TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
B.A. VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2019/4610)
Karar Tarihi: 7/12/2022
GİZLİLİK TALEBİ KABUL
Başkan
:
Kadir ÖZKAYA
Üyeler
M. Emin KUZ
Rıdvan GÜLEÇ
Yıldız SEFERİNOĞLU
Kenan YAŞAR
Raportör
Berrak YILMAZ
Başvurucular
1. B.A.
2. E.A.
3. E.S.A.
Başvurucular Vekili
Av. Seda SÖZEN
I. BAŞVURUNUN ÖZETİ
1. Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
2. Birinci başvurucu 26/9/2006 tarihinde Ankara Etlik Doğumevi ve Kadın Hastanesi Doğum Servisinde üçüncü başvurucuyu dünyaya getirmiştir. Birinci ve ikinci başvurucu üçüncü başvurucunun anne ve babasıdır. Bebeğin doğumundan sonra brakial plexus paralizi ön tanısı ile sağ kol grafisi çekilmiş ve bebekte klavikula kırığı tespit edilmiştir. Birinci başvurucuya bebeğin ortopedi ve fizik tedavi uzmanlarınca yapılacak konsültasyon sonucu muayene edilmesi tavsiye edilerek başvurucu, bebekle birlikte 28/9/2006 tarihinde taburcu edilmiştir.
3. Başvurucular Sağlık Bakanlığına (İdare) başvurarak hastanede yapılan tıbbi müdahalelerde hizmet kusuru işlenerek bebeğin sağ kolunun sakat kalmasına sebebiyet verildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. İdare 24/8/2009 tarihinde talebi reddetmiştir. İdare; ret kararında personeline, dolayısıyla kendisine atfı kabil kusur bulunmadığı belirtilmiştir.
4. Başvurucular Ankara 9. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) 23/10/2009 tarihinde 70.000 TL maddi, 60.000 TLmanevi tazminat talebiyle tam yargı davası açmıştır. Mahkeme, İdarenin hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının belirlenmesi için Adli Tıp Kurumu (ATK) Genel Kurulundan rapor alınmasına karar vermiştir. ATK 3. Adli Tıp İhtisas Kurulu 29/6/2011 tarihli raporunda; birinci başvurucuya uygulanan tıbbi müdahale sırasında bebekte meydana gelen brakial pleksus yaralanması ve klavikula kırığının doğum eyleminin beklenebilir komplikasyonları arasında olduğu, davalı İdareye yönelik hizmet kusurunun tespit edilemediği belirtilmiştir.
5. Başvurucular bu rapora itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde başvurucular; ATK raporunun eksik ve yetersiz olduğunu, nitekim doğum sırasında gerçekleşen bir komplikasyonun kadın doğum doktoru olmadan değerlendirilmesinin imkânsız ve yetersiz olduğunu, raporun kadın doğum uzmanı olmadan hazırlandığını, bu nedenle kadın doğum uzmanı bir doktorunda bulunduğu, uzman bilirkişilerden oluşan bir kurul tarafından yeniden inceleme yapılması gerektiğini belirtmiştir.
6. Mahkemece 11/7/2013 tarihli kararıyla davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; söz konusu ATK raporuna atıf yapılmış ve yapılan takip ve tedavilerin tıp kurallarına uygun olduğu, hastane koşullarından ve doktorların hizmet kusurundan kaynaklandığınailişkin olarak hukuken kabul edilebilir somut bir bilgi ve belge ya da delilin bulunmadığı, bu nedenle davalı İdareye izafe edilebilecek bir kusur bulunmadığı vurgulanmıştır.Başvurucuların temyiz ettiği karar, Danıştay Onbeşinci Dairesinin 3/4/2018 tarihli kararıyla vekâlet ücretine ilişkin kısım dışında onanmıştır.
7. Başvurucuların karar düzeltme istemi Danıştay Onbeşinci Dairesinin 29/11/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
8. Başvurucular nihai hükmü 10/1/2019 tarihinde öğrendikten sonra 8/2/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
9. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
II. DEĞERLENDİRME
A. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
10. Başvurucular, yargılamanın çok uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
11. Başvuru, makul sürede yargılanma hakkı kapsamında incelenmiştir.
12. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
13. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin idari yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Selahattin Akyıl, B. No: 2012/1198, 7/11/2013, §§ 45, 47).
14. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin idari yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Selahattin Akyıl, § 41).
15. Somut başvuru açısından sürenin başladığı tarih, tam yargı davasının açıldığı 23/10/2009 tarihidir. Sürenin bitiş tarihi ise kararın kesinleştiği 29/11/2018 tarihidir.
16. Anılan ilkeler ve idari yargıdaki 9 yıl 1 ay 6 günlük yargılama süresi birlikte değerlendirildiğinde yargılamanın makul sürede gerçekleştiğini söylemek mümkün değildir. Yargılama sürecinde, başvurucuların tam yargı davasının hızlı ve etkili bir şekilde sonuçlanmasındaki menfaati ile gecikmesinde esaslı bir etkisinin olmaması, davanın taraflarının çok fazla kişiden oluşmaması ve davanın çok karmaşık olmaması gibi hususlar gözönünde bulundurulduğunda, bir bütün olarak idari yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığı kanaatine varılmıştır.
17. Açıklanan gerekçelerle başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
B. Kişinin Maddi ve Manevi Varlığını Koruma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
18. Başvurucular; doğum sırasında üçüncü başvurucunun sağ kolunun kalıcı şekilde sakatlandığını, bu sakatlığın nedeni olarak gösterilen doğum sonrası komplikasyonun kadın doğum uzmanı bulunmayan ATK tarafından kadın doğum uzmanı olmadan hazırlanan raporda değerlendirildiğini, rapora yaptıkları itirazın Mahkemece dikkate alınmayıp bu rapora dayanılarak karar verildiğini vurgulamıştır. Başvuruculardoğum sırasındaki uygulamayla ilgili iddialarının ATK raporu ve mahkeme kararlarında yeterince incelenip araştırılmadığını, kararların gerekçelendirilmediğini, birinci başvurucu taburcu olurken hastane yetkilileri tarafından söz konusu komplikasyonun bebeğin sağ kolunun sakatlığına neden olabileceğine ilişkin bilgi verilmediğini ve İdarenin kusursuz sorumluluğu bulunduğunu belirterek kişinin maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
19. Başvuru, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında incelenmiştir.
20. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
21. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat davalarının makul derecede dikkatli ve özenli inceleme şartını yerine getirmesi gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri yargılamalarda Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının da Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira derece mahkemelerinin bu konuda gösterdiği hassasiyet, yürürlükteki yargı sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer hak ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Yasin Çıldır, B. No: 2013/8147, 14/4/2016, § 57; Tevfik Gayretli, B. No: 2014/18266, 25/1/2018, § 32).
22. Diğer taraftan belirtmek gerekir ki olayların oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi öncelikle idari ve yargısal makamların ödevidir. Aynı şekilde başvuru dosyasında bulunan tıbbi bilgi ve belgelerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında fikir yürütmek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir (Mehmet Çolakoğlu, B. No: 2014/15355, 21/2/2018, § 47). Ancak kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında yerine getirmek zorunda olduğu usul yükümlülüklerinin somut olayda yerine getirilip getirilmediğinin nesnel bir şekilde değerlendirilmesi için ilgili anayasal kurallar bağlamında derece mahkemelerinin kendilerine tanınmış takdir yetkileri çerçevesinde hareket edip etmediklerinin denetlenmesi gerekir. Bu bağlamda müdahaleyi haklı göstermek için öne sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığı incelenmelidir (Murat Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015,§ 44).
23. Somut olayda derece mahkemesince hizmet kusurunun tespitine yönelik olarak ATK'ya bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. Kurul, birinci başvurucuya doğum sırasında uygulanan tıbbi müdahale sırasında bebekte meydana gelen brakial pleksus yaralanması ve klavikula kırığının doğum eyleminin beklenebilir komplikasyonları arasında olduğu,İdareye yönelik hizmet kusurunun tespit edilemediği yönünde görüş bildirmiştir. Mahkeme bu rapora dayanarak İdarenin kusurlu olmadığını tespit ederek davanın reddine karar vermiştir.
24. Somut olayda başvurucuların yargılama aşamasında söz konusu ATK raporuna yaptıkları itirazda, raporun kadın doğum uzmanı olmadan hazırlandığını, doğum sırasında gerçekleşen bir komplikasyonun kadın doğum doktoru olmadan değerlendirilmesinin yetersiz olduğunu vurguladığı ve kadın doğum uzmanı bir doktorun da hazır bulunduğu bir kurul tarafından yeniden inceleme yapılmasını talep ettiği görülmektedir. Başvurucuların bu iddiasını dava aşamasında ve temyiz dilekçesinde ileri sürdüğü ancak Mahkemenin ve temyiz merciinin kararında bu konuyla ilgili hiçbir gerekçeye yer verilmediği gözetildiğinde anılan iddianın yargılama makamları tarafından karşılanmadığı anlaşılmaktadır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. AİHM, Aydoğdu/Türkiye, B. No: 40448/06, §§ 100-102).
25. Bir tıbbi müdahale sonrası meydana gelen zarar, meslek kuralı ihlali ya da komplikasyon nedeniyle ortaya çıkabilir. Ancak zararın komplikasyon sonucu oluştuğunun söylenebilmesi için hekimin üzerine düşen özen yükümlülüğünü yerine getirip getirmediğini, tıbbi teşhis, müdahale ve tedavi sürecindemeslek kurallarını ihlal edip etmediğini, ihlal ettiyse ortaya çıkan zarar ile tıbbi müdahale arasında bir illiyet bağının olup olmadığını ortaya koyacak bir bilirkişi incelemesi yapılmalıdır. Bilirkişi raporunun yeterliliğinden bahsedebilmek için raporun somut olaya uygun uzmanlığa sahip tıp mesleği mensubu kişilerce hazırlanması, bunun yanında raporda yukarıda anılan hususların araştırılıp tereddüde mahal vermeyecek şekilde açıklanması elzemdir.
26. Somut olayda ise başvurucular iddiasını üçüncü başvurucunun sakat kalmasında, seçilen doğum yöntemi ile doğumun gerçekleştirilmesi sırasındaki hatalı işlemlerin ve taburcu olurken sakatlığın söylenmemesi dolayısıyla tedaviye geç başlanmasının rolü olduğu hususlarına dayandırmaktadır. Başvurucuların bu esaslı itirazlarını bilirkişi raporunun kadın doğum uzmanı olmadan ve eksik incelemeyle hazırlandığı yönündeki iddialarını temellendirmede kullandığı ancak Mahkemenin bu iddiaları karşılayacak yeterlikte gerekçe sunmadan, dolayısıyla üçüncü başvurucunun sakat kalmasının hekim hatasından mı yoksa komplikasyondan mı kaynaklandığını tam olarak ortaya koymadan karar verdiği görülmüştür.
27. Bu durumda oluşabilecek komplikasyonlara ilişkin olarak bir araştırma yapılmamış ve bu konu açıklığa kavuşturulamamıştır. Ayrıca derece mahkemelerinin kararlarında, birinci başvurucunun taburcu olurken hastane yetkilileri tarafından söz konusu komplikasyonun bebeğin sağ kolunun sakatlığına neden olabileceğine ilişkin olarak kendisine bilgi verilmediğine dair şikâyetinin de tartışılmadığı görülmektedir. Sonuç olarak birinci başvurucunun vücut bütünlüğüne yönelik tıbbi müdahale sonrasında söz konusu komplikasyon iddiası yönünden mahkeme kararlarında konuyla ilgili ve yeterli bir gerekçe ortaya konulmadığı anlaşılmaktadır. Üstelik başvurucuların belirtilen iddia ve şikâyetleri, yargılamanın sonucuna doğrudan etki edebilecek mahiyettedir. Dolayısıyla yargısal makamlarca bu değerlendirmelerin yapılmaması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkı bakımından kamu makamlarının pozitif yükümlülüklerini yerine getirmedikleri kanaatine varılmıştır.
28. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığının korunması hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
III. GİDERİM
29. Başvurucular, ihlalin tespiti ile 3.000.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
30. Başvuruda kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiğiyargı mercilerince yapılması gereken iş, yenidenyargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).
31. Bu durumda başvurucuların kişinin maddi ve manevi varlığının korunması hakkına yönelik ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
32. Makul sürede yargılanma hakkının ihlalinin tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında net 47.000 TL manevi tazminatın başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
IV. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Kamuya açık belgelerde başvurucuların kimliğinin gizli tutulması talebinin KABULÜNE,
B. Adli yardım talebinin KABULÜNE,
C. 1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
D. 1. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
2. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
E. Kararın bir örneğinin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 9. İdare Mahkemesine (E.2009/1470, K.2013/1039) GÖNDERİLMESİNE,
F. Başvuruculara net 47.000 TL manevi tazminatın MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
G. 9.900 TL vekâlet ücretinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
H. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
İ. Kararın bir örneğinin bilgi için Danıştay Onbeşinci Dairesine (E.2013/14014, K.2018/3307) ve Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 7/12/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.