TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
SİNAN IŞIK BAŞVURUSU (3)
|
(Başvuru Numarası: 2020/1329)
|
|
Karar Tarihi: 10/5/2023
|
R.G. Tarih ve Sayı: 19/7/2023-32253
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Muammer TOPAL
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
|
|
İrfan FİDAN
|
|
|
Muhterem İNCE
|
Raportör
|
:
|
Volkan ÇAKMAK
|
Başvurucu
|
:
|
Sinan IŞIK
|
Vekili
|
:
|
Av. Nezahat PAŞA
|
I. BAŞVURUNUN
ÖZETİ
1. Başvuru; zorunlu askerlik hizmeti sırasında asta karşı
uygulanan fiziksel şiddet nedeniyle eziyet yasağının ihlal edildiği iddiasına
ilişkindir.
2. Başvurucu, İstanbul Kasımpaşa Asker Hastanesi emrinde
er olarak zorunlu askerlik görevini ifa etmekte iken 2012 yılının Şubat ayının
başlarında, aynı birimde onbaşı olarak görev yapan İ.H.D. başvurucunun omuz ve
karın bölgesine yumruk atarak saldırıda bulunmuştur. Tanıkların olaya ilişkin
anlatımlarına göre başvurucu, fiziksel müdahale sırasında kalorifer peteğine
kelepçe ile bağlı hâldedir ve İ.H.D. şakalaşmaktadır, kavga söz konusu değildir
ancak başvurucu; şakalaşmanın söz konusu olmadığını, İ.H.D.nin şiddet
eylemlerinin olay öncesinde de var olduğunu ileri sürmüştür (sürece ilişkin
detaylı aktarım için bkz. Sinan Işık, B. No: 2013/2482, 13/4/2016).
3. Başvurucu, olaydan bir süre sonra 24/2/2012 tarihinde
eğitim sırasında rahatsızlanarak sağlık kurumuna kaldırılmış ve akabinde
Gülhane Askerî Tıp Akademisi Haydarpaşa Eğitim Hastanesinde yapılan cerrahi
operasyonla başvurucunun dalağı alınmıştır. Başvurucu, tıbbi sürecin ardından
hakkında askerliğe elverişsiz raporu düzenlenerek terhis edilmiştir. Söz konusu
tıbbi vakanın bir darbe/travma olasılığını gerektirmesi nedeniyle başvurucuya
şiddete maruz kalıp kalmadığı doktorlar ve komutanları tarafından ısrarla
sorulmuş, başvurucu sorulara olumsuz cevap vermiş ancak askerliğe elverişsiz
raporu alacağı ve terhis edileceği beyan edildikten sonra İ.H.D.nin kendisine
vurduğunu ifade etmiştir. Başvurucunun babası oğluna uygulanan fiziksel şiddet
nedeniyle ilgililerden şikâyetçi olmuştur.
4. Askerî yargısal makamlar tarafından yürütülen ceza
soruşturmasında düzenlenen bilirkişi raporunda; dalak yaralanmasının karın
bölgesine alınacak bir darbe ile olabileceği, gecikmiş dalak yaralanmalarının
kişinin günlük aktivitelerinin arttığı bir zamanda meydana geldiği, somut
olayda askerî eğitim sırasında rahatsızlanma öyküsüyle bu durumun uyumlu olduğu
belirtilmiştir. Soruşturma sonunda kovuşturmaya yer olmadığına karar
verilmiştir. 27/11/2012 tarihli kararın gerekçesinde özetle başvurucunun
çelişkili ifadelerde bulunduğu, omuz bölgesine yönelik darbeler ile organ kaybı
arasında uygun bir nedensellik bağı bulunmadığı belirtilmiştir. Söz konusu
karar üzerine yapılan bireysel başvuru sonucunda Anayasa Mahkemesi 2013/2482
numaralı dosya üzerinden verdiği 13/4/2016 tarihli kararla kötü muamele
yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine, yeniden soruşturma yapılmasına ve
başvurucuya manevi tazminat ödenmesine hükmetmiştir. Gerekçede özetle maddi
olayı çevreleyen koşulların aydınlatılması için gereken özenin gösterilmediği
ifade edilmiştir.
5. İhlal kararının akabinde İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından yürütülen soruşturma sürecinde Adli Tıp
Kurumu 2. İhtisas Kurulundan bilirkişi raporu alınmıştır. Raporda özetle
başvurucunun olay tarihinde bir sağlık kuruluşuna başvurmadığı, yaralanması ile
ilgili olarak tıbbi belge düzenlenmediği, darp olayı ile dalak yırtılması
arasında geçen sürede (yaklaşık üç hafta) başvurucunun karın ağrısı şikâyetiyle
bir sağlık kuruluşuna başvurmadığı, herhangi bir tıbbi görüntüleme yapılmadığı
anlaşıldığından başvurucunun dalak yırtılması ile üç hafta kadar önce
uğradığını iddia ettiği darp olayı arasında illiyet bağı kurmaya yeter ölçüde
tıbbi delil bulunmadığı ifade edilmiştir. Başsavcılık ilk etapta kovuşturmaya yer
olmadığına karar vermişse de itiraz üzerine kararı kaldırmış ve İ.H.D. hakkında
işkence suçu isnadıyla kamu davası açmıştır. İddianamede özetle organın
travmaya bağlı olarak gelişen dalak yırtılması sebebiyle alındığı, tanıklar
olayın şakadan ibaret olduğunu belirtmişse de asker olduklarından ifadelerini
verirken tanıkların yönlendirilmiş olabileceği, mağdurun eylemin şaka olduğunu
kabul etmediği, şüphelinin iddia edilen eylemi işleyiş biçimi, müştekiyi
kelepçeledikten sonra kendisini darbetmesi ve bunun sonucunda da müştekinin
dalağının alındığı gözönünde bulundurulduğunda eylemin işkence suçu kapsamında
değerlendirilebileceği ifade edilmiştir.
6. Denizli Devlet Hastanesinin 21/5/2013 tarihli
raporunda da belirtildiği üzere splenektomi (ameliyatla dalağın
alınması) ve travma sonrası stres bozukluğu temelinde %37 oranında vücut
fonksiyon kaybına uğrayan başvurucu, ayrıca 2/5/2013 tarihinde Askeri Yüksek
İdare Mahkemesi (AYİM) nezdinde Millî Savunma Bakanlığı aleyhine tam yargı
davası açmıştır. AYİM 5/11/2014 tarihinde davayı 27/11/2012 tarihli
kovuşturmaya yer olmadığı kararına atıf yaparak hizmet kusuru bulunmadığı
gerekçesiyle reddetmiş, karar kanun yolu incelemesinden geçerek kesinleşmiştir.
Anayasa Mahkemesi başvurucunun başvurusu üzerine tam yargı davası süreci ile
ilgili olarak başvurucunun daha önce yaptığı başvuru üzerine verdiği ihlal
kararının gerekçesine koşut şekilde kötü muamele yasağının usul boyutunun ihlal
edildiğine karar vermiştir (Sinan Işık (2), B. No: 2015/12734,
25/9/2019).
7. İstanbul 1. Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) ceza
yargılaması sürecinde tanıkları dinlemiş ve ilgili birimlerden bilgi
toplamıştır. Yargılama sonunda 17/9/2019 tarihinde İ.H.D.yi asta müessir fiil
suçundan 1 yıl hapis cezası ile cezalandırmış ancak cezanın failin geleceği
üzerindeki olası etkilerini dikkate alarak cezayı 10 ay hapis olarak
belirlemiştir. Mahkeme ayrıca cezanın nevi ve miktarı, sanığın sabıkasız
olması, duruşma tutanaklarına olumsuz bir durumun yansımaması sebebiyle ileride
tekrar suç işlemekten çekineceği kanaatinin oluşması ve giderilebilecek somut
bir zararın olmaması hususlarını dikkate alarak hükmün açıklanmasının geri
bırakılmasına (HAGB) karar vermiştir. Kanun yolu incelemesinden geçerek
kesinleşen kararın gerekçesinde; travmaya bağlı dalak patlaması sonrası
başvurucunun dalağının alındığı, bu olay öncesinde sanığın başvurucuyu kelepçe
ile kalorifer peteğine bağlayıp omzuna ve karnına vurduğu sabit ise de bu
kişilerin terhis olduğu gözönüne alınarak duruşmalarda tekrar dinlenen
tanıkların olayın şakalaşma olduğunu, sert darbelerin söz konusu olmadığını
ifade ettiğinin altı çizilmiştir. Başvurucunun takip eden süreçte olası bir
kavgaya ilişkin bir şikâyeti olmadığı vurgulanarak Adli Tıp 2. İhtisas
Kurulunun raporu ile gazinodaki olay ile dalağının alınması arasında illiyet
bağı kurulamadığı belirtilmiştir. Sonuç itibarıyla sanığın başvurucunun omuz ve
karnına vurması eylemi ile katılanın travmaya bağlı dalağının patlamasının
gerçekleşmesinin illiyet bağı içinde şüpheli kaldığı, işkence suçundan mahkûmiyet
için kuvvetli suç şüphesi bulunmadığı ifade edilerek olay tarihinde sanığın
başvurucunun üstü olduğu, her ikisinin de asker olduğu dikkate alındığında
sanığın başvurucuyu şaka amacıyla dahi olsa kalorifer peteğine kelepçeleyip
omzuna ve karnına şiddetli olmayan şekilde vurması eylemi ile asta müessir fiil
suçunu işlediğinin sabit olduğu ifade edilmiştir.
8. Başvurucu, nihai kararı 6/12/2019 tarihinde
öğrenmesinin ardından 3/1/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
9. Komisyon tarafından başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
II. DEĞERLENDİRME
10. Ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucunun
adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.
11. Başvurucu; üstü tarafından uygulanan fiziksel şiddet
nedeniyle organ kaybı yaşadığını, durumun tıbbi raporlarla ortaya konulduğunu,
buna karşın yargılama sonunda HAGB kararı verildiğini belirterek anayasal
haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Konuya ilişkin insan hakları yargısı
içtihadını sunan Adalet Bakanlığı, adli makamların tespitinden ve ulaştığı
sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir neden bulunmadığını beyan etmiştir.
12. Başvuru, kötü muamele yasağı kapsamında
incelenmiştir.
13. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan,
maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü
öncelikle negatif yükümlülük olarak kamu otoritelerinin kişilerin fiziksel ve
ruhsal olarak zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirdiği gibi ayrıca
pozitif yükümlülük olarak devlete kişilerin işkence ve eziyete ya da insan
haysiyetiyle bağdaşmayan bir ceza veya muameleye maruz bırakılmalarını
engelleyecek tedbirler alma ödevi yüklemektedir. Devletin kötü muamele yasağı
kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin ayrıca usule ilişkin yönü bulunmaktadır.
Bu usul yükümlülüğü, her kötü muamele olayının sorumlularının belirlenmesini ve
cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili bir soruşturma yürütmeyi gerektirir.
Bu soruşturmanın temel amacı, insan onurunu koruyan hukukun etkili bir şekilde
uygulanmasını ve kamu görevlilerinin veya diğer bireylerin kötü muamele
niteliğindeki fiilleri nedeniyle hesap vermelerini, maddi ve manevi varlığa
yönelik ağır saldırıların cezasız kalmamasını sağlamaktır. Cezasızlık; işkence
ve kötü muamele fiillerine yönelik olarak sorumluların adalet önüne
çıkarılmaması, işledikleri suçla orantılı bir biçimde cezalandırılmaması veya
mahkûm edildikleri cezanın infazının sağlanmaması şeklinde ortaya
çıkabilmektedir. Cezasızlığın önlenmesi durumunda bir yandan mağdurlar
açısından gerekli giderim sağlanırken bir yandan yeni ihlallerin
gerçekleşmesini engelleyecek caydırıcı bir etki ortaya çıkması mümkün
olacaktır. İşlenen suç ile verilen cezalar arasında orantısızlık olması ya da
hiç ceza verilmemesi durumunda bu tür eylemlerin önlenmesini sağlayabilecek
caydırıcı bir etki ortaya koymaktan oldukça uzak kalınmakta; kişilerin fiziksel
ve ruhsal bütünlüklerinin idari ve yasal mevzuat aracılığıyla korunması
hususundaki pozitif yükümlülüğün yerine getirilememesi sonucu doğmaktadır (Cezmi
Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014; S.D. B. No:
2013/3017, 16/12/2015).
14. Diğer taraftan sanık hakkında kurulan mahkûmiyet
hükmünün hukuki bir sonuç doğurmamasını ifade eden HAGB kurumu, denetim süresi
içinde kasten yeni bir suçun işlenmemesi ve yükümlülüklere uygun davranılması
hâlinde geri bırakılan hükmün ortadan kaldırılarak kamu davasının düşürülmesi
sonucunu ortaya çıkarmaktadır. Dolayısıyla kişi hakkında verilen HAGB kararı,
ceza niteliğinde olmayıp kişiyi ceza tehdidi altında bırakmaktan ibarettir.
Somut olayda olduğu gibi suçu işlediği mahkemece kabul edilen kişinin
cezalandırılması ancak denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemesi
şartına bağlanmakta, böylelikle sorumluluğu mahkeme kararıyla sabit olan eylemi
-yeni bir suç işlemediği takdirde- fiilî olarak cezasız kalmaktadır. Kanun
koyucunun işlediği suçtan dolayı kişinin tekrar topluma kazandırılması amacıyla
getirdiği bu cezasızlık kurumunun uygulanıp uygulanmayacağı değerlendirilirken
her olayın somut koşulları çerçevesinde suçun niteliği ve mağdurun söz konusu
suçtan etkilenme derecesiyle orantılı olarak yaptırımın caydırıcılığı hususunun
da gözardı edilmeden yorumlanması gerekmektedir (benzer değerlendirmeler için
bkz. Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 30; E.A. [GK], B.
No: 2014/19112, 17/5/2018, § 60).
15. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
16. Yargısal süreçte başvurucunun üstünün -şaka olup
olmadığı tartışmalı olmakla birlikte- saldırısına uğradığı yargı makamları
tarafından kabul edilmiş ve sorumlu belirlenmiştir. Bununla birlikte mahkeme,
asta müessir fiil olarak nitelediği fiziksel şiddetin faili olan asker hakkında
takdirî indirime giderek ceza üst sınırı iki yıl hapis olan suç için 10 ay
hapis cezası vermiş ve hükmün açıklanmasını geri bırakmıştır. Her ne kadar
şahsi cezai mesuliyete ilişkin konulara değinmek Anayasa Mahkemesinin görevi
kapsamında değil ise de kamu görevlilerinin eylemlerinin ve eylemin
sonuçlarının ağırlık derecesi ile verilen ceza arasında açık orantısızlık
olduğu durumlarda Anayasa Mahkemesinin anayasal denetim yapma görevi
bulunmaktadır (benzer değerlendirme için bkz. Cezmi Demir ve diğerleri,
§ 76). Bununla birlikte bu değerlendirmeler yapılırken suç türüne ilişkin
belirlemenin mahkemenin takdirinde olduğunun altı çizilmelidir.
17. Kötü muamele yasağına ilişkin ihlallerle ortaya çıkan
mağduriyetin giderildiğinden söz edilebilmesi için yargı mercilerinin öncelikle
ihlali açıkça ortaya koyması/hukuki sorumluluğu tespit etmesi, bu durumu etkili
bir giderim -ve aynı zamanda eylemle orantılı bir ceza- ile karara bağlaması
gerekir (benzer değerlendirmeler için bkz. Şenol Gürkan, B. No:
2013/2438, 9/9/2015).
18. Somut süreçte yargı makamları maddi vakayı tespit
edip olayın sorumlusunu belirlediğinden, bir başka ifadeyle kötü muamele
yasağının ihlal edildiğini tespit ettiğinden inceleme, ceza ve HAGB kararının
fiille orantılılığı, dolayısıyla benzer olayları önlemedeki caydırıcılığı ile
mağdur açısından da yeterli bir giderim sağlayıp sağlamadığı hususlarına
münhasır olarak yapılacaktır. Bu denetim kötü muamele yasağının hem maddi hem
de usul boyutu için belirleyicidir.
19. Mağdurun korunması ile failin cezalandırılması
arasında makul bir ilişki olması orantılılığın bir gereğidir. Diğer bir
ifadeyle hukuka aykırı eylem ile yaptırım arasında adalet ve hakkaniyet
ilkelerine uygunluk olmalıdır. Başvuruya konu fiil, yargı kararıyla da tespit
edildiği üzere kamu gücü kullanan asker kişi tarafından kasıtlı olarak asta
karşı uygulanan fiziksel şiddettir. Olayın akabinde başvurucu, travmaya bağlı
olarak bir organ kaybı yaşamıştır. Fiziksel şiddetin organ kaybına sebep olduğu
konusunda bir belirleme bulunmamakla beraber organ kaybının fiziksel şiddetten
bağımsız olduğu, başkaca bir durumdan ileri geldiği yönünde de açık bir tespit
yapılabilmiş değildir. Ayrıca -şaka olma ihtimali akılda tutulsa da- fiziksel
şiddetin başvurucunun elinden kalorifer peteğine bağlı olduğu sırada vuku
bulması ve eylemi yapan kişinin başvurucunun üstü olduğu da dikkate alındığında
eylemin olayı çevreleyen koşullar itibarıyla hafif, basit bir müdahale olmadığı
değerlendirmesini yapmak mümkündür. Bu bağlamda somut olayı çevreleyen koşullar
ve vakanın gerçekleşme biçimine ilişkin yukarıda aktarılan hususlar dikkate
alındığında şikâyet konusu müdahalenin eziyet olarak nitelendirilmesi uygun
görülmüştür.
20. 22/5/1930 tarihli ve 1632 sayılı Askeri Ceza
Kanunu'nun 117. maddesi uyarınca asta müessir fiil suçu iki yıla kadar hapis
cezasını gerektirmektedir. Nihai hükümde, başvurucunun üstü olan asker kişi
hakkında 1 yıl hapis cezasına hükmedilmiş ve takdirî indirimle ceza 10 ay
olarak belirlenmiştir. Mahkeme, alt sınıra yakın bir ceza vermiş ve sanığın
geleceği üzerindeki etkilerini nazara alarak cezada indirim yapmıştır. Takdiri
hâkimlere ait olmakla birlikte ceza sonucuna ulaşılırken sanığın asker kişi
olduğu, kamu gücü kullandığı, şiddet uyguladığı kişinin astı (emrinde bulunan
bir kişi) olduğu ve eylem sırasında şiddete maruz kalan kişinin kelepçeli
olduğu gözönünde tutularak bu husus gerekçede tartışılmalı ve buna uygun bir
sonuca ulaşıldığı kararda gösterilmelidir. Kararda bu hususlara riayet edilmeden,
yaptırım olarak 2 yıla kadar hapis öngörülen suça ilişkin olarak caydırıcılığı
sağlayamayacak ve mağduriyeti gidermede de yetersiz olacak şekilde hüküm
kurulduğu değerlendirilmiştir.
21. HAGB kararı verilebilmesi için objektif ve subjektif
koşullar bulunmaktadır. Şüphesiz bu durumun takdiri hâkimlere ait olmakla
birlikte değerlendirme yapılırken sanığın asker kişi olduğu ve kasıtlı bir
şiddet eylemi gösterdiği gözönünde tutularak bu husus karar gerekçesinde
tartışılmalı ve buna uygun bir takdir hakkı kullanıldığı kararda
gösterilmelidir. Kararda, salt ilgili kanunda yazan ifadelerin hüküm fıkrasında
tekrar edilmesi suretiyle HAGB kurumunun gerekçelendirildiği görülmüştür. Bu
bağlamda hükümde olayı çevreleyen koşullara, sanığın başvurucunun üstü konumunda
asker kişi olmasına ve eylemin kasıtlı gerçekleşmesine karşın HAGB hükmü
kurulmasını hukuki bir zemine oturtacak nitelikte bir değerlendirmenin
varlığından söz edilemeyeceği açıktır. Kasıtlı bir fiziksel şiddet eylemine
ilişkin suç için yasal zorunluluğun var olmadığı ve bu konuda tam bir takdir
yetkisi bulunduğu hâlde sanık hakkında hiçbir hukuki sonuç doğurmayacağı
kanunda açıkça belirtilen HAGB müessesesinin uygulanmasıyla hâkimlerin takdir
yetkilerini kasıtlı fiziksel şiddet eyleminin hiçbir şekilde hoş
görülemeyeceğini göstermek yerine bu eylemin sonuçlarını olabildiğince aza
indirgemek yönünde kullandıkları kanaatine ulaşılmıştır.
22. Tüm bu belirlemeler çerçevesinde ceza yargılaması
sürecinde başvurucuya yönelik fiziksel şiddet, bir başka ifadeyle ihlal tespit
edilmiş ise de süreç sonunda verilen hükmün sanık için caydırıcılık ile
mağduriyet açısından uygun/yeterli giderim sağlamadığı, bu nedenle başvurucunun
mağdur sıfatının devam ettiği değerlendirilmiştir. Bu bağlamda caydırıcılık
sağlamayan sürecin cezasızlık sonucunu doğurarak sanığın cezadan muaf tutulduğu
izlenimini yarattığı, benzer ihlallerin önüne geçilebilmesi amacıyla
caydırıcılığın sağlanması için devletin sorumluların uygun ve yeterli cezalarla
cezalandırılmalarını sağlayabilecek nitelikte bir ceza soruşturması yürütme
konusundaki yükümlülüklerine açıkça aykırılık oluşturduğu sonucuna
ulaşılmıştır.
23. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde
güvence altına alınan eziyet yasağının maddi ve usul boyutunun ihlal edildiğine
karar verilmesi gerekir.
III. GİDERİM
24. Başvurucu, ihlalin tespiti ile 500.000 TL maddi ve
500.000 TL manevi tazminata hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.
25. Başvuruda tespit edilen eziyet yasağına dair hak
ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince
yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa
Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen
ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (Mehmet Doğan [GK], B. No:
2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No:
2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B.
No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).
26. Eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin
sonuçlarının bütünüyle ortadan kaldırılabilmesi için başvurucuya manevi
zararları karşılığında (daha önce yapılan ilk başvuruda kötü muamele yasağının
usul boyutuna yönelik ihlal için tazminata hükmedilmediği dikkate alınarak) net
90.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir. Diğer taraftan
başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zararı ortaya koyacak nitelikte
bilgi/belge sunmadığından maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
IV. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adli yardım talebinin KABULÜNE,
B. Eziyet yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
C. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence
altına alınan eziyet yasağının maddi ve usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Kararın bir örneğinin eziyet yasağının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere
İstanbul 1. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2018/169, K.2019/271) GÖNDERİLMESİNE,
E. Başvurucuya net 90.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
F. 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin
başvurucuya ÖDENMESİNE,
G. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine
ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 10/5/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.