logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Sınırlı Sorumlu Kavak Arsa ve Konut Yapı Kooperatifi [1.B.], B. No: 2019/39103, 18/4/2024, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

SINIRLI SORUMLU KAVAK ARSA VE KONUT YAPI KOOPERATİFİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/39103)

 

Karar Tarihi: 18/4/2024

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

İrfan FİDAN

 

 

Yılmaz AKÇİL

Raportör

:

Olcay ÖZCAN

Başvurucu

:

Sınırlı Sorumlu Kavak Arsa ve Konut Yapı Kooperatifi

Vekili

:

Av. Bora İMADOĞLU

 

I. BAŞVURUNUN ÖZETİ

1. Başvuru, taşınmaz üzerine konulan ihtiyati tedbirin kaldırılmasının davanın kısmen reddine neden olması ve dava değerinin hatalı belirlenmesi suretiyle yüksek miktarda aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

2. Başvurucu Kooperatif, Eskişehir'in Sazova mahallesindeki taşınmazının 39204/183900 hissesini genel kurul kararına istinaden Sınırlı Sorumlu B. Konut Yapı Kooperatifine (B. Konut Yapı Kooperatifi) 30/12/1993 tarihinde satmıştır.

3. Başvurucu 14/5/1995 tarihinde B. Konut Yapı Kooperatifi aleyhine Eskişehir 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde (1. Asliye Hukuk Mahkemesi) dava açmıştır. Bu davada başvurucu, taşınmazın satışına dayanak olan olağan genel kurul kararının hukuka aykırı olması nedeniyle geçersiz olduğunu ve iptali için ayrı bir dava açıldığını belirterek taşınmazdaki B. Konut Yapı Kooperatifi adına oluşturulan tapu kaydının iptalini ve başvurucu adına tescilini talep etmiştir. Yargılama sırasında belirlenemeyen bir tarihte davaya konu taşınmaz üzerine ihtiyati tedbir konulduğu anlaşılmaktadır.

4. Başvurucu Yönetim Kurulu tarafından başvurucu Denetim Kurulu aleyhine 9/8/1996 tarihinde Eskişehir 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde (2. Asliye Hukuk Mahkemesi) açılan diğer davada ise genel kurul kararının hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle iptali talep edilmiştir.

5. 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 9/4/1997 tarihli Duruşma Tutanağı'nda taşınmaz üzerine yapılan inşaatın ihtiyati tedbir yoluyla durdurulması yönündeki talebin reddine karar verildiği ifade edilmiştir.

6. 1. Asliye Hukuk Mahkemesi 25/5/2004 tarihinde, davalının genel kurulun usulüne uygun yapılıp yapılmadığını bilmesinin ve bunu araştırmasının mümkün ve gerekli olmadığı, zarar oluşursa iç ilişkide talep edilebileceği, diğer davanın sonucunun bu davayı etkilemeyeceği, her ne kadar davalı B. Konut Yapı Kooperatifi Başkanı'nın başvurucunun yedek yönetim kurulu üyesi olduğu anlaşılsa bile başvurucuyu temsil etmeye yetkisi olmadığı, satış işleminde davacı başvurucuyu temsil etmediği ve bu durumun davalının iyi niyetli olmadığını göstermeyeceği gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Kararla birlikte 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 112. maddesi uyarınca taşınmaz üzerindeki tedbirin kaldırılmasına karar vermiştir. Kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesi (Yargıtay Dairesi) 22/9/2005 tarihinde genel kurul kararının iptali için açılan davanın bekletici mesele yapılması suretiyle bir karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle kararı bozmuştur.

7. 1. Asliye Hukuk Mahkemesi 9/5/2006 tarihinde önceki kararında direnmiştir. Yapılan temyiz talebini inceleyen Yargıtay Hukuk Genel Kurulu (HGK) 15/11/2006 tarihinde Yargıtay Dairesi bozma kararında belirtilen gerekçelerle direnme kararının bozulmasına karar vermiştir.

8. 2. Asliye Hukuk Mahkemesi 19/7/2005 tarihinde usulsüz şekilde toplantıya iştirak edenler dışında toplantı yeter sayısına ulaşılamadığı gerekçesiyle başvurucu kooperatifin 13/6/1993 tarihli genel kurul kararının mutlak butlan ile batıl olduğunun tespitine karar vermiştir. Karar kanun yollarından geçerek 25/4/2008 tarihinde kesinleşmiştir.

9. 1. Asliye Hukuk Mahkemesi, HGK bozma kararı sonrası 15/2/2007 tarihinden itibaren yargılamaya devam etmiş ve başvurucu vekili 22/1/2008 tarihli duruşmada daha evvel kaldırılan ihtiyati tedbir kararının tekrar uygulanmasını talep etmiştir. 1. Asliye Hukuk Mahkemesi aynı duruşmada talebin kabulüne, taşınmazın 39204/183900 hissesi üzerine ihtiyati tedbir konulmasına karar vermiştir.

10. 1. Asliye Hukuk Mahkemesi, 23/10/2008 tarihinde davanın kabulüne, imar görerek başka parsel numarası alan taşınmazların tapu kayıtlarının davalı hissesi yönünden iptaline ve başvurucu adına tesciline karar vermiştir. Ayrıca 1. Asliye Hukuk Mahkemesi, taşınmaz için 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 28. maddesi gereğince tapu müdürlüğüne müzekkere yazılmasına karar vermiştir.

11. Kararın temyizi üzerine Yargıtay Dairesi 18/1/2011 tarihinde tapu kayıtlarında yer alan çelişkilerin giderilmesi gerektiği gerekçesiyle kararı bozmuş, yapılan karar düzeltme talebini de 27/5/2011 tarihinde reddetmiştir.

12. 1. Asliye Hukuk Mahkemesi bozma ilamına uymuş, yargılama sırasında dava konusu taşınmazların bir kısmı üzerine bina inşa edilerek kat mülkiyeti kurulması sonrasında üçüncü kişilere yapılan devirlerin olduğu anlaşılmıştır. Başvurucu 7/5/2012 tarihinden sonra sunduğu farklı tarihli dâhilî dava dilekçeleriyle devralan bağımsız bölüm maliklerini davaya dâhil etmiş ve bu dilekçelerde bağımsız bölüm maliklerinin iyi niyetli üçüncü kişi olmadıklarını ileri sürerek dâhilî davalılar adına kayıtlı taşınmazların tapu kaydının iptal edilmesini ve adına tapuya tesciline karar verilmesini talep etmiştir. Ayrıca dâhilî dava dilekçelerinde 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 125. maddesi uyarınca seçimlik hakkını kullandığını ve taşınmazların bir kısmını devralanlara karşı davaya devam etmek istediğini ifade etmiştir.

13. 1. Asliye Hukuk Mahkemesi, başvurucunun bazı taşınmazların kamulaştırılması nedeniyle kamulaştırma bedelleri üzerine ihtiyati tedbir konulmasına ilişkin 30/7/2012 tarihli talebini 2/8/2012 tarihinde reddetmiştir. Başvurucu 18/2/2013 tarihinde dava konusu taşınmazlar üzerine ihtiyati tedbir konulması talebini içeren yeni bir dilekçe sunmuş, taşınmazın ferdileşmesi esnasında ve imar uygulaması sonucu değişen duruma göre yeni maliklerin davaya dâhil edildiğini belirterek bu maliklerin taşınmazlarının satış ve devrinin önlemesi için tapu kayıtlarının üzerine ihtiyati tedbir konulmasını ya da "Davalıdır." şerhi verdirilmesini talep etmiştir. 1. Asliye Hukuk Mahkemesi bu talebi kabul etmiş ve 20/2/2013 tarihinde 136 bağımsız bölüm üzerine ihtiyati tedbir konulmasına karar vermiştir.

14. Bazı bağımsız bölüm malikleri 20/2/2013 tarihli karara itiraz etmiştir. 1. Asliye Hukuk Mahkemesi 20/9/2013 tarihinde 52 bağımsız bölüm yönünden itirazı kabul etmiş ve bu bağımsız bölümlerin devir alındıkları tarihlerde üzerinde tedbir olmadığına işaret ederek ihtiyati tedbirin kaldırılmasına karar vermiştir. 9/4/2013 tarihli duruşmada başvurucu tarafa keşifte belirlenen bedel üzerinden eksik harcın ikmali için süre verildiği ve başvurucunun 14/6/2013 tarihinde 91.463 TL tamamlama harcı yatırdığı anlaşılmaktadır. Son olarak bir bağımsız bölüm malikinin tedbirin kaldırılması talebi 7/11/2014 tarihinde reddedilmiştir.

15. 1. Asliye Hukuk Mahkemesi 13/11/2015 tarihinde davanın kısmen kabulüne, bir kısım parseller açısından davalı B. Konut Yapı Kooperatif hisselerinin iptali ile başvurucu adına tapuya kayıt ve tesciline, dâhilî davalıların devraldıkları kalan parseller yönünden ise davanın reddine karar vermiştir. Ayrıca kabul edilen kısım yönünden 491.701,87 TL dava değeri üzerinden yapılan hesaplama sonucu 33.068,07 TL nispi vekâlet ücretinin davalı B. Konut Yapı Kooperatifinden alınarak başvurucuya verilmesine, reddedilen kısım yönünden dâhilî davalıların paylarına isabet eden toplam 25.971.688 TL dava değeri üzerinden hesaplanan 324.366,88 TL nispi vekâlet ücretinin başvurucudan alınarak dâhilî davalılara verilmesine karar verilmiştir. Bunun yanında 1. Asliye Hukuk Mahkemesi, kabul edilen kısım yönünden alınması gereken 33.588,15 TL nispi karar ve ilam harcının peşin alınan 7.88 TL ve 91.463 TL tamamlama harcından mahsubu ile hazineye gelir kaydına, bakiyesi 57.882,73 TL'nin karar kesinleştikten sonra davacı başvurucuya iadesine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinde özetle:

i. Taşınmazdaki hisseyi satış yoluyla devralan davalı B. Konut Yapı Kooperatifi ile yüklenici S.S.Ö. Kent Konut Yapı Kooperatifi arasında düzenleme şeklinde kat karşılığı inşaat yapım ve satış vaadi sözleşmesi imzalandığı, ayrıca davalı B. Konut Yapı Kooperatifinin aynı bölgede bulunan arsa malikleri N.E. ve H.A.S. ile de ayrı bir kat karşılığı inşaat yapım ve satış vaadi sözleşmesi imzaladığı, yüklenicinin sözleşme gereği 138 villayı arsa sahibi B. Konut Yapı Kooperatifine teslim ettiği belirtilmiştir. Arsa sahibi B. Konut Yapı Kooperatifinin sözleşme gereği kendisinde kalması gereken 43 villa haricinde mülkiyetini devretmeyi taahhüt ettiği 95 villanın kat irtifakı tapularını yükleniciye satış yolu ile 28/10/2005 tarihinde devrettiği, ayrıca arsa maliklerinden N.E. ve H.A.S.ye sözleşme kapsamında villaların kat irtifakı tapularının devredildiği ifade edilmiştir.

ii. Davalı B. Konut Yapı Kooperatifinin maliki olduğu ve imar görerek farklı parsel numaraları alan taşınmazlardaki hisseler yönünden genel kurul kararının iptali ile tescil yolsuz hâle geldiğinden davanın kabulüne karar verildiği ifade edilmiştir. Ayrıca bu kısımlar hakkında kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davası açıldığı ve davaların kesinleştiği ancak tapuda işlem yapılmadığı, kamulaştırma bedelinin kime ödeneceği hususunun ise dava konusu olmadığı belirtilmiştir.

iii. Geriye kalan parseller yönünden ise davalı B. Konut Yapı Kooperatifi ile yüklenici kooperatifin kuruluşlarından itibaren yönetim kurulu ve denetim kurulu üyeleri ile ortaklarının ayrı olduğuna, aralarında bir menfaat birlikteliği bulunmadığına, dahili davalıların iyi niyetli üçüncü kişi olduklarına ve kötüniyetli olduklarının ispat edilemediğine vurgu yapılmıştır.

iv. 28/5/2015 tarihli bilirkişi heyeti tarafından dava konusu parsellerin ve 138 villanın belirlenen bedeli üzerinden davanın kabul edilen ve reddedilen miktarlarına göre harç, yargılama gideri ve vekâlet ücretine hükmolunduğu ifade edilmiştir.

16. Yargıtay Dairesi yapılan temyiz taleplerini 19/4/2018 tarihinde reddederek kararı onamış ve karar düzeltme istemlerini de 16/9/2019 tarihinde reddetmiştir.

17. Başvurucu, nihai hükmü 31/10/2019 tarihinde öğrendikten sonra 28/11/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

18. Birinci Bölüm İkinci Komisyon 12/9/2023 tarihinde başvurunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası yönünden başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna, mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiası yönünden kabul edilebilirlik hususunun karara bağlanmasının Bölüm kararını gerektirmesi nedeniyle Bölüme gönderilmesine karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

II. DEĞERLENDİRME

19. Başvurucu, açtığı tapu iptali ve tescil davası sırasında taşınmaz üzerine inşaat yapılacağının öğrenilmesi üzerine inşaatın durdurulması talebiyle mahkemeden ihtiyati tedbir talebinde bulunduğunu ancak bu talebinin reddedildiğini, 1086 sayılı mülga Kanun'da ihtiyati tedbir talebinin reddine ilişkin karara karşı gidilebilecek kanun yolu bulunmadığından itiraz ve temyiz yoluna başvurulamadığını ileri sürmüştür. Dava konusunun üçüncü kişilere devrinin önlenmesi için Mahkemece konulan ihtiyati tedbirin ise ilk davanın reddi kararı ile birlikte kaldırıldığını, bu kararın bozulmasına kadar geçen yaklaşık dört yıllık sürede davalının imar ve benzeri kötü niyetli işlemlerle kooperatifi feshedip bireyselleşmeye geçtiğini, taşınmaz üzerine 138 villa yapıp sattığını, her ne kadar 22/1/2008 tarihli taleplerine istinaden yeniden tedbir konulmuş ise de bireyselleşen bu kısımlar üzerine tedbir konulamadığını ve geri dönülemez hak kayıplarına yol açıldığını iddia etmiştir. Dava sırasında inşaat yapılmaması için talep ettikleri ihtiyati tedbir kabul edilmiş veya taşınmazın devrinin önlenmesi için konulan tedbir kaldırılmamış olsaydı taşınmazın üçüncü kişilere devredilmemiş olacağını ve bugün tüm taşınmazın maliki olacağını ifade etmiştir. Dahili davalıların arsa payları nedeniyle davaya dahil edilip bu bedel üzerinden harç ödendiği hâlde taşınmaz üzerine yapılan villaların değerinin de hesaba dâhil edilerek yüksek miktarda aleyhe vekâlet ücretine hükmedildiğini belirterek adil yargılanma ve mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden yakınmıştır.

20. Başvuru, mülkiyet hakkı kapsamında incelenmiştir.

21. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır. Bu nedenle öncelikle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31).

22. Başvurucunun taşınmazın devrine dayanak olan genel kurul kararının iptali talebiyle açtığı dava kabul edilmiştir. Dolayısıyla başvurucunun taşınmazın iadesi talebiyle açtığı tapu iptali ve tescil davası yönünden Anayasa'nın 35. maddesi anlamında bir mülkünün veya mülkü elde etme yönünde meşru bir beklentisi olduğu değerlendirilmiştir.

23. Başvuru konusu olayda başvurucunun mülkiyet hakkına yönelik olarak kamu makamlarınca doğrudan yapılan bir müdahale mevcut olmayıp özel kişiler arası bir uyuşmazlık söz konusudur. Dolayısıyla başvuruda, devletin mülkiyet hakkına ilişkin pozitif yükümlülükleri yönünden inceleme yapılması gerekir.

A. Genel İlkeler

24. Özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklarda olayda tarafların birbirleriyle çatışan menfaatleri bulunmaktadır. Dolayısıyla tarafların karşı karşıya gelen menfaatlerini gözeterek mülkiyet hakkını korumakla yükümlü bulunan devletin, maddi ve usule ilişkin pozitif yükümlülüklerini yerine getirip getirmediği dikkate alınarak sonuca varılmalıdır. Bu bağlamda ilk olarak devletin etkili bir hukuksal mekanizma oluşturma yükümlülüğü çerçevesinde belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir bir kanun hükmünün mevcut olup olmadığı irdelenmelidir (Novartis Ag, B. No: 2015/11867, 14/11/2018, § 76).

25. İkinci olarak başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahaleye etkin bir biçimde itiraz edebilme, savunma ve iddialarını yetkili makamlar önünde ortaya koyabilme olanağının tanınıp tanınmadığı incelenmelidir. Anayasa'nın 35. maddesi usule ilişkin açık bir güvenceden söz etmemektedir. Bununla birlikte mülkiyet hakkının gerçek anlamda korunabilmesi bakımından bu madde, Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında da ifade edildiği üzere mülk sahibine müdahalenin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesini kapsamaktadır. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (benzer yöndeki kararlar için bkz. Bekir Yazıcı [GK], B. No: 2013/3044, 17/12/2015, § 71; Züliye Öztürk, B. No: 2014/1734, 14/9/2017, § 36).

26. Mülkiyet hakkının usule ilişkin güvenceleri hem özel kişiler arasındaki mülkiyet uyuşmazlıklarında hem de taraflardan birinin kamu gücü olduğu durumlarda geçerlidir. Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasının söz konusu olduğu durumlarda usule ilişkin güvencelerin somut olayda yerine getirildiğinden söz edilebilmesi için derece mahkemelerin kararlarında konu ile ilgili ve yeterli gerekçe bulunmalıdır. Ayrıca belirtmek gerekir ki bu zorunluluk davacının bütün iddialarına cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte mülkiyet hakkını ilgilendiren davanın sonucuna etkili esasa ilişkin temel iddia ve itirazların yargılama makamlarınca özenli bir şekilde değerlendirilerek karşılanması gerekmektedir (Kamil Darbaz ve GMO Yapı Grup End. San. Tic. Ltd. Şti., B. No: 2015/12563, 24/5/2018, § 53).

27. Son olarak ise mülkiyet hakkını koruyacak ve yeterli güvenceler sağlayacak hukuksal mekanizmaların oluşturulup oluşturulmadığı incelenmelidir. Özel kişilerin mülkiyet haklarının çatıştığı bu gibi durumlarda bunlardan hangisine üstünlük tanınacağının takdiri, kanun koyucuya ve somut olayın koşulları gözönünde bulundurularak derece mahkemelerine ait bir yetkidir. Bununla birlikte her iki tarafın menfaatlerinin mümkün olduğunca dengelenmesi ve sürecin taraflardan biri aleyhine ölçüsüz bir sonuca da yol açmaması gerekir. Menfaatler dengesinin kurulmasında taraflardan biri aleyhine bireysel olarak aşırı ve olağan dışı bir külfetin yüklenmesi, pozitif yükümlülüklerin ihlali sonucunu doğurabilir. Buna göre olayın bütün şartları ve taraflara tanınan tüm imkânlar ile tarafların tutum ve davranışları gözönünde bulundurularak menfaatlerin adil bir şekilde dengelenip dengelenmediği değerlendirilmelidir (Faik Tari ve Sultan Tari, B. No: 2014/12321, 20/7/2017, § 52).

B. İlkelerin Olaya Uygulanması

28. Somut olayda başvurucu genel kurulunca 1993 yılında alınan karara dayanılarak taşınmazın devri sonrasında başvurucu tarafından iki ayrı dava açılmıştır. Bu davalardan biri 1995 yılında açılan ve bireysel başvuruya da konu edilen tapu iptali ve tescil talebi, bir diğeri ise 1996 yılında açılan kooperatif genel kurulu kararının iptali talebidir. Tapu iptali ve tescil davasını inceleyen 1. Asliye Hukuk Mahkemesi, taşınmazın üçüncü kişilere devrinin önlenmesine yönelik ihtiyati tedbir talebini kabul etmiş ancak taşınmaz üzerine inşaat yapılmaması yönündeki ihtiyati tedbir talebini ise reddetmiştir. 1. Asliye Hukuk Mahkemesi genel kurul kararının iptali talebiyle açılan davanın sonucunun beklenmesine karar vermiştir. Dolayısıyla uyuşmazlık konusunun devrinin önlenmesine yönelik ihtiyati tedbir talebinin 1. Asliye Hukuk Mahkemesince derhâl karara bağlandığı, davanın reddedildiği 2004 yılına kadar ihtiyati tedbirin kaldırılmadığı görülmüştür.

29. 1. Asliye Hukuk Mahkemesi 25/5/2004 tarihinde davanın reddine karar vermiş ve 1086 sayılı mülga Kanun'un 112. maddesi uyarınca taşınmaz üzerindeki tedbiri kaldırmıştır. Tedbirin kaldırılmasına karar verilen tarih ile bozma sonrası yeniden yargılamaya başlanıldığı 15/2/2007 tarihi arasında davalı B. Konut Yapı Kooperatifinin yüklenici bir başka kooperatif ile kat karşılığı inşaat ve satış vaadi sözleşmesi imzaladığı, bu kapsamda taşınmaz üzerine 138 adet villa yapıldığı, bunlardan 95 tanesinin kat irtifakı tapularının yükleniciye 28/10/2005 tarihinde satıldığı ve arsa sahibi olan N.E. ve H.A.S.ye de sözleşme kapsamında villaların kat irtifakı tapularının devredildiği anlaşılmaktadır. Bozma sonrası yeniden yapılan yargılama sırasında başvurucunun talebi üzerine taşınmaz üzerine yeniden ihtiyati tedbir konulduğu görülmüştür.

30. Başvurucu, taşınmaz üzerindeki inşaat yapımının ihtiyati tedbir yoluyla durdurulması talebinin reddedilmesinden ve taşınmazın devrinin önlenmesi için konulan ihtiyati tedbirin ilk davanın reddi ile kaldırılması nedeniyle taşınmaz üzerine inşa edilen yapıların satılmasından yakınmaktadır. Başvurucu, bu devirler nedeniyle devralan üçüncü kişileri davaya dahil ettiğini, genel kurul kararının iptal edilmesi nedeniyle ilk satış işleminin dayanağının ortadan kalktığını, dolayısıyla taşınmaz üzerine inşa edilen yapıların devredilmesi önlenmiş olsaydı davanın tamamen kabul edileceğini ileri sürmüştür.

31. Özel hukuk kişileri arasındaki uyuşmazlıkta kamu makamlarının taraf menfaatlerinin dengelenmesine ilişkin yasal düzenlemelere ve tedbirlere yer verip vermediği, bu düzenleme ve tedbirlerin etkili bir çözüm sağlama kapasitelerinin bulunup bulunmadığı ve somut olay açısından doğurduğu etkilerin mülkiyet hakkının korunmasına yeterli ve elverişli olup olmadığının belirlenmesi gerekir. Devletin pozitif yükümlülüklerinin bir gereği olarak etkili hukuki mekanizmalar kuran kamu makamlarının yapılacak yargılama sonunda bir davanın kazanılmasını garanti etmek gibi bir yükümlüğünün bulunmadığı da açıktır. Bu nedenle yargılama süreci bir bütün hâlinde değerlendirilerek sonuca ulaşılacaktır.

32. Gerçekten de 1. Asliye Hukuk Mahkemesi genel kurul kararının iptalinin yapılan ilk satış işlemini yolsuz hâle getirdiğini ifade etmiştir. Dolayısıyla taşınmaz üzerinde inşa edilen yapılar devredilmemiş olsaydı bu kısım yönünden de davanın kabul edilebileceği söylenebilecektir. Ancak bu son durumda tarafların ileri sürdükleri iddia ve savunmalar 1. Asliye Hukuk Mahkemesince incelenmiş, deliller tartışılmış, mahkeme kararı kanun yolu incelemelerinden geçmiş ve davada haklılık durumu tam anlamıyla ortaya konulmuş durumdadır. Oysa ki yargılama sırasında 1. Asliye Hukuk Mahkemesi tarafların davada haklılık durumu hakkında yeterli bir kanıya sahip olmayıp yaklaşık ispat kuralları çerçevesinde ihtiyati tedbir talebi hakkında karar vermiştir. Bu nedenle mahkemelerin geçici hukuki koruma niteliğindeki ihtiyati tedbir gibi hususlarda belirli bir takdir haklarının bulunduğuna vurgu yapmak gerekir.

33. Yapı kooperatifi olan taraflar arasında yapılan satışın dayanağı olan genel kurul kararının hukuka aykırılığı iddiası ile başlayan hukuki süreçte iki ayrı dava açıldığı ve bu yargılama süreçleri sonunda verilecek kararların kooperatifler ve üyelerinin menfaatlerini olumlu veya olumsuz yönde etkileyeceği kuşkusuzdur. Dava konusunun devrinin ihtiyati tedbir konularak önlenmesine yönelik talebi değerlendiren 1. Asliye Hukuk Mahkemesi talebi kabul etmiş ve taşınmaz üzerine tedbir konulmasına karar vermiştir. 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin mevcut delil durumunu değerlendirerek verdiği bu geçici hukuki koruma kararının taşınmazın devredilmemesi ve dolayısıyla davacının davada haklı çıkması durumunda taşınmazı geri almasını temin edebilecek bir yöntem olduğu açık olmakla birlikte bu tedbirin geçici nitelikte olduğuna ve ilk davanın reddi tarihine kadar yaklaşık dokuz yıl sürdüğüne de dikkat çekmek gerekir.

34. İhtiyati tedbir kararının davanın diğer tarafı üzerinde yaratacağı külfetin de görmezden gelinmemesi gerektiği açıktır. 1086 sayılı mülga Kanun'un 112. maddesini "Esas hakkında mahkeme tarafından verilen kararın tefhim veya tebliğ olunmasını mütaakıp ihtiyaten icra kılınmış olan tedbir mürtefi olur. Şu kadar ki mahkeme hükmün icrasını temin için işbu tedbirin tayin edeceği müddet zarfında devamına karar verebilir. " dikkate alan 1. Asliye Hukuk Mahkemesi nihai karar tarihine kadar tedbirin devamına karar vermiş ve nihai kararla birlikte ihtiyati tedbiri kaldırmıştır. Bu kararla dava konusunun üçüncü kişilere devri mümkün hâle gelmekle birlikte, kanun koyucu dava konusunun devri nedeniyle ortaya çıkması muhtemel hukuki sorunları çözüme kavuşturmak için 6100 sayılı Kanun'un 125. maddesi ile düzenleme yapmış ve davacıya iki seçimlik hak sunmuştur. Buna göre davacı, eski davalıya karşı davayı tazminat davası olarak sürdürebileceği gibi devreden tarafla olan davasından vazgeçerek, dava konusunu devralmış olan kişiye karşı davaya devam edebilecektir. Ayrıca dava konusunu devralmış olan üçüncü kişiye karşı davaya devam eden davacının, davayı kaybetmesi hâlinde dava konusunu devreden davalıya karşı da tazminat davası açabileceği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla devletin pozitif yükümlülüklerinin bir gereği olarak dava konusunun yargılama sırasında üçüncü kişilere devri sonrasında tarafların korunması maksadına yönelik hukuki düzenlemelere yer verildiği ve bu düzenlemelerin etkili bir giderim sağlama kapasitesinin bulunduğu görülmektedir.

35. Üçüncü kişilere karşı davayı yöneltme seçeneğini kullanan başvurucu, davanın lehine ya da aleyhine sonuçlanması durumunda ortaya çıkabilecek hukuki sonuçları öngörebilecek durumdadır. Bir başka deyişle başvurucu, üçüncü kişiler tarafından ortaya konulacak savunmaların davanın reddine gerekçe yapılabileceğinin ve davada haksız çıkmasından dolayı yargılama giderleri ile vekâlet ücreti ödemek durumunda kalabileceğinin farkındadır. Her ne kadar başvurucu, bireysel başvuru formunda kooperatifin feshedilerek ferdileştirildiğini ifade etmiş ise de davada reddedilen kısım yönünden ortaya çıkan zararının karşılanması için davalı B. Konut Yapı Kooperatifi aleyhine açabileceği tazminat davasının neden başarısız olacağına ilişkin bir açıklamada bulunmamış ve bu yöndeki delillerini bireysel başvuru dosyasına eklememiştir.

36. Başvurucu dava değerinin belirlenmesine ilişkin şikâyetinde ise dâhilî davalıların arsa payları nedeniyle davaya dahil edildiği ve bu bedel üzerinden harç ödendiği hâlde taşınmaz üzerindeki yapıların bedellerinin de dava değerine dahil edildiğini ileri sürmüş ise de 9/4/2013 tarihli duruşmada başvurucu tarafa keşifte belirlenen bedel üzerinden eksik harcın ikmali için süre verildiği ve başvurucunun 14/6/2013 tarihinde 91.463 TL tamamlama harcı yatırdığı anlaşılmaktadır. Anayasa Mahkemesinin görevi dava değerinin kapsamını ve hangi tarihe göre hesap edileceğini belirlemek veya harç miktarını hesap etmek değildir. Başvurucu da ilk yatırdığı harçların ve tamamladığı harcın davada hüküm altına alınan kısmı karşılamadığına yönelik ayrıntılı ve açıklayıcı bir beyanda bulunmamıştır. Dolayısıyla 1. Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından reddedilen kısım için belirlenen 25.971.688 TL dava değerinin hesaplanmasına ilişkin açık bir hata tespit edilememiş ve bu bedel dikkate alındığında hesaplanan 324.366,88 TL nispi vekâlet ücretinin de ölçülü olduğu değerlendirilmiştir.

37. Sonuç olarak başvurucunun şikâyetleri kapsamında dava açarak iddia ve delillerini sunabildiği, yargılama sırasında karara bağlanan usuli işlemlere karşı itiraz etme imkânı bulduğu ve mahkeme kararlarına karşı temyiz ve karar düzeltme kanun yolu başvurusunda bulunabildiği anlaşılmaktadır. Bunun yanında mahkeme kararlarında davanın kısmen reddine ilişkin ilgili ve yeterli gerekçeye yer verildiği görülmektedir. Başvurucunun temel şikâyetine konu ihtiyati tedbirin kaldırılması yönünden de kamu makamlarının dava konusunun devrine yönelik kanuni düzenlemeler yaptıkları, başvurucunun kanunda öngörülen seçeneklerden birini kullandığı ve seçtiği bu yolun aleyhine sonuçlanması nedeniyle doğrudan kamu makamlarına atfedilebilecek bir kusur olmadığı değerlendirilmiştir. Dolayısıyla başvurucunun ihtiyati tedbirin kaldırılmış olmasının telafisi mümkün olmayan bir zarara yol açtığını yeterince ortaya koyamadığı ve aleyhine hükmedilen vekâlet ücretinin ölçülü olduğu kanaatine varıldığından mülkiyet hakkına yönelik bir ihlal bulunmadığı anlaşılmıştır.

38. Açıklanan gerekçelerle başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

III. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 18/4/2024 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim Birinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Kabul Edilemezlik vd.
Künye
(Sınırlı Sorumlu Kavak Arsa ve Konut Yapı Kooperatifi [1.B.], B. No: 2019/39103, 18/4/2024, § …)
   
Başvuru Adı SINIRLI SORUMLU KAVAK ARSA VE KONUT YAPI KOOPERATİFİ
Başvuru No 2019/39103
Başvuru Tarihi 28/11/2019
Karar Tarihi 18/4/2024

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru, taşınmaz üzerine konulan ihtiyati tedbirin kaldırılmasının davanın kısmen reddine neden olması ve dava değerinin hatalı belirlenmesi suretiyle yüksek miktarda aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Mülkiyet hakkı Özel hukuk ilişkileri Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
  • pdf
  • udf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi