TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
AHMET BURSALI VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2020/11909)
Karar Tarihi: 7/1/2025
Başkan
:
Hasan Tahsin GÖKCAN
Üyeler
Recai AKYEL
Selahaddin MENTEŞ
Muhterem İNCE
Yılmaz AKÇİL
Raportör
Olcay ÖZCAN
Başvurucular
1.Ahmet BURSALI
2. Gülden TÜRKYILMAZ
3. Nevhal BURSALI
4. Salim BURSALI
Vekilleri
Av. Tuncay AKINCI
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; tapu iptal ve tescil talebinin kesin hüküm ve hak düşürücü süre yönünden, tazminat talebinin ise zaman aşımına dayalı olarak reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 9/3/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
3. Başvuru belgelerinin bir örneği, bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar şöyledir:
5. 16/8/1947 tarihli kök tapu kayıtlı 9.190 m² yüz ölçüme sahip taşınmaz başvurucuların murisi S. kızı F.B. adına kayıtlıdır.
6. 24/3/1987 tarihinde kesinleşen kadastro uygulaması sonucunda İzmir'in Karaburun ilçesi İskele Mahallesi'nde bulunan 158 ada 21 parsel sayılı taşınmaz 16/8/1947 tarihli kök tapu kaydına dayanılarak başvurucuların murisi F.B. adına, aynı yerde bulunan 158 ada 15 ve 22 parsel sayılı taşınmazlar ise Maliye Hazinesi (Hazine) adına tespit ve tescil edilmiştir.
A. 158 Ada 15 ve 22 Parsel Sayılı Taşınmazlara İlişkin İlk Dava Süreci
7. K.B., C.B. ve N.B. 23/11/1990 tarihinde Hazine aleyhine Karaburun Asliye Hukuk Mahkemesinde (Asliye Hukuk Mahkemesi) tapu iptali ve tescil davası açmıştır. Davacılar bu davada 158 ada 15 ve 22 parsel sayılı taşınmazların murisleri F.B.ye ait kök tapu kaydı kapsamında kaldığını ve kendi adlarına tescil gören aynı yerdeki 21 parsel sayılı taşınmaz ile bir bütün olduğu hâlde Hazine adına tespit gördüğünü ileri sürmüştür.
8. Asliye Hukuk Mahkemesi 27/1/1995 tarihinde davanın kısmen kabulüne, 22 No.lu parselin tamamının, 15 No.lu parselin ise 2.102 m²lik kısmının tapu kaydının iptaline ve veraset ilamındaki payları oranında davacılar adına tesciline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde 16/8/1947 tarihli kök tapu kaydının kadastro sırasında yanlışlıkla 21 No.lu parsele uygulandığını, aslında dayanak tapunun 22 No.lu parselin tamamı ile 15 No.lu parselin 2.102 m²lik kısmını kapsadığını ifade etmiştir.
9. Hazinenin temyiz talebini değerlendiren Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 27/6/1995 tarihinde yerel bilirkişilerin tapunun tam sınırlarını gösteremediği ve sözlerinin uyuşmazlığı çözmeye yeterli olmadığı, tüm komşu taşınmazların tapu kayıtlarının uygulanmadığı, bilirkişi ve tanık beyanlarının denetlenmediği ve davacıların tapusuna ilişkin kroki bulunabileceği hâlde bu yönde araştırma yapılmadığı gerekçeleriyle kararı bozmuştur. Bozma sonrası yapılan yargılamada 158 ada 15 parsel sayılı taşınmaz yönünden davanın reddedildiği ve verilen kararın Yargıtayın 17/4/2000 tarihli kararı ile onanarak kesinleştiği, 158 ada 22 parsel sayılı taşınmaz yönünden açılan davanın ise takip edilmemesi nedeniyle 16/9/2003 tarihinde 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 409. maddesi uyarınca açılmamış sayılmasına karar verildiği anlaşılmıştır (bkz. § 14).
B. 158 Ada 21 Parsel Sayılı Taşınmaza İlişkin Dava Süreci
10. Hazine 12/6/1995 tarihinde muris F.B. mirasçıları aleyhine Asliye Hukuk Mahkemesinde tapu iptali ve tescil davası açmıştır. Hazine, 15 ve 22 parsel sayılı taşınmazlar hakkında davalılarca açılan diğer davada kök tapu kaydının başvurucuların murisi adına tescil edilen 158 ada 21 No.lu parsele uymadığının tespit edildiğini belirterek 21 No.lu taşınmazın tapu kaydının iptali ile Hazine adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.
11. Asliye Hukuk Mahkemesi 6/5/2014 tarihinde davanın kabulüne, 21 No.lu parselin tapu kaydının iptaline ve Hazine adına tesciline, taşınmaz üzerinde bulunan 35 adet zeytin ağacının davalılardan N.B.ye ait olduğunun tapunun beyanlar hanesinde gösterilmesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, kök tapu kaydının 21 No.lu parsele uymadığını, taşınmaz taşlık, kayalık durumda olduğundan zilyetlikle kazanım koşullarının da oluşmadığını ve davalılardan N.B. tarafından dikilen 45-50 yaşlarındaki zeytin ağaçlarının taşınmazın tamamını kapsamadığını ifade etmiştir.
12. Tarafların temyiz talebini değerlendiren Yargıtay 16. Hukuk Dairesi (16. Hukuk Dairesi) 2/10/2018 tarihinde davalıların tapu kaydına değil zilyetliğe dayandıkları ve Asliye Hukuk Mahkemesince zilyetlik koşulları yönünden eksik inceleme yapıldığı gerekçesiyle kararı bozmuştur. Yapılan karar düzeltme talebini ise 28/1/2020 tarihinde reddetmiştir. Bu karar sonrasında yapılan yargılamaya ilişkin bireysel başvuru dosyası ve eklerinde herhangi bir bilgi ve belge bulunmadığından başka bir tespit yapılamamıştır.
C. Bireysel Başvuruya İlişkin Dava Süreci
13. Kök muris F.B.nin mirasçıları başvurucular ile diğer mirasçılar 31/12/2014 tarihinde Asliye Hukuk Mahkemesinde Hazine aleyhine 158 ada 15 ve 22 parsel sayılı taşınmazların tapu kaydının iptali ve tescili, olmadığı takdirde 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 1007. maddesi uyarınca tazminat ödenmesi talebiyle dava açmıştır.
14. Asliye Hukuk Mahkemesi 8/9/2015 tarihinde 158 ada 15 parsel sayılı taşınmaz yönünden kesin hüküm bulunması ve 158 ada 22 parsel sayılı taşınmaz yönünden hak düşürücü sürenin geçmiş olması nedenleriyle tapu iptali ve tescil talebini reddetmiş, tazminat talebini ise zaman aşımı sürelerinin dolması nedeniyle reddetmiştir. Kararın gerekçesinde:
i. E.2000/143 ve K.2003/120 sayılı dosyada davacı N.B. ve davacıların murislerince kök tapu kaydına dayanılarak açılan tapu iptali ve tescil davasında 158 ada 15 parsel sayılı taşınmaz yönünden davanın reddedildiği ve verilen kararın Yargıtayın 17/4/2000 tarihli kararı ile onanarak kesinleştiği, dava konusu 158 ada 22 parsel sayılı taşınmaz yönünden açılan davanın ise takip edilmemesi nedeniyle 16/9/2003 tarihinde 1086 sayılı mülga Kanun'un 409. maddesi uyarınca açılmamış sayılmasına karar verildiği,
ii. 158 ada 15 parsel sayılı taşınmaz yönünden kesin hüküm bulunduğu anlaşıldığından açılan davanın 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 114. maddesinin birinci fıkrasının (i) bendi uyarınca reddine karar verilmesi gerektiği,
iii. Dava konusu parsellere ait tutanakların itiraz edilmeyerek 24/3/1987 tarihinde kesinleştiği, 158 ada 22 parsel sayılı taşınmaz hakkında açılan davanın açılmamış sayılmasına karar verildiği, bu davanın kadastrodan önceki hukuki sebebe dayanılarak açılması nedeniyle 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 12. maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen on yıllık hak düşürücü sürenin geçtiği,
iv. Davacıların 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi gereği tazminat talebinde bulundukları, tapu sicilinin tutulması nedeniyle zarar görenlerin 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 146. maddesi gereğince on yıllık zamanaşımı süresinde dava açabilecekleri ancak dava tarihi itibarıyla bu sürenin geçtiği ifade edilmiştir.
15. Başvurucular ve diğer davacıların temyiz talebi 16. Hukuk Dairesince yerinde görülmemiş ve karar 19/3/2019 tarihinde onanmıştır. 16. Hukuk Dairesi yapılan karar düzeltme talebini 28/1/2020 tarihinde reddetmiştir.
16. Nihai karar, başvuruculara 10/2/2020 tarihinde tebliğ edilmiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. İlgili Mevzuat
17. 3402 sayılı Kanun'un ''Kadastro tutanaklarının kesinleşmesi ve hak düşürücü süre'' kenar başlıklı 12. maddesinin üçüncü fıkrası ilgili kısımları şöyledir:
'' 30 günlük ilan süresi geçtikten sonra, dava açılmayan kadastro tutanaklarına ait sınırlandırma ve tespitler kesinleşir.
...
Bu tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamaz ve dava açılamaz.
...''
18. 6100 sayılı Kanun'un ''Dava şartları'' kenar başlıklı 114. maddesinin birinci fıkrasının (i) bendi şöyledir:
''Aynı davanın, daha önceden kesin hükme bağlanmamış olması.''
19. 6100 sayılı Kanun'un ''Dava şartlarının incelenmesi'' kenar başlıklı 115. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
''(1) Mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler.
(2) Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Ancak, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verir. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddeder.
20. 4721 sayılı Kanun'un ''Sorumluluk'' kenar başlıklı 1007. maddesinin ilgili kısımlar şöyledir:
''Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur.
Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder.
Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu sicilinin bulunduğu yer mahkemesinde görülür. Aynı davanın, daha önceden kesin hükme bağlanmamış olması.''
21. 6098 sayılı Kanun'un ''Süreler'' kenar başlıklı 146. maddesi şöyledir:
''Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, her alacak on yıllık zamanaşımına tabidir. ''
2. Yargıtay ve Bölge Adliye Mahkemesi Kararları
22. Konu hakkında bkz. Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017, §§ 39, 40; Cengiz Pırnar ve diğerleri, B. No:2017/33709, 13/1/2021, §§ 25-33.
B. Uluslararası Hukuk
23. Konu hakkında bkz. Yaşar Çoban, §§ 41-47; Amelia Kukutara ve diğerleri [GK], B. No: 2019/7923, 27/4/2023, §§ 24-27.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
24. Anayasa Mahkemesinin 7/1/2025 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü
25. Başvurucular, murisin satış yoluyla edindiği tapu kaydının 158 ada 15 ve 22 parsel sayılı taşınmazları kapsadığı hâlde kadastro sırasında yanlışlıkla aynı yerde bulunan 21 No.lu parselin muris adına tespit ve tescil edildiğini ve Hazine tarafından 21 No.lu parselin tapu kaydının iptali istemiyle açılan dava sonucunda bu durumun ortaya konulduğunu ileri sürmüştür. 15 ve 22 parsel sayılı taşınmazlar yönünden Hazine adına oluşan kaydın yolsuz olduğunu ve tazminat ödenmeksizin mülkten yoksun bırakıldıklarını iddia etmiştir. Davanın kadastrodan önceki hukuki sebebe dayanılarak açılmadığını ifade etmiştir. Hazinenin anılan taşınmazlarda bir hakkının olmadığını bildiği hâlde hak düşürücü sürenin uygulanmasının dürüstlük kuralına aykırı olduğunu belirtmiştir. Tazminat istemi için 18/11/2009 tarihli Yargıtay Hukuk Genel Kurulu (HGK) kararına kadar herhangi bir hukuk yolunun olmadığını ve ayni hakka ilişkin taleplerin zamanaşımına uğramayacağını iddia etmiştir. Anayasa Mahkemesinin Yaşar Çoban ve AİHM'in Durrü Mazhar Çevik ve Asuman Münire Çevik Dağdelen/Türkiye (B. No: 2705/05, 14/4/2015) kararı ile zamanaşımı süresinin HGK içtihadından itibaren hesaplanması gerektiğine vurgu yapıldığını ileri sürmüştür. Bu gerekçelerle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğinden şikâyet etmiştir.
26. Bakanlık, taşınmazlara ilişkin sürecin 2003 yılında sonuçlanmasından çok sonra yapılan talep hakkında zaman bakımından yetkinin tartışılması gerektiğini ifade etmiştir. Mahkemeye erişim ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetlerde Anayasa ve ilgili mevzuat hükümleri, Anayasa Mahkemesi içtihatları ve somut olayın kendine özgü koşullarının da dikkate alınması gerektiğini belirtmiştir.
27. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı sundukları beyanlarında önceki şikâyetlerini tekrar etmiştir.
B. Değerlendirme
28. Başvurucular, açtığı tapu iptali ve tescil davasının kesin hüküm bulunduğu ve hak düşürücü sürenin dolduğu, 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi uyarınca açtığı tazminat davasının ise on yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle reddedilmesinden şikâyet etmektedir. Dolayısıyla başvurucuların şikâyetleri mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenecektir.
29. Başvurucuların ilk şikâyeti 158 ada 15 parsel sayılı taşınmaza ilişkin tapu iptali ve tescil davasının kesin hüküm nedeniyle reddedilmesine ilişkindir.
30. Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelir. Dava açmak isteyen kişinin mahkemeye erişim hakkının özüne zarar verecek seviyeye ulaşmadığı müddetçe dava açma koşullarına sınırlamalar getirilebilir (Aktif Elektrik Müh. İnş. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2012/855, 26/6/2014, § 36).
31. Dava açma ya da kanun yollarına başvuru için belli sürelerin öngörülmesi, bu süreler dava açmayı imkânsız kılacak ölçüde kısa olmadıkça hukuki belirlilik ilkesinin bir gereğidir ve mahkemeye erişim hakkına aykırılık oluşturmaz (Remzi Durmaz, B. No: 2013/1718, 2/10/2013, § 27). Ancak mahkemeler, usul kurallarını uygularken davanın hakkaniyetine halel getirecek ölçüde katı şekilcilikten, öte yandan kanunla öngörülmüş usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak ölçüde aşırı esneklikten kaçınmalıdır (Kamil Koç, B. No: 2012/660, 7/11/2013, § 65).
32. Somut olayda Asliye Hukuk Mahkemesi, başvurucuların murisleri tarafından 23/11/1990 tarihinde açılan tapu iptali tescil davası sonunda 158 ada 15 parsel sayılı taşınmaza ilişkin davanın reddedildiğini ve bu kararın Yargıtayın 17/4/2000 tarihli kararı ile onanarak kesinleştiğini belirtmiş ve davayı 6100 sayılı Kanun'un 114. maddesinin birinci fıkrasının (i) bendi uyarınca kesin hüküm nedeniyle reddetmiştir. Davanın 158 ada 15 parsel sayılı taşınmaza ilişkin kısmının kesin hüküm nedeniyle reddedilmesinin 6100 sayılı Kanun'un 114. maddesinde yer verilen kanuni bir dayanağının bulunduğu açıktır, ayrıca müdahalenin daha evvel karara bağlanarak kesinleşen uyuşmazlıkların tekrar yargı mercileri önüne getirilmesinin önlenmesine yönelik meşru bir amacının olduğu da değerlendirilmiştir. Son olarak yapılan müdahalenin hukuki güvenlik ve belirlilik ilkeleri bağlamında öngörülebilirlik sınırları içinde ve gözetilen meşru amaç ile korunmak istenen hak açısından orantılı olduğu ve başvuruculara aşırı külfet yüklemediği kanaatine varılmıştır.
33. Başvurucuların bir diğer şikâyeti 158 ada 22 parsel sayılı taşınmaza ilişkin tapu iptali ve tescil davasının hak düşürücü süre nedeniyle reddedilmesine ilişkindir.
34. Kadastro sınırlandırma ve tespitlerine karşı kadastro mahkemesinde otuz günlük askı ilan süresi içinde itiraz yoluyla dava açılabileceği 3402 sayılı Kanun'da düzenlenmiştir. Bununla birlikte belirtilen askı ilan süresi geçtikten sonra da kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayalı olarak en geç on yıl içinde genel mahkemede dava açılabileceği hüküm altına alınmıştır. Dolayısıyla dava açma süresinin on yılla sınırlandırılmasının mahkemeye erişim hakkına müdahale teşkil ettiği tartışmasızdır. Söz konusu sınırlama, 3402 sayılı Kanun'un 12. maddesinin üçüncü fıkrasına dayandığından kanunilik unsurunu taşımaktadır (Ayşe Türk ve diğerleri, B. No: 2018/1906, 21/4/2021, § 26).
35. 3402 sayılı Kanun'un gerekçesinde, bir tür tasfiye düşünüldüğünden ülkenin kadastral topoğrafik haritasına dayalı olarak taşınmaz malların sınırlarının arazi ve harita üzerinde belirtilerek hukuksal durumlarını saptamak, 4721 sayılı Kanun'un öngördüğü biçimde tapu sicilini oluşturmak amacı açıklanmaktadır (AYM, E.1991/9, K.1991/36, 8/10/1991).
36. Hak düşürücü süre ile kadastroya dayanılarak düzenlenen planların ve tapu sicilleriyle belirlenmiş olan hukuksal durumun kararlılık içinde süregelmesi amaçlandığından hak düşürücü sürenin kamu yararına dayalı meşru bir amacı bulunmaktadır, ayrıca belirtilen süre içinde hukuki ve fiilî duruma dayanılarak kullanılacak dava haklarının on yıllık hak düşürücü süre ile sınırlandırılmış olmasının kamu düzeni fikrine uygun düştüğü ve tanınan sürenin hakkın kullanılmasına da elverişli olduğu anlaşılmaktadır (bkz. AYM, E.1991/9, K.1991/36, 8/10/1991).
37. Asliye Hukuk Mahkemesi, 158 ada 22 parsel sayılı taşınmaz yönünden başvurucuların murislerince 23/11/1990 tarihinde açılan davanın takip edilmemesi nedeniyle 1086 sayılı mülga Kanun'un 409. maddesi uyarınca 16/9/2003 tarihinde açılmamış sayılmasına karar verildiğini belirtmiştir. Bu taşınmaza ilişkin davayı 3402 sayılı Kanun'un 12. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca on yıl içerisinde açılmadığı gerekçesiyle hakdüşürücü süreden reddetmiştir.
38. Öncelikle Anayasa Mahkemesi; kadastro tespitleri sonrasında 3402 sayılı Kanun'un 12. maddesinin üçüncü fıkrasında hüküm altına alınmış olan hak düşürücü süre içinde açılmaması sebebiyle reddedilen davalarla ilgili başvurularda, bu durumun başvurucular üzerinde ağır bir yük oluşturmadığı değerlendirmesiyle mahkemeye erişim hakkına yönelik bir ihlal olmadığı sonucuna varmıştır (bkz. Ayşe Türk ve diğerleri, § 30; Hasan Kalender, B. No: 2017/31122, 18/6/2020, § 46).
39. Somut olayda 1987 tarihinde kesinleşen kadastro tespitinden sonra başvurucuların murislerince 23/11/1990 tarihinde tapu iptali ve tescili davası açılmıştır. Bu davanın devamı sırasında Hazine kadastro sırasında muris adına tespit ve tescil edilen 158 ada 21 No.lu parselin tapu kaydının iptali ve Hazine adına tescili istemiyle ayrı bir dava açmıştır. Her iki dava birlikte devam ederken başvurucuların murislerince açılan davanın takip edilmemesi nedeniyle 16/9/2003 tarihinde açılmamış sayılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla başvurucuların murisleri kadastro tespitinin kesinleştiği tarihten itibaren 3402 sayılı Kanun'da düzenlenen on yıllık hak düşürücü süre içinde tapu iptali ve tescil davası açtığı hâlde davaya devam etmemiştir. Başvurucular da hak düşürücü süre içinde açılan davanın neden takipsiz bırakıldığına veya dava açma süresi içinde neden yeni bir dava açılmadığına ilişkin bir açıklamada bulunmamıştır. Başvuru konusu olayda hak düşürücü süre içinde dava açılmasını güçleştiren herhangi bir somut olgunun varlığı da tespit edilememiştir. Dolayısıyla Ayşe Türk ve diğerleri ile Hasan Kalender kararlarında yer verilen ilkelerden ayrılmayı gerektiren bir durum olmadığı değerlendirildiğinden tapu iptali ve tescil istemine ilişkin davanın hak düşürücü süreden reddedilmesi nedeniyle yapılan müdahalenin öngörülen kamu yararı amacı ile karşılaştırıldığında orantılı olduğu, başvurucular üzerinde ağır bir yük oluşturmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
40. Başvurucuların son şikâyeti ise 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesine göre açtıkları tazminat davasının on yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle reddedilmesine ilişkindir.
41. 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesine göre açılan tazminat davasının on yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle reddedilmesine ilişkin şikâyetler, daha önce Anayasa Mahkemesi tarafından Yaşar Çoban kararı ile incelenmiş ve ilkeler ortaya koyulmuştur. Anılan karara konu olayda, tapu siciline güvenilerek satın alınan taşınmazın kadastro çalışması sonucu Hazine adına tespit ve tescili sebebiyle uğranılan zararın tazmin edilmesi istemiyle 26/6/2009 tarihinde açılan dava on yıllık zamanaşımı süresinin geçtiği gerekçesiyle reddedilmiştir. Kararda; esası incelenmeden davanın süre aşımı yönünden reddedilmesinin mahkemeye erişim hakkına müdahale oluşturduğu, 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun 125. maddesine dayalı müdahalenin kanuni temeli olduğu ve hukuki güvenliğin sağlanması kapsamında meşru bir amaç taşıdığı açıklanmıştır (Yaşar Çoban, §§ 54-63).
42. Yaşar Çoban kararında ölçülülük yönünden yapılan incelemede, 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesine dayalı tazminat davası yolunun Yargıtay HGK'nın 18/11/2009 tarihli içtihadından sonra etkili ve elverişli hâle geldiği belirtilmiştir. Bu nedenle 1980 tarihli kadastro tespitine karşı on yıllık süre içinde tazminat davası açılmasının beklenmesinin tazminat yolunu etkisizleştireceği açıklanmıştır. Dolayısıyla 18/11/2009 tarihinden önce tüketilmesi gerektiği gerekçesiyle tazminat davasının reddedilmiş olmasının başvurucu aleyhine adil dengeyi bozduğu ve mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği sonucuna ulaşılmıştır (Yaşar Çoban, §§ 68-74).
43. Ayşe Çidem Tekindağ ve diğerleri (B. No: 2017/15121, 11/12/2019) başvurusunda 4721 sayılı Kanun’un 1007. maddesi kapsamında 18/11/2009 tarihinden önce zamanaşımı süresi dolmuş olan tazminat talepleri hakkında bu tarihten itibaren makul bir süre içinde dava açılabileceğinin kabulü gerektiği ifade edilmiştir. Bu sürenin ne kadar olacağının derece mahkemelerinin takdirinde olduğu ancak bu yönde bir değerlendirmeye yer verilmediği ve dava açılmasını mümkün hâle getirebilecek şekilde makul bir süre tespiti yoluna gidilmediği belirtilmiştir (Ayşe Çidem Tekindağ ve diğerleri, §§ 44, 45). Dolayısıyla somut olayda üzerinde durulması gereken konu, Yaşar Çoban kararında da belirtildiği üzere 18/11/2009 tarihinden önce zamanaşımı süresi dolan başvurucuların bu tarihten sonra dava açabilmelerini mümkün kılacak makul bir süre öngörülüp öngörülmediğine ilişkindir.
44. 18/11/2009 tarihinden önce zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle reddedilen davalarda Anayasa Mahkemesi, Ayşe Çidem Tekindağ ve diğerleri kararında 18/11/2009 tarihinden 1 yıl 10 ay 15 gün sonra ve Mehmet Aykut Vural (B. No: 2017/16486, 29/1/2020) kararında ise 1 yıl 9 ay 6 gün sonra açılan davaların zamanaşımından reddedilmesinin başvurucuların mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiğini vurgulamıştır. Buna karşılık Anayasa Mahkemesi Asım Uzun ve diğerleri (B. No:2018/26593, 12/2/2020) kararında 18/11/2009 tarihinden 4 yıl 1 ay 13 gün sonra, Bayram Hasan Özer ve Rüses Özer (B. No: 17513, 3/6/2020) kararında 3 yıl 2 ay 13 gün sonra ve Işıl Kantarcı (B. No: 2018/17640, 14/10/2020)kararında 4 yıl 5 ay 10 gün sonra açılan davaların zamanaşımından reddedilmesinin başvurucuların mahkemeye erişim hakkını ihlal etmediği sonucuna varmıştır (Ayşe Çidem Tekindağ ve diğerleri, § 45; Mehmet Aykut Vural, § 47; Asım Uzun ve diğerleri, § 42; Bayram Hasan Özer ve Rüses Özer, § 28; Işıl Kantarcı,§ 40).
45. Başvuruya konu olayda başvurucular ve diğer mirasçılar tarafından 31/12/2014 tarihinde 4721 sayılı Kanun’un 1007. maddesine dayalı olarak tazminat davası açılmıştır. Söz konusu dava, on yıllık zamanaşımı süresi içinde açılmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Buna karşılık derece mahkemeleri, davanın 18/11/2009 tarihinde etkili ve elverişli hâle gelen hukuk yolunun bu tarihten sonra kullanılmasına imkân sağlayacak makul bir sürede açılıp açılmadığına ilişkin bir değerlendirmede bulunmamıştır.
46. Bu nedenle 18/11/2009 tarihinden önce zamanaşımı süresi dolmuş olan somut olaya konu davanın bu tarihten sonra makul bir süre içinde açılıp açılmadığının tespit edilmesi gerekmektedir. Somut olayda 18/11/2009 tarihinden 5 yıl 1 ay 13 gün sonra açılan davanın makul kabul edilebilecek bir sürede açılmadığı sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla 18/11/2009 tarihinde etkili hâle gelen hukuk yolu için bu süreden sonra makul denilebilecek sürede dava açmayan başvurucuların davasının zamanaşımından reddedilmesi suretiyle başvuruculara yüklenen külfetin orantısız olduğundan bahsedilemez. Başvuruya konu şikâyet yönünden kamu yararı ile bireyin mahkemeye erişim hakkı arasında kurulması gereken adil dengenin başvurucular aleyhine bozulmadığı değerlendirilmiştir.
47. Açıklanan gerekçelerle başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA 7/1/2025 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.