen yasal düzenlemenin yukarıda belirtilen Anayasa Mahkemesinin kararı ile ortadan kalkmasından yararlanarak müddeabihi aynı davada kısmi ıslah dilekçesi verip harcını yatırmak suretiyle arttırabilecektir.

Bu aşamada açıklanması gereken diğer bir husus zamanaşımının kesilmesi konusudur.

Bir davanın açılması halinde zamanaşımı kesilir (BK.m.133/2). Ancak, kesilen zamanaşımı, kesilme tarihinden başlayarak yeniden işler (BK.m.135/1). Dava ile kesilmiş zamanaşımı, davanın devamı süresinde taraflardan birinin yargılamaya ilişkin her bir işleminden ve hâkimin her emir ve hükmünden itibaren yeniden cereyana başlar.

Öğretide, kısmi davada dava edilmeyen alacak kesimi için, fazlaya ilişkin hakkın saklı tutulmuş olmasının zamanaşımını kesmeyeceği kabul edilmektedir (Baki Kuru Hukuk Muhakemeleri Usulü, Altıncı Baskı Cilt:II s.1541 v.d; Pekcanıtez Hakan/ Atalay Oğuz/ Özekes Muhammet, Hukuk muhakemeleri Kanununa Göre Medeni Usul Hukuku, 12. bası. S.321). Kısmi dava açılması halinde zamanaşımı yalnız alacağın kısmi dava konusu yapılan miktarı için kesilir (HGK.20.3.1968 gün ve 1968/9-210 E.; 151 K.; HGK, 3.7.2002 gün ve 2002/9-564 E. 572 K.; HGK 9.10.2002 gün ve 2002/9-809E., 802 K. ).

Anayasa Mahkemesinin iptal kararı sadece ek dava yerine kısmi ıslah yoluyla saklı tutulan alacakları aynı davada isteme kolaylığı getirmiş olup, zamanaşımı, temerrüde düşürme gibi, usul ve yasa hükümlerini değiştirmiş değildir. Kısmi ıslahta, tam ıslahın aksine ıslah tarihine kadar yapılmış bütün usul işlemleri yapılmamış sayılmaz. Kısmi ıslah, yapıldığı tarihten ileriye yönelik olarak hüküm ifade eder (HGK.3.7.2002 gün 2002/9-564 E.ve 572 K.).

Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında bir kısım üyeler, kısmi ıslahın bir ek dava niteliğinde olmadığını, kısmi ıslah halinde zamanaşımının ilk davanın açıldığı tarihe göre belirlenmesinin gerektiğini, ıslah edilen talebin dava dilekçesinin devamı niteliğinde olduğunu, kamilen ıslahta dava değiştirildiği ve zamanaşımının dava tarihine göre belirlendiği gibi aynı şekilde kısmi ıslahta da dava dilekçesinin talep bölümünün değiştirildiği kabul edilerek önceki davanın devamı olarak nitelendirilmesinin gerektiğini, uzun süren yargılamanın sonraki aşamalarında ortaya çıkan alacağa ulaşma imkanının ortadan kaldırılmamasının gerektiği, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle ihlal kararları vermekte olduğu, somut olayda da kusur oranı için ceza davası sonucunun mahkemece gereksiz şekilde beklenmesi nedeniyle 5 yıllık uzamış zamanaşımı süresinden sonra alınan bilirkişi raporu ile belirlenen tazminat miktarının talep edilebilmesi için davacı tarafından verilen ıslah dilekçesinin süresinde kabul edilmesinin gerekli olduğu gerekçesiyle yerel mahkeme kararının Özel Daire ilamında olduğu gibi bozmasının gerektiği belirtilmiş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından yukarıda belirtilen nedenlerle kabul edilmemiştir.

...

Bu itibarla, somut olaya uygulanması gereken 2918 sayılı yasanın 109. maddesinde öngörülen (2) yıllık ve ceza kanunları ile öngörülen(5) yıllık (ceza) zaman aşımı süreleri ıslah tarihi itibariyle geçmiştir ve zamanaşımına ilişkin olarak yukarıda açıklanan ilkeler uyarınca davacılardan Meyser Bulut’un ıslahla artırılan maddi tazminat istemi yönünden zamanaşımı süresi dolduğundan bu istemi reddeden mahkemenin direnme kararı yerindedir.

..."

B. Uluslararası Hukuk

1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi

60. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından davasının ... görülmesini istemek hakkına sahiptir..."

2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı

61. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin 6. maddesinin birinci fıkrasında açık bir biçimde mahkeme veya yargı merciine erişim hakkından söz edilmese de maddede kullanılan terimler bir bütün olarak dikkate alındığında mahkemeye erişim hakkının da garanti altına alındığı sonucuna ulaşıldığını belirtmiştir (Golder/Birleşik Krallık [GK], B. No: 4451/70, 21/2/1975, §§ 28-36). AİHM'e göre mahkemeye erişim hakkı Sözleşme'nin 6. maddesinin birinci fıkrasında mündemiçtir. Bu çıkarsama, Sözleşmeci devletlere yeni yükümlülük yükleyen genişletici bir yorum olmayıp 6. maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesinin lafzının Sözleşme'nin amaç ve hedefleri ile hukukun genel prensiplerinin gözetilerek birlikte okunmasına dayanmaktadır. Sonuç olarak Sözleşme'nin 6. maddesinin birinci fıkrası, herkesin medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili iddialarını mahkeme önüne getirme hakkına sahip olmasını kapsamaktadır (Golder/Birleşik Krallık, § 36).

62.AİHM; adil yargılanmanın bir unsurunu teşkil eden mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığını, doğası gereği devletin düzenleme yapmasını gerektiren bu hakkın belli ölçüde sınırlanabileceğini kabul etmektedir. Ancak AİHM; bu sınırlamaların kişinin mahkemeye erişimini hakkın özünü zedeleyecek şekilde ve genişlikte kısıtlamaması, zayıflatmaması gerektiğini ifade etmektedir. AİHM'e göre meşru bir amaç taşımayan ya da uygulanan araç ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi kurmayan sınırlamalar Sözleşme'nin 6. maddesinin birinci fıkrasıyla uyumlu olmaz (Sefer Yılmaz ve Meryem Yılmaz/Türkiye, B. No: 611/12, 17/11/2015, § 59; Eşim/Türkiye, B. No: 59601/09, 17/9/2013, § 19; Edificaciones March Gallego S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34).

63. AİHM, dava hakkını süre sınırına bağlayan iç hukuk hükümlerinin yorumlanmasının öncelikli olarak kamu otoritelerinin ve özellikle mahkemelerin görevi olduğunu belirtmekte; rolünün bu yorumun etkilerinin Sözleşme'yle uyumlu olup olmadığının tespitiyle sınırlı olduğunu ifade etmektedir. Süre sınırı getiren kuralların uygun adalet yönetiminin güvence altına alınması amacına dayandığına işaret eden AİHM, bu kuralların veya bunların uygulanmasının ilgililerin ulaşılabilir başvuru yollarına müracaatlarını engelleyecek mahiyette olmaması gerektiğini değerlendirmektedir. AİHM, bu bağlamda her bir olayın somut başvuru yolunun özellikleri ışığında ve Sözleşme'nin 6. maddesinin birinci fıkrasının amaç ve hedefleri çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğinin altını çizmektedir (Eşim/Türkiye, § 20).

64.AİHM, bu ilkeler uyarınca mahkemelerin dava açılabilmesi için öngörülen yasal yükümlülükleri uygularken hem yargılama adaletinin zayıflamasına yol açacak düzeyde aşırı şekilcilikten hem de kanunlarda öngörülen usule ilişkin gereklilikleri abes hâle getirecek seviyede aşırı esneklikten kaçınması gerektiğini belirtmektedir. AİHM, kuralların belirliliği ve iyi adalet yönetimini sağlama amacına hizmet etme işlevlerini yitirmesi hâlinde ve davaların esasının yetkili mahkeme tarafından karara bağlanmasını önleyecek birtakım bariyerler oluşturma fonksiyonu görmeleri durumunda mahkemeye erişim hakkının zedeleneceğini ifade etmektedir (Eşim/Türkiye, § 21).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

65. Anayasa Mahkemesinin 16/6/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Adil Yargılanma Hakkı Kapsamındaki Hakkaniyete Uygun Yargılama Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları

66. Başvurucular; kısmi dava olarak açtıkları davalarını belirsiz alacak davası olarak ıslah etmelerine rağmen ıslah taleplerinin dikkate alınmadığını, kendileri ile aynı durumda olan, başka işverenler tarafından çalıştırılan, sendika üyesi olmayan işçilerin açtıkları alacak davaları kabul edilirken kendi açtıkları davaların reddedilmesinin Anayasa Mahkemesinin içtihatlarında ifade edildiği gibi hukuki güvenlik, belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerine aykırılık oluşturduğunu belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

2. Değerlendirme

67. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

68. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların aynı maddi olaya ilişkin farklı karar verildiğine dair iddialarının hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

69. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Genel İlkeler

70. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile uyuşmazlık konusunda varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içeren tespit ve sonuçlar bu kapsamda değildir (konuya ilişkin birçok karar arasından bkz. Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013).

71. Ancak temel hak ve özgürlüklere müdahalenin söz konusu olduğu durumlarda derece mahkemelerinin takdir ve değerlendirmelerinin Anayasa'daki güvencelere etkisini nihai olarak değerlendirecek merci Anayasa Mahkemesidir. Bu itibarla Anayasa'da öngörülen güvenceler dikkate alınarak bireysel başvuru kapsamındaki temel hak ve özgürlüklerin ihlal edilip edilmediğine ilişkin herhangi bir inceleme kanun yolunda gözetilmesi gereken hususun incelenmesi olarak nitelendirilemez (Şahin Alpay (2) [GK], B. No: 2018/3007, 15/3/2018, § 53).

72. Diğer taraftan Anayasa Mahkemesi çok istisnai durumlarda temel hak ve özgürlüklerden biri ile doğrudan ilgili olmayan bir şikâyeti kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin yasak kapsamına girmeden inceleyebilir. Açık bir keyfîlik nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin temelden sarsıldığı ve adil yargılama hakkı kapsamındaki usule ilişkin güvencelerin anlamsız hâle geldiği çok istisnai hâllerde, aslında yargılamanın sonucuyla ilgili olan bu durumun bizatihi kendisi usule dair bir güvenceye dönüşmüş olur. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin derece mahkemelerinin değerlendirmelerinin usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle getirip getirmediğini ve açık bir keyfîlik nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin temelden sarsılıp sarsılmadığını incelemesi yargılamanın sonucunu değerlendirdiği anlamına gelmez. Sonuç olarak Anayasa Mahkemesi derece mahkemelerinin delillerle ilgili değerlendirmelerine ancak açık bir keyfîlik ve adil yargılanma hakkı kapsamındaki usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle getiren bir uygulama varsa müdahale edebilecektir (Ferhat Kara [GK], B. No: 2018/15231, 4/6/2020, § 149; M.B. [GK], B. No: 2018/37392, 23/7/2020, § 83).

73. Hukuk kurallarının ne şekilde yorumlanacağı veya birden fazla yorumunun mümkün olduğu durumlarda bu yorumlardan hangisinin benimseneceği derece mahkemelerinin yetkisinde olan bir husustur. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruda derece mahkemelerince benimsenen yorumlardan birine üstünlük tanıması veya derece mahkemelerinin yerine geçerek hukuk kurallarını yorumlaması bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmaz. Anayasa Mahkemesinin kanunilik ilkesi bağlamındaki görevi, hukuk kurallarının birden fazla yorumunun varlığının hukuki belirlilik ve öngörülebilirliği etkileyip etkilemediğini tespit etmektir (Mehmet Arif Madenci, B. No: 2014/13916, 12/1/2017, § 81).

74. Mahkemelerin münferit bazı olaylarda farklı kararlar vermesi kuralın öngörülebilir olma niteliğini yitirdiğinin söylenebilmesi için yeterli olmayıp içtihat farklılığının derinleşmiş ve müzmin hâle gelmiş olması gerekir. Ayrıca spesifik bazı olaylarda verilmiş farklı kararların bulunduğundan hareketle içtihat farklılığının derinleştiği ve süregelen bir boyut kazandığı da kabul edilemez. Anayasa Mahkemesinin bir konuyla ilgili olarak verilmiş tüm mahkeme kararlarını yeknesak hâle getirme gibi bir işlevi bulunmadığı gibi mahkeme kararlarındaki hukuka aykırılıkları giderme ödevi de mevcut değildir (Selahattin Bayri, B. No: 2018/32374, 15/9/2021, § 42).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

75. Somut olayda başvurucular, işçilik alacağından kaynaklanan tazminat davalarında taleplerini kısmi dava olarak ileri sürdükleri yargılamanın ilerleyen aşamasında ıslah dilekçesi ile davanın belirsiz alacak davası olduğunu ifade etmiş; bilirkişi raporunda belirtilen miktar üzerinden talep sonucunu artırmıştır. Mahkeme ise bozmadan sonra ıslah yapılamayacağı gerekçesi ile ıslah edilen miktar ile ilgili talep konusunda değerlendirme yapmadan yargılamayı sona erdirmiştir. Başvurucular işçilik alacakları ile ilgili davaların belirsiz alacak davası olarak açılamayacağına ilişkin olarak Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin kararları doğrultusunda kısmi dava açmak zorunda bırakıldıklarını oysa Yargıtayın diğer dairelerinin bu konuda farklı görüşlerinin olduğunu, ıslah taleplerinin kabul edilmemesi ve Yargıtay dairelerinin farklı uygulamaları nedeniyle hak kayıplarının meydana geldiğini ileri sürmüşlerdir.

76. Somut başvurunun konusu, ıslah dilekçesinin dikkate alınmadan başvurucuların taleplerinin reddedilmesi ve aynı işyerinde benzer koşullarda çalışan işçiler tarafından açılan davaların bir kısmının yargı mercilerinin farklı bir yaklaşım benimsemesi nedeniyle farklı sonuçlanmasından dolayı yargılamanın hakkaniyetinin zedelendiği iddiasıdır.

77. Bireylerce yargı mercileri nezdinde açılan davaların niteliğini belirlemek hukuk kurallarını öncelikle yorumlama yetkisine sahip olan derece mahkemelerinin takdirindedir. Anayasa Mahkemesinin bu bağlamda görevi derece mahkemesinin yorumlarının açık bir keyfîlik veya bariz takdir hatası içerecek nitelikte olup olmadığını incelemektir.

78. Anayasa Mahkemesi İsmail Avcı (B. No: 2019/12190, 22/2/2022) kararında, şartları oluşmadan açılan belirsiz alacak davasının dava şartı yokluğundan reddedilmesinin -usul hukukundaki imkânlar gözetildiğinde- başvurucunun mahkemeye erişimini imkânsız kılan ağır bir aracın tercih edilmesi nedeniyle gereklilik şartına uygun olmadığı için adil yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

79. Somut olayda ise başvurucular, ıslah yoluna başvurmadan alacak miktarını artırma imkânı sağlayan belirsiz alacak davası sürecine nazaran kısmi davada alacaklarına kavuşma imkânının kendilerine sağlanmaması nedeniyle anayasal haklarının zedelendiğini ileri sürmüştür. Bununla birlikte başvurucular dava dilekçelerinde, alacak kalemlerini kısmen talep etmiş; söz konusu dava dilekçelerinde davaların belirsiz alacak davası şeklinde açıldıklarına dair hiçbir ibareye yer vermemiştir. Bu durumda mahkemelerce bu şekilde açılan bir davanın kısmi dava olarak nitelenerek belirsiz alacak davasına özgü imkânlardan yararlandırılmaması anayasal bakımdan bir sorun teşkil etmemektedir. Diğer taraftan başvurucuların fazlaya ilişkin haklarını saklı tuttukları kısmi dava kapsamında zamanaşımı süresi içinde alacaklarının kalan kısımlarını talep etme imkânlarının olduğu açıktır. Buna göre belirsiz alacak davası açmak yerine kısmi dava açmayı tercih eden başvurucular yönünden kısmi dava yolunda da belli usuller çerçevesinde alacakları talep etme imkânının bulunduğu anlaşılmaktadır.

80. Ayrıca ıslahın tahkikatın sonuna kadar yapılabileceği yönündeki kanun hükmü ile Yargıtay içtihadı da bu bağlamda dikkate alınmalıdır.

81. Diğer taraftan başvurucular, aynı işyerinde benzer koşullarda çalışan işçiler tarafından açılan davaların bir kısmının yargı mercilerinin farklı bir yaklaşımı benimsemesi nedeniyle farklı sonuçlandığını ve bu hususun yargılamanın hakkaniyetini zedelediğini ileri sürmüşlerdir.

82. Öncelikle adil yargılanma hakkının hukuk kuralının davanın başvurucu lehine sonuçlanmasını temin eden yorumunun esas alınmasını güvence altına almadığı hatırda tutulmalıdır. Uyuşmazlığa uygulanacak hukuk kurallarının yorumlanması -yukarıda belirtildiği gibi- derece mahkemelerinin takdirindedir (M.B., § 84). Öte yandan aynı nitelikteki uyuşmazlıkla ilgili olarak değişik mahkemelerin farklı kararlar vermesi de tek başına adil yargılanma hakkını ihlal etmemektedir. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesinin derece mahkemelerince yapılan yorumların hukuka uygun olup olmadığını denetleme ve bu yorumları birleştirme gibi bir görevinin bulunmadığının altı çizilmelidir. Anayasa Mahkemesinin açıkça keyfî olmayan veya bariz takdir hatası da içermeyen bir yorumdan dolayı adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine hükmedebilmesi için bu yorumun yerleşik hâle gelen bir içtihattan saptığına veya derinleşmiş ve süregelen bir nitelik kazanan içtihat farklılığına dayandığına ikna olması gerekir (Selahattin Bayri, § 47).

83. Açtığı dava aleyhine sonuçlanan bir kimsenin aynı konuda ancak farklı yönde verilmiş bir veya birkaç kararın varlığından hareketle adil yargılanmadığı sonucuna ulaşılamaz. Farklı mahkemelerin görev alanına girebilen bir uyuşmazlık türü yoktur ki ilk başta birbiriyle çelişen kararların verilmesi ihtimali uzak olsun. Mahkemelerin benzer uyuşmazlıklarla ilgili olarak başlarda farklı kararlar vermesi işin tabiatı gereğidir. Esasen mahkemelerin ilk kez karşılaştıkları uyuşmazlıkla ilgili olarak farklı kararlar vermelerinde yadırganacak bir yön de yoktur. Önemli olan bu içtihat farklılıklarının müzminleşmesinin önlenebilmesidir (Selahattin Bayri, § 51).

84. Kaldı ki başvurucuların başvuru formuna örnek olarak sundukları mahkeme kararlarına konu davaların belirsiz alacak davası olarak açıldığı, maddi hata düzeltim dilekçeleri üzerine Yargıtay Dairesinin sonradan görüş değiştirerek davayı belirsiz alacak davası olarak nitelendirdiği ve yargılamaların bu çerçevede sonuçlandırıldığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla başvurucular tarafından benzer durumda olduğu ileri sürülen yargılamaların başvuru konusu olaylar ile aynı mahiyette olmadığı açıktır.

85. Bunun dışında başvurucular somut davalara benzer nitelikteki davaların kabul edildiğini iddia etmelerine rağmen bu davalara bağlı olarak hangi nedenlerle yargılamanın hakkaniyetinin zedelendiğine ilişkin objektif, kabul edilebilir gerekçeler ortaya koymamışlardır.

86. Netice olarak yargılamada mahkemelerin yorumu açık bir keyfîlik veya bariz takdir hatası içermediği gibi başvurucular tarafından da bu yorumun yerleşik içtihattan saptığı ya da derinleşmiş ve süregelen bir nitelik kazanan içtihat farklılığına dayandığı gösterilebilmiş değildir.

87. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

Selahaddin MENTEŞ bu görüşe katılmamıştır.

B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları

88. Başvurucular, bireysel başvuru konusu yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş; ihlalin ortadan kaldırılması ve tazminat taleplerinde bulunmuştur.

2. Değerlendirme

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

89. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

90. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği tarih, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 50-52).

91. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).

92. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında ekli tablonun (G) sütununda belirtilen 39. İş Mahkemesinde görülen yargılamanın yaklaşık 4 yıl 10 aylık ve 12. İş Mahkemesindeki yargılamanın 6 yıl 2 aylık sürelerinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.

93. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

94. Başvurucular, ihlalin tespiti ile maddi ve manevi tazminata karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

95. Somut olayda makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

96. İhlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvuruya konu her bir davanın özel koşulları dikkate alınarak hesaplanan, ekli tablonun (H) sütununda belirtilen net tutarlarda manevi tazminatın başvuruculara ödenmesine, tazminata ilişkin diğer taleplerin reddine karar verilmesi gerekir.

97. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucuların uğradıklarını iddia ettikleri maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Tespit edilen ihlal ile maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığından maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

98. Dosyadaki belgelerden tespit edilen, ekli tabloda belirtilen harç ve vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderlerinin başvuruculara ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA Selahaddin MENTEŞ'in karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE OYBİRLİĞİYLE,

C. Başvuruculara ekli tablonun (H) sütununda belirtilen tutarlarda manevi tazminatın ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. Dosyadaki belgelerden tespit edilen harç ve vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderlerinin başvuruculara ekli tabloda gösterildiği gibi ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihlerinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin bilgi için Ankara 12. ve 39. İş Mahkemelerine GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 16/6/2022 tarihinde karar verildi.

 

 

 

 

 

KARŞIOY

Anayasa Mahkemesi 1. Bölüm 2019/35906 esas sayılı dosyada çoğunluk başvurucunun hakkaniyete uygun yargılama hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir. Aşağıda açıkladığım gerekçelerle kararın, hakkaniyete uygun yargılama hakkının ihlal edilmediğine ilişkin kısmına katılmadım.

Olay ve olgular mahkememizin gerekçeli kararında özetlenmiştir.

Başvurucular hizmet kolunda faaliyette bulunan EÜAŞ şirketinin Zonguldak Çatalağzında kurulu termik santralinde alt işveren şirketlerinin personeli olarak zincirleme iş sözleşmesiyle belirsiz süreli iş akdi ile taşeron işçi olarak çalışmaktadırlar. Başvurucular Ankara İş Mahkemesinde ayrı ayrı dava açmışlardır. Açtıkları davalarda davalı ile yüklenici şirketler arasında muvazaa olduğunu başlangıçtan itibaren davalının işçisi olduklarını mahkemece bu durumunun tespit edilmesini ardından da ücret farkları için ek ödeme ve sosyal yardımlar için açtıkları davaların kabul edilerek faiziyle birlikte ödenmesini talep etmişlerdir.

Dava dosyasından da anlaşılacağı üzere davalı işyerinde başvuruculardan da farklı olarak benzer nitelikte çok sayıda davanın açıldığı anlaşılmıştır. Açılan bu davalar iki şekilde sonuçlanmıştır.

Başlangıçta belirsiz alacak davası olarak açılan davalar ilk önce Yargıtay’ın da müdahalesi ile “Muvazaa davaları kısmi davadır. Belirsiz alacak davası olarak açıldıysa ilk celsede esasa girmeden ret edilmelidir.” Gerekçesiyle Yargıtay’dan geçerek ret edilmiştir. Yargıtay aşamasında bu davalar tarafların sunduğu maddi hata dilekçeleri kabul edilerek belirsiz alacak davası olarak onanan Yargıtay ilamı kaldırılarak davanın belirsiz alacak davası olarak yeniden görülmesi sağlanmıştır.

Kısmi dava olarak açılan ya da Yargıtay’ın çelişkili uygulamaları nedeniyle kısmi dava mı ya da belirsiz alacak davası mı tam belirtilmeden açılan davalarda da Anayasa Mahkemesine konu başvuru davasında olduğu gibi; davalar Yargıtay tarafından kısmi dava olarak kabul edilmiş bu sebeple tarafların olay ve olguları aynı olan, aynı maddi vakıalara dayalı ilerleyen hukuki süreçleri birbirinden farklı maddi sonuçları farklı kararlara sebebiyet verilmiştir.

Anayasa Mahkemesi 2019/12190 E. Sayılı İsmail Avcı başvurusunda Yargıtay’ın bu çelişkili tutumunu görmüştür. Yargıtay, kısmi dava olarak açılan davada; davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığını belirterek verilen tazminat kararını bozmuştur.

Anayasa Mahkemesi 2019/12190 E. Sayılı İsmail Avcı kararında Yargıtay’ın çelişkili tutumunu ortaya koymuş, mahkemeye erişim hakkı yönünden meseleyi inceleyerek ihlal sonucuna ulaşmıştır. Mahkememizin kararında şu ilkeler ortaya konmuştur.

İsmail Avcı kararında müdahalenin ihlal oluşturup oluşturmadığı, kanunilik, meşru amaç ve ölçülülük yönünden incelenmiştir. Kanunilik yönüyle mahkeme şu tespiti yapmıştır. “Sonuç olarak belirsiz alacak kapsamına girmediği değerlendirilen bir alacağın belirsiz alacak davasına konu edilmesinde hukuki yararın bulunmadığı yorumu belirsiz alacak davasının da bir eda davası olduğu hususu dikkate alındığında makul olarak değerlendirilebilecek bir yorum olarak değerlendirilmemiştir. Bununla birlikte somut olayın özelliği dikkate alındığında ihlal bulunup bulunmadığı, konusunda nihai değerlendirmenin ölçülülük ilkesi yönünden yapılmasının daha uygun olacağı sonucuna ulaşılmıştır.”

Ölçülülük ilkesi yönünden mahkemece şu ilkeler belirlenmiştir. “Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden biri olan ölçülülük, hukuk devleti ilkesinden doğmaktadır. Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması istisnai bir yetki olduğundan bu yetki ancak durumun gerektirdiği ölçüde kullanılması koşuluyla haklı bir temele oturabilir. Bireylerin hak ve özgürlüklerinin somut koşulların gerektirdiğinden daha fazla sınırlandırılması kamu otoritelerine tanınan yetkinin aşılması anlamına geleceğinden hukuk devletiyle bağdaşmaz (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014).

Ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2013/66, K.2014/19, 29/1/2014; E.2016/16, K.2016/37, 5/5/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).

Mahkemeye erişim hakkının sınırlanması için seçilen aracın öngörülen amaca ulaşılabilmesi bakımından elverişli olması gerekir. Ayrıca seçilen araç bu hakkı en az zedeleyici nitelikte bulunmalıdır. Bununla birlikte hakkı daha az zedeleyen aracın tercih edilmesi gerektiğinin söylenebilmesi için söz konusu araç aynı amacı gerçekleştirmeye elverişli olmalıdır. Daha hafif sınırlama teşkil eden aracın tercih edilmesi hâlinde öngörülen amaç gerçekleşmeyecek ise daha ağır müdahale oluşturan aracın seçimi hususundaki tercih, Anayasa’ya aykırı olmaz. Bunun dışında hangi müdahale aracının tercih edileceği hususunda kamu otoritelerinin belli ölçüde takdir yetkisi bulunmaktadır (Mustafa Berberoğlu, B. No: 2015/3324, 26/2/2020, § 48).

Öte yandan mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahaleler orantılı olmalıdır. Orantılılık, amaç ile araç arasında adil bir denge kurulmasını gerektirmektedir. Buna göre mahkemeye erişim hakkına getirilen sınırlamayla ulaşılmak istenen meşru amaç ve başvurucunun mahkemeye erişim hakkından yararlanmasındaki bireysel yarar arasında makul bir orantı kurulmalıdır. Hedeflenen amaca ulaşıldığında elde edilecek kamusal yararla kıyaslandığında sınırlama ile kişiye yüklenen külfetin aşırı ve orantısız olmaması gerekir (Mustafa Berberoğlu, § 49).

Yukarıda da belirtildiği üzere aynı işyerine ilişkin ilerleyen dava süreçlerinde Yargıtay belirsiz alacak davası olarak açılan davaları ilk derece yargısının tazminat taleplerini kabul etmesinden sonra davalar esasa girilmeden ret edilmelidir gerekçesiyle bozularak gönderildiği anlaşılmıştır. Yargıtay bu bozma ilamını maddi hata dilekçesi verilmesi üzerine kabul etmiş, kendi bozmasını kaldırarak belirsiz alacak davası olarak açılan davaları kabul ederek onama yapmıştır.

Benzer davaları açan başvurucular Yargıtay’ın bu tutumunu görmeleri üzerine davalarını tam bir isim koymadan kısmi dava mı belirsiz alacak davası mı olduğu belli olmadan açmaya çalışmışlardır. Davaların böyle açıldığı başvuruya konu davalardan da anlaşılmaktadır. Davalı EÜAŞ davaya verdiği cevap dilekçesinde davanın belirsiz alacak davası olduğunu belirterek cevap vermiştir.

Başvuruya konu somut davalar yukarıda belirtilen ilkeler çerçevesinde mahkemeye erişim hakkı yönünden incelenmelidir.

Yargıtay’ın konuları maddi vakıaları, delilleri aynı olan çok sayıda başvuruya ilişkin kararlarında ilerleyen dava süreçlerinde çelişkili kararlar verdiği belirlenmiştir. Belirsiz alacak davası olarak açılan davaları önce ret edilmesi gerekçesiyle bozmuş, bozma ilamını maddi hata dilekçesi kabul ederek görüşmüş bozma ilamını kaldırarak aynı kararı onamıştır. Bu yargılama sürecini gören aynı vakıalara dayalı dava açan başvurucular maddi hata dilekçesinden önce davalarını açmışlardır. Yargıtay’ın bu davalarda belirsiz alacak davalarını ret ettiğini görünce davaları kısmi dava olarak açmaya çalışmışlardır. Başvurucuların davalarını kısmi dava olarak açıp açmadıkları esasen net değildir. Çünkü davalı idare verdiği cevap dilekçesinde açılan davanın belirsiz alacak davası olduğunu kabul etmiştir. Dilekçe anlatımında dayanılan delillerde belirsiz alacak davası olarak açılan bir dava ile kısmi bir dava olarak açılan dilekçeler hemen hemen aynıdır. Yargıtay’ın çelişkili tutumu sebebiyle dava süreçlerini uzatmamak adına başvurucular dilekçenin üzerine kısmi dava olarak belirtmişlerdir. Yargıtay’ın kendisi de uygulamasını değiştirmiş, belirsiz alacak davası olarak açılan davaları bozduğu halde maddi hata dilekçesini kabul ederek bozma ilamlarını kaldırmış, bu kararları onamıştır. Başvurucular yönünden benzer yönde ilerleyen dava süreçlerine rağmen Yargıtay’ın başvurucuların davalarını kısmi dava olarak nitelemek zorunda kalmasına kendi uygulaması sebep olduğu halde yargısal süreçlerde bir çözüm üretmemesi de mahkemeye erişim hakkı yönünden ihlal sonucunu doğurmaktadır.

Yukarıda belirttiğim gerekçelerle Sayın çoğunluğun görüşüne katılmadım.

 

 

 

 

 

Üye

 Selahaddin MENTEŞ

 

 

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim Birinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal)
Künye
(Şevket Coroz ve diğerleri [1.B.], B. No: 2019/35906, 16/6/2022, § …)
   
Başvuru Adı ŞEVKET COROZ VE DİĞERLERİ
Başvuru No 2019/35906
Başvuru Tarihi 4/11/2019
Karar Tarihi 16/6/2022
Birleşen Başvurular 2019/35908, 2019/35910, 2019/35912, 2019/35913, 2019/35914, 2019/35915, 2019/35916, 2019/35917, 2019/35918, 2019/35919, 2019/35937, 2019/35938, 2019/35939, 2019/35940, 2019/35941, 2019/35949, 2019/35950, 2019/35951, 2019/35952, 2019/35953, 2019/35954, 2019/35955, 2019/35956, 2019/35958, 2019/35959, 2019/35963, 2019/35964, 2019/35965, 2019/35966, 2019/35967, 2019/35968, 2019/35969, 2019/35970, 2019/35971, 2019/35978, 2019/35980, 2019/35981, 2019/35982, 2019/35983, 2019/35986, 2019/35987, 2019/35988, 2019/35989, 2019/35991, 2019/35992, 2019/35993, 2019/35994, 2019/35995, 2019/35996, 2019/35999, 2019/36001, 2019/36002, 2019/36003, 2019/36004, 2019/36006, 2019/36007, 2019/36008, 2019/36009, 2019/36010, 2019/36011, 2019/36012, 2019/36013, 2019/36014, 2019/36015, 2019/36016, 2019/36017, 2019/36019, 2019/36020, 2019/36021, 2019/36022, 2019/36023, 2019/36026, 2019/36029, 2019/36030, 2019/42622, 2019/42623, 2019/42625, 2019/42627, 2019/42631, 2019/42634, 2019/42635, 2019/42637, 2019/42639, 2019/42640, 2019/42642, 2019/42644, 2019/42645, 2019/42646, 2019/42648, 2019/42650, 2019/42652, 2019/42653, 2019/42655, 2019/42657, 2019/42659, 2019/42660, 2019/42661, 2019/42663, 2019/42664, 2019/42665, 2019/42666, 2019/42667, 2019/42668, 2019/42669, 2019/42670, 2019/42671, 2019/42672, 2019/42673, 2019/42677, 2021/10968, 2021/10976, 2021/10983, 2021/10985, 2021/10987, 2021/10989, 2021/10993, 2021/10995, 2021/10996, 2021/10998, 2021/11000, 2021/11001, 2021/11002, 2021/11003, 2021/11004, 2021/11005, 2021/11006, 2021/11007, 2021/11008, 2021/11009, 2021/11010, 2021/11011, 2021/11012, 2021/11013, 2021/11014, 2021/11016, 2021/11017, 2021/11018, 2021/11019, 2021/11020, 2021/11021, 2021/11022, 2021/11023, 2021/11024, 2021/11025, 2021/11026, 2021/11027, 2021/11028, 2021/11029

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru, işçilik alacağı nedeniyle açılan davaların aynı maddi olaya dayanılarak açılan başka davalarda verilen kararlardan aksi bir sonuca ulaşılarak reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ve davanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) Hakkaniyete uygun yargılanma hakkı (bariz takdir hatası, içtihat farklılığı vs.-hukuk) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
Makul sürede yargılanma hakkı (hukuk) İhlal Manevi tazminat

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 818 Borçlar Kanunu 126
128
133
6098 Türk Borçlar Kanunu 147
149
154
1086 Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu 83
6100 Hukuk Muhakemeleri Kanunu 107
109
176
  • pdf
  • udf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi