Başkan
|
:
|
Zühtü ARSLAN
|
Başkanvekili
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Başkanvekili
|
:
|
Kadir ÖZKAYA
|
Üyeler
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
|
|
Basri BAĞCI
|
|
|
İrfan FİDAN
|
|
|
Kenan YAŞAR
|
|
|
Yılmaz AKÇİL
|
Raportör
|
:
|
Ceren Sedef EREN
|
Başvurucular
|
:
|
1. Amanda Jolyn KRAUSE
|
|
|
2. Benjamin Charles MCLURE
|
(T.C. Kimlik No
|
:
|
99499001124)
|
|
|
3. Helmut FRANK
|
|
|
4. Matthew Vern BLACK
|
Vekili
|
:
|
Av. Can KURTULAN
|
|
|
5. Benjamin Tyler WOOD
|
|
|
6. Nathan James BRADTKE
|
|
|
7. Rodbert Andrew HOARD
|
Vekili
|
:
|
Av. Orhan Kemal CENGİZ
|
|
|
8. Jeremy Lauren LAMBERT
|
Vekili
|
:
|
Av. Boran AYDIN
|
|
|
9. M. R. F.
|
Vekili
|
:
|
Av. Avni Anıl EKŞİ
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, Göç İdaresi Başkanlığı tarafından yabancı
uyruklu başvurucular hakkında N-82 tahdit kodu uygulanması ya da bu işlem
nedeniyle başvurucuların ikamet izinlerinin iptal edilmesi, sınır dışı işlemi
uygulanması veya vize taleplerinin reddedilmesi nedeniyle din özgürlüğü ve
sınır dışı etme işlemlerindeki usul güvenceleri kapsamında yerleşme
hürriyetleriyle bağlantı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği
iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvurular çeşitli tarihlerde yapılmıştır.
3. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konu yönünden
hukuki irtibatları nedeniyle 2021/48869, 2022/97954, 2021/30567, 2020/36401,
2020/38989, 2020/34365, 2022/97949, 2021/27995, 2021/34813, 2022/97959 ve
2021/53666 bireysel başvuru numaralı dosyaların 2019/40761 sayılı dosya
üzerinde birleştirilmesine karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik
ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucuların bir kısmı Bakanlığın görüşüne karşı
süresinde beyanda bulunmuştur.
8. İkinci Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından
incelenmesine karar vermiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
9. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
ilgili olaylar özetle şöyledir:
10. Başvurucular Benjamin Charles McLure ve Nathan James
Bradtke Avustralya, Helmut Frank ve M.R.F. Almanya, diğer başvurucular ise
Amerika Birleşik Devletleri vatandaşıdır.
11. Başvurucuların tamamı kısa dönem ya da uzun dönem
ikamet izinleriyle yasal olarak Türkiye'de ikamet etmekteyken haklarında Göç
İdaresi Başkanlığınca ülkeye girişlerinin ön izin şartına bağlanması anlamına
gelen N-82 tahdit kodu uygulanmıştır. Başvurucular hakkında anılan kodun
uygulanmasına dair kararlar,Millî İstihbarat Teşkilatı (MİT) Başkanlığının
raporları doğrultusunda kamu düzeni, güvenliği veya sağlığı gerekçesiyle
verilmiştir. Daha sonra başvurucuların bir kısmının söz konusu kod nedeniyle
ikamet izinleri iptal edilmiş, bir kısmı hakkında sınır dışı kararı alınmış ve
tatil için yurt dışına çıkan bir kısım başvurucu ise vize taleplerinin reddi
nedeniyle tekrar Türkiye'ye giriş yapamamıştır.
12. Başvurucular Amanda Jolyn Krause, Benjamin Tyler
Wood, Helmut Frank, Matthew Vern Black ve Nathan James Bradtke'nin Göç İdaresi
Başkanlığı tarafından haklarında N-82 tahdit kodu uygulanması işlemine karşı
açtıkları iptal davalarında ilk derece mahkemeleri; seyahat hürriyetini
düzenleyen Anayasal hüküm ile Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklara
İlişkin Uluslararası Sözleşmesi'nin ilgili hükmü incelendiğinde her iki metnin
de benzer düzenlemeler içerdiği, seyahat hürriyetinin herkese tanınan bir hak
olduğu, vatandaşın yurda girme ve yurttan çıkma hakkının istisnalar haricinde
sınırlanamayacağı üzerinde durulduğunu belirtmiştir. Bununla birlikte her iki
metinde de yabancıların yurda girme hakkının bulunduğuna dair bir hüküm
bulunmadığını da ifade etmiştir. Bu doğrultuda ilk derece mahkemeleri, MİT
Başkanlığının ilgili yazıları uyarınca kamu düzeni ve kamu güvenliğinin
korunması bağlamında devlet güvenlik birimlerinin raporları dikkate alınmak
suretiyle hükümranlık yetkisi dâhilinde tesis olunduğu anlaşılan dava konusu
işlemlerde ulusal ve uluslararası metinlere aykırılık bulunmadığı sonucuna
varmıştır.
13. Başvurucu Nathan James Bradtke tarafından açılan
iptal davasında karar veren ilk derece mahkemesi yukarıda yer verilen
gerekçelerin yanında başvurucu hakkında uygulanan N kodlu Türkiye'ye girişinin
ön izne tabi tutulması işleminin başvurucunun Türkiye'ye girişinin tamamen
yasaklanmasına ilişkin bir işlem olmadığını, başvurucununönceden başvurmak
suretiyle alınan amacına uygun özel izin veya vize ile Türkiye'ye girmesinin
mümkün olduğunu da belirtmiştir.
14. Anılan başvurucular ilk derece mahkemelerinin ret
kararlarına karşı istinaf talebinde bulunmuştur. İstinaf mahkemeleri
başvurucuların talebini, kararların hukuka ve usule uygun olduğu,
kaldırılmalarını gerektiren herhangi bir neden bulunmadığı gerekçesiyle
reddetmiştir. Başvurucular bu ret kararlarının kendilerine tebliğ edilmesinden
sonra süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
15. Başvurucular Benjamin Charles Mclure ve Amanda Jolyn
Krause'nin kısa dönem ikamet izinleri iptal edilmiştir. Başvurucular bu işleme
karşı açtıkları iptal davaları sürecinde ikamet izinlerinin iptal edilmesinin
sebebinin haklarında Göç İdaresi Başkanlığınca N-82 tahdit kodu uygulanması
olduğunu öğrenmişlerdir. Anılan başvurucuların, ikamet izinlerinin iptal
edilmesi işlemlerine karşı açtıkları iptal davalarında ilk derece mahkemeleri
MİT Başkanlığının ilgili yazıları uyarınca başvurucuların kamu düzeni ve
güvenliği yönünden sakıncalı olduklarının belirlendiğini, bu belirleme
doğrultusunda ikamet izinlerinin iptal edilmesi işlemlerinin hukuka uygun
olduğunu ifade etmiştir. Başvurucu Benjamin Charles McLure ile ilgili kararı
veren ilk derece mahkemesi, kararda ayrıca ilgili MİT yazısında başvurucunun
millî güvenlik aleyhine faaliyette bulunduğunun saptandığı bilgisine de yer
vermiştir. Başvurucu Amanda Jolyn Krause hâlen Türkiye'de bulunmaktadır.
16. Başvurucu M.R.F. nin ise uzun dönem ikamet izni iptal
edilmiştir. Anılan başvurucunun ikamet iznininiptal edilmesi işlemine karşı
açtığı iptal davasında ilk derece mahkemesi; başvurucu hakkında uygulanan
ikamet izninin iptal edilmesi şeklindeki işlemin sebebinin kendisi hakkında
uygulanan N-82 tahdit kodu olduğunu, başvurucunun daha önce bu tahdit kodunun
uygulanması işlemine karşı dava açtığını ve davasının reddedilerek
kesinleştiğini belirtmiştir. Bu durumda söz konusu tahdit kodunun yargı mercii
denetiminden geçerek hukuka uygunluğu saptandığından başvurucunun ikamet
izninin iptal edilmesi hususunda idareye bir takdir hakkı tanınmadığını ifade
eden ilk derece mahkemesi, başvurucunun ikamet izninin iptal edilmesine ilişkin
işlemde hukuka ve mevzuata aykırılık bulunmadığı kanaatine vardığını ifade
etmiştir.
17. İkamet izinlerinin iptali işlemine karşı açtıkları
davaları reddedilen başvurucular istinaf talebinde bulunmuştur. Başvurucuların
istinaf talepleri de ilk derece mahkemelerinin ret kararlarının usul ve hukuka
uygun olduğu, kaldırılmalarını gerektirecek neden bulunmadığı gerekçeleriyle
reddedilmiştir. Başvurucular bu ret kararlarının kendilerine tebliğinden
itibaren süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
18. Kısa dönem ikamet izniyle Türkiye'de ikamet eden
başvurucular Robert Andrew Hoard ve Benjamin Tyler Wood tatil için yurt dışına
çıkmaktayken haklarında N-82 tahdit kodu uygulandığı belirtilmiş ve bu bilgi
uçuş kartılarına işlenmiştir. Başvurucular Türkiye'ye tekrar giriş yapabilmek
için bulundukları ülkelerin konsolosluklarından vize talebinde bulunmuş,
başvurucuların talebi Göç İdaresi Başkanlığı tarafından uygun görülmediği
gerekçesiyle konslosluklar tarafından reddedilmiştir. Başvurucu Robert Andrew
Hoard tarafından vize talebinin reddi işlemine karşı açılan iptal davasını reddeden
ilk derece mahkemesi ulusal ve uluslararası mevzuat uyarınca yabancıların yurda
girme hakkının bulunduğuna dair bir hüküm olmadığını belirtmiş ve başvurucunun
daha önce hakkında uygulanan N-82 tahdit kodu aleyhine açtığı iptal davasının
reddedilerek kesinleşmesi nedeniyle vize talebinin reddedilmesine ilişkin
işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varmıştır. Başvurucu Benjamin
Tyler Wood tarafından vize talebinin reddi işlemine karşı açılan iptal davasını
reddeden ilk derece mahkemesi ise ilgili MİT yazısı uyarınca ülke güvenliğinin
korunması bağlamında güvenlik birimlerinin raporları da dikkate alınarak
devletin hükümranlık yetkisi uyarınca başvurucu hakkında N-82 tahdit kodu
uygulanması, başvurucunun ülkeye girişinin ön izne bağlanması ve vize
başvurusunun reddedilmesine dair işlemlerde hukuka aykırılık bulunmadığını
ifade etmiştir.
19. Her iki başvurucunun bu kararlara karşı istinaf
talepleri, kararların usul ve hukuka uygun olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir.
Başvurucular, istinaf ret kararlarının kendilerine tebliğ edilmesinden sonra
süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
20. Uzun dönem ikamet izniyle Türkiye'de ikamet eden
başvurucu M.R.F. yurt dışına çıkmak istemiş, hakkında N-82 tahdit kodu
uygulandığı başvurucuya bildirilmiş ve başvurucu İstanbul Havalimanı Emniyetine
götürülmüştür. Başvurucu burada kendisine ülkeyi terk etmek için otuz günü
olduğuna dair bir tutanak imzalatıldığını belirtmiştir. Emniyet tarafından
İstanbul Valiliğiyle iletişime geçilmesi üzerine başvurucu hakkında aynı gün
sınır dışı ve terke davet işlemleri uygulanmıştır. Başvurucunun sınır dışı
edilmesine dair alınan kararın iptal edilmesi istemiyle açtığı davada ilk
derece mahkemesi başvurucunun daha önce hakkında N-82 tahdit kodu uygulanmasına
ilişkin işleme karşı açtığı iptal davasının reddedildiğini ve kesinleştiğini,
bu durumda ilgili mevzuat uyarınca hakkında N-82 tahdit kodu uygulanması
nedeniyle başvurucunun sınır dışı edilmesine dair alınan kararda hukuka aykırı
bir yön bulunmadığını belirtmiştir. Başvurucunun bu karara karşı istinaf talebi
reddedilmiştir. Başvurucu, istinaf ret kararının kendisine tebliğ edilmesinden
sonra süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu M.R.F. hâlen
Türkiye'de bulunmaktadır.
21. Başvurucu Jeremy Lauren Lambert'ın, sınır dışı
edilmesi ve kısa dönem ikamet izninin iptal edilmesine ilişkin işlemlere karşı
açtığı iptal davasında ilk derece mahkemesi; öncelikle devletlerin egemenlik
hakları kapsamında kamu düzeni, kamu güvenliği ve kamu sağlığının gerekli
kıldığı hâllerde yabancı kişilerin ülkeye girişlerine sınırlama getirebileceği
gibi ülkeye girişine izin verilen yabancıların sınır dışı edilmesine de karar
verebileceğini ancak bu hususta idareye mutlak ve sınırsız bir takdir yetkisi
tanınmadığını, söz konusu takdir yetkisinin kamu yararı çerçevesinde haklı
gerekçelerin bulunması hâlinde yasal düzenlemelere uygun biçimde ve
uluslararası hukuktan kaynaklanan yükümlülükler ihlal edilmeksizin
kullanılmasının asıl olduğunu belirtmiştir. Ayrıca, başvurucu hakkında N-82 tahdit
kodu uygulanmasına sebep olan MİT yazısında Türkiye Evanjelik (Protestan)
Kiliseler Birliği tarafından Protestanların devlet nezdinde muhatap kabul
edilebilmeleri amacıyla federasyon çalışmaları yapıldığının belirlendiği,
Türkiye'deki Protestan kiliselerinin çatı oluşumu niteliğindeki söz konusu
Dernek tarafından düzenlenen Aile Konferansı'nın 30/1/2019-2/2/2019 tarihleri
arasında ABD, İngiltere ve Almanya uyruklu misyonerlerin aralarında bulunduğu
yaklaşık 120 kişinin katılımıyla Antalya'da gerçekleştirildiği, konferansta
misyonerlik faaliyetlerine yönelik kararlar alındığı ve başvurucunun da bu
konferansa katılım sağladığı yönünde bilgilere yer verildiğini ifade etmiştir.
Başvurucunun MİT yazısında yer alan faaliyetleri dolayısıyla kamu düzeni ve güvenliği
bakımından tehdit oluşturduğu kanaatine ulaşan ilk derece mahkemesi, bu nedenle
başvurucunun sınır dışı edilmesi işlemi ile bu işlemin sonucu olarak ikamet
izninin sonlandırılmasında hukuka ve mevzuata aykırılık bulunmadığını kabul
etmiştir. Başvurucu, ilk derece mahkemesince kesin olarak verilen bu kararın
kendisine tebliğ edilmesinden sonra süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Başvurucu Jeremy Lauren Lambert hâlen Türkiye'de bulunmaktadır.
IV. İLGİLİ
HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. İlgili
Mevzuat
22. 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve
Uluslararası Koruma Kanunu'nun 9. maddesinin (7) numaralı fıkrası şöyledir:
"Kamu
düzeni, kamu güvenliği veya kamu sağlığı sebebiyle Genel Müdürlükçe; idari para
cezaları ve kamu alacakları sebebiyle ise valiliklerce yabancıların ülkeye
kabulü ön izin şartına bağlanabilir.”
23. 17/3/2016 tarihli ve 29656 sayılı Resmi Gazete'de
yayımlanarak yürürlüğe giren Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanununun
Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik'in 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ü)
bendi şöyledir:
" (1) Bu Yönetmelikte geçen;
...
ü)
Ön izin şartı: Ülkeye giriş için Genel Müdürlükten alınması zorunlu olan izni,
...
ifade eder."
24. 6458 sayılı Kanun'un kısa ve uzun dönem ikamet
izinlerinin iptal edilmesiyle ilgili olarak 7, 15, 32, 33 ve 45. maddelerinde
öngörülen hükümlerin ilgili kısmı şöyledir:
" Türkiye’ye girişlerine izin verilmeyecek yabancılar
MADDE 7 – (1) Aşağıdaki yabancılar,
Türkiye’ye girişlerine izin verilmeyerek geri çevrilir:
...
c) 15 inci maddenin ikinci fıkrası saklı
kalmak kaydıyla, vize muafiyeti kapsamında olsalar dahi, 15 inci maddenin
birinci fıkrasında sayılan yabancılar
...
Vize verilmeyecek yabancılar
MADDE 15 – (1) Aşağıda belirtilen
yabancılara vize verilmez:
...
c) Kamu düzeni veya kamu güvenliği
açısından sakıncalı görülenler
ç) Kamu sağlığına tehdit olarak
nitelendirilen hastalıklardan birini taşıyanlar
...
Kısa dönem ikamet izninin şartları
MADDE 32 – (1) Kısa dönem ikamet
izinlerinin verilmesinde aşağıdaki şartlar aranır:
...
b) 7 nci madde kapsamına girmemek
...
Kısa dönem ikamet izninin reddi, iptali
veya uzatılmaması
Madde 33 – (1) Aşağıdaki hâllerde kısa
dönem ikamet izni verilmez, verilmişse iptal edilir, süresi bitenler uzatılmaz:
a) 32 nci maddede aranan şartlardan
birinin veya birkaçının yerine getirilmemesi veya ortadan kalkması
...
ç) Hakkında geçerli sınır dışı etme veya
Türkiye’ye giriş yasağı kararı bulunması
...
Uzun dönem ikamet izninin iptali
Madde 45 – (1) Uzun dönem ikamet
izinleri;
a) Yabancının, kamu düzeni veya kamu
güvenliği açısından ciddi tehdit oluşturması,
...
hâllerinde iptal edilir."
25. 6458 sayılı Kanun'unsınır dışı etmeyle ilgili olarak
53. ve 54. maddelerindeöngörülen hükümlerin ilgili kısmı şöyledir:
" Sınır dışı etme kararı
MADDE 53 – (1) Sınır dışı etme kararı,
Genel Müdürlüğün talimatı üzerine veya resen valiliklerce alınır.
...
(3) Yabancı veya yasal temsilcisi ya da
avukatı, sınır dışı etme kararına karşı, kararın tebliğinden itibaren yedi gün
içinde idare mahkemesine başvurabilir. Mahkemeye başvuran kişi, sınır dışı etme
kararını veren makama da başvurusunu bildirir. Mahkemeye yapılan başvurular on
beş gün içinde sonuçlandırılır. Mahkemenin bu konuda vermiş olduğu karar
kesindir. Yabancının rızası saklı kalmak kaydıyla, dava açma süresi içinde veya
yargı yoluna başvurulması hâlinde 54 üncü maddenin birinci fıkrasının (b), (d)
ve (k) bentleri ile ikinci fıkrası kapsamındakiler hariç yargılama
sonuçlanıncaya kadar yabancı sınır dışı edilmez.
Sınır dışı etme kararı alınacaklar
MADDE 54 – (1) Aşağıda sayılan
yabancılar hakkında sınır dışı etme kararı alınır:
...
d) Kamu düzeni veya kamu güvenliği ya da
kamu sağlığı açısından tehdit oluşturanlar
...
f) İkamet izinleri iptal edilenler
... "
2. İlgili Yargı Kararları
26. Danıştay Onuncu Dairesinin 13/10/2015 tarihli ve
E.2012/5665, K.2015/4303 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"
ABD vatandaşı olan davacı tarafından, yurda girişinin yasaklanmasına ve
hakkında istizan kararı alınmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan dava
sonucunda, Ankara 2. İdare Mahkemesince; davacı hakkında MİT Müsteşarlığınca
yazılan 16.7.2010 tarihli yazıda, 2009 yılında ülkemize gelerek İnsan Hakları
Derneği Diyarbakır şubesinde gönüllü olarak çalıştığı, Kongra-Gel (PKK) yanlısı
şahıslarla irtibatının bulunduğu, KCK operasyonları, Demokratik Özerklik
Projesi ve Kürtlere yönelik politikalar hakkında bilgi derlemeye çalıştığı,
Türkiye ve Türk Silahlı Kuvvetleri aleyhinde yazdığı makalelerin Kürtçü
internet sitelerinde yayımlandığı, bölge illeri hakkında bilgi toplayarak bu
bilgileri Amerika'da bulunan bir kısım makamlara servis ettiğinin anlaşıldığı,
örgüt çevresi kanalıyla kendisine Irak'ta yardım sağlayabilecek irtibatlar
aradığı yönünde bilgiler istihbari olunduğunun bildirilmesi üzerine 6.8.2010
tarih ve 140380 sayılı yazı ile, '' İçişleri Bakanlığından sorulmadan ülkemize
girişine izin verilmemesi'' anlamına gelen istizan kararı alındığı ve tespiti
halinde ülkemizden çıkışının sağlanması için Valiliklere talimat verildiği,
Diyarbakır Emniyet Müdürlüğünce de hakkında adli işlem yapılan yabancılardan
olması nedeniyle 20.8.2010 tarihi itibariyle Ç-114 tahdit koduyla 1 yıl süreli
Türkiye'ye giriş yasağı kapsamına alındığı anlaşılan davacının ülke güvenliğini
ihlal edebilecek faaliyetler içinde olduğunun anlaşılması karşısında, kamu
düzeni ve güvenliğinin riske atılmaması amacıyla idareye tanınan takdir yetkisi
kapsamında tesis edilen işlemlerde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle
davanın reddi yolunda verilen kararın temyizen incelenerek bozulması
istenilmektedir.
...
Temyizen incelenen karar usul ve hukuka
uygun olup, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenleri kararın bozulmasını
gerektirecek nitelikte görülmediğinden, temyiz isteminin reddi ile ..."
B. Uluslararası
Hukuk
27. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Larissis ve
diğerleri/Yunanistan (B. No: 140/1996/759/958-960, 24/2/1998) kararında,
hava kuvvetlerinde asker olan başvurucuların askerî hiyerarşiye tabi olarak
astları konumunda bulunan askerler yönünden gerçekleştirdikleri misyonerlik
faaliyeti nedeniyle cezalandırılmalarının gerekli olabileceğini kabul etmiş ve
din özgürlüğünün ihlal edilmediğine karar vermiştir. AİHM burada askerî
hiyerarşi gereği alt rütbede bulunan askerler üzerinde haksız bir baskı
oluşabileceğini ve bu durumun anılan kişileri daha hassas bir etkiye maruz
bırakacağını, bu nedenle kamu otoritelerinin askerî hiyerarşi kullanılarak
misyonerlik faaliyeti gerçekleştirilmesini engellemeleri yönünden meşru bir
amaçları bulunduğunu kabul etmiştir (Larissis ve diğerleri/Yunanistan,
§§47-55).
28. AİHM, bir yabancının ülkeye girişi ya da orada
ikametinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) tarafından garanti
edilmediğini kabul etmekle birlikte göç ve sınır kontrollerinin Sözleşme'den
doğan yükümlülüklerle uyumlu şekilde gerçekleştirilmesi gerektiğini de
vurgulamıştır (Abdulaziz, Cabales ve Balkandali/Birleşik Krallık, B. No:
15/1983/71/107-109, 28/5/1985, §§ 59,60). Özellikle Sözleşme'nin 9. maddesinde
öngörülen din özgürlüğü yönünden kendi başına din özgürlüğüne müdahale
oluşturacağından bahsedilemeyecek olmasına rağmen sınır dışı işleminin din
özgürlüğünü engellemek ve bir dinin ya da felsefenin mensupları tarafından
yayılması faaliyetlerini bastırmak amacıyla gerçekleştirilmesi hâlinde din
özgürlüğüne müdahale oluşturduğunun kabul edilmesi gerektiğini belirtmiştir (Omkarananda
and the Divine Light Zentrum/İsviçre, B. No: 8118/77, 19/3/1981, § 118).
29. AİHM Ljatıfı/Makedonya Yugoslav Cumhuriyeti (B.
No: 19017/16, 17/5/2018) kararında, kamu otoriteleri tarafından
gerçekleştirilen bir işlemin Sözleşme'ye ek 7 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin
sağladığı korumadan yararlanmasına ilişkin açıklamalarda bulunmuştur. Karara
konu olayda Makedonya Yugoslav Cumhuriyeti'ne iltica eden, ikâmet izni alan ve
ikâmet izinleri 1 yıllık sürelerle 2005'ten 2014 yılına kadar yenilenmiş olan
başvurucunun mülteci statüsü, ilgili Bakanlığın işlemiyle milli güvenliğe
tehdit oluşturduğu gerekçesiyle iptal edilmiş ve başvurucu 20 gün içinde ülkeyi
terke davet edilmiştir. Başvurucu ülkeden zorla çıkarılmamış ve AİHM'deki
bireysel başvuru sürecinde dahi hala ülkede bulunmaktadır. Hatta başvurucuya
ilgili karardaki 20 günlük süre geçtikten sonra bir kereye mahsus olmak üzere
evlenebilmesi için gerekli belgeleri alması amacıyla Sırbistan'a gidiş ve
tekrar ülkeye dönüş için izin de verilmiştir (Ljatıfı/Makedonya Yugoslav
Cumhuriyeti, §§7-13).
30. Anılan karara konu olayda hükümet,başvurucu hakkında
sınır dışı etme işlemi uygulanmadığını, yalnızca başvurucunun ülkeyi gönüllü
bir şekilde terke davet edildiğini, bu nedenle Sözleşme'ye ek 7 No.lu
Protokol'ün 1. maddesinin somut olaya uygulanmasının mümkün olmadığını
savunmuştur. Hükûmet ayrıca başvurucu gibi 1999 yılında Kosova'da yaşanan kriz
nedeniyle mülteci statüsü verilen kimsenin ülkeden zorla sınır dışı
edilmediğini de ileri sürmüştür (Ljatıfı/Makedonya Yugoslav Cumhuriyeti, §
19). Bu doğrultuda AİHM öncelikle Bakanlık tarafından gerçekleştirilen mülteci
statüsünün sona erdirilmesi ve başvurucunun ülkeyi terke davet edilmesi
işlemininSözleşme'ye ek 7 No.lu Protokol'ün 1. maddesi kapsamında sınır dışı
işlemi olarak yorumlanıp yorumlanamayacağını tartışması gerektiğini ifade
etmiştir. AİHM öncelikle söz konusu işlemle başvurucunun yasal şekilde2005 yılından
beri ülkede ikamet etmesini sağlayan tek dayanağın yani mülteci statüsünün
iptal edildiğini vurgulamıştır. Bunun yanında ilgili kararda başvurucunun
ülkeyi terke davet edildiği belli bir sürenin öngörüldüğünü dikkate almıştır.
Ayrıca Bakanlığın söz konusu kararının uygulanabilmesi için başka bir işleme ya
da sürece gerek olmadığını da belirtmiş, dolayısıyla başvurucunun her an zorla
ve fiilî olaraksınır dışı edilme riskiyle karşı karşıya olduğunu ifade
etmiştir. Bu bağlamda başvurucunun hâlihazırda sınır dışı edilmemesinin ve
hatta bu süreçte ülkeden çıkıp geri dönebilmiş olmasının Bakanlığın kararının
artık geçerli olmadığı ve başvurucunun ileride sınır dışı edilmeyeceği sonucuna
ulaşmak için yeterli olmadığını belirtmiştir. Aynı şekilde başvurucuyla aynı
durumda bulunan kimsenin henüz sınır dışı edilmemiş olduğuna ilişkin itirazın
da bu değerlendirmeyi değiştirmeyeceğine, bu nedenlerle Bakanlığın başvuru
konusu işleminin ve bunun iptaline ilişkin yargısal sürecin Sözleşme'ye ek 7
No.lu Protokol'ün 1. maddesi kapsamında kaldığına karar vermiştir(Ljatıfı/Makedonya
Yugoslav Cumhuriyeti, §§ 21-23).
31. Daha fazla ilgili uluslararası hukuk için bkz. Wisam
Sulaiman Dawood Eaqadah ([GK], B. No: 2021/2831, 15/2/2023, §§ 36-41).
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
32. Anayasa Mahkemesinin 15/2/2024 tarihinde yapmış
olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Din
Özgürlüğünün İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
33. Başvurucu Jeremy Lauren Lambert, sınır dışı edilmesi
ve ikamet izninin iptal edilmesi işlemlerine karşı açtığı davada karar veren
Mahkemenin ilgili işlemlerin sebebini Protestan Kiliseler Derneği tarafından
Antalya'da gerçekleştirilen bir toplantıya katılması olduğunu açıkça
belirttiğini ifade etmiştir. Başvurucu hiçbir zaman misyonerlik faaliyeti
gerçekleştirmediğini, hakkında bununla veya başka bir suçla ilgili soruşturma
ya da kovuşturma başlatılmadığını belirtmiştir. Başvurucu, Antalya'da
gerçekleştirilen dinî nitelikteki bir konferansa yalnızca katılımı nedeniyle
başvuru konusu müdahalelere maruz kalması nedeniyle din özgürlüğünün, toplantı
hakkının, özel hayata saygı hakkının, adil yargılanma hakkının, etkili başvuru
hakkının ve ayrımcılık yasağının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
34. Başvurucu Matthew Vern Black, hakkında N-82 tahdit
kodu uygulanmasına karşı açtığı davada davalı idarenin savunma dilekçesinde
Antalya'da gerçekleştirilen Aile Konferansına katılması nedeniyle hakkında N-82
tahdit kodu uygulandığı bilgisine yer verdiğini belirtmiştir. Başvurucu Helmut
Frank da hakkında N-82tahdit kodu uygulanmasına karşı açtığı davada davalı
idarenin savunma dilekçesinde kendisinin misyonerlik faaliyetlerinde bulunduğu
bilgisine yer verdiğini ifade etmiştir. Başvurucular, davalı idarenin savunma
dilekçelerinde yer verdiği bu iddiaları kabul etmemekle birlikteyalnızca bu
gerekçelerle başvuru konusu müdahalelere maruz bırakılmaları nedeniyle din
özgürlüğü, toplantı hakkı, özel hayata saygı hakkı, adil yargılanma hakkı,
etkili başvuru hakkı ve ayrımcılık yasağı yanında örgütlenme özgürlüklerinin de
ihlal edildiğini iddia etmiştir.
35. Başvurucu Amanda Jolyn Krause ise Protestan
Hristiyanlık dinî inancına sahip olduğunu, bu nedenle zaman zaman bazı dinî
toplantılara ve kilise faaliyetlerine katıldığını fakat Türkiye'de ikamet
ettiği süreçte hiçbir suça karışmadığını, hakkında herhangi bir soruşturma ya
da kovuşturma yürütülmediğini ifade etmiştir. Anılan başvurucu, kısa dönem
ikamet izninin iptal edilmesine ilişkin işleme karşı açtığı davada, davalı idarenin
verdiği savunma dilekçesinde hakkındaki işlemlerin gerekçesini kendisinin
misyonerlik faaliyeti yürütmesi olarak gösterdiğini belirtmiştir. Başvurucu, bu
nedenle din ve örgütlenme özgürlükleri ile özel hayata saygı hakkı, adil
yargılanma hakkı, etkili başvuru hakkı ve ayrımcılık yasağının ihlal edildiğini
iddia etmiştir.
36. Bakanlık görüşünde öncelikle başvurucuların adil
yargılanma hakkına ilişkin şikâyetlerinin daha önceki Anayasa Mahkemesi ve AİHM
içtihadı doğrultusunda konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez
bulunması gerektiği değerlendirilmiştir. Başvurucuların ayrımcılık yasağına
dair iddiaları konusunda ise başvurucuların kendilerine ne şekilde farklı bir
muamele yapıldığı yönünde yeterli bir açıklamada bulunmadıklarının dikkate alınması
gerektiği ifade edilmiştir. Son olarak başvurucuların Türkiye'de yaşamalarını
zorunlu kılan güçlü ailevi bağlara sahip olduklarına dair detaylı bir bilgiye
de başvuru formunda yer vermedikleri, bu hususun özel hayata saygı hakkı
bağlamında yapılacak bir değerlendirmede dikkate alınması gerektiği
belirtilmiştir.
37. Bakanlık, İçişleri Bakanlığı Hukuk Hizmetleri Genel
Müdürlüğünden (Müdürlük) başvuru konusuna dair yardımcı olabilecek bilgi ve
belgeleri talep etmiştir. Müdürlüğün bu talebe dair cevabı da Bakanlık görüşüne
eklenmiştir. Müdürlüğün yalnızca Amanda Jolyn Krause'nin başvurusuyla ilgili
bilgi ve belge sunduğu anlaşılmıştır. Buna göre Müdürlük Bakanlığın talebine
ilişkin cevabında, misyoner çevrelerce Mandi Krause olarak bilindiği belirtilen
başvurucunun 2011 yılı itibarıyla misyonerlik faaliyetleri içinde yer aldığı,
2012 yılı Mart ayı itibarıyla yurt dışı bağlantılı ya da merkezli oluşumların
etkinliklerine katıldığı, 2013 yılı Ocak ayı itibarıyla Ankara'daki misyoner
oluşumlarda sorumlu düzeyinde faaliyet gösterdiği ve Türkiye'deki misyonerlik
faaliyetlerini yönlendiren yabancı uyruklu şahıslarla iltisaklı olduğu
hususlarına yer vermiştir.
38. Başvurucular Amanda Jolyn Krause ve Jeremy Lauren
Lambert, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında bireysel başvuru formunda ileri
sürdükleri iddiaları yinelemiştir.
2. Değerlendirme
39. Anayasa’nın 24. maddesinde öngörülen din özgürlüğü,
kişinin herhangi bir inanca sahip olması veya olmamasını, inancını serbestçe
değiştirebilmesini, inancını açıklamaya zorlanamamasını, bunlardan dolayı
kınanamamasını ve baskı altına alınamamasını güvence altına alarak din
özgürlüğünün içsel alanını, aynı şekilde öğretim, uygulama, tek başına veya
topluca ibadet ve ayin yapmak suretiyle dinini veya inancını açığa vurma hakkı
ile de din özgürlüğünün dışsal alanını tanıyıp koruma altına almıştır (Tuğba
Arslan [GK], B. No: 2014/256, 25/6/2014, § 57).
40. Kamu otoriteleri, başvurucuların misyonerlik
faaliyetleriyle ilgileri ile Antalya'da gerçekleştirilen Aile Konferansı
etkinliğine katılımlarından bahsedilen, ayrıca başvurucuların Türkiye'deki kamu
düzeni ve güvenliği yönünden sakıncalı olabileceklerinin değerlendirildiği MİT
Başkanlığı raporları doğrultusunda başvurucular hakkında ülkeye girişlerinin ön
izne bağlanması anlamına gelen N-82 tahdit kodunu uygulamıştır.
41. Misyonerlik adı altında gerçekleştirilen faaliyetlere
kamu düzenini, güvenliğini, başkalarının hak ve özgürlüklerini ya da
dengelemede daha ağır basacak diğer bazı değerleri tehlikeye sokması hâlinde
orantılı şekilde müdahale edilmesi mümkündür (uygun olmadığı kabul edilen
misyonerlik faaliyetlerine ilişkin AİHM değerlendirmesi için bkz. § 27).
42. Anayasa vatandaşlara ülkeye giriş ve ülkeden
çıkarılma konusunda mutlak bir hak vermiş iken yabancılar farklı bir rejime
tabi tutulmuştur. Uluslararası hukukta da kabul edildiği üzere bu husus,
devletin egemenlik yetkisi kapsamında kalmaktadır. Dolayısıyla devletin
yabancıları ülkeye kabul etmekte veya sınır dışı etmekte takdir yetkisinin
bulunduğu da kuşkusuzdur.(A.A. ve A.A. [GK], B. No: 2015/3941, 1/3/2017,
§ 54).
43. Somut olayda göç ve sınır kontrolleri ile ilgili
olarak kamu otoritelerinin geniş takdir yetkisi çerçevesinde Türkiye'de kamu
düzeni ve güvenliğini tehlikeye soktukları değerlendirilen başvurucular
hakkında ülkeye girişlerinin ön izne bağlanması anlamına gelen N-82 tahdit kodu
uygulanması, ikamet izninin iptal edilmesi ve sınır dışı kararı alınması
şeklindeki işlemlerin başvurucuların din özgürlüklerinin dışsal alanına bir
müdahale teşkil etmediği sonucuna varılmıştır.
44. Nitekim başvurucuların Türkiye'de yaşadıkları dönemde
dinî inançlarının gereğini yerine getirme konusunda herhangi bir engellemeyle
ya da ayrımcı bir muameleyle karşılaştıkları konusunda bir şikâyetleri
bulunmamaktadır. Bunun yanında haklarında N-82 tahdit kodu uygulanan
başvurucular Helmut Frank ve Matthew Vern Black'in Türkiye'den kendi
istekleriyle çıktıkları, başvurucular Amanda Jolyn Krause ve Jeremy Lauren
Lambert'ın ise hâlen Türkiye'de bulundukları hususları da dikkate alınmalıdır.
45. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun olan başvuruların Anayasa Mahkemesince
kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Bu bağlamda
başvurucunun ihlal iddialarını temellendiremediği, temel haklara yönelik bir
müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan başvurular ile
karmaşık veya zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça dayanaktan yoksun
kabul edilebilir (Hikmet Balabanoğlu, B. No: 2012/1334, 17/9/2013, §
24).
46. Açıklanan gerekçelerle din özgürlüğüne yönelik bir
müdahalenin bulunmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin YILDIRIM, M.
Emin KUZ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ ve Kenan YAŞAR bu sonuca katılmamışlardır.
B. Sınır Dışı
Etme İşlemlerindeki Usul Güvenceleri Kapsamında Yerleşme Hürriyetiyle
Bağlantılı Olarak Etkili Başvuru Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
47. Başvurucuların tümü kendilerinin Protestan
Hristiyanlık dinî inancına sahip olduğunu, bu nedenle zaman zaman bazı dinî
toplantılara ve kilise faaliyetlerine katıldığını, şimdiye kadar herhangi bir
misyonerlik faaliyetinde bulunmadığını, ayrıca Türkiye'de ikamet ettikleri süre
içinde hiçbir suça karışmadığını ya da haklarında herhangi bir soruşturma ya da
kovuşturma yürütülmediğini ifade etmiştir. Başvurucular başvuru konusu
müdahalelerle ilgili süreçlerde haklarında N-82 tahdit kodu uygulanmasına sebep
olan faaliyetlerinin neler olduğuna ve kamu düzeni, güvenliği ya da sağlığını
ne şekilde tehlikeye düşürdüklerine ilişkinbir bilgi ya da açıklamaya
ulaşamadıklarını, bununla birlikte müdahalelerin sebebinin dinî
inançlarıolduğunu düşündüklerini, bu durumun son zamanlarda neredeyse bir
devlet politikası hâline geldiğini ve Protestan Hristiyanlık inancına sahip
birçok yabancının somut bir gerekçe olmaksızın benzer müdahalelere maruz
kaldığını ileri sürmüştür.
48. Başvurucular açtıkları iptal davalarında haklarındaki
isnada etkili şekilde cevap verebilme imkânının sağlanmaması ve yargı
mercilerinin kendileri hakkındaki isnatların doğruluğuna ve hangi şekilde kamu
düzeni, güvenliği ya da sağlığını tehlikeye düşürmüş olabileceklerine ilişkin
hiçbir denetim ve değerlendirme de yapmamaları nedeniyle din özgürlükleri ile
adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının, ayrımcılık yasağının, başvurucuların
bir kısmı ise Sözleşme'ye ek 7 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin ihlal edildiğini
iddia etmiştir.
49. Bakanlık görüşünde sunulan değerlendirmelerebu
kararın 36. paragrafında yer verilmiştir.
50. Bakanlık görüşüne cevap veren başvurucular, bireysel
başvuru formlarındaki iddiaları yinelemiştir.
2. Değerlendirme
51. Jeremy Lauren Lambert, Amanda Jolyn Krause, Helmut
Frank ve Matthew Vern Black dışındaki başvurucular, Protestan Hristiyanlık
inancına sahip olmaları nedeniyle başvuru konusu uygulamalara maruz
kaldıklarını ileri sürmüşse dekamu otoritelerinin bu yönde yorumlanabilecek
gerekçelerinin olmadığı, ayrıca bu konuda başvurucuların Anayasa Mahkemesine
dehiçbir bilgi yahut belge sunmadığı görülmüştür. Dolayısıyla Jeremy Lauren
Lambert, Amanda Jolyn Krause, Helmut Frank ve Matthew Vern Black dışındaki
başvurucuların din özgürlüklerinin ihlal edildiğine ilişkin şikâyetlerininbu
aşamada varsayımdan öteye gidemediği değerlendirilmiş; anılan başvurucular
yönünden din özgürlüğü başlığı altında inceleme yapılmasının uygun olmadığı
sonucuna varılmıştır.
52. Öte yandan bir yabancının yerleşme hürriyetine sınır
dışı etmegibi bir işlemle müdahale edildiğinde Anayasa'nın 40. maddesindeki
etkili başvuru hakkı olarak ifade edilen haktan o yabancının faydalanması
mümkün hâle gelir. Etkili başvuru hakkı anayasal bir hakkının ihlal edildiğini
ileri süren herkese hakkın niteliğine uygun olarak iddialarını inceletebileceği
makul, erişilebilir, ihlalin gerçekleşmesini veya sürmesini engellemeye ya da
sonuçlarını ortadan kaldırmaya (yeterli giderim sağlamaya) elverişli idari ve
yargısal yollara başvuruda bulunabilme imkânı sağlanması olarak tanımlanabilir
(Y.T. [GK], B. No: 2016/22418, 30/5/2019, § 47; Murat Haliç, B.
No: 2017/24356, 8/7/2020, § 44). Anlaşıldığı üzere etkili başvuru hakkı, kişiye
ihlal edildiği iddia edilen anayasal hakkına kavuşabilmesi için birtakım
güvence ve çözümler sağlamaktadır (Wisam Sulaiman Dawood Eaqadah, § 69).
53. Sözleşme'ye ek 7 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin
hukuka uygun şekilde ikamet eden yabancıya yetkili merci önünde temsil olunarak
sınır dışı etme işleminin hukuka aykırılığına ilişkin gerekçeler öne sürebilme
ve durumunu yeniden inceletme hakkı şeklinde birtakım usul güvenceleriyle
koruma sağladığı görülmüştür. Bununla birlikte yerleşme hürriyeti tanınan bir
yabancının bu hakla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkı çerçevesinde bu
güvencelere anayasal düzeyde de sahip olduğunu kabul etmek gerekir. Dolayısıyla
anılan protokolde yer alan güvencelerin bu bağlamda Anayasa'da karşılığı
bulunmaktadır. Bu nedenlerle söz konusu Protokolün 1. maddesinde yer alan
güvencelerin ortak koruma alanında kaldığı değerlendirildiğinden sınır dışı
edilen yabancıların bireysel başvuru yoluyla bu haklarınıileri sürebilmeleri de
mümkündür (Wisam Sulaiman Dawood Eaqadah, § 70).
54. Başvuruculardan yalnızca Jeremy Lauren Lambert ve
M.R.F. hakkında doğrudan sınır dışı etme kararı verilmiştir. Başvuru konusu
diğer işlemler N-82 tahdit kodu uygulanması, ikamet izinlerinin iptal edilmesi
ve ikamet izinleri bulunmaktayken yurt dışına çıkan başvurucuların vize
taleplerinin reddedilmesi şeklindedir.
55. 30/6/2020 tarihli ve 2020/17 sayılı Tahdit Kodlarına
İlişkin Genelge'de; Göç İdaresi Başkanlığı tarafından uygulanan N-82 tahdit
kodunun bir giriş yasağı kararı olmadığı, İçişleri Bakanlığının izin ve bilgisi
dâhilinde yabancının Türkiye'ye girişine izin verilebileceği, bu doğrultuda dış
temsilcilikler aracılığıyla Göç İdaresi Başkanlığına istizan edilerek verilmiş
özel meşruhatlı vize hamili yabancıların "N" kodu saklı
tutularak ülkeye girişlerine izin verileceği öngörülmüştür. Dolayısıyla N-82
tahdit kodunun doğrudan yabancının hukuki durumu üzerinde etki doğuracak ve
böylece iptal davasına konu olabilecek bir uygulama olarak tasarlanmadığı
anlaşılmıştır. Bu kod,istihbarat birimlerinin raporları da dikkate alınarak Göç
İdaresi Başkanlığının söz konusu uygulamayı yönetebilmesi için iç işleyişinde
kullanımına sunulan bir araç olarak öngörülmüştür.
56. Somut olayda ise başvurucular Benjamin Tyler Wood,
Helmut Frank, Matthew Vern Black ve Robert Andrew Hoard, yasal ikamet izinleri
bulunmaktayken yurt dışına çıkmış fakat haklarındaki N-82 tahdit kodu nedeniyle
tekrar ülkeye giriş yapamamıştır. Dolayısıyla bu başvurucular yönünden
haklarında yalnızca N-82 tahdit kodu uygulanmış olması pratikte ülkeye geri
girememeleri şeklinde hukuki bir etki oluşturmuştur.
57. Ülkemizde yasal olarak ikamet etmekteyken yurt dışına
çıkan başvurucuların ülkeye tekrar girememelerine sebep olan bir işlemin
yabancı hakkında sınır dışı kararı uygulanmasıyla aynı sonucu doğurduğu
açıktır. Somut olayda idare ve yargı pratiğindeki belirsizlik nedeniyle N-82
tahdit kodu işlemine karşı dava yolunun tüketilmesi ya da ön izin talebinde
bulunduktan sonra talebin reddi işlemine karşı dava yolunun tüketilmesi
arasında hangisinin bireysel başvuru yönünden etkili başvuru sayılması
gerektiğine ilişkin bir değerlendirme yapılması da bu aşamada mümkün
görünmemektedir.
58. İkamet izninin iptal edilmesi şeklindeki uygulama ise
yabancının yasal olarak ülkede bulunma statüsünü sona erdirmekte ve 6458 sayılı
Kanun uyarınca ikamet izni iptal edilen yabancı hakkında doğrudan sınır dışı
etme kararı alınabilmektedir. Somut olayda da ikamet izinleri iptal edilen
başvurucular Amanda Jolyn Krause, Jeremy Lauren Lambert ve Benjamin Charles
Mclure ikamet izinleri iptal edildikten sonra belli bir süre içinde ülkeyi
terke davet edilmiş hatta başvurucu Jeremy Lauren Lambert hakkında aynı gün
sınır dışı işlemi uygulanmıştır. Başvurucu M.R.F. ise hava alanından yurt dışına
çıkış yapmaması üzerine hakkında N-82 tahdit kodu bulunduğundan bahisle önce
sınır dışı işlemi uygulandığı, daha sonra ikamet izninin iptal edildiği
görülmüştür. Her hâlükârda somut olayda başvurucuların ikamet izinlerinin iptal
edilmesinin sınır dışı işlemiyle aynı etkiyi doğurduğu, başvurucuların bir
kısmının fiilen sınır dışı edilmemesi, bir kısmının ise ülkeyi terke davet
edilmeleri üzerine kendilerinin çıkmasının bu değerlendirmeyi değiştirmeyeceği,
nitekim ikamet izni iptal edilen yabancının her an başka bir değerlendirme
yapılmaksızın sınır dışıedilme riskiyle karşı karşıya bırakıldığı sonucuna
varılmıştır.
59. Öte yandan başvurucu Nathan James Bradtke yönünden
ayrı bir değerlendirme yapma ihtiyacı söz konusudur. Başvurucu, ikamet izni
süresinin bitmesine az bir süre kala uzatma talebinde bulunmuş, başvurucunun
ikamet süresi uzatma talebi reddedilmiştir. Başvurucu, anılan talebinin
reddedilmesinin sebebinin hakkında N-82 tahdit kodu uygulanması olduğunu
öğrenmesi nedeniyle tahdit kodu işlemine karşı dava açmış; davası
reddedilmiştir. Öte yandan başvurucunun davayı açtığı tarihte dahi ikamet izni
süresi bitmiş durumdadır. Dolayısıyla başvurucu Nathan James Bradtke hakkında
N-82 tahdit kodu uygulanmış olmasının somut olayda anılan başvurucu yönünden sınır
dışı edilme kararıyla aynı etkiyi oluşturduğunun söylenebilmesi, başvurucunun
ülkede yasal olarak bulunma statüsünün sona ermesinin sebebinin N-82 tahdit
kodu olmadığı görüldüğünden mümkün değildir.
60. Bu durumda somut olayda başvurucu Nathan James
Bradtke dışındaki tüm başvurucuların başvuru konusu yaptıkları tüm işlemler ve
yargılama süreçleriyle ilgili olarakhaklarındaki isnatlardan haberdar
olamadıkları ve karşı argümanlarını ileri süremediklerine ilişkin
şikâyetlerinin Sözleşme'ye ek 7 No.lu Protokol'ün birinci maddesinin
Anayasa'daki karşılığı olarak kabul edilen (Wisam Sulaiman Dawood Eaqadah, §§
61-70) yabancıların sınır dışı edilmelerindeki usul güvenceleri kapsamında
yerleşme hürriyetiyle bağlantılı etkili başvuru hakkı yönünden incelenmesinin
uygun olacağı değerlendirilmiştir.
a. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
i. Başvurucu
Nathan James Bradtke Yönünden
61. Başvurucu; hakkında N-82 tahdit kodu uygulanması
işlemine karşı açtığı davada, söz konusu işlemin somut uygulanma sebebini
hiçbir aşamada öğrenememesi, bu nedenle hakkındaki isnatlara cevap verememesi,
mahkemenin ilgili ve yeterli gerekçe göstermeksizin davasını reddetmesi, ayrıca
tarafsız ve bağımsız mahkeme kriterlerinin karşılanmaması nedeniyle adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvurucu ayrıca hakkında
N-82 tahdit kodu uygulanması şeklinde gerçekleştirilen müdahalenin özel hayatı
yönünden yasal dayanağı ve meşru amacı olmayan ölçüsüz bir müdahale
oluşturduğunu, bu nedenle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğini iddia
etmiştir.
62. Başvurucu bireysel başvuru formunda yalnızca 2016
yılından beri oturma izniyle Türkiye'de bulunduğu, bilgi teknolojileri alanında
lisans sahibi olduğu ve eşiyle üç küçük çocuğu olduğu bilgisini vermiştir.
Başvurucu, hakkında N-82 tahdit kodu uygulanmasının ve bu işleme karşı açtığı
davanın reddedilmesinin özel hayatını ne şekilde etkilediğine ilişkin olarak
somut açıklama yapmamış, bilgi ve belge sunmamıştır. Bu durumda başvuru konusu
müdahalenin başvurucunun özel hayatını ciddi şekilde etkilediği ve bu etkinin
belirli bir ağırlık düzeyine ulaştığını ortaya koyamadığı anlaşıldığından
başvurucunun somut müdahale ile ilgili şikâyetlerinin özel hayata saygı hakkı
başlığı altında incelenmesinin mümkün olmadığı değerlendirilmiştir (aile hayatından
değerlendirme yapılan kararlar için bkz. Peri Kırık, B. No: 2015/19795,
9/1/2019, §§ 32-36; Nargıza Gulamova, B. No: 2020/33373, 30/3/2023, §§
19,20 ; meslekle ilgili olarak özel hayata saygı hakkı kapsamında
değerlendirme yapılan karar ve ilkeler için bkz. Tamer Mahmutoğlu [GK],
B. No: 2017/38953, 23/7/2020, §§ 84-96).
63. Anayasa Mahkemesi daha önce verdiği birçok kararda
adil yargılanmaya ilişkin hak ve ilkelerin, medeni hak ve yükümlülükler ile
ilgili uyuşmazlıkların ya da bir suç isnadının esasının karara bağlanması
esnasında geçerli olduğunu belirterek hakkın kapsamının bu konularla
sınırlandırıldığını kabul etmiştir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049,
26/3/2013, § 23; Nihat Akbulak [GK], B. No: 2015/10131, 7/6/2018, § 35; Aligül
Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, § 44). Dolayısıyla
adil yargılanma hakkının ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuruda
bulunabilmek için başvurucunun ya medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili bir
uyuşmazlığın tarafı olması ya da başvurucuya yönelik bir suç isnadı hakkında
karar verilmiş olması gerekir.
64. Başvurucu hakkında N-82 tahdit kodu uygulanmasının
medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili bir uyuşmazlık veya bir suç isnadı
niteliğinde olmadığı görülmüştür. Bu durumda başvurucunun adil yargılanma
hakkının ihlal edildiği iddiasının konusu, Anayasa’da güvence altına alınan ve
Sözleşme kapsamında olan temel hak ve özgürlüklerin koruma alanı dışında
kaldığından başvurucu Nathan James Bradtke'nin başvurusunun konu bakımından
yetkisizlik gerekçesiyle kabul edilemez bulunması gerekir.
ii. Diğer
Başvurucular Yönünden
65. Başvurucu Nathan James Bradtke dışındaki tüm
başvurucuların açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar
verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan yerleşme
hürriyetiyle bağlantılı etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddiasının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
Kadir ÖZKAYA, Yıldız SEFERİNOĞLU ve Basri BAĞCI bu sonuca
katılmamışlardır.
b. Esas
Yönünden
66. Ülkede ikamet eden bir yabancıyı koruma altına alan
ilk güvence, sınır dışı etme kararının kanuna uygun şekilde alınmış olması
gereğidir. Sınır dışı etme kararının kanuna uygun olarak alındığından söz
edilebilmesi için kanun metni ve uygulaması yabancıların davranışlarının
sonucunu öngörebileceği kadar hukuki belirlilik taşımalıdır. Bir diğer ifadeyle
kanunun kalitesi de kanunilik koşulunun sağlanıp sağlanmadığının tespitinde
önemlidir (aynı yöndeki değerlendirme için bkz. Necmiye Çiftçi ve diğerleri,
B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55). Bunun bir sonucu olarak müdahale yani
sınır dışı etmeye ilişkin kanun yeterince erişilebilir ve öngörülebilir
olmalıdır (benzer bir değerlendirme için bkz. Türkiye İş Bankası A.Ş.
[GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44; Wisam Sulaiman Dawood Eaqadah, §
74).
67. Sınır dışı etme kararını düzenleyenlerin tutum ve
uygulamaları da kanunun kalitesi kadarönemlidir. Kamu makamları sınır dışı etme
kararına gerekçe teşkil eden eylem ve davranışları somut şekilde belirlemeli ayrıca
bunlar da 6458 sayılı Kanun'un 54. maddesinin (1) numaralı fıkrasında
düzenlenen sınır dışı sebepleriyle makul seviyede ilintili olmalıdır (Wisam
Sulaiman Dawood Eaqadah, § 75).
68. Diğer taraftan sınır dışı işleminin muhatabı olan
yabancının yetkili ve görevli mahkemeler önünde, verilen kararlara karşı
gerekçeler sunabilmesi ve durumunun yeniden incelenmesini isteyebilmesi, bu
doğrultuda ilk aşamada sınır dışı etme kararının kendisine hukuka uygun şekilde
tebliğ edilmesi ve kararın dayanağını oluşturan fiilî sebeplerin neler olduğunu
-bazı sınırlamalarla dahi olsa- öğrenebilmesi gerekmektedir. Bunlarla birlikte
usul güvencelerinin etkili bir şekilde koruma sağlaması için şeklî bir
incelemenin ötesinde yabancının öne sürdüğü iddiaların esası hakkında bir
değerlendirme yapılması da şarttır. Ayrıca yabancı, argümanlarını hazırlayıp
sunabilmesi için yargılamanın imkân ve kolaylıklarından faydalanabilmelidir. Bu
doğrultuda özellikle ülkenin dilini ve hukukunu bilmeyen bir yabancıya davadaki
usul kuralları aşırı bir külfet yükleyecek ölçüde katı yorumlanmadan davanın
ilerlemesi sağlanmalıdır (Wisam Sulaiman Dawood Eaqadah, § 76).
69. Somut olayda başvurucuların başvuru konusu
müdahalelerin gerekçesi olarak gösterilen, kamu düzeni ve güvenliği yönünden
tehlikeli olabileceklerine ilişkin değerlendirmenin 6458 sayılı Kanun'un 54.
maddesinin (1) numaralı fıkrasında düzenlenen sınır dışı sebepleriyle makul
seviyede ilintili olduğu anlaşılmıştır. Bunun yanında başvurucular, haklarında
uygulanan başvuru konusu tüm işlemlere karşı idari yargıda iptal davası süreci
başlatmış ve derece mahkemeleri başvurucuların iddialarının esası hakkında, göç
ve sınır kontrolleriyle ilgili idarenin geniş takdir yetkisini de dikkate
alarak bir değerlendirme yapmıştır. Dolayısıyla başvuruculara, yabancıların
sınır dışı edilmelerinde sahip olmaları gereken usul güvencelerinin
sağlandığıdeğerlendirilmiştir.
70. Açıklanan gerekçelerle Nathan James Bradtke dışındaki
başvurucuların sınır dışı etme işlemlerindeki usul güvenceleri kapsamında
yerleşme hürriyetleriyle bağlantı olarak etkili başvuru haklarının ihlal
edilmediğine karar verilmesi gerekir.
Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin YILDIRIM, M.
Emin KUZ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ ve Kenan YAŞAR bu sonuca katılmamışlardır.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucu M.R.F.nin kamuya açık belgelerde kimliğinin
gizli tutulması talebinin KABULÜNE,
B. Başvurucular Jeremy Lauren Lambert, Amanda Jolyn
Krause, Helmut Frank ve Matthew Vern Black'in din özgürlüklerinin ihlal
edildiğine ilişkin iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin
YILDIRIM, M. Emin KUZ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ ve Kenan YAŞAR'ın karşı oyları ve
OY ÇOKLUĞUYLA,
C. Başvurucu Nathan James Bradtke'nin başvurusunun
konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OY
BİRLİĞİYLE,
D. Nathan James Bradtke dışındaki başvurucularınyerleşme
hürriyetiyle bağlantılı olarak Anayasa'nın 40. maddesinde öngörülen etkili
başvuru hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA
Kadir ÖZKAYA, Yıldız SEFERİNOĞLU ve Basri BAĞCI'nın karşı oyları ve OY
ÇOKLUĞUYLA,
E. Nathan James Bradtke dışındaki başvurucularınyerleşme
hürriyetiyle bağlantılı olarak Anayasa'nın 40. maddesinde öngörülen etkili
başvuru hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin
YILDIRIM, M. Emin KUZ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ ve Kenan YAŞAR'ın karşı oyları ve
OY ÇOKLUĞUYLA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE,
G. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde
BIRAKILMASINA 15/2/2024 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Mahkememiz çoğunluğu, idare tarafından haklarında N-82
kodu uygulanan ve bu işlem nedeniyle ikamet izinlerinin iptal edilmesi, sınır
dışı işlemi uygulanması ya da vize taleplerinin reddedilmesi işlemlerine tabi
tutulan başvurucuların din özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarının açıkça
dayanaktan yoksunluk nedeniyle kabul edilemez olduğuna, etkili başvuru
haklarının ise ihlal edilmediğine karar vermiştir. Aşağıda açıklanacak
gerekçelerle her iki görüşe de katılma imkânı olmamıştır.
A. Din
Özgürlüğü Yönünden
2. Başvuruculardan bazılarının misyonerlik faaliyetinde
bulundukları değerlendirilerek haklarında N-82 tahdit kodu uygulanmak suretiyle
ikamet izni iptali ve sınır dışı gibi işlemlerin yapıldığı anlaşılmaktadır.
Başvuruculardan ikisinin Protestanlık inancına sahip olanların devlet nezdinde
muhatap kabul edilebilmeleri amacıyla çalışmalar yapma ve misyonerlik
faaliyetleri yapılması için karar alma amacıyla gerçekleştiği ileri sürülen ve
“Aile Konferansı” adı verilen toplantıya katıldıkları iddia edilmiştir.
Diğer iki başvurucudan biri hakkında yargılama sürecinde davalı idare
tarafından misyonerlik yaptığı için hakkında söz konusu tahdit kodunun
uygulandığı bilgisinin verildiği, diğeri hakkında ise idari ve yargısal süreçte
hiçbir somut gerekçeye yer verilmemiş olmakla birlikte bireysel başvuru
sürecinde Bakanlık görüşüne eklenen yazıda misyonerlik faaliyetinde bulunduğu
için N-82 kodunun uygulandığı bilgisine yer verildiği görülmektedir.
Başvurucular din özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
3. Din özgürlüğünü güvence altına alan Anayasa’nın 24.
maddesi uyarınca “Herkes, vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir”.
Bu madde hiç kimsenin ibadete, dinî ayin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve
kanaatlerini açıklamaya zorlanamayacağını; dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı
kınanamayacağını ve suçlanamayacağını belirtmektedir.
4. Anayasa Mahkemesi kararlarında vurgulandığı üzere, din
özgürlüğü demokratik toplumun vazgeçilmez unsurlarından biridir. Çoğulculuğa
dayanan demokratik bir toplumda devlete düşen görev, muhtelif dünya
görüşlerinden veya inançlardan bazılarının “yanlış” olduğunu kabul etmek
değil, bireylerin kendi dünya görüşlerine ve inançlarına uygun olarak
yaşamaları için gerekli tedbirleri almaktır (Tuğba Arslan [GK], B. No:
2014/256, 25/6/2014, § 54; Levon Berç Kuzukoğlu ve Ohannes Garbis
Balmumciyan [GK], B. No: 2014/17354, 22/5/2019, § 97).
5. Öncelikle, çoğunluğun “başvurucuların din
özgürlüğüne yönelik bir müdahalenin bulunmadığı[nın] açık olduğu” yönündeki
görüşüne katılmak mümkün değildir. Esasen kararın gerek “Olay ve Olgular”
kısmında (§§ 9-21) gerekse “Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü”
başlığı altında (§§ 33-38) yapılan açıklamalardan başvurucuların misyonerlik
faaliyetleri nedeniyle haklarında N-82 tahdit kodu uygulandığı anlaşılmaktadır.
Bunun da başvurucuların din özgürlüğüne müdahale teşkil ettiği izahtan
varestedir.
6. Elbette din özgürlüğü mutlak değildir,
sınırlandırılabilir. Din özgürlüğüne yönelik her müdahale ihlal teşkil
etmeyecektir. Anayasa’nın 13. maddesine göre temel hak ve hürriyetlere
müdahalenin kanunla yapılması, meşru amacının bulunması, demokratik toplum
düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine uygun olması gerekir.
7. Başvurucular hakkında uygulanan tahdit kodunun kanuni
dayanağı, 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun 9.
maddesinin (7) numaralı fıkrasıdır. Buna göre “Kamu düzeni, kamu güvenliği
veya kamu sağlığı sebebiyle Genel Müdürlükçe… yabancıların ülkeye kabulü ön
izin şartına bağlanabilir”. Bunun dışında, ikamet izninin iptaline, sınır
dışı ve ülkeye girişe izin vermeme işlemlerine ilişkin farklı kanuni hükümler
bulunmaktadır. Dolayısıyla, başvurucuların din özgürlüğüne yönelik müdahalenin
kanuni dayanağının olmadığı söylenemez.
8. Bununla birlikte, söz konusu kanuni düzenlemelerin
nitelik bakımından kanunilik şartını sağladıkları kuşkuludur. Kanunilik, bir
temel hakkı veya özgürlüğü sınırlandıran yasal hükmün şeklen var olmasının
ötesinde, bunun açık, net, belirli ve öngörülebilir olmasını gerektirmektedir.
Bunun yanında, temel hak ve özgürlükleri sınırlandıran bir kanunun kamu
makamlarının keyfi muamelelerine karşı koruyucu tedbirleri de ihtiva etmesi
beklenmektedir.
9. Bu çerçevede, bilhassa ön izin şartını öngören yasal
düzenlemeye baktığımızda, gerek kamu düzeni ve kamu güvenliği kavramlarının
soyut niteliğinden gerekse ön izin şartının uygulanmasına ilişkin
belirsizliklerden dolayı bu düzenlemenin kanunilik şartını taşıdığını söylemek
güçtür.
10. Bir an için müdahalenin kanunilik şartını sağladığı
kabul edilse bile, bu durumda da sınırlamanın meşru amacının bulunması
gerekmektedir. 6458 sayılı Kanun’un 9. maddesinin (7) numaralı fıkrasında
öngörülen kamu düzenini ve kamu güvenliğini koruma amacının Anayasa’nın 24.
maddesinin “14 üncü madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dinî
ayin ve törenler serbesttir” şeklindeki ikinci fıkrasının atıf yaptığı
Anayasa’nın 14. maddesinde mündemiç olduğu varsayılabilir.
11. Bu durumda başvurucuların misyonerlik
faaliyetlerinin, bu kapsamda düzenlenen “Aile Konferansı” adlı
toplantının kamu düzeni ve kamu güvenliğine yönelik nasıl bir tehdit
oluşturduğunun gösterilmesi gerekmektedir. Somut olayda ne idari ne de yargısal
süreçte başvurucuların faaliyetlerinin kamu düzeni veya güvenliğine yönelik bir
tehlike yarattığına dair herhangi bir somut gerekçe ortaya konulamamıştır.
Dahası başvuruculardan biri dışında diğerlerinin misyonerlik başlığı altında ne
tür faaliyetler yaptıkları da belirlenmiş değildir.
12. Sınırlamaların meşru amacının olduğu kabul edilse
bile demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olmaması zorunludur. Başka
bir ifadeyle, din özgürlüğü üzerindeki istisnai sınırlamanın zorlayıcı bir
toplumsal ihtiyacın karşılanmasına yönelik olması gerekir. Bunun için de
sınırlamanın amaca ulaşmak için elverişli, başvurulabilecek son çare ve
alınabilecek en hafif tedbir olması gerekmektedir.
13. Başvuruculara göre, katıldıkları ifade edilen “Aile
Konferansı” toplantıları, Protestan Kiliseleri Derneği tarafından neredeyse
Derneğin kuruluşundan itibaren her yıl kamu otoritelerinin bilgisi dahilinde
yapılmakta, gizli gündemi olmayan ve şeffaf şekilde gerçekleşen bu toplantılara
Türkiye’de bulunan yerli ve yabancı kilise önderleri aileleriyle birlikte
katılmaktadır. Başvurucuların bu iddialarının aksine, toplantıların gizli
yapıldığını veya kamu düzenine, kamu güvenliğine yahut kamu sağlığına zarar
verdiğini gösteren herhangi bir bilgi ortaya konulabilmiş değildir.
14. Diğer yandan, başvuruculara yöneltilen “misyonerlik”
faaliyetinin soyut düzeyde ve kategorik olarak kamu düzeni veya güvenliğine
yönelik bir tehdit olarak kabul edilmesi mümkün değildir. Dinlerin doğuşuyla
başlayan ve belli bir dine mensup olanların başkalarına da bu dini ya da inancı
yayma çabaları olarak kabul edilen misyonerlik -barışçıl olmak, kamu düzenini,
güvenliğini ve başkalarının haklarını ihlal etmemek kaydıyla- genelde ifade
özgürlüğünün özelde de din özgürlüğünün güvencesi altındadır.
15. Nitekim Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu bir
kararında misyonerliğin mevzuatta suç olarak kabul edilmediğini açıkça ifade
etmiştir. Kurul’a göre “bir dini yaymak olarak tanımlanabilecek misyonerlik,
mevzuatımızda suç olarak kabul edilmediği gibi; davacının yürüttüğü iddia
edilen misyonerlik faaliyetinin milli güvenlik ve kamu düzenini tehlikeye
soktuğu yolunda herhangi bir somut tespite de dosyada rastlanılmamaktadır.”
(Danıştay İDDK, E. 2013/797, K. 2015/126, 28/1/2015).
16. Kuşkusuz, belli şartlar altında misyonerlik
faaliyetlerine sınırlama getirilebilir. Bu noktada kamu otoritelerinden
beklenen, bu faaliyetlerin kamu düzeni ve güvenliğini tehdit ettiklerini ilgili
ve yeterli gerekçelerle ortaya koymaktır.
17. Somut olayda, idare ve mahkemeler başvurucuların
faaliyetlerinin kamu düzeni, kamu güvenliği ve kamu sağlığı bakımından neden ve
nasıl bir tehlike arz ettiğine dair hiçbir aşamada somut bir açıklama
yapmamışlardır. Kamu otoriteleri, çoğunluk dini dışındaki bir dinin yayılmasına
yönelik faaliyetleri soyut ve kategorik ifadelerle kabul edilemez bulmuşlardır.
18. Öte yandan, başvurucular, kendilerine uygulanan
tahdit kodunun gerekçesini hiçbir aşamada öğrenemediklerini, bu nedenle de
etkili şekilde kendilerini savunma imkânından yoksun kaldıklarını ileri
sürmüşlerdir. Başvurulara konu işlemler, Göç İdaresi Başkanlığı (Başkanlık)
tarafından başvurucular hakkındaki istihbârî bilgileri ihtiva eden yazılara
dayanılarak gerçekleştirilmiştir. Başkanlık bu yazıları 2937 sayılı Devlet
İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu’nun ek 1. maddesi
doğrultusunda başvuruculara vermediği gibi mahkemelere de sunmamıştır.
19. Başvurulara konu idari işlemlerin tesisinde yetkili
olan Başkanlığın, bu görevini yerine getirirken istihbarat kurumlarından yardım
alabileceği, bunu yaparken de istihbârî nitelikteki gizli bilgilerin aleniyet
kazanmasını engelleyecek tedbirleri de alması gerekeceği izahtan varestedir.
20. Bununla birlikte, Başkanlığın tüm eylem ve işlemleri
Anayasa’nın 125. maddesi kapsamında yargı denetimine açıktır. Dolayısıyla,
Başkanlık takdir yetkisini kullanarak tahdit kodları oluştururken dayanılan
somut gerekçelerin -istihbarat hizmetlerinin gizliliğine zarar vermeyecek
şekilde- yargı denetimine açılması ve muhataplarına da bu gerekçeler karşısında
kendi argümanlarını sunma fırsatının verilmesi gerekmektedir. Bunun aksinin
kabulü, istihbarat raporlarına dayanılarak yapılan idari eylem ve işlemlerin
fiilen yargı denetimi dışında bırakılması anlamına gelecektir.
21. Başvurulara konu somut olayda, başvurucular
haklarında uygulanan tahdit kodunun ve buna bağlı diğer işlemlerin gerekçesini
hiçbir aşamada öğrenememişler ve bu gerekçelere karşı argümanlarını sunma
fırsatı bulamamışlardır. Dolayısıyla sınırlama teşkil eden işlemlere ilişkin
kamu makamlarınca ilgili ve yeterli gerekçe sunulmadığı gibi bu işlemlere karşı
etkili bir yargı denetiminin de gerçekleştirilmediği anlaşılmaktadır.
22. Açıklanan gerekçelerle, başvurucuların din
özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekirdi.
B. Yerleşme
Hürriyetiyle Bağlantılı Olarak Etkili Başvuru Hakkı Yönünden
23. Başvurucular hakkında N-82 koduna dayalı olarak
ikamet izninin iptali, sınır dışı etme ve yırt dışına çıkanların ülkeye giriş
taleplerinin reddi işlemleri tesis edilmiştir. Tüm başvurucular bu işlemler ve
yargılama süreçleriyle ilgili olarak haklarındaki isnatlardan haberdar
olamadıklarını ve bu nedenle karşı argümanlarını sunamadıklarını ileri
sürmüşlerdir. Bu şikayetlerin tarafı olduğumuz Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesine ek 7 No.lu Protokol’ün 1. maddesinin Anayasamızdaki karşılığı
olarak kabul edilen yabancıların sınır dışı edilmelerindeki usul güvenceleri
kapsamında yerleşme hürriyetiyle bağlantılı etkili başvuru hakkı yönünden
değerlendirilmesi gerekmektedir (Wisam Sulaiman Dawood Eaqadah [GK], B.
No: 2021/2831, 15/2/2023, §§ 61-70).
24. Sınır dışı işlemine muhatap kişilere sağlanması
gereken güvencelerden biri, bu kişilerin haklarındaki işlemlere karşı yetkili
mahkemeler önünde kendilerini savunabilmeleri, bunun için de öncelikle
işlemlerin gerekçelerinden haberdar olabilmeleridir. Sağlanan usul güvencesinin
etkili olması, yabancının iddiaları hakkında şeklî bir incelemenin ötesinde
bunların esası hakkında değerlendirme yapılmasına bağlıdır (Wisam Sulaiman
Dawood Eaqadah [GK], § 76).
25. Somut olayda, yukarıda ifade edildiği gibi,
başvurucular hiçbir aşamada haklarındaki işlemlerin somut gerekçelerinden
haberdar edilmemiştir. Bu durumda başvurucuların haklarında uygulanan işlemlere
karşı mahkemeler önünde iddialarını ileri sürebilmeleri ve durumlarının yeniden
incelenmesini isteyebilmeleri için söz konusu işlemlerin dayanağını oluşturan
nedenleri -sınırlı da olsa- öğrendikleri, dolayısıyla ileri sürdükleri
iddiaların esası hakkında değerlendirme yapılmasını sağlayan bir usul
güvencesine sahip oldukları söylenemeyecektir. Bu sebeple -başvurusu
oybirliğiyle kabul edilemez bulunan biri dışında- tüm başvurucuların yerleşme
hürriyetiyle bağlantılı olarak etkili başvuru haklarının ihlal edildiğine karar
verilmesi gerekirdi.
26. Yukarıda (A) ve (B) başlıkları altında açıklanan
gerekçelerle, başvurucuların din özgürlüğü ve etkili başvuru haklarının ihlal
edildiğini düşündüğümden çoğunluğun “kabul edilemezlik” ve “ihlal
olmadığı” yönündeki kararlarına katılmıyorum.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Başvuruda ilk olarak sınır dışı etme işlemlerindeki
usul güvenceleri kapsamında yerleşme hürriyetleriyle bağlantılı olarak etkili
başvuru haklarının ihlal edildiği ileri sürülmüştür. Başvuranlar bu
iddialarını; kendilerine uygulanan N-82 tahdit kodu uygulamalarının nedeninin
neler olduğunu, kamu güvenliği ve kamu düzenini ne şekilde tehlikeye
düşürdüklerine ilişkin iddialara cevap vermelerini sağlayabilecek herhangi bir
bilgi veya açıklamaya ulaşamadıkları ve idarenin isnatlarına karşı etkili bir
denetim imkanının sağlanmadığı gerekçelerine dayandırmıştır.
2. Başvurucuların bir kısmı yasal ikamet izni
bulunmaktayken yurt dışına çıkmış fakat haklarındaki tahdit kodu nedeniyle
tekrar ülkeye giriş yapamamışlardır. Bu durumdakilerin ülkeye geri girmelerine
sebep olan idari işlem, bir yabancı hakkında sınır dışı kararı uygulamasıyla
aynı sonucu doğurmaktadır. Bir kısım başvurucular bakımından söz konusu olan
ikamet izninin iptal edilmesi ise ilgili yabancının ülkede yasal olarak bulunma
statüsünü sona erdirdiğinden 6458 sayılı Kanun uyarınca bu durumda doğrudan
sınır dışı etme kararı alınabilmektedir. Başvuruya konu olayda da bu durumdaki
başvurucular hakkında ikamet izinleri iptal edildikten sonra belli bir süre
içinde ülkeyi terk etmeleri istenmiştir.
3. AYM’nin çoğu kararında vurguladığı üzere Anayasa’nın
40. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkı, anayasal bir
hakkının ihlal edildiğini ileri süren kimselerin hakkın niteliğine uygun olarak
iddialarını inceletebileceği makul, erişilebilir, ihlalin gerçekleşmesini veya
sürmesini engellemeye ya da sonuçlarını ortadan kaldırmaya elverişli idari ve
yargısal yollara başvuruda bulunabilme imkanı sağlanmasını kapsamaktadır (bkz.
Y.T. B. No: 2016/22418, 30.5.20129, par. 47; Murat Haliç, B. No: 2017/24356,
8.7.2020, par. 44).
4. Sınır dışı işlemine muhatap olan yabancıların bu
işleme karşı haklarını arayabilmeleri, durumun yeniden incelenmesini talep
edebilmeleri, dava yolunu kullanabilmeleri için idari işlemin dayanağı olan
fiili veya hukuki nedenlerin, olguların kendilerine bildirilmesi gerekmektedir.
Ancak bu halde idari işleme karşı kendi gerekçelerini ileri sürme, işlemin
dayanağı olduğu belirtilen olgulara veya nedenlere karşı haklarını yargı mercii
önünde savunabilme imkanına kavuşabileceklerdir. Başka deyişle belirtilen
hususlar etkili başvuru hakkının gereklerindendir. Öte yandan dava yoluna
başvuranlara yargı mercilerince iddia ve savunmalarını ileri sürme konusunda
gerekli kolaylıkların tanınması ve bu yöndeki gerekçeleri ve sundukları
delillere ilişkin incelemenin yargı mercilerince hakkın gerektirdiği özen ve
derinlikte yapılması zorunludur.
5. İncelenen başvuruya konu olayda gerek dava öncesinde
gerekse idare mahkemesi tarafından yapılan yazışmaya karşın başvuranlara
uygulanan idari işlemin dayanağı olan olgu veya nedenlerin açıklanması talebi
gizlilik gerekçesiyle reddedilmiştir. Davaya konu işlemin hukuka uygunluk
denetiminin yapılabilmesi, işlemin dayanağı olan olgusal nedenlerin
açıklanmasıyla doğrudan bağlantılıdır. İkincillik ilkesi gereği bu denetimin
öncelikle ilgili yargı merci tarafından yapılması zorunludur. Bu eksikliğin AYM
tarafından giderilmesi de söz konusu değildir. Sonuç olarak ilgili davalarda
idari işlemin dayanakları araştırılıp tartışılmamış, ilgili ve yeterli gerekçe
gösterilmemiş ve usul güvenceleri yerine getirilmemiştir.
6. Başvuranlardan dördü ise sözü edilen idari işlemlerle
dini faaliyetlere katılma imkanlarının ellerinden alınması nedeniyle din
hürriyetlerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Bu başvuranlar hakkındaki
davalarda da başvuranların iddiaları mahkemeler tarafından tartışılmamış,
ilgili ve yeterli gerekçe açıklanmadan davaları reddedilmiştir. Usul
güvenceleri sağlanmadan verilen kararlar dolayısıyla anılan başvuruların
esasına girilerek din hürriyeti yönünden esastan inceleme yapılması gerekirken
açıkça dayanaktan yoksunluğu sonucuna ulaşılması görüşümüzce doğru olmamıştır.
7. Başvuruya konu yerleşme hürriyeti bağlamında ise
başvuranlar, işleme karşı açtıkları davada işlemin nedenini oluşturan olguları
öğrenememişler ve buna karşı kendi haklarını savunma imkanına
kavuşamamışlardır. Mahkeme de idari işlemin olgusal nedenini açıklığa
kavuşturup tartışmadan ve ilgili ve yeterli gerekçe göstermeden ret kararı
vermiştir. Bu nedenle başvuranların etkili başvuru haklarının ihlal edildiği
sonucuna ulaşılmalıdır.
|
|
|
|
Başkanvekili
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
KARŞIOY
Somut başvuruda Mahkememiz çoğunluğunca, Nathan James
Bradtke isimli başvurucu dışındaki başvurucular yönünden sınır dışı etme
işlemlerindeki usul güvenceleri kapsamında yerleşme hürriyetiyle bağlantılı
olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia bakımından
başvuru kabul edilebilir bulunarak işin esasının incelenmesine karar verilmiştir.
Aşağıda açıklanan nedenlerle bu konuda çoğunluk görüşüne iştirak edilmemiştir.
Başvurucular, kendilerinin Protestan Hristiyanlık dinî
inancına sahip olduklarını, bu nedenle zaman zaman bazı dinî toplantılara ve
kilise faaliyetlerine katıldıklarını, kendilerinin şimdiye kadar herhangi bir
misyonerlik faaliyetinde bulunmadıklarını, ayrıca Türkiye'de ikamet ettikleri
süreçte hiçbir suça karışmadıklarını ya da haklarında herhangi bir soruşturma
ya da kovuşturma yürütülmediğini ifade etmişlerdir.
Ayrıca kendilerine uygulanan başvuru konusu müdahalelerle
ilgili süreçlerde haklarında N-82 tahdit kodu uygulanmasına sebep olan
faaliyetlerinin neler olduğu ve kamu düzeni, güvenliği ya da sağlığını ne
şekilde tehlikeye düşürdüklerine ilişkin bir bilgi ya da açıklamaya
ulaşamadıklarını, bununla birlikte müdahalelerin sebebinin kendilerinin dinî
inançları olduğunu düşündüklerini, bu durumun son zamanlarda neredeyse bir
devlet politikası hâline geldiğini ve Protestan Hristiyanlık inancına sahip
birçok yabancının somut bir gerekçe olmaksızın benzer müdahalelere maruz
kaldıklarını da ileri sürmüşlerdir.
Başvurucular ayrıca açtıkları iptal davalarında
haklarındaki isnada etkili şekilde cevap verebilme imkânının sağlanmaması ve
yargı mercilerinin kendileri hakkındaki isnatların doğruluğuna ve hangi şekilde
kamu düzeni, güvenliği ya da sağlığını tehlikeye düşürmüş olabileceklerine
ilişkin hiçbir denetim ve değerlendirme de yapmamaları nedenleriyle din
özgürlükleri ile adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının, ayrımcılık yasağının,
Sözleşme'ye ek 7 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin ihlal edildiğini iddia
etmişlerdir.
Mahkememizce başvurucuların din özgürlüğüne yönelik bir
müdahalenin bulunmadığının açık olduğu gerekçesiyle başvurunun bu kısmının,
açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmiştir.
Dosyadaki verilere göre başvurucular kısa veya uzun
süreli çalışma izinleri ile Türkiye’de yaşamakta olup, aynı zamanda çok uluslu
Evanjelik Kiliseler Birliği ismiyle bilinen bir organizasyonun da mensubudurlar.
Başvurucular kendilerinin Protestan inancına sahip olmalarına karşılık
misyonerlik faaliyeti yürütmediklerini belirtmektedirler.
Diğer taraftan 30/1/2019-2/2/2019 tarihleri arasında
Antalya’da gerçekleşen toplantıyı, mensubu oldukları Kiliseler Birliğinin
Türkiye Devleti nezdinde muhatap kabul edilmesinin sağlanması amacıyla
yaptıklarını da kabul etmektedirler.
Anayasa’nın 24. maddesinde düzenlenen din ve vicdan
hürriyeti herkes açısından tanınan bir hak olduğundan yabancıların da Devletin
egemenlik sahası içerisinde bu haktan yararlanacaklarında tereddüt yoktur. Bu
hürriyetin doğal bir uzantısı olarak kişilerin zor kullanmamak koşuluyla
inançlarını diğer bireylerle paylaşmasının önünde de bir engel bulunmamaktadır.
Ancak somut olayda olduğu gibi uluslararası organizasyon
niteliği gösteren bir yapının ülke genelinde taşra yapılanması meydana getirip
il düzeyinde sorumlular belirlemek suretiyle faaliyet göstermesi ve mensubu
oldukları Kiliseler Birliğinin Türkiye Devleti nezdinde muhatap kabul
edilmesini sağlamak istemesi hem genel olarak hem de daha özelde ulusal
güvenlik boyutu itibarıyla doğrudan Devletin egemenlik hakkının kullanılmasıyla
ilgili konulardır.
Dolayısıyla konu, niteliği gereği Devletin çok bir geniş
takdir hakkının bulunduğu bir alana ilişkindir. Hal böyle olunca konunun
değerlendirilmesinde mütekabiliyet durumunun da gözetilmesinin gerekeceği
açıktır.
Bu bağlamda belirtmek gerekir ki yabancıların sınır dışı
edilmeleri ile alakalı 7 Nolu Ek Protokolün birinci maddesinin ikinci
fıkrasında, bir yabancının sınır dışı edilmesinde kamu düzeni yararı veya
ulusal güvenlik nedenleri açısından bir gereklilik mevcut ise maddenin birinci
fıkrasındaki usul güvencelerinin geçerli olmayacağı hükme bağlanmıştır.
Somut olayda da başvurucular hakkında tesis edilen sınır
dışı etme işlemleri, kamu düzeni ve güvenliği yönünden tehlikeli
olabileceklerine ilişkin değerlendirmeler nedeniyle alınmıştır. İşleme esas
alınan veriler incelendiğinde, söz konusu verilerin 6458 sayılı Kanun'un 54. maddesinin
(1) numaralı fıkrasında düzenlenen sınır dışı sebepleriyle sıkı şekilde
örtüştükleri anlaşılmaktadır.
Bu nedenle somut olayın konu bakımından bireysel başvuru
mevzusu yapılamayacağını, dolayısıyla başvurucuların yerleşme hürriyetiyle
bağlantılı etkili başvuru haklarının ihlal edildiğine ilişkin iddialarına
dayalı müracaatlarının kabul edilemez olduğunu değerlendirdiğimizden aksi
yöndeki çoğunluk görüşüne iştirak edilmemiştir.
Başkanvekili
Kadir ÖZKAYA
|
Üye
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
Üye
Basri
BAĞCI
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Başvurucuların tamamı kısa dönem ya da uzun dönem
ikamet izinleriyle yasal olarak Türkiye'de ikamet etmekteyken haklarında Göç
İdaresi Başkanlığınca ülkeye girişleri için ön izin alınması anlamına gelen
N-82 tahdit kodu uygulanmıştır.Söz konusu kodun uygulanmasına dair kararlar,
Millî İstihbarat Teşkilatı (MİT) Başkanlığının ilgili yazıları uyarınca kamu
düzeni ve kamu güvenliğinin korunması gerekçesiyle verilmiştir.
A) Başvurucular
Amanda Jolyn Krause, Helmut Frank, Matthew Vern Black ve Jeremy Lauren
Lambert’in Din ve Vicdan Hürriyetlerinin İhlal Edildiği İddiaları Yönünden
2. Başvurucuların açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve
kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de
bulunmadığı anlaşılan din ve vicdan hürriyetlerinin ihlal edildiği iddialarının
kabul edilebilir olduğu değerlendirilmektedir.
3. İnsanlık tarihinin en eski olgularından biri olan din,
pek çok kişi için dünyayı ve kâinatı, hayatı ve ölümü, iyiliği ve kötülüğü
anlamlandırma ve açıklamada önemli bir rol oynamaktadır. Bireysel olduğu kadar
toplumsal yönü de bulunan din, tarihsel olarak çeşitli toplumsal kurumların
oluşumunda, gelişiminde ve varlığını sürdürmesinde de doğrudan veya dolaylı
olarak etki sahibidir. Din ve vicdan özgürlüğü demokratik toplum düzeninin
oluşması ve sürdürülmesi açısından hayati bir işlev görmektedir. Bu nedenlerle
gerek ülke anayasalarının çoğunda gerekse de evrensel ve bölgesel düzeyde insan
haklarına ilişkin uluslararası bildiri ve sözleşmelerin önemli bir kısmında din
ve vicdan özgürlüğü bazı sınırlamalara tabi olmak şartıyla güvence altına
alınmıştır.
4. Din ve vicdan özgürlüğü Anayasa’nın 2. maddesinde
ifade edilen insan haklarına saygılı, demokratik, laik ve sosyal hukuk
devletinin olmazsa olmaz unsurlarından biridir.
5. Anayasa'nın 24. maddesinin ilk fıkrasında herkesin,
vicdan, dinî inanç ve kanaat özgürlüğüne sahip olduğu vurgulanmış, ikinci
fıkrasında da bu özgürlüğün doğal bir sonucu olarak özgürlüklerin kötüye
kullanılmasını yasaklayan 14. madde hükümlerine aykırı olmamak koşuluyla
ibadetin, dinî ayin ve törenlerin serbest olduğunun altı çizilmiştir. Üçüncü
fıkrada ise, kimsenin, ibadete, dinî ayin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve
kanaatlerini açıklamaya zorlanamayacağı; dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı
kınanamayacağı ve suçlanamayacağı ilkesine yer verilmiştir. Bu madde, kişinin
herhangi bir inanca sahip olması veya olmamasını, inancını serbestçe
değiştirebilmesini, inancını açıklamaya zorlanmamasını, bunlardan dolayı
kınanmamasını ve baskı altına alınmamasını güvenceye alarak din ve vicdan
özgürlüğünün içsel alanını korurken, öğretim, uygulama, tek başına veya topluca
ibadet ve ayin yapmak suretiyle dinini veya inancını açığa vurma hakkı ile de
din ve vicdan özgürlüğünün dışsal alanını tanıyıp güvence altına almıştır.
6. Anayasa’nın 24. maddesi bir din veya inançtan
kaynaklanan her davranışı güvence altına almamaktadır. Bununla birlikte,
kişinin dinini ve inancını açığa vurma özgürlüğü sadece Anayasa’nın 24.
maddesinin beşinci fıkrasında belirtilen nedenlerle ve Anayasa’nın 13.
maddesindeki koşullarda sınırlanabilir (Tuğba Arslan [GK], B. No: 2014/256,
25/6/2014, § 59).
7. Anayasa Mahkemesi (AYM) din ve vicdan özgürlüğü ile
ilgili verdiği bir kararında bu özgürlük bağlamında çoğulculuk hakkında şu
değerlendirmelerde bulunmuştur:
Çoğulculuk ise herkesin kendi kimliğiyle ve kendisi
olarak toplumsal ve siyasal yaşama katılmasıyla mümkündür. Farklılıkların ve
farklı olanların tanınmadığı ve tehditler karşısında korunmadığı bir yerde
çoğulculuktan bahsedilemez. Çoğulcu toplumda devlet, bireylerin kendi dünya
görüşlerinin ve inançlarının gereğine uygun olarak yaşamalarını sağlamakla
yükümlüdür. Devlet, toplumda var olan görüşlerden veya yaşam tarzlarından
birini “yanlış” kabul etme yetkisine sahip değildir. Bu bağlamda Anayasa’da yer
alan sınırlama sebepleri bulunmadıkça, farklılıkların bir arada yaşatılması,
çoğunluğun ya da azınlığın hoşuna gitmese de çoğulculuğun bir gereğidir (Tuğba Arslan [GK], B. No: 2014/256, 25/6/2014, § 54).
8. AYM bir başka kararında da aşağıdaki tespitleri
yapmıştır:
Katı laiklik anlayışına göre din, bireyin sadece vicdanında
yer bulan, bunun dışına çıkarak toplumsal ve kamusal alana kesinlikle
yansımaması gereken bir olgudur. Laikliğin daha esnek ya da özgürlükçü yorumu
ise dinin bireysel boyutunun yanında aynı zamanda toplumsal bir olgu olduğu
tespitinden yola çıkmaktadır. Bu laiklik anlayışı, dini sadece bireyin iç
dünyasına hapsetmemekte, onu bireysel ve kolektif kimliğin önemli bir unsuru
olarak görmekte, toplumsal görünürlüğüne imkân tanımaktadır… Laik devlet, resmî bir dine sahip olmayan, din ve
inançlar karşısında eşit mesafede duran, bireylerin dinî inançlarını barış
içerisinde serbestçe öğrenebilecekleri ve yaşayabilecekleri bir hukuki düzeni
tesis eden, din ve vicdan hürriyetini güvence altına alan devlettir (AYM,
E.2012/65, K.2012/128, 20/9/2012).
9. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 9. maddesi ile
Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası
Sözleşmesi’nin 18. maddesi de düşünce, din ve vicdan özgürlüğünü güvenceye
bağlamıştır.
10. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) din ve vicdan
özgürlüğünü Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan demokrasinin en önemli
ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM’e göre Sözleşme’nin 9. maddesi
din ve vicdan özgürlüğüne ilişkin iki alanı korumaktadır. Bunlardan birincisi,
herkesin düşünce, din ve vicdan özgürlüğüne mutlak olarak sahip olduğu içsel
alan, ikincisi ise bu hakkın dışa vurulması sonucu ortaya çıkan ve sınırlı olan
dışsal alandır.
11. AİHM, bir kararında Sözleşme'nin 9. maddesindeki
özgürlüğün çoğulcu demokratik toplum açısından taşıdığı öneme aşağıdaki şekilde
dikkat çekmiştir:
9. maddede korunan düşünce, vicdan ve din özgürlüğü,
Sözleşme’deki anlamıyla ‘demokratik toplum’un temel taşlarından
biridir…Yüzyıllar süren bir mücadele sonucunda, büyük bir bedelle kazanılan ve
demokratik toplumun ayrılmaz bir unsuru olan çoğulculuk da bu özgürlüğe
dayanmaktadır. Din özgürlüğü her ne kadar öncelikle bireysel vicdanı
ilgilendiren bir mesele olsa da o aynı zamanda, diğer şeylerin yanı sıra,
kişinin dinini açıklama özgürlüğünü de ifade etmektedir. Söz ve amelle
tanıklıkta bulunma, dinsel inançların varlığı ile bağlantılıdır
(Kokkinakis/Yunanistan, B. No. 14307/88,
25/5/1993, § 31).
12. AİHM, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne Ek 16
Numaralı Protokol uyarınca Belçika Danıştay’ının talep ettiği tavsiye
görüşünde, gizli bilgiler kullanılarak gerçekleştirilen müdahalelerin hak ve
özgürlüklere etkisini incelemiştir. AİHM, bireyin aleyhine olan bir tedbirin
gizli bilgilere dayandığı durumlarda, yalnızca usuli hakları kısıtlayan ve bu
hakların özünü etkilemeyen tedbirlere izin verilebileceğini belirtmiştir. Bu
bağlamda müdahalenin sebebini oluşturan delilin ya da bilginin, daha üstün
olduğu konusunda somut olarak gerekçelendirilmiş bir kamu yararı bulunması
sebebiyle taraflardan birine sunulmaması halinde, bu taraf yönünden yaratılan
dezavantaj ve zorlukların yargı mercilerince dengelenmesi gerektiği ifade
edilmiştir. Mahkemeye göre söz konusu dengeleme yapılırken öncelikle yargı
mercilerinin gizli bilginin içeriğine ve kişinin hakkına yapılan müdahalede kullanıldığı
bağlama ilişkin bir denetleme yapması beklenmektedir. Buna göre açığa
çıkmamasında kamu yararı bulunan bilgilerin gizliliğinin korunması ve
soruşturmaların etkin şekilde yürütülmesini baltalamayacak şekilde kişinin
kendisine yöneltilen isnadın özü hakkında bilgi sahibi olması gerekmektedir (European
Court of Human Rights Grand Chamber Advisory Opinion as to whether an
individual may be denied authorisation to work as a security guard or officer
on account of being close to or belonging to a religious movement Requested by
the Conseil d’État of Belgium-Request no. P16-2023-001, 14 December
2023, § 117).
13. AİHM, bir yabancının ülkeye girişi ya da orada
ikametinin Sözleşme tarafından garanti edilmediğini vurgulayarak göç ve sınır
kontrollerinin Sözleşme'den doğan yükümlülüklerle uyumlu biçimde
gerçekleştirilmesi gerektiğine dikkat çekmiştir (Abdulaziz, Cabales ve
Balkandali/Birleşik Krallık, B. No:15/1983/71/107-109, 28/5/1985, §§ 59-60).
Mahkeme, özellikle Sözleşme'nin 9. maddesinde öngörülen din özgürlüğü yönünden
kendi başına din özgürlüğüne müdahale oluşturacağından bahsedilemeyecek
olmasına rağmen sınır dışı işleminin din özgürlüğünü engellemek ve bir dinin ya
da felsefenin mensupları tarafından yayılması faaliyetlerini bastırmak amacıyla
gerçekleştirilmiş olması hâlinde din özgürlüğüne müdahale oluşturduğunun kabul
edilmesi gerektiğinin altını çizmiştir (Omkarananda and the Divine Light
Zentrum/İsviçre, B. No: 8118/77, 19/3/1981, § 118).
14. Perry/Letonya (B. No:30273/03, 2/6/2008) kararında da
AİHM, millî güvenlik yönünden tehlike oluşturduğu gerekçesiyle Evanjelik papaz
olan başvurucuya yalnızca dinî faaliyetlerde bulunmama şartıyla ikamet izni
verilmesinin başvurucunun din özgürlüğüne müdahale oluşturduğuna işaret
etmiştir (Perry/Letonya, § 53). Mahkeme bu şartla verilen ikamet izni
şeklindeki başvuru konusu müdahale yönünden hiçbir öngörülebilirliği
bulunmaması nedeniyle yeterli kanuni dayanak oluşturduğundan
bahsedilemeyeceğine ve bu nedenle din özgürlüğünün ihlal edildiğine karar
vermiştir (Perry/Letonya, §§ 64-65).
15. AİHM, Nolan ve K./Rusya (B. No: 2512/04, 12/2/2009)
kararında, temellerini Hristiyanlık dininden alan bir dinî akım olan Unification
Church papazının, millî güvenliği tehlikeye düşüren faaliyetlerde bulunduğu
gerekçe gösterilerek Rusya'dan sınır dışı edilmesi ve ülkeye girişinin
yasaklanmasının din özgürlüğüne müdahale teşkil ettiğine karar vermiştir. AİHM,
her ne kadar kamu otoriteleri tarafından başvurucunun dinî inancı ve ibadetleri
nedeniyle değil millî güvenliği tehlikeye düşüren diğer bazı faaliyetleri
nedeniyle Rusya'ya girişinin yasaklandığı belirtilmişse de kamu otoritelerinin
bu faaliyetlerin neler olduğu ve millî güvenliği nasıl tehlikeye düşürdüğü
konusunda hiçbir aşamada somut bir açıklama yapamamış olduklarını dikkate
almıştır (Nolan ve K./Rusya, §§ 63-67).
16. Anılan kararda AİHM, millî güvenliğin söz konusu
olduğu durumlarda dahi demokratik bir toplumda hukuk devleti ve kanunilik
ilkelerinin kişilerin temel haklarını etkileyen müdahalelerin sebeplerini ve
ilgili delilleri denetlemeye yetkili bağımsız bir otorite önünde silahların
eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin sağlandığı süreçlerle haklarını
arama imkânına sahip olmalarını gerektirdiğini vurgulamıştır. Eğer gerekiyorsa
anılan ilkeler zedelenmeden gizli bilgilerin kullanımıyla ilgili usule ilişkin
sınırlamalara başvurulabileceğini de eklemiştir. Kararda kişilerin, kamu
otoritelerinin millî güvenliğin tehlikede olduğuna dair değerlendirmelerine
etkili bir şekilde cevap verebilmeleri imkânının sağlanması, ayrıca her ne
kadar kamu otoritelerinin bu yöndeki değerlendirmeleri, takdir yetkileri
dikkate alındığında önemli olsa da bağımsız bir otoritenin idare tarafından
yeterli bir olgusal temel sunulmayan ya da milli güvenlik teriminin hukuka
aykırı veya keyfî şekilde yorumlandığı açık olan durumlarda harekete geçmesi
gerektiği ifade edilmiştir (Nolan ve K./Rusya, §71). Sonuç olarak AİHM somut
olayda bu güvencelerin sağlanmamış olması nedeniyle başvurucuların din
özgürlüklerinin ihlal edildiğine karar vermiştir (Nolan ve K./Rusya, §§ 72-75).
17. AİHM Nolan ve K./Rusya kararında başvurucuların
Sözleşme'ye ek 7 No.lu Protokol'ün 1. maddesinde öngörülen haklarının ihlal
edildiği iddiasını da incelemiştir. Söz konusu kararda AİHM, taraf ülkelerin
bir yabancıyı sınır dışı edip etmemek konusunda takdir yetkisine sahip
olduklarını fakat bu yetkilerini Sözleşme'de öngörülen diğer hakların ihlaline
sebep vermeyecek şekilde kullanmaları gerektiğini hatırlatmıştır. Bu kapsamda
ek 7 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin yabancıların ancak ilgili kanun uyarınca
alınmış bir kararla ve belli usule ilişkin güvencelerin sağlanması şartıyla
sınır dışı edilebilmelerini garanti altına aldığı belirtilmiştir. Bu bağlamda
AİHM, anılan kararda kamu otoritelerinin millî güvenlik ve kamu düzeninin
tehlikede olduğuna dair iddialarını ortaya koyan somut hiçbir delil
sunamadıklarını dikkate almıştır. AİHM, somut olayda başvuruculara, ek 7 No.lu
Protokol'ün 1. maddesinde öngörülen usule ilişkin güvencelerin sağlanmadığına
ve bu maddenin ihlal edildiğine karar vermiştir (Nolan ve K./Rusya, §§
114-116).
18. Önmüzdeki olayda, başvurucuların Anayasa’nın 24.
maddesi tarafından korunan bir hakkı olup olmadığı, eğer varsa buna yönelik bir
müdahalenin olup olmadığını belirlemek gerekmektedir. Müdahale olduğunun
tespiti durumunda, bunun Anayasa’nın 13. maddesi kapsamında kanunla öngörülme,
meşru bir amaç içerme ve demokratik toplumda gerekli olma şartlarını yerine
getirip getirmediği değerlendirmelidir.
19. Başvurucular kendilerinin Protestan Hristiyanlık dinî
inancına sahip olduklarını, bu nedenle zaman zaman bazı dinî toplantılara ve
kilise faaliyetlerine katıldıklarını, kendilerinin şimdiye kadar herhangi bir
misyonerlik faaliyetinde bulunmadıklarını, ayrıca Türkiye'de ikamet ettikleri
süreçte hiçbir suça karışmadıklarını ya da haklarında herhangi bir soruşturma
ya da kovuşturma yürütülmediğini ifade etmişlerdir. Başvurucuların tamamı,
kendilerine uygulanan başvuru konusu müdahalelerle ilgili idari ve yargısal
süreçlerin hiçbir aşamasında haklarında N-82 tahdit kodu uygulanmasına sebep
olan faaliyetlerinin neler olduğu ve kamu düzeni, güvenliği ya da sağlığını ne
şekilde tehlikeye düşürdüklerine ilişkin -haklarındaki iddialara cevap verme
imkânları sağlanacak şekilde- somut bir bilgi ya da açıklamaya ulaşamadıklarını
beyan etmişlerdir.
20. Başvurucuların açtıkları iptal davalarında davalı
idare olan Göç İdaresi Başkanlığı, ilgili MİT Başkanlığı yazılarında
başvurucuların misyonerlik yaptıkları ya da mensubu oldukları kilisenin “Aile
Konferansı” adlı toplantısına katıldıklarından bahsedildiğini ve N-82 kodunun
bu doğrultuda uygulandığını belirtmiştir. Başvurucularla ilgili yargılama
süreçlerinin bir kısmında da MİT Başkanlığının ilk derece mahkemelerinin
önlerindeki dava ile ilgili bilgi isteme yönündeki ara kararlarına, 1/11/1983
tarihli ve 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Millî İstihbarat
Teşkilâtı Kanunu’nun ek 1. maddesi uyarınca dava dosyasına değil fakat Mahkeme
heyetinin bilgisine sunulabileceği şeklinde cevap verdiği görülmektedir. Bu maddede
adli mercilerce Türk Ceza Kanunu’nun İkinci Kitap, Dördüncü Kısım, Yedinci
Bölümünde yer alan suçlarla (Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk) ilgili
olanlar hâriç olmak üzere MİT uhdesindeki istihbari nitelikteki bilgi, belge,
veri ve kayıtlar ile yapılan analizlerin istenemeyeceği düzenlenmektedir.
21. Başvurucu Jeremy Lauren Lambert hakkındaki mahkeme
kararına göre yukarıda bahsi geçen “ ‘Aile Konferansı’ isimli toplantıda
Protestanlık inancını benimseyenlerin devlet nezdinde muhatap kabul edilebilmeleri
amacıyla federasyon çalışmaları yapılmış ve misyonerlik faaliyetleri yapılması
için karar alınmıştır.” Söz konusu toplantıya katılması nedeniyle başvurucunun
kamu düzeni, güvenliği ya da sağlığı yönünden tehlikeli olabileceği
değerlendirilerek hakkında N-82 tahdit kodu uygulandığı ve ikamet izni iptal
edilerek sınır dışı edildiği anlaşılmaktadır. Başvurucu Matthew Vern Black
hakkında N-82 tahdit kodu uygulanmasının sebebi de davalı idarenin cevap
dilekçesinde, başvurucunun söz konusu toplantıya katılmış olması şeklinde
belirtilmiştir.
22. “Aile Konferansı” adı verilen toplantıyı Protestan
Kiliseler Derneği düzenlemiştir. Bu dernek 23/1/2009 tarihinde İzmir'de
kurulmuş olup, faaliyetlerine yasal olarak sürdürmektedir. Derneğin amacı
Türkiye çapında Protestan Hristiyanların paylaşım, temsil ve dayanışma örgütü
olmak, kiliseler arasında birlik ve iş birliği ortamını sağlamak ve Protestan
kiliselerin Türkiye Cumhuriyeti yasaları önündeki hukuksal konumlarını izlemek
ve saptamak olarak belirlenmiştir. Başvurucu Jeremy Lauren Lambert, Protestan
inancına sahip bir kişi olarak anılan Dernek tarafından yapılan söz konusu
toplantıya katıldığını belirtmiştir. Başvurucu Matthew Vern Black toplantıya
katıldığını kabul etmemekle birlikte Protestan inancını benimseyen kişi olarak
kendisi yönünden böyle bir gerekçe gösterilmesinin din özgürlüğünü ihlal
ettiğini ileri sürmüştür.
23. Anayasa’nın 24. maddesinde öngörülen din özgürlüğü,
kişinin herhangi bir inanca sahip olması veya olmamasını, inancını serbestçe
değiştirebilmesini, inancını açıklamaya zorlanamamasını, bunlardan dolayı
kınanamamasını ve baskı altına alınamamasını güvence altına alarak din
özgürlüğünün içsel alanını, aynı şekilde, öğretim, uygulama, tek başına veya
topluca ibadet ve ayin yapmak suretiyle dinini veya inancını açığa vurma hakkı
ile de din özgürlüğünün dışsal alanını tanıyıp koruma altına almıştır (Tuğba
Arslan [GK], B. No: 2014/256, 25/6/2014, § 57).
24. Bu bağlamda başvurucuların dinî inançları
doğrultusunda, mensubu oldukları kilisenin Türkiye'deki temsilcilerinin
oluşturduğu bir derneğin yasal olarak gerçekleştirildiği anlaşılan toplantısına
katılımları ile söz konusu toplantıda misyonerlik faaliyetleri
gerçekleştirilmesine ilişkin olarak alındığı ileri sürülen kararın,
başvurucular hakkındaki somut olaya konu işlemlerin dayanakları olarak kabul
edilmesi nedeniyle başvurucuların din özgürlüklerinin dışsal alanına müdahale
edildiği konusunda şüphe bulunmamaktadır.
25. Başvurucu Amanda Jolyn Krause'nin hangi sebeple kamu
düzeni, güvenliği ya da sağlığı yönünden tehlike teşkil ettiğine dair idari
işlem ve yargılama aşamasında hiçbir somut gerekçe ortaya konulmadığı
anlaşılmaktadır. Adalet Bakanlığının başvuruşu hakkındaki görüşündeyse,
başvurucu hakkında N-82 tahdit kodu uygulanırken dikkate alınan MİT raporunda
dayanılan gerekçe belirtilmiştir. Buna göre başvurucu hakkında misyonerlik
faaliyetleri içerisinde yer aldığı, ayrıca yurt içi ve yurt dışında misyonerlik
faaliyetleri gerçekleştiren kişi ve kurumlarla bağlantılı olması nedeniyle N-82
tahdit kodu uygulandığı anlaşılmaktadır. Başvurucu Helmut Frank’la ilgilie
başvuru konusu yargılama sürecinde davalı idare tarafından sunulan cevap
dilekçesinde misyonerlik yaptığı gerekçesiyle hakkında N-82 tahdit kodu
uygulandığı bilgisine yer verilmiştir.
26. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir: “Temel hak ve
hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde
belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu
sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik
Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
27. Anayasa Mahkemesi’ne göre din özgürlüğü en iyi
biçimde tanıma, çoğulculuk ve tarafsızlık anlayışına dayanan demokratik bir
düzende korunabilir (Tuğba Arslan, §§ 53, 54; Esra Nur Özbey, B. No: 2013/7443,
20/5/2015, §§ 45, 46; Levon Berç Kuzukoğlu ve Ohannes Garbis Balmumciyan [GK],
B. No: 2014/17354, 22/5/2019, § 96). Çoğulcu toplumda devlet, bireylerin kendi
dünya görüşlerinin ve inançlarının gereğine uygun olarak yaşamaları için
gerekli tedbirleri almakla yükümlüdür. Ayrıca devlet, toplumda var olan
görüşlerden veya yaşam tarzlarından birini yanlış kabul etme yetkisine sahip
değildir (Tuğba Arslan, § 54; Levon Berç Kuzukoğlu ve Ohannes Garbis
Balmumciyan, § 97).
28. Din özgürlüğü üzerindeki sınırlamanın demokratik bir
toplumda zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın karşılanması amacına yönelik ve
istisnai nitelikte olması gerekir. Müdahaleyi oluşturan tedbirin zorunlu bir
toplumsal ihtiyacı karşıladığının kabul edilebilmesi için amaca ulaşmaya
elverişli olması, başvurulabilecek en son çare ve alınabilecek en hafif önlem
olarak kendisini göstermesi gerekmektedir. Amaca ulaşmaya yardımcı olmayan veya
ulaşılmak istenen amaca nazaran bariz bir biçimde ağır olan bir müdahalenin
zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığı söylenemeyecektir (Esra Nur Özbey, §
79; Levon Berç Kuzukoğlu ve Ohannes Garbis Balmumciyan, § 90). Bunun yanında
orantılılık ilkesi uyarınca kamu gücünü kullanan organların din özgürlüğüne
müdahale ederken din özgürlüğünün kullanılmasından kaynaklanan yarardan daha
ağır basan, korunması gereken bir menfaatin ve kişiye yüklenen külfeti
dengeleyici mekanizmaların varlığını somut olgulara dayanarak göstermeleri
gerekir (Levon Berç Kuzukoğlu ve Ohannes Garbis Balmumciyan, § 92).
29. Somut başvuruyla bağlantılı Danıştay İdari Dava
Daireleri Kurulunun 28/1/2015 tarihli ve E. 2013/797, K. 2015/126 sayılı
kararının ilgili kısmı şöyledir:
Uyuşmazlıkta, dava konusu işlemin sebep unsurunu,
davacının misyonerlik faaliyeti yürüttüğü ve bu durumun kamu düzenine aykırılık
teşkil ettiği iddiası oluşturmaktadır. Bununla birlikte, bir dini yaymak olarak
tanımlanabilecek misyonerlik, mevzuatımızda suç olarak kabul edilmediği gibi;
davacının yürüttüğü iddia edilen misyonerlik faaliyetinin milli güvenlik ve
kamu düzenini tehlikeye soktuğu yolunda herhangi bir somut tespite de dosyada
rastlanılmamaktadır. Bu itibarla, -milli güvenliği ve kamu düzenini olumsuz
yönde etkilemediği sürece- mevzuata aykırı olduğundan söz edilemeyecek bir
faaliyet nedeniyle davacıya ait çalışma izninin iptal edilmesinde hukuka
uyarlık bulunmamaktadır.
30. Başvurucular Jeremy Lauren Lambert ve Matthew Vern
Black'in, Protestan inancına sahip kişiler olarak Protestan Kiliseleri
Derneğinin gerçekleştirdiği ve derece mahkemesince de belirtildiği üzere
Protestanların devlet tarafından muhatap alınmasını sağlamak amacıyla
federasyon çalışmalarının tartışıldığı yasal bir toplantıya katılmalarının kamu
düzeni ve güvenliğini nasıl, neden ve hangi vasıtalarla tehlikeye düşürdüğünü
gösteren somut bir değerlendirmeye ilgili mahkeme kararlarında
rastlanmamaktadır. Üstelik adı geçen Dernek tarafından hazırlanan 2019 yılı Hak
İhlalleri İzleme Raporu'na göre “Aile Konferansı” adı altındaki toplantılar
neredeyse anılan derneğin kuruluşundan itibaren her yıl devletin bilgisi
dâhilinde tekrarlanmıştır. Bu raporda söz konusu toplantılara Türkiye’de
bulunan yerli ve yabancı kilise önderlerinin aileleri ile birlikte
katıldıkları, toplantıların hiçbir gizli gündem maddesinin bulunmadığı ve
tamamen şeffaf nitelikte gerçekleştirildiği, konuşulan konuların kiliseyi
ilgilendiren genel konular olduğu belirtilmiş ve uzun zamandır devam eden bu
toplantıların ülkede yaşayan Protestan inancına sahip yabancılar yönünden sınır
dışı edilme gerekçesi olarak kullanılmaya başlandığı ifade edilmiştir.
31. Daha önce de tekrarlandığı anlaşılan söz konusu
toplantılarla ilgili geçmişte kamu düzeni, güvenliği ya da sağlığını tehlikeye
düşürüp düşürmediklerine ilişkin olarak da kamu otoritelerince hiçbir açıklama
yapılmamış, bilgi verilmemiştir. Böyle bir tehlikenin şayet varsa, kamu
otoritelerince makul ve ilgili bir gerekçeyle ortaya konması gerekir. Son
olarak, bu toplantıların şeffaf nitelikte olmadığına, dolayısıyla ilgili kamu
otoritelerinin bu toplantılardan ve içeriğinden haberdar olamadıklarına dair
ilgili makamlarca yapılan bir tespit de bulunmamaktadır.
32. Protestan inancına sahip olan başvurucular kendi dini
inançları çerçevesinde bazı toplantılar düzenlemişlerdir. Bu faaliyetlere kamu
düzenini, güvenliğini ve başkalarının hak ve özgürlüklerine zarar vermeleri
durumunda orantılı olarak müdahale edilebilir. Böyle bir durumun varlığı somut
bulgularla desteklenecek şekilde ortaya konmadıkça, başvurucuların inançları
doğrultusunda gerçekleştirdikleri toplantılar ve benzeri faaliyetler
Anayasa’nın 24. madddesinin sağladığı güvencelerden yararlanacaktır. Söz konusu
madde “herkes” için bu hakkı koruduğundan buradaki “herkes”in içine Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşı olmayanların da girdiğinden kuşku yoktur.
33. Çoğunluk, “göç ve sınır kontrolleri ile ilgili olarak
kamu otoritelerinin geniş bir takdir yetkisi bulunduğu da göz önüne alındığında
ülkemizde kamu düzeni ve güvenliğini tehlikeye soktukları değerlendirilen
başvurucular hakkında ülkeye girişlerinin ön izne bağlanması anlamına gelen
N-82 tahdit kodu uygulanması, ikamet izninin iptal edilmesi ve sınır dışı
kararı alınması şeklindeki müdahalelerin zorunlu bir sosyal ihtiyacı
karşıladığı” düşüncesindedir (Çoğunluk gerekçesi § 43). Bununla birlikte, başvurucuların
kamu düzeni ve güvenliğini hangi faaliyetleriyle, nasıl ve ne şekilde tehlikeye
soktukları soyut bir iddianın ötesine geçmemektedir. Görünürdeki tek somut
bulgu Antalya’da yapılan Kilise toplantısıdır.
34. Çoğunluk, Protestan inancını benimsemiş
başvurucuların Türkiye'de yaşadıkları dönemde dini inançlarının gereğini yerine
getirme konusunda herhangi bir engelle ya da ayrımcı bir muameleyle
karşılaştıkları konusunda bir şikâyetleri bulunmadığını belirtmekle beraber
başvuruculara uygulanan N-82 tahdit kodunun başvurucuların dini inançları
kapsamındaki faaliyetlerinden kaynaklandığı açıktır (Çoğunluk gerekçesi § 44).
35. Önümüzdeki olayda başvurucular Jeremy Lauren Lambert
ve Matthew Vern Black'in katıldıkları kabul edilen toplantıda gerçekleştirilmesi
için karar alındığı iddia edilen “misyonerlik faaliyetinin” ilgili mercilerin
karar, işlem ve değerlendirmelerinde bahsedilen değerleri ne şekilde tehlikeye
düşürdüğü ya da daha ağır basan hangi yararı koruduğu konusunda hiçbir açıklama
yapılmamış, bilgi verilmemiştir. Aynı şekilde başvurucu Helmut Frank hakkındaki
başvuru konusu işlemin gerekçesi de hiçbir somut bilgi verilmeden yalnızca
“misyonerlik yapması” olarak gösterilmiştir. Başvurucu Amanda Jolyn Krause'nin
misyonerlik yaptığı ve misyoner kurum ve kişilerle irtibatlı olduğu hususuna
ise zaten idari işlemler ve derece mahkemelerinin kararlarında yer verilmemiş,
bu bağlamda hiçbir bir değerlendirme yapılmamış ve gerekçe sunulmamıştır.
36. İdare ve derece mahkemelerinin yukarıda değindiğimiz
toplantıyı misyonerlik faaliyeti ve katılımcıları da misyoner olarak
değerlendirdiği anlaşılmaktadır. Elbette herhangi bir toplantı veya faaliyete
kamu düzenini, güvenliğini, başkalarının hak ve özgürlüklerini ya da
dengelemede daha ağır basacak diğer bazı değerleri tehlikeye sokması hâlinde
orantılı şekilde müdahale edilmesi mümkündür. Bununla birlikte idarenin ve
mahkemelerin başvurucuların kamu düzenini ve güvenliğini nasıl tehlikeye
düşürdüğü veya düşürebileceği konusunda hiçbir aşamada somut bir açıklama
yapmamış olmaları göstermektedir ki kamu otoriteleri somut olay bağlamında
Protestan Hristiyan inancını benimsemiş kişilerin faaliyetlerini adeta otomatik
olarak kamu düzeni ve güvenliği yönünden sakıncalı olarak değerlendirmiştir.
İdare ve mahkemelerin yeterli bir somut, olgusal bir dayanak göstermeden
şabloncu bir anlayışla “kamu düzeni, güvenliği ya da sağlığı” terimlerini temel
haklara müdahale gerekçesi olarak kabul etmesi bu kavramların hukuka aykırı
veya keyfî şekilde yorumlanmasının önünü açacaktır.
37. Başvurucular mensubu oldukları din ile ilgili bazı
toplantı ve etkinlikler düzenlemiş ve bunlara katılmıştır. Ancak kamu makamları
soyut olarak başvurucularca gerçekleştirildiği iddia edilen misyonerlik
faaliyetlerinin kamu düzeni veya güvenliği açısından neden olduğu tehlikeyi
somut olarak ortaya koymamıştır. Bu kişilerin söz, fiil ve davranışlarının kamu
düzenini bozduğu ve yasalara aykırılık oluşturduğu soyut bir iddia olarak
kalmış ve derece mahkemeleri başvurucular hakkında N-82 tahdit kodu uygulanması,
sınır dışı kararı alınması ve kısa dönem ikamet izinlerinin iptal edilmesi
işlemleri yönünden ilgili ve yeterli bir gerekçe sunmamışlardır.
38. Başvurucuların haklarında başvuru konusu işlemlerin
uygulanmasına neden olan gerekçelerden hiçbir aşamada haberdar olamadıkları ve
bu gerekçelere karşı kendi argümanlarını ve savunmalarını sunma imkânından
yoksun bırakıldıklarına dair iddialarının da incelenmesi gerekmektedir. Sadece
istihbari veya gizli nitelikli bilgi ve belgelerin sınır dışı kararı için
yeterli delil olup olmayacağının tartışılması gerekmektedir.
39. Başvuru konusu işlemler, Göç İdaresi Başkanlığı
tarafından başvurucular hakkındaki MİT yazıları uyarınca gerçekleştirilmiştir.
Göç İdaresi Başkanlığı, 2937 sayılı Kanun'un ek 1. maddesi doğrultusunda gizli
olması nedeniyle söz konusu yazıyı başvuruculara sunamamış, derece
mahkemelerinin müzekkerelerine de yazının MİT Başkanlığından istenmesinin uygun
olacağı şeklinde cevap vermiştir. Derece mahkemelerinin ilgili yazıyı MİT
Başkanlığından istemesi üzerine ise ilgili yazının dava dosyasına değil fakat
gizli olarak mahkeme heyetlerinin bilgisine sunulabileceği cevabı verilmiş ve
yazı yalnızca derece mahkemeleri heyetlerince görülmüştür.
40. Anayasa Mahkemesi 6532 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri
ve Millî İstihbarat Teşkilâtı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’la
ilgili açılan bir iptal davasında “maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasını önleyen
kuralların adaletin gerçekleşmesini önleyerek hukuk devleti ve hak arama
özgürlüğü ilkelerine zarar vereceği” tespitinde bulunmuştur (AYM, E.2014/122,
K.2015/123, 30/12/2015, § 203). Bununla birlikte Mahkeme kararında, diğer
ülkelerdeki istihbarat teşkilatlarında olduğu gibi MİT'in de elde ettiği
istihbarat bilgilerinin önemli bir kısmının doğası gereği kesin olmayan, bu
nedenle adli işlemlerin tesisinde esas alınamayan ve delil değeri taşımayan
bilgilerden oluştuğunu, dolayısıyla MİT'ten istenemeyeceği öngörülen bu
bilgilerin maddi gerçeğin ortaya çıkarılması yönünde herhangi bir katkısı
olmayacak ancak aleniyet kazanması hâlinde istihbarat faaliyetlerini
aksatabilecek nitelikte olduğunu ifade etmiştir (§ 204).
41. Diğer taraftan, istihbari bilgiler, nitelikleri
gereği gizli olan, kimi zaman sübjektif değerlendirmelerin de karışabildiği
kendine özgü yöntemlerle elde edilen bilgilerdir. Bu bilgilerin tek başına bir
hukuki olgunun ispatı bakımından yeterli sayılmaları çok ciddi sakıncalar
doğurabilir. Elbette ki, bu istihbari bilgiler elde edildikten sonra yasal
usullerle bu bilgilerin teyidini sağlayacak somut delillerin elde edilmesi de
mümkün olabilir. Buna karşılık bazen bu durum uzun bir süreç ve hukuki prosedür
gerektirdiğinden, bu süreci beklemek, kamu düzeni bakımından tehlikeli sonuçlar
doğurabilir.
42. Millî güvenliğin korunması amacıyla yürütülen
istihbarat faaliyetlerinde elde edilen bilgi ve belgelerin gizliliğinin
korunmasının önemi tartışmasızdır. Bu nedenle bir yabancının özellikle terörist
faaliyetlerle ilgili olarak ve millî güvenliğin ve kamu düzeninin korunması
amacıyla sınır dışı edilmesinde veya ülkeye girişinin yasaklanmasında kamu
makamlarından kişiyle ilgili ceza yargılaması yürütülmesi veya mahkûmiyet
kararı bulunması yahut elde edilen gizli nitelikte tüm bilgi ve belgeleri yargı
mercilerine sunmaları gibi yüksek bir ispat standardı yükümlülüğü beklenemez.
Diğer taraftan düşük ispat standardının yeterli görülmesi bu kararların soyut
ve gerekçesiz alınmasının meşru olduğu anlamına gelmez. Her halukarda ilgili ve
yetkili mercilerin kişinin millî güvenlik bakımından tehlike oluşturduğunu
sadece soyut olarak belirtmeleri de hukuki denetimi gerçekleştirme ve keyfiliği
önlemede yeterli değildir. Kamu makamlarının mutlaka somut olayın koşulları
içinde kişinin millî güvenliği, kamu düzenini tehlikeye atacak nitelikteki
faaliyetlerde bulunduğuna dair yeterli ve ciddi bilgileri yargı mercilerine
sunması gerekir (A.G., B. No: 2018/6143, 16/12/2020, § 53; A.A.A. B. No,
2018/36516, 15.3.2022, § 56).
43. Yargı makamlarının temel hak ve özgürlüklerin
keyfiliğe karşı gerçekten ve etkili şekilde korunmasını sağlama görevleri
gereği kamu makamlarınca müdahale ile ilgili olarak ileri sürülen sebepleri
inceleyerek konuyla ilgili beyanların neden kabul edildiği veya reddedildiğine
dair gerekçelerini kararlarında göstermeleri zorunludur (A.G., § 54). Mahkememiz
bir kararında, sadece bilgi ve belgelerin varlığının tespiti ile yetinmenin
mümkün olmadığı ve içerik bakımından da bir denetimin zorunluluğu olduğunun
altını çizmiştir (A.A.A. § 57).
44. Ülkemizde bulunan yabancıların kamu düzeni, güvenliği
ya da sağlığı yönünden tehlike oluşturup oluşturmadığı konusundaki takdir
yetkisi Göç İdaresi Başkanlığına aittir ve Anayasa'nın 125. maddesinde
öngörüldüğü üzere idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı olduğu gibi Göç
İdaresi Başkanlığının başvuru konusu işlemlerine karşı da yargı yolu açıktır.
Bu durumda Göç İdaresi Başkanlığının anılan takdir yetkisini kullanırken
kendisinin dayandığı somut gerekçeleri, istihbarat hizmetlerinin gizliliğine
zarar vermeyecek biçimde yargı denetimine açması ve gerekçelerin muhatabına da
karşı argümanlarını sunma olanağı verilmesi gerekir (Danıştay İdari Dava
Daireleri Kurulunun 28/1/2015 tarihli ve E. 2013/797, K. 2015/126). Aksinin
kabulü MİT rapor ve değerlendirmelerine dayanılarak gerçekleştirilen idari
işlem ve eylemlerin tamamen yargı denetimi dışında bırakılması anlamına
gelecektir.
45. Bir idari işlem olan sınır dışı kararları, diğer
idari işlemler gibi idari yargı denetimine tabidir. Sınır dışı kararları;
yabancıların temel hak ve özgürlüklerini ilgilendirdiği gibi ülkelerin iç ve
dış güvenliklerini de doğrudan ilgilendiren bir konudur.Uluslararası insan
hakları hukukuna ve insancıl hukuka aykırı düşmeyecek şekilde devletin
hükümranlık hakkının bir gereği olarak ülkelerin yabancıları sınır dışı etme
hususunda geniş bir takdir hakkı vardır. Diğer taraftan demokratik bir hukuk
devletinde; tamamen güvenlikçi bir anlayışla, temel hak ve özgürlükleri ihmal
eden bir yaklaşım da haklarında sınır dışı kararı uygulanan kişiler için son
derece ağır sonuçlar doğurabilir. Bu nedenle bu kararlarla ilgili özel
yargılama kuralları kabul edilerek (dava açma süresi, karar verme süresi,
işlemin dava açılması ile kendiliğinden yürütmesinin durdurulması gibi), daha
etkili bir yargısal denetim sağlanmaya çalışılmaktadır. Burada önemli olan
keyfilik ile hukukilik arasındaki çizginin yıpratılmaması ve muhafaza
edilmesidir.
46. Başvuru konusu olayda da 2937 sayılı Kanun'un Ek 1.
maddesi Anayasa'nın 125. maddesine aykırı olarak uygulanmış ve Göç İdaresi
Başkanlığının başvuru konusu işlemlerine karşı etkili bir yargı denetimi
gerçekleştirilmesi mümkün olmamıştır. Nitekim başvurucu Amanda Jolyn Krause,
hakkında hangi gerekçeyle N-82 tahdit kodu uygulandığı ve başvuru konusu
işlemlere maruz bırakıldığını hiçbir aşamada öğrenememiştir. Diğer başvurucular
hakkındaki yargılama süreçlerinde davalı idarenin savunma dilekçelerinde soyut,
gerekçelere yer verilmiş, karar veren derece mahkemelerince idarenin belirttiği
gerekçeler hiçbir şekilde değerlendirilmemiş ve başvurucuların bu gerekçelere
karşı savunmaları da dikkate alınmamıştır.
47. Başvurucu Jeremy Lauren Lambert hakkında uygulanan
sınır dışı işlemi ve ikamet izninin iptal edilmesine dair işlem, başvurucu
Amanda Jolyn Krause hakkında uygulanan N-82 tahdit kodu ve ikamet izninin iptal
edilmesi işlemleri ve başvurucular Helmut Frank ile Matthew Vern Black hakkında
uygulanan N-82 tahdit kodu işlemlerine ilişkin kamu otoritelerince ilgili ve
yeterli bir gerekçe sunulmadığı, ayrıca bu işlemlere karşı etkili bir yargı
denetimi gerçekleştirilmediğinin kabulü gerekmektedir.
48. Yukarıda adları belirtilen dört başvurucu dini bir
topluluk tarafından kurulan yasal bir dernek tarafından düzenlenen yasal bir
toplantıya katılmalarından dolayı sınır dışı edilme işlemine maruz
kalmışlardır. Gerçekleştirilen toplantı ve onunla bağlantılı olduğu iddia
edilen dini faaliyetlerin kamu düzeni ve güvenliğini neden ve nasıl tehlikeye
düşürdüğü, demokratik toplumda hangi zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın
karşılanması amacına hizmet ettiği somut olarak ilgili mercilerce ortaya
konulmamıştır.
49. Sınır dışı edilme kararının meşru amaç olan kamu
güvenliğini sağlamaya elverişli olmakla birlikte başvurulabilecek en son çare
ve alınabilecek en hafif tedbir olmadığı ve ulaşılmak istenen amaca nazaran
ağır tedbir olduğu açıktır. Dolayısıyla, başvurucuların sınır dışı edilmeleri
tedbirinin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığı söylenemez.
50. Açıklanan gerekçelerle başvurucuların Anayasa’nın 24.
maddesinde güvence altına altına din ve vicdan hürriyetinin 13. maddede yer
alan demokratik toplum düzeni gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı düşecek
şekilde ihlal edildiği düşüncesiyle çoğunluk kararına katılmıyorum
B) Nathan James
Bradtke Dışındaki Başvurucuların Etkili Başvuru Haklarının İhlal Edildiği
İddiası Yönünden
51. Anayasa’nın 40. maddesinde, Anayasa'da güvence altına
alınmış hak ve özgürlükleri ihlal edilen herkesin yetkili makama
geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkı (etkili başvuru
hakkı) güvence altına alınmıştır. Etkili başvuru hakkı, kamusal görev ve
yetkilerin kullanımında temel hak ve özgürlüklerin ihlal edilip edilmediğinin
denetlenmesinin bir yolu olarak düzenlenmiştir.
52. Anayasa’nın 23. maddesinde herkesin, yerleşme ve
seyahat hürriyetine sahip olduğu hüküm altına alınmıştır.
53. Başvurucular açtıkları iptal davalarında haklarındaki
isnada etkili şekilde cevap verebilme imkânının sağlanmaması ve yargı
mercilerinin kendileri hakkındaki isnatların doğruluğuna ve hangi şekilde kamu
düzeni, güvenliği ya da sağlığını tehlikeye düşürmüş olabileceklerine ilişkin
hiçbir denetim ve değerlendirme de yapmamaları nedenleriyle din özgürlükleri
ile adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının, ayrımcılık yasağının, ayrıca
başvurucuların bir kısmı Sözleşme'ye ek 7 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin ihlal
edildiğini iddia etmiştir.
54. Bir yabancının yerleşme hürriyetine sınır dışı etme
gibi bir işlemle müdahale edildiğinde Anayasa'nın 40. maddesindeki etkili
başvuru hakkı olarak ifade edilen haktan o yabancının faydalanması mümkün hâle
gelir. Etkili başvuru hakkı anayasal bir hakkının ihlal edildiğini ileri süren
herkese hakkın niteliğine uygun olarak iddialarını inceletebileceği makul,
erişilebilir, ihlalin gerçekleşmesini veya sürmesini engellemeye ya da
sonuçlarını ortadan kaldırmaya elverişli idari ve yargısal yollara başvuruda
bulunabilme imkânı sağlanması olarak tanımlanabilir (Y.T. [GK], B. No:
2016/22418, 30/5/2019, § 47; Murat Haliç, B. No: 2017/24356, 8/7/2020, § 44).
55. Sözleşme'ye ek 7 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin
hukuka uygun şekilde ikamet eden yabancıya yetkili merci önünde temsil olunarak
sınır dışı etme işleminin hukuka aykırılığına ilişkin gerekçeler öne sürebilme
ve durumunu yeniden inceletme hakkı şeklinde birtakım usul güvenceleriyle
koruma sağladığı görülmektedir. Bununla birlikte yerleşme hürriyeti tanınan bir
yabancının, bu hakla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkı çerçevesinde bu
güvencelere Anayasal düzeyde de sahip olduğunu kabul etmek gerekir. Dolayısıyla
anılan protokolde yer alan güvencelerin bu bağlamda Anayasa'da karşılığı
bulunmaktadır. Bu nedenlerle söz konusu protokolün 1. maddesinde yer alan
güvencelerin ortak koruma alanında kaldığı değerlendirildiğinden sınır dışı
edilen yabancıların bireysel başvuru yoluyla bu haklarını ileri sürebilmeleri
de mümkündür (Wisam Sulaiman Dawood Eaqadah [GK] (B. No: 2021/2831, 15/2/2023,
§ 70).
56. Başvurucu Nathan James Bradtke dışındaki tüm
başvurucuların açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar
verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan yerleşme
hürriyetiyle bağlantılı etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddialarının kabul edilebilir olduğu anlaşılmaktadır.
57. Başvurucular, somut olaya konu idari işlem süreci ve
daha sonraki yargısal süreçlerin hiçbir aşamasında -haklarındaki iddialara
cevap verme imkânı sağlanacak şekilde- başvuru konusu işlemlerin uygulanmasına
dayanak oluşturan somut gerekçelerden haberdar edilmemiştir. Yalnızca
başvurucular Helmut Frank, Matthew Vern Black ve Jeremy Lauren Lambert yönünden
daha önceden gördüğümüz gibi davalı idarenin cevap dilekçelerinde soyut bazı
gerekçeler ileri sürülmüştür. Derece mahkemeleri, söz konusu gerekçeleri
kararlarında değerlendirmemiştir.
58. Ülkede ikamet eden bir yabancıyı koruma altına alan
ilk güvence, sınır dışı etme kararının kanuna uygun şekilde alınmış olması
gereğidir. Sınır dışı etme kararının kanuna uygun olarak alındığından söz
edebilmek için kanun metninin ve uygulamasının yabancıların davranışlarının
sonucunu öngörebileceği kadar hukuki belirlilik taşıması gerekir. Bu çerçevede,
müdahaleye neden olan sınır dışı etmeye ilişkin kanun muhatapları açısından
yeterince erişilebilir ve öngörülebilir olmalıdır (Wisam Sulaiman Dawood
Eaqadah, § 74).
59. Diğer taraftan sınır dışı işleminin muhatabı olan
yabancının yetkili ve görevli mahkemeler önünde, verilen kararlara karşı
gerekçeler sunabilmesi ve durumunun yeniden incelenmesini isteyebilmesi, bu
doğrultuda ilk aşamada sınır dışı etme kararının kendisine hukuka uygun şekilde
tebliğ edilmesi ve kararın dayanağını oluşturan fiilî sebeplerin neler olduğunu
-bazı sınırlamalarla dahi olsa- öğrenebilmesi gerekmektedir. Bunlarla birlikte
usul güvencelerinin etkili bir şekilde koruma sağlaması için şeklî bir
incelemenin ötesinde yabancının öne sürdüğü iddiaların esası hakkında bir
değerlendirme yapılması da şarttır (Wisam Sulaiman Dawood Eaqadah, § 76).
60. Çoğunluk, başvurucuların kendilerine uygulanan tüm
işlemlere karşı idari yargıda iptal davası süreci başlattıklarını ve derece
mahkemelerinin başvurucuların iddialarının esası hakkında, göç ve sınır
kontrolleriyle ilgili idarenin geniş takdir yetkisini de dikkate alarak bir
değerlendirme yapmış olmalarından hareketle “yabancıların sınır dışı
edilmelerinde sahip olmaları gereken usul güvencelerinin sağlanmadığından bahsedilemeyeceği”ni
savunmaktadır (Çoğunluk gerekçesi § ). Halbuki, başvurucular ve avukatları
yapılan idari işlemlerle ilgili bilgi ve belgelere erişememiştir. Haklarında
N-82 kodu verilen başvurucular aleyhine gerçekleştirdikleri faaliyetlerle
ilgili olarak herhangi bir suçtan ötürü dava açılmamıştır. Bu kişiler ulusal
hukuka göre herhangi bir suçtan ötürü kovuşturulup mahkûm edilmediğine göre,
bunlara uygulanan işlemlerin içinde yer aldıkları dini etkinliklerle bağlantılı
olduğu anlaşılmaktadır.
61. Kamu makamlarının başvuru konusu işlemlerine gerekçe
teşkil eden eylem ve davranışları açısından başvuruculara, yabancıların sınır
dışı edilmelerinde sahip olmaları gereken usul güvencelerinin sunulduğu
söylenemez. Bu güvencelerinin etkili bir şekilde koruma sağlaması için sadece
görünüşte bir incelemenin ötesinde başvurucuların öne sürdüğü iddiaların esası
hakkında da bir değerlendirmenin derece mahkemelerince yapıldığının kabulü
mümkün gözükmemektedir.
62. Belirtilen nedenlerle Nathan James Bradtke dışındaki
tüm başvurucuların sınır dışı edilme işlemlerindeki usul güvenceleri kapsamında
Anayasa’nın 23. maddesinde güvenceye bağlanan yerleşme hürriyetleriyle bağlantı
olarak 40. maddede korunan etkili başvuru haklarının ihlal edildiği
düşüncesiyle çoğunluk kararına katılmadım.
KARŞIOY GEREKÇESİ
Yabancı uyruklu başvurucuların, haklarında tahdit kodu
uygulanması, bu nedenle ikamet izinlerinin iptal edilerek sınır dışı işlemi
yapılması ve vize taleplerinin reddedilmesinin etkili başvuru hakkını ve din
hürriyetini ihlal ettiği iddiasıyla yapılan bireysel başvurularda sekiz
başvurucunun etkili başvuru hakkının ihlal edilmediğine, bunlardan dördünün din
hürriyetinin ihlal edildiğine iddialarının ise kabul edilemez olduğuna karar
verilmiştir.
Kararda da açıklandığı üzere, ikamet izinleriyle
ülkemizde yaşamakta iken haklarında ülkeye girişlerinin ön izin şartına
bağlanmasını gerektiren tahdit kodu uygulanan başvurucular bu işlemlerin iptali
talebiyle davalar açmış, ancak davaları reddedilmiştir. Bu kararlara karşı
yaptıkları istinaf başvuruları da reddedilen başvurucular süresi içinde
bireysel başvuruda bulunmuştur.
Dört başvurucunun Anayasanın 24. maddesinde öngörülen din
hürriyetinin ihlal edildiğine ilişkin iddiasına konu müdahalelerin kanunîlik
ölçütünü karşıladığı kabul edilebilirse de, meşru bir amacının bulunup
bulunmadığı konusundaki değerlendirme demokratik toplum düzeninin gereklerine
uygunluk kriteri ile birlikte yapıldığında somut olayda idare ve mahkemeler
tarafından yeterli bir olgusal temel belirtilmeden “kamu düzeni ve
güvenliği”nin müdahale gerekçesi olarak sunulması bu kavramların hukuka aykırı
ve keyfî şekilde yorumlanmasına yol açtığından, anılan kararlarda ilgili ve
yeterli bir gerekçe gösterildiğinden söz edilemez.
Başvurucular hakkındaki yargılama süreçlerinde derece
mahkemelerince, idarenin ileri sürdüğü gerekçeler tartışılmamış, başvurucuların
bu konudaki savunmaları dikkate alınmamış ve değerlendirilmemiştir. Dolayısıyla
dava konusu işlemlere ilişkin olarak ilgili ve yeterli bir gerekçe sunulmamış
ve etkili bir yargı denetimi gerçekleştirilememiştir.
Diğer taraftan yukarıda belirtilen tespitler sekiz
başvurucunun Sözleşmeye ek 7 no.lu Protokolün 1. maddesinin Anayasadaki
karşılığı olarak kabul edilen yabancıların sınır dışı edilmelerindeki usûl
güvenceleri kapsamında yerleşme hürriyetiyle bağlantılı etkili başvuru hakkına
ilişkin iddiaları bakımından da geçerlidir.
Bu sebeplerle, iddiaları kabul edilebilir bulunan sekiz
başvurucunun yerleşme hürriyetiyle bağlantılı olarak Anayasanın 40. maddesinde
öngörülen etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine; bunlardan din hürriyetine
ilişkin şikâyetleri kabul edilemez bulunan dördünün buna ilişkin iddialarının
da kabul edilebilir olduğuna ve Anayasanın 24. maddesinde güvence altına alınan
din hürriyetinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerektiği düşüncesiyle
çoğunluğun aksi yöndeki kararlarına karşıyım.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Göç İdaresi Başkanlığı tarafından yabancı uyruklu
başvurucular hakkında N-82 kodu uygulanması ya da bu işlem nedeniyle
başvurucuların ikamet izinlerinin iptal edilmesi, sınır dışı işlemi uygulanması
veya vize taleplerinin reddedilmesinin din özgürlüğü ve etkili başvuru hakkını
ihlal ettiği iddiasına ilişkin Mahkememiz çoğunluğunun ulaştığı sonuçlara
katılmamaktayım.
2. Çoğunluk kararında Nathan James Bradtke dışındaki tüm
başvurucuların yerleşme özgürlüğü ile bağlantılı olarak etkili başvuru hakkı
ile ilgili ihlal iddiaları kabul edilebilir bulunduktan sonra, başvurucuların
Anayasa'nın 40. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkının ihlal
edilmediğine karar verilmiştir. Jeremy Lauren Lambert, Amanda Jolyn Krause,
Helmut Frank ve Matthew Vern Black isimli başvurucuların ise din özgürlüğü ile
ilgili ihlal iddiaları açıkça dayanaktan yoksunluk gerekçesiyle kabul edilemez
bulunmuştur.
3. Kanaatimizce somut başvuruda başvurucuların her iki
ihlal iddiası da kabul edilebilir bulunduktan sonra çoğunluk kararında adları
geçen başvuruculardan Nathan James Bradtke dışındaki başvurucularınyerleşme
hürriyetiyle bağlantılı olarak Anayasa'nın 40. maddesinde öngörülen etkili
başvuru hakkının, başvurucular Jeremy Lauren Lambert, Amanda Jolyn Krause,
Helmut Frank ve Matthew Vern Black'in ayrıca Anayasa'nın 24. maddesinde
öngörülen din özgürlüklerinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
A. Din
Özgürlüğü İle İlgili İhlal İddiası Yönünden (Başvurucular Jeremy Lauren
Lambert, Amanda Jolyn Krause, Helmut Frank ve Matthew Vern Black)
4. İkamet izinlerinin iptal edilmesi ve sınır dışı işlemi
uygulanması süreçleri ile ilgili olarak kamusal işlemlere muhatap olma
esnasında başvurucular din özgürlüğü ile ilgili ihlal iddialarına dayanak
olabilecek hususlarla karşılaşmışlardır.
5. Başvurucu Jeremy Lauren Lambert'ın sınır dışı işlemi
ile ilgili açtığı davada ilk derece mahkemesincebaşvurucu hakkında N-82 tahdit
kodu uygulanmasına dayanak olan Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) yazısında
Türkiye Evanjelik (Protestan) Kiliseler Birliği tarafından Protestanların
devlet nezdinde muhatap kabul edilebilmeleri amacıyla federasyon çalışmaları
yapıldığının belirlendiği, bu bağlamda Aile Konferansı adı altında Antalya’da
30/1/2019-2/2/2019 tarihleri arasında ABD, İngiltere ve Almanya uyruklu misyonerlerin
aralarında bulunduğu yaklaşık yüz yirmi kişilik bir konferans düzenlendiği ve
misyonerlik faaliyetlerine yönelik kararların daalındığı konferansa
başvurucunun da katıldığı ifade edilmiştir. Kararda MİT yazısında yer verilen
faaliyetleri dolayısıyla başvurucunun kamu düzeni ve güvenliği bakımından
tehdit oluşturduğu ve dolayısıyla sınır dışı edilmesi işlemi ile bu işlemin
sonucu olarak ikamet izninin sonlandırılmasında hukuka ve mevzuata aykırılık
bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
6. Başvurucu Matthew Vern Black hakkında N-82 kodu
uygulanmasının sebebi ise açtığı dava dolayısıyla Göç İdaresi Başkanlığının
yazdığı cevap yazısında başvurucu hakkında tesis edilen ön izin kararının, MİT
Başkanlığının ilgili yazısı uyarınca başvurucunun Kiliseler Birliği tarafından
Antalya'da düzenlenen “Aile Konferansı” toplantısına katıldığı ve milli
güvenliğimiz aleyhine faaliyet gösterdiğinin tespit edilmesi üzerine alındığı
bilgisine yer verilmiştir.
7. Yine hakkında N-82 tahdit kodu uygulanan başvurucu
Amanda Jolyn Krause'nin hangi sebeple kamu düzeni, güvenliği ya da sağlığı
yönünden tehlike teşkil ettiğine yönelik ne idari işlem ne de yargılama
aşamasında somut bir gerekçeye yer verilmiştir. Sadece Bakanlık görüşüyle
birlikte sunulan Müdürlük yazısında, başvurucu hakkında bahse konu tahdit kodu
uygulanırken dikkate alınan MİT raporunda dayanılan gerekçeye yer verilmiştir.
Benzer şekilde diğer başvurucu Helmut Frank'ın da başvuru konusu yargılama
sürecinde davalı idare tarafından 4.12.2019 tarihinde sunulan cevap
dilekçesinde başvurucunun misyonerlik faaliyetlerinde rol aldığının tespit
edilmesi gerekçesiyle hakkında N-82 tahdit kodu uygulandığı bilgisi
bulunmaktadır.
8. Mahkememiz çoğunluğu başvurucuların din özgürlüğü ile
ilgili ihlal iddialarının din özgürlüğüne yönelik bir müdahalenin bulunmadığı
açık olduğundan açıkça dayanaktan yoksunluk gerekçesiyle kabul edilemez
bulunması gerektiğine hükmetmiştir. Oysa bu biçimdeki ihlal iddialarının
Mahkememizin bireysel başvuru inceleme yöntemindeki temel yaklaşımı dikkate
alındığında açıkça dayanaktan yoksunluk gerekçesiyle kabul edilemez
bulunamaması gerekmektedir.
9. Dört başvurucunun iddiası ile ilgili olarak MİT
Başkanlığı ve Göç İdaresi Başkanlığınca başvurucular hakkında ortaya konulan
ciddi olgular mevcuttur. Zira Protestan Kiliseler Derneği tarafından Aile
Konferansı adı altında Antalya’da düzenlenen etkinlik ve misyonerlik
faaliyetinde bulunma şeklindeki iddia önemli ve bu bağlamda mutlaka
değerlendirilmesi gereken hususlardır.
10. Önemle ifade edilmelidir ki birtakım misyonerlik
faaliyetlerinin kamu düzeni açısından sakıncalı olarak görülüp yasaklanması
demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olmayabilir. Gerçekleştirilen
misyonerlik faaliyetlerinin kamu düzenini tehdit ettiği, casusluk faaliyeti niteliği
taşıdığı, terörü desteklediği şeklindeki gerekçelerin somut olarak
temellendirilmesi durumunda bu biçimdeki faaliyetlerin yasaklanması elbette
mümkün hale gelebilir.
11. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bir kararında
ifade ettiği üzere misyonerlik faaliyetlerinin uygunsuz biçimde
gerçekleştirildiğine dair bir iddia tek başına yeterli olmamakta, bunun kamu
otoritelerince somut olarak ortaya konulması gerekmektedir. Bundan hareketle de
bir ülkede çoğunluk dinî dışındaki bir dinin yayılmaya çalışılmasına ilişkin
faaliyetlerin otomatik olarak uygunsuz kabul edilmesi mümkün değildir ve bu
durum Sözleşme'nin 11. maddesi ışığında din özgürlüğünün ihlaline sebebiyet
verir. (Bkz.: DKC'deki Yehova Şahitleri Hristiyan Dinî
Organizasyonu/Ermenistan, B. No: 41817/10, 22/3/2022, §§74-81).
12. Bu bağlamda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi hava
kuvvetlerinde asker olan başvurucuların askerî hiyerarşiye tabi olarak astları
konumunda bulunan askerler yönünden gerçekleştirdikleri misyonerlik faaliyeti
nedeniyle cezalandırılmalarının gerekli olabileceğini kabul etmiş ve din
özgürlüğünün ihlal edilmediğine karar vermiştir (Bkz.: Larissis ve
diğerleri/Yunanistan, B. No: 140/1996/759/958–960, 24/2/1998).
13. Dolayısıyla somut başvuru bağlamında da bu biçimdeki
bir yaklaşımla hareket edilmesi önem arz etmektedir. Başvurucuların misyonerlik
faaliyeti şeklinde gerçekleştirdikleri iddia olunan etkinlikleri ile kamu
düzenini ve milli güvenliği ne şekilde tehlikeye soktuklarının ortaya konulması
zorunludur. Ek olarak kamu düzeni ve güvenliğini tehlikeye soktukları iddiaları
ile ilgili olarak başvuruculara kendi argümanlarını ortaya koyma ve
haklarındaki iddialara karşı cevap vererek bu iddiaları karşılama şeklindeki
imkanların özellikle yargısal makamlar tarafından sağlanması gerekmektedir.
14. Bununla birlikte ne idare ne de mahkemeler
başvurucuların belirtilen faaliyetlerle birlikte kamu düzeni ve milli güvenliği
ne şekilde tehlikeye düşürdükleri konusunda bir açıklama ortaya koymamış,
başvurucuların kendi dinleri ile ilgili faaliyetleri sorunlu kabul eden bir
yaklaşımı peşinen kabul etmişlerdir. Oysa idare ve onun işlemini denetleyen
mahkemenin bu biçimdeki yaklaşımı kişilerin hak ve özgürlüklerine Anayasa’ya
aykırı biçimde müdahale etmeye geniş bir alan açabilir.
15. Bu bağlamda önemli bir sorun da başvurucuların
kendileri ile ilgili tesis edilen bu işlemlere dayanak olarak gösterilen
gerekçelerden mahkeme aşamasında da haberdar olamamış ve bu nedenle de bunlara
karşı kendi savunmalarını yapamamışlardır. Hal böyle olduğu içindir ki
başvurucular haklarında uygulanan N-82 kodu uygulanması ve bu işlem nedeniyle
ikamet izinlerinin iptal edilmesine karşı açtıkları davada savunmalarını
yapamadıkları gibi çelişmeli yargılanma hakkından da yoksun bırakılmışlardır.
16. Bahse konu işlemler, Göç İdaresi Başkanlığı ile taşra
teşkilâtı tarafından başvurucular hakkındaki MİT yazıları uyarınca tesis
edilmiştir. Ancak Göç İdaresi Başkanlığı, 2937 sayılı Kanun'un ek 1. maddesi
doğrultusunda gizli olması nedeniyle bu yazıyı başvuruculara sunmamıştır. Hatta
açılan davada Göç İdaresi Başkanlığı Mahkemeye yazının MİT Başkanlığından
istenmesinin uygun olacağı şeklinde cevap vermiştir. Mahkemece yazının MİT
Başkanlığından istenmesi üzerine ise ilgili yazının dava dosyasına değil fakat
gizli olarak mahkeme heyetlerinin bilgisine sunulabileceği cevabı verilmiş ve
yazı bu şekilde yalnızca derece mahkemeleri heyetlerinin bilgisine sunulmuştur.
17. Oysa yabancı uyruklu kişilerle ilgili olarak icrai
işlem tesis etme yetkisi Göç İdaresi Başkanlığındadır. MİT’in istihbarat
faaliyetleri gereği bilgi toplama yetkisi mevcut olmakla birlikte yabancı
uyruklu kişilerle ilgili işlem tesis etme yetkisi işleme dayanak olan
gerekçeleri de ortaya koyarak Göç İdaresi Başkanlığı tarafından kullanılmakta
olup bu işlemlere karşı da idari yargı denetimi yapılabilmektedir.
18. Bununla birlikte eldeki başvuruda başvurucular
hakkında tesis edilen bahse konu işlemlere karşı açılan davalarda bile
başvurucular kendi argümanlarını ileri sürme imkanından mahrum kalmış ve idarenin
ileri sürdüğü gerekçeleri tartışamamıştır. Bu durum bu kişiler hakkında etkili
bir yargılama gerçekleştirilememesi sonucunu doğurmuştur.
19. Dolayısıyla başvurucular hakkında tesis edilen
işlemlere karşı kamu otoritelerince ilgili ve yeterli bir gerekçe sunulmadığı,
ayrıca bu işlemlere karşı açılan davalarda etkili bir yargı denetimi
gerçekleştirilmediği görüldüğünden başvurucuların başvuruları kabul edilebilir
bulunduktan sonra din özgürlüklerinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
B. Yerleşme
Özgürlüğü İle Bağlantılı Olarak Etkili Başvuru Hakkı İhlali Yönünden (Nathan
James Bradtke dışındaki başvurucular)
20. Başvurucuların yerleşme özgürlüğüyle bağlantılı
olarak Anayasa'nın 40. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkının
ihlal edildiği kanaatinde olduğumdan Mahkememiz çoğunluğunun aksi yöndeki
kararına katılmamaktayım.
21. Bu hak kapsamında başvurucular kendilerinin Protestan
Hrıstiyanlık inancına sahip olarak zaman zaman bazı dini toplantılara
katıldıklarını, ancak şimdiye kadar herhangi bir misyonerlik faaliyetinde
bulunmadıklarını, Türkiye’de ikamet ettikleri süre boyunca bir suça
karışmadıklarını ve bu bağlamda bir soruşturma ve kovuşturma geçirmediklerini
belirterek, haklarında uygulanan başvuru konusu müdahalelerle ilgili idari ve
yargısal süreçlerin hiçbir aşamasında N-82 tahdit kodu uygulanmasına sebep olan
faaliyetlerinin neler olduğu ve kamu düzeni, güvenliği ya da sağlığını ne
şekilde tehlikeye düşürdüklerine ilişkin somut bir bilgi ya da açıklamaya
ulaşamadıklarını ve bu bağlamda açtıkları iptal davalarında haklarındaki isnada
etkili şekilde cevap verebilme imkânının sağlanmaması ve yargı mercilerinin
kendileri hakkındaki isnatların doğruluğuna ve hangi şekilde kamu düzeni,
güvenliği ya da sağlığını tehlikeye düşürmüş olabileceklerine ilişkin hiçbir
denetim ve değerlendirme yapmamaları nedenleriyle etkili başvuru haklarının ve
Sözleşme'ye ek 7 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin ihlal edildiğini iddia
etmişlerdir.
22. Başvurucular hakkında uygulanan N-82 şeklindeki kod
istihbarat birimlerinin raporları da dikkate alınarak Göç İdaresi Başkanlığınca
oluşturulan ve başvurucuların sınır dışı edilmesi, Türkiye’deki ikamet
izinlerinin iptal edilmesi ve ikamet izinleri varken yurt dışına çıkanların
vize taleplerinin reddi şeklinde eldeki başvuruya konu işlemlerin tesisinde
etkili olmuştur. Bu yönü ile bahse konu idari işlemler aslında başvurucuların
yerleşme özgürlüğüne yönelik birer müdahale olarak kabul edilebilirler.
23. Başvurucular bu işlemlere karşı açmış oldukları
davalarda mahkemeler bu işlemlerin dayanakları olan somut gerekçeleri
başvuruculara sunmuş değildir. Dolayısıyla dava konusu işlemlere yönelik somut
gerekçeler idare veya mahkemeler tarafından başvuruculara bildirilmediğinden
başvurucular işlemin dayanaklarına ilişkin hiçbir gerekçeye karşı kendi
görüşlerini sunamamış, etkili biçimde savunmalarını yapamamışlardır.
24. Yine bundan dolayıdır ki MİT yetkililerinin sadece
mahkeme heyetine gizli biçimde bilgi vermesiyle mahkemenin bu bilgilere dayalı
bir yargılama ile hükme ulaşması nedeniyle bu gerekçelere ilişkin bir yargılama
sürecinde davanın taraflarının her yönü ile bunlardan haberdar edildiği bir
ortam da oluşturulamamıştır. Bu nedenle esasında burada adil yargılanma
hakkının güvencelerini esas alan bir yargılama sürecinin yürütüldüğünü
söyleyebilmek mümkün değildir.
25. Bu yönü ile bakıldığında etkili bir yargısal denetim
sürecinin bulunmaması başvurucuların açmış olduğu davadaki yargılamayı da şekli
bir boyuta dönüştürmüştür. Başvurucular kendileri ile ilgili tesis edilen dava
konusu işlemlerin hiçbir gerekçesinden haberdar edilememeleri nedeniyle
yürütülen yargılamada işlemin iptali noktasında kendi etkili savunmalarını
yapmaktan mahrum kalmışlardır.
26. Başvurucuların kendileri hakkında tesis edilen
işlemlere karşı açtıkları davada işlemlerin gerekçelerini bilmemeleri ve bu
husustaki bilgilerin sadece mahkeme heyeti tarafından bilinip bu şekilde hükme
ulaşılması ve bu konuda başvurucuların işlemin gerekçeleri ile ilgili kendi
savunmalarını yapamaması bu kişilerin Anayasa’nın 40. maddesinde güvence altına
alınan etkili başvuru hakkını ihlal etmektedir.
27. Sonuç olarak başvurucuların sınır dışı edilmesi,
Türkiye’deki ikamet izinlerinin iptal edilmesi ve ikamet izinleri varken yurt
dışına çıkanların vize taleplerinin reddi şeklindeki dava konusu işlemlerin
kişilerin yerleşme özgürlüğü ile doğrudan ilgili olması nedeniyle bu işlemlere
karşı açılan davalarda yargılamalardaki usul güvencelerinin karşılanmadığı
gerekçesiyle yerleşme özgürlüğü ile bağlantılı biçimde başvurucuların
Anayasa’nın 40. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekmektedir.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Başvurucular, yabancı uyruklu olup Göç İdaresi
Başkanlığı tarafından haklarında N-82 kodu uygulanması ya da bu işlem nedeniyle
ikamet izinlerinin iptal edilmesi, sınır dışı işlemi uygulanması veya vize
taleplerinin reddedilmesinin din özgürlüklerinin ve yerleşme hürriyetiyle
bağlantılı olarak etkili başvuru haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek
bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
2. Mahkememizin çoğunluğu başvurucu Nathan James
Bradtke'nin başvurusunun konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA, Nathan James Bradtke dışındaki başvurucuların din özgürlüklerinin
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA ve etkili başvuru haklarının kabul edilebilir olmakla
beraber İHLAL EDİLMEDİĞİNE karar vermiştir.
3. Nathan James Bradtke'nin başvurusunun konu bakımından
yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞU dışındaki hususlarda mahkememizin
çoğunluğunun görüşüne aşağıdaki gerekçeler ışığında iştirak edilmemiştir.
4. Başvurucular, yabancı uyruklu olup belli sürelerde
ikamet izinlerini yenileyerek uzun süredir Türkiye’de yaşamaktadırlar. Tüm
başvurucuların bireysel başvuru konusu yaptıkları gerek yargılama gerekse idari
işlemler aşamalarında, kamu düzeni, güvenliği ya da sağlığı yönünden tehdit
olarak değerlendirilmek suretiyle haklarında Göç İdaresi Başkanlığı tarafından
N-82 kodu uygulanmıştır.
5. Başvuruculara hangi eylemlerinden dolayı N-82 kodunun
uygulandığı bilgisi verilmemiştir. Başvurucular açmış oldukları iptal
davalarının yargılamaları sırasında kendilerinin misyonerlik yaptıkları ya da
mensubu oldukları kilisenin "Aile Konferansı" adlı toplantısına
katıldıklarından bahisle Göç İdaresi Başkanlığınca ilgili MİT Başkanlığı yazılarına
dayalı olarak N-82 kodunun uygulandığını öğrenebilmişlerdir. İptal davaları
reddedilen başvurucular haklarındaki kararların kesinleşmesi üzerine Anayasa
Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
6. Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 1/2/2023 tarihli
yazısıyla Göç İdaresi Başkanlığının başvurucular hakkında N-82 tahdit kodu
uygularken dikkate aldığı ve dayandığı her türlü rapor, görüş ve belgeleri,
ayrıca N-82 koduna ilişkin idari uygulamaya ve her türlü mevzuata ilişkin
bilgiyi talep etmiştir. Göç İdaresi Başkanlığı tarafından, N-82 tahdit
kodlarının MİT Başkanlığının gizli yazısı uyarınca uygulandığı, ilgili bilgi ve
belgelerin gizlilik arz etmesi nedeniyle MİT Başkanlığından istenilmesinin
uygun olacağı şeklinde cevap verilerek herhangi bir belge gönderilmemiştir.
7. Misyonerlik faaliyetinde bulundukları belirtilen
başvurucuların yapmış oldukları başvuruların din ve vicdan hürriyeti ile etkili
başvuru hakkı açısından değerlendirilmesi gerekir.
8. AİHM, Nolan ve K./Rusya (B. No: 2512/04, 12/2/2009)
kararında, Kore'de başlayan ve temellerini Hristiyanlık dininden alan bir dinî
akım olan Unification Church papazının, millî güvenliği tehlikeye
düşüren faaliyetlerde bulunduğu gerekçe gösterilerek Rusya'dan sınır dışı
edilmesi ve ülkeye girişinin yasaklanmasının din özgürlüğüne müdahale teşkil
ettiğine karar vermiştir. AİHM, her ne kadar kamu otoriteleri tarafından
başvurucunun dinî inancı ve ibadetleri nedeniyle değil millî güvenliği
tehlikeye düşüren diğer bazı faaliyetleri nedeniyle Rusya'ya girişinin
yasaklandığı belirtilmişse de kamu otoritelerinin bu faaliyetlerin neler olduğu
ve millî güvenliği nasıl tehlikeye düşürdüğü konusunda hiçbir aşamada somut bir
açıklama yapamamış olduklarını dikkate almıştır (Nolan ve K./Rusya, §§
63-67).
9. Anılan kararda AİHM, millî güvenliğin söz konusu
olduğu durumlarda dahi demokratik bir toplumda hukuk devleti ve kanunilik
ilkelerinin kişilerin temel haklarını etkileyen müdahalelerin sebeplerini ve
ilgili delilleri denetlemeye yetkili bağımsız bir otorite önünde silahların
eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin sağlandığı süreçlerle haklarını
arama imkânına sahip olmalarını gerektirdiğini vurgulamıştır.
10. Din özgürlüğü, hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve
anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati bir
öneme sahiptir. Din özgürlüğü ancak tanıma, çoğulculuk ve tarafsızlık anlayışı
ile temellendirilen bir demokraside korunabilir (Esra Nur Özbey, B. No:
2013/7443, 20/5/2015, §§ 45, 46).
11. Din özgürlüğü üzerindeki sınırlamanın demokratik bir
toplumda zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın karşılanması amacına yönelik ve
istisnai nitelikte olması gerekir. Müdahaleyi oluşturan tedbirin zorunlu bir
toplumsal ihtiyacı karşıladığının kabul edilebilmesi için amaca ulaşmaya
elverişli olması, başvurulabilecek en son çare ve alınabilecek en hafif önlem
olarak kendisini göstermesi gerekmektedir. Amaca ulaşmaya yardımcı olmayan veya
ulaşılmak istenen amaca nazaran bariz bir biçimde ağır olan bir müdahalenin
zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığı söylenemeyecektir (Esra Nur Özbey,
§ 79).
12. Başvurucuların Protestan inancına sahip kişiler
olarak Protestan Kiliseleri Derneğinin gerçekleştirdiği ve derece mahkemesince
de belirtildiği üzere Protestanların devlet tarafından muhatap alınmasını
sağlamak amacıyla federasyon çalışmalarının tartışıldığı yasal bir toplantıya
katılmalarının kamu düzeni, güvenliği ya da kamu sağlığıyla bir ilgisinin
kurulması oldukça zordur. Üstelik anılan Dernek tarafından hazırlanan 2019 yılı
Hak İhlalleri İzleme Raporu'na göre Aile Konferansı adı altındaki
toplantılar neredeyse Derneğin kuruluşundan itibaren her yıl devletin bilgisi
dâhilinde tekrarlanmıştır. Anılan raporda söz konusu toplantılara Türkiye’de
bulunan yerli ve yabancı kilise önderlerinin aileleri ile birlikte
katıldıkları, toplantıların hiçbir gizli gündem maddesinin bulunmadığı ve
tamamen şeffaf nitelikte gerçekleştirildiği, konuşulan konuların kiliseyi
ilgilendiren genel konular olduğu belirtilmiş ve uzun zamandır devam eden bu
toplantıların ülkede yaşayan Protestan inancına sahip yabancılar yönünden sınır
dışı edilme gerekçesi olarak kullanılmaya başlandığı ifade edilmiştir. Daha
önce de tekrarlandığı anlaşılan söz konusu toplantılarla ilgili geçmişte kamu
düzeni, güvenliği ya da sağlığını tehlikeye düşürüp düşürmediklerine ilişkin
olarak da kamu otoritelerince hiçbir açıklama yapılmamış, bilgi verilmemiştir.
Bu toplantıların ilgili Dernek tarafından vurgulandığı gibi şeffaf nitelikte
olmadığına, dolayısıyla ilgili kamu otoritelerinin bu toplantılardan ve
içeriğinden haberdar olamadıklarına dair bir tespit de bulunmamaktadır.
13. Elbette misyonerlik adı altında gerçekleştirilen
faaliyetlere kamu düzenini, güvenliğini, başkalarının hak ve özgürlüklerini ya
da dengelemede daha ağır basacak diğer bazı değerleri tehlikeye sokması hâlinde
orantılı şekilde müdahale edilmesi mümkündür. Öte yandan bu tehlikenin kamu
otoritelerince makul ve ilgili bir gerekçeyle ortaya konması gerekir.
14. Başvuru konusu idari işlemleri gerçekleştirmeye
yetkili kamu makamı Göç İdaresi Başkanlığıdır. Anayasa'nın 125. maddesinde
öngörüldüğü üzere idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı olduğu gibi Göç
İdaresi Başkanlığının başvuru konusu işlemlerine karşı da yargı yolu açıktır.
Bu durumda Göç İdaresi Başkanlığının anılan takdir yetkisini kullanırken
kendisinin dayandığı somut gerekçeleri, istihbarat hizmetlerinin gizliliğine
zarar vermeyecek biçimde yargı denetimine açması ve gerekçelerin muhatabına da
karşı argümanlarını sunma olanağı verilmesi gerekir. Aksinin kabulü MİT
raporlarına dayanılarak gerçekleştirilen idari işlem ve eylemlerin tamamen
yargı denetimi dışında bırakılması anlamına gelecektir.
15. Başvurucular hakkındaki yargılama süreçlerinde davalı
idarenin savunma dilekçelerinde soyut gerekçelere yer verilmişse de karar veren
derece Mahkemelerince idarenin ileri sürdüğü gerekçeler hiçbir şekilde
tartışılmadığı gibi başvurucuların bu gerekçelere karşı savunmaları da hiçbir
şekilde dikkate alınmamış ve değerlendirilmemiştir.
16. Yukarıda açıklanan tüm nedenlerle başvurucular
hakkında uygulanan N-82 tahdit kodu işlemlerine ilişkin kamu otoritelerince
ilgili ve yeterli bir gerekçe sunulmamış, ayrıca bu işlemlere karşı etkili bir
yargı denetimi gerçekleştirilmemiş olduğundan başvurucuların din özgürlüğü
ihlal edilmiştir.
17. Öte yandan bir yabancının yerleşme hürriyetine sınır
dışı etme gibi bir işlemle müdahale edildiğinde Anayasa'nın 40. maddesindeki
etkili başvuru hakkı olarak ifade edilen haktan o yabancının faydalanması
mümkün hâle gelir. Etkili başvuru hakkı anayasal bir hakkının ihlal edildiğini
ileri süren herkese hakkın niteliğine uygun olarak iddialarını inceletebileceği
makul, erişilebilir, ihlalin gerçekleşmesini veya sürmesini engellemeye ya da
sonuçlarını ortadan kaldırmaya (yeterli giderim sağlamaya) elverişli idari ve
yargısal yollara başvuruda bulunabilme imkânı sağlanması olarak tanımlanabilir
(Y.T. [GK], B. No: 2016/22418, 30/5/2019, § 47; Murat Haliç, B.
No: 2017/24356, 8/7/2020, § 44).
18. Başvuruculardan yalnızca Jeremy Lauren Lambert ve M.
R. F. hakkında doğrudan sınır dışı etme kararı verilmiştir. Başvuru konusu
diğer işlemler N-82 tahdit kodu uygulanması, ikamet izinlerinin iptal edilmesi
ve ikamet izinleri bulunmaktayken yurt dışına çıkan başvurucuların vize
taleplerinin reddedilmesi şeklindedir. Bununla birlikte N-82 tahdit kodu
uygulanması dışındaki başvuru konusu müdahalelerin tek gerekçesi de yine
başvurucuların, haklarında Göç İdaresi Başkanlığınca N-82 tahdit kodu
uygulanmış olmasıdır.
19. Ülkemizde yasal olarak ikâmet etmekteyken yurt dışına
çıkan başvurucuların ülkeye geri girememelerine sebep olan bir işlemin, yabancı
hakkında sınır dışı kararı uygulanmasıyla aynı sonucu doğurduğu açıktır.
20. İkâmet izninin iptal edilmesi şeklindeki uygulama ise
yabancının yasal olarak ülkede bulunma statüsünü sona erdirmekte ve 6458 sayılı
Kanun uyarınca ikâmet izni iptal edilen yabancı hakkında doğrudan sınır dışı
etme kararı alınabilmektedir. Hakkında N-82 tahdit kodu uygulanmış olan
yabancının her an başka bir değerlendirme yapılmaksızın sınır dışı edilmesi söz
konusu olabilmektedir.
21. Başvurucular, somut olaya konu idari işlem süreci ve
daha sonraki yargısal süreçlerin hiçbir aşamasında -haklarındaki iddialara
cevap verme imkânı sağlanacak şekilde- başvuru konusu işlemlerin uygulanmasına
dayanak oluşturan somut gerekçelerden haberdar edilmemiştir. Başvuru konusu
yargılama süreçlerini yürüten derece mahkemeleri, MİT Başkanlığı tarafından
yalnızca heyet bilgisine sunulduğu anlaşılan söz konusu gerekçeleri
kararlarında tartışmamış ve bu suretle bir yargısal denetim
gerçekleştirmemiştir.
22. Başvuru konusu işlemlere ilişkin gerekçeler ve ilgili
belgeler Anayasa Mahkemesi tarafından da Göç İdaresi Başkanlığından talep
edilmiş olmasına rağmen söz konusu yazıların gizli olduğu gerekçesiyle MİT Başkanlığından
istenilmesinin uygun olacağı şeklinde cevap verilmiş ve başvurucular hakkında
uygulanan işlemlerin hangi sebeplerle gerçekleştirildiği konusunda hiçbir bilgi
verilmemiş, açıklama yapılmamıştır.
23. Bu durumda kamu makamlarının başvuru konusu
işlemlerine gerekçe teşkil eden eylem ve davranışları somut şekilde
belirlediklerinden, başvurucuların yargı mercileri önünde başvuru konusu
işlemlere karşı kendi iddialarını ileri sürebilmeleri ve durumlarının yeniden
incelenmesini isteyebilmeleri için bazı sınırlamalarla dahi olsa işlemlerin
dayanağını oluşturan fiilî sebeplerin neler olduğunu öğrenebildiklerinden
bahsedilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla başvuruculara, yabancıların sınır
dışı edilmelerinde sahip olmaları gereken usul güvencelerinin sağlanmadığı
sonucuna varılmıştır.
24. Açıklanan gerekçelerle Nathan James Bradtke dışındaki
tüm başvurucuların sınır dışı etme işlemlerindeki usul güvenceleri kapsamında
yerleşme hürriyetleriyle bağlantı olarak etkili başvuru hakları ihlal
edilmiştir.