TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
AYFER GÜNDOĞAN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2020/12751)
|
|
Karar Tarihi: 22/1/2025
|
R.G. Tarih ve Sayı: 17/9/2025 - 33020
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Basri BAĞCI
|
Üyeler
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
|
|
Kenan YAŞAR
|
|
|
Ömer ÇINAR
|
Raportör
|
:
|
Hasan SARAÇ
|
Başvurucular
|
:
|
1. Ayfer GÜNDOĞAN
|
|
|
2. Hamit GÜNDOĞAN
|
|
|
3. Zeynep GÜNDOĞAN
|
Vekili
|
:
|
Av. Can CANBEK
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, ölüm nedeniyle uğranılan zararların tazmini istemiyle açılan tam yargı davasının süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 27/2/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, anılan hakka ilişkin şikâyetlerin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
4. Başvurucuların murisi A.G.; Balıkesirspor altyapı lisanslı futbolcu iken 6/9/2013 tarihinde Ali Hikmet Paşa Spor Tesislerinde antrenman yaptığı sırada, seyyar kale direğinde barfiks çekmeye başlamış fakat standartlara uygun olmayan ve dengesiz duran kale direğinin devrilmesi sonucunda başına aldığı darbe nedeniyle kaldırıldığı Balıkesir Devlet Hastanesinde 11/9/2013 tarihinde vefat etmiştir.
A. Ölüm Olayına İlişkin Ceza Yargılaması Süreci
5. Olayla ilgili olarak Balıkesir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturmada alınan bilirkişi raporunda başvurucuların murisinin asli kusurlu, ilgili spor kulübünde Ali Hikmet Paşa Spor Tesisleri yöneticisi, saha sorumlusu ve yetkilisi S.E.nin ise tali kusurlu olduğunun belirtilmesi üzerine bu kişi hakkında taksirle ölüme sebebiyet verme suçundan Balıkesir 2. Asliye Ceza Mahkemesinde (Asliye Ceza Mahkemesi)dava açılmıştır.
6. Yargılama sırasında Asliye Ceza Mahkemesi tarafından olayın meydana geldiği tesisin idari işleyişinden ve güvenliğinden sorumlu olan kişilerin tespit edilip gereğinin yapılması için suç duyurusunda bulunulmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığı, Balıkesir Büyükşehir Belediye Destek Hizmetleri müdürü olarak görev yapan C.A., spor kulübü altyapı sorumlusu olan E.E.ve Belediye Spor Kulübü başkanı olan Y.Ö. hakkında yeni bir iddianame daha düzenlemiştir.
7. Yargılama sırasında 1/10/2014 ve 28/12/2016 tarihli bilirkişi raporları aldırılmıştır. İlk raporda, belediyede görev yapan S.İ.nin asli, başvurucuların murisinin tali kusurlu olduğuna dair görüş bildirilmiştir. İkinci raporda ise belediyede çalışan S.İ.nin asli kusurlu, aynı yerde çalışan C.A.nın tali kusurlu, ölenin asli kusurlu olduğu diğer sanıkların ise kusurlarının bulunmadığına dair görüş bildirilmiştir. Bilirkişi raporlarına istinaden Asliye Ceza Mahkemesinin suç duyurusu üzerine açılan yeni iddianame sonrasında açılan davalar birleştirilmiştir. Asliye Ceza Mahkemesi; davaya konu kazanın meydana geldiği belediyeye ait sosyal tesislerde fiilen sorumlu bulunan S.İ.nin asli kusurlu, Destek Hizmetleri Müdürü C.A.nın tali kusurlu, başvurucuların murisinin asli kusurlu olduğunu kabul ederek sanıklar Y.Ö., C.A., ve E.E.nin beraatlerine, sanık S.İ.nin ise taksirle adam öldürme suçundan 1 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına21/2/2017 tarihinde karar vermiştir. Başvurucuların istinaf talebi İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 14. Ceza Dairesinin 5/7/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
B. Ölüm Nedeniyle Açılan Tazminat Davalarına İlişkin Süreçler
8. Başvurucuların olayda kusurlu olduğu değerlendirilen S.İ., ilgili spor kulubü başkanlığı ile Büyükşehir Belediyesi (İdare) aleyhine Balıkesir 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde 2/1/2019 tarihinde maddi ve manevi tazminat talepli olarak açtıkları davada, kazanın mülkiyeti belediyeye ait statta kale direğinin düşmesi sonucu İdarenin hizmet kusuru nedeniyle meydana geldiği gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmiştir.
9. Başvurucular 23/9/2019 tarihinde Balıkesir 2. İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) İdare aleyhine tam yargı davası açmıştır. İdare Mahkemesi 3/10/2019 tarihinde süre aşımı nedeniyle davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
''Balıkesir 2. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından yargılama esnasında kusur durumunun belirlenmesi maksadı ile bilirkişi incelemesi yaptırıldığı ve bu inceleme neticesinde 01.10.2014 tarihli bilirkişi raporunun düzenlediği; 01.10.2014 tarihli bilirkişi raporunda davalı idare personeli iledavacıların çocuğunun/kardeşinin müştereken kusurlu olduklarının belirtildiği; UYAP sistemi üzerinden Balıkesir 2. Asliye Ceza Mahkemesi'nin E:2013/579 sayılı dosyasının incelenmesi neticesindedavalı idare personelininmütteveffa ile birlikte kusurlu olduğunun belirtildiği 01.10.2014 tarihli bilirkişi raporunun, Asliye Ceza Mahkemesi'nin 23.12.2014 tarihli duruşmasında, anılan davada müdahil olan bu davanın davacılarına tebliğ olunduğu; dolayısıyla davacıların eylemin idare ile iltisakından 23.12.2014 tarihinde haberdar oldukları; davacıların 02.01.2019 tarihinde Balıkesir 1. Asliye Hukuk Mahkemesi'nde dava açtığı; sözkonusu davanın görev yönünden reddini müteakiben, ölüm olayında idarenin hizmet kusurunun bulunduğundan bahislegörülmekte olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır...
...2577 sayılı Kanun'un 13 üncü maddesinde, idari eylemlerden hakları ihlal edimiş olanların idari dava açmadan önce bu eylemleri öğrendikleri tarihten itibaren 1 yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren 5 yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gerekmektedir.
Olayda;
-Eylemin 11.09.2013 tarihinde meydana geldiği;
-Eylemde idarenin personeli dolayısıyla eylemin idare ile iltisakının ise davacılar tarafından 23.12.2014 tarihinde (01.10.2014 tarihli bilirkişi raporu ile) öğrenildiği;
-Belirlilik ilkesine ve hukuk güvenliği ilkesine uygun şekilde kanun koyucu tarafından kabul edilen kanun hükmüne göre, 23.12.2014 tarihinden itibaren 1 yıl içerisinde 23.12.2015 tarihine kadar davacıların 2577 sayılı Kanun'un 13 üncü maddesi gereği idareye müracaat edip, ardından dava açmaları gerekmekte iken; bu 1 yıllık süre geçirildikten sonra Adli yargıda dava açılıp, sözkonusu davanın görev bakımından reddini müteakiben Mahkememizde açılan davanın,hak düşürücü nitelikte ve kamu düzeninden olan dava açma süresini ihya etmeyeceği; süre aşımı nedeniyle işin esasının incelenmesinin hukuken mümkün olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.''
10. İstinaf başvurusunun esastan reddedilmesine dair 9/1/2020 tarihli kararın başvuruculara 29/1/2020 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine başvurucular 27/2/2020 tarihinde bireysel başvuru yapmıştır.
IV. İLGİLİ HUKUK
11. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir."
12. Danıştay Onbeşinci Dairesinin 10/9/2015 tarihli ve E.2015/1115, K.2015/5043 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
''... Dava konusu olayda tazminat talebinin gerekçesini, yapılan yazışmalardaki gecikme ve bu suretle sebep olunduğu ileri sürülen tedavide gecikme iddiası oluşturmaktadır. Bubakımdan tıbbi uygulamalardan ziyade yazışmalarda yaşanan gecikme sonucu oluştuğu ileri sürülen zarara sebep olan eylemin; idarenin eylemi yahut eylemsizliğinden kaynaklandığının öğrenildiği tarih dava açma/tazminat başvurusu süresinin başlangıcında öncelikli rol oynamaktadır.
Yukarıda eylemin idariliği kavramı açıklandığı üzere; bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken, bazen de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya çıkabilmektedir.
Bakmakta olduğumuz davada suç duyurusunda bulunma tarihine kadar idarece idari bir soruşturma yapılmadığı gibi adli makamlarca da herhangi bir soruşturmanın yapılmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda meydana gelen zararın idarenin eylemi ya da eylemsizliğinden kaynaklandığının yani eylemin idariliğinin ortaya çıkmasını beklemek ve bu süreçte dava açma süresini işletmek hak arama hürriyetine aykırı olacaktır. Nitekim meydana gelen zararın, idarenin eylemi yahut eylemsizliğinden kaynaklandığının bilinmesi her insan bakımından da farklılık gösterebilecek bir durumdur. Çünkü meydana gelen durumdaki karmaşa ve konunun teknik oluşu, konunun uzmanı olunmayışı ayrıca kurumlar arası yazışmalar gibi davacının müdahil olamayacağı karmaşık bürokratik işlemler, işleyecek sürenin kişiden kişiye değişebileceğini göstermektedir.
Bu durumda eylemin idariliğinin ortaya çıkma yahut kesin olarak bilinmesini herhangi bir soruşturma yapılmaksızın ya da yeni bir rapor ortaya çıkmaksızın davacılardan beklemek yanlış olacaktır.''
13. Danıştay Onbeşinci Dairesinin 21/4/2016 tarihli ve E.2016/972, K.2016/2762sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
''...Söz konusu eylemlerin idariliği ve doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken, bazen de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya çıkabilmektedir.
Özellikle kamu görevlilerinin idari bir tasarruf yaparken, mevzuatın, üstlendiği ödevin ve yürüttüğü hizmetin kural, usul ve gereklerine aykırı olarak, kendisine izafe edilebilecek boyutta ve biçimde, ancak yine de resmi yetki, görev ve olanaklardan yararlanarak, onları kullanarak hareket ettiği, bu nedenle de idaresinden tamamen ayrılmasını önleyen ve engelleyen görev kusurları nedeniyle doğan zararların tazmini istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği, bazen ceza davalarıyla personelin şahsi kusuru sonucu mu yoksa görev kusuru sonucu mu zararın ortaya çıktığının belirlenmesinden sonra saptanabilmektedir.
Bu itibarla, 2577 sayılı Kanun'un 13. maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürenin, eylemin idariliğinin ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun, zarara yol açan eylemin idariliğinin ortaya çıkmasıyla kulanılması mümkün olan dava açma hakkını ortadan kaldıracağı, hak arama özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır.
Davacıların yakınının vefatıyla sonuçlanan olayda, ilgili kamu görevlileri hakkında yapılan yargılama sonucunda, Bursa 3. Ağır Ceza Mahkemesinin ...sayılı kararıyla kişisel kusur - hizmet kusuru ayrımı yapılabilmesinin mümkün hale geldiği, bu kararın da Yargıtay tarafından 03.11.2015 tarihinde onaylandığı dikkate alındığında, davacıların en erken Bursa 3. Ağır Ceza Mahkemesi kararının, en geç ise Yargıtayın düzelterek onama kararının kendilerine tebliği tarihinden itibaren eylemin idariliği hakkında bilgi sahibi olabilecekleri, bu nedenle olayda eylemin idariliğinin, anlaşılması üzerine davacılar tarafından 2577 sayılı Kanun'un 13.maddesi uyarınca 1 yıl içerisinde yapılan başvurunun zımnen reddi üzerine açılan davada uyuşmazlığın esasının incelenerek bir karar verilmesi gerekirken, davanın süre aşımı nedeniyle reddi yolunda verilen temyize konu İdare Mahkemesi kararında hukuka uygunluk bulunmamaktadır. ''
14. Danıştay Onuncu Dairesinin 28/3/2018 tarihli ve E.2016/15634, K.2018/1334 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Tam yargı davaları, idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminini ifade etmektedir. Bu nedenle, tam yargı davasının açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur....
Bu itibarla, 2577 sayılı Kanun'un 13. maddesinde öngörülen bir ve beş yıllık sürelerin, eylemin idariliğinin ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun, zarara yol açan eylemin idariliğinin ortaya çıkmasıyla kullanılması mümkün olan dava açma hakkını ortadan kaldıracağı, hak arama özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır."
15. Danıştay Onuncu Dairesinin 8/3/2023 tarihli ve E.2020/1857, K.2023/1059 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
''... Somut uyuşmazlıkta, davacılar tarafından, Bölge İdare Mahkemesince soruşturma izni verilmesine yönelik olarak verilen karardan sonra, davalı idareye hizmet kusurundan kaynaklanan zararlarının tazmini istemiyle yapılan başvurunun zımnen reddi üzerine dava açılmamış olsa da; bu başvuru sırasında davacıların bebeğinin ölü doğmasına neden olan olaya ilişkin maddi gerçeğin ortaya çıkarılması amacıyla yürütülen soruşturmanın henüz soruşturma izni aşamasında olduğu, bu aşamada zararı meydana getiren eylemin idariliğine yönelik herhangi bir inceleme ve araştırma yapılmadığı, ceza yargılaması devam ederken alınan bilirkişi raporunda da olayın adli tahkikat ile aydınlatılabileceğinin belirtildiği, bu raporda eylemin idariliğini ya da sorumluluk sebebinin bulunup bulunmadığını ortaya koyan somut bir tespite yer verilmediği, nitekim bu yargılama neticesinde idare ajanının suçu sabit bulunarak mahkumiyetine karar verildiği görüldüğünden, eylemin idariliğinin bu kararın kesinleşmesi ile kesin olarak ortaya çıktığı kuşkusuzdur.
Bu haliyle; ceza yargılaması sonucunda verilen mahkumiyet kararının kesinleşmesinden sonra, davacılar tarafından 1 yıllık süre içerisinde hizmet kusurundan kaynaklanan zararlarının tazmini istemiyle davalı idareye başvurulduğu ve bu başvurunun zımnen reddi üzerine de dava açma süresi içerisinde işbu tam yargı davasının açıldığı görüldüğünden, açılan bu davada süre aşımı bulunmadığı sonucuna varılmıştır.''
16. Danıştay Onuncu Dairesinin 8/11/2023 tarihli ve E.2021/6057, K.2023/6677 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
''Bakılan davada her ne kadar mahkemece; dava konusu olayın 13/05/2014 tarihinde meydana geldiği, davacıların idareye başvurularının ise 2577 sayılı Kanun'un 13. maddesinde belirlenen 5 yıllık süre dolduktan sonra 21/07/2020 tarihinde yapıldığı, başvuruların reddi üzerine bakılan davanın 16/10/2020 tarihinde açıldığı, davacılar tarafından 13/05/2014 tarihinden itibaren her durumda beş yıl içinde idari başvuru yapılması gerekirken bu süre geçirildikten sonra başvuru yapıldığı gerekçesiyle davanın süreaşımı nedeniyle reddine karar verilmişse de dava konusu olaya ilişkin olarak davacıların müşteki sıfatıyla yer aldıkları Akhisar Ağır Ceza Mahkemesi nezdinden açılan E:2015/81 sayılı dava dosyası ve davacı sıfatıyla Soma İş Mahkemesi nezdinde açmış oldukları E:2014/616 sayılı dava dosyası incelenerek, 13/05/2014 tarihinde gerçekleşen olayın "idarilik" ilişkisinin sözkonusu davalarda verilen kararların kesinleştiği tarihte kurulduğunun kabulü ile en son bu tarihin esas alınması ve 1 yıllık sürenin bu tarihten başlatılması gerekmektedir.
Bu durumda; bakılmakta olan davada anılan davalardaki kararların kesinleşme tarihi esas alınarak davanın süresinde olup olmadığı yönündenbir inceleme yapılması gerekirken eksik inceleme ve araştırma neticesinde davanın süre aşımı nedeniyle reddi yolunda verilen Mahkeme kararına yönelik olarak yapılan istinaf başvurusunun Bölge İdare Mahkemesi 6. İdari Dava Dairesince reddi yolunda verilenkararda hukuki isabet bulunmamaktadır.''
V. İNCELEME VE GEREKÇE
17. Anayasa Mahkemesinin 22/1/2025 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
18. Başvurucular; İdare Mahkemesinin bilirkişi raporuna kesin hüküm gibi değer atfetmesinin hatalı olduğunu, bu raporlara itirazın vaki olduğunu, yargısal süreçlerde soruşturma izni ve benzeri uygulamalar sonrasında, ancak 13/6/2016 tarihinde iddianame düzenlenebildiğini, iddianame düzenlenmesinden sonra 28/12/2016 tarihinde alınan bilirkişi raporunda İdarenin diğer görevlileri hakkında da kusuru olduğuna dair görüş bildirildiğini, ilgili hukuk davasının 23/12/2014 tarihli rapordan sonra beş yıl içinde açıldığını, adli yargının görevsizlik kararı üzerine eylemin idariliği hususunda bilgi sahibi olunduğunu, yasal süresi içinde, beş yıl geçmeden idari yargıda dava açıldığını iddia etmiştir. Başvurucular; ayrıca benzer olaylara ilişkin olarak Danıştay içtihatları olduğunu, bu kararlara göre eylemin idariliğinin öğrenilme zamanı ile ilgili olarak ceza kararına karşı temyiz veya itiraz başvurusunun yapılması hâlinde bu kanun yolları incelemesi yapıldıktan sonra eylemin idariliğinin kesinlik arz edeceğini, bu inceleme tarihine göre dava açılma süresinin belirlenmesi gerektiğini, tüm bunlara rağmen davanın süre aşımı nedeniyle reddedildiğini belirterek mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
19. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
20. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Hakkın Kapsamı ve Müdahalenin Varlığı
21. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine "adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni (Sözleşme) yorumlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017, § 34).
22. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına geldiğini ifade etmiştir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
23. Somut olayda başvurucuların maddi ve manevi tazminat talebiyle açtıkları davanın süre aşımından reddedilerek uyuşmazlığın esasının incelenmemesi nedeniyle başvurucuların mahkemeye erişim hakkına yönelik bir müdahalede bulunulduğu görülmüştür.
b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
24. Anayasa'nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
25. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı takdirde Anayasa’nın 36. maddesinin ihlalini teşkil edecektir.
26. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe dayanma, ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
i. Kanunilik
27. Başvuruya konu davanın süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesine ilişkin mahkeme kararının 2577 sayılı Kanun'un 13. maddesine dayandığı görülmektedir. Dolayısıyla somut olayda başvurucuların mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin kanuni dayanağının mevcut olduğu anlaşılmıştır.
ii. Meşru Amaç
28. Dava açmanın bir süreye bağlanmasının meşru amacının ne olduğu hususu benzer nitelikteki başvurularda Anayasa Mahkemesi tarafından müteaddit defa incelenmiştir. Anayasa Mahkemesi bu incelemelerinde idari işlem ya da eylemlere karşı açılacak davalarda süre koşulu öngörülmesinin en genel ifadesiyle idari istikrarın sağlanması şeklinde meşru bir amacı olduğuna işaret etmiştir (daha ayrıntılı değerlendirme için bkz. Ayşe Yıldırım, B. No: 2014/5, 25/10/2017, §§ 54, 55; Fatma Altuner, B. No: 2014/17714, 26/10/2017, §§ 48, 49; Çölbeyi Lojistik Nakliyat Gümrükleme Denizcilik İnşaat Turizm Sanayii ve Ticaret Limitet Şirketi, B. No: 2014/12354, 9/11/2017, § 52).
iii. Ölçülülük
(1) Genel İlkeler
29. Ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2013/66, K.2014/19, 29/1/2014; E.2016/16, K.2016/37, 5/5/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).
30. Orantılılık, amaç ile araç arasında adil bir denge kurulmasını gerektirmektedir. Buna göre mahkemeye erişim hakkına getirilen sınırlamayla ulaşılmak istenen meşru amaç ve başvurucunun mahkemeye erişim hakkından yararlanmasındaki bireysel yarar arasında makul bir orantı kurulmalıdır. Hedeflenen amaca ulaşıldığında elde edilecek kamusal yararla kıyaslandığında sınırlama ile kişiye yüklenen külfetin aşırı ve orantısız olmaması gerekir (Mustafa Berberoğlu, B. No: 2015/3324, § 49).
31. Anayasa Mahkemesi; bireysel başvuru kapsamında yaptığı değerlendirmelerde kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hâle getiren, bir başka anlatımla mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamaların mahkemeye erişim hakkını ihlal edebileceğini ifade etmiştir (Özkan Şen, § 52).
32. Dava açma süresinin işlemeye başladığı an da mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin ölçülülüğü bağlamında büyük önem taşımaktadır (Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017, § 66). Dava açma süresinin hangi tarihte başlayacağını belirleme ve mevzuatı bu yönüyle yorumlama görevi esasen yargı mercilerine aittir. Bireysel başvurunun ikincillik ilkesi gereği, dava açma süresinin başlatılacağı tarihin belirlenmesi noktasında Anayasa Mahkemesinin bir görevi yoktur. Anayasa Mahkemesinin bu hususta üstleneceği rol, dava açma süresinin hangi tarihten itibaren başlatılması gerektiğiyle ilgili olarak yargı mercilerinin yorumlarının mahkemeye erişim hakkına etkisini somut olayın koşulları ışığında incelemektir (Ahmet Yıldırım, B. No: 2014/18135, 20/9/2017, § 46).
33. Öte yandan mahkemeler, dava açma süresini öngören kanun hükümlerini yorumlarken sınırlamanın istisna olduğu ilkesini gözeterek aşırı şekilcilikten kaçınmalı ve yorum kurallarının imkân verdiği ölçüde davayı ayakta tutma yolunda bir yaklaşım benimsemelidir. Bununla birlikte mahkemelerin sürenin varlık sebebini anlamsız kılma pahasına yorum kurallarının sınırlarını zorlayarak kanunda öngörülen dava açma süresini bertaraf etmesi hukuki güvenlik ve istikrar ilkesinin zedelenmesine neden olabilir. Bu nedenle süreye ilişkin kanun hükümlerinin yorumunda hukuki güvenlik ve istikrar ilkesi ile mahkemeye erişim hakkı arasındaki hassas denge gözetilmelidir (Yaşar Çoban, § 67).
34. İdari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazmini talebiyle açılan tam yargı davasında idarenin tazminle yükümlü tutulabilmesi için ortada idari eylem ve zarar olmalı, ayrıca zararla idari eylem arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Söz konusu eylemlerin idariliği ve doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken bazen de çok sonra değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya çıkabilmektedir (Leyla Bitik ve diğerleri, B. No: 2019/24350, 16/3/2023, § 52).
35. İdariliğin veya meydana gelen zararın ya da aralarındaki illiyet bağının eylemden sonra anlaşıldığı veya ortaya konulabildiği durumlarda dava açma süresinin hak sahibinin henüz dava hakkının doğduğundan haberdar olmadığı ve somut şartlar çerçevesinde haberdar olduğunun kabulünü haklı kılan nedenlerin bulunmadığı bir dönemde işlemeye başlaması dava hakkının varlığını anlamsız kılıp ölçülülük ilkesini zedeleyebilir. Bu nedenle eylemin idariliğinin veya yol açtığı zararın ya da illiyet bağının eylemden sonra anlaşıldığı veya ortaya konulabildiği durumlarda dava açma süresinin bu tarihlerden sonra başlayacağı kabul edilmektedir (çok sayıda karar arasından bkz. Şeyma Kayaoğlu, B. No: 2014/5491, 5/7/2017, § 55).
(2) İlkelerin Olaya Uygulanması
36. Başvurucular, dava açma süresinin başlangıcı olarak bilirkişi raporunun tebliğ edildiği tarihin esas alınarak dava açma süresinin hatalı belirlenmesinin, ayrıca konuya ilişkin olarak verilen yüksek mahkeme içtihatlarının dikkate alınmamasının mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiğinden şikâyet etmiştir.
37. Somut olayda elverişlilik ve gereklilik ilkeleri yönünden tartışmayı gerektirecek bir husus bulunmamaktadır. Bu itibarla ölçülülüğünün değerlendirilmesi bakımından asıl üzerinde durulması gereken husus müdahalenin orantılı olup olmadığıdır.
38. İdare Mahkemesine göre (bkz. § 9)Balıkesir 2. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından alınan ve İdarenin kusuruna ilişkin tespitleri içeren rapor 23/12/2014 tarihli duruşmada müdahil olan başvuruculara tebliğ edilmiştir. İdare Mahkemesi buradan hareketle başvurucuların bu tarihten itibaren bir yıl içinde en geç23/12/2015 tarihine kadar İdareye müracaat etmelerinin ardından davayı açmalarının gerektiğini kabul etmiştir. Somut olayda ise İdare Mahkemesine göre bu bir yıllık süre geçirildikten sonra adli yargıda dava açılmış, bu dava da görev bakımından reddedilmiş ve daha sonra incelemeye konu dava açılmış ise de bu dava resen incelenmesi gereken hak düşürücü süre içinde açılmamıştır.
39. Öncelikle yargılama aşamasında birden çok rapor alındığı hatırdan çıkarılmamalıdır. Dosyada bulunan bu raporlara bakıldığında ise ilk alınan rapor ve yargılama sırasında alınan raporlar arasında çelişkiler bulunduğu ve bu raporlarda farklı kurumlarda çalışan farklı kişilerin asli veya tali sorumluluklarının tespit edilmiş olduğu görülmüştür.
40. Başvurucular; yargılama sırasında bilirkişi raporuyla öğrenmenin gerçek bir öğrenme sayılmayacağını, ceza mahkemesi kararının kesinleştiği tarihin idarenin kusurunu öğrenme tarihi olarak kabul edilmesi gerektiğini ısrarla öne sürmüştür. Başvurucular, bu iddialarını ileri sürerken ise Danıştayın benzer konularda verdiği içtihatlara atıf yapmıştır (bkz. §§ 12,13). Başvurucuların dayanak olarak sundukları Danıştay kararlarına bakıldığında başvuruculara göre ceza davasında verilen kararın kesinleşmesiyle öğrenmenin başlayacağı kabul edilmelidir. Başvurucular, esasa etkili olan bu iddialarını Bölge İdare Mahkemesi aşamasında da ileri sürmüş ise de anılan iddia ile ilgili herhangi bir değerlendirme yapılmadığı görülmüştür.
41. Konuya ilişkin olarak Danıştayın verdiği bazı kararlara (bkz. §§ 12-16) bakıldığında eylemin idariliğine ilişkin tespitleri içeren kararların kesinleşmesi ile dava açma sürelerinin başlayacağına ilişkin değerlendirmelerde bulunulduğu anlaşılmıştır. Başvurucular da bunlardan bazılarına işaret ederek İdare Mahkemesi kararının orantılı olmayan şekilde mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiğini öne sürmüştür.
42. Bu iddialar ve tespitler sonrasında İdare Mahkemesinin dava açma süresinin başlangıç tarihine ilişkin yorumunun başvurucuların mahkemeye erişim hakkına yönelik katı bir yorum olduğu ve bu yorumun başvurucuların mahkemeye erişim hakkını aşırı derecede güçleştirerek neredeyse imkânsız hâle getirdiği değerlendirilmiştir. Bu nedenle davanın süre aşımından reddedilmesi suretiyle başvurucuların mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin ölçüsüz olduğu sonucuna varılmıştır.
43. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
VI. GİDERİM
44. Başvurucular; ihlalin tespiti, yeniden yargılama yapılması ve 100.000 TL tazminat ödenmesi talebinde bulunmuştur.
45. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerinin yapması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).
46. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasının yeterli giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
VII. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Balıkesir 2. İdare Mahkemesine (E.2019/865, K.2019/490) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucuların tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 446,90 TL harç ve 30.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 30.446,90 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 22/1/2025 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.