TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
İBRAHİM KANBAL BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2019/6690)
Karar Tarihi: 16/3/2022
R.G. Tarih ve Sayı: 7/7/2022 - 31889
Başkan
:
Kadir ÖZKAYA
Üyeler
Engin YILDIRIM
M. Emin KUZ
Basri BAĞCI
Kenan YAŞAR
Raportör
Volkan ÇAKMAK
Başvurucu
İbrahim KANBAL
Vekili
Av. Berna KARADAŞ
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, kamu makamları tarafından öngörülebilir ve önlenebilir nitelikteki canlı bomba saldırısı sonucu meydana gelen yaralanma ile olaydan kaynaklanan maddi ve manevi zararların tazmini istemiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 25/2/2019 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla temin edilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Bazı sivil toplum kuruluşlarınca gerekli yasal izinler alınarak 10/10/2015 Cumartesi günü 12.00-16.00 saatleri arasında Ankara'da barış, emek ve demokrasi konulu bir miting yapılması kararlaştırılmıştır. Planlamaya göre farklı şehirlerden gelen gruplar Ankara Tren Garı'nda toplanacak ve Talatpaşa Bulvarı, Opera Meydanı ile Atatürk Bulvarı'nı takiben Sıhhıye Meydanı'na yürüyecektir. Başvurucu da mitinge katılmak için Malatya'dan Ankara'ya gelmiştir.
9. Ankara Tren Garı önünde 10/10/2015 tarihinde toplanan kalabalığın hazırlıkları sürerken saat 10.04 sıralarında peş peşe iki patlama meydana gelmiş, olay nedeniyle pek çok kişi ölmüş, aralarında başvurucunun da olduğu birçok kişi yaralanmıştır.
10. Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesince düzenlenen belgelere göre başvurucu, sol dizinden ve sağ ayağından yaralanmış; yaralanmanın olduğu bölgelere şarapnel parçaları isabet etmiştir. Başvurucu ilk müdahalenin ardından Malatya'daki İnönü Üniversitesi Turgut Özal Tıp Merkezine sevk edilmiştir. Anılan Merkezde 11/10/2015 tarihinde yapılan cerrahi operasyon ile yaralanmanın olduğu bölgedeki şarapnel parçaları -yabancı cisimler- çıkarılmıştır.
11. İçişleri Bakanlığı, başka hususlar yanında olay öncesinde yeterli güvenlik önlemlerinin alınıp alınmadığı konusunda iki mülkiye başmüfettişi ile iki polis başmüfettişine ön inceleme yaptırmıştır. Ön inceleme sonunda hazırlanan raporda başka hususlar yanında şu tespitler yer almaktadır:
- 2015 yılı başından itibaren İstihbarat ve Terörle Mücadele (TEM) Şube Müdürlüklerine değişik kaynaklardan birçok istihbarat bilgisi gelmiştir. Bu istihbarat bilgilerinin büyük çoğunluğu ya yer, zaman ve kişiye ilişkin somut bilgiler ihtiva etmemiş ya da teyide muhtaç niteliktedir ancak sözü edilen istihbarat bilgilerinin yine de güvenlik tedbirlerinin planlamasında dikkate alınması gerekir. 2015 yılında DEAŞ terör örgütü ile ilişkili istihbaratın fazlalığına rağmen Ankara Tren Garı önünde canlı bomba terör eylemini gerçekleştiren Y.E.A.nın da aralarında olduğu bazı şahısların canlı bomba eyleminde bulunabileceğine ve irtibatlı oldukları DEAŞ terör örgütünün Diyarbakır ve Suruç terör eylemlerinden sonra ülkemizde ses getirecek başka terör eylemi hazırlığı içinde olduğuna, halkın kalabalık olduğu yerlerde, toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde birden fazla canlı bomba eylemi yapabileceğine yönelik istihbaratlar son derece önemlidir. Zira toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin yoğun olarak yapıldığı illerin başında Ankara gelmektedir. Bu sebeple anılan nitelikteki bilgilerin toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin güvenliğini planlamakla sorumlu il emniyet müdürü, emniyet müdür yardımcısı, emniyet birimleri hatta vali ile paylaşılması gereklidir. Buna rağmen TEM Şube Müdürlüğü, emniyet tedbirlerinin gözden geçirilmesi veya sıklaştırılması amacıyla emniyet birimlerine çoğunlukla aynı içerikli yazılar göndermiştir (ön incelemeyle ilgili süreç için bkz. Hasan Kılıç B. No: 2018/22085, 27/1/2021, §§ 11-14).
12. Başvurucu 2/12/2015 tarihinde İçişleri Bakanlığına başvuruda bulunarak bombalı saldırı sonucu uğradığını ileri sürdüğü zararları için tazminat isteminde bulunmuştur.
13. Talebin reddi üzerine başvurucu 4/4/2016 tarihinde Ankara 12. İdare Mahkemesi (İdare Mahkemesi) nezdinde 25.000 TL maddi ve 75.000 TL manevi tazminat istemli tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu özetle basında yer alan bazı haberleri de esas alarak saldırı gerçekleşebileceği yönünde istihbarat bilgisine sahip olmasına rağmen idarenin saldırının önlenmesi ve mitingle gösteri yürüyüşünün sağlıklı bir şekilde yapılması için gerekli tedbirleri almadığına ilişkin birçok iddiada bulunup güvenlik güçlerinin ölenlerin, yaralananların ve yaralılara yardım edenlerin üzerine olaydan sonra gaz bombası atıp cankurtaranların olay yerine ulaşmasını ve ilk yardım çalışmalarını fiilen engellediğini ileri sürmüştür. Bununla birlikte başvurucu, gazlı müdahaleye maruz kaldığına ve/veya kendisine yapılacak tıbbi müdahalenin fiilen engellendiğine yönelik bir iddiayı açık şekilde dile getirmemiştir.
14. Dava dilekçesinde delil olarak canlı bomba saldırısını gerçekleştiren kişiler hakkında yürütülen ceza soruşturmasına değinen başvurucu; İdare Mahkemesinden DEAŞ saldırılarına ilişkin uyarı yazılarının ilgili yerlerden getirtilmesini, DEAŞ ile ilgili istihbarat bilgilerinin temini için yazışma yapılmasını, Şanlıurfa'nın Suruç ilçesindeki canlı bomba saldırısını gerçekleştirenlerin terör örgütü üyeliği nedeniyle daha önce yürütülmüş soruşturma dosyasının celbini istemiştir. Ayrıca başvurucu; Adıyaman'da bulunan birimlerle yazışma yapılarak DEAŞ faaliyetleri hakkında yürütülen soruşturma dosyalarının istenmesini, olay nedeniyle yürütülen disiplin soruşturmalarına ilişkin dosyaların İçişleri Bakanlığından getirtilmesini, bir siyasi partinin mitingine ve binalarına yapılan saldırılar ile Suruç'ta gerçekleşen saldırıyla ilgili olarak yürütülen soruşturmalar hakkında Bakanlıktan bilgi istenmesini, askerî personelin saldırı öncesinde canlı bomba konusunda uyarılıp uyarılmadığı hususunda Millî Savunma Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığıyla yazışma yapılmasını talep etmiştir. Bunların yanında başvurucu; miting öncesinde mitinge katılan kişilerin güvenliğinin sağlanması için yapılan planlamalara, alınan fiilî tedbirlere, kararlara ve istihbarat bilgilerine, miting için şehir dışından gelenleri taşıyan otobüslerin aranıp aranmadığına ilişkin tüm bilgi ve belgelerin (yazışmalar, görüntü kayıtları, fotoğraflar, telsiz ve telefon görüşmelerine ilişkin kayıtlar) Ankara Valiliği ile Ankara Emniyet Müdürlüğünden temin edilmesi gerektiğini ifade etmiştir.
15. İçişleri Bakanlığı yaşanan olay hakkında yapılmış bir ihbarın bulunmadığını, idarenin hizmet kusurundan kaynaklanan bir güvenlik açığı olmadığını, idarenin üzerine düşen dikkat ve özeni gösterdiğini, olayın bir terör saldırısı olduğunu, patlamaların miting alanı dışında ve miting için kararlaştırılan zaman diliminden önce yaşandığını, Anayasa'nın devlete yüklediği pozitif yükümlülüklerin yetkililer üzerinde aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanamayacağını, uyuşmazlığın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun çerçevesinde çözülmesi gerektiğini, 5233 sayılı Kanun'un yürürlüğe girmesinden sonra idarenin terör olaylarından kaynaklanan zararlar dolayısıyla sosyal risk ilkesi çerçevesinde dahi sorumlu tutulamayacağını ve manevi zararların 5233 sayılı Kanun kapsamında olmadığını savunmuştur.
16. Diğer davalı Ankara Valiliği de İçişleri Bakanlığının savunmaları ile benzer şekilde savunma yapmıştır. Ayrıca Ankara Valiliği savunma ekinde, olay sonrası idareye yönelik -bir başka tam yargı davasında ileri sürülen- hizmet kusuru iddialarını yanıtlayan 17/3/2016 tarihli Ankara İl Emniyet Müdürlüğü yazısını, olayda zarar gören kişilerin kimler olduğunu gösteren listeyi, başvurucunun tazminat talebi sürecine ilişkin yazışmaları, 10/10/2015 tarihli toplantıya izin verilmesine dair Ankara Valiliği yazısını, olay sonrası sağlık hizmeti sunumuna dair Ankara İl Sağlık Müdürlüğü yazısını ve Olay Tutanağı'nı Mahkemeye sunmuştur. Sunulan belgeler arasında başvurucunun dava dilekçesinde talep ettiği -olayın öncesine ilişkin süreçle birlikte çok boyutlu olarak aydınlatılmasını sağlayacak- nitelikte bilgi belge bulunmadığı görülmektedir.
17. İdare Mahkemesi, yargılama sürecinde üç ara kararı vermiştir. Bu kararlar başvurucunun sağlık durumunu tespite dair kararlar ile Ankara Valiliğinin hasım konumuna alınmasına ilişkindir. İdare Mahkemesinin ayrıca bir başka uyuşmazlık üzerinden İçişleri Bakanlığının hazırladığı ön inceleme raporunu irdelediği anlaşılmıştır. Bu hususların dışında Mahkemenin herhangi bir yazışma yapmadığı görülmüştür.
18. İdare Mahkemesi 13/6/2018 tarihli kararı ile davayı kısmen kabul kısmen reddederek başvurucuya 30.000 TL manevi tazminat ödenmesine, diğer taleplerin ise reddine hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
“...Terör eylemleri, niceliksel olarak zayıf olan grupların, büyük ses getirici, zarar verici eylemler yoluyla şiddetli korku yayarak, kişilere güvensiz bir ortamda oldukları duygusunu vermek suretiyle, toplumsal barış ve huzuru bozarak, değişik toplumsal grupların, toplumun bütününü oluşturan her türlü insan kaynağının birbiri ile, kamusal yapı ile, ya da Devlet tüzel kişiliği ile arasındaki bağı zayıflatıp, kargaşaya, kaosa yol açmak amacıyla yapılmaktadır. Bugünkü imkanlarla Dünya'nın en gelişmiş ülkelerinde bile terör olaylarının tamamen önlenmesi mümkün olamamaktadır.
Her ne kadar terör olaylarını tamamen önlemek mümkün değil ise de, yapılacak saldırıların sayısını, terörün psikolojik etkisini azaltmak mümkündür. Bunun için özellikle istihbarat faaliyetleri büyük önem taşımakta olup, aynı zamanda yetkili birimlerce, her türlü terör saldırısına karşı, ayrım gözetmeksizin tüm yurttaşlar için, ülkenin her yerinde, imkanların elverdiği ölçüde azami güvenlik tedbirlerinin alındığı yönünde güven telkin edici faaliyetlerde bulunulmasının terörle ulaşılmak istenen güvensizlik kaygısının azalmasını sağlayacağı, böylelikle terör eylemlerine karşı direnç ve tahammülün artacağı, aksi durumda en ufak bir ihmalin dahi hayati risk oluşturacağı ve terörün birinci hedefi olan güvenlik algısında büyük tahribata yol açacağı tartışmasızdır.
Kaldı ki kişilerin can ve mal güvenliğinin korunması Devletin asli görevidir. İdarenin bu görevi yerine getirmek, kamu düzeni ve esenliğini sağlamak üzere kolluk örgütünü kurması, gerekli araç ve olanakları sağlaması, yeterli önlemleri zamanında alması gerektiği açıktır.
Dava konusu uyuşmazlıkta; dava dosyasında ve emsal dava dosyası ekinde yer alan tüm bilgi ve belgeler ile yukarıda içeriği belirtilen Ön İnceleme Raporunun birlikte değerlendirilmesinden; yaşanan patlama olayını da kapsayacak şekilde elinde yakın tarihli istihbari bilgi bulunan idarenin, önceki standart uygulamasından dahi ayrılarak, bu bilginin ilgili birimlere iletilmesi, güvenlik tedbirlerinin alınması noktasında gerekli ve yeterli hassasiyeti göstermediği ve bu suretle hizmet kusuru bulunduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Öte yandan manevi tazminat; kişinin malvarlığında meydana gelen eksilmeyi karşılamaya yönelik bir tazmin aracı olmayıp, kişinin manevi yaşamında ortaya çıkan acı ve elemin azaltılmasına yönelik tatmin amacı olma yönü ağır basan bir tazminat türüdür. Dolayısıyla manevi zararın, zenginleşmeye yol açmayacak miktarda, ancak idarenin kusuru da dikkate alınarak saptanması zorunludur.
Bu durumda; yakın zamanda benzeri terör olayları yaşandığı ve terör, güvenlik gibi konularda eğitimi olmayan kişilerce dahi olası bir terör eylemi korkusuyla yakınlarının kalabalık yerlerden uzak durulması konusunda uyarıldığı, yaygın şekilde terör saldırısı beklentisi olan bir dönemde elde edilen hayati önemdeki istihbari bilginin özellikle miting gibi kalabalık alanlarda canlı bomba eylemine ilişkin olmasına rağmen, bu konuda önlem alması gereken birimlere iletilmesinde mülkiye müfettişlerince tespit edilen, ancak yukarıda belirtilen hususlar ve uzun süreli terör deneyimi olan bir Devlet'te ihmal olarak nitelendirilmesi mümkün olmayan kusurlu davranış sonrası istihbari bilgide yer alan doğrultuda gerçekleşen canlı bomba eyleminden kaynaklı yaralanma olayında idarenin gerekli ve yeterli özeni göstermemesi nedeniyle hizmet kusurunun bulunduğu sonucuna varılmaktadır..
...
... dava konusu olay nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen maddi zararını tevsik eden herhangi bir bilgi ve belgenin de dava dosyasına sunulmadığı görüldüğünden, davacının dava konusu olay nedeniyle tazmini gereken maddi bir zararının olmadığı sonucuna ulaşıldığından, davacının maddi tazminat isteminin reddi gerekmektedir.”
19. Başvurucu ile davalı idareler, İdare Mahkemesi tarafından verilen karar aleyhine istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Başvurucu, istinaf istemine ilişkin dilekçesinde dava dilekçesindekine benzer nitelikte iddialar ile manevi tazminatın yeterli olmadığını ve maddi tazminat talebinin reddinin hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür.
20. Ankara Bölge İdare Mahkemesi 10. İdari Dava Dairesi (Daire) başvurucunun istinaf istemini reddetmiş, idarenin istinaf istemini ise kısmen kabul ederek olayda idarenin hizmet kusurunun bulunmadığını belirtmek suretiyle sosyal risk ilkesi gereği başvurucuya 15.000 TL ödenmesine kesin olarak karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"...
Dosyada bulunan bilgi ve belgelerden, 10.10.2015 tarihinde Ankara Tren Garı önünde saat 10.04'te iki ayrı patlama meydana geldiği, çok sayıda vatandaşın hayatını kaybettiği ve yaralandığı, 22.09.2015 tarihli müracaat dilekçesiyle mitingi düzenleyen kuruluşları temsil eden Düzenleme Kurulunun 10.10.2015Cumartesi günü saat 08.30-16.00 saatleri arasında Ankara Garı önünde toplanıldıktan sonra buradan Sıhhiye Meydanına yürümek suretiyle 'Sıhhiye Meydanında Savaşa İnat, Barış Hemen Şimdi, Barış, Emek, Demokrasi' adı altında yürüyüş ve açık hava toplantısı düzenlenmesinin talep edildiği, Valilik Makamı tarafından izin verilmesinin ardından mitingin başlama saatinin, miting alanı trafiğe kapatılacağından vatandaşların mağdur olmaması için saat 08.30'dan 12.00'e çekildiğinin bildirildiği, 30.09.2015 tarihinde Düzenleme Kurulu üyelerinin Emniyet Müdürlüğüne davet edilerek miting ile ilgili gerekli uyarılarda bulunulduğu, görüş alışverişi yapıldığı, Ankara Valiliği Emniyet Müdürlüğü sorumluluk bölgesinde 10.10.2015 günü saat 08.00-24.00 saatleri arasında kişilerin üstleri ile araçlarının, özel kağıtlarında ve eşyalarında önleme araması yapılması yönünde Ankara 1 nci Sulh Ceza Hakimliğinden 2559 Sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanununun 9 ncu maddesi ile Adli ve Önleme Arama Yönetmeliğinin 19 ncu maddesi gereğince gerekli iznin alındığı, bu durumun görevli tüm personele tebliğ edildiği, miting günü saat 08.00'den itibaren bir Vali Yardımcısı Başkanlığında Asayiş Harekat Merkezinin kurulduğu, İl Jandarma Komutanlığından meydana gelebilecek olayların önlemesi amacıyla 'Hazır Kıta Kuvveti Görevlendirmesi' nin talep edildiği, olay günü 08.00'den itibaren toplantı alanı ve yakın çevresinde bulunan çöp konteynırlarının kaldırılması, çöp bidonlarının boşaltılmasının Büyükşehir Belediye Başkanlığından istenildiği, Ankara Tren Garı ile Sıhhiye Meydanı ve yakın çevresi tüm elektrik /trafo panolarının miting alanında görevli emniyet görevlilerince kontrol edilerek kilitlenmesinin Tedaş Genel Müdürlüğünden talep edildiği, alınan emniyet tedbirleri için 500 bariyerin Konya İl Emniyet Müdürlüğü'nden talep edildiği, olay günü ise sabah 08.00'dan itibaren toplanma yerinin bomba, patlayıcı madde gibi malzemelerden temizlenmesi ve vatandaşlarla görevli emniyet personelinin can ve mal güvenliği için Bomba İmha Uzmanı ekiplerce saat 08.00'den itibaren güzergah aramasının yapıldığı, 2044 personel görevlendirmesinin planlandığı, bu personelden 129 personelin ilk toplanma alanı olan Tren Garı önü ve çevresinde görevlendirildiği, toplanma yerinde görevlendirilen personele alınması gerekli tedbirler konusunda gerekli bilgilendirmelerin yapıldığı, il dışından gelen araçların yönlendirilecekleri alanlar için Trafik Şube Müdürlüğü ekiplerinin bilgilendirildiği, toplanma yerinde Terörle Mücadele ve İstihbarat Şube Müdürlüğünden yeteri kadar personelin şubeleri yönünden gerekli çalışmaların yapılmasının tedbir yazısında istenildiği hususların, Ankara Valiliği İl Emniyet Müdürlüğünün 17.03.2016 tarihli cevabi yazısından anlaşılmıştır.
23.10.2015 tarihli olay tutanağının incelenmesinden; miting alanı ve çevresinde alınan güvenlik önlemlerinin ve tedbirlerinin yazılı olduğu, arama noktalarına yakın yerlerde kamyonet, kapalı kasa kamyonet, panelvan tipi araç, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde bulunan illere ait plakalı araç varsa uzman ekipler ile kontrol edilerek kaldırılması talimatlarının verildiği, sabah 07:15'den itibaren katılımcı grupların Ankara Tren Garı önüne gelmeye başladıkları, saat 07.39 itibariyle bölgeye intikal eden otobüs sayısının 34, kişi sayısının ise 1.500 olduğu, bu sayının 07:49'da 2.500 kişiye ulaştığı, Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi önünde, Mithatpaşa ve Necatibey Caddeleri ile Ankara Adliyesi bölgelerinde arama noktaları oluşturulduğu, saat 09:20 itibariyle tren garındaki kişi sayısının 8.000 civarında olduğu, Sıhhiye Meydanı miting alanında bomba aramasının yapıldığı, saat 09:51 itibariyle Tren Garı önünde son sayının 10.000 civarında olduğu, saat 10:00 sıralarında Tren Garı önünde bulunan kalabalık grubun içinden peş peşe 2 kez patlama sesinin duyulduğu, orada bulunan kalabalığın güvenli bölgelere uzaklaşmaları yönünde ikaz ve uyarılar yapıldığı, yaralıların hastanelere ulaşması için gerekli acil önlemlerin alındığının belirtildiği anlaşılmıştır.
Dava dosyasında bulunan Emniyet Genel Müdürlüğü'nün 13.01.2016 tarihli yazısından, 10.10.2015 tarihinde Ankara Tren Garı önünde meydana gelen patlama olayı ile ilgili yapılmış bir ihbarın tespit edilemediği, İl genelinde yapılan güvenlik tedbirlerinin Ankara Güvenlik Şube Müdürlüğü tarafından belirlendiği, Ankara İstihbarat Şube Müdürlüğü'nde görevli 39 personelin miting alanında, 295 personelin ise Ankara İstihbarat Şube Müdürlüğü'nde görevli olduğu anlaşılmıştır.
Ayrıca, davalı İçişleri Bakanlığı savunmasında, söz konusu olayla ilgili Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçlar Soruşturma Bürosu tarafından iddianame tanzim edildiği, söz konusu iddianamede, 10.10.2015 tarihinde Ankara Tren Garı önünde meydana gelen terör saldırısı eylemini azmettiren, yardım eden ve iştirak eden kamu görevlisi olduğuna dair bilgi, belge ve delil elde edilemediği hususlarının belirtildiği görülmüştür.
Öte yandan; dava dosyasında, Ankara Tren Garı patlamasıyla ilgili olarak hiç bir Emniyet mensubunun görevini ihmal etmesinden veya kötüye kullanmasından dolayı adli veya idari soruşturma nedeniyle ceza aldığına veya dava açıldığına dair bir bilgi ve belgenin de bulunmadığı görülmüştür.
Hizmet kusurunda idarenin eylemi ile zarar arasında nedensellik bağının ve kusurun varlığının net olarak ortaya konması gereklidir. Sadece genel mahiyette olan istihbari nitelikte bir bilginin yazılı şekilde ve resmi yoldan Ankara Güvenlik Şube Müdürlüğü'ne ve diğer birimlere iletilmemesinin tek başına idarenin kusurlu olduğunu söylemek için yeterli olmayacağı, kaldı ki, Emniyet Ekiplerince mitingden önce canlı bomba konusunda görevli ekiplerin bilgilendirildiği, daha önce yazılan tedbir yazıları doğrultusunda buna yönelik tedbirlerin alındığı anlaşılmış olup, söz konusu terör olayının gerçekleşmesinde dava dosyasındaki bilgi ve belgeler ışığında idarenin hizmet kusurunun bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır.
Kamu düzenini bozmaya ve anayasal düzeni yıkmaya yönelik terör olayları sırasında zarar görenlerin bu zararlarının sosyal risk ilkesi gereğince idarece karşılanması gerekmektedir. Çünkü bu eylemlerden zarar görenler, kendi kusurları nedeniyle değil, toplumun içinde bulunduğu kargaşadan zarar görmektedirler. Bu özel ve olağandışı zararların idarece nedensellik bağı aranmaksızın giderilmesi ve topluma pay edilmesi gerekir.
Bu durumda; somut terör eyleminin niteliği gereği olayın, bizatihi maksat ve hedefinin devlet ve onu teşkil eden toplum olması, özünde bu toplumun bir ferdi olarak davacıların yakınının vefat etmesi nedeniyle davacıların uğradığı manevi zararın duyulan ızdırap ve elemin ağırlığı ölçüsünde sosyal risk ilkesine göre tazmin edilmesi gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır.
Manevi tazminat, patrimuanda meydana gelen bir eksilmeyi karşılamaya yönelik bir tazmin aracı olmayıp, manevi tatmin aracıdır.
Manevi tazminata hükmedilmesi için kişinin fizik yapısını zedeleyen, yaşama ve kazanma gücünün azalması sonucu doğuran olayların meydana gelmesi veya idarenin hukuka aykırı bir işlem veya eylemi sonucunda ağır bir elem ve üzüntünün duyulmuş olması veya şeref ve haysiyetinin rencide edilmiş bulunması gerektir.
Hükmedilecek tazminat miktarı zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek fonksiyonu olan özgün bir nitelik taşır. Bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktar, mevcut halde elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır.
Bu durumda; ... takdiren 15.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmiştir."
21. Başvurucu, nihai hükmü 28/1/2019 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 25/2/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
22. İlgili hukuk için bkz. Hüseyin Uzunyayla, B. No: 2018/31464, 15/6/2021; Ali Hıdır Tekin, B. No: 2018/35243, 15/9/2021.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
23. Anayasa Mahkemesinin 16/3/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Adli Yardım Talebi Yönünden
24. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler dikkate alınarak geçimini önemli ölçüde güçleştirmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucunun adli yardım taleplerinin kabulüne karar verilmesi gerekir.
B. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
25. Başvurucu; devletin kusuru nedeniyle önleyemediği terör saldırısı sonucu yaralandığını, kusur sorumluluğuna istinaden dava açtığını ancak ileri sürülen iddialar dikkate alınmadan, yeterli araştırma yapılmadan ve olayda hizmet kusurunun neden bulunmadığı doyurucu şekilde açıklanmadan karar verildiğini belirterek yaşam hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
26. Bakanlık görüşünde öncelikle başvurucu lehine sosyal risk ilkesi uyarınca hükmedilen manevi tazminata ve İdare Mahkemesinin başvurucunun maddi tazminat talebini reddetmesinin gerekçesine işaret edilerek başvurucunun uğradığı zararın giderildiği ve bu nedenle başvurucunun mağdur sıfatının ortadan kalkıp kalkmadığının değerlendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Anılan görüşte daha sonra miting için alınan tedbirler açıklanarak bireysel bir olay olan terör eylemine yönelik herhangi bir ihbarın ya da istihbari bilginin idareye intikal etmediği, terör olaylarının tamamen önlenmesinin mümkün olmadığı, olayda devletin kusurlu sorumluluğunun bulunduğunu kabul etmenin kamu makamları üzerinde aşırı yük meydana getirecek bir yorum olacağı, başvurucunun yaralanmasına sebep olan patlamanın terör örgütüyle bağlantılı olarak organize edilen bir eylem olduğu ve zararın üçüncü şahısların kusurundan doğduğu belirtilmiştir. Bakanlık görüşünde son olarak idareye karşı hizmet kusuru ya da sosyal risk ilkelerine dayanarak açılan tam yargı davalarında terör olayları nedeniyle ödenmesine hükmedilen tazminat miktarlarının birbirinden çok farklı olmadığı, başvurucuya ödenen tazminatın yeterli olduğu, yaşam hakkının içerdiği pozitif yükümlülük kapsamında yargı sürecinin gerçekleşen zararın nedenlerini tespit etme ve zararı giderme bakımından yeterince etkili şekilde işlediği ifade edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
C. Değerlendirme
1. Uygulanabilirlik ve İddiaların Nitelendirilmesi Yönünden
27. Başvuruya konu olay, miting için toplanan kalabalığın bulunduğu bir yerde üzerindeki patlayıcı maddeleri patlatan iki kişinin saldırısı sonucu gerçekleşmiş ve öldürücü niteliği konusunda şüphe bulunmayan bu saldırı nedeniyle pek çok kişi ölmüş, aralarında başvurucunun da bulunduğu birçok kişi de yaralanmıştır. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetinin özü ve başvuruya konu olayın niteliği dikkate alındığında değerlendirme, ileri sürülen diğer hak ihlali iddialarıyla bir bütün olarak yaşam hakkı kapsamında yapılacaktır.
28. Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadına göre bir olayda yaşam hakkına ilişkin ilkelerin uygulanabilmesi için gerekli şartlardan biri doğal olmayan bir ölümün gerçekleşmesi olmakla birlikte bazı durumlarda ölüm gerçekleşmese dahi olayın yaşam hakkı çerçevesinde incelenebilmesi mümkündür (Mehmet Karadağ, B. No: 2013/2030, 26/6/2014, § 20). Ölümle sonuçlanmayan bir olaya ilişkin başvuru da somut olayın koşulları dikkate alınarak -mağdura karşı gerçekleştirilen eylemin niteliği ve failin amacı gibi- yaşam hakkı kapsamında incelenebilir (Yasin Ağca, B. No: 2014/13163, 11/5/2017, § 109). Bu değerlendirme yapılırken eylemin potansiyel olarak öldürücü niteliği olup olmadığı ve maruz kalınan eylemin mağdurun fiziki bütünlüğü üzerindeki sonuçlarının değerlendirilmesi gerekir (Yasin Ağca, § 110).
29. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak “Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes, yaşama... hakkına sahiptir.”
30. Anayasa’nın “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Devletin temel amaç ve görevleri, … kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
2. İncelemenin Kapsamı Yönünden
31. Başvurunun yaşam hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği sonucuna varılması sonrasında incelemenin kapsamı belirlenmelidir.
32. Yaşam hakkını güvence altına alan Anayasa'nın 17. maddesi, devletin temel amaç ve görevlerini düzenleyen Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete birtakım negatif ve pozitif yükümlülükler yükler (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 50).
33. Anılan pozitif yükümlülükler kapsamında devlet, yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını kamu görevlilerinin, diğer bireylerin ve hatta kişinin kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma ödevi altındadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 51). Sözü edilen koruma ödevini yerine getirilebilmesi için devletin;
i. Yaşam hakkına yönelen tehdit ve risklere karşı caydırıcı ve koruyucu yasal ve idari çerçeve oluşturması (İpek Deniz ve diğerleri, B. No: 2013/1595, 21/4/2016, § 149),
ii. Bir kişinin yaşamına yönelik gerçek ve yakın bir tehlikenin bulunduğunun kamu makamlarınca bilindiği ya da bilinmesi gerektiği durumlarda, görevlileri aracılığıyla makul ölçüler çerçevesinde ve bu tehlikenin gerçekleşmesini önleyebilecek şekilde önlemler alması (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 53),
iii. Önceden belirlenebilir bir veya daha fazla bireyin yaşamına yönelik bir tehdit söz konusu olmasa bile kişilerin yaşamını korumak için genel güvenlik tedbirleri alması gerekir (Mehmet Çetinkaya ve Maide Çetinkaya, B. No: 2013/1280, 28/5/2014, § 59).
34. Bununla birlikte özellikle insan davranışlarının öngörülemezliği, öncelikler ve kaynaklar değerlendirilerek yapılacak işlem veya yürütülecek faaliyet tercihi dikkate alındığında sözü edilen pozitif yükümlülük kamu makamları üzerinde aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanamaz (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 53) ve yaşam hakkının gerektirdiği pozitif yükümlülüklerin yerine getirilmesi kapsamında alınacak tedbirlerin belirlenmesi idari ve yargısal makamların takdirinde olan bir husustur.
35. Hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması adına pek çok yöntem benimsenebilir ve mevzuatta düzenlenmiş herhangi bir tedbirin yerine getirilmesinde başarısız olunsa bile pozitif yükümlülükler diğer bir tedbirle yerine getirilebilir (Bilal Turan ve diğerleri (2), B. No: 2013/2075, 4/12/2013, § 59).
36. Başvurucu, yaşam hakkının usul boyutu yanında devletin kusuru nedeniyle gerçekleşen terör saldırısı sonucu yaralandığından yaşam hakkının koruma yükümlülüğüne ilişkin maddi boyutunun da ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Ne var ki bu iddia hakkında değerlendirme yapılmasına imkân sağlayacak nitelikteki kanıt, Anayasa Mahkemesinin elinde bulunmamaktadır. Dolayısıyla yaşam hakkı kapsamında yapılacak inceleme bu aşamada yaşam hakkının usul boyutuyla sınırlı olacaktır.
37. Ayrıca incelemenin kapsamı bağlamında belirtilmesi gerekir ki Anayasa Mahkemesi, yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetleri devletin negatif ve pozitif yükümlülüklerini dikkate alarak maddi ve usul boyutları bakımından ayrı ayrı incelemektedir. Devletin negatif yükümlülüğü, kamusal bir yetkiyle güç kullanan görevlilerin kasıtlı ve hukuka aykırı bir şekilde hiçbir bireyin yaşamına son vermeme ödevini (öldürmeme yükümlülüğü) içerirken pozitif yükümlülük hem her türlü tehlikeye karşı bireylerin yaşam hakkını korumayı (yaşamı koruma yükümlülüğü) hem de olayın niteliğine -yaşam hakkının kasten ihlal edilip edilmediğine- bağlı olarak cezai, hukuki ve idari nitelikte soruşturmalar yürüterek olayı soruşturma ve gerektiğinde ihlale uygun karşılık gelen yeterli yaptırımlara karar verme (usul yükümlülüğü) yükümlülüğünü içermektedir (Aziz Biter ve diğerleri, B. No: 2015/4603, 19/2/2019, § 58). Bu sebeple devletin bir ölümden kusursuz sorumluluk ilkeleri gereğince sorumlu olunduğuna ilişkin iddianın yaşam hakkı kapsamında incelenmesi mümkün değildir.
3. Kabul Edilebilirlik İncelemesi Yönünden
38. İdare Mahkemesi yürüttüğü yargılama sonunda başvurucuya, idarenin hizmet kusuruna dayalı olarak dava tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte 30.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Karar, Daire tarafından kaldırılmış ve idarenin hizmet kusurunun bulunmadığı ifade edilerek sosyal risk ilkesi gereği başvurucuya 15.000 TL manevi tazminat ödenmesine hükmedilmiştir.
39. Somut olayda olduğu gibi yaşam hakkının ihlaline kasten sebebiyet verilmediği hâllerde -bazı istisnaları bulunsa da- idari makamlar veya derece mahkemeleri tarafından ödenmesine karar verilen tazminatın başvurucuların mağdur sıfatını ortadan kaldırabilmesi için yaşam hakkının ihlalinin idari makamlar veya derece mahkemelerince açıkça veya en azından öz itibarıyla tespit edilmesi ve tazminat olarak ödenmesine karar verilen meblağın Anayasa Mahkemesinin benzer yaşam hakkı ihlallerinde hükmettiği meblağlarla uyumlu olması gerekir.
40. Daire, yaşamı koruma yükümlülüğünün ihlal edildiği yönünde bir tespitte bulunmamış; idarenin kusursuz sorumluluk ilkesi uyarınca olaydan sorumlu olduğunu kabul etmiştir. Bu sebeple başvurucunun ileri sürdüğü ihlal iddiası bağlamında mağdur sıfatının ortadan kalkmadığı açıktır. Ayrıca başvuruda herhangi bir kabul edilemezlik nedeni tespit edilmemiştir.
41. Açıklanan gerekçelerle yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
4. Esas İncelemesi Yönünden
a. Genel İlkeler
42. Anayasa Mahkemesinin yaşam hakkı kapsamında devletin sahip olduğu pozitif yükümlülükler açısından benimsediği temel yaklaşıma göre devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında gerçekleşen ölüm olaylarında Anayasa’nın 17. maddesi devlete, elindeki tüm imkânları kullanarak bu konuda ortaya konulmuş yasal ve idari çerçevenin yaşamı tehlikede olan kişileri korumak için gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup sorumluların ortaya çıkarılmasını sağlayacak etkili idari ve yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu yükümlülük -kamusal olsun veya olmasın- yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyeti kapsamaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 52).
43. Yaşam hakkı kapsamında hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat davalarında makul derecede ivedilik ve özen şartının yerine getirilmesi, dolayısıyla derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri yargılamalarda, Anayasa'nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede bir inceleme yapıp yapmadıklarının Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira derece mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer hak ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Perihan Uçar, B. No: 2013/5860, 1/12/2015, § 52).
44. Öte yandan söz konusu özen şartının yerine getirilmesi, yaşam hakkı ile ilgili her davada mutlaka mağdurlar lehine bir sonuca varılmasını garanti altına almamaktadır (Aysun Okumuş ve Aytekin Okumuş, B. No: 2013/4086, 20/4/2016, § 73).
b. İlkelerin Olaya Uygulanması
45. Başvurucu, İçişleri Bakanlığına yaptığı başvuru sonrası açtığı tam yargı davasında davalı idarenin yaşamı koruyucu önlemleri almadığına ilişkin olarak -olayın öncesi ve sonrasını kapsayacak şekilde- birçok iddiada bulunmuştur. Başvurucu ayrıca söz konusu iddialar yönünden elinde bulunmayan bazı delillerin toplanmasını talep etmiştir.
46. Yargılama sürecinde verilen nihai kararda (Daire kararında) olayın bir terör eylemi olduğu ve idarenin hizmet kusurunun bulunmadığı ifade edilmiştir. Daire, hizmet kusurunun bulunmadığı sonucuna ulaşırken İdare Mahkemesinin elde ettiği -davalı idarelerin savunma ekinde sunduğu- (bkz. §§ 11-17) delillerden farklı bir delile başvurmamış; bu hususta ayrıca yeni bir araştırma yapmamıştır. Bir başka ifadeyle Daire, İdare Mahkemesinin hizmet kusurunun var olduğu sonucuna ulaştığı belgeleri/delilleri esas alarak hizmet kusuru bulunmadığı yönünde -tam aksi- bir kanaate ulaşmıştır. Buradaki gerekçe öz olarak genel mahiyette olan istihbari nitelikte bir bilginin tek başına idarenin kusurlu olduğunu söylemek için yeterli olmayacağı hususudur. Daire bu sonuca ulaşırken -başvurucunun da olayın tüm boyutlarıyla aydınlatılması için talep etmiş olduğu- konuyla ilgili kurumlarla (emniyet birimleri, adli makamlar, istihbarat birimleri) herhangi yazışma yapmamış, bilgi talebinde bulunmamıştır. Başvurucu, ön inceleme raporundaki tespit ve değerlendirmelerden hareketle olayda davalı idarenin yaşamı koruyucu önlemler almadığına ve güvenlik güçlerinin patlamalardan sonraki müdahalelerinin saldırının sonuçlarını ağırlaştırdığına yönelik iddialarını dile getirmiş ancak Daire, başvurucunun tüm iddialarını -olay öncesi, sonrası- kapsayacak biçimde açık bir değerlendirme yapmadan salt savunma ekinde yer alan belgelere dayanarak idarenin hizmet kusurunun bulunmadığı sonucuna ulaşmıştır.
47. Bölge İdare Mahkemesi -İdare Mahkemesinin değerlendirmeye esas aldığı verilerle- herhangi bir başkaca araştırma da yapmaksızın tam aksi yönde bir değerlendirmede bulunurken bu gibi toplantılarda ne şekilde önlem alınacağına/toplantıya katılan kişi sayısına göre ek önlemler alınması gerekip gerekmediğine ilişkin herhangi bir veriye/görüşe/araştırmaya dayanmaksızın sadece davalı kurumdan gelen yazılara istinaden tedbirlerin alındığına ilişkin bir karar verdiği görülmektedir. Bu türden toplantılara yönelik -önceden istihbarat bilgisi edinilmiş olsun veya olmasın- saldırılara ilişkin olarak somut güvenlik tedbirlerinin yaşamı koruyucu nitelikte olup olmadıklarına ilişkin değerlendirmeler ulaşılan sonuç ne olursa olsun herhangi bir veriye/görüşe/araştırmaya dayanmadığı sürece tartışmalı olacaktır. Hatta bu tartışmalı olma durumu, somut olaydaki gibi -aynı verilerle- iki aksi yönde karar söz konusu olunca daha görünür ve isabetleri bağlamında sorgulanmaları bakımından daha elverişli hâle gelecektir. Dolayısıyla mahkemelerin bu tür durumlarda öncelikle risk ve güvenlik tedbiri bakımından mevcut durumu net olarak ve salt bir tarafın sunduğu bilgi ve belgelere dayanmadan ortaya koymaları, daha sonra da gerekirse uzman/bilirkişi konumundaki kişi/kurumlardan görüş alma (gerekirse emsal teşkil eden olaylarda öncesinde alınan tedbirler de özel olarak araştırılarak) yoluna gitmeleri gerekmektedir. Aksi hâlde verilecek kararın sonucu ne olursa olsun karar ve inceleme yöntemleri spekülasyona açık olacaktır.
48. Bu bağlamda başvurucunun açtığı tam yargı davasında idarenin yaşam hakkını koruyucu tedbirler almamasına yani olayda yaşamı koruma yükümlülüğünün ihlal edildiğine dayandığı ve meydana gelen olayın istihbarat birimlerinin de takip ettiği çok boyutlu bir vaka olması gözetildiğinde uyuşmazlığın çözümü için gerekli delillerin/verilerin toplanması ve başvurucunun anılan iddialarının karşılanması gerektiği açıktır. Tüm bu aktarılan tespitler ışığında -devletin yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülükleri bağlamında- hukuki sorumluluğun ortaya çıkarılması adına Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapılmadığı, sonuç olarak devlete ait pozitif yükümlülüklerin usul boyutunun gereği gibi yerine getirilmediği kanaatine ulaşılmıştır.
49. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
D. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
50. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
51. Başvurucu, ihlalin tespiti ile ihlalin giderilmesi için gerekli tedbirlerin alınmasını ve 100.000 TL maddi, 750.000 TL manevi tazminat ödenmesini talep etmiştir.
52. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
53. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
54 İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).
55. İncelenen başvuruda başvurucunun yaralanmasına neden olan olaydan yaşamı koruyucu önlemler almayan idarenin kusuruna istinaden sorumlu olduğuna ilişkin iddiaları yönünden uyuşmazlığın çözümü için gerekli delillerin toplandığının İdare Mahkemesince verilen kararda ortaya konulamaması, mevcut delillerin anılan kararda değerlendirilmemesi ve başvurucunun zikredilen iddialarının derece mahkemelerince verilen kararlarda karşılanmaması nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmiştir. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmıştır.
56. Bu durumda yaşam hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 12. İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.
57. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır (benzer yöndeki bir değerlendirme için bkz. Fatma Turan, B. No: 2014/7804, 10/6/2020, § 96).
58. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adli yardım talebinin KABULÜNE,
B. Yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
C. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Yaşam hakkının usul boyutunun ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin Ankara 12. İdare Mahkemesine (E.2016/1628, K.2018/1233) GÖNDERİLMESİNE,
E. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,
F. 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
G. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 16/3/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.