TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
|
MEHMET OSMAN KAVALA BAŞVURUSU (2)
|
(Başvuru Numarası: 2020/13893)
|
|
Karar Tarihi: 29/12/2020
|
R.G. Tarih ve Sayı: 23/3/2021-31432
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Zühtü ARSLAN
|
Başkanvekili
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Başkanvekili
|
:
|
Kadir ÖZKAYA
|
Üyeler
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Recai AKYEL
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
|
|
Basri BAĞCI
|
Raportör
|
:
|
Yusuf Enes KAYA
|
Başvurucu
|
:
|
Mehmet Osman KAVALA
|
Vekili
|
:
|
Av. Ahmet Köksal BAYRAKTAR
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru; tutuklama tedbirinin hukuki olmaması,
soruşturma aşaması için kanunda öngörülen azami tutukluluk süresinin aşılması
ve tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği
hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 4/5/2020 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca tutuklamanın hukuki olmadığı ve
tutukluluğun makul süreyi aştığı dışındaki iddialar yönünden kabul edilemezlik
kararı verilmiş, anılan şikâyetlerin kabul edilebilirlik incelemesinin ise
Bölüm tarafından yapılması kararlaştırılmıştır.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
6. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda
bulunmuştur.
7. Birinci Bölüm tarafından niteliği itibarıyla Genel
Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa
Mahkemesi İçtüzüğü'nün 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel
Kurula sevkine karar verilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
A. Başvurucu
Hakkındaki İlk Soruşturma ve Tutuklama Süreci
9. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen
2017/96115 sayılı soruşturma kapsamında başvurucu 18/10/2017 tarihinde
gözaltına alınmıştır.
10. Başvurucu, Gezi Parkı olaylarına ilişkin olarak
hükûmeti ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme
(26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 312. maddesi kapsamında)
ve 15 Temmuz darbe teşebbüsüne ilişkin olarak anayasal düzeni ortadan
kaldırmaya teşebbüs etme (5237 sayılı Kanun'un 309. maddesi kapsamında)
suçlarından İstanbul 1. Sulh Ceza Hâkimliğince 1/11/2017 tarihinde
tutuklanmıştır. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Soruşturma dosyasında bulunan
arama ve elkoyma tutanakları, iletişim tespit tutanakları, fiziki takip
tutanakları, dijital inceleme tutanakları, fotoğraflar, şüpheli savunması, açık
kaynak tespitleri, şüpheli hakkındaki ifadeler, yakalama tutanağı, şüpheli
savunmaları ve diğer belgeler incelendiğinde, [başvurucunun] Türkiye Cumhuriyeti
Devleti ve Hükûmetini ortadan kaldırmaya ve görevini yapmasını engellemeye yönelik
bir ayaklanma olan ve tüm terör örgütlerinin ... (FETÖ/PDY, PKK/KCK, DHKPC,
MLKP'nin) aktif olarak katıldığı ve destek verdikleri kamuoyunda 'Gezi
olayları' olarak bilinen eylemlerin yöneticisi ve organizatörü olduğu, eyleme
katılan şahıslara maddi yardımda bulunduğu, 15/7/2016 tarihinde ülkemizde
gerçekleştirilmeye çalışılan darbe girişimi ile ilgili 15-16 Temmuz 2016
tarihinde Büyükada S. Otelde yapılan darbe teşebbüsü sürecinde darbenin
organizatörlerinden olan H.J.B. ile yabancı uyruklu kişilerle irtibat
kurarak darbe teşebbüsüne katılmak suretiyle anayasal düzeni cebir şiddet
yöntemleri ile değiştirmek suçlarını işlediği yönünde kuvvetli suç şüphesinin
varlığını gösteren somut deliller bulunduğu, yüklenen suçların yasada öngörülen
ceza miktarı, işlendiği iddia edilen suçların önemli ve ciddi sayılan katalog
suçlardan olması nedeniyle tutuklama nedeninin kanun gereğince varsayıldığı,
nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları ve 6352 sayılı Yasa ile
değişik 5271 sayılı CMK'nın 100. ve devam eden maddeleri uyarınca şüphelinin
tutuklanmasına engel bir halinin (tutuklama yasağı ve yargılama engeli
bulunmaması hali gibi) bulunmadığı, alması muhtemel ceza göz önüne alındığında
kaçma şüphesinin bulunduğu, soruşturmanın henüz tamamlanmaması nedeniyle
şüphelinin delilleri yok etme, gizleme, tanık ve mağdurlar üzerinde baskı
oluşturma şüphesinin bulunduğu, işin önemi, verilmesi beklenen ceza veya
güvenlik önlemi değerlendirildiğinde, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 13.
maddesinde ifade olunan ölçülülük ilkesi uyarınca daha hafif koruma önlemi olan
adli kontrol tedbiri uygulamasının bu aşamada soruşturmaya konu suç ve bu
şüpheli açısından yetersiz kalacağı ve amaca hizmet etmeyeceği kanaatine
varılarak şüpheli ve müdafisinin serbest bırakılma istemlerinin reddi ile
şüphelinin üzerine atılı olan Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme,
Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçlarından
5271 sayılı CMK'nın 100. ve devamı maddeleri uyarınca tutuklanmasına... [karar
verildi.]"
11. Başsavcılık, hem Gezi Parkı olaylarıyla hem de 15
Temmuz darbe teşebbüsüyle ilgili iddiaların yer aldığı 2017/96115 sayılı
soruşturma dosyasında 14/12/2018 tarihinde tefrik işlemi gerçekleştirmiştir. Bu
kapsamda başvuruya yönelik olarak Gezi Parkı olayları kapsamında yöneltilen
suçlamalara ilişkin soruşturmanın bir başka dosya (2018/210299 sayılı)
üzerinden yürütülmesi kararlaştırılmıştır.
12. Gezi Parkı olaylarıyla ilgili olarak 2018/210299
sayılı dosya üzerinden yürütülen soruşturma sonunda Başsavcılık tarafından
9/2/2019 tarihinde aralarında başvurucunun da olduğu on beş şüpheli hakkında
iddianame tanzim edilmiştir. İddianamede; şüphelilerin Gezi Parkı olayları
kapsamında hükûmeti ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye
teşebbüs etme, kamu malına zarar verme, ibadethanelere ve mezarlıklara saygısız
davranma, zararlı maddeleri kanuna aykırı bir şekilde bulundurma, yağma gibi
çeşitli suçlar işledikleri iddia edilmiştir.
13. İddianame, İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi
tarafından 4/3/2019 tarihinde kabul edilmiş ve E.2019/74 sayılı dosya üzerinden
kovuşturmaya başlanmıştır.
14. Mahkeme 18/2/2020 tarihinde, başvurucunun Gezi Parkı
olayları bağlamında işlediği ileri sürülen tüm suçlardan beraatine ve
tahliyesine (başka suçtan tutuklu veya hükümlü değilse serbest bırakılmasına)
karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, suçlamaya ilişkin olarak dayanılan
iletişimin tespiti (telefon dinleme) kayıtlarının hukuka uygun delil
niteliğinde olmadığı değerlendirmesine yer verilmiş; ayrıca başvurucunun Gezi
Parkı olaylarını finanse ettiğini gösteren delillerin bulunmadığı, yine
başvurucunun temininde rol aldığı ileri sürülen materyallerin şiddet
eylemlerinde kullanıldığını gösteren kanıtların da olmadığı ifade edilmiştir.
Mahkeme sonuç olarak başvurucunun da aralarında olduğu sanıklar yönünden "kamu
düzeninin işleyişine karşı vahim nitelikte şiddet ve cebir içeren eylemlerde
bulunan 'marjinal grupları' ve 'yasadışı sol örgütleri' yöneterek,
yönlendirerek veya azmettirerek Hükûmetin icra kabiliyetini engelleyecek
düzeyde bir girişimde bulunduklarına dair, mahkumiyetlerine yeter derecede
hukuka uygun, somut ve kesin delil elde edilemediği" kanaatine
ulaşmıştır.
15. Başsavcılık, başvurucunun üzerine atılı suçları
işlediğinin sabit olduğu ve bu nedenle cezalandırılması gerektiği düşüncesiyle
beraat kararına karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Bireysel başvurunun
karara bağlandığı tarih itibarıyla istinaf incelemesi devam etmektedir.
B. Anayasa
Mahkemesine Bireysel Başvuru Süreci
16. Başvurucu 1/11/2017 tarihindeki tutuklama kararı ile
ilgili olarak Anayasa Mahkemesine 29/12/2017 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur. Başvurucu; tutuklama tedbirinin hukuki olmaması, soruşturma
dosyasına erişimin kısıtlanması ve tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme
önüne çıkarılmaksızın yapılması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
17. Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu başvuruyu 22/5/2019
tarihinde karara bağlamıştır. Bu kapsamda tutukluluk incelemelerinin
hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapıldığı ve soruşturma dosyasına erişimin
kısıtlandığı iddialarının kabul edilemez olduğuna, tutuklamanın hukuki olmadığı
iddiasına ilişkin olarak ise Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası
bağlamında ki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edilmediğine karar
verilmiştir (Mehmet Osman Kavala [GK], B. No: 2018/1073, 22/5/2019).
18. Anayasa Mahkemesi tutuklamanın hukukiliği kapsamında
yaptığı incelemede başvurucunun suç işlediğine dair kuvvetli belirtilerin
mevcut olduğu sonucuna ulaşmıştır. Bu bağlamda yapılan değerlendirmeler
şöyledir:
"70. Gezi
olayları sırasında birtakım şiddet olaylarının gerçekleştiği, kamu mallarının
zarar gördüğü, çok sayıda kişinin yaralandığı, güvenlik görevlisi ve
sivillerden ölenlerin olduğu ve söz konusu olaylara ilişkin olarak birçok kişi
hakkında çeşitli suçlardan soruşturma başlatıldığı ve kamu davalarının açıldığı
bilinmektedir. Bu bağlamda yaşanan şiddet olayları neticesinde güvenlik
görevlisi ve sivillerden yaralanan ve ölenler olmuş, olaylar İstanbul dışında
birçok ile yayılmış ve şiddet olayları da yaygınlaşmıştır. Dolayısıyla Gezi
Parkı olaylarında yaygın şiddet hareketlerinin meydana geldiği, kamu düzeninin
ciddi bir şekilde bozulduğu açıktır. Başvurucu; sosyal statüsü, ulusal ve
uluslararası bağlantıları gözönüne alındığında olayların süreç içinde şiddete
evrildiğini ve sonuçlarını öngörebilecek konumdadır. Başvurucunun şiddet
olaylarının devam ettiği süreçte H.H.G. ile yaptığı görüşmede H.H.G.nin Gezi
olaylarının ivmesinin düşmesinden, hareketin toparlanması, genişletilip
derinleştirilmesi için daha geniş bir kitleyle buluşulmasından, Gezi olaylarını
Anadolu'ya yaymak gibi fikirlerin olduğundan söz etmesi, başvurucunun da bu
hususları tasdikleyici sözler söylemesi ve bu doğrultuda toplantılar için mekân
konusunda yardımcı olmaya çalışması, bir başka görüşmede gaz maskesi, gözlük
vesair malzeme teminine yardımcı olacağını belirtmesi, diğer bir görüşmede ise
Gezi olaylarının siyasi durumu nasıl değiştireceğinden bahsetmesi, Gezi
olaylarının yaşandığı süreç içinde Gezi olaylarıyla ilgili bir kısım
toplantılar düzenlemesi veya düzenlenen toplantılara katılması ve eylemleri
destekleyen bir kısım kişilerle görüş alışverişinde bulunarak ulusal ve
uluslararası kamuoyu oluşturmaya çalışması hususları (bkz. § 24) birlikte
değerlendirildiğinde başvurucunun Gezi olaylarında yaşanan şiddet olaylarından
ve elde edilmek istenen suçlama konusu yapılan siyasi sonuçtan (Soruşturma
makamları olayların nihai olarak Hükûmeti düşürmeyi hedeflediğini iddia
etmiştir.) sorumlu olduğuna yönelik soruşturma makamlarınca yer verilen bu
hususların tutuklama için gerekli olan suçun işlendiğine dair kuvvetli belirti
olarak kabul edilmesinin keyfî ve temelsiz olduğu söylenemez."
19. Anayasa Mahkemesi, anılan kararda tutuklamaya konu
suçlardan biri olan Gezi Parkı olaylarıyla bağlantılı olarak kuvvetli suç
belirtisinin bulunduğu sonucuna vardığından tutuklamaya konu diğer suç olan 15
Temmuz darbe teşebbüsüyle bağlantılı suçlama bakımından ayrıca bir
değerlendirme yapmaya gerek görmemiştir.
C. Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesine Bireysel Başvuru Süreci
20. Başvurucu 1/11/2017 tarihli tutuklama kararıyla
ilgili olarak 8/6/2018 tarihinde bu kez Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM)
bireysel başvuruda bulunmuştur.
21. AİHM 10/12/2019 tarihinde başvurucunun suç işlediğine
dair makul şüphenin bulunmaması nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin
(Sözleşme) 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ihlal edildiği sonucuna
varmıştır. AİHM ayrıca tutuklamanın -Sözleşme'nin 5. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (c) bendinde belirtildiği üzere- kişinin suç işlediğine dair makul
bir şüphe nedeniyle yetkili bir adli makam önüne çıkarılmanın dışında bir
amaçla uygulandığı gerekçesiyle 5. madde ile bağlantılı olarak Sözleşme'nin 18.
maddesinin de ihlal edildiğine karar vermiştir (Kavala/Türkiye, B. No:
28749/18, 10/12/2019).
22. AİHM, başvurucunun Gezi Parkı olaylarına ilişkin
olarak hükûmeti ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs
etme (5237 sayılı Kanun'un 312. maddesi kapsamında) ve 15 Temmuz darbe
teşebbüsüne ilişkin olarak anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme
(5237 sayılı Kanun'un 309. maddesi kapsamında) olmak üzere iki ayrı suç
işlediğine dair kuvvetli şüphe olması sebebiyle tutuklandığını tespit etmiş ve
her iki suçlamaya dair olguları ayrı ayrı incelemiştir. Bu bağlamda AİHM her
iki suçlama yönünden de makul şüphenin bulunmadığı sonucuna varmıştır. AİHM 15
Temmuz darbe teşebbüsü ile ilgili suçtan verilen tutuklama kararı yönünden şu
değerlendirmelerde bulunmuştur:
"154. Mahkeme, 15 Temmuz 2016
tarihli darbe teşebbüsüne ilişkin suçlamalarla ilgili olarak, bu suçlamaların
genel olarak başvuran ile -Hükümete göre, darbe teşebbüsünün organize
edilmesinde yer aldığı suçlaması kapsamında ceza soruşturmasına konu olan-
H.J.B. arasındaki 'yoğun temasların' varlığına dayandırıldığını
gözlemlemektedir. Ancak Mahkemeye göre, dava dosyasındaki deliller bu şüpheyi
haklı kılmak açısından yetersizdir. Savcılık, başvuranın yabancı vatandaşlarla
ilişkiler yürütmesi ve başvuranın cep telefonunun ve H.J.B.’nin cep telefonunun
aynı baz istasyonundan sinyal göndermesi hususlarına dayanmıştır. Ayrıca, dava
dosyasından, başvuranın ve H.J.B.’nin darbe girişimi sonrasında 18 Temmuz 2016
tarihinde bir restoranda karşılaştıkları ve kısa bir şekilde selamlaştıkları
anlaşılmaktadır. Mahkemeye göre, dosyaya dayanılarak, başvuranın ve söz konusu
şahsın yoğun temasları bulunduğu tespit edilemez. Ayrıca, diğer ilgili ve
yeterli koşulların bulunmadığı dikkate alındığında, başvuranın şüpheli bir
kişiyle veya yabancı vatandaşlarla temaslarının bulunması, tarafsız bir
gözlemciyi, başvuranın anayasal düzeni ortadan kaldırma teşebbüsünde
bulunduğuna ikna etmeye yeterli bir delil olarak değerlendirilemez...
155. Mahkemeye göre, cebir ve şiddet kullanarak
anayasal düzeni ortadan kaldırma teşebbüsünde bulunma şüphesinin, söz konusu
suçun niteliği göz önünde bulundurulduğunda, somut ve doğrulanabilir olaylarla
veya delillerle desteklenmesi gerektiği oldukça açıktır. Buna karşın,
başvuranın başlangıçta tutuklanmasına ve tutukluluk halinin devamına yönelik
mahkeme kararlarından veya iddianameden, başvuranın hürriyetinden yoksun
bırakılmasının, itham edildiği suçları işlediği yönünde makul bir şüpheye
dayandırıldığı görülmemektedir.
(v) Sonuç
156. Mahkeme, yukarıda belirtilen
gerekçelerle, kendisine sunulan delillerin, başvuranın ilk tutuklandığı zaman
hakkında makul bir şüphe bulunduğu sonucunu desteklemek açısından yetersiz
olduğu kanısındadır. Ayrıca, başvuranın yakalanması sonrasında ve bu dava kapsamına
giren devam eden tutukluluk süresi boyunca dava dosyasına eklenen delillerin,
başvuranın ilk tutuklanmasını ve tutukluluk halinin devamını haklı kılacak bir
şüphe doğuran olaylar veya bilgiler olduğu ortaya konulamamıştır. Dolayısıyla,
başvuranın bir suç işlediği yönünde 'makul bir şüpheye' dayanılarak
hürriyetinden yoksun bırakıldığı yeterli bir şekilde ispat edilmemiştir."
23. AİHM, ihlal kararının giderimi kapsamında
başvurucunun tutukluluğunun sona erdirilmesi ve bir an önce serbest bırakılması
için Hükûmetin tüm önlemleri alması gerektiğine karar vermiştir (Kavala/Türkiye,
§§ 217-219).
24. AİHM Büyük Dairesi Paneli 12/5/2020 tarihinde,
Hükûmetin davanın Büyük Daireye taşınması talebini reddetmiş ve karar böylece
kesinleşmiştir. Kararın kesinleşmesini müteakip kararların icra organı olan
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi 3/9/2020 tarihinde aldığı kararda -Türk
makamlarının başvurucunun 9/3/2020 tarihinden itibaren başka bir soruşturma
kapsamında tutuklu olduğunu beyan etmelerine rağmen- eldeki bilgilerin
başvurucunun devam eden tutukluluğunun AİHM kararında tespit edilen ihlallerin
devamı olduğuna dair güçlü bir kanı oluşturduğunu belirtmiştir. Komite ayrıca
yetkili mercileri mümkün olan en kısa zaman içinde AİHM'in tespitleri
çerçevesinde gerekli önlemleri almaya davet etmiş ve başvurucunun derhâl
serbest bırakılması konusunda çağrı yapmıştır. Komite daha sonra da aynı yönde
kararlar almıştır.
D. Somut
Başvuruya Konu Tutuklama Süreci
25. Başvurucu hakkında İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığının 2017/96115 sayılı soruşturma dosyası üzerinden yürütülen
soruşturmada, 15 Temmuz darbe teşebbüsüyle bağlantılı olarak anayasal düzeni
ortadan kaldırmaya teşebbüs etme (5237 sayılı Kanun'un 309. maddesi kapsamında)
suçundan sürdürülen tutuklulukla ilgili olarak 11/10/2019 tarihinde resen
tahliye kararı verilmiştir. Başsavcılığın tahliye kararında, başvurucunun Gezi
Parkı olaylarıyla ilgili suçlamalardan yargılandığı davada tutuklu olmasına ve "mevcut
delil durumu göz önüne alınarak tutuklama tedbirinin devamının artık ölçülü
olmayacağı" değerlendirmesine dayanılmıştır.
26. Başsavcılık 18/2/2020 tarihinde, 2017/96115 sayılı
dosya üzerinden yürütülen soruşturma kapsamında -anayasal düzeni ortadan
kaldırmaya teşebbüs etme suçu yönünden- başvurucunun yeniden gözaltına alınmasına
karar vermiştir. Başvurucu, gözaltı sürecinin sonunda anayasal düzeni ortadan
kaldırmaya teşebbüs etme suçundan tutuklanması istemiyle İstanbul 8. Sulh Ceza
Hâkimliğine sevk edilmiştir. Tutuklamaya sevk yazısının ilgili kısmı şöyledir:
"Hakkında Cumhuriyet
Başsavcılığımızca Türkiye Cumhuriyeti devletinin anayasal düzenini değiştirmeye
teşebbüs suçundan soruşturma yürütülüp yakalama kararı ile aranmakta olan
şüpheli H.J.B.nin FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün Amerika Birleşik Devletleri
ülkesindeki, onursal başkanlığını Fetullahçı terör örgütü lideri Fetullah
Gülen'in yaptığı Rumi Forum Vakfı'nın organizasyon komitesinde görev yaptığı,
örgüt liderinin çalışmalarını tanıtmak için lobi faaliyeti yürüttüğü, 15/7/2016
tarihli darbe girişiminin sabahında yurt dışından İstanbul'a geldiği ve
doğrudan Büyükada S. otele yerleştiği, 18/7/2016 tarihinde ülkemizden
ayrıldığı, şüpheli Mehmet Osman Kavala'nın H.J.B. ile 18/7/2016 tarihinde
Karaköy semtinde bir restorantta buluştukları, bunun yanında yapılan iletişim
analizlerinden de anlaşılacağı üzere; darbe girişimi öncesi ve sonrasında yoğun
irtibatlarının bulunduğu, yine iletişim analizine göre şüpheli Mehmet Osman
Kavala'nın diğer şüpheli H.J.B. ile darbe girişimi öncesi 27/6/2016 tarihinde
önce Şişli ilçesinde şüpheli Mehmet Osman Kavala'ya ait Menka anonim şirketi
adlı iş yerinde devamında da 30/6/2016 tarihinde Diyarbakır ilinde bir araya
gelerek PKK Terör Örgütü irtibatlı kişilerle buluştuklarının tespit edildiği,
15/7/2016 tarihinde FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarınca
gerçekleştirilen darbe teşebbüsü sürecinde şüpheli H.J.B. ile şüpheli Mehmet
Osman Kavala'nın suç tarihlerindeki irtibatları, şüpheli H.J.B.'nin FETÖ/PDY
ile olan irtibatları dikkate alındığında, şüpheli Mehmet Osman Kavala'nın
15/7/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsünün karar sürecine
katıldığına dair bulgulara ulaşıldığı, 26/7/2016 tarihinde başlatılan bu
soruşturma kapsamında başka suçtan tahliyesine müteakip kaçma şüphesi göz
önünde bulundurularak 18/2/2020 tarihinde gözaltı kararı verildiği, hakkında
Türkiye Cumhuriyeti hükümetini cebir, şiddet kullanarak çalışamaz hale getirmek
suçu yönünden kovuşturma bulunan Mehmet Osman Kavala'ya, Türkiye Cumhuriyeti
devletinin anayasal düzenini cebir, şiddet kullanarak değiştirmeye teşebbüs
(darbe teşebbüsü) suçunun niteliği, mevcut delil durumu, şüphelinin kaçma
ihtimalinin bulunması, adli kontrol tedbirlerinin yetersiz olduğu dikkate
alınarak, şüpheli Mehmet Osman KAVALA'nın atılı Türkiye Cumhuriyeti devletinin
anayasal düzenini cebir, şiddet kullanarak değiştirmeye teşebbüs (darbe
teşebbüsü) suçu yönünden CMK 100 maddesi gereğince sorgusu yapılarak
tutuklanmasına karar verilmesi kamu adına talep olunur."
27. Başvurucunun Hâkimlikteki sorgusu sırasında iki
müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu; Hâkimlik önündeki sorgusunda yaklaşık
2 yıl 4 aydır hukuksuz bir şekilde tutuklu olduğunu, AİHM kararında açıkça
tespit edilen hak ihlalinin yeni gözaltı kararı ve tutuklamaya sevk yazısıyla
devam ettirilmeye çalışıldığını, 15 Temmuz darbe girişimine destek olmakla
ilgili tüm iddiaların asılsız olduğunu ifade etmiştir. Başvurucunun müdafileri
de H.J.B. isimli kişi ile müvekkillerinin hiçbir şekilde telefonla
görüşmediğini belirtmiş ve bu hususa ilişkin HTS analiz raporunu sunmuştur.
Başvurucu müdafileri ayrıca aynı suç kapsamında 11/10/2019 tarihinde
başvurucunun resen tahliyesine karar verildiğini, dolayısıyla aynı suçtan
tekrar tutuklamaya sevk durumunun söz konusu olduğunu, AİHM'in bu
soruşturmadaki tutuklamanın hukuka aykırı olduğuna karar verdiğini, bu dosya
kapsamında soruşturma aşamasında tutuklu olarak geçirilecek azami iki yıllık
sürenin de dolduğunu dile getirmiştir.
28. Hâkimlik 19/2/2020 tarihinde başvurucunun anayasal
düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan tutuklanmasına karar
vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
"Şüphelinin üzerine atılı Anayasal
Düzeni Ortadan Kaldırmaya Teşebbüs Etme suçunu işlediği iddiasıyla tutuklamaya
sevk edilmiş olup, soruşturma dosyası kapsamında bulunan arama ve el koyma
tutanakları, diğer kolluk tutanakları, dijital inceleme tutanakları,
fotoğraflar, açık kaynak tespitleri incelendiğinde, şüphelinin 15 Temmuz 2016
tarihinde ülkemizde gerçekleştirilmeye çalışılan darbe girişimi ile ilgili
15-16 Temmuz 2016 tarihinde Büyükada S. otelde yapılan toplantı sürecinde
darbenin organizatörlerinden olan H.J.B. ve diğer yabancı uyruklu kişi ve
kişilerle irtibatlı olarak darbe teşebbüsüne katıldığına dair tespitler, yine
iletişim analizine göre şüpheli Mehmet Osman KAVALA'nın diğer şüpheli H.J.B.
ile darbe girişimi öncesi 27 Haziran 2016 tarihinde önce Şişli ilçesinde
şüpheli Mehmet Osman Kavala'ya ait Menka Anonim Şirketi adlı iş yerinde
devamında da 30/6/2016 tarihinde Diyarbakır ilinde bir araya gelerek PKK Terör
Örgütü irtibatlı kişilerle buluştuklarının tespit edildiği, yine H.J.B.nin
FETÖ/PDY ile olan irtibatları dikkate alındığında ve şüpheli ile cep
telefonlarının aynı zaman diliminde aynı baz istasyonundan gelen sinyalleri
yayınladığı olgusu birlikte değerlendirildiğinde şüpheli Mehmet Osman Kavala'nın
15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsünün karar sürecine
katılmış olabileceğine dair kuvvetli suç şüphesini gösterir somut delil
niteliğinde olduğu, her ne kadar şüpheli hakkında bu soruşturma kapsamında
11/10/2019 tarihinde re'sen tahliye kararı verilmiş ise de, kamuoyunda gezi
parkı davası olarak bilinen dosyadan verilen tahliye kararı nedeniyle atılı
suçun ağırlığı ve önemi dikkate alındığında şüphelinin kaçma şüphesinin
bulunduğu, atılı suçun CMK'nın 100. maddesinde sayılan suçlardan olması
nedeniyle tutuklama sebeplerinin var kabul edilmesi gerekliliği, soruşturma
konusu suçun ağırlığı ve önemi dikkate alındığında adli kontrol hükümlerinin
yetersiz kalacağından CMK'nın 100. ve devamı maddeleri gereğince şüphelinin tutuklanmasına
... [karar verildi.]"
29. Başvurucunun bu tutuklama kararına yaptığı itiraz
25/2/2020 tarihinde İstanbul 9. Sulh Ceza Hâkimliğince reddedilmiştir.
30. Öte yandan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 9/3/2020
tarihinde başvurucuyu bu kez devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal
veya askerî casusluk amacıyla temin etme suçundan tutuklanması istemiyle
İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Anılan sevk yazısının ilgili
kısmı şöyledir:
"H.J.B. hakkında yapılan ek
araştırmada; adı geçenin yabancı devletler adına istihbari görevler alarak
faaliyetler yürüttüğüne dair bulgulara erişildiği, şüphelinin 15/7/2016
tarihinde darbe girişiminde bulunan FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün Amerika
Birleşik Devletleri ülkesinde olan ve onursal başkanlığını örgüt lideri
Fetullah Gülen'in yaptığı Rumi Forum Vakfı'nın organizasyon komitesinde görev
yaptığı, örgüt liderinin çalışmalarını tanıtmak için lobi faaliyetlerinde
bulunduğu, 15/7/2016 günü Büyükada S. Otel'de darbe teşebbüsünün devam ettiği
saatlerde şüpheli H.J.B.nin kendi faaliyetlerini kamufle etmek amacıyla
uluslararası toplantıya katılıyormuş görünümü altında ülkemize geldiği, içeriği
Ortadoğu'daki güncel meseleler olduğu katılımcılar tarafından belirtilen
toplantıya şüphelinin bizzat katıldığı, toplantının devam ettiği süreçte
FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün darbe teşebbüsü girişimini başlattıkları,
şüpheli H.J.B.nin bu toplantıya katılma amacının desteklediği, gözetim altında
bulundurduğu ve yönlendirdiği, FETÖ/PDY mensuplarınca gerçekleştirilen darbe
teşebbüsü ile irtibatının gizlenmesi maksadıyla olduğu, yürütülen soruşturmada
otel görevlilerinden olup bilgisine başvurulan tanığın ifadesinde de
belirtildiği üzere, şüpheli H.J.B.nin normalin ötesinde tedirgin ve gergin
olduğu, tanığa ülkemize her gelişinde olağanüstü olayların vuku bulduğunu,
önceki gelişlerinde İstanbul'daki ... bankasındaki patlama sonrasında da Gezi
Olayları ve en sonunda da 15/7/2016 tarihinde darbe teşebbüsünde bulunulduğunu
beyan ettiği, hatta kendisine darbe teşebbüsünün nereye varacağını sorduğunda; 'bu
bir oyun bu bir düzmece böyle bir şeyin olacağına ihtimal vermiyorum.' şeklinde
kendisini gizlemeye ve olayla irtibatının ortaya çıkmasını engellemeye yönelik
sözler söylediği, iletişim tespitlerine ilişkin tanzim edilen analiz raporundan
da anlaşılacağı üzere; şüpheli H.J.B. ile şüpheli Mehmet Osman Kavala arasında
irtibat bulunduğu ancak bu irtibatın çoğunlukla yüz yüze görüşme şeklinde
gerçekleştirildiği, şüpheli H.J.B. ile şüpheli Mehmet Osman Kavala arasında
gerek şüpheli Osman Kavala adına kayıtlı hatlar ile gerekse şüpheli Osman
Kavala'nın yöneticisi olduğu ... Vakfı arasında birçok irtibatının tespit
edildiği, bu irtibatların detayına ilişkin inceleme ve araştırmaların devam
ettiği, şüpheliler H.J.B. ile Mehmet Osman Kavala'nın ortak baz verileri göz
önüne alındığında, 27/11/2014, 1/6/2015, 03/6/2015, 5/6/2015, 7/3/2016,
9/3/2016, 28/6/2016,29/6/2016, 18/7/2016tarihlerinde baz ortaklıklarının
görüldüğü, bu suretle de bir araya gelmek suretiyle görüşmeler
gerçekleştirdikleri, soruşturma dosyasındaki ifadelerinden anlaşılacağı üzere
18/7/2016 günü Karaköy'deki bir lokantada karşılaştıklarının anlaşıldığı, izah
edildiği üzere yasadışı istihbari faaliyetlerde bulunan şüpheli H.J.B. ile
şüpheli Mehmet Osman Kavala arasında gerek tanık beyanı gerekse iletişim
tespitlerinden elde edilen veriler dikkate alındığında irtibat bulunduğu, bu
irtibatlara ilişkin araştırmaların devam etmekte olduğu, bu itibarla şüpheli
Mehmet Osman Kavala'nın atılı Türkiye Cumhuriyeti Devletinin anayasal düzenini
cebir şiddet kullanarak değiştirme suçu ile birlikte ayrıca devletin güvenliği
veya dış siyasal yararlar bakımından niteliği itibari ile gizli kalması gereken
bilgileri siyasal veya askeri casusluk maksadıyla temin etmek suçunu da
işlediğine dair bulgulara ulaşıldığı, atılı suçun niteliği, mevcut delil durumu
dikkate alındığında, adli kontrol tedbirleri uygulanmasının yetersiz olacağı,
şüphelinin kaçma ihtimali yanında delillere etki etme ihtimalinin bulunduğu
anlaşılmakla, halen cezaevinde tutuklu bulunan şüpheli Mehmet Osman Kavala'nın
SEGBİS sistemi kullanılarak sorgusu yapılarak, atılı devletin güvenliği veya
dış siyasal yararlar bakımından niteliği itibari ile gizli kalması gereken
bilgileri siyasal veya askeri casusluk maksadıyla temin etmek suçundan 5271
sayılı CMK’nın 100. vd. maddeleri uyarınca tutuklanmasına, karar verilmesi kamu
adına talep olunur."
31. Başvurucunun sorgusu aynı tarihte yapılmış ve bu
sırada başvurucunun iki müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu; Hâkimlik
önündeki savunmasında H.J.B. ile telefon görüşmesi yapmadığının HTS
kayıtlarıyla ortaya çıktığını, çalışma ofisinin Taksim'de -otellerin olduğu
çevrenin ortasında- bulunduğunu, bu nedenle aynı baz istasyonunun
kullanılmasının oldukça doğal olduğunu, bunun casusluk suçlaması ile bir
ilgisinin bulunmadığını, atılı suçu işlemediğini ifade etmiştir. Başvurucu
ayrıca H.J.B. ile takriben dört yıl önce bir konferansta tanıştığını, bunun
dışında bir tanışıklığının olmadığını, konferansın konusunun Türkiye'nin ve
Orta Doğu'nun siyasi durumu ile ilgili olduğunu, bu kişinin Türkiye ve Orta
Doğu üzerine araştırmalar yapan bir kurumun yöneticisi olduğunu belirtmiştir.
Başvurucu bunların yanı sıra H.J.B.nin 15 Temmuz darbe girişimi ile
ilişkilendirilmesinin sebebinin muhtemelen ... Üniversitesinde (S. Otel'de)
düzenlenen ortak bir akademik toplantı olduğunu ancak bu toplantıya davet
edilmediğini ve katılmadığını, katıldığı toplantıların hiçbirinin gizli
olmadığını, bazı devlet görevlilerinin de bu toplantılara katıldığını dile
getirmiştir. Başvurucu son olarak darbe girişimine destek olma suçlamasının iki
sene sonra casusluk suçlamasına evrilmesinin adli sürecin doğal akışına aykırı
olduğunu vurgulamıştır.
32. Başvurucunun müdafileri ise H.J.B. ile ilgili
hususlar haricinde başvurucuya herhangi bir suç isnadının bulunmadığını,
suçlamaların baz istasyonu kayıtlarına dayandığını, bu hususun yeni bir şey
olmadığını, bunların soruşturmanın başından beri var olduğunu belirtmiştir.
Ayrıca başvurucu müdafileri hangi gizli bilgilerin temin edildiğine ilişkin bir
ibare ya da delil bulunmadığını, başvurucunun 15 Temmuz darbe girişimini
organize ettiğine ilişkin de bir delilin olmadığını, sevk yazısında atıf
yapılan tanığın başvurucuyla ilgili bir beyanının olmadığını, AİHM kararının
kesinleşmesinin söz konusu olması nedeniyle AİHM kararını etkisiz kılmak için
yeni bir suç üretilmeye çalışıldığını ileri sürmüştür.
33. İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliği başvurucunun
devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk
amacıyla temin etme suçundan (5237 sayılı Kanun'un 328. maddesi
kapsamında) 9/3/2020 tarihinde tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili
kısmı şöyledir:
"Şüphelinin üzerine atılı devletin
gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin
etme suçundan tutuklanması talep edilmekle; dosya içerisinde mevcut HTS baz
analiz raporları, dijital inceleme tutanakları, tanık beyanına dair bilgi alma
tutanakları ile şüphelinin, gerek FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne gerek PKK
silahlı terör örgütü ile irtibatlı kişiler ile görüşen, bu terör örgütleri
adına ve yabancı devletler adına istihbari görevler alarak faaliyetler yürüten
H.J.B. ile irtibatlarına dair dosya içerisinde mevcut 27/11/2014, 1/6/2015,
3/6/2015, 5/6/2015, 7/3/2016, 9/3/2016, 28/6/2016, 29/6/2016,
18/7/2016tarihlerinde periyodik ve 11/2014-7/2016 tarihleri arasında süreklilik
arz eder şekilde ortak baz kayıtları, yine 18/7/2016 tarihinde bir lokantada
birlikte görünmeleri, şüphelinin H.J.B. ile Türkiye ve Orta Doğu meselelerinin
görüştüğü konferanslarda görüştüklerine dair beyanları birlikte
değerlendirildiğinde; şüphelinin üzerine atılı suçu işlediği hususunda kuvvetli
suç şüphesinin bulunduğu, atılı suçun vasıf ve mahiyeti, kanunda öngörülen
cezasının alt ve üst sınırı göz önüne alındığında tutuklamanın ölçülü olduğu
kanaatine varılarak CMK'nın 100 ve devamı maddeleri gereğince, şüphelinin
devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk
amacıyla temin etme suçundan tutuklanmasına ... [karar verildi.]"
34. Başvurucunun tutuklama kararına yaptığı itiraz,
İstanbul 11. Sulh Ceza Hâkimliğince 1/4/2020 tarihinde kesin olarak
reddedilmiştir.
35. Anılan karar 6/4/2020 tarihinde başvurucuya tebliğ
edilmiş, başvurucu 4/5/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
36. Diğer taraftan Başsavcılık 20/3/2020 tarihinde 5237
sayılı Kanun'un 309. maddesi kapsamında anayasal düzeni ortadan kaldırmaya
teşebbüs etme suçundan yürütülen soruşturmada başvurucunun "tutukluluk
süresi üzerinden 2 yıl geçtiği" gerekçesiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271
sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 102. maddesinin (4) numaralı fıkrası
gereğinde bu suç yönünden tahliyesine karar verilmesi yönünde İstanbul 3. Sulh
Ceza Hâkimliğine görüş bildirmiştir. Hâkimlik aynı tarihte, başvurucunun
anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan tahliye edilmesine
karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Dosyada mevcut tutanaklar,
şüphelinin savunmaları, tanık anlatımları, adli raporlar ve tüm dosya
kapsamından şüphelinin üzerine atılı Anayasal Düzeni Ortadan Kaldırmaya
Teşebbüs Etme suçunu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösterir
deliller bulunduğu, ancak şüphelinin müsnet suç yönünden 2 yıldan fazla süredir
tutuklu olduğu CMK 102/4 maddesi gereğince müsnet suç için azami tutukluluk
süresinin 2 yıl olduğu, şüphelinin başka suçtan da tutuklu olduğu, delillerin
toplanmış olduğu, delil karartma ihtimali bulunmadığı, şüphelinin tutuklulukta
geçirdiği süre göz önünde bulundurulduğunda tutuklama tedbirinin ağır olacağı
göze...[tilmiştir.]"
37. Başvurucunun devletin gizli kalması gereken
bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme suçundan
sürdürülen tutukluluk durumu İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliğince 6/5/2020
tarihinde incelenmiş ve "atılı suçun vasıf ve mahiyeti, şüphelinin ifade
ve savunması ile hazırlık dosyası kapsamındaki tüm bilgi ve belgeler birlikte
değerlendirildiğinde şüphelinin üzerine atılı suç bakımından kuvvetli suç
şüphesi altında bulunduğu anlaşılmış olup, atılı suçun kanun maddesinde
belirtilen hürriyeti bağlayıcı cezanın alt ve üst hadleri ile şüphelinin
suçunun sabit olması halinde verilebilecek ceza miktarı ile şüphelinin
tutuklulukta geçirdiği süre nazara alındığında tutukluluk halinin
sonlandırmasını gerektiren bir neden bulunmadığı, şüphelinin tutuklama gerekçelerinde
belirtilen nedenlerin ortadan kalkmaması ve adli kontrol tedbirinin
uygulanmasının yeterli olmayacağı" gerekçeleriyle başvurucunun tutukluluk
hâlinin devamına karar verilmiştir.
38. Başvurucu 20/5/2020 tarihinde tahliye talebinde
bulunmuş ancak İstanbul 1. Sulh Ceza Hâkimliği 28/5/2020 tarihinde "atılı
suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve delillerin henüz toplanmamış
olması, şüphelinin üzerine atılı suçu işlediğine ilişkin kuvvetli suç
şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin oluşu, soruşturma konusu suçun
ağırlığı ve önemi dikkate alındığında, adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının
yetersiz kalacağı, suçun sabit görülmesi halinde verilmesi muhtemel ceza veya
güvenlik tedbirleriyle tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, tutuklama
nedenlerinin ortadan kalkmadığı" gerekçesiyle tahliye talebinin
reddine ve tutukluluğun devam ettirilmesine karar vermiştir.
39. İstanbul 5. Sulh Ceza Hâkimliğince 4/6/2020 tarihinde
başvurucunun tutukluluğunun devamına karar verilirken de
"atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve delillerin henüz
toplanmamış olması, atılı suçun yasada ön görülen cezasının üst sınırı,
şüphelinin üzerine atılı suçu işlediğine ilişkin suç şüphesinin varlığını
gösteren somut delillerin varlığı ve bu kuvvetli şüphenin halen devam ettiği,
şüphelinin kaçması, saklanması, veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut
delillerin bulunması, soruşturma konusu suçun ağırlığı ve önemi dikkate
alındığında, adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı, suçun
sabit görülmesi halinde verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbirleriyle
tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, bu suretle şüphelinin tutukluluk halinin
sonlandırılmasını gerektirecek nitelikte yeni bir delilin bulunmadığı,
tutuklama nedenlerinin ortadan kalkmadığı" gerekçelerine
dayanılmıştır.
40. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine
başvurucunun tutukluluk durumu İstanbul 4. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından
29/7/2020 tarihinde değerlendirilmiş ve "soruşturma dosyasının yapılan
incelenmesi sonucunda şüphelinin üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti mevcut
delil durumu ve delillerin henüz toplanmamış olması, atılı suçun yasada
öngörülen cezasının üst sınırı, soruşturma konusu suçun ağırlığı ve önemi
dikkate alındığında adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının bu aşamada
yetersiz kalacağı, suçun sabit görülmesi halinde verilmesi muhtemel ceza veya
güvenlik tedbirleri ile tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, bu suretle adı
geçen şüphelinin tutukluluk halinin sonlandırılmasını gerektirecek nitelikte
yeni bir delinin bulunmadığı..." gerekçesiyle tutukluluk hâlinin
devamına karar verilmiştir.
41. Başvurucunun 17/8/2020 tarihli tahliye talebi
İstanbul 7. Sulh Ceza Hâkimliğince 28/8/2020 tarihinde "atılı suçun
yasada ön görülen cezasının alt ve üst sınırı, şüphelinin üzerine atılı suçu
işlediğine ilişkin kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin
oluşu, şüphelinin tutukluluk halini ortadan kaldırmaya yeterli somut bir
delilin bulunmaması, şüphelinin kaçma ve saklanma şüphesinin bulunması, adli
kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı, suçun sabit görülmesi
halinde verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbirleriyle tutuklama
tedbirinin ölçülü olduğu, bu suretle şüphelinin tutukluluk halinin
sonlandırılmasını gerektirecek nitelikte yeni bir delilin bulunmadığı,
tutuklama nedenlerinin ortadan kalkmadığı" gerekçesiyle
reddedilmiştir.
42. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 28/9/2020 tarihli
iddianamesiyle başvurucu ve -diğer şüpheli- H.J.B. hakkında anayasal düzeni
ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve devletin gizli kalması gereken bilgilerini
siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme suçlarından cezalandırılmaları
istemiyle kamu davası açılmıştır. İddianamede suçlamalara ilişkin yapılan
değerlendirmeler özetle şöyledir:
i. İstihbarat faaliyetlerinin yalnızca bilgi toplama ve
analiz etmenin ötesinde diğer devletlere karşı ekonomik, kültürel, ideolojik,
askerî baskı oluşturmak için aktif ve eylemsel olarak kullanılmaya başlandığı,
birçok ülke istihbarat biriminin faaliyetlerini icra ederken sivil toplum
kuruluşlarının rahat hareket edebilme özelliklerinden istifade ederek bu
yapıları istihbarat faaliyetlerinde aktif olarak kullandıkları ve özellikle
sivil toplum kuruluşlarının yurt dışı kaynaklı fonlarla yürüttükleri
faaliyetlerle bir toplum mühendisliği çalışması ortaya koydukları ileri
sürülmüştür.
ii. Başsavcılığa göre birçok ülke istihbarat biriminde
görev alan üst yöneticiler emekli olduktan sonra diğer ülkelerle ilgili
toplumsal, kültürel, siyasal araştırmalar yapacak olmaları dolayısıyla kendi
ülkelerinde kurulmuş olan sivil toplum kuruluşlarında görev almakta; bu
kuruluşlarda yürüttükleri çalışmaları da raporlaştırarak kendi istihbarat
birimlerine sunmaktadır. Bu kapsamda iddianamede; İkinci Dünya Savaşı sonrası
istihbarat faaliyetlerinde, istihbarat birimlerinden emekli olmuş veya ayrılmış
kişiler tarafından kurulan sivil toplum kuruluşlarının saha araştırmalarıyla
elde ettikleri bilgilerin ve yine saha çalışmalarıyla kurdukları ilişkilerin
önemli bir yer tuttuğu ifade edilmiştir.
iii. Bu çerçevede G.S. tarafından kurulan ...
Enstitüsünün temsilciliğini Türkiye'de ilk açan ve Türkiye'deki ... Vakfının
kuruculuğunu da yapan başvurucunun 2002 yılında ... A.Ş.yi kurduğu ve
Türkiye'deki faaliyetlerinin büyük bir bölümünü kâr amacı gütmeyen bu Şirket
üzerinden kontrol ettiği belirtilmiştir. Bunun yanı sıra -... Vakfına yönelik
Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan 16/10/2018 tarihli denetim
raporunun ilgili bölümüne atıf yapılarak- başvurucunun G.S.nin finanse ettiği
... Vakfından aldığı fonlarla ... A.Ş. üzerinden Türk toplumunun sosyal ve kültürel
özelliklerini istihbari amaçla analiz ederek Türk vatandaşlarını dil, ırk, din,
mezhep, bölge ve benzeri farklılıkları gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik eden
projeler yürüttüğü iddia edilmiştir.
iv. ... Vakfının -bazı devletlerde olduğu gibi- ülkemizde
sosyal ve demografik yapıdaki farklılıkları öne çıkararak ayrıştırma ve
toplumsal bölünmeleri teşvik ederek ülke yönetimini değiştirmeyi hedeflediği
öne sürülmüştür. Bu bağlamda başvurucunun da gerek ... A.Ş. gerekse kurucusu ve
yöneticisi olduğu diğer sivil toplum kuruluşları ve şirketler aracılığıyla Türk
halkının kültürel ve sosyal durumuna ilişkin araştırmalar yaparak detaylı ve
önemli bilgilere ulaştığı, anılan kuruluşlar aracılığıyla ayrımcılığı amaçlayan
faaliyetlerde bulunduğu iddia edilmiştir. Başsavcılığa göre başvurucu bir
yandan ülke içindeki kurum ve kuruluşlar üzerinde yetki ve inisiyatif
kullanarak yönlendirmeler yapmakta, diğer taraftan da yabancı ülke yetkilileri
ve uluslararası kurum ve sivil toplum örgütleriyle irtibat kurarak ilişkileri
yönlendirmektedir.
v. İddianamede toplumsal alanda yapılan bazı
faaliyetlerle ilgili olarak da değerlendirmelerde bulunulmuştur. Buna göre
görünüşte demokratik özgürlükleri geliştirip toplumsal tabana yayma söylemi ile
yapılan bu faaliyetlerin asıl amacı demokratik meşru hükûmeti işlevsiz hâle
getirmek, toplum içinde ayrımcılığı körüklemek, vatandaşların devlet ve
milletle olan birlik ve beraberliğini -ülke menfaatleri aleyhine, yabancı
devletler ve istihbarat örgütlerinin lehine- zayıflatarak buna zarar vermektir.
Başsavcılık bu çerçevede başvurucunun kadın hakları, çocuk istismarı, kadına
şiddet, azınlıkların asimilasyonu, ifade özgürlüğü, çevre duyarlılığı gibi son
derece masumane konularda toplumun çeşitli kesimlerinde direnç noktaları
oluşturarak bu projeler için bir araya gelecek insanlara ortam hazırladığı,
birbirinden bağımsız bu toplulukları istediği her yönetime karşı
kışkırtabildiği ve böylelikle amaçlarına engel gördüğü tüm yönetimleri kitlesel
kalkışmalarla saf dışı bırakmayı denediği görüşündedir.
vi. Başvurucunun ... A.Ş. aracılığıyla özellikle Kürt,
Ermeni, Rum, Hristiyan, Yahudi, Süryani, Ezidi kökenli vatandaşlara yönelik
ayrıştırıcı projeleri finanse ederek toplumsal ayrışmayı tetikleyici
faaliyetler yürüttüğü, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde ikamet eden Kürt
kökenli vatandaşların Türkiye Cumhuriyeti devleti tarafından öldürüldüğü veya
ağır insan hakları ihlallerine maruz bırakıldığı algısını oluşturan, PKK terör
örgütü ve uzantılarını topluma şirin göstermeye çalışan dizi, film, belgesel,
araştırma, analiz faaliyetlerini destekleme amacıyla finansman sağladığı ileri
sürülmüştür. Bu kapsamda;
- Başvurucudan ele geçirilen bir flash bellekteki videoda
PKK terör örgütünün Kadın Savunma Birliklerinde (YPJ) yer aldığı anlaşılan
kadın teröristlerle röportaj yapılarak hazırlanmış, içeriğinde Drama İstanbul
Film Atölyesi tarafından hazırlandığı belirtilen, 5 dakika 58 saniyelik "Rojava'nın
Işıkları-Kadın Devrimi" isimli belgeselin bulunduğu, belgesel
içeriğindeki konuşmalarda açık bir şekilde "Kürt kadınlarının
özgürlükleri için dağa çıkmalarının" özendirildiğinden bahsedildiği
belirtilmiştir.
- Yine flash bellekte "Küçük Kara
Balıklar-Güneydoğu'da Çocuk Olmak" isimli belgesel filmin bulunduğu,
film içeriğinde "Türkiye Cumhuriyeti'nin Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde
yaşayan Kürt kökenli vatandaşları öldürdüğü" algısı oluşturan
anlatımlar bulunduğu ifade edilmiştir.
- Başvurucuya ait cep telefonu üzerinde yapılan inceleme
neticesinde Dersim'de köylerin yakıldığı ve halkın zorla göç ettirildiği algısı
oluşturduğu iddia edilen "1994" isimli belgesel filmini
hazırlamak için başvurucunun yönetmen D.T.ye maddi kaynak gönderdiği tespit
edilmiştir.
- Başsavcılığa göre ilk bakışta sanatsal çalışmalar
olarak değerlendirilebilecek söz konusu belgeseller aslında Kürt kökenli
vatandaşların Türkiye Cumhuriyeti devletine duydukları aidiyeti yok etmeye
yönelik provokatif çalışmalardır. Anılan çalışmaların Kürt kökenli vatandaşları
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından ayrıştırmayı, vatandaşlığından uzaklaştırmayı
amaçlayan provokatif faaliyetler olarak gerçekleştiği ileri sürülmüştür.
- Başvurucunun aynı şekilde Ermeni kökenli vatandaşlara
yönelik olarak 1915 olaylarını sürekli gündemde tutarak, bu olayları soykırım
şeklinde nitelendirip bu konuda lobi faaliyeti yürüterek Ermeni kökenli
vatandaşların Türkiye Cumhuriyeti devletine karşı olumsuz tutum içinde
olmalarına zemin hazırladığı belirtilmiştir. Bu kapsamda başvurucunun ... A.Ş.
tarafından 22/4/2015 tarihinde "1915 yılında ölüme gönderilen Ermeni
aydınları anısına" İstanbul'da düzenlenen "İn Memoriam24
Nisan" isimli konser ve bunun gibi birçok organizasyon ile Ermeni
soykırımı iddialarını dillendirerek uluslararası alanda Türkiye karşıtı lobi
faaliyeti yürüttüğü belirtilmiştir.
vii. Mali Suçları Araştırma Kurulu tarafından hazırlanan
raporda ... A.Ş. hesaplarından, 15 Temmuz darbe teşebbüsü sonrasında ilan
edilen olağanüstü hâl döneminde çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerle
kapatılan kurum ve kuruluşların çalışanları ile hakkında silahlı terör örgütüne
üye olma suçundan işlem yapılan çok sayıda kişiye para gönderildiği
belirlenmiştir.
viii. İddianamede, başvurucunun üzerine atılı suçların
daha iyi anlaşılabilmesi için Gezi Parkı olayları sürecine de bakılması
gerektiği ifade edilmiştir. Başsavcılık bu kapsamda Gezi Parkı olaylarının ...
Vakfının kurucu üyesi olan başvurucu tarafından koordine edildiği görüşündedir.
Buna göre başvurucu özellikle Taksim Platformu, Taksim Dayanışması ve
kalkışmanın ilerleyen süreçlerinde yaygın hâle getirilen forumların koordinasyonu
üzerinde büyük etki sahibidir. Başvurucunun anılan organizasyonlarda resmî
olarak üyeliği bulunmasa da buradaki tüm kararlar başvurucuya danışılarak
alınmıştır. Gezi Parkı olaylarıyla ilgili tüm uluslararası girişimler de
başvurucu üzerinden yapılmış, Gezi Parkı olaylarına katılan eylemcilerin
ihtiyaçları başvurucuya iletilerek giderilmiştir. Yine gerek Türkiye'de gerekse
yurt dışında kalkışmaya (Gezi Parkı olayları) olan ilgiyi ve Türkiye
Cumhuriyeti devletine yönelik baskıları artırmak maksadıyla belgesel, film,
sergi gibi her türlü görsel yayın yöntemlerinin kullanılması ile yeni medya
yapılanması kurulması çalışmaları başvurucu tarafından gerçekleştirilmiştir.
ix. Başvurucunun cep telefonunda yapılan incelemede
casusluk suçundan hüküm giyen firari C.D. ile WhatsApp programı üzerinden
yaptığı görüşmelerin yer aldığı belirlenmiş, bu görüşme içeriklerinden
başvurucunun Avrupa'ya seyahat ettiği dönemlerde Almanya'da bulunan bu kişiyle
sık sık yüz yüze görüştüğü sonucuna ulaşılmıştır.
x. Başvurucunun 15 Temmuz darbe girişimine ilişkin olarak
hazırlık sürecinde de etkili olduğu iddia edilmiştir. Bu kapsamda;
- Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasının
(FETÖ/PDY) yayın organı olduğu gerekçesiyle kapatılan Zaman gazetesi tarafından
darbe girişiminden yaklaşık 9 ay önce 5/10/2015'te yayımlanan "Gülen
Bebek" reklam filminden kısa bir süre sonra G.S.nin 6/11/2015
tarihinde Türkiye'ye geldiği, o tarihte yurt dışında olan başvurucunun
Türkiye'ye döndüğü ve aynı gün akşam G.S. ve İ.A. (2016 yılında vefat eden iş
adamı) ile bir davete katıldıkları, başvurucunun kendi telefonundan G.S. ve
İ.A.nın fotoğraflarını çektiği tespit edilmiştir.
- İ.A.nın başvurucu ile uzun yıllardır sıkı ilişkisi
olduğu, ... Enstitüsünün Türkiye temsilciliğini yaptığı ve Türkiye'deki ...
Vakfını başvurucu ile birlikte kurduğu belirtilmiştir. İddianamede bir tanık
ifadesine ve daha önce hazırlanan Gezi Parkı olayları iddianamesinde yer
verilen bir telefon görüşmesine atıf yapılarak İ.A.nın FETÖ/PDY lideri Fetullah
Gülen'in Amerika Birleşik Devletleri'nde (ABD) oturum izni alabilmesi için
tavsiye mektubu veren eski büyükelçi ile FETÖ/PDY'nin bağlantısını sağlayan
kişi olduğu ileri sürülmüştür.
- G.S.nin Türkiye'ye gelmesi ve başvurucu ile
görüşmesinden kısa bir süre sonra başvurucunun 11/11/2015 tarihinde Almanya'ya
gittiği ve 11/11/2015-14/11/2015 tarihleri arasında bu ülkede bulunduğu, darbe
girişimini yöneten firari sanık A.Ö.nün de 14/11/2015 tarihinde darbe
hazırlıkları kapsamında FETÖ/PDY lideri Fetullah Gülen ile görüşmek üzere
ABD'ye gittiği belirtilmiştir.
- Başvurucunun 27/1/2016-29/1/2016 tarihleri arasında
Avrupa Birliği'nin merkezi Brüksel'e gittiği (devam eden süreçte 4/3/2016
tarihinde FETÖ/PDY'ye ait Zaman gazetesine kayyım atandığı), H.J.B.nin 7/3/2016
tarihinde Türkiye'ye geldiği ve 7-8-9/3/2016 tarihlerinde İstanbul'da
bulunduğu, bu süre içinde H.J.B. tarafından kullanılan telefon ile başvurucu
tarafından kullanılan telefonun birçok defa aynı zaman diliminde aynı bölgeden
sinyal aldığı ve 7-8-9/3/2016 tarihlerinde aynı mahalde bulundukları, H.J.B.nin
İstanbul'da bir müddet kaldıktan sonra 10/3/2016 günü Adana'ya, aynı gün
başvurucunun da Fransa'ya gittiği 10-11/3/2016 tarihlerinde Fransa'da bulunduğu
ve çeşitli görüşmeler yaptığı tespit edilmiştir.
- H.J.B.nin 26/6/2016-29/6/2016 tarihleri arasında
İstanbul'da bulunduğu, 30/6/2016 tarihinde Diyarbakır'a giderek Yenişehir,
Bağlar, Sur ve Kayapınar ilçelerinde çeşitli görüşmeler yaptığı ve aynı gün
akşam İstanbul'a döndüğü, 3/7/2016 tarihine kadar İstanbul'da bulunduğu,
başvurucunun ise H.J.B.nin İstanbul'a gelişinden bir gün sonra 27/6/2016
tarihinde Diyarbakır'a gittiği, burada çeşitli görüşmeler yaptıktan sonra aynı
gün İstanbul'a döndüğü belirlenmiştir.
- H.J.B.nin 3/7/2016 tarihinde Türkiye'den çıkış yaptığı
ve 15 Temmuz 2016 tarihinde sabah saatlerinde darbe girişimini takip etmek
amacıyla Türkiye'ye tekrar giriş yaptığı, başvurucunun ise H.J.B.nin Türkiye'den
ayrılmasından sonra 6/7/2016 tarihinde Fransa'ya gittiği, 6/7/2016-10/7/2016
tarihleri arasında Fransa'da bulunduğu ifade edilmiştir.
- Başsavcılık başvurucu ile H.J.B.nin 15 Temmuz darbe
girişimi öncesindeki bu faaliyetlerinin hayatın olağan akışına aykırı bir
şekilde darbe girişimi hazırlıkları ile kesiştiğini, bu durumun her iki
şüphelinin de 15 Temmuz darbe girişiminden önceden haberdar oldukları ve darbe
girişiminin altyapısını oluşturmak için yurt içi ve yurt dışı bir dizi bağlantı
kurdukları anlamına geldiğini iddia etmiştir.
xi. İddianamede başvurucu ile diğer şüpheli H.J.B.
arasındaki bağlantıya dair de bazı tespitlerde bulunulmuştur. Bu çerçevede;
- HTS kayıtlarına atıf yapılarak başvurucu ile H.J.B.nin
8/10/2016 tarihinde saat 12.18'de 28 saniye, saat 16.06'da 36 saniye, saat
16.10'da ise 193 saniye görüşme yaptığı belirtilmiştir.
-Başvurucu ile H.J.B.nin kullandığı cep telefonu
hatlarının 300 saniye 500 metre aralığında ortak baz verdikleri noktaların
tespitine yönelik olarak Başsavcılık tarafından inceleme yapılmış; bu kapsamda
H.J.B.nin Gezi Parkı olaylarının gerçekleştiği 2013 yılı içinde toplam yedi kez
Türkiye'ye geldiği, bu süre içinde 23/7/2013 tarihinde H.B.J. ile başvurucunun
telefonlarının aynı bölgeden (Şişli) baz sinyali verdiği, bu tarihte başvurucu
ve H.J.B.nin bir araya gelerek aynı mahalde bulundukları belirlenmiştir.
- H.J.B.nin 2014 yılı içinde toplam iki kez Türkiye'ye
geldiği 31/5/2014-8/6/2014 ve 26/11/2014-30/11/2014 tarihleri arasında
Türkiye'de bulunduğu, bu süre içinde 31/5/2014, 2/6/2014, 27/11/2014
tarihlerinde başvurucu ile bu kişinin telefonlarının aynı bölgeden (Şişli) baz
sinyali verdiği, bu tarihlerde başvurucu ve H.J.B.nin bir araya gelerek aynı
mahalde bulundukları ileri sürülmüştür.
- H.J.B.nin 2015 yılı içinde toplam iki kez Türkiye'ye
geldiği, 31/5/2015-8/6/2015 tarihleri arasında Türkiye'de bulunduğu, bu süre
içinde 1/6/2015 tarihinde iki farklı ilçede (Şişli, Fatih) telefonlarının aynı
bölgeden (Şişli) baz sinyali verdiği, bu tarihte başvurucu ve H.J.B.nin bir
araya gelerek aynı mahalde bulundukları iddia edilmiştir. Öte yandan
iddianamede 2015 yılında 3/6/2015, 4/6/2015, 5/6/2015, 6/6/2015 tarihlerinde de
telefonlarının aynı bölgeden (Şişli, Beyoğlu) baz sinyali verdiği, bu
tarihlerde de başvurucu ve H.J.B.nin bir araya gelerek aynı mahalde
bulundukları yönünde bir tespite de yer verilmiştir.
- H.J.B.nin 2016 yılı içinde toplam dört kez Türkiye'ye
geldiği, ilk olarak 7/3/2016-13/3/2016 tarihleri arasında Türkiye'de bulunduğu
(7/3/2016-10/3/2016 tarihlerinde İstanbul'da) bu süre içinde 7/3/2016,
8/3/2016, 9/3/2016 tarihlerinde başvurucu ile H.J.B.nin telefonlarının aynı
bölgeden (Şişli, Beyoğlu) sinyal verdiği, bu tarihlerde başvurucu ve H.J.B.nin
bir araya gelerek aynı mahalde bulundukları ileri sürülmüştür.
- Başvurucunun darbe girişiminden hemen sonra 18/7/2016
tarihinde H.J.B. ve Büyükada'daki toplantıya katılan S.T., M.D. ile Beyoğlu
ilçesindeki bir lokantada akşam yemeğinde görüştükleri, sonrasında H.J.B.nin
yurt dışına çıktığı belirtilmiştir.
xii. İddianamede; başvurucunun Hendek olayları olarak
bilinen PKK/KCK terör örgütünün özerklik ilan ettiği, aynı zamanda 7/6/2015
tarihli seçimlerin gerçekleştiği dönemde iki buçuk aylığına farklı bir telefon
kullandığı, sonrasında 15 Temmuz darbe girişiminden kısa bir süre önce (12
Mayıs) tekrar telefonunu değiştirerek yine seçim sürecinde kullandığı telefonu
kullanmaya başladığı, söz konusu telefonu bu kez gözaltına alınmadan bir ay
önce (2/9/2017) kullanmayı bıraktığı ve bu telefonunun aramalarda ele
geçirilemediği belirtilerek bunların dikkat çekici olduğu ifade edilmiştir.
Başsavcılığa göre başvurucunun cep telefonunu 2015 seçimleri ve 15 Temmuz 2016
darbe girişimi süreçlerindeki faaliyetlerinin deşifre olmaması amacıyla
özellikle imha etmiş olması muhtemeldir. Başvurucunun bunların yanı sıra
Almanya'da kayıtlı cep telefonu hatları kullandığına da vurgu yapılmıştır.
xiii. Başsavcılığa göre H.J.B.nin kısıtlı dönemde
Türkiye'ye gelmesine ve başvurucuyla ortak iletişimleri olmasına rağmen
aralarında doğrudan iletişimin az olması H.J.B.nin istihbari taktik ve usulleri
bilmesinden ve uygulamasından, bu hususta başvurucuyla birlikte özel bir gayret
göstermesinden kaynaklanmıştır.
xiv. Başvurucunun H.J.B. ile birlikte Büyükada'daki
toplantıya katılan A.V. isimli kişiyle irtibatlı olduğu belirtilmiştir. Bu
irtibata ilişkin olarak başvurucu ile A.V. arasında 15 Temmuz darbe
girişiminden önce içeriği tespit edilemeyen mailleşmelerin olduğu ileri
sürülmüştür. Başsavcılığa göre A.V., ... Group'ta İran ve Orta Doğu uzmanı olarak
görevlidir. Resmî internet sitesinde misyonunu "daha barışçıl bir
dünyayı İnşa edecek politikaları şekillendirmek ve savaşları önlemek"
olarak belirten ... Grubu, dünyanın birçok bölgesinde politik araştırmalar ve
analizler yaparak uluslararası politikaları yönlendiren, belirleyen, merkezi
Brüksel’de olan ve New York, Washington ve Londra yönelim birimleri bulunan bir
düşünce kuruluşudur. Söz konusu ... grubunun kurucuları arasında ... Vakfı
Enstitüsü kurucusu G.S. ve FETÖ/PDY lideri Fetullah Gülen'in ABD'de ikamet
etmesi amacıyla Green Card alması için tavsiye mektubu sunan eski
büyükelçi de bulunmaktadır.
xv. Başvurucunun 15 Temmuz darbe girişimi öncesinde diğer
yıllara oranla daha fazla yurt dışına çıkış yaptığı belirtilmiştir. Buna göre
başvurucu 2016 yılında 15 Temmuz darbe girişimine kadar olan süreç içinde
Belçika'da (27-29/1/2016), Portekiz'de (11-5/2/2016), Fransa'da (10-11/3/2016),
tespit edilemeyen bir ülkede (27-31/3/2016), Almanya'da (7-12/4/2016), tespit
edilemeyen bir ülkede (22-25/4/2016), Yunanistan'da (27-29/4/2016), Almanya'da
(1-5/5/2016), günübirlik olarak Almanya'da (31/5/2016), tespit edilemeyen bir
ülkede (1-6/6/2016) ve Fransa'da (6-10/7/2016) bulunmuştur.
43. İddianamede yukarıda belirtilen tespitlerle ilgili
hukuki değerlendirmelere de yer verilmiştir. Bu kapsamda yapılan açıklamalar
özetle şöyledir:
i. Başsavcılık; başvurucu ve H.J.B.nin ülkenin
sosyolojik, ekonomik ve siyasal tabanının analiz edilmesi, toplumun sinir
uçlarının tespiti ve gerektiğinde bunların harekete geçirilebilmesi maksadıyla
legal görünümlü ancak illegal amaca hizmet eden sivil toplum kuruluşları
kurduklarını ve bunların desteklenmesini sağladıklarını, bu sayede toplumdaki
ayrışmaların ortaya çıkarılmasında ve bunların derinleştirilmesinde araç olarak
kullandıkları kurumlardan uygun şartlar altında faydalandıklarını
değerlendirmektedir.
ii. Bu bağlamda başvurucu ve H.J.B.nin Gezi Parkı olaylarının
yaşandığı dönemde bu hücreleri harekete geçirdikleri, toplumda kısmen mevcut
olan ve kendileri tarafından derinleştirilen ayrışmaları kullandıkları ve soyut
kavramlar etrafında toplumun farklı kesimlerini bir araya getirdikleri, bunun
neticesinde her ideolojiden ve özellikle de Marksist-Leninist ideolojiyi
benimseyen terör örgütlerinin sahada mevcut bulunan potansiyel militan gücünden
yararlandıkları, bu şekilde de terör örgütlerine eylemselliğe geçmeleri
maksadıyla uygun ortam sağladıkları ileri sürülmüştür.
iii. İddianamede; başvurucu ve H.J.B.nin kamuoyunda Gezi
Parkı olaylarının yaşandığı dönemde açığa çıkmaya başlayan eylemleri ile
Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetine yönelik faaliyetlerde bulundukları, uzun
yıllardır Türkiye'de örgütledikleri ve maddi olarak destekledikleri sivil
toplum kuruluşları aracılığıyla elde etmiş oldukları sosyolojik, ekonomik ve
siyasal içeriği olan, devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları
bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken bilgileri temin ederek
amaçları doğrultusunda yabancı devletler lehine ve Türkiye aleyhine
kullandıkları da iddia edilmiştir.
iv. Başsavcılığa göre H.J.B.nin doğrudan yabancı devlet
istihbarat örgütleri ile organik bağ içinde bulunuyor olması ve bu kapsamda
Türkiye aleyhine faaliyetlerde bulunması nedeniyle eylemleri, doğrudan devletin
gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin
etme suçunu oluşturmaktadır. Başvurucunun da H.J.B.nin Türkiye'deki kolu ve
yerel iş birlikçisi olarak faaliyet yürüttüğü ve onun eylemlerinin de aynı suça
vücut verdiği öne sürülmüştür.
v. Başvurucu ve H.J.B.nin darbe girişimi öncesinde bu
girişimi FETÖ/PDY adına sevk ve idare eden örgütün mahrem sorumluları ile
birbirine paralel bir kısım faaliyet ve irtibatlarda bulunarak darbe girişimine
hazırlık hareketlerinde yer aldıklarınıdeğerlendiren Başsavcılık, bu kapsamda
başvurucu ile diğer şüphelinin yurt içinde ve yurt dışına yoğun seyahatler
yapmalarına ve -örgütün mahrem sorumlularının yaptığı gibi- birbirlerini takip eder
şekilde seyahat ve görüşmeler gerçekleştirdiklerine vurgu yapmıştır.
vi. Başsavcılığa göre H.J.B. darbe girişimine teşebbüs
edildiği gün Türkiye'ye gelmiş, bu kapsamda faaliyetini gizlemek maksadıyla bir
toplantı tertip etmiş, bu toplantının tarihini makul olmayan bahanelerle darbe
girişimi gününe kadar ötelemiş, darbe girişimi günü de Adalar ilçesinde güvenli
bir mesafeden bu darbe sürecini yönetmiştir. H.J.B.nin yerel iş birlikçisi olan
başvurucu da darbe girişimi öncesinde FETÖ/PDY adına darbe girişimini sevk ve
idare eden örgütün mahrem sorumluları ile birbirine paralel bazı irtibatlar
gerçekleştirerek darbe girişimine hazırlık hareketlerinde bulunmuş, bu
kapsamdaki eylemlere katılmıştır.
vii. Başsavcılık; başvurucu ve H.J.B.nin bu faaliyetleri
dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın öngördüğü düzeni ortadan kaldırma
veya bu düzen yerine başka bir düzen getirme ya da bu düzenin fiilen
uygulanmasını önleme, Türkiye Büyük Millet Meclisinin görevlerini kısmen veya
tamamen yapmasını engelleme ve Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırma
veya görevlerini yapmasını tamamen engelleme suçlarını da işlediğini
değerlendirmiştir.
44. İddianame, İstanbul 36. Ağır Ceza Mahkemesi
tarafından 8/10/2020 tarihinde kabul edilmiş ve E.2020/298 sayılı dosya
üzerinden kovuşturma başlatılmıştır. Mahkemece aynı tarihte yapılan tensip incelemesiyle
birlikte başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir.
45. Başvurucu 5/11/2020 tarihinde tahliye talebinde
bulunmuş, Mahkeme "mevcut delil durumu dikkate alındığında üzerine
atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut
olguların bulunduğu, suçun kanundaki ceza miktarı göz önüne alındığında sanığın,
delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme yada kaçma şüphesini uyandıran
olgular bulunduğundan tutuklama nedenlerin somut olarak oluştuğu, adli kontrol
hükümlerinin de yeterli olmayacağı" gerekçeleriyle 6/11/2020 tarihinde
talebin reddine karar vermiştir.
46. Başvurucunun anılan karara yönelik itirazı da
İstanbul 37. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 23/11/2020 tarihinde verilen bir
kararla "sanığın atılı devletin gizli kalması gereken bilgilerini
siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme suçu yönünden dosya kapsamında
tutuklu olduğu, tutuklama tedbirine İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliği'nin
9/3/2020 tarihli kararıyla hükmedildiği, tensip zaptı içeriğine göre duruşmanın
18.12.2020 tarihine bırakıldığı ve sanığın henüz savunmasının alınmamış olduğu,
ayrıca mahkemece C.F.B, İ.M.A, S.T., A.U, S.L.A.U, A.T., P.S. ve B.S.nin tanık
olarak dinlenilmelerine karar verildiği, mevcut delil durumu ile sanığın üzerine
atılı suçun vasıf ve mahiyeti de göz önüne alındığında bu hali ile mahkemenin
tutukluluk halinin devamına dair kararının usul ve yasaya uygun olduğu, bu
aşamada kararda bir isabetsizliğin bulunmadığı, yapılan itirazın izah edilen
nedenlerle yerinde olmadığı" gerekçeleriyle reddedilmiştir.
47. Başvurucu hakkındaki davaya bakan İstanbul 36. Ağır
Ceza Mahkemesi 18/12/2020 tarihinde yaptığı ilk duruşmada başvurucunun
savunmasını almış ve bazı tanıkları dinlemiştir. Mahkeme duruşma sonunda "atılı
suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut olguların
bulunduğu, delillerin tam olarak toplanmadığı, bir kısım tanıkların
dinlenemediği, suçun kanundaki ceza miktarı göz önüne alındığında sanığın,
delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme yada kaçma şüphesini uyandıran
olgular bulunduğundan tutuklama nedenlerin somut olarak oluştuğu, adli kontrol
hükümlerinin de yeterli olmayacağı" gerekçesiyle başvurucunun
tutukluluğunun devamına karar vermiştir.
48. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih
itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir ve başvurucunun tutukluluk durumu
devam etmektedir.
IV. İLGİLİ
HUKUK
49. 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama
nedenleri" kenar başlıklı 100. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
"Kuvvetli suç şüphesinin varlığını
gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli
veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi
beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama
kararı verilemez.
Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni
var sayılabilir:
a) Şüpheli veya sanığın kaçması,
saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.
b) Şüpheli veya sanığın davranışları;
1. Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde
baskı yapılması girişiminde bulunma,
Hususlarında kuvvetli şüphe
oluşturuyorsa."
50. 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama kararı"
kenar başlıklı 101. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
"Soruşturma evresinde şüphelinin
tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi
tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının
istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka
gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten
hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.
Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya
bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;
a) Kuvvetli suç şüphesini,
b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,
c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,
gösteren deliller somut olgularla
gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa
sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine
verilir ve bu husus kararda belirtilir."
51. 5271 sayılı Kanun'un 102. maddesinin
-27/10/2019 tarihli ve 7188 sayılı Kanun'un 18. maddesiyle eklenen- (4)
numaralı fıkrası şöyledir:
"Soruşturma evresinde tutukluluk
süresi, ağır ceza mahkemesinin görevine girmeyen işler bakımından altı ayı,
ağır ceza mahkemesinin görevine giren işler bakımından ise bir yılı geçemez.
Ancak, Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci,
Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar, Terörle Mücadele Kanunu
kapsamına giren suçlar ve toplu olarak işlenen suçlar bakımından bu süre en çok
bir yıl altı ay olup, gerekçesi gösterilerek altı ay daha uzatılabilir."
52. 5271 sayılı Kanun'un "Cumhuriyet savcısının
tutuklama kararının geri alınmasını istemesi" kenar başlıklı 103.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"Soruşturma evresinde Cumhuriyet
savcısı adlî kontrol veya tutuklamanın artık gereksiz olduğu kanısına varacak
olursa, şüpheliyi re'sen serbest bırakır. Kovuşturmaya yer olmadığı kararı
verildiğinde şüpheli serbest kalır."
53. 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi"
kenar başlıklı 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Suç soruşturması veya kovuşturması
sırasında;
a) Kanunlarda belirtilen koşullar
dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,
...
d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı
hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde
hakkında hüküm verilmeyen,
Kişiler, maddî ve manevî her türlü
zararlarını, Devletten isteyebilirler."
54. 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin
koşulları" kenar başlıklı 142. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
"Karar veya hükümlerin
kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya
hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde
bulunulabilir."
55. 5237 sayılı Kanun'un "Anayasayı ihlal"
kenar başlıklı 309. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Cebir ve şiddet kullanarak,
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu
düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını
önlemeye teşebbüs edenler ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile
cezalandırılırlar."
56. 5237 sayılı Kanun'un "Hükûmete karşı suç"
kenar başlıklı 312. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye
Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen
veya tamamen engellemeye teşebbüs eden kimseye ağırlaştırılmış müebbet hapis
cezası verilir."
57. 5237 sayılı Kanun'un "Siyasal veya askeri
casusluk" kenar başlıklı 328. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
"Devletin güvenliği veya iç veya
dış siyasal yararları bakımından, niteliği itibarıyla, gizli kalması gereken
bilgileri, siyasal veya askerî casusluk maksadıyla temin eden kimseye onbeş
yıldan yirmi yıla kadar hapis cezası verilir."
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
58. Mahkemenin 29/12/2020 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Tutuklamanın
Hukuki Olmadığına İlişkin İddia
1. Başvurucunun
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
59. Başvurucu; tutuklanmasına dayanak kabul edilen
olguların kuvvetli suç belirtisi oluşturmadığını, üzerine atılı casusluk
suçunun unsurlarının hiçbir şekilde oluşmadığını, olayda tutuklama nedenlerinin
bulunduğundan söz edilemeyeceğini, aynı soruşturma kapsamında tutuklu
kalmasının ölçülü olmayacağı gerekçesiyle 11/10/2019 tarihinde resen
tahliye edilmesine karşın daha önce suçlama konusu yapılan olgulara dayanılarak
yeniden tutuklandığını, bu durumun ölçülü olmadığını belirterek kişi hürriyeti
ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
60. Başvurucu ayrıca AİHM'in verdiği ihlal kararında
H.J.B. adlı kişiyle olan irtibatlarının incelendiğini ve bu irtibatların suç
oluşturmayacağının tespit edildiğini, AİHM tarafından yapılan bu tespite rağmen
farklı bir suçlamayla da olsa aynı delillerle yeniden tutuklandığını iddia
etmiştir. Başvurucu ayrıca AİHM'in derhâl tahliye kararına rağmen aynı
soruşturma, aynı eylem ve gerekçelerle verilen bu tutuklama kararıyla AİHM'in
belirlediği hak ihlali durumunun devam ettirildiğini, bu suretle de Anayasa'nın
90. maddesinin ihlal edildiğini dile getirmiştir.
61. Bakanlık görüşünde; somut olaydaki tutukluluğa
ilişkin olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 15 Temmuz darbe
teşebbüsü ile ilgili soruşturmanın ilerleyen aşamalarında başvurucu hakkında
yeni deliller elde edildiği, bu kapsamda H.J.B.nin yabancı devletler adına
istihbari görevler alarak faaliyetler yürüttüğüne dair bulgulara erişildiği
belirtilmiştir. Bakanlık, Başsavcılığın yasa dışı istihbari faaliyetlerde
bulunan şüpheli H.J.B. ile başvurucu arasındaki yakın iş birliği ve tanık
beyanı ile iletişim tespitlerinden elde edilen verileri birlikte
değerlendirerek casusluk suçunu işlediği yönünde kuvvetli suç şüphesi
bulunduğundan bahisle başvurucunun tutuklanmasını talep ettiğine vurgu
yapmıştır.
62. Bakanlık; başvurucu hakkında mevcut tutuklama
kararına konu suç ve bu suçun işlendiği yönündeki deliller ile başvurucu
hakkında verilen ve AİHM kararına konu 1/11/2017 tarihli tutuklama kararında
belirtilen suç ve delillerin birbirinden farklı olduğunu, dolayısıyla başvurucunun
mevcut tutukluluk hâlinin daha önce tutuklandığı suça ilişkin olmadığını, süreç
içinde elde edilen yeni delillere bağlı olarak başka bir suç nedeniyle
tutuklandığını, AİHM kararına konu tutukluluğun sona erdiğini, başvurucunun
aynı olaylar ve suçlar kapsamında tekrar tutuklandığı iddiasının herhangi bir
temelinin bulunmadığını da ifade etmiştir.
63. Bakanlık sonuç olarak başvurucunun tutuklanmasının
kanuni dayanağının olduğu, tutuklama kararında atıf yapılan delillerin kuvvetli
suç şüphesi oluşturduğu, başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin
meşru bir amacının bulunduğu ve tutuklamanın ölçülü olduğu görüşündedir.
64. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında Bakanlar
Komitesinin 3/9/2020 tarihinde derhâl serbest bırakılması yönünde çağrıda bulunduğuna
işaret etmiş; daha önce Anayasa Mahkemesine ve AİHM'e yaptığı başvurularda
ayrıntılı açıklamalar yaptığını, bu nedenle Bakanlık görüşüne karşı cevap
hakkından vazgeçtiğini belirtmiştir.
2. Değerlendirme
65. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin
sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
66. Anayasa'nın "Kişi hürriyeti ve
güvenliği" kenar başlıklı 19. maddesinin birinci fıkrası ile üçüncü
fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:
"Herkes, kişi hürriyeti ve
güvenliğine sahiptir.
...
Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti
bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya
değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan
ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir."
67. Anayasa Mahkemesi olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16). Başvurucunun bu bölümdeki iddialarının özü, daha öncesinden tahliyesine
karar verilen bir soruşturma dosyasında AİHM tarafından makul suç şüphesi
oluşturmadığı değerlendirilen bir olguya dayanılarak yeniden tutuklanmasının
hukuka aykırı olduğuna yöneliktir. Bu durumda başvurucunun anılan
şikâyetlerinin Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.
a. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
68. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan bu iddiaların kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas
Yönünden
i. Genel
İlkeler
69. Anayasa'nın 19. maddesinin birinci fıkrasında,
herkesin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak ortaya
konduktan sonra ikinci ve üçüncü fıkralarında, şekil ve şartları kanunda
gösterilmek koşuluyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar
sınırlı olarak sayılmıştır (Murat Narman, B. No: 2012/1137,
2/7/2013, § 42).
70. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik bir
müdahale olarak tutuklamanın Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen ve tutuklama
tedbirinin niteliğine uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, Anayasa'nın
ilgili maddelerinde belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına
dayanma ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının
belirlenmesi gerekir (Halas Aslan, B. No: 2014/4994, 16/2/2017,
§§ 53, 54).
71. Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasına göre
tutuklama ancak suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler
bakımından mümkündür. Bir başka anlatımla tutuklamanın ön koşulu, kişinin
suçluluğu hakkında kuvvetli belirtinin bulunmasıdır. Bunun için suçlamanın
kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle desteklenmesi gerekir (Mustafa
Ali Balbay, B. No: 2012/1272, 4/12/2013, § 72). Diğer taraftan şüpheli veya
sanığa isnat edilen eylemlerin ifade, basın ve sendika özgürlükleri ile siyasi
faaliyette bulunma hakkı gibi demokratik toplum düzeni bakımından vazgeçilmez
temel hak ve özgürlükler kapsamında olduğu hususunda ciddi iddiaların bulunduğu
veya bu durumun somut olayın koşullarından anlaşılabildiği hâllerde tutuklamaya
karar veren yargı mercilerinin kuvvetli suç şüphesini belirlerken daha özenli
davranmaları gerekir. Buradaki özen yükümlülüğüne riayet edilip edilmediği
Anayasa Mahkemesinin denetimine tabidir (Gülser Yıldırım (2) [GK], B.
No: 2016/40170, 16/11/2017, § 116).
72. Öte yandan Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü
fıkrasında, tutuklama kararının kaçma ya da delillerin yok edilmesini
veya değiştirilmesini önleme amacıyla verilebileceği belirtilmiştir. 5271
sayılı Kanun'un 100. maddesine göre şüpheli ya da sanığın kaçması, saklanması
veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olguların bulunması, şüpheli ya da sanığın
davranışlarının delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, tanık, mağdur ya
da başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma hususlarında kuvvetli
şüphe oluşturması hâllerinde tutuklama kararı verilebilecektir. Maddede ayrıca
işlendiği konusunda kuvvetli şüphe bulunması şartıyla tutuklama nedeninin
varsayılabileceği suçlara ilişkin bir listeye yer verilmiştir (Halas Aslan,
§§ 58, 59).
73. Bir suçun niteliği veya bu suça ilişkin olarak
verilebilecek cezanın ağırlığı her zaman kaçma tehlikesinin bulunduğunu ortaya
koyan bir durum olarak kabul edilemez. Bir ceza soruşturması veya kovuşturması
bağlamında uygulanan tutuklama tedbirleri bakımından kaçma şüphesinin bulunup
bulunmadığının veya devam edip etmediğinin belirlenmesinde -suçun ya da cezanın
niteliğine ilişkin olanların yanı sıra- şüphelinin veya sanığın durumunun da
özellikle dikkate alınması gerekmektedir. Bu bağlamda şüpheli veya sanığın
sabit bir yerleşim yerinin olup olmadığı, mesleği, mal varlığı, ailesinden veya
işinden kaynaklanan bağlantıları, yakalanma şekli, süreç içindeki tavır ve
davranışları, başka bir ülkeye gitmesini veya orada barınmasını kolaylaştıran
bazı özel koşulların bulunup bulunmadığı, kişilik özelliklerini ortaya koyan
olgular, ahlaki durumunu gösteren tutum ve eylemleri gibi kişisel (subjektif)
unsurlar birlikte değerlendirilerek bir kanaate ulaşılmalıdır (Eren Erdem,
B. No: 2019/9120, 9/6/2020, § 135).
74. Diğer taraftan Anayasa'nın 13. maddesinde temel hak
ve özgürlüklere yönelik sınırlamaların ölçülülük ilkesine aykırı
olamayacağı belirtilmiştir. Bu bağlamda dikkate alınacak hususlardan biri
tutuklama tedbirinin isnat edilen suçun önemi ve uygulanacak yaptırımın
ağırlığı karşısında ölçülü olmasıdır (Halas Aslan, § 72).
75. Her somut olayda tutuklamanın ön koşulu olan suçun
işlendiğine dair kuvvetli belirtinin olup olmadığının, tutuklama nedenlerinin
bulunup bulunmadığının ve tutuklama tedbirinin ölçülülüğünün takdiri öncelikle
anılan tedbiri uygulayan yargı mercilerine aittir. Zira bu konuda taraflarla ve
delillerle doğrudan temas hâlinde olan yargı mercileri Anayasa Mahkemesine
kıyasla daha iyi konumdadır. Bununla birlikte yargı mercilerinin belirtilen
hususlardaki takdir aralığını aşıp aşmadığı Anayasa Mahkemesinin denetimine
tabidir. Anayasa Mahkemesinin bu husustaki denetimi, somut olayın koşulları
dikkate alınarak özellikle tutuklamaya ilişkin süreç ve tutuklama kararının
gerekçeleri üzerinden yapılmalıdır (Gülser Yıldırım (2), §§ 123, 124).
ii. İlkelerin
Olaya Uygulanması
76. Somut olayda öncelikle başvurucunun tutuklanmasının
kanuni dayanağının olup olmadığının belirlenmesi gerekir. Eldeki bireysel
başvurunun konusu 9/3/2020 tarihinde uygulanan tutuklama tedbiridir. Başvurucu,
devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk
amacıyla temin etme suçundan 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesi uyarınca
tutuklanmıştır. Bu itibarla başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin
kanuni dayanağı bulunmaktadır.
77. Kanuni dayanağı bulunduğu anlaşılan tutuklama
tedbirinin meşru bir amacının olup olmadığı ve ölçülülüğü incelenmeden önce
tutuklamanın ön koşulu olan suçun işlendiğine dair kuvvetli belirti
bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekir.
78. Başvurucu hakkında devletin gizli kalması gereken
bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme suçundan tutuklama
tedbiri uygulanmasına ilişkin olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının talep
yazısında, başvurucunun daha önceden tutuklama tedbiri uygulanan anayasal
düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçunun yanı sıra talep konusu suç
yönünden de kuvvetli suç şüphesinin mevcut olduğu ifade edilmiştir. Başsavcılık
ilk olarak diğer şüpheli H.J.B. hakkında yapılan ek araştırmada, adı geçenin
yabancı devletler adına istihbari görevler alarak faaliyetler yürüttüğüne dair
bulgulara erişildiğini belirtmiştir. Bu kapsamda H.J.B.nin -15 Temmuz darbe
girişiminin arkasındaki yapılanma olan FETÖ/PDY'nin kurucusu ve lideri olup
ABD'de ikamet eden- Fetullah Gülen'in onursal başkanı olduğu Rumi Forum
Vakfının organizasyon komitesinde görev yaptığı ve örgüt liderinin
çalışmalarını tanıtmak için lobi faaliyetlerinde bulunduğu, ayrıca darbe
teşebbüsünün yaşandığı gün kendi faaliyetlerini kamufle etmek için bir
toplantıya katılma görüntüsü altında Türkiye'ye geldiği ve bunu FETÖ/PDY
mensuplarınca gerçekleştirilen darbe teşebbüsüyle irtibatını gizlemek
maksadıyla yaptığı vurgulanmıştır.
79. Tutuklama talep yazısında başvurucuyla ilgili olarak
ise özellikle iletişimin tespitine dair analiz raporlarına değinilerek H.J.B.
ile başvurucu arasında bağlantı bulunduğu ifade edilmiştir. Başsavcılık bu
irtibatın çoğu zaman yüz yüze gerçekleştiğine dikkat çekmiştir. Ayrıca
başvurucu ile H.J.B.nin kullandıkları cep telefonlarının 2014-2016 yılları
arasında dokuz ayrı tarihte aynı baz istasyonundan sinyal bilgisi aldıklarının
tespit edildiğini belirtmiştir. Bunun yanı sıra Başsavcılık; başvurucu ile
H.J.B.nin 18/7/2016 tarihinde Karaköy'deki bir lokantada karşılaştıklarına
vurgu yapmış, başvurucu ile -yasa dışı istihbari faaliyetlerde bulunan şüpheli-
H.J.B. arasındaki irtibata yönelik araştırmaların devam ettiğinin de altını
çizmiştir.
80. İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliğinin tutuklama
kararında da başvurucu yönünden devletin gizli kalması gereken bilgilerini
siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme bakımından kuvvetli suç
şüphesinin bulunduğu belirtilmiştir. Hâkimlik buna ilişkin olarak HTS baz
analiz raporları, dijital inceleme tutanakları, tanık beyanı, H.J.B. ile
irtibatına dair periyodik olarak süreklilik arz eden baz kayıtları,
başvurucunun 18/7/2016 tarihinde H.J.B. ile bir lokantada birlikte görünmesi ve
yine bu kişiyle, konusu Türkiye ve Orta Doğu meseleleri olan konferanslarda
görüştüklerine dair beyanda bulunması gibi olgulara değinmiş ve -bunlar
birlikte değerlendirildiğinde- kuvvetli suç şüphesinin mevcut olduğu sonucuna
ulaşmıştır.
81. İddianamede ise başvurucuya isnat edilen suçlardan
biri olan devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî
casusluk amacıyla temin etme suçu yönünden dayanılan olguların genel olarak
H.J.B. ile olan bağlantısı, sahibi veya yöneticisi olduğu kurum ve kuruluşlar
aracılığıyla yürüttüğü kimi faaliyetler ve başvurucudan ele geçirilen bir flash
bellek ile cep telefonunda tespit edilen kayıtlar olduğu görülmektedir.
82. Başvurucunun -hakkında aynı suçlardan dava açılan
diğer şüpheli- H.J.B ile bağlantısına ilişkin olarak iddianamede ayrıntılı
tespitlere yer verilmiş ve bununla ilgili değerlendirmelerde bulunulmuştur. Bu
kapsamda başvurucunun cep telefonu ile H.J.B.nin cep telefonunun 2013 ve 2016
yılları arasında İstanbul'da aynı baz istasyonundan birçok kez sinyal aldığı,
başvurucu ve H.J.B.nin 18/7/2016 tarihinde bir restoranda görüştükleri ve
8/10/2016 tarihinde de telefonla görüştüklerine dair kayıtların bulunduğu
belirtilmiştir.
83. Soruşturma mercilerinin tespit ve değerlendirmelerine
göre başvurucunun irtibatının bulunduğu H.J.B. Türkiye aleyhine casusluk yapan
bir kişidir. Bu bağlamda soruşturma mercilerince ABD vatandaşı bir akademisyen
olup bu ülkede faaliyet gösteren bir düşünce kuruluşunda Orta Doğu analisti ve
uzmanı olarak çalışan H.J.B.nin Türkiye'nin sosyal, siyasal ve demografik
yapısını çok iyi bildiği, bir taraftan PKK/KCK, PYD, diğer yandan da FETÖ/PDY
ile irtibatının yoğun ve derin olduğu, bu terör örgütlerinin eylem stratejileri
üzerinde inisiyatif kullanabilecek bir konumda bulunduğu ileri sürülmüştür. Adı
geçen kişinin FETÖ/PDY liderinin onursal başkanlığını yaptığı bir vakfın
organizasyon komitesinde görev aldığı da ifade edilmiştir. Dahası bu kişinin 15
Temmuz darbe teşebbüsünün gerçekleştiği gün girişimi takip etmek, gerektiğinde
yönlendirmek ve özellikle girişimin başarılı olması sonrasında darbenin
uluslararası destekçileri ile koordinasyonu sağlamak üzere Türkiye'ye geldiği
ve teşebbüsün yaşandığı gece gelişmeleri takip ederek uluslararası irtibatları
sağladığı iddia edilmiştir.
84. Başvurucu ile aynı suçlardan cezalandırılması
istemiyle hakkında dava açılan ve kaçak konumda olması nedeniyle yakalama
emriyle aranan H.J.B.ye soruşturma mercilerince isnat edilen olguların
değerlendirilmesi elbette eldeki başvuruda Anayasa Mahkemesince yapılacak
incelemenin kapsamında değildir. Bununla birlikte başvurucuya yöneltilen
devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk
amacıyla temin etme suçu yönünden dayanılan temel olguların başında bu kişiyle
olan bağlantısının yer alması dolayısıyla başvurucu bakımından yapılacak olan
değerlendirmede bu kişiyle ilgili tespitlerin de dikkate alınması
gerekmektedir.
85. Bu bağlamda başvurucunun -soruşturma mercilerinin
tespitlerine göre- FETÖ/PDY ile bağlantısı olan bir vakıfta görev alan, kısa
bir süre önce ayrılmasına rağmen 15 Temmuz darbe teşebbüsünün yaşandığı gün
Türkiye'ye gelen, teşebbüs sürecini İstanbul Büyükada'daki bir otelde izleyen
ve teşebbüsün engellenmesinden hemen sonra Türkiye'den ayrılan, yabancı uyruklu
bir akademisyen olan H.J.B. ile bağlantısının bulunması söz konusu suçlama
bakımından gözardı edilmemesi gereken bir durumdur. Başvurucu, H.J.B.yi tanıdığını
fakat kendisiyle özel bir irtibatının bulunmadığını ifade etmektedir. Bununla
birlikte başvurucu, bu kişiyle bazı konferanslarda bir araya geldiğini ve yine
darbe teşebbüsünün engellenmesinden iki gün sonra İstanbul'da bir lokantada
karşılaştığını, burada konuştuklarını söylemektedir.
86. Öte yandan soruşturma mercileri H.J.B.nin 2011 ve
2016 yılları arasında toplamda on yedi kez Türkiye'ye gelip Türkiye'den döndüğü
fakat darbe teşebbüsü sonrasında ayrıldığı 19/7/2016 tarihinden beri Türkiye'ye
giriş kaydının bulunmadığını belirlemiştir. Buna göre adı geçen kişi
26/10/2011-4/11/2011 tarihleri arasında, 9/10/2012-13/10/2012 tarihleri
arasında, 15/3/2013 tarihinde, 11/4/2013-21/4/2013 tarihleri arasında,
18/5/2013-27/5/2013 tarihleri arasında, 17/7/2013-25/7/2013 tarihleri arasında,
28/7/2013-31/7/2013 tarihleri arasında, 3/10/2013-7/10/2013 tarihleri arasında,
31/5/2014-8/6/2014 tarihleri arasında, 26/11/2014-30/11/2014 tarihleri
arasında, 15/1/2015-22/1/2015 tarihleri arasında, 31/5/2015-8/6/2015 tarihleri
arasında, 7/3/2016-13/3/2016 tarihleri arasında, 19/3/2016 tarihinde,
26/6/2016-3/7/2016 tarihleri arasında ve 15/7/2016-19/7/2016 tarihleri arasında
Türkiye'de bulunmuştur.
87. Başvurucunun ve H.J.B.nin kullandığı cep
telefonlarının birçok farklı tarihte İstanbul'da aynı baz istasyonundan sinyal
bilgisi aldığı tespit edilmiştir. Bu kapsamda H.J.B.nin Türkiye'de olduğu
23/7/2013, 31/5/2014, 2/6/2014, 27/11/2014, 1/6/2015, 3/6/2015, 4/6/2015,
5/6/2015, 6/6/2015, 7/3/2016, 8/3/2016 ve 9/3/2016 tarihlerinde cep telefonunun
başvurucunun cep telefonuyla aynı baz istasyonundan sinyal bilgisi aldığı
belirlenmiştir.
88. Diğer taraftan soruşturma mercileri başvurucunun
işlediği ileri sürülen casusluk suçuyla bağlantılı olarak kimi projelere destek
olduğunu ve finansman sağladığını iddia etmiş ve bununla ilgili olarak bazı
olgulara değinmiştir. Bu kapsamda başvurucudan ele geçirilen bir flash
bellekteki videoda PKK terör örgütünün YPJ'de yer aldığı anlaşılan kadın
teröristlerle röportaj yapılarak hazırlanmış bir belgeselin bulunduğu,
belgeseldeki konuşmalarda açık bir şekilde "Kürt kadınlarının
özgürlükleri için dağa çıkmalarının" özendirildiğinden bahsedildiği
belirtilmiştir. Yine flash bellekteki bir başka belgesel filmde "Türkiye
Cumhuriyeti'nin Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde yaşayan Kürt kökenli vatandaşları
öldürdüğü" algısı oluşturan anlatımlar bulunduğu ifade edilmiştir.
Bunların yanı sıra başvurucuya ait cep telefonu üzerinde yapılan inceleme
neticesinde Dersim'de köylerin yakıldığı ve halkın zorla göç ettirildiği algısı
oluşturduğu iddia edilen "1994" isimli belgesel filmini
hazırlamak için başvurucunun yönetmen D.T.ye maddi kaynak gönderdiği tespit
edilmiştir.
89. Anayasa Mahkemesince birçok kararda vurgulandığı
üzere tutmanın bir amacı da kişi hakkındaki şüpheleri teyit etmek veya çürütmek
suretiyle ceza soruşturmasını ve/veya kovuşturmasını ilerletmektir (Dursun
Çiçek, B. No: 2012/1108, 16/7/2014, § 87; Halas Aslan, § 76).
Bu nedenle yakalama veya tutuklama anında tüm delillerin yeterli düzeyde
toplanmış olması mutlaka gerekli değildir. Bu bakımdan suç isnadına ve
dolayısıyla tutuklamaya esas teşkil edecek şüphelere dayanak oluşturan olgular
ile ceza yargılamasının sonraki aşamalarında tartışılacak olan ve mahkûmiyete
gerekçe oluşturacak olguların aynı düzeyde değerlendirilmemesi gerekir (Mustafa
Ali Balbay, § 73).
90. Ayrıca başvurucuya isnat edilen eylemlerin hangi
suçun konusunu oluşturduğunu veya ilgili suçlar bakımından kanunlarda öngörülen
unsurların bulunup bulunmadığını tespit etmek Anayasa Mahkemesinin bireysel
başvurularda yaptığı incelemenin kapsamında değildir. Bu bağlamda başvurucuya
isnat edilen ve yukarıda açıklanan eylemlerin ve bununla ilgili olarak
soruşturma mercilerince dayanılan olguların hangi suç kapsamında olduğunu, bu
suçla ilgili kanuni unsurlarının gerçekleşip gerçekleşmediğini ve başvurucunun
isnat konusu suçları işleyip işlemediğini bir bütünlük içinde belirleme görevi,
yapılacak yargılama sonucunda toplanan delillere göre yargılama süreçlerini
yürüten adli mercilere aittir. Yine bu belirlemeye göre varılacak sonucun
hukuka uygun olup olmadığı kanun yolu incelemesi ile tespit edilebilir (Mehmet
Haberal, B. No: 2012/849, 4/12/2013, § 77).
91. Buna göre Anayasa Mahkemesince yapılacak incelemenin
sınırı, soruşturma mercilerince ortaya konulan ve tutuklamaya esas alınan
olguların başvurucu yönünden kuvvetli suç belirtisi niteliğini taşıyıp
taşımadığının belirlenmesidir. Bu belirleme yapılırken somut olayın kendi
özelliklerinin yanı sıra tutuklamaya konu olan suçun niteliğinin de dikkate
alınması gerekmektedir. Zira bireysel başvuruya konu tutuklama tedbiri devletin
gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin
etme suçu yönünden uygulanmıştır. Anılan suçun düzenlendiği 5237 sayılı
Kanun'un 328. maddesinin (1) numaralı fıkrasında devletin güvenliği ya da iç
veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken
bilgilerin siyasal veya askerî casusluk maksadıyla temin edilmesi yaptırıma
bağlanmıştır. Buna göre suçun konusu özünde devlet sırrı olan bilgi ve
belgelerdir. Ayrıca bunların temininin siyasal veya askerî casusluk amacıyla
yapılması anılan suçun unsurudur. Bu bakımdan söz konusu suçun temel
özelliklerinden birinin gizlilik olduğu söylenebilir.
92. Doğası gereği gizlilik içinde işlenen casusluk türü
suçların ortaya çıkarılmasında, bunlara dair delil ve olguların belirlenmesinde
soruşturma mercilerinin diğer suçlara göre oldukça zor bir konumda oldukları
hatırda tutulmalıdır. Dahası bu tür suçların konusunu oluşturan eylemlerin çoğu
kez diğer ülkelerin istihbarat örgütleriyle iş birliği içinde icra edilmesi ve
suçların faillerinin eylemlerini gizleme konusunda diğer şüphelilere göre daha
fazla kabiliyet sahibi olması gibi olgular, bunlarla ilgili en azından
soruşturmanın başlangıcında veya tutuklama gibi koruma tedbirlerinin
uygulandığı aşamada aranan delil türü ve düzeyiyle ilgili kısmen farklı
ölçütler benimsenmesini zorunlu kılabilir.
93. Yapılan bu açıklamalar ışığında somut olay
değerlendirildiğinde başvurucu yönünden soruşturma mercilerince dayanılan ve
Sulh Ceza Hâkimliği tarafından tutuklamaya esas alınan -Türkiye aleyhine
casusluk yaptığı, ayrıca 15 Temmuz darbe teşebbüsüyle ve teşebbüsün arkasındaki
yapılanma olan FETÖ/PDY ile irtibatı olduğu ileri sürülen- H.J.B. ile bağlantısına
dair "teşebbüsten hemen sonra bir lokantada görüşme, birçok farklı
tarihte aynı mahalde bulunmaya işaret eden telefon sinyal bilgilerinin
kesişmesi, bazı konferanslarda yüz yüze görüşme, aynı gün içinde birkaç kez
telefonla konuşma" gibi olguların ve bunların yanı sıra casusluk
suçuyla bağlantılı olarak -PKK terör örgütünün ideolojisiyle ve iddialarıyla
özdeşleştirilebilecek- bazı projelere destek verdiği veya finansman sağladığı
iddiasıyla ilgili olarak "başvurucudan ele geçirilen bir flash bellekteki
ve cep telefonundaki tespitlerin" -isnat konusu suçun niteliği ve
özellikleri de dikkate alındığında- bütünüyle kuvvetli suç belirtisi olarak
kabul edilebileceği değerlendirilmiştir.
94. Diğer taraftan başvurucu hakkında uygulanan ve
kuvvetli suç şüphesinin bulunması şeklindeki ön şartı yerine gelmiş olan
tutuklama tedbirinin meşru bir amacının olup olmadığının değerlendirilmesi
gerekir.
95. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının tutuklama talep
yazısında atılı suçun niteliğine ve mevcut delil durumuna dikkat çekilmiş; buna
göre adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalacağı, başvurucunun kaçma ve bunun
yanında delillere etki etme ihtimalinin bulunduğu değerlendirmesine yer
verilmiştir. İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliğinin tutuklama kararında da "atılı
suçun vasıf ve mahiyeti, kanunda öngörülen cezasının alt ve üst sınırı göz
önüne alındığında tutuklamanın ölçülü olduğu kanaatine varıldığı"
ifade edilmiştir.
96. Başvurucunun tutuklanmasına karar verilen devletin
gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin
etme suçu Türk hukuk sistemi içinde ağır cezai yaptırımlar öngörülen suç
tipleri arasında olup isnat edilen suça ilişkin olarak kanunda öngörülen
cezanın ağırlığı kaçma şüphesine işaret eden durumlardan biridir (aynı yöndeki
değerlendirmeler için bkz. Hüseyin Burçak, B. No: 2014/474, 3/2/2016, §
61; Devran Duran [GK], B. No: 2014/10405, 25/5/2017, § 66).
97. Bunun yanı sıra başvurucunun yabancı uyruklu bir
kişiyle birlikte Türkiye aleyhine casusluk yaptığı ileri sürülmektedir. Ayrıca
soruşturma dosyasındaki bilgilerden başvurucunun yurt dışında bulunan birçok
kişi, kurum ve kuruluşla bağlantısının olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda isnat
edilen suçun niteliği ve başvurucunun yurt dışı bağlantısı dikkate alındığında
serbest bırakıldığı takdirde bir başka ülkeye kaçma ve burada yaşamını sürdürme
imkânının diğer kişilere göre daha fazla olduğu söylenebilir. Yine tutuklamaya
konu casusluk suçunun niteliği ve bu suçla ilişkili kişilerin imkân ve
kabiliyetleri delillere etki edilmesi ihtimalini artıran bir faktör olarak
kabul edilebilir.
98. Dolayısıyla soruşturma mercilerinin ve tutuklamaya
karar veren Sulh Ceza Hâkimliğinin suçun niteliğine de vurgu yaparak
başvurucuyla ilgili olarak delilleri etkileme tehlikesi ile kaçma şüphesinin
bulunduğuna yönelen tutuklama nedenlerinin olgusal temelinin olmadığı
söylenemez.
99. Başvurucu hakkındaki tutuklama tedbirinin ölçülü olup
olmadığının da belirlenmesi gerekir. Bir tutuklama tedbirinin Anayasa'nın 13.
ve 19. maddeleri kapsamında ölçülülüğünün belirlenmesinde somut olayın tüm
özellikleri dikkate alınmalıdır.
100. Yukarıda da değinildiği üzere başvurucuya isnat
edilen ve tutuklamaya konu olan devletin gizli kalması gereken bilgilerini
siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme suçu, soruşturulması kamu
makamlarını ciddi zorluklarla karşı karşıya bırakan bir niteliğe sahiptir.
Ayrıca anılan suç ile "devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal
yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken bilgileri"nin
güvenliğinin korunması hedeflenmiştir. Buna göre suçun koruduğu hukuki değer
ile millî güvenlik arasında yakın bir ilişki bulunmaktadır. Dolayısıyla bu
nitelikteki bir suç bakımından tutuklama dışındaki diğer koruma tedbirlerinin
yetersiz kalması söz konusu olabilir. Bu itibarla somut olayın koşullarında
tutuklamaya konu suçun niteliği ve önemi ile suç için kanunda öngörülen
yaptırımın ağırlığı gözönünde bulundurulduğunda başvurucu hakkında uygulanan
tutuklama tedbirlerinin ölçülü olduğu sonucuna varılmıştır.
101. Öte yandan başvurucu hakkında anayasal düzeni
ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçu yönünden 19/2/2020 tarihinde uygulanan
tutuklama tedbirinin henüz sürdürüldüğü aşamada (9/3/2020 tarihinde) soruşturma
mercilerinin başvurucunun ayrıca devletin gizli kalması gereken bilgilerini
siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme suçu bakımından da
tutuklanması yoluna gittiği görülmektedir. Başsavcılığın tutuklama talep
yazısında bireysel başvuruya konu bu suç yönünden neden ayrıca tutuklama
tedbirine başvurulmasının istendiği ifade edilmiştir. Anılan yazıda diğer
şüpheli H.J.B. yönünden yapılan ek (yeni) araştırmalarda bu kişinin diğer
ülkeler adına istihbari faaliyetler yürüttüğüne dair bulgulara erişildiği
belirtilmiş ve bununla ilgili bazı hususlara dikkat çekilmiştir. Başsavcılık,
başvurucunun bu kişiyle bağlantısına ilişkin tespit ve olgulara değinip
bunlarla ilgili araştırmanın devam ettiğine de vurgu yaparak başvurucu hakkında
devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk
amacıyla temin etme suçu bakımından da tutuklama tedbirinin uygulanması
gerektiği yönünde bir değerlendirmede bulunmuştur. Sulh Ceza Hâkimliğince
anılan suçtan verilen tutuklama kararının da esas olarak aynı hususlara
dayandığı görülmektedir. Buna göre tutuklama tedbirinin süreç yönünden ölçülü
olduğunun kabulü mümkün görünmektedir.
102. Açıklanan gerekçelerle tutuklama tedbirinin
hukukiliğine ilişkin olarak Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası
bağlamındaki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edilmediğine karar
verilmesi gerekir.
Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin YILDIRIM, Hicabi
DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI, M. Emin KUZ ve Yusuf Şevki HAKYEMEZ bu görüşe
katılmamışlardır.
B. Tutukluluk
Süresinin Soruşturma Aşaması İçin Kanunda Öngörülen Azami Sınırı Aştığına ve
Makul Olmadığına İlişkin İddialar
1. Başvurucunun
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
103. Başvurucu; ilgili ve yeterli olmayan delil ve
gerekçelerle uzun süredir tutuklu bulunduğunu, iki buçuk yılı aşkın bir süredir
devam eden tutuklulukta yargılamaya engel olunabileceğinin, kaçabileceğinin,
delilleri karartabileceğinin söylenemeyeceğini, bu hususlara ilişkin bir
gerekçe sunulmadan ve savunmalarına cevap verilmeden tutukluluğunun devam
ettirildiğini, tutukluluğunun makul süreyi aştığını belirterek kişi hürriyeti
ve güvenliği hakkının, adil yargılanma hakkının ve gerekçeli karar hakkının
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
104. Bakanlık görüşünde, başvurucu hakkındaki
tutukluluğun devamına ilişkin kararların gerekçelerinin hürriyetten yoksun
bırakılmanın meşru nedenlerinin belirtilmesi bakımından ilgili ve yeterli
olduğu, kanunda öngörülen sürelere uygun olduğu ve soruşturma sürecinin
yürütülmesinde bir özensizliğin bulunmadığı belirtilmiş; tutukluluk süresinin
makul olduğu değerlendirilmiştir.
105. Başvurucu; Bakanlık görüşüne karşı beyanında başvuru
formundaki iddialarının dışında ayrı bir açıklamaya yer vermemiştir.
2. Değerlendirme
106. Anayasa'nın "Kişi hürriyeti ve
güvenliği" kenar başlıklı 19. maddesinin ikinci fıkrasının ilk ibaresi
ile üçüncü fıkrasının birinci cümlesi ve yedinci fıkrası şöyledir:
"Şekil ve şartları kanunda gösterilen:
...
Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti
bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya
değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan
ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir.
...
"Tutuklanan kişilerin, makul süre
içinde yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı
isteme hakları vardır. Serbest bırakılma ilgilinin yargılama süresince
duruşmada hazır bulunmasını veya hükmün yerine getirilmesini sağlamak için bir
güvenceye bağlanabilir."
107. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, § 16). Bu itibarla somut
olayda başvurucunun iddialarının özü, tutukluluğun süresinin kanuna uygunluğuna
ve makullüğüne ilişkindir. Bu nedenle başvurucunun bu bölümdeki şikâyetlerinin
Anayasa'nın 19. maddesinin -ikinci fıkrası da gözetilerek- üçüncü ve yedinci
fıkraları bağlamındaki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi
gerektiği değerlendirilmiştir.
a. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
i. Soruşturma
Aşamasında Tutukluluk Süresinin Kanuna Uygunluğu Bakımından
108. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği
Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunulabilmesi için öncelikle olağan
kanun yollarının tüketilmesi zorunludur (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt,
B. No: 2012/403, 26/3/2013, §§ 16, 17).
109. Anayasa Mahkemesi, tutukluluğun kanunda öngörülen
azami süreyi aştığı iddiasıyla yapılan bireysel başvurular bakımından bireysel
başvurunun incelendiği tarih itibarıyla başvurucu tahliye edilmiş veya hükümlü
hâle gelmiş ise asıl dava sonuçlanmamış da olsa -ilgili Yargıtay içtihatlarına
atıf yaparak- 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde öngörülen tazminat davası
açma imkânının tüketilmesi gereken etkili bir hukuk yolu olduğu sonucuna varmıştır
(Erkam Abdurrahman Ak, B. No: 2014/8515, 28/9/2016, §§ 48-62; İrfan
Gerçek, B. No: 2014/6500, 29/9/2016, §§ 33-45; Ahmet Kubilay Tezcan,
B. No: 2014/3473, 25/1/2018, § 26).
110. 7188 sayılı Kanun'un 18. maddesiyle 5271 sayılı
Kanun'un 102. maddesine (4) numaralı fıkra eklenmiştir. Bu düzenlemeyle
soruşturma aşaması için azami tutukluluk süreleri öngörülmüştür. Bu itibarla
somut olayda başvurucu hakkındaki tutukluluğun soruşturma aşaması için kanunda
öngörülen azami süreyi aşıp aşmadığıyla ilgili bir belirlemenin yapılması söz
konusu olabilir. Bununla birlikte soruşturma dönemi için kanunda öngörülen
azami tutukluluk süresinin aşıldığı yönünde Anayasa Mahkemesince yapılacak bir
tespitin ve verilecek ihlal kararının başvurucunun serbest bırakılmasına imkân
sağlayacağı söylenemez. Zira bireysel başvurunun karara bağlandığı tarih
itibarıyla başvurucu hakkındaki iddianame kabul edilmiş ve kovuşturma aşamasına
geçilmiş hatta ilk duruşma yapılmıştır. Bu durumda Anayasa Mahkemesince
incelemeye devam edilmesinin ihlalin tespiti ve talep edilmesi koşuluyla
tazminata hükmedilmesi dışında bir sonucu bulunmamaktadır.
111. Dolayısıyla başvurucu yönünden soruşturma aşaması
için kanunda öngörülen azami tutukluluk süresinin aşılıp aşılmadığı hususu 5271
sayılı Kanun'un 141. maddesi kapsamında açılacak davada incelenebilir. Bu madde
kapsamında açılacak dava sonucuna göre başvurucunun tutukluluğunun soruşturma
aşaması için öngörülen azami süreyi aştığının tespiti hâlinde görevli mahkemece
başvurucu lehine tazminata da hükmedilebilecektir. Yargıtayın da anılan
iddianın ceza davası devam ederken tazminat istemine konu edilemeyeceği yönünde
bir içtihadı olduğu tespit edilmemiştir. Buna göre 5271 sayılı Kanun'un 141.
maddesinde belirtilen dava yolu başvurucunun durumuna uygun, telafi
kabiliyetini haiz, etkili bir hukuk yoludur. Bu nedenle tutukluluk süresinin
soruşturma aşaması için kanuna uygunluğu bakımından öncelikle bu başvuru
yolunun tüketilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
112. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru
yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
Zühtü ARSLAN, Engin YILDIRIM, Hicabi DURSUN, M. Emin KUZ
ve Yusuf Şevki HAKYEMEZ bu görüşe katılmamışlardır.
ii. Tutukluluk
Süresinin Makullüğü Bakımından
113. Anayasa Mahkemesince, bireysel başvurunun karara
bağlandığı tarih itibarıyla yargılamasına tutuklu olarak devam edilen başvurucu
hakkındaki soruşturma ve kovuşturma süreçlerindeki tutukluluğun bir bütün
olarak makul süreyi aştığının tespit edilmesi ve bu nedenle Anayasa'nın 19.
maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi hâlinde giderim
olarak başvurucunun tahliyesi söz konusu olacaktır. Buna karşılık 5271 sayılı
Kanun'un 141. maddesinde öngörülen tazminat davası tutukluluğu devam eden başvurucular
yönünden tahliyeye imkân sağlamamaktadır. Dolayısıyla anılan başvuru yolunun
tutukluluğu devam eden kişiler bakımından ileri sürülen tutukluluk süresinin
makullüğüyle ilgili şikâyetler bakımından bireysel başvuru öncesinde
tüketilmesi gereken etkili bir hukuk yolu olduğu söylenemeyecektir.
114. Nitekim Anayasa Mahkemesi tutukluluğun makul süreyi
aştığı iddiası bakımından anılan tazminat yolunun yalnızca başvurucunun
tahliyesine veya ilk derece mahkemesince mahkûmiyetine karar verildiği
durumlarda, bir başka ifadeyle suç isnadına bağlı tutmanın sona erdiği hâllerde
bireysel başvuru öncesinde tüketilmesi gereken etkili bir hak arama yolu
olduğunu kabul etmektedir (İrfan Gerçek, §§ 33-45; Ekrem Atıcı,
B. No: 2014/15609, 8/3/2018, §§ 27-30).
115. Somut olayda başvurucunun tutukluluk durumunun devam
etmesi nedeniyle tutukluluğun makul süreyi aştığı iddiası yönünden 5271
sayılı Kanun'un 141. maddesinde öngörülen tazminat davası açma yolunun
tüketilmesi gerekli değildir. Başvurucu, tutukluluğa ilişkin olağan başvuru
yolu olan itiraz kanun yolunu tükettikten sonra bireysel başvuruda bulunmuştur.
Bu itibarla anılan iddia bakımından başvuru yollarının tüketildiği sonucuna
varılmıştır.
116. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
gerekir.
b. Esas
Yönünden
i. Genel
İlkeler
117. Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrasında bir
ceza soruşturması kapsamında tutuklanan kişilerin makul sürede yargılanmayı ve
soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme haklarına sahip
olduğu belirtilmiştir (Murat Narman, § 60; Halas Aslan, §
66).
118. Anayasa'nın 19. maddesinde güvence altına alınan serbest
bırakılmayı isteme hakkı uyarınca, bir ceza soruşturması veya kovuşturması
kapsamında tutuklu olan kişiler ilgili yargı mercilerinden serbest
bırakılmalarına karar verilmesini talep edebilir. Yargı organlarınca
tutukluluğun her aşamasında gerek kişinin serbest bırakılma talebi üzerine
gerekse resen yapılan incelemelerde tutulmanın meşru nedenlerinin açıklanması
Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının bir gereğidir (Halas Aslan,
§ 67).
119. Anılan maddede ayrıca tutuklanan kişilerin makul
sürede yargılanmayı isteme hakkına sahip olduğu ifade edilmiştir. Hürriyeti
kısıtlanarak yargılanan kişinin yargılamanın makul sürede bitirilmesindeki
menfaati, işin doğası gereği diğerlerine göre daha fazladır. Buna göre başta
savcılıklar ve mahkemeler olmak üzere tüm kamu organları, tutuklu olarak
sürdürülen soruşturma/kovuşturma süreçlerinin -adil yargılanma hakkının
sağladığı güvencelere riayet edilmek koşuluyla- süratli bir şekilde
sonuçlandırılması için özenli davranmalıdırlar (Halas Aslan, §§
68-71).
120. Öte yandan tutukluluk süresinin makul olup olmadığı
konusunun genel bir ilke çerçevesinde değerlendirilmesi mümkün değildir. Bir
kişinin tutuklu kaldığı sürenin makul olup olmadığı her davanın kendi
özelliklerine göre değerlendirilmelidir (Murat Narman, § 61). Suç
isnadına bağlı tutulma süresinin makul olup olmadığının hesaplanmasında sürenin
başlangıcı, başvurucunun ilk kez yakalanıp gözaltına alındığı durumlarda bu
tarih; doğrudan tutuklandığı durumlarda ise tutuklanma tarihidir. Sürenin sonu
ise kural olarak kişinin serbest bırakıldığı ya da ilk derece mahkemesince
hüküm verildiği tarihtir (Murat Narman, § 66).
121. Bir ceza soruşturması veya kovuşturması kapsamında
sürdürülen tutukluluğun makul süreyi aşıp aşmadığı öncelikle tutukluluğa
ilişkin kararların gerekçeleri üzerinden tespit edilebilir. Tutukluluğa ilişkin
kararların gerekçelerinde tutuklamanın ön şartı olan kişinin suçluluğu hakkında
kuvvetli belirti bulunduğunun, tutuklama nedenlerinin ve tutuklamanın neden
ölçülü olduğunun ortaya konulması gerekmektedir (Halas Aslan, §§
74, 75).
122. Başlangıçtaki bir tutuklama için kuvvetli suç
şüphesinin bulunduğunun tüm delilleriyle birlikte ortaya konulması her zaman
mümkün olmasa da belirli bir süre geçtikten sonraki tutukluluğun devamına
ilişkin kararlarda kuvvetli suç şüphesinin bulunduğunun somut olgularla
birlikte açıklanması gerekir (Halas Aslan, § 76). Ayrıca belirli
bir süreyi aşan tutukluluğa ilişkin devam kararlarında tutuklama nedenlerinin
soyut olarak belirtilmesi yeterli değildir (Hanefi Avcı, B. No:
2013/2814, 18/6/2014, § 70). Son olarak tutukluluğun devamına ilişkin
kararlarda tutuklamanın ölçülü olduğuna ilişkin olguların, özellikle
tutuklamaya göre temel hak ve özgürlüklere daha hafif etkide bulunan adli
kontrol tedbirlerinin neden yetersiz kaldığının ortaya konulması gerekir (Halas
Aslan, § 78).
123. Tutukluluğun uzun sürdüğü veya makul süreyi aştığı
şikâyetiyle yapılan bireysel başvurularda, tutukluluğa ilişkin gerekçelerin
ilgili ve yeterli olmadığı veya tutuklu olarak sürdürülen soruşturma/kovuşturma
süreçlerinin kamu organlarının özen yükümlülüğü ile bağdaşmayan tutumları
nedeniyle tamamlanmadığı kanaatine varılırsa tutukluğun makul süreyi aştığı
sonucuna ulaşılacaktır (Halas Aslan, §§ 82, 83).
ii. İlkelerin
Olaya Uygulanması
124. Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı
tarafından yürütülen 2017/96115 sayılı soruşturma kapsamında 18/10/2017
tarihinde gözaltına alınmıştır. Anılan soruşturma kapsamında 1/11/2017
tarihinde başvurucunun 15 Temmuz darbe teşebbüsüne ilişkin olarak anayasal düzeni
ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve Gezi Parkı olaylarına ilişkin olarak ise
hükûmeti ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme
suçları yönünden tutuklanması yoluna gidilmiştir.
125. Sonrasında başvurucu hakkında Gezi Parkı olayları
kapsamında hükûmeti ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını
engellemeye teşebbüs etme suçuyla ilgili soruşturmanın tefrik edilerek bir
başka dosya üzerinden yürütülmesi kararlaştırılmış ve bu olayla ilgili
iddianame tanzim edilmiştir.
126. Diğer taraftan 2017/96115 sayılı soruşturma
dosyasında 15 Temmuz darbe teşebbüsüne ilişkin olarak anayasal düzeni ortadan
kaldırmaya teşebbüs etme suçu yönünden soruşturmaya 11/10/2019 tarihine kadar
başvurucu tutuklu olarak devam edilmiştir. Anılan tarihte Başsavcılık
tarafından resen başvurucunun tahliyesine karar verildiği görülmektedir. Öte
yandan başvurucu hakkındaki ceza infaz kurumu kayıtlarından başvurucunun
1/11/2017-11/10/2019 tarihleri arasındaki tutulmasının 15 Temmuz darbe
teşebbüsüne ilişkin olarak anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme
suçundan verilen tutuklama kararı uyarınca gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Buna
göre tefrik edilen hükûmeti ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını
engellemeye teşebbüs etme suçu yönünden verilen tutuklama kararı
11/10/2019-18/2/2020 tarihleri arasında infaz görmüştür.
127. Başvurucu aynı (2017/96115 sayılı) soruşturmada
18/2/2020 tarihinde yeniden gözaltına alınmış ve 19/2/2020 tarihinde anayasal
düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan tekrar tutuklanmıştır. Bunun
yanı sıra 9/3/2020 tarihinde başvurucunun bu kez devletin gizli kalması gereken
bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme suçundan
tutuklanması söz konusu olmuştur. Öte yandan 20/3/2020 tarihinde anayasal
düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçu yönünden uygulanan tutukluluk sona
erdirilmişse de aynı dosyada devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal
veya askerî casusluk amacıyla temin etme suçu yönünden tutukluluğun devam
ettirildiği görülmektedir.
128. Anayasa Mahkemesi kişiler hakkındaki birden fazla
suça ilişkin soruşturma ve kovuşturmaların bir dosya üzerinden yürütülmesi veya
bir dosyada birleştirilmiş olması hâlinde -bu soruşturma ve kovuşturmaların
belli bir bütünlük içinde yürütüleceğini gözönüne alarak- uygulanan bir
tutuklama tedbirinin soruşturma ve kovuşturmaların tamamı açısından sonuç
doğuracağına vurgu yapmış; bu itibarla da kanunda öngörülen azami tutukluluk
süresinin veya suç isnadına bağlı tutulma süresinin her bir suç için ayrı ayrı
değil tüm suçlar için tek bir süre olarak kabul edilmesi gerektiğine karar
vermiştir (Burak Döner, B. No: 2012/521, 2/7/2013, §§ 46-48; Abdullah
Ünal, B. No: 2012/1094, 7/3/2014, § 41).
129. Buna göre eldeki bireysel başvuruya konu
soruşturma/kovuşturma dosyası bakımından başvurucunun 18/10/2017-11/10/2019
tarihleri arasında ve yine 18/2/2020 tarihinden itibaren suç isnadına bağlı
olarak özgürlüğünden yoksun kaldığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bireysel
başvurunun karara bağlandığı tarih itibarıyla başvurucunun suç isnadına bağlı
olarak tutulduğu toplam süre yaklaşık 2 yıl 10 aydır.
130. Başvurucunun isnat edilen suçlar yönünden kuvvetli
suç şüphesi altında bulunduğu, ilk tutuklama kararı da dâhil olmak üzere
tutukluluğa ilişkin tüm kararlarda vurgulanmıştır. Başvurucu hakkında verilen
9/3/2020 tarihli tutuklama kararı yönünden kuvvetli suç şüphesinin olduğu
Anayasa Mahkemesi tarafından da kabul edilmiştir. Buna göre başvurucu
hakkındaki tutukluluğa ilişkin kararlarda atıf yapılan delillerin özellikle de
H.J.B. ile bağlantısına ilişkin olguların isnat konusu suçlar bakımından
kuvvetli suç belirtisi niteliğinde olduğu değerlendirilmiştir. Dolayısıyla
anılan kararların tutukluluğun ön koşulu olan kuvvetli suç belirtisinin
bulunması bağlamında ilgili ve yeterli ölçüde açıklayıcı olduğu söylenebilir.
131. Öte yandan sulh ceza hâkimliklerinin ve ağır ceza
mahkemelerinin tutukluluğun devamı kararlarının gerekçelerinde yer alan
tutuklama nedenlerine ve ölçülülüğe ilişkin açıklamalar incelendiğinde kaçma
şüphesine, delillerin karartılması ihtimalinin bulunmasına, delillerin henüz
toplanmamış olduğuna, suçun ağırlığına, suçun sabit olması hâlinde
verilebilecek ceza miktarına, isnat edilen suça göre tutuklama tedbirinin
ölçülü/orantılı olmasına, adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalacağına
dayanıldığı görülmektedir.
132. Başvurucu hakkında bireysel başvuruya konu
soruşturma/kovuşturma dosyası bakımından 15 Temmuz darbe teşebbüsüyle
bağlantılı olarak anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve ayrıca
devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk
amacıyla temin etme suçlarından tutuklama tedbirinin uygulanması yoluna
gidilmiştir. Anılan suçlar doğrudan millî güvenliği hedef alan niteliktedir ve
hukuk sistemindeki en ağır suçlar arasında yer almaktadır.
133. Diğer taraftan 15 Temmuz darbe teşebbüsü gibi
kapsamlı bir kalkışmayla ilgili delillerin toplanmasının ve olayların
aydınlatılmasının başta soruşturma mercileri olmak üzere kamu makamlarını ne
denli büyük zorluklarla karşı karşıya bıraktığı gözardı edilmemelidir. Dahası
somut olayda olduğu gibi darbe teşebbüsünün uluslararası boyuta yöneldiği
durumlarda soruşturmanın zorluğunun daha da arttığı açıktır. Ayrıca aynı olayla
bağlantılı olarak casusluk suçlamasının da söz konusu olmasının soruşturma veya
kovuşturma süreçlerinin tutuklu olarak sürdürülmesi ihtiyacını büyüttüğü
söylenebilir.
134. Bu itibarla başvurucuya isnat edilen suçlamaların
niteliği ile suça konu edilen olay ve eylemlerin özellikleri birlikte dikkate
alındığında başvurucu hakkındaki tutukluluğun sürdürülmesine yönelik kararlarda
yargı mercilerince ifade edilen gerekçelerin tutukluluğun devamının hukuka
uygunluğunu ve tutulmanın meşruluğunu haklı gösterecek özen ve içerikte olduğu,
dolayısıyla tutukluluk hâlinin devamına ilişkin bu açıklamaların 2 yıl 10 aylık
tutukluluk süresi bakımından ilgili ve yeterli olduğu sonucuna varılmıştır.
135. Diğer taraftan başvurucu hakkında anayasal düzeni
ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve ayrıca devletin gizli kalması gereken
bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme suçlarından
yürütülen soruşturmanın diğer suçlara ilişkin soruşturmalara göre zorluğu ve
karmaşıklığı ortadadır. Soruşturma konusu olaylara ilişkin olarak başvurucu ile
diğer şüpheli arasındaki bağlantıya dair olguların tespiti amacıyla yurda giriş
ve yurttan çıkış kayıtlarının tespiti, telefon sinyal bilgilerinin belirlenmesi
ve eşleştirilmesi, başvurucunun ilgili olduğu kurum ve kuruluşlarla ilgili
araştırmalar yapılması gibi karmaşık işlemlerin yapıldığı bu süre içinde
ulaşılan her bir yeni bulgunun başka birtakım araştırma ve incelemeler yapma
ihtiyacını ortaya çıkarması da söz konusu olabilmektedir. Bu bakımdan
delillerin toplanmasındaki güçlük de dikkate alındığında soruşturma süreci
bakımından bir özensizlik bulunduğunu söylemek mümkün görünmemektedir.
Başvurucu hakkında iddianamenin kabulünden kısa bir süre sonra duruşma açılması
ve yargılamaya başlanması karşısında kovuşturma aşaması için farklı bir
değerlendirme yapılmasını gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
136. Bu bağlamda başvurucu hakkındaki tutukluluğun
devamına ilişkin kararların gerekçelerinin hürriyetten yoksun bırakılmanın
meşru nedenlerinin belirtilmesi bakımından ilgili ve yeterli olması, isnat
konusu suçlara yönelik soruşturma/kovuşturma sürecinin yürütülmesinde bir
özensizliğin tespit edilmemiş olması dikkate alındığında yaklaşık 2 yıl 10
aylık tutukluluk süresinin makul olduğu sonucuna varılmıştır.
137. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 19. maddesinin
yedinci fıkrası bağlamındaki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal
edilmediğine karar verilmesi gerekir.
Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin YILDIRIM, Hicabi
DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI, M. Emin KUZ ve Yusuf Şevki HAKYEMEZ bu görüşe
katılmamışlardır.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
2. Tutukluluk süresinin soruşturma aşaması için kanunda
öngörülen azami süreyi aşması dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının
ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA Zühtü ARSLAN, Engin YILDIRIM, Hicabi DURSUN,
M. Emin KUZ ve Yusuf Şevki HAKYEMEZ'in karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
3. Tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B. 1. Tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına ilişkin
olarak Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin
YILDIRIM, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI, M. Emin KUZ ve Yusuf Şevki
HAKYEMEZ'in karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
2. Tutukluluğun makul süreyi aştığı iddiasına ilişkin
olarak Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrası bağlamında kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin
YILDIRIM, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI, M. Emin KUZ ve Yusuf Şevki
HAKYEMEZ'in karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde
BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 29/12/2020 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Mahkememiz çoğunluğu başvurucunun, devletin gizli
kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk maksadıyla temin etme
suçundan dolayı tutuklanmasının hukuki olmadığı ve tutukluluğun makul süreyi
aştığı şikayetleri yönünden ihlal bulmamış, soruşturma aşamasındaki tutukluluk
süresinin kanunda öngörülen azami sınırı aştığı şikayetinin ise kabul edilemez
olduğuna karar vermiştir.
2. Somut başvuruya konu tutuklama kararını
değerlendirmeden önce başvurucu hakkında 2017 yılından itibaren yürütülen soruşturma
ve kovuşturma süreçlerine kısaca değinmek gerekmektedir. İlk olarak İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığının 2017/96115 sayılı soruşturma dosyasında -mevcut
bulgulardan hareketle- başvurucuya (a) Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan
kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, (b) anayasal
düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve (c) devletin gizli kalması gereken
bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme şeklinde üç farklı
suç isnadında bulunulmuştur. Başvurucunun sorgusunda anılan suçlara dayanak
olarak gösterilen olay ve olgulara, özellikle de somut başvuruya konu tutuklama
kararının temel gerekçesi olan yabancı uyruklu H.J.B. ile ilişkisine dair
sorular sorulmuştur.
3. İstanbul 1. Sulh Ceza Hakimliği, 1/11/2017 tarihinde
Gezi olaylarıyla ilişkili olarak Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 312. maddesi ve 15
Temmuz darbe teşebbüsüyle bağlantısının bulunduğu iddiasıyla da TCK’nın 309.
maddesi kapsamında başvurucunun tutuklanmasına karar vermiştir. Gerek
tutuklamaya sevk yazısında gerekse tutuklama kararında başvurucunun “15-16
Temmuz 2016 tarihinde Büyükada S. Otelde yapılan darbe teşebbüsü sürecinde
darbenin organizatörlerinden olan H.J.B ile yabancı kişi ve kişilerle olağanın
ötesinde yoğun irtibat kurarak darbe teşebbüsüne katılmak suretiyle anayasal
düzeni cebir şiddet yöntemleri ile değiştirmek suçunu işlediğine dair kuvvetli
suç şüphesini gösteren somut deliller bulunduğu” ifade edilmiştir.
4. Başvurucu hakkında Gezi olaylarına ilişkin yürütülen
soruşturma 14/12/2018 tarihinde tefrik edilerek soruşturmaya 2018/210299 sayılı
dosya üzerinden devam edilmiş, bu kapsamda iddianame hazırlanmış ve yargılama
İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesinde başlamıştır. Bu süreçte savcılık,
2017/96115 sayılı soruşturma dosyası üzerinden yürütülen 15 Temmuz darbe
teşebbüsüyle ilgili soruşturmada verilen tutuklama kararı bakımından 11/10/2019
tarihinde başvurucunun resen tahliyesine karar vermiştir.
5. Başvurucunun tutuklamanın hukuki olmadığına dair
bireysel başvurusu Anayasa Mahkemesi tarafından başvuruda hak ihlali olmadığı
şeklinde karara bağlanmıştır. Gezi olaylarıyla ilgili tutuklama kararı yönünden
kuvvetli suç belirtisinin bulunduğunu tespit eden Anayasa Mahkemesi 15 Temmuz
darbe teşebbüsüyle bağlantılı tutuklama yönünden ayrı bir değerlendirme
yapmamıştır (Mehmet Osman Kavala [GK], B. No: 2018/1073, 22/5/2019).
6. Buna karşılık Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)
başvurucunun suç işlediğine dair makul şüphe bulunmadığı, dolayısıyla Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ihlal
edildiği sonucuna ulaşmıştır. AİHM’e göre “diğer ilgili ve yeterli
koşulların bulunmadığı dikkate alındığında, başvuranın şüpheli bir kişiyle veya
yabancı vatandaşlarla temaslarının bulunması, tarafsız bir gözlemciyi,
başvuranın anayasal düzeni ortadan kaldırma teşebbüsünde bulunduğuna ikna
etmeye yeterli bir delil olarak değerlendirilemez” (Kavala/Türkiye,
B.No: 28749/18, 10/12/2019, § 148)
7. Başvurucu hakkındaki Gezi olaylarının yöneticisi ve
organizatörü olduğu iddiasıyla başlayan yargılama sonunda İstanbul 30. Ağır
Ceza Mahkemesi 18/2/2020 tarihinde beraat ve tahliye kararı vermiştir. Bu
kararı müteakip başvurucu 19/2/2020 tarihinde daha önce tahliye kararı verilen
15 Temmuz darbe teşebbüsüne ilişkin suçlamadan dolayı sulh ceza hakimliğince
tekrar tutuklanmıştır.
8. Başvurucu ayrıca 9/3/2020 tarihinde somut başvuruya
konu olan devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî
casusluk amacıyla temin etme suçundan da tutuklanmıştır. Tutuklama kararında,
suçun işlendiğine dair kuvvetli şüphenin bulunduğu ifade edilirken başvurucunun
H.J.B. ile irtibatlarına dair bilgilere yer verilmiştir.
9. Bu karardan on bir gün sonra ise başvurucunun 15
Temmuz darbe teşebbüsüne ilişkin olarak anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs
etme suçu yönünden kanunda öngörülen iki yıllık azami süreden fazla tutuklu
kaldığı gerekçesiyle anılan suç yönünden tahliyesine karar verilmiştir.
10. Başvurucu hakkında 28/9/2020 tarihinde anayasal
düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve devletin gizli kalması gereken
bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme suçlarından
cezalandırılması talebiyle dava açılmıştır. İddianamede esas itibarıyla
başvurucunun muhtelif tarihlerde diğer sanık H.J.B. ile mahiyeti bilinmeyen
telefon görüşmeleri yaptığı, bu kişiyle telefonlarının aynı baz istasyonundan
sinyal aldığı, 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra bir lokantada akşam
yemeğinde görüştükleri, darbe teşebbüsünden önce diğer yıllara oranla çok daha
fazla sayıda yurtdışına çıkış yaptığı, toplumun sinir uçlarının harekete
geçirilmesi için legal görünümlü ancak illegal amaca hizmet eden Sivil Toplum
Kuruluşları (STK) kurduğu ve bunları desteklediği, doğrudan yabancı devlet
istihbarat örgütleriyle organik bağı olan H.J.B.nin Türkiye’deki kolu ve yerli
işbirlikçisi olduğu ileri sürülmüştür.
11. Olay ve olguları bu şekilde özetledikten sonra mevcut
bireysel başvuruya konu şikayetlerin incelenmesine geçebiliriz.
A. Tutuklamanın
Hukukiliği
a. Kuvvetli
suç şüphesinin varlığı
12. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, bireylerin keyfi
olarak özgürlüklerinden mahrum edilmemesini güvenceye alan bir anayasal haktır.
Bu temel hak hukukun üstünlüğüyle bağlı olan bütün siyasal sistemlerin
merkezinde yer alan en önemli güvenceler arasındadır. Bireylerin özgürlüklerine
yönelik müdahalenin keyfî olmaması, sadece olağan dönemlerde değil olağanüstü
yönetim usullerinin benimsendiği dönemlerde de uygulanması gereken temel bir
güvencedir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B.No: 2016/22169, 20/6/2017,
§§ 347, 348).
13. Ayrıca Anayasa ve kanunlarda öngörülen şartlar
bulunmadan tutuklama tedbirinin keyfi bir şekilde uygulanması Anayasa’nın 38.
maddesinde “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz”
şeklinde ifadesini bulan masumiyet karinesini de zedeler. Anayasa Mahkemesinin
vurguladığı gibi “masumiyet karinesi, yargılama süresince kişinin
hürriyetinin esas, tutukluluğun ise istisna olmasını gerektirmektedir” (Mustafa
Ali Balbay, B.No: 2012/1272, 4/12/2013, § 103).
14. Tutuklama tedbiri kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına
yönelik ağır bir sınırlamadır. Bu nedenle tutuklamaya ancak zorunlu durumlarda
ve kanuni şartları bulunduğunda başvurulabilir. Aksi takdirde tutuklama,
kişinin kaçmasını ya da delilleri karartmasını engellemeye yönelik bir tedbir
olmaktan çıkıp cezalandırma aracına dönüşebilir.
15. Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca
tutuklama ancak suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler
bakımından uygulanabilir. Suç işlendiğine dair kuvvetli belirti, tutuklama
tedbiri için aranan olmazsa olmaz unsurdur. Bunun için suçlamanın kuvvetli
sayılabilecek inandırıcı delillerle desteklenmesi gerekir (Mustafa Ali
Balbay, § 72).
16. Somut başvuruya konu tutuklama kararında suçlamanın
temel dayanağı, başka bir ifadeyle suç işlendiğine dair kuvvetli belirti olarak
gösterilen olgu başvurucunun H.J.B. ile olan irtibatıdır. Amerikan vatandaşı
bir akademisyen olan ve bir düşünce kuruluşunda Orta Doğu analisti ve uzmanı
olarak çalışan H.J.B., soruşturma mercilerine göre, PKK/KCK ve FETÖ/PDY terör
örgütleriyle yoğun ve derin bağlantıları bulunan biridir. H.J.B.nin 5 Temmuz
2016 günü Büyükada’da bir otelde düzenlenen göstermelik bir toplantıya
katılarak buradan darbe teşebbüsünü takip ettiği, gerekli tüm uluslararası
irtibatları sağladığı, 18 Temmuz 2016 tarihinde de bir lokantada başvurucuyla
görüştüğü ve sonrasında Türkiye’den ayrıldığı ileri sürülmüştür.
17. Başvurucu ise H.J.B.yi 2000 yılından itibaren
tanıdığını, bazı uluslararası konferanslarda bir araya geldiğini, bu
konferansların hiçbirinin gizli olmadığını, hatta bir kısmına bazı kamu
görevlilerinin de katıldığını, çalışma ofisinin olduğu yerde çok sayıda otel
bulunduğundan telefonlarının aynı baz istasyonundan sinyal vermesinin
anlaşılabilir bir durum olduğunu, bu kişiyle Karaköy’deki lokantada
buluşmadığını, sadece karşılaştığını belirtmiştir.
18. Soruşturma mercileri, başvurucunun H.J.B. ile
bağlantısıyla ilgili olarak bu ifadelerin aksini gösteren somut veriler ortaya
koyamamışlardır. Gerek tutuklama kararında gerekse iddianamede birtakım
varsayımlardan hareketle bazı çıkarımlar yapılarak yöneltilen soyut iddialar
atılı suçun işlendiğine dair olgular olarak ifade edilmiştir. Bunun ötesinde
başvurucunun H.J.B. ile telefonla veya yüz yüze yaptığı belirtilen
görüşmelerinin içeriğine ilişkin somut hiçbir bilgiye yer verilmemiştir.
19. Başvurucunun H.J.B. ile ilişkisine dair en somut
iddia 15 Temmuz darbe girişiminden birkaç gün sonra Karaköy’de bir lokantada
buluştukları ve görüştükleridir. Başvurucu ısrarla böyle bir buluşma ve görüşme
olmadığını, kültürel miras alanında uzman iki kişiyle gittiği lokantada
kendisiyle karşılaştığını, H.J.B.nin başka bir grupla lokantaya gelerek ayrı
bir masaya oturduğunu söylemiştir. Büyükada’daki toplantıya katılan
akademisyenlerden birinin ifadesinde de başvurucunun H.J.B. ile aynı masaya
oturmadığı ve birlikte olduğu bir grupla lokantadan ayrıldığı belirtilmiştir.
20. Soruşturma belgelerinde başvurucunun savunmasının ve
tanık ifadesinin aksine bir belirti ortaya konabilmiş değildir. Dahası bir an
için böyle bir görüşmenin gerçekleştiği kabul edilse bile, bu görüşmenin
içeriğine dair herhangi bir iddia bulunmamaktadır. Bu nedenle yapıldığı
varsayılan böyle bir görüşmenin başvurucunun üzerine atılı casusluk suçunu
işlediğine dair kuvvetli belirti olarak kabul edilmesi mümkün görünmemektedir.
21. Diğer yandan HTS ve baz istasyonu kayıtlarından
hareketle başvurucunun muhtelif tarihlerde H.J.B. ile görüşmeler yaptığı ileri
sürülmüştür. Aynı şekilde bir an için tüm bu görüşmelerin gerçekleştiği
varsayılsa bile bunların içeriklerine dair hiçbir bilgi, dahası iddia dahi
bulunmamaktadır. İstanbul’da doğup büyüyen ve Türkiye üzerine akademik
çalışmaları bulunan H.J.B. ile telefon görüşmesi yapıldığı yönündeki kayıtlar,
devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk
amacıyla temin etme suçu bakımından kuvvetli belirti kabul edildiği takdirde,
yıllar içinde bu kişiyle bir şekilde telefonla görüşmüş olan herkesin casusluk
suçu bakımından kuvvetli şüphe altında olduğu ve dolayısıyla da tutuklanabileceği
gibi hukuken hiçbir şekilde izah edilemeyecek bir durum ortaya çıkacaktır.
Dolayısıyla, yabancı istihbarat servislerine çalıştığı ileri sürülen bir
akademisyenin görüştüğü kişilerin, görüşmelerin içeriğine dair herhangi bir
tespit olmadan, salt bu görüşmeler nedeniyle casusluk suçunu işlediklerinin
ileri sürülmesi ancak varsayıma dayanan ve soyut değerlendirmelerle mümkün
olabilir.
22. Bu bağlamda, somut başvuruyla ilgili en önemli mesele
başvurucunun tutuklandığı siyasal veya askerî casusluk suçunun varlığına dair
kuvvetli belirti bir yana basit şüphenin dahi ortaya konulamamış olmasıdır.
TCK’nın “Siyasal veya askerî casusluk” kenar başlıklı 328. maddesinin
(1) numaralı fıkrasına göre “Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal
yararları bakımından, niteliği itibarıyla, gizli kalması gereken bilgileri,
siyasal veya askerî casusluk maksadıyla temin eden kimseye onbeş yıldan yirmi
yıla kadar hapis cezası verilir.” Madde gerekçesine göre “temin edilen
bilgilerin Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları gereği gizli
kalmasının zorunlu”, yani “sır niteliğinde” olması gerekmektedir.
23. Siyasal veya askerî casusluk suçunun unsuru “gizli
kalması gereken bilgileri (devlet sırrını) siyasi veya askerî casusluk amacıyla
temin etmektir” (O. Yaşar, H.T. Gökcan, M. Artuç, Yorumlu-Uygulamalı
Türk Ceza Kanunu, 2. Baskı, Cilt 6, Ankara: Adalet Yayınevi, 2014, s.
9074). Suçun konusu ise maddede “niteliği itibarıyla gizli kalması gereken”,
başka bir ifadeyle “devlet sırrı” mahiyetinde olan bilgilerdir (M.
Balcı, Siyasal veya Askerî Casusluk Suçu, Ankara: Adalet Yayınevi, 2018,
s.98; “devlet sırrı” konusunda ayrıca bkz. İ.Özgenç, Suç Örgütleri, 12.
Bası, Ankara: Seçkin Yayıncılık, 2019, ss.348-372).
24. Casusluk suçuna ilişkin bu bilgiler kapsamında somut
olaya bakıldığında kuvvetli suç şüphesinin varlığını tespit etmeye yönelik
temel soru şudur: “Başvurucu devletin gizli kalması gereken hangi
bilgilerini temin etmiştir?” Bu sorunun cevabı ne tutuklama kararında ne de
iddianamede bulunmaktadır. Daha da önemlisi başvurucunun hangi gizli bilgileri
kimden, nasıl ve nerede temin ettiğine dair herhangi bir açıklama olmadığı
gibi, kendisiyle “yoğun irtibatı” olduğu varsayılan H.J.B.nin hangi gizli bilgilere
sahip olduğu ve bunları nasıl temin ettiği de soruşturma belgelerinden
anlaşılamamaktadır.
25. Başvurucunun kurduğu ve desteklediği STK’lar
vasıtasıyla devletin güvenliği ve siyasi yararları bakımından niteliği gereği
gizli kalması gereken bilgileri elde ettiği, bunları Türkiye aleyhine ve
yabancı devletlerin lehine kullandığı ileri sürülmüştür. Belirtmek gerekir ki
sivil toplum örgütlerinin en önemli görevi ülkenin sosyo-ekonomik ve politik
meseleleri üzerine araştırmalarda bulunmak, analizler yapmak, raporlar
hazırlamak ve öneriler üretmektir. Kuşkusuz STK’lar da casusluk amacıyla
kullanılabilir. Ancak bir STK’nın casusluk olarak nitelendirilebilecek
faaliyetler yürüttüğünün veya bu tür faaliyetlerin örtülmesi amacıyla
kullanıldığının soyut ve genel suçlamalarla değil, somut bilgi, belge ve
olgulara dayanılarak gösterilmesi gerekir. Aksi takdirde her STK, benzer
suçlamalarla etkisiz ve işlevsiz hale getirilebilir. Somut başvuruya konu
soruşturma belgelerinde başvurucunun ilişkili olduğu STK’ların hangi gizli
bilgileri elde ettikleri, Türkiye’nin aleyhine olacak şekilde bunları nasıl
kullandıkları ve hangi ülkelere verdikleri açıklanmış değildir.
26. Diğer yandan, başvurucuda ele geçirilen
belgesellerin, belgesel çekimine destek olmasının, “Ermeni olayları”
üzerine toplantı organize etmesinin atılı suçla nasıl bir bağlantısının olduğu
gösterilememiştir. Başvurucunun 15 Temmuz 2016 öncesinde diğer yıllara oranla
daha sık yurtdışına çıkması da delil olarak gösterilmiş, ancak bu seyahatlerin
içeriğine, buralarda yapılan temaslara ve en önemlisi isnat edilen suçlarla
bağlantısına ilişkin bir açıklamaya yer verilmemiştir. Dolayısıyla bu ve
benzeri iddiaların, başvurucunun casusluk suçunu işlediğine dair kuvvetli
belirti olarak kabul edilmesi mümkün değildir.
27. Bu noktada çoğunluğun casusluk suçunun temel
özelliklerinden birinin gizlilik olduğu, bu nedenle “soruşturmanın
başlangıcında veya tutuklama gibi koruma tedbirlerinin uygulandığı aşamada
aranan delil türü ve düzeyiyle ilgili kısmen farklı ölçütler benimsenmesi”
(§§ 91, 92) gerektiği şeklindeki görüşü üzerinde durulmalıdır. Burada “delil
türü ve düzeyiyle ilgili” hangi farklı ölçütlerin benimsendiği çoğunluk
kararında açıklanmamaktadır. Bununla birlikte bir bütün olarak karardan
casusluk suçundan dolayı tutuklamada kuvvetli belirtiye esnek
yaklaşılması gerektiği görüşünün savunulduğu anlaşılmaktadır.
28. Öncelikle belirtmek gerekir ki tutuklamanın
hukukiliğini incelerken Anayasa Mahkemesinin görevi, çoğunluğun da vurguladığı
üzere, “başvurucuya isnat edilen eylemlerin hangi suçun konusunu
oluşturduğunu” tespit etmek değil, “soruşturma mercilerince ortaya
konulan ve tutuklamaya esas alınan olguların başvurucu yönünden kuvvetli suç
belirtisi niteliğini taşıyıp taşımadığının belirlenmesidir” (§§ 90, 91). Bu
nedenle odaklanılması gereken nokta, tutuklama kararında belirtilen delillerin
gerçekten bir suçun işlendiğine dair kuvvetli şüphe olarak kabul edilip
edilemeyeceğidir.
29. Soruşturma belgelerinde gösterilen delillerin isnat
edilen suç bakımından kuvvetli belirti oluşturup oluşturmadığı elbette her
somut olayın şartları dikkate alınarak yapılmalıdır. Bu çerçevede isnat edilen
suçun özellikleri de belli ölçüde göz önünde bulundurulabilir. Ayrıca casusluk
türü suçlarda soruşturma mercilerinin suça ilişkin delilleri tespit etmek
bakımından diğer pek çok suça göre daha zor bir konumda oldukları da kabul
edilebilir.
30. Ne var ki tüm bu kabuller, hangi suçtan olursa olsun
tutuklama kararı verilebilmesi için mutlaka kuvvetli şüphenin bulunması
zorunluluğunu ortadan kaldırmamaktadır. Dolayısıyla casusluk suçunun temel
özelliğinin gizlilik olduğu tespitinden hareketle varsayımlara dayanan, soyut
ve genel açıklamaların suçun işlendiğine dair kuvvetli belirti olarak kabul
edilmesi, son tahlilde Anayasa’nın ve kanunların kişi hürriyeti ve güvenliği
bakımından sağladığı güvenceyi anlamsız ve işlevsiz kılabilecektir.
31. Öte yandan bir an için diğer suçlardan farklı olarak
casusluk suçuyla ilgili olarak soruşturmanın başlangıcında veya tutuklama
tedbirinin uygulandığı aşamada kuvvetli suç belirtisine ilişkin delil türü
ve düzeyinin farklılaşması gerektiği kabul edilse bile eldeki başvuruda sonuç
değişmemektedir. Zira Anayasa Mahkemesinin başvuruyu karara bağladığı anda
deliller toplanmış, kovuşturmaya başlanmış ve ilk duruşma yapılmış durumdadır.
Başka bir ifadeyle Mahkeme, tutuklamanın hukukiliğini incelerken sadece
soruşturmanın başlangıcında sunulan delilleri değil iddianamede başvurucuya
isnat edilen tüm fiilleri de değerlendirme imkânına sahiptir. Buna karşın somut
olayda sunulan delillerin başvurucuya isnat edilen casusluk suçunun işlendiğine
dair hangi yönleriyle kuvvetli, makul veya basit şüphe oluşturduğu ortaya
konulamamıştır.
32. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun siyasal veya
askerî casusluk suçundan dolayı tutuklanması için ön şart olan suçun
işlendiğine dair kuvvetli belirtinin ortaya konulamadığı anlaşılmaktadır. Bu
nedenle başvurucu hakkında anılan suçtan uygulanan tutuklama tedbirinin hukuka
aykırı olduğu kanaatindeyim.
b. Tutuklamanın
Ölçülülüğü
33. Diğer yandan, çoğunluğun tutuklamanın ölçülü olduğuna
dair değerlendirmesine de katılmak mümkün değildir. Tutuklama tedbirinin hukuki
olabilmesi için suç işlendiğini gösteren kuvvetli belirtinin bulunması yeterli
değildir. Tutuklamanın aynı zamanda ölçülü olması gerekir. Bu nedenle somut
olayın şartlarında ölçülülüğün unsuru olan gereklilik bakımından bir
değerlendirme yapılması zorunluluğu vardır. Tutuklamanın gerekliliği yönünden
birbiriyle ilişkili iki hususun ele alınması gerekmektedir. Birincisi başvurucunun,
kendisine isnat edilen suçun işlendiği ileri sürülen tarihten ne kadar sonra
tutuklandığı ve bu sürede soruşturma mercilerinin hareketsiz kalıp kalmadıkları
değerlendirilmelidir. İkinci olarak, başvurucunun aynı delillere dayalı olarak
daha önce tutuklanıp tutuklanmadığı ve tutuklandıysa ikinci tutuklamanın önceki
suçlamayla bağlantılı olup olmadığı incelenmelidir.
34. Anayasa Mahkemesi başvuruculara ilişkin soruşturmanın
başladığı tarih ile tutuklama tarihi arasında önemli zaman diliminin bulunduğu
durumlarda tutuklamanın gerekliliğini incelemiştir. Soruşturmanın başlamasından
itibaren uzun süre hareketsiz kalındıktan sonra tutuklama tedbirine
başvurulması durumunda, soruşturma makamlarının tutuklamanın neden gerekli
olduğunu gösterme yükümlülüğü bulunmaktadır. Mahkeme bir kişinin tutuklamaya
konu suçun gerçekleştiği ileri sürülen tarihten dört yıl kadar sonra, yasama
dokunulmazlığına istisna getiren Anayasa değişikliğinin yürürlüğe girmesinden
ise yaklaşık iki yıl sonra tutuklanmasını ölçüsüz bulmuştur (Eren Erdem,
B.No: 2019/9120, 9/6/2020, § 176). Anayasa Mahkemesi aynı şekilde bir kişinin
hakkında soruşturma başlatılmasından yaklaşık iki yıl sonra soruşturma
mercilerince suça ilişkin yeni bir olgu ortaya konulmaksızın tutuklanmasının
ölçülü olmadığına karar vermiştir (A.C., B.No: 2016/64868, 27/2/2020, §
74).
35. Başvurucunun H.J.B. ile gerçekleştiği iddia edilen
görüşmeleri 2013-2016 yıllarına ilişkindir. Yukarıda belirtildiği gibi (bkz. §§
2, 3), bu bilgilerin sürecin başlangıcından itibaren soruşturma makamlarının
elinde olduğu bilinmektedir. Başvurucunun 9/3/2020 tarihinde casusluk suçundan
tutuklanmasına delil olarak gösterilen irtibata dair bilgiler genel hatlarıyla
üç yılı aşkın bir süreden beri soruşturma dosyasında mevcuttur. Bu süre içinde
bir de casusluk suçundan tutuklamayı haklı kılacak, söz konusu irtibatın
içeriğine dair yeni bir olgu ortaya konabilmiş değildir. Bu nedenle H.J.B. ile
irtibatın tespitinin üzerinden üç yılı aşkın bir süre geçtikten sonra
başvurucunun casusluk suçundan tutuklanmasının neden gerekli olduğu soruşturma
makamları tarafından gösterilmemiştir.
36. Diğer taraftan Anayasa Mahkemesi birçok kararında
tutuklu olarak yargılandıkları davalarda tahliyelerine karar verilen kişilerin,
bazı farklı olgu ve delillere dayalı olarak başlatılan yeni soruşturmalar
kapsamında ikinci kez tutuklanmaları halinde soruşturma mercilerinin bu
tutuklamanın neden gerekli ve ölçülü olduğunu göstermek zorunda olduklarını
vurgulamıştır. Mahkemeye göre başvurucu ilk tutuklama tedbirine konu suçla
ilgili yargılamada tahliye edildiği halde birtakım yeni delillere ulaşılsa bile
“ikinci tutuklama tedbirine konu suçlama ilk tutuklama tedbirine konu suç
ile temelde aynı olgulara dayanmakta” ise ikinci tutuklamanın gerekli ve
ölçülü olduğu söylenemez (bkz. Abdullah Kılıç, B.No: 2016/25356,
8/1/2020, §§ 84, 85; Cihan Acar, B.No: 2017/26110, 27/2/2020, §§ 74, 75;
Yetkin Yıldız, B.No: 2018/3292, 23/6/2020, §§ 68, 69).
37. Başvurucu hakkında son üç yıl içinde temelde aynı
delillere dayalı olarak üç kez tutuklama, üç kez tahliye, bir kez de beraat
kararı verilmiştir. Başvurucunun H.J.B. ile ilişkisi baştan itibaren tüm
tutuklama kararlarında yer almıştır. Bu ilişkiye dair hususlar başvurucu
hakkındaki ilk tutuklama kararında 15 Temmuz darbe teşebbüsüne ilişkin suçlama
bakımından kuvvetli suç şüphesini gösteren olgu olarak kabul edilmiştir. Bu
suçlamayla ilgili olarak başvurucu hakkında tahliye kararı verilmiş olmasına
rağmen, Gezi olaylarıyla ilgili davada beraatına ve tahliyesine karar verilmesi
üzerine başvurucu aynı suçtan dolayı ikinci kez yeniden tutuklanmıştır. Bu
ikinci tutuklama kararında da kuvvetli suç şüphesi bakımından esas olarak
H.J.B. ile olan ilişkiye dayanıldığı görülmektedir. Aynı şekilde bu ikinci
tutuklamadan kısa bir süre sonra siyasal veya askerî casusluk suçundan dolayı
başvurucunun üçüncü kez tutuklanması da H.J.B. ile ilişkisine dayandırılmıştır.
38. Başvurucunun ikinci ve üçüncü kez tutuklanmasına
karar verilirken H.J.B. ile ilişkinin mahiyetine ve içeriğine dair herhangi
yeni bir bulgu ortaya konulamamıştır. Bu durumda hakkında resen tahliye kararı
verilen başvurucunun temelde aynı olguya dayanılarak, üstelik öncesinde
anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan ikinci kez
tutuklanmış olmasına rağmen bir de casusluk suçundan yeniden tutuklanmasının
neden gerekli olduğunun soruşturma belgelerinde gösterildiğini söylemek mümkün
değildir.
39. Sonuç olarak (a) başvurucunun H.J.B. ile ilişkisine
dair bilgilere soruşturma mercileri tarafından üç yılı aşkın bir süre önce erişilmesine,
(b) bu ilişkinin niteliğine veya kapsamına dair (yeni) tespitler bulunmamasına,
(c) aynı deliller nedeniyle daha önce iki kez tutuklama kararı verilmesine ve
(d) en önemlisi bunlardan birinde resen tahliye uygulanmasına karşın, aynı
delillerin bu kez bireysel başvuruya konu siyasal veya askerî casusluk suçu
bakımından tutuklamaya dayanak olarak kabul edilmesi tutuklama tedbirinin
ölçüsüz olduğunu ortaya koymaktadır.
B. Tutukluluğun
soruşturma aşamasında kanunda öngörülen azami süreyi aşması
40. Soruşturma evresinde tutukluluğun belli bir süreyi
aşmaması 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun (CMK) “Tutuklulukta geçecek
süre” başlıklı 102. maddesinin (4) numaralı fıkrasında 17/10/2019 tarihli
ve 7188 sayılı Kanun’un 18. maddesiyle yapılan değişiklikle getirilen önemli
bir güvencedir. Başvuruya konu suç bakımından bu süre azami “bir yıl altı ay
olup, gerekçesi gösterilerek altı ay daha uzatılabilir”. Bu nedenle
tutukluluk süresi soruşturma evresinde iki yılı aşamaz.
41. Öte yandan Anayasa Mahkemesi bir kişi hakkında birden
fazla suça ilişkin soruşturma ve kovuşturmanın aynı dosya üzerinden yürütüldüğü
durumlarda azami tutukluluk süresinin her bir suç için ayrı ayrı değil tüm
suçlar için tek bir süre olarak hesaplanması gerektiğine hükmetmiştir. Mahkemeye
göre “Tutuklama tedbiri, bir yaptırım olmadığından aynı dosya kapsamındaki
her bir suç için azami tutukluluk süresinin ayrı ayrı hesaplanması kabul
edilemez” (bkz. Burak Döner, B.No: 2012/521, 2/7/2013, § 48; Abdullah
Ünal, B.No: 2012/1094, 7/3/2014, § 41). Bu içtihat gereğince başvurucunun
ilk tutuklama tarihinden itibaren soruşturma evresinde geçirdiği süreler tüm
suçlar bakımından tek bir süre olarak hesaplanmalıdır.
42. Somut olayda 1/11/2017-11/10/2019 tarihleri arasında
anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan verilen tutuklama
kararı uyarınca da tutulan başvurucu, 19/2/2020 tarihinde yine bu suçtan,
9/3/2020 tarihinde ise -aynı soruşturma dosyası kapsamında- bu kez siyasal veya
askerî casusluk suçundan tutuklanmıştır. Bilahare anayasal düzeni ortadan
kaldırmaya teşebbüs etme suçundan uygulanan tutuklama tedbiri sona erdirilmişse
de casusluk suçundan tutukluluk devam ettirilmiştir. Bu durumda iddianamenin
kabul edildiği 8/10/2020 tarihine kadar başvurucunun soruşturma aşamasındaki tutukluluğunun
toplam süresi 1 yıl 18 ay 29 gündür. Dolayısıyla soruşturma evresi için kanunda
öngörülen azami iki yıllık tutukluluk süresi aşılmış durumdadır. Nitekim
İstanbul 3. Sulh Ceza Hakimliği, 20/3/2020 tarihinde başvurucunun müsnet suç
yönünden iki yıldan fazla süredir tutuklu kaldığı, dolayısıyla kanunda
öngörülen azami tutukluluk süresinin aşıldığı gerekçesiyle anayasal düzeni
ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan tahliye kararı vermiştir.
43. Diğer taraftan 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinde
öngörülen tazminat davası açma imkânının bu aşamada etkili bir yol olduğunu
söylemek zordur. Evvela, soruşturma dönemi için azami bir tutukluluk süresi
öngörülmesi güvencesi yeni getirildiği için yargılama sona ermeden bu yola
başvurulabileceğine dair açık bir düzenleme veya yargı içtihadı
bulunmamaktadır.
44. Anayasa Mahkemesi, tutuklamanın makul süreyi veya
kanunda öngörülen azami süreyi aştığı iddiasıyla yapılan başvurularda
başvurunun incelendiği tarihte başvurucu tahliye edilmişse, Yargıtay’ın
asıl davanın sonuçlanması ya da bu davada verilecek kararın kesinleşmesi
beklenmeden tazminat talep edilebileceğine dair yerleşik hale gelen
içtihatlarına atıf yapmak suretiyle, 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinde
öngörülen tazminat davası açma imkânının tüketilmesi gereken etkili bir yol
olduğuna karar vermiştir (bkz. Erkam Abdurrahman Ak, B.No: 2014/8515,
28/9/2016, §§ 58, 61; İrfan Gerçek, B. No: 2014/6500, 29/9/2016, §§ 41,
44). Buna karşılık somut olayda başvurucunun tutukluluğu devam ettiği gibi,
soruşturma evresinde tutukluluğun kanunda öngörülen azami süreyi aşması
durumunda yargılama sona ermeden tazminat talebinde bulunulabileceğine dair
Yargıtay kararları da mevcut değildir. Bu nedenle bu aşamada soruşturma
evresinde tutukluluğun kanunda öngörülen süreyi aştığı iddiaları bakımından
CMK’nın 141. maddesinde öngörülen yolun mutlaka tüketilmesi gereken etkili bir
başvuru yolu olduğu söylenemez.
45. Açıklanan sebeplerle başvurucunun söz konusu şikâyeti
yönünden başvuru yollarının tüketilmediği gerekçesiyle kabul edilemezlik kararı
verilmesi yerine şikâyetin kabul edilebilir bulunması ve ihlal kararı verilmesi
gerektiğini düşünmekteyim.
C. Tutukluluğun
makul süreyi aşması
46. Başvurucu, aynı eylemler nedeniyle uzun süredir
tutuklu olduğunu, tutukluluğunun makul süreyi aştığını ileri sürmüş, çoğunluk
bu şikâyet yönünden de ihlal bulmamıştır. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci
fıkrası tutuklanan kişilerin yargılamanın makul sürede bitirilmesini ve
soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme haklarını
güvenceye bağlamıştır.
47. Anayasa Mahkemesine göre “makul sürede yargılanmayı”
ve “serbest bırakılmayı isteme” haklarının birbirinin alternatifi değil
tamamlayıcısı olarak değerlendirilmesi gerekir. Burada ifade edilen serbest
bırakılmayı isteme hakkı uyarınca, bir ceza soruşturması veya kovuşturması
kapsamında tutuklu olanlar ilgili yargı mercilerinden serbest bırakılmalarına
karar verilmesini talep edebilirler. Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrası
tutukluluğun her aşamasında yargı organlarınca gerek resen gerekse kişinin
serbest bırakılma talebi üzerine yapılan incelemelerde tutulmanın meşru
nedenlerinin açıklanmasını gerektirmektedir (Halas Aslan, B.No:
2014/4994, 16/2/2017, §§ 66, 67).
48. Bu bağlamda tutukluluğun devamına ilişkin mahkeme
kararlarının gerekçeleri belirleyici olmaktadır. Tutuklulukta makul sürenin
aşılıp aşılmadığı belirlenirken tahliye taleplerinin reddine ilişkin ve bunlara
karşı itiraz üzerine verilen kararların gerekçelerine bakılmalı, bu gerekçelerin
tutuklamanın sürdürülmesini haklı kılmak için ilgili ve yeterli olup olmadığı
değerlendirilmelidir. Tutukluluğun devamına ilişkin kararların gerekçelerinde
tutuklamanın ön şartı olan “kuvvetli suç şüphesini, tutuklama nedenlerinin
varlığını ve tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu gösteren deliller somut
olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilecektir” (Halas Aslan,
§ 75).
49. Somut olayda, çoğunluk kararında da belirtildiği
üzere, ilk olarak 18/10/2017 tarihinde gözaltına alınıp 1/11/2017 tarihinde tutuklanan
başvurucu bireysel başvurunun karara bağlandığı gün itibarıyla bireysel
başvuruya konu dava dosyası bakımından suç isnadına bağlı olarak yaklaşık 2 yıl
10 aydır tutulu bulunmaktadır (§ 129). Başvurucunun suç işlediğine dair
kuvvetli belirti oluşturmayan aynı delillere dayalı olarak bu kadar uzun
süredir devam ettirilen tutukluluğun makul olduğu kabul edilemez. Esasen
kuvvetli suç belirtisi tutuklamanın her aşamasında bulunması gerektiğinden
hukuka aykırı tutukluluğun devam ettirilmesi her durumda Anayasa’nın 19.
maddesinin yedinci fıkrasına aykırı olacaktır.
50. Bir an için çoğunluğun somut olayda ilk tutuklama
bakımından kuvvetli suç belirtisi ve tutuklama nedenlerinin bulunduğu görüşü
kabul edilse bile yine de başvurucunun tutukluluğunun makul süreyi aştığına
karar verilmesi gerekmektedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi kuvvetli suç
belirtisinin ve tutuklama nedenlerinin bulunduğunu tespit ettiği bazı
başvurularda aynı hususların tekrarı niteliğinde, ilgili ve yeterli olmayan
gerekçelerle bir suç isnadına bağlı olarak kişilerin iki yılın üzerinde tutuklu
kalmasını makul olarak değerlendirmemiştir (Hanefi Avcı, B.No:
2013/2814, 18/6/2014, § 85).
51. Başvurucu hakkında soruşturma aşamasında muhtelif
sulh ceza hakimliklerince yapılan 6/5/2020, 20/5/2020, 4/6/2020, 3/7/2020,
29/7/2020, 17/8/2020 ve 11/9/2020 tarihli tutukluluk incelemelerinde atılı
suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve delillerin tamamının
toplanmamış olması, şüphelinin üzerine atılı suçu işlediğine ilişkin kuvvetli
suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunması, atılı suçun
kanunda gösterilen cezasının üst sınırı, şüphelinin kaçma ve saklanma
şüphesinin bulunması, adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacak
olması ve tutuklama tedbirinin ölçülü olması hususlarına genel ve soyut olarak
değinilmiştir. Kovuşturma aşamasında ise tutukluluğun devamına ilişkin olarak
verilen 6/11/2020, 23/11/2020, 4/12/2020 ve 18/12/2020 tarihli kararlarda
yukarıdaki gerekçelere ilave olarak başvurucunun henüz savunmasının alınmadığı,
bazı tanıkların henüz dinlenmediği ve delilleri yok etme, gizleme ve değiştirme
şüphesini uyandıran olgular olduğu belirtilmek suretiyle başvurucunun tahliye
talepleri ve bunların reddine karşı yaptığı itirazlar kabul edilmemiştir.
52. Soruşturma ve kovuşturma mercilerinin tutukluluğun
devamına ve bunlara itiraza dair kararlarındaki gerekçelerin tutukluluğun üç
yıla yakın süre boyunca sürdürülmesini haklı kılacak özen ve içerikte olmadığı,
aynı hususların tekrarı niteliğindeki matbu ifadelerden ibaret olduğu
görülmektedir. Tutukluluğun devamına ilişkin kararlarda başvurucunun casusluk
suçunu işlediğine dair kuvvetli şüphenin varlığına dair herhangi bir somut
olgudan bahsedilmediği gibi, soruşturma ve yargılamanın neden tutuklu olarak
devam etmesi gerektiği de açıklanmamıştır. Halbuki başvurucu hakkındaki
tutuklamaya konu suçlama bakımından delil olarak gösterilen bilgilerin önemli
ölçüde toplandığı ve bunların toplandığı tarihten yıllar sonra tutuklama
tedbirine başvurulduğu, en önemlisi bu süre içerisinde soruşturma mercilerince
de ifade edildiği üzere başvurucunun birçok kez yurt dışına çıkmış olmasına
rağmen kaçmadığı ve her seferinde Türkiye’ye döndüğü dikkate alındığında
“kaçma” veya “delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme” gerekçelerinin tümüyle
soyut kaldığı, inandırıcı somut olgularla desteklenmediği görülmektedir.
53. Diğer yandan, başvurucu hakkındaki tutuklamanın
devamına ilişkin kararların gerekçelerinde tutuklamaya alternatif olarak 5271
sayılı Kanun'un 109. maddesinde yer alan adli kontrol tedbirlerinin neden
yeterli görülmediği de dayanaklarıyla birlikte tartışılmış değildir.
Gerekçelerde sadece isnat edilen suçların niteliğinden veya bunlara ilişkin
kanunda öngörülen yaptırımın ağırlığından hareketle adli kontrolün yeterli olmayacağı
kanaati ifade edilmiş ancak başvurucunun durumuyla ilgili bir kişiselleştirme
yapılmamıştır.
54. Bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere başvurucunun
tutukluluğunun devamına ilişkin kararlarda kuvvetli suç şüphesini, tutuklama
nedenlerinin varlığını ve tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu gösteren
deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilebilmiş değildir.
Dolayısıyla anılan gerekçelerin somut olayın şartlarında üç yıla yaklaşan
tutukluluk süresini haklı kılmak için yeterli olduğu söylenemez.
55. Yukarıda açıklanan gerekçelerle, başvurucu hakkında
uygulanan tutuklama tedbirinin hukuka aykırı olması, tutukluluğun makul süreyi
ve kanunda soruşturma evresi için öngörülen azami süreyi aşması nedenleriyle
Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü ve yedinci fıkraları kapsamında kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini düşündüğümden, çoğunluğun aksi
yöndeki kararına katılmıyorum.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Başvurunun konusunu, önceki suçlamalar ve
tutuklamalardan bağımsız olarak, başvurucunun 9.3.2020 tarihinde siyasal veya
askeri casusluk isnadıyla tutuklanması nedeniyle, tutuklamanın hukuki olmadığı
ve uzun süredir tutuklu kaldığı iddiaları oluşturmaktadır. Başvurudan sonraki
süreçte başvurucu hakkında siyasal veya askeri casusluk suçundan (TCK m. 328)
iddianame düzenlenmiş, kovuşturma evresi başlamıştır.
2. Tutuklama işlemi kişi özgürlüğüne ağır bir
müdahaledir. Bu müdahalenin meşru sayılabilmesi, kanuni temelinin bulunması ve
anayasal güvencelere uygun olmasına bağlıdır. Anayasanın 19/3. maddesi uyarınca
suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler ancak; kaçmalarını,
delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla ve kanunda
belirtilebilecek tutuklamayı zorunlu kılan diğer bir nedenle hakim kararıyla
tutuklanabilir. Ayrıca Anayasanın 13. maddesi gereği tutuklamanın somut olay
bağlamında demokratik toplum bakımından zorunlu bir ihtiyaca karşılık gelmesi
ve ölçülü olması gerekir. 5271 sayılı CMK’nın tutuklamayla ilgili 100-102.
maddelerinde ise; kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delilin
bulunması şartıyla, kaçma veya delilleri karartma (tutuklama) nedenlerinin
varlığı halinde ve somut olay bakımından tutuklamanın ölçülü olması (aynı amaca
daha hafif bir tedbirle ulaşılamaması) durumunda tutuklama kararı
verilebileceği belirtilmektedir.
3. Belirtilen Anayasal ve yasal güvenceler karşısında;
suç şüphesiyle tutuklamanın hak ihlali sonucunu doğurmaması için kanuna uygun
yapılması, meşru amacının bulunması ve ölçülü olması gerekmektedir. Tutuklama
işlemi ile kamu gücü/erki, bireyin eyleminin suç oluşturduğunu ileri
sürdüğünden, sanığın bu suçu işlediğine ilişkin makul şüphe oluşturan delilleri
göstermelidir. Tutuklunun bu işleme karşı etkili başvuru yolunu kullanabilmesi
için tutuklama kararı ve itirazın reddine ilişkin kararlarda tutuklama
nedenlerinin ve delillerin gösterilmesi anayasal bir zorunluluktur.
Tutukluluğun hukuki olmadığı iddiaları karşısında Anayasa Mahkemesinin (AYM)
görevi, belirtilen üç anayasal kriter açısından değerlendirme yapmaktır.
Bireysel başvurudaki bu inceleme suç unsurlarının bütünüyle değerlendirilmesini
gerektirmez ise de gösterilen deliller ile suç tipi arasında mantıksal ve
hukuki bir bağın varlığının incelenmesini zorunlu kılmaktadır. Sözgelimi isnat
edilen suç yönünden hukuken delil değeri bulunmayan bir olguya dayanılarak veya
kuvvetli belirti oluşturmak bakımından yeterli bulunmayan emarelerle tutuklama
kararı verildiği saptandığında tutuklamanın kanuni temelinin olmadığı kabul
edilmelidir. Kanuni temeli bulunmayan bir tutuklama ise tutuklama mercileri
yönünden keyfiliğe işaret etmektedir. Keyfiliğin bulunduğu yerde bireyler için
hukuk güvenliği de tartışılır hale gelir. Öte yandan böylesi bir incelemeyi
kapsamadığı takdirde bireysel başvuruda özgürlük hakkının etkili biçimde
korunduğu söylenemez.
4. Çoğunluk görüşüyle yazılan karar gerekçesinde; iddia
makamlarınca casus olduğu belirtilen HJB adlı ABD vatandaşı ile başvurucunun
(telefonla, lokantada ve konferanslarda) görüşmeler yapması, bazı sivil toplum
kuruluşlarının faaliyetlerinin desteklenmesi ve flash bellek ve cep
telefonundaki bilgilerin siyasal ve askeri casusluk suçu nedeniyle tutuklama
için kuvvetli suç belirtisini oluşturduğu ve ayrıca suçun niteliği,
önemi ve ağırlığı gerekçeleriyle tutuklamanın ölçülü olduğu kabul
edilmiştir (par. 93, 100). Bununla birlikte iddianameye göre flash bellek ve
cep telefonunda bulunan bilgiler; kadın teröristlerle ilgili “Rojova’nın
Işıkları-Kadın Devrimi” adlı belgesel ile Güneydoğu’da Çocuk Olmak adlı
belgesel filmin bulunduğu, ayrıca Dersim olaylarının konu edildiği “1994”
isimli belgesel filmin hazırlanması için yönetmen D.T.ye maddi kaynak
gönderdiği, şeklindedir.
5. Başvurunun incelenmesinde hangi aşamada dosyaya giren
delillerin esas alınacağı tartışması bir tarafa, tutuklama kararı ve
tutuklamaya itirazın reddine ilişkin gerekçelerde ve sonraki soruşturma
işlemleri ile iddianamede gösterilen tek olgu, başvurucunun adı geçen ABD
vatandaşıyla bazı görüşmelerinin bulunduğu ve Türk hukukuna göre kurulup
faaliyet gösteren bazı sivil toplum kuruluşlarını desteklediği yönündeki
emarelerdir. Mahkememiz çoğunluk kararında da delil olarak bu olgu temel
alınmıştır. Bununla birlikte tutuklamaya temel alınan bu emareler içerisinde
başvurucunun yaptığı görüşmenin içeriğine dair bir bilgi veya emareye yer
verilmemektedir. Öte yandan Kanundaki suç tanımı karşısında somut bir devlet
sırrıyla bağlantısı kurulamadığı sürece içeriği yukarıda açıklanan flash bellek
ve cep telefonundaki belgesel filmlerin casusluk suçuyla bağlantılı olmadığı
ise izah gerektirmeyen açıklıktadır.
6. Başvurucunun işlediği iddia edilen ve tutuklamaya
temel alınan siyasal veya askeri casusluk suçu TCK’nın 328. maddesinde
şöyle düzenlenmiştir: “Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları
bakımından, niteliği itibarıyla, gizli kalması gereken bilgileri,
siyasal veya askeri casusluk maksadıyla temin eden kimseye onbeş yıldan
yirmi yıla kadar hapis cezası verilir.”
7. Tutuklamaya temel olan casusluk suçunun konusunu,
“Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği
itibarıyla gizli kalması gereken bilgiler oluşturmaktadır. Başka
deyişle suçun konusu “devlet sırrı”dır. Sır, ilgili olmayanlarca
bilinmeyen, bilinmemesi gereken ve sır sahibinin yararları bakımından gizliliği
korunması gereken bilgidir. Bir gerçek kişinin özel hayatının en dar alanına
giren veya bir şirketin ticari bilgilerine ilişkin sırlarda olduğu gibi, açık
kaynaklardan görülebilen, ilgili ilgisiz çoğu kimsenin bilebildiği veya zaman
zaman alenileşen bilgilerin sır olduğu söylenemez. Konu devlet sırrı olunca,
bunların da her türlü gizli bilgi olmayıp, özünde gizli (ilgisi olmayanların
bilgisine kapalı) olup Devletin güvenliği veya siyasal yararları gereği
gizli kalması gerekli görülen bilgiler olduğu söylenebilir. Ayrıca ilgili
sır bilginin bu nitelikte gizli kalması gereken bilgiler olduğunun ilgili
Devlet kurumu tarafından bir iradeyle ortaya konulması da gerekir. Dolayısıyla
‘Devlet sırrı’ olarak da adlandırılan bu tür bilgilerin ilgili bir devlet
kurumunda veya görevlisinde muhafaza altına alınıp gizliliğinin korunması
gereken sırlar olduğu ifade edilmelidir. Bu durumda isnat edilen suçtan söz
edilebilmesi için; öncelikle devlet sırrı olarak kabul edilen ve fail
tarafından casusluk amacıyla elde edilmeye çalışılan (hedef alınan) belli bir
konuya ilişkin ve ilgili bir Devlet kurumu/görevlisi nezdinde gizlilik kaydıyla
tutulan somut bir sırrın varolması gerekir. Böylesi
bir suçlama için ilgili merci, hangi Devlet kurumuyla ilgili hangi konuyu
içeren devlet sırrının hedef alındığını gösterebilmelidir. Gösterilmelidir ki
sanık da o bilgilerin niteliğine ve devlet sırrı olup olmadığına ilişkin
savunmasını yapabilsin.
8. Şu halde tutuklama kararında hangi gizli bilgilerin
suçun konusunu oluşturduğu gösterilememişse, bu takdirde ortada suçun maddi
konusunun bulunmadığı sonucuna varılmalıdır. Her ne kadar iddianamede (bkz.
karar metni, par. 43-iii) sanık tarafından temin edilmeye çalışılan sırların;
sanığın desteklediği sivil toplum kuruluşlarının faaliyetleri aracılığıyla
toplumsal kesimlere, etnik farklılıklara vb. hususlara ilişkin siyasal, sosyal,
ekonomik alandaki bilgileri kapsadığı ve bu yöntemle elde edilen bilgileri
yabancı devletler lehine kullandığı ileri sürülmekte ve çoğunluk görüşünde bu
isnat temel alınmakta ise de bu soyut değerlendirmelerin Kanunun 328.
maddesinde belirtilen suçun konusunu veya ceza hukuku anlamında bir fiil
isnadını oluşturamayacağı açıktır. Bu şekildeki yaklaşımlarla kişilerin kendi
toplumları veya başka toplumlar üzerindeki sosyolojik, antropolojik, tıbbi veya
hukuksal alanlardaki bilimsel veya kültürel çalışmaları hakkında da toplumun
sinir uçlarının araştırıldığı ve toplumsal-kültürel sırların yabancılarla paylaşıldığı
gibi isnatlarda bulunulması mümkün olabilir. Böyle bir yaklaşımla
suçlanamayacak kimse kalmayacağı gibi bu mantık benimsendiğinde, söz konusu
sivil toplum faaliyetlerine katılanlar hakkında da suça iştirak isnadında
bulunulması gerekir. Bununla birlikte Ceza Kanunumuzdaki devlet sırlarına ve
casusluk suçlarına ilişkin düzenlemelerde (TCK m. 327 vd.) böylesi bir mantığın
veya yaklaşımın kabul edilmediğini açıkça ifade etmek gerekir. Nitekim
doktrinde Devlet sırrını tanımlamaya yönelik çabaların veya maddi-şekli kriter
biçimindeki tasniflerin hiçbirinde açık kaynaklardan elde edilen ve sıradan
kişilerce de bilinebilen bazı bilgilerin veya kimi sosyal veya toplumsal
özelliklerin sır olarak tanımlandığına rastlanamamaktadır. (Örneğin gizli
kalması gereken bilgiler ve Devlet sırrı kavramları için bkz. Doç. Dr. Murat
Balcı, Siyasal veya Askeri Casusluk Suçu, 2018, s. 17 vd.; Dr. Mehmet Yayla,
Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk, s. 49 vd.; Prof. Dr. İzzet Özgenç,
Suç Örgütleri, 11.B. 2018, s. 335 vd.; Doç. Dr. Seydi Kaymaz, Ceza Muhakemesi
Hukukunda Devlet Sırrı, 2.B. 2020, s. 44 vd.; Dr. Hacı Sarıgüzel, Devlet
Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk Suçları, 2016, s. 39 vd., 268). Sonuç olarak
ifade edelim ki incelenen tutuklama kararı, itirazın reddi kararı veya diğer
belgelerde suç tanımında sözü edilen nitelikte gizli kalması gereken bir
bilginin suçun konusunu oluşturduğu, failin bunu temin ettiği veya temine
çalıştığı gösterilememektedir.
9. Kanunda siyasal ve askeri casusluk suçunun hareket
öğesi devlet sırrının temin edilmesi olarak
belirlenmiştir. Devlet sırrını temin amacıyla yabancı bir devlet görevlisiyle
temas kurulması veya sırrın bu kişiye verilmesi suç unsuru olarak
düzenlenmemiştir. Kanundaki tanıma göre devlet sırrı fail tarafından temin
edildiği takdirde suç tamamlanır. Elbette devlet sırrının başkasına veya bir
casusa verildiğinin tespiti suçu kanıtlayan bir olgu olur. Fakat ortada temin
edilmiş bir devlet sırrı yokken failin yabancı bir devlet görevlisiyle
görüşmesi, hatta suç amacıyla bağlantı yapması suçun unsuru olmadığı gibi,
sırrı ele geçirmeye teşebbüs hareketinin icrasına başlanmadığı sürece böyle bir
olgu (istihbarat faaliyeti kapsamında izlemeyi gerektirmekle birlikte) casusluk
suçu yönünden bir suçlamanın konusunu oluşturamaz. Ceza Kanunundaki teşebbüse
dair kural (TCK m. 35) uyarınca, işlenmesine kastedilen suçun elverişli
hareketlerle doğrudan icrasına başlanılmadan önceki her türlü hareket ceza
hukukunun konusunu oluşturmayan ve cezalandırılamayan hazırlık hareketleridir.
Bunun istisnası, kalkışma suçlarıdır.
10. Başvurana yönelik suçlamada başvuranın temin
ettiği bir devlet sırrından söz edilmemektedir. Görüştüğü ileri sürülen
kişiye (HJB) somut bir sırrın teslim edildiği de iddia edilmemektedir. Yani
tamamlanmış bir fiil yoktur. O halde suçlamada bulunulabilmesi için hiç olmazsa
somut ve “belli bir devlet sırrını” ele geçirmeye teşebbüs ettiğinin
(icra başlangıcı oluşturan hareketinin) gösterilmesi gerekir. Dosyada böyle bir
bilgi de görülememektedir. Suçun konusunun ve icra başlangıcına ilişkin
hareketin gösterilemediği bir yerde suç isnadında bulunulması suç teorisine de
mantığa da uygun düşmemektedir. Başka deyişle, suçlamaya konu olup fail
tarafından elde edilmesi amaçlanan devlet sırrının hangi konuda, hangi kurum nezdindeki
hangi gizli bilgiler olduğu ve bu bilgileri elde etmek için hangi icra
hareketinde bulunulduğu hususunda tutuklama kararı veya diğer soruşturma
belgelerinde herhangi bir iddia, bilgi, belge veya emare yer almamaktadır.
11. Esasen suçun konusu yoksa sonraki unsurların
araştırılmasına gerek yoktur. Örneğin, hırsızlık mallarını satın aldığı bilinen
bir esnafla failin görüştüğü belirlense dahi, çalınması söz konusu bir malın
varlığı ve çalmaya yönelik icra başlangıcı (örneğin malın bulunduğu işyerinin kapısını
açmaya çalıştığı veya penceresine tırmandığı) gösterilemiyorsa hırsızlık
suçlaması yapılamaz. Bu anlamda “hangi devlet sırrı nereden elde edildi veya
elde edilecekti?” sorusunun makul bir cevabının olmadığı yerde suçun hareket
unsuruna ilişkin delillerin araştırılması gerekli olmadığı gibi mantıken mümkün
de değildir. Buna rağmen incelenen dosyada tutuklama kararı veya sonraki
işlemlerde; sanığın hangi kurum nezdindeki gizli kalması gereken bilgiyi
(Devlet Sırrını) elde etmeye yönelik olarak elverişli davranışla icra
hareketine ne zaman ve ne şekilde başlandığına ilişkin bir delil veya emarenin
bulunduğu gösterilememiştir. Hatta soruşturma belgelerinde, somut bir devlet
sırrının muhafaza edildiği yerden veya kişiden ele geçirilmeye çalışıldığına yönelik
olarak bir iddia da yer almamaktadır.
12. Suça dair gösterilen tek olgu/emare casus olduğu
ileri sürülen kişiyle görüşme iddiasıdır. Peki bu olgunun hiçbir anlamı yok
mudur? Olayda somut bir devlet sırrının sanık tarafından temin edildiğine veya
başkasına teslim edildiğine yönelik bir iddia veya kanıt bulunmamaktadır. Bu
durumda iddiaya konu yabancı şahısla görüşme olgusunun fiilden önceki aşamaya
ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Devlet sırrını temin fiilinden önce casusla
görüşme olgusunun ancak, failin belli bir kurum nezdindeki gizli bilgiyi temin
için icraya başladığına veya temin ettiği gizli bilgiye dair bir iddianın ve
delilin bulunduğu bir örnekte delil değerinin olduğu söylenebilir. Bununla
birlikte suç konusu gizli bilginin ne olduğunun bilinmediği ve temin amacıyla
henüz icra hareketine başlanmadığı bir olayda casusla görüşme olgusu sabit olsa
dahi hazırlık hareketleri kapsamında ve ceza hukukunun ilgi alanı
dışında kalan böyle bir olgu suç delili olarak nitelenemez. Dolayısıyla başvuru
konusu olayda, işlendiği ileri sürülen suça dair makul bir şüphe oluşturacak
bir belirti veya delilin gösterilemediği anlaşılmaktadır. Bu durumda
tutuklamanın kanuni temelinin bulunmadığı tespitinin yapılması gerekmektedir.
13. Öte yandan tutuklama için delilin bulunmadığı
belirlendiğinde ölçülülük incelemesi gerekmiyorsa da çoğunluk gerekçesinde
değerlendirme yapıldığı için bu hususa da değinmekte yarar olabilir.
Başvurucunun önceki suçlamalar dolayısıyla ilk ifadesinin alındığı tarihte HJB
adlı kişiyle ilişkilerinin de sorulduğu görülmektedir. Soruşturma belgelerinde
sonraki aşamada elde edilen yeni bir olgu veya delilin bulunmadığı
gözetildiğinde, soruşturma makamlarının aynı bilgilere baştan itibaren
sahipken, sonradan başka bir delile de ulaşılamadığı halde buna ilişkin suçlama
ve tutuklama işlemi için neden dört yıl beklendiği anlaşılamamaktadır. Bu
durumda dört yıl sonra yapılan suçlama dolayısıyla tutuklamanın demokratik
toplumda acil ve zorunlu bir ihtiyaç (soruşturma-kovuşturmanın selametine
ilişkin kamusal yararın gerektirmesi) olarak kabul edilmesi gerektiği ve ölçülü
olduğu sonucuna ulaşmak mümkün görünmemektedir.
14. Başvurucu tutuklamanın uzun sürmesinden de
şikayetçidir. Başvurucuya atılı suçlama ve tutuklama için gösterilen olgunun
delil niteliğinde olmadığı ve tutuklamanın kanuni temelinin bulunmadığı
görüşünde olduğumdan, dosyadaki sözü edilen bilgiler ve anılan kişiyle görüşme
olgusuna ilişkin emarelere dayalı olarak aynı soruşturma dosyası kapsamında 2
yıl 10 aydır tutuklu kaldığı gözetildiğinde, tutukluluğun makul olmayan bir
süredir devam ettiği sonucuna da ulaşmak gerekmektedir.
15. Açıkladığım nedenlerle, başvuruya konu dosyada
tutuklamanın hukuki bulunmadığı, ayrıca bu koşullarda aynı soruşturma dosyası
kapsamında 2 yıl 10 ayı aşan tutukluluğun sürdürülmesi nedenleriyle
başvurucunun özgürlük ve güvenlik hakkının ihlal edildiği vicdani kanaatıyla
karşı oy kullandım.
|
|
|
|
Başkanvekili
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca
yürütülen 2017/96115 sayılı soruşturma kapsamında 18/10/2017 tarihinde
gözaltına alınmış ve İstanbul 1. Sulh Ceza Hâkimliğince cebir ve şiddet
kullanarak Hükûmeti ortadan kaldırmaya teşebbüs etme (5237 sayılı Türk Ceza
Kanunu'nun 312. maddesi kapsamında Gezi olaylarına ilişkin) ve anayasal düzeni
ortadan kaldırmaya teşebbüs etme (5237 sayılı Kanun'un 309. maddesi kapsamında
15 Temmuz 2016 tarihli darbe teşebbüsüne ilişkin) suçlarından 1/11/2017
tarihinde tutuklanmıştır. Savcılık, başvurucunun tutuklandığı soruşturmanın
başvurucuya ilişkin kısmını Kanun'un 312. maddesindeki suç yönünden (Gezi parkı
olaylarına ilişkin) 14/12/2018 tarihinde tefrik etmiştir.
2. Başvurucunun 1/11/2017 tarihinde verilen tutuklama kararı
ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesine yaptığı bireysel başvuruda kişi hürriyeti
ve güvenliği hakkının ihlal edilmediğine oyçokluğuyla karar verilmiştir (Mehmet
Osman Kavala, [GK], B. No: 2018/1073, Karar Tarihi: 22/5/2019).
3. İç hukuk yollarını tüketen başvurucu Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) bireysel başvuruda bulunmuştur. AİHM, 10/12/2019
tarihinde başvurucunun suç işlediğine dair makul şüphenin bulunmadığı
gerekçesiyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 5. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Strazburg Mahkemesi,
ayrıca tutuklamanın Sözleşme’nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c)
bendinde belirtildiği üzere kişinin suç işlediğine dair makul bir şüphe
nedeniyle yetkili bir adli makam önüne çıkarılmaktan başka bir amaç ile
uygulandığı gerekçesiyle 5. madde ile birlikte Sözleşme'nin 18. maddesinin de
ihlal edildiğine karar vermiştir (Kavala/Türkiye, B. No. 28749/18, 10 Aralık
2019).
4. Sözleşme'nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c)
bendi ile ilgili AİHM içtihadına göre, ilk tutuklama için yeterli görülen makul
şüphenin varlığı olaylara dışarıdan bakan, tamamen objektif bir gözlemciyi ikna
edecek yeterlilikte olmalıdır. Makul şüphe, suçlanan kişinin üzerine atılı suçu
işlemiş olabileceğine dair objektif bir gözlemciyi ikna etmeye yeterli olay,
olgu veya bilginin varlığını gerektirmektedir (O'Hara/Birleşik Krallık, B. No:
37555/97, 16/10/2001, § 34). AİHM, ilk tutuklama kararından itibaren suçun
işlendiğine ilişkin makul şüpheye ek olarak tutuklamaya ilişkin nedenlerin
varlığının ilgili ve yeterli gerekçelerle ortaya konması gerektiğini yakın
tarihli bir kararında belirtmiştir (Buzadjı/Moldova Cumhuriyeti [BD], B. No:
23755/07, 5/7/2016, § 87).
5. 5237 sayılı Kanun'un 309. maddesinden verilen
tutuklama kararı yönünden 11/10/2019 tarihinde başvurucunun resen tahliyesine
karar verilmiş ancak başvurucu hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca
yeni bir gözaltı kararı olduğundan İstanbul 8. Sulh Ceza Hâkimliği başvurucunun
anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan tutuklanmasına
19/2/2020 tarihinde karar vermiştir.
6. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 9/3/2020 tarihinde
başvurucuyu bu defa da devletin güvenliği veya dış siyasal yararlar bakımından
niteliği itibarıyla gizli kalması gereken bilgileri siyasal veya askerî
casusluk maksadıyla temin etme suçlarından tutuklanması talebiyle sulh ceza
hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucu aynı tarihte İstanbul 10. Sulh Ceza
Hâkimliği tarafından bu suçtan (5237 sayılı Kanun'un 328. maddesi)
tutuklanmıştır.
7. Bütün bu gelişmeler yaşanırken, İstanbul 3. Sulh Ceza
Hâkimliği 20/3/2020 tarihinde, başvurucunun anayasal düzeni ortadan kaldırmaya
teşebbüs etme suçundan (5237 sayılı Kanun'un 309. maddesi) tahliyesine karar
vermiştir.
8. Önümüzdeki olayda, başvurucu, yargılandığı davadan
beraat ederek tahliye edilmesine rağmen aynı delillerle ama farklı bir
suçlamayla yeniden tutuklandığını, tutuklanması için gerekli kuvvetli belirti
ve makul şüphenin bulunmadığını, yetersiz delil ve gerekçeyle uzun süredir
tutuklu bulunduğunu ve tutukluluğunun makul süreyi aştığını öne sürerek kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğinden yakınmaktadır.
9. Burada incelenecek temel mesele başvurucunun,
“devletin güvenliği veya dış siyasal yararlar bakımından niteliği itibari ile
gizli kalması gereken bilgileri siyasal veya askerî casusluk maksadıyla temin
etme” suçundan 9/3/2020 tarihinde tutuklanmasının anayasal ilke ve güvencelere
uygun düşüp, düşmediğidir.
10. Anayasa'nın “Kişi hürriyeti ve güvenliği” hakkını
düzenleyen 19. maddesinin birinci fıkrası ile üçüncü fıkrasının ilk cümlesi
şöyledir:
“Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir…
Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını,
delillerin yokedilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar
gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim
kararıyla tutuklanabilir.”
11. Anayasanın temel hak ve hürriyetlerin sınırlanmasını
düzenleyen 13. maddesine göre:
Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın
yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve
ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna,
demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine
aykırı olamaz."
12. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik bir
müdahale olarak tutuklamanın Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen ve tutuklama
tedbirinin niteliğine uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, Anayasa'nın
ilgili maddelerinde belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına
dayanma ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının
belirlenmesi gerekir (Halas Aslan, B. No: 2014/4994, 16/2/2017, §§ 53, 54).
13. Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasına göre tutuklama
ancak suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler bakımından mümkündür.
Bunun için suçlamanın kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle
desteklenmesi gerekir (Mustafa Ali Balbay, B. No: 2012/1272, 4/12/2013, § 72).
Diğer taraftan, Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında, tutuklama
kararının kaçma ya da delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önleme
amacıyla verilebileceği belirtilmekle beraber, bir suçun niteliği veya bu suça
ilişkin olarak verilebilecek cezanın ağırlığı her zaman kaçma tehlikesine
işaret eden belirtiler olarak değerlendirilmemelidir. Tutuklama tedbirinin
isnat edilen suç ve uygulanacak yaptırımı karşısında ölçülü olması da
Anayasa'nın 13. maddesinin bir gereğidir (Halas Aslan, § 72).
14. Mahkememizin yerleşik içtihadına göre tutuklamanın
hukukiliği dört aşamalı bir testle incelenmektedir. Bu testin aşamaları
şunlardır:
a) tutuklamanın kanuni bir temelinin olup olmadığı,
b) suç işlendiğine dair kuvvetli belirti bulunup
bulunmadığı,
c) tutuklama nedenlerinin var olup olmadığı,
d) tutuklamanın ölçülülüğü
15. Yukarıdaki aşamalar çerçevesinde ilk olarak
başvurucunun maruz kaldığı tutuklama tedbirinin kanuni dayanağı olup
olmadığının incelenmesi gerekmektedir. Başvurucu anayasal düzeni ortadan
kaldırmaya teşebbüs etme suçundan 18/10/2017 tarihinde gözaltına alınarak
1/11/2017 tarihinde tutuklanmıştır. Bu dosya kapsamındaki suçla bağlantılı
olarak Savcılık, 11/10/2019 tarihinde tutuklamayı sonlandırmış ancak başvurucu
aynı suçtan 19/2/2020 tarihinde tekrar tutuklanmıştır. Buna ek olarak,
başvurucu Devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî
casusluk amacıyla temin etme suçundan 9/3//2020 tarihinde bir kez daha
tutuklanmıştır.
16. 27/10/2019 tarihli ve 7188 Kanun’un 18. maddesiyle
5271 sayılı Kanun'un 102. maddesine eklenen dördüncü fıkrada soruşturma aşaması
için azami tutukluluk süreleri düzenlenmiştir. Bu kurala göre başvurucuya isnat
edilen ve tutuklanmasına neden olan suçlar yönünden azami tutukluluk süresi iki
yıldır. Başka bir ifadeyle soruşturma aşamasında iki yılı aşan süre söz konusu
olduğunda uygulanan tutuklama tedbiri kanuni bir temelden yoksun olacaktır.
17. Önümüzdeki olayda derece mahkemesi darbe teşebbüsü
suçu yönünden soruşturma aşamasındaki azami tutukluluk süresi dolduğundan başvurucuyu
tahliye etmiş ama aynı soruşturma evrakı kapsamında casusluk suçundan
başvurucunun tutukluluğunu sürdürmüştür. Burada, derece mahkemelerinin aynı
soruşturma dosyası kapsamında her bir suç bakımından ayrı azami tutukluluk
süresi tatbik ettikleri görülmektedir. Anayasa Mahkemesi ise birden fazla suça
yönelik soruşturma ve kovuşturmaların bir dosya üzerinden yürütülmesi durumunda
uygulanan kanunda öngörülen azami tutukluluk süresinin her bir suç için ayrı
ayrı değil tüm suçlar için tek bir süre olarak kabul edilmesini ilke olarak
benimsemiştir (Burak Döner, B. No: 2012/521, 2/7/2013, §§ 46-48; Abdullah Ünal,
B. No: 2012/1094, 7/3/2014, § 41). Dolayısıyla başvurucu hakkında 2017/96115
sayılı dosya kapsamında gerçekleştirilen soruşturmada anayasal düzeni ortadan
kaldırmaya teşebbüs etme ve devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal
veya askerî casusluk amacıyla temin etme suçları bakımından azami tutukluluk
süresinin 7188 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik sonrasında iki yıl olduğu
açıktır.
18. Suç isnadına bağlı tutma süresinin hesabında
başvurucunun gözaltına alındığı tarihi başlangıç tarihi olarak kabul etmek
gerekir. Her ne kadar gözaltı ve tutuklamanın iki ayrı tedbir olup, farklı
azami sürelere sahip oldukları hukuk sistemimiz de geçerli olsa da bu
tedbirlerin kişinin özgürlüğünden yoksun bırakılması yönünden aynı sonucu
doğurduklarının kabulü gerekir. Anayasa’nın 19. maddesine baktığımızda
hürriyetten yoksun bırakılmanın esaslarının düzenlendiği görülmektedir. Bu
bakımdan hürriyetten yoksun bırakılmanın tutuklama veya başka bir tutma
tedbirinden kaynaklanması ikincil derecede bir öneme sahiptir. Önemli olan
kişinin özgürlük hakkından mahrum bırakılmasıdır. Bu açıdan değerlendirme
yaptığımızda başvurucunun kişi özgürlüğü ve güvenli hakkından yoksun kaldığı
sürenin hesaplanmasında gözaltı tarihinin başlangıç olarak alınmasının gerekli
olduğu anlaşılmaktadır.
19. Somut olayda başvurucu 18/10/2017 tarihinde gözaltına
alınmış, 1/11/2017 tarihinde anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme
suçundan tutuklanmış ve bu tutuklama 11/10/2019 tarihinde sona erdirilmiştir.
Bu tarihler arasında başvurucu toplam 1 yıl 11 ay 23 gün tutuklu kalmıştır.
Başvurucu, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan 19/2/2020
tarihinde yeniden tutuklanmıştır ve bu suçtan uygulanan tutuklama tedbiri
20/3/2020 tarihinde -soruşturma aşaması için kanunda öngörülen azami iki yıllık
tutukluluk süresinin dolduğu gerekçesiyle- sonlandırılmıştır. Başvurucu aynı
soruşturma dosyası kapsamında devletin gizli kalması gereken bilgilerini
siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme suçundan 9/3/2020 tarihinde
yeniden tutuklanmıştır. Dolayısıyla, 19/2/2020’den 9/3/2020’e kadar başvurucu
19 gün daha tutuklu kalarak hürriyetinden yoksun bırakıldığından 9/3/2020 tarihi
itibarıyla toplam tutukluluk süresinin 2 yıl 12 gün (1 yıl 11 ay 23 gün+19 gün)
olduğu görülmektedir. Bu durumda 9/3/2020 tarihi itibarıyla soruşturma aşaması
için kanunda öngörülen azami iki yıllık tutukluluk süresi aşıldığından aynı
tarihte verilen tutuklama kararının kanuni bir temeli bulunmamaktadır.
20. Başvurucuya uygulanan tutuklama tedbirinin kanuni
dayanağı olmadığının tespit edilmesine rağmen somut başvuruyla ilgili
değerlendirmenin sürdürülmesinde hukuki ve kamusal yarar görüldüğünden bir
sonraki aşama olan tutuklamanın ön şartı olan kuvvetli suç belirtisinin bulunup
bulunmadığının incelenmesi gerekmektedir.
21. Başvurucu 1/11/2017 tarihinde Gezi Parkı olayları
bağlamında cebir ve şiddet kullanarak Hükûmeti ortadan kaldırmaya teşebbüs etme
(5237 sayılı Kanun'un 312. maddesi) suçundan, 15 Temmuz darbe girişimi ile
ilgili olarak da anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme (5237 sayılı
Kanun'un 309. maddesi) suçundan tutuklanmıştır. Kanun'un 309. maddesindeki
suçtan başvurucunun 11/10/2019 tarihinde resen tahliyesine karar verilirken,
312. maddesindeki suç ile ilgili soruşturmada ve takip eden yargılamada
başvurucunun beraatına ve bu suçtan tahliyesine hükmedilmiştir.
22. Başvurucunun beraatına ve tahliyesine karar verildiği
gün başvurucu hakkında yeniden 5237 sayılı Kanun'un 309. maddesindeki suçtan
gözaltı kararı verilmiş ve akabinde başvurucu, bu suçtan 19/2/2020 tarihinde
yeniden tutuklanmıştır. Bu tutuklama ağırlıklı olarak başvurucu ile Amerikalı
bir akademisyen olan H.J.B. adlı kişi arasındaki ilişki ve irtibatlara
dayanmaktadır. Başvurucunun, 9/3/2020 tarihinde bu kez devletin gizli kalması
gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme suçundan
tutuklanmasının da temelinde bu kişi ile olan temasları yatmaktadır.
23. Soruşturma makamlarının yargılamaya konu olan her iki
suç (“anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme” ve “devletin gizli
kalması gereken bilgilerini siyasal ve askeri casusluk amacıyla temin etme”)
bakımından hem tutuklama kararlarında hem de iddianamede ortaya koydukları
açıklamalar göz önüne alındığında bu iki suçla ilgili olguların büyük ölçüde
örtüştüğü görülmektedir. Bununla birlikte, somut başvurunun konusunu oluşturan
tutuklama tedbirine “devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal ve
askeri casusluk amacıyla temin etme” suçundan dolayı başvurulmuştur.
24. Tutuklama kararında Başvurucu ile H.J.B. arasındaki
27/11/2014, 1/6/2015, 3/6/2015, 5/6/2015, 7/3/2016, 9/3/2016, 28/6/2016,
29/6/2016 ve 18/7/2016 tarihlerinde süreklilik arz eden ortak baz kayıtları,
yine 18/7/2016 tarihinde bir lokantada birlikte görülmeleri, başvurucunun
H.J.B. ile Türkiye ve Orta Doğu meselelerine ilişkin konferanslarda
görüştüklerine dair beyanı esas alınmıştır. İddianamede de başvurucunun cep
telefonu ile H.J.B.'nin cep telefonunun 2013 ve 2016 yılları arasında
İstanbul'da aynı baz istasyonundan sinyal aldığı, başvurucu ve H.J.B.'nin
18/7/2016'da bir restoranda görüştükleri ve 8/10/2016'da 36 saniye ve 193
saniye süren iki telefon görüşmesi yaptıkları verilerine yer verilmiştir.
Başvurucunun Büyükada'da düzenlenen ve darbe girişiminin organize edildiği
iddia edilen toplantıya katıldığı veya bu toplantıyı düzenlediğine ilişkin bir
iddia öne sürülmemiştir.
25. Başvurucu; H.J.B.’yi 2000 yılından beri tanıdığını,
H.J.B.nin akademisyen ve Türkiye üzerine çalışan bir düşünce kuruluşunun
yöneticisi olduğunu, İstanbul'da düzenlenen bazı uluslararası toplantılarda bir
araya gelmeleri haricinde bu kişi ile bir ilişkisinin olmadığını ifade
etmiştir. 18/7/2016 tarihinde İstanbul Karaköy’de bir lokantada H.J.B. ile bir
araya geldikleri iddiasına ilişkin olarak başvurucu, kültürel miras alanında
uzman iki kişiyle yemek için oraya gittiğini, H.J.B. ile tesadüfen
karşılaştığını ve onunla buluşmadığını, H.J.B.nin de o sırada başka bir grupla
ayrı bir masada yemekte olduğunu ifade etmiştir. Başvurucunun H.J.B. ile
Karaköy'deki bir lokantada görüştüğüne ilişkin iddianın dayanağı olan ifadede
(Büyükada'daki toplantıya katılan akademisyenlerden S.T.nin ifadesi)başvurucu
ile H.J.B.nin aynı masaya oturmadığı, başvurucunun restorandan birlikte olduğu
grupla ayrıldığı, H.J.B.nin başka birisiyle buluştuğu belirtilmiştir. Aynı baz
istasyonundan çeşitli tarihlerde sinyal alınmasına ilişkin olarak başvurucu,
işyerinin bulunduğu yerde çok sayıda otel olması nedeniyle telefonunun bu
otellerde kalan bir kişiyle ortak baz istasyonundan sinyal almış olabileceğini
savunmuştur. H.J.B. ile Türkiye ve Orta Doğu sorunlarını ele alan
konferanslarda görüştüklerine ve katıldığı toplantıların hiçbirinin gizli
olmadığını, bazı devlet görevlilerinin de bu toplantılara katıldığını
belirtmiştir.
26. Başvurucu ile H.J.B. arasında Karaköy’de bir
lokantada geçtiği iddia edilen görüşmenin içeriğine dair hiçbir veri hatta
iddia bulunmamaktadır. Bu görüşmenin başvurucunun üzerine atılı suçu işlediği
yönünde kuvvetli belirti oluşturduğunu söylemek mümkün değildir. İddianamede
ileri sürülen 8/10/2016 tarihli iki telefon görüşmesinin de içeriğine ilişkin
bir tespit bulunmamaktadır.
27. Başvurucunun telefonunun ve H.J.B.nin cep telefonunun
aynı baz istasyonundan sinyal göndermesinin ayrıntılı delillerin yokluğunda
casusluk suçlamasının bir kanıtı olarak sunulması insan hakları açısından kaygı
verici durumların ortaya çıkmasına neden olabilir. Bilindiği üzere bir baz
istasyonunun kapsam alanına aynı anda çok sayıda cep telefonu girdiğinden
nüfusu kalabalık olan yerleşim bölgelerinde eş anlı olarak pek çok cep telefonu
aynı baz istasyonundan sinyal verebilmektedir. Dolayısıyla farklı kişiler
tarafından kullanılan cep telefonlarının aynı baz istasyonunun kapsama alanında
bulunması ve sinyal vermesi tek başına o kişilerin bir araya geldikleri veya
buluştukları şeklinde değerlendirilemez. Somut olayda başvurucu da ofisinin
bulunduğu yerin merkezî bir yer olduğunu, burada çok sayıda otelin bulunduğunu,
telefonunun bu otellerde kalan bir kişiyle ortak baz istasyonundan sinyal almış
olabileceğini belirtmiştir. Başvurucu ile H.J.B.’nin cep telefonlarının zaman
zaman aynı baz istasyonu kapsamında sinyal vermesi casusluk suçuna yönelik kuvvetli
bir şüphenin delili olarak nitelendirilemez.
28. Savcılık, iddiasıyla ilgili olarak 18/7/2016
tarihinde başvurucunun H.J.B. ile bir restoranda karşılaşmaları dışında
özellikle bir araya geldiklerine dair herhangi bir delil sunmamıştır. Zaten,
Savcılık başvurucu ile H.J.B. arasında çok az doğrudan temas gerçekleştiğini
kabul etmektedir ama başvurucu ile H.J.B. nin bir araya geldiğine veya doğrudan
iletişime geçtiğine yönelik gerçek bir delilin mevcut olmayışını H.J.B.nin
“istihbari taktik ve usulleri bilmesinden ve uygulamasından, bu hususta özel
gayret göstermesinden kaynaklandığı” ile açıklamaya çalışmıştır. Ancak
başvurucunun bu konuda özel gayret gösterdiğine ilişkin herhangi bir veri
ortaya konamamıştır. Böyle bir durumun başvurucu üzerinde aksi ispat edilemez
türden bir karine oluşturacağı da göz ardı edilmemelidir. Son olarak, başvurucu
ile H.J.B. arasında olduğu öne sürülen cep telefonu görüşmelerinin sinyal
bilgisi içeriğinde herhangi bir casusluk faaliyetini ortaya koyan bir veri
bulunmamaktadır.
29. H.J.B. ile başvurucunun Türkiye ve Orta Doğu
meselelerine dair konferanslarda görüştükleri bilgisini başvurucu ifadesinde
yer vermiştir. Başvurucunun bu konferanslara ilişkin verdiği bilgiler haricinde
suç unsuru bulunduğuna yönelik bir bilgi veya bulgu da soruşturma otoriteleri
tarafından ortaya konulamamıştır.
30. AİHM başvurucuyla ilgili verdiği ihlal kararında
başvurucunun H.J.B. ile irtibatına ilişkin aşağıdaki değerlendirmelerde
bulunmuştur:
“Mahkeme, 15 Temmuz 2016 tarihli darbe teşebbüsüne ilişkin
suçlamalarla ilgili olarak, bu suçlamaların genel olarak başvuran ile -Hükümete
göre, darbe teşebbüsünün organize edilmesinde yer aldığı suçlaması kapsamında
ceza soruşturmasına konu olan- H.J.B. arasındaki 'yoğun temasların' varlığına
dayandırıldığını gözlemlemektedir. Ancak Mahkemeye göre, dava dosyasındaki
deliller bu şüpheyi haklı kılmak açısından yetersizdir. Savcılık, başvuranın
yabancı vatandaşlarla ilişkiler yürütmesi ve başvuranın cep telefonunun ve
H.J.B.’nin cep telefonunun aynı baz istasyonundan sinyal göndermesi hususlarına
dayanmıştır. Ayrıca, dava dosyasından, başvuranın ve H.J.B.’nin darbe girişimi
sonrasında 18 Temmuz 2016 tarihinde bir restoranda karşılaştıkları ve kısa bir
şekilde selamlaştıkları anlaşılmaktadır. Mahkemeye göre, dosyaya dayanılarak,
başvuranın ve söz konusu şahsın yoğun temasları bulunduğu tespit edilemez.
Ayrıca, diğer ilgili ve yeterli koşulların bulunmadığı dikkate alındığında,
başvuranın şüpheli bir kişiyle veya yabancı vatandaşlarla temaslarının
bulunması, tarafsız bir gözlemciyi, başvuranın anayasal düzeni ortadan kaldırma
teşebbüsünde bulunduğuna ikna etmeye yeterli bir delil olarak
değerlendirilemez... (§ 154).
31. AİHM kararından sonra yeni bir delil olarak
değerlendirilebilecek tanık ifadesinin de başvurucuyla bir ilgisi yoktur.
Tutuklama kararında başvurucunun hangi gizli bilgileri temin ettiğine dair
hiçbir açıklama bulunmadığı gibi iddianamede de başvurucunun H.J.B. ile olan
irtibatının casusluk kapsamında değerlendirilebilmesini mümkün kılan herhangi bir
bulgu veya bilgi yer almamaktadır. Başvurucunun yabancı bir kişiyle iddia
makamınca içeriği ve kapsamı ortaya konulmayan temaslarının bulunmasının,
üzerine atılı devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri
casusluk amacıyla temin etme gibi oldukça ağır bir suç yönünden kuvvetli
belirti olarak kabul edilmesi mümkün değildir.
32. Savcılık başvurucunun kurduğu ve desteklediği Sivil
Toplum Kuruluşları (STK) aracılığıyla elde etmiş olduğu sosyolojik, ekonomik,
siyasal içeriği olan ve devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları
bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken bilgileri temin ederek
amaçları doğrultusunda yabancı devletler lehine ve Türkiye aleyhine
kullandığını ileri sürmüştür. Savcılık bu kapsamda başvurucunun… A.Ş
kapsamındaki faaliyetlerini “delil” olarak sunmuştur. Her şeyden önce …Vakfının
kendi kararıyla faaliyetlerini sonlandırdığı tarihe kadar, …A.Ş.nin ise
hâlihazırda faaliyetlerini serbestçe yürüten yasal kuruluşlar olduklarını
dikkate almak gerekmektedir. Yasal olarak kurulan, faaliyetlerini yasalar
çerçevesinde sürdüren ve bunun aksi yönünde yargısal bir uygulamaya maruz
kalmayan STK’ların ülkeyle ilgili sosyolojik, ekonomik ve politik konular
üzerinde çalışmasının, bu konularla ilgili bilgi ve veri toplamasının ve
bunlardan hareketle çeşitli analizler yapmasının nasıl devletin güvenliği veya
iç ya da dış siyasal yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması
gereken bilgiler niteliğinde olduğu veya suç teşkil ettiği soruşturma
makamlarınca açıklanmamıştır. Bu tarz bir yaklaşım benzer konularda çalışmalar
yürüten STK’ların çalışmalarının da kolaylıkla casusluk faaliyeti olarak
nitelendirilmesine yol açabilir. Son olarak, başvurucunun bu tür faaliyetleri
desteklemesiyle ilgili olarak şüphe uyandıracak herhangi bir olgu da ileri
sürülmemiştir.
33. Devletle birey arasında bir konumda bulunan STK’ların
faaliyetleri ülke sorunlarının tartışılması ve araştırılmasında yurttaş
katılımcılığına teşvik ederek toplumsal düzeyde demokrasi bilincinin
gelişmesine ve demokratik toplum düzenin oluşması ve sürdürülmesine katkı
yapmaktadır. Kuvvetli suç şüphesi teşkil etmeyen, somut olgulardan ziyade
zanlara dayanan isnat ve ithamlarla STK faaliyetleri hakkında kuşku
oluşturulması, bu kuruluşlar üzerinde caydırıcı bir etkiye neden olacaktır. Bu
durumun da demokratik düzen açısından olumsuz etkilere yol açacağı şüphesizdir.
34. Başvurucudan elde edilen belgesellerin, başvurucunun
bir belgesel çekimine maddi destek sunmasının, Ermeni olayları ile ilgili bir
organizasyon tertip etmesinin casusluk suçuyla bağlantısı anlaşılamamıştır. Öte
yandan söz konusu belgesellerin ve organizasyonun yasa dışı olduğu ve bunlara
yönelik bir işlem yapıldığı da iddia edilmemiştir.
35. Yukarıda ifade edilen gerekçelerle başvurucunun
tutuklanmasına neden olan suçun işlendiğine dair kuvvetli belirtinin ortaya
konulamadığı tespit edilmiştir. Başvurucuya uygulanan tutuklama tedbirinin
hukukiliğinin tespitinde sonraki aşamalar olan tutuklama nedenleri ve ölçülülük
bakımından da incelememizi sürdürmemizde daha önce de değindiğimiz gibi somut
olay bağlamında hukuki ve kamusal yarar bulunmaktadır.
36. Bu bağlamda tutuklamanın ölçülü olup olmadığının
belirlenmesinde başta soruşturma süreci olmak üzere somut olayın tüm
özelliklerinin dikkate alınması gerekmektedir.
37. Başvurucunun tutuklanmasına konu olan temel eylem
yukarıda belirtildiği üzere H.J.B. adlı kişiyle olan irtibatıdır. Başvurucu
2016 yılı Temmuz ayında H.J.B. ile bir görüşmesinin olduğu, 2014, 2015, 2016
yıllarında başvurucunun cep telefonu ile H.J.B.nin cep telefonunun aynı baz
istasyonundan sinyal gönderdiği iddiasıyla 2020 yılında casusluk suçundan
tutuklanmıştır. Söz konusu olayların meydana geldiği ve dolayısıyla suçun
işlendiği iddia edilen tarihten uzunca bir süre sonra tutuklama tedbirine
başvurulması nedeniyle somut olayda ayrıca soruşturma süreci bakımından
tutuklamanın ölçülülük ilkesinin bir unsuru olan gerekli olup olmadığının da
incelenmesi gerekir. Nitekim Anayasa Mahkemesi benzer durumdaki (suç tarihi ile
tutuklama tarihi arasında önemli zaman diliminin bulunduğu) bazı olaylara
ilişkin başvurularda tutuklamanın gerekliliğine dair incelemelerde bulunmuştur.
38. Anayasa Mahkemesi, Erdem Gül ve Can Dündar ([GK], B.
No: 2015/18567, 25/2/2016) kararında, başvurucular hakkında soruşturma
başlatılmasından sonra tutuklama tedbirinin uygulandığı tarihe kadar geçen
yaklaşık altı aylık sürede soruşturma makamlarının suça konu edilen haberler
dışında hangi delile ulaştığının, dolayısıyla tutuklama tedbirinin
uygulanmasının neden gerekli olduğunun somut olayın özelliklerinden ve
tutuklama kararının gerekçelerinden anlaşılmamasını başvurucuların kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşmada dikkate alınan
olgulardan biri olmuştur (Erdem Gül ve Can Dündar, §§ 79-81). Benzer şekilde,
Eren Erdem (B. No: 2019/9120, 9/6/2020)kararında da başvurucunun suça konu
olayların yaşandığı tarihten dört yıl kadar sonra -yeni bir olguya ulaşılmadan-
tutuklanması ölçüsüz bulunmuş ve tutuklamanın hukuki olmadığı sonucuna
varılmıştır.
39. Somut olayda başvurucu H.J.B. adlı kişiyle olan
irtibatı konusunda 15 Temmuz darbe girişimine ilişkin soruşturma kapsamında
31/10/2017 tarihinde sorgulanmış ve 1/11/2017 tarihinde verilen tutuklama
kararında bu noktaya dayanılmıştır. Başvurucunun H.J.B. ile olan irtibatına
ilişkin delillerin bu ilk tutuklamaya konu soruşturmanın başladığı andan
itibaren Savcılığın elinde olduğu görülmektedir. Bu irtibat konusunda yeni
deliller elde edildiğine dair bir bulgu da soruşturma otoritelerince ortaya
konulamamıştır. Buna ek olarak suç olarak nitelendirilen görüşme ve bağlantının
kapsamı ve içeriğine ilişkin bir bilgi de mevcut değildir. Dolayısıyla
başvurucunun adı geçen irtibatlarından hareketle dört yıl sonra tutuklanmasının
neden gerekli olduğu tutuklama kararındaki bilgi ve gerekçelerden
anlaşılamamaktadır. Bu gerekçeler makul bir gözlemciyi tutuklamanın hukukiliği
konusunda tatmin edici bir şekilde ikna etmede son derece yetersiz kalmaktadır.
40. Anayasa Mahkemesi başvurucuların tutuklu olarak
yargılandıkları davalarda tahliyelerine karar verildiği gün, yargılama konusu
olan suçla ilgili bazı farklı olgulara dayalı olarak başlatılan yeni bir
soruşturma kapsamında ikinci kez tutuklanmalarıyla ilgili incelemelerinde
tutuklama tedbirinin uygulanmasını zorunlu kılan gerekçelerin neler olduğunun
ve neden tutuklama tedbirinin ölçülü görüldüğünün tutuklamaya ilişkin
kararlarda yeterince ifade edilmediği ve bunların somut olayın özelliklerinden
de anlaşılmadığı durumlarda kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini
tespit etmiştir (Cihan Acar (B. No: 2017/26110, 27/2/2020, §§ 74, 75) Yetkin
Yıldız (B. No: 2018/3292, 23/6/2020, §§ 68, 69).
41. Somut olayda başvurucu 1/11/2017 tarihinde 5237
sayılı Kanun'un 309.maddesinde yer alan suçtan tutuklanmış, 11/10/2019 tarihinde
başvurucunun bu suçtan resen tahliyesine karar verilmiş ancak aynı delillerle
19/2/2020 tarihinde aynı suçtan tekrar tutuklanmıştır. Başvurucu 11/10/2019
tarihinde resen tahliyesine karar verilen ve 19/2/2020 tarihinde tekrar
tutuklandığı suçtan 20/3/2020 tarihinde azami tutukluluk süresi dolduğu
gerekçesiyle tekrar tahliye edilmiştir. Ancak başvurucu daha öncesinde 9/3/2020
tarihinde aynı delillerle, bu kez devletin gizli kalması gereken bilgilerini
siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme suçundan tutuklanmıştır.
Başvurucuya yöneltilen her iki suçlama da aynı olgulara ve gerekçeye
dayanmaktadır. Tutuklama kararlarında ve İddianamede başvurucunun bu iki suçu
işlediği sonucuna ulaşılırken temel olarak başvurucunun H.J.B ile iddia olunan
temaslarına odaklanılmaktadır. Suça konu edilen başvurucu ile H.J.B arasındaki
görüşme ve bağlantının kapsamı ve içeriğine dair herhangi bir bilgi ve kanıt
soruşturma makamlarınca sunulmamıştır. Bu nedenle başvurucu hakkındaki 9/3/2020
tarihli tutuklama tedbirinin uygulanmasının hangi ihtiyaçtan kaynaklandığı,
böyle bir tutuklamanın neden gerekli olduğu somut olayın özelliklerinden ve
tutuklama kararının gerekçelerinden anlaşılamamıştır.
42. Tutuklama tedbirinin ölçülü olabilmesi için
tutuklamaya alternatif diğer koruma tedbirlerinin neden yeterli görülmediğinin
de tutuklama kararında ikna edici bir şekilde somut olarak açıklanması
gerekmektedir. İlgili mevzuatta geçen ifadelerin somut olayla ilgili herhangi
bir değerlendirme yapılmadan tekrar edilmesi bu konuyla ilgili yeterli
gerekçelerin sunulduğu anlamına gelmez.
43. Kafka’nın Dava romanında Josef K. kendisini aniden
bir hukuk sarmalının ve labirentinin içinde bulmuştu: “Josef K. bir hukuk
devletinde yaşıyordu… bütün kanunlar sapasağlam yürürlükteydi…”1 Somut olayımızda başvurucunun
neredeyse aynı olguya dayalı suçlamalarla ve kuvvetli şüphe uyandıracak önemli
yeni deliller ortaya konulmadan iki kez tahliye edilip üç kez tutuklanması da
Kafkaesk bir hukuk sarmalına benzemektedir.
44. Açıklanan gerekçelerle başvurucu hakkında uygulanan
tutuklama tedbirinin hukuka aykırı olması nedeniyle Anayasa'nın 19. maddesinin
üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının
ihlal edildiği sonucuna ulaştığımdan çoğunluk kararına katılmadım.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Başvurucu, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması ve
tutukluluğun süresinin uzunluğu nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının
ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Çoğunluk kararında tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına ilişkin olarak
başvuru kabul edilebilir bulunduktan sonra, başvurucunun Anayasa'nın 19.
maddesinin üçüncü fıkrası ile güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği
hakkının ihlal edilmediğine karar verilmiştir. Çoğunluk kararında ayrıca tutukluluk
süresinin soruşturma aşaması için kanunda öngörülen azami süreyi aşması
dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna ve
tutukluluğun makul süreyi aştığı iddiasına ilişkin olarak Anayasa'nın 19.
maddesinin yedinci fıkrası bağlamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının
ihlal edilmediğine karar verilmiştir.
2. Değişik sivil toplum kuruluşlarında kurucu üye,
yönetim kurulu üyesi veya danışma kurulu üyesi olarak yer alan bir iş adamı
olan başvurucu İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2017/96115 soruşturma sayılı
soruşturma dosyası kapsamında Gezi olayları bağlamında cebir ve şiddet
kullanarak Hükûmeti ortadan kaldırmaya teşebbüs etme (5271 sayılı Kanun’un 312.
maddesi) ve 15 Temmuz darbe teşebbüsü bağlamında anayasal düzeni ortadan
kaldırmaya teşebbüs etme (5271 sayılı Kanun’un 309. maddesi) suçlarından
18/10/2017 tarihinde gözaltına alınmış ve 1/11/2017 tarihinde tutuklanmıştır.
3. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturmanın
başvurucuya ilişkin Gezi Parkı olaylarıyla ilgili kısmını tefrik ederek
2018/210299 sayılı dosya üzerinden sürdürmüştür. Öte yandan başvurucu ile
ilgili 2017/96115 sayılı soruşturma dosyası üzerinden yürütülen soruşturmada
5237 sayılı Kanun'un 309. maddesinden verilen tutuklama kararı yönünden
Savcılık 11/10/2019 tarihinde başvurucunun resen tahliyesine karar vermiştir.
4. Başvurucu hakkında Gezi parkı olayları bağlamında
yürütülen soruşturma kapsamında başvurucunun cebir ve şiddet kullanarak
Hükûmeti ortadan kaldırmaya teşebbüs etme de dahil olmak üzere bir kısım
suçları işlediği iddiasıyla açılan davada İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi
18/2/2020 tarihinde başvurucunun isnat edilen tüm suçlardan beraatine, başka
suçtan tutuklu veya hükümlü değil ise derhâl tahliyesine karar vermiştir (§
14).
5. Buna karşılık başvurucu hakkında İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığınca yeni bir gözaltı kararı olduğu belirtilmiş ve hakkında 15
Temmuz darbe girişimine ilişkin Başsavcılıkça yürütülen soruşturma kapsamında
19/02/2020 tarihinde Sulh Ceza Hakimliğinin önüne çıkarılan başvurucunun
TCK'nın 309. maddesi uyarınca anayasal düzeni bozmaya teşebbüs suçundan
İstanbul 8. Sulh Ceza Hâkimliğince tutuklanmasına karar verilmiştir.
6. Son olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı
başvurucuyu bu kez devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasi veya
askerî casusluk amacıyla temin etme suçundan tutuklanması istemiyle 9/03/2020
tarihinde İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiş ve başvurucu bu suçtan
da tutuklanmıştır. Akabinde tutukluluğa yapılan itiraz reddedilince başvurucu
4/05/2020 tarihinde bu tutuklama kararı ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesine
bireysel başvuruda bulunmuştur.Bu arada İstanbul 3. Sulh Ceza Hâkimliğince
20/3/2020 tarihinde başvurucunun 5237 sayılı Kanun'un 309. maddesi kapsamındaki
anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan tahliyesine karar
verilmiştir.
7. Dolayısıyla burada başvurucu hakkında uygulanan
tutuklama tedbirlerinden en sonuncusu ve bu bireysel başvuruya konu yapılmış
olan “devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasi veya askerî casusluk
amacıyla temin etme suçu” kapsamında 9/3/2020 tarihli tutuklama kararından
hareketle tutuklamanın hukukiliği bağlamında özellikle kuvvetli suç belirtisinin
bulunup bulunmadığı ve tutuklamanın ölçülü olup olmadığı değerlendirilmiştir. Yine
tutukluluğun süresiyle ilgili iddialar da inceleme konusu yapılmıştır.
8. Buna göre eldeki bireysel başvuruda Anayasa Mahkemesi
çoğunluk kararında yer alan tutuklamanın hukukiliğine ilişkin olarak
-tutuklamaya konu devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasi veya askerî
casusluk amacıyla temin etme suçu yönünden- kuvvetli suç belirtisinin bulunduğu
ve tutuklamanın ölçülü olduğu, tutukluluğun soruşturma aşaması için kanunda
öngörülen azami süreyi aşmasıyla ilgili olarak başvuru yollarının tüketilmediği
ve son olarak tutukluluğun makul süreyi aşmadığı yönündeki kanaate aşağıdaki
gerekçelerle katılmamaktayız.
A. Tutuklamanın
Hukukiliğine İlişkin
1. Suç
İşlendiğine Dair Kuvvetli Belirti Bulunmaması
9. Başvurucunun tutuklanmasının hukukiliği bağlamında
yapılan denetimde Sulh Ceza Hakimliğinin tutuklama kararında başvurucunun
üzerine atılı devletin gizli kalması gereken bilgileri siyasi veya askeri
casusluk amacıyla temin etme suçundan tutuklanması için gerekli olan suç
işlendiğine dair kuvvetli belirtinin bulunduğuna ilişkin Anayasa Mahkemesi
çoğunluk kararındaki kanaate katılmak mümkün değildir.
10. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 9/3/2020
tarihinde başvurucuyu bahse konu suçtan dolayı tutuklanması istemiyle sulh ceza
hâkimliğine sevk yazısında ilk olarak H.J.B. hakkında yapılan; bu kişinin yabancı
devletler adına istihbari görevler alarak faaliyetler yürüttüğüne dair
bulgulara erişildiği, 15/7/2016 tarihinde darbe girişiminde bulunan FETÖ/PDY
silahlı terör örgütünün Amerika Birleşik Devletleri ülkesinde olan ve onursal
başkanlığını örgüt lideri Fetullah Gülen'in yaptığı Rumi Forum Vakfı'nın
organizasyon komitesinde görev yaptığı, örgüt liderinin çalışmalarını tanıtmak
için lobi faaliyetlerinde bulunduğu, 15/7/2016 günü Büyükada S. Otel'de darbe
teşebbüsünün devam ettiği saatlerde şüpheli H.J.B.nin kendi faaliyetlerini
kamufle etmek amacıyla uluslararası toplantıya katılıyormuş görünümü altında
Türkiye’ye geldiği şeklindeki değerlendirmelere yer verilmiştir.
11. Aynı sevk yazısında şüpheli H.J.B. ile başvurucu
arasında irtibat bulunduğu ancak bu irtibatın çoğunlukla yüz yüze görüşme
şeklinde gerçekleştirildiği, şüpheli H.J.B. ile başvurucu arasında her ikisinin
de yöneticisi olduğu Açık Toplum Vakfı arasında birçok irtibatın tespit
edildiği, bu irtibatların detayına ilişkin inceleme ve araştırmaların devam
ettiği, H.J.B. ile başvurucunun ortak baz verileri göz önüne alındığında,
27/11/2014, 1/6/2015, 03/6/2015, 5/6/2015, 7/3/2016, 9/3/2016,
28/6/2016,29/6/2016, 18/7/2016tarihlerinde baz ortaklıklarının görüldüğü, bu
suretle de bir araya gelmek suretiyle görüşmeler gerçekleştirdikleri, 18/7/2016
günü Karaköy'deki bir lokantada karşılaştıklarının anlaşıldığı ve bunlardan
hareketle yasadışı istihbari faaliyetlerde bulunan H.J.B. ile başvurucu
arasında gerek tanık beyanı gerekse iletişim tespitlerinden elde edilen veriler
dikkate alındığında irtibat bulunduğu, bu irtibatlara ilişkin araştırmaların
devam etmekte olduğu, bu itibarla başvurucunun atılı Türkiye Cumhuriyeti
Devletinin anayasal düzenini cebir - şiddet kullanarak değiştirme suçu ile
birlikte ayrıca devletin güvenliği veya dış siyasi yararlar bakımından niteliği
itibari ile gizli kalması gereken bilgileri siyasi veya askeri casusluk
maksadıyla temin etmek suçunu da işlediğine dair bulgulara ulaşıldığı
gerekçesiyle devletin güvenliği veya dış siyasi yararlar bakımından niteliği
itibari ile gizli kalması gereken bilgileri siyasi veya askeri casusluk
maksadıyla temin etmek suçundan 5271 sayılı CMK’nın 100. vd. maddeleri uyarınca
tutuklanması talep edilmiştir.
12. İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliği ise 9/3/2020
tarihinde başvurucunun 5237 sayılı Kanun'un 328. maddesi kapsamında devletin
gizli kalması gereken bilgilerini siyasi veya askerî casusluk amacıyla temin
etme suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Hakimliğin tutuklama gerekçesinde
“dosya içerisinde mevcut HTS baz analiz raporları, dijital inceleme
tutanakları, tanık beyanına dair bilgi alma tutanakları ile şüphelinin, gerek
FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne gerek PKK silahlı terör örgütü ile irtibatlı
kişiler ile görüşen, bu terör örgütleri adına ve yabancı devletler adına
istihbari görevler alarak faaliyetler yürüten H.J.B. ile irtibatlarına dair
dosya içerisinde mevcut 27/11/2014, 1/6/2015, 3/6/2015, 5/6/2015, 7/3/2016,
9/3/2016, 28/6/2016, 29/6/2016, 18/7/2016tarihlerinde periyodik ve
11/2014-7/2016 tarihleri arasında süreklilik arz eder şekilde ortak baz
kayıtları, yine 18/7/2016 tarihinde bir lokantada birlikte görünmeleri,
şüphelinin H.J.B. ile Türkiye ve Orta Doğu meselelerinin görüştüğü
konferanslarda görüştüklerine dair beyanları birlikte değerlendirildiğinde;
şüphelinin üzerine atılı suçu işlediği hususunda kuvvetli suç şüphesinin
bulunduğu” (§ 33) değerlendirmesine yer verilmiştir.
13. Bu başvuru kapsamındaki soruşturma belgelerinde yer
alan tespit ve değerlendirmeler esas alınarak somut olayda tutuklama için
gerekli olan suç işlendiğine dair kuvvetli belirtinin bulunduğuna dair
Mahkememiz çoğunluğunun ulaştığı kanaat Anayasa Mahkemesinin bu konudaki
yerleşik içtihadındaki yaklaşımı bağlamında kabul edilemez. Zira gerek
Savcılığın tutuklama sevk yazısında ve gerekse Hakimliğin tutuklama kararındaki
gerekçeye bakıldığında soruşturma belgelerinde yer alan tespit ve
değerlendirmelerle ve mevcut delillerle bir kişinin bu şekilde tutuklanmasının
Anayasa’nın 19. maddesi kapsamında güvence altına alınan kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkını anlamsız hale sokacağını ifade etmek gerekmektedir.
14. Elbette ki casusluk suçu bağlamında suç işlendiğine
dair kuvvetli belirtinin ve hukuka uygun bir tutuklama için aranan diğer
koşulların varlığı halinde bir kişi hakkında tutuklama tedbirine başvurulması
mümkündür. Ancak somut başvuruda mevcut delil durumuna bakıldığında bu delillerle
bir kişinin suç işlediğine dair bir kuvvetli belirti bulunduğu gerekçesiyle
Anayasa’nın 19. maddesine uygun biçimde tutuklandığını söylemek mümkün
değildir. Zira bir kişinin casusluk suçu kapsamında tutuklanabilmesi için
öncelikle casusluk suçu kapsamında devlet sırrı niteliğinde bir bilginin
bulunması gerekmektedir. Dolayısıyla öncelikle casusluk bağlamında soruşturmaya
konu olan niteliği itibariyle devletin gizli kalması gereken bir bilgisi veya
belgesi olmalıdır. İkinci olarak ise gizli kalması gereken bu bilginin temin
edildiğine ya da açıklandığına ilişkin birtakım verilerin dosya kapsamında
ortaya konulması gerekmektedir.
15. Bu ölçütler çerçevesinde somut olaya bakıldığında
dosya kapsamında başvurucu yönünden yapılan değerlendirmelerde ciddi sorunlar
bulunduğu aşikardır. Zira öncelikle Savcılık makamı suç ile ilgili delilleri
toplayıp tutuklama talebinde bulunacağı zaman bu suç kapsamındaki delilleri
değerlendirip böylelikle tutuklamayı talep etmelidir. Ardından da Sulh Ceza
Hakimliğinin bu suçla ilgili olarak tutuklanmak için bir kuvvetli belirti
bulunduğu kanaatine yine dosya kapsamında sunulan delillere bakarak karar vermesi
gerekmektedir. Oysa bireysel başvuruya konu bu dosyada casusluk suçu bağlamında
Devletin gizli kalması gereken hangi bilgi veya belgesinin soruşturmaya konu
edildiği, somut olarak bu bilginin nasıl temin edildiği ve nereye aktarıldığına
dair hiçbir delil yer almamaktadır. Hatta Savcılık tarafından buna ilişkin bir
iddia da ortaya konulabilmiş değildir. Dolayısıyla Sulh Ceza Hakimliğinin
Savcılığın talebi doğrultusunda suç sayılan hususlarla ilgili oldukça yüzeysel
ve genel değerlendirmelerden hareketle tutuklama kararı vermiş olması tutuklama
kararını sorunlu hale sokmaktadır.
16. Bu bağlamda çoğunluk kararındaki şu gerekçe kuvvetli
suç belirtisi yönüyle Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru incelemelerinde
oluşturduğu standart açısından sorunludur:
“Doğası gereği gizlilik içinde işlenen casusluk türü
suçların ortaya çıkarılmasında, bunlara dair delil ve olguların belirlenmesinde
soruşturma mercilerinin diğer suçlara göre oldukça zor bir konumda oldukları
hatırda tutulmalıdır. Dahası bu tür suçların konusunu oluşturan eylemlerin çoğu
kez diğer ülkelerin istihbarat örgütleriyle iş birliği içinde icra edilmesi ve
suçların faillerinin eylemlerini gizleme konusunda diğer şüphelilere göre daha
fazla kabiliyet sahibi olması gibi olgular, bunlarla ilgili en azından
soruşturmanın başlangıcında veya tutuklama gibi koruma tedbirlerinin
uygulandığı aşamada aranan delil türü ve düzeyiyle ilgili kısmen farklı
ölçütler benimsenmesini zorunlu kılabilir” (§
92).
17. Elbette ki casusluk suçu bağlamında, niteliği gereği
bu biçimdeki bir suçun işlenmesi sürecinde gizlilik önemli olmakla birlikte,
tutuklama tedbirinin uygulanması aşamasında suçlamanın kuvvetli sayılabilecek
inandırıcı delillerle desteklenmesi Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadında
da olmazsa olmaz bir şart olarak aranmaktadır (Örnek olarak bkz.: Mustafa Ali
Balbay, B. No: 2012/1272, 4/12/2013, § 71).Dolayısıyla bu eşiğin altında kalan
delillerin tutuklama tedbirinde kabulü kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile
ilgili anayasal güvenceleri anlamsız hale sokabilecektir.
18. Bireysel başvuruya konu tutuklama tedbirinin casusluk
suçu kapsamında olmasından hareketle çoğunluk kararında bu nitelikteki bir suç
kapsamında tutuklama tedbirinin uygulanmasında aranan “delil türü ve düzeyiyle
ilgili kısmen farklı ölçütler benimsenmesi”nin zorunlu olabileceği ifade edilse
dahi bu zorunluluktan dolayı casusluk suçu kapsamında delil olarak kabul
edilebilecek herhangi bir bilgi veya belge ortaya konulmadan tutuklama
tedbirine başvurulması mümkün olmamalıdır. Aksi yöndeki yaklaşım belirli suç
türleri bakımından uygulanan tutuklama tedbirlerinin Anayasa’daki güvencelerin
dışında kaldığı gibi bir sonucu ortaya çıkarır.
19. Oysa mevcut bireysel başvuruda tek başına hiçbir
şekilde suç oluşturmadığı açık olan bazı durumlar casusluk suçu bağlamında
birer delil olarak kabul edilmiştir. Sulh Ceza Hakimliğinin tutuklama
kararındaki şekliyle ifade etmek gerekirse “dosya içerisinde mevcut HTS baz
analiz raporları, dijital inceleme tutanakları, tanık beyanına dair bilgi alma
tutanakları” ile başvurucunun “gerek FETÖ/PDY silahlı terör örgütü(…) gerek PKK
silahlı terör örgütü ile irtibatlı kişiler ile” görüşmesi, “bu terör örgütleri
adına ve yabancı devletler adına istihbari görevler alarak faaliyetler yürüten
H.J.B. ile irtibatlarına dair dosya içerisinde mevcut 27/11/2014, 1/6/2015,
3/6/2015, 5/6/2015, 7/3/2016, 9/3/2016, 28/6/2016, 29/6/2016, 18/7/2016
tarihlerinde periyodik ve 11/2014-7/2016 tarihleri arasında süreklilik arz eder
şekilde ortak baz kayıtları”nın bulunması”, “18/7/2016 tarihinde bir lokantada
birlikte görünmeleri” ve başvurucunun “H.J.B. ile Türkiye ve Orta Doğu
meselelerinin görüştüğü konferanslarda görüştüklerine dair beyanları” birlikte
değerlendirilmiş olup bunlardan hareketle başvurucunun üzerine atılı suçu
işlediği hususunda kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu kanaatine ulaşılmıştır.
20. Başvurucunun FETÖ/PDY veya PKK ya da başka bir terör
örgütü veya herhangi bir suç örgütü ile irtibatlı kişiler ile görüşmüş
olmasının, içeriği ortaya konulmadığı sürece, tek başına suç işlenmesi için bir
kuvvetli belirti olarak kabulü ne şekilde mümkün olabilecektir? Bu bağlamda
Savcılığın öncelikle bu görüşmeyi terör örgütü üyelerinden kiminle ve hangi
amaçla yaptığını somut olgulara dayalı olarak ortaya koyması ve bu görüşmenin
içeriği ile ilgili hususları tespit etmesi ve bu içerikle ilgili bilgilerden
hareketle Sulh Ceza Hakimliğinin suç işlendiğine dair kuvvetli belirti
kanaatine ulaşması gerekmektedir. Aksi bir yaklaşımın kabulü halinde çok kolay
biçimde birçok kişinin birçok görüşme ve temasından hareketle bu kişilerin
tutuklanması yoluna gitmek mümkün olabilecektir. Soruşturma makamlarının bu
bağlamda bir ceza soruşturmasındaki temel görevinin de terör örgütü veya bir
suç örgütü ile irtibatlı kişilerle gerçekleştirilen görüşmelerde suç işlendiğine
dair kuvvetli belirti olarak kabul edilebilecek bilgi ve belgeleri temin ederek
soruşturmayı yürütmek olduğu unutulmamalıdır.
21. Burada ayrıca başvurucunun H.J.B. ile irtibatı, aynı
mekânda birlikte görünmeleri ve benzeri hususların da neden suç işlendiğine
dair kuvvetli bir belirti olarak kabul edilemeyeceğini izah etmek gerekir.
Öncelikle Başsavcılığın başvurucunun tutuklanması ile ilgili sevk yazısındaki
şekliyle H.J.B. ile ilgili ifade edilen “adı geçenin yabancı devletler adına
istihbari görevler alarak faaliyetler yürüttüğüne dair bulgulara erişildiği,
şüphelinin 15/7/2016 tarihinde darbe girişiminde bulunan FETÖ/PDY silahlı terör
örgütünün Amerika Birleşik Devletleri ülkesinde olan ve onursal başkanlığını
örgüt lideri Fetullah Gülen'in yaptığı Rumi Forum Vakfı'nın organizasyon
komitesinde görev yaptığı, örgüt liderinin çalışmalarını tanıtmak için lobi
faaliyetlerinde bulunduğu” olgusundan hareketle bu kişinin 15/7/2016 tarihinde
FETÖ/PDY terör örgütü mensuplarınca gerçekleştirilen darbe teşebbüsünün
yaşandığı gün Büyükada’da S. Otel'de darbe teşebbüsünün devam ettiği saatlerde
kendi faaliyetlerini kamufle etmek amacıyla uluslararası toplantıya
katılıyormuş görünümü altında ülkemize gelmesi hususunun ilk bakışta en azından
bir şüphe uyandırması ihtimal dahilinde görülebilir. Ancak bu şüpheden
hareketle bu kişi ile başvurucu arasındaki temasların başvurucunun casusluk
suçu kapsamında tutuklanması amacıyla kuvvetli bir belirti olarak kabul
edilebilmesi için bunların içeriğinin ve bağlamına ilişkin somut delillerin
mutlaka ortaya konulması gerekmektedir.
22. Oysa dosya kapsamındaki soruşturma belgelerinde ve
tutuklama kararında bu delillendirme yapılamamıştır. Bu bağlamda sadece
başvurucu ile H.J.B. arasında “27/11/2014, 1/6/2015, 3/6/2015, 5/6/2015,
7/3/2016, 9/3/2016, 28/6/2016, 29/6/2016, 18/7/2016 tarihlerinde periyodik ve
11/2014-7/2016 tarihleri arasında süreklilik arz eder şekilde ortak baz
kayıtları”nın bulunması, “18/7/2016 tarihinde bir lokantada birlikte
görünmeleri” ve başvurucunun “H.J.B. ile Türkiye ve Orta Doğu meselelerinin
görüştüğü konferanslarda görüştüklerine dair beyanları”na yer verilmiş olup
bunlar tutuklamaya karar veren Hakimlikçe delil olarak kabul edilmiştir.
23. Bunlardan özellikle başvurucu ile H.J.B.’nin
telefonlarının ortak baz kaydının varlığı ve bir lokantada birlikte görünmeleri
ve bir konferansta birlikte görüştüklerine dair beyanlar bu şekliyle tek başına
delil olamayacak rastlantısal durumlar olarak görülebilir. Eğer bunlar
rastlantısal olmanın ötesinde bir anlam taşıyacak ve bu nedenle de hukuki değer
görecek ise bir suç soruşturmasında Savcılıkça bunun detayına ilişkin
hususların mutlaka ortaya konulması ve Hakimlikçe yapılan tutuklamada bunların
ancak bu şekilde kuvvetli belirti olarak kabul edilmesi mümkün olabilecektir.
24. Başvurucu bu kapsamda yaptığı açıklamasında H.J.B.’yi
2000 yılından beri daha ziyade katıldığı uluslararası konferanslar dolayısıyla
tanıdığını, H.J.B.nin akademisyen ve Türkiye üzerine çalışan bir düşünce
kuruluşunun yöneticisi olduğunu, İstanbul'da düzenlenen bazı uluslararası
toplantılarda bir araya gelmeleri haricinde bu kişi ile bir ilişkisinin
olmadığını, 18/7/2016 tarihinde İstanbul'da Karaköy semtindeki bir lokantada
H.J.B. ile bir araya geldikleri iddiasına ilişkin olarak ise kültürel miras
alanında uzman iki kişiyle yemek için gittiği bir restoranda H.J.B. ile
karşılaştığını, H.J.B. ile buluşmadığını, H.J.B.nin de o sırada başka bir
grupla yemekte olduğunu ve başka bir masaya oturduğunu, Türkiye ve Orta Doğu
meselelerine ilişkin konferanslarda görüştüklerine ilişkin olarak ise katıldığı
toplantıların hiçbirinin gizli olmadığını, bazı devlet görevlilerinin de bu
toplantılara katıldığını ifade etmiştir.
25. Başvurucu ile H.J.B. arasında gerek bir lokantadaki
karşılaşma ve gerekse birlikte katıldıkları konferans bağlamında bahse konu
casusluk suçu kapsamında tutuklama için kuvvetli bir belirti sayılabilecek bir
delil ortaya konulamamış olup, gerek Savcılığın bilgi ve belgelerinde ve
gerekse İstanbul 10. Sulh Ceza Hakimliğinin 9/03/2020 tarihli tutuklama
kararında sadece lokantadaki bahse konu karşılaşmaya ve birlikte katıldıkları
konferansta birbirleriyle görüşmelerine yer verilmiştir. Dolayısıyla bu
düzeydeki olgulardan hareket edildiği içindir ki esasında casusluk suçu
bağlamında dosyada hiçbir delile yer verilmediği sonucuna ulaşmak
gerekmektedir.
26. Yine bu bağlamda H.J.B. ile başvurucunun
telefonlarındaki ortak baz kaydının varlığı ile ilgili olarak başvurucu kendi
işyerinin bulunduğu yerde çok sayıda otel olması nedeniyle telefonunun bu
otellerden herhangi birinde kalan bir kişiyle ortak baz istasyonundan sinyal
almış olabileceğini ifade etmiştir. Gerçekten yoğun nüfusun olduğu kalabalık
şehirlerde ve özellikle de otel ve işyerlerinin yoğun olduğu semtlerde aynı baz
istasyonundan çok sayıda kişinin aynı anda faydalanması nedeniyle ortak baz
kaydının varlığı birçok kişi açısından olağan bir durum olarak kabul
edilmelidir. Dolayısıyla İstanbul’un en yoğun nüfus yerleşimi ve hareketliliği
olduğu yerlerden bir semtteki bu biçimdeki ortak baz kaydının varlığı başka
detay bir bilgi olmadığı durumlarda başvurucu aleyhine delil olarak
kullanılmamalıdır2.
Aksi yöndeki bir hukuki kabul ise genel olarak kişiler açısından fevkalade
güvencesiz ve hukuken sakıncalı sonuçlar doğurabilecektir.
27. Somut başvuruda casusluk suçundan verilen tutuklama
kararı bakımından tutuklamanın ön koşulu olan kuvvetli suç belirtisi
bağlamındaki en önemli eksiklik başvurucu ile H.J.B. arasındaki herhangi bir
konuşma veya görüşmenin içeriğine dair hiçbir somut bilgi ya da belgeye
dayanılmadan varsayımsal bir değerlendirmeyle hareket edilmesidir. Savcılıkça
bu biçimdeki bir görüşme içeriğine veya başka bir somut bilgiye yer
verilememiş, sadece değişik zamanlarda telefonların ortak baz istasyonundan
sinyal vermesi, lokantada karşılaşma ve aynı konferansa katılma hususları birer
delil olarak sunulmuş ve Hakimlikçe de bunlardan hareketle başvurucunun
tutuklanmasına karar verilmiştir.
28. Spekülatif olmanın ötesine geçtiği ortaya konulamayan
bu şekildeki bir hukuksal yaklaşımın benimsenmesi sonucu verilen bir tutuklama
kararının gerek Anayasa’nın 19. maddesindeki boyutuyla ve gerekse Anayasa
Mahkemesinin bugüne kadarki yerleşik içtihadında kabul ettiği haliyle
tutuklamanın hukukiliği bağlamında ortaya konulan hukuki standardı
karşılamasının mümkün olmadığını özellikle ifade etmek gerekir.
29. Nitekim Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru
incelemelerine bakmaya başladığı ilk zamanlardaki kararlarından itibaren,
Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasına göre tutuklamanın ancak suçluluğu
hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler bakımından mümkün olduğunu ve
tutuklamanın ön koşulu olarak bir kişinin suçluluğu hakkında kuvvetli
belirtinin mutlaka bulunması gerektiğini ifade etmektedir. Bunun için de
suçlamanın kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle desteklenmesi
gerekmektedir (Mustafa Ali Balbay, B. No: 2012/1272, 4/12/2013, § 71).
30. Oysa somut bireysel başvuruda ise casusluk suçu ile
ilgili iddia kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle desteklenmemiş,
kuvvetli belirtinin varlığı temellendirilememiş, casusluk suçu ile ilgili
olarak dosyadaki delillerden hareketle şüpheliler arasındaki hiçbir telefon
görüşmesi içeriği, toplantı konuşma dökümü veya başka bir somut veri ortaya
konulamamıştır.
31. Dolayısıyla yukarıda sıralanan nedenlerle bireysel
başvuruya konu dosyada yer verilenlerden hareketle suç işlediğine dair kuvvetli
belirti ortaya konulmadan başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin
kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına ilişkin güvencelerin yer aldığı Anayasa’nın
19. maddesinin üçüncü fıkrasını ihlal ettiği kanaatindeyiz.
2. Tutuklamanın
Ölçülü Olmaması
32. Mahkememiz çoğunluk kararındaki bir diğer sorunlu
alan ise başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin ölçülülüğü hususunda
ortaya çıkmaktadır. Bu noktada iki önemli sorun olduğu gerekçesiyle Anayasa
Mahkemesi çoğunluk kararında ulaşılan kanaate katılmamaktayız.
33. Başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin
niçin gerekli olduğu çoğunluğun kararında şu şekilde ifade edilmektedir:
“Bunun yanı sıra başvurucunun yabancı uyruklu bir
kişiyle birlikte Türkiye aleyhine casusluk yaptığı ileri sürülmektedir. Ayrıca
soruşturma dosyasındaki bilgilerden başvurucunun yurt dışında bulunan birçok
kişi, kurum ve kuruluşla bağlantısının olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda isnat
edilen suçun niteliği ve başvurucunun yurt dışı bağlantısı dikkate alındığında
serbest bırakıldığı takdirde bir başka ülkeye kaçma ve burada yaşamını sürdürme
imkânının diğer kişilere göre daha fazla olduğu söylenebilir. Yine tutuklamaya
konu casusluk suçunun niteliği ve bu suçla ilişkili kişilerin imkân ve
kabiliyetleri delillere etki edilmesi ihtimalini artıran bir faktör olarak
kabul edilebilir” (§ 97).
34. İlk olarak ifade etek gerekir ki çoğunluk kararında
tutuklama tedbirinin gerekliliği ile ilgili dayanılan bu argüman sorunludur.
Zira başvurucunun İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliğince devletin gizli kalması
gereken bilgilerini siyasi veya askerî casusluk amacıyla temin etme suçundan
9/3/2020 tarihinde verilen tutuklama kararında yer verilen delillerin hiçbirisi
2016 yılı sonrasında elde edilmiş değildir. Bu delillerden en yenisi 8/10/2016
tarihli olup bireysel başvurudaki tutuklamaya konu suçla ilgili başlatılan
soruşturma üzerine verilen tutuklama kararı ise 9/3/2020 tarihlidir.
35. Arada geçen üç yıl beş aydan daha uzun bir süre
boyunca bahse konu suç iddiası ile ilgili hiçbir yeni delil elde edilmediği
gibi bu suçla ilgili daha önceki tarihlerde başlatılacak bir soruşturmada
başvurucuya ulaşılamaması gibi bir durum da ortaya konulamamıştır. Aksine
başvurucu 18/10/2017 tarihinde zaten İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca
hakkında başlatılan bir soruşturma kapsamında gözaltına alınmış olup akabinde
tutuklanmış ve o tarihten bu yana zaten cezaevinde bulunmaktadır.
36. Bunun içindir ki Anayasa Mahkemesi çoğunluk kararında
tutuklamanın hukukiliği bağlamında yapılan incelemede, tutuklanmak için gerekli
olan suç işlendiğine dair kuvvetli belirti olduğu kanaatine ulaşıldıktan sonra
başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin niçin gerekli olduğu
konusunda ortaya konulan dayanaklar tatmin edici olmaktan uzaktır.
37. Elbette ki suçun işlendiği tarih ile tutuklama
tedbirine başvurulan tarih arasında geçen sürede soruşturma işlemlerinin
sürdüğü ve dolayısıyla soruşturma makamlarının hareketsiz kalmadığı durumlar
olabilir. Anayasa Mahkemesinin böyle bir durumda yapılan bireysel başvurularda
başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin ölçüsüzlüğünden hareketle
ihlal kararı vermesi söz konusu edilemez. (Bu bağlamda Anayasa Mahkemesinin bu
gerekçeye dayalı biçimde tutuklamanın ölçülülüğünden dolayı ihlal kararı
vermediği karar örnekleri için bkz.: Mehmet Baransu (2), B. No: 2015/7231,
K.T.: 17/5/2016, §§ 139-141; Süleyman Bağrıyanık ve diğerleri, B. No:
2015/9756, K.T.: 16/11/2016, §§ 228-232). Bu gibi durumlarda tutuklama
tedbirinin suç tarihinden çok daha sonra uygulanmasının neden gerekli olduğu
zaten somut başvurudaki bilgi ve belgelerden rahatlıkla anlaşılabilmektedir.
38. Oysa somut başvuruda başvurucu tutuklanmaya konu suç
tarihinden itibaren Türkiye’de yaşamaya devam etmektedir. Bahse konu suç iddiası
ise ancak suç tarihinden üç yıl beş ay geçtikten sonra ilk defa tutuklamaya
konu yapılmıştır.
39. Anayasa Mahkemesi yakın dönemde verdiği Eren Erdem
(B. No: 2019/9120, K.T.: 9/6/2020) kararında başvurucunun suça konu olayların
yaşandığı tarihten dört yıl kadar sonra -yeni bir olguya ulaşılmadan-
tutuklanması ölçüsüz bulunmuş ve tutuklamanın hukuki olmadığı sonucuna
varılmıştır. Öte yandan bir mülki idare amiri hakkında uygulanan tutuklama
tedbirinin hukukiliğinin incelendiği A.C. (B. No: 2016/64868, K.T.: 27/2/2020)
kararında başvurucunun hakkında soruşturma başlatılmasından yaklaşık iki yıl
sonra tutuklanması ölçüsüz bulunmuştur. Anılan kararda ayrıca soruşturma
sürecinde yaklaşık iki yıl boyunca soruşturma mercilerince başvurucunun
tutuklanmasına gerek görülmediği, yine soruşturmanın başlaması ile tutuklama
tedbirinin uygulanması arasındaki iki yıllık dönemde suça ilişkin yeni bir
olgunun tespit edildiğinin soruşturma mercilerince ortaya konulmadığı
belirtilmiş, buna göre başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin süreç
yönünden ölçülü olmadığı değerlendirilmiştir.
40. Kaldı ki başvurucu 18/10/2017 tarihindeki ilk
gözaltıdan itibaren Savcılık tarafından cebir ve şiddet kullanarak Hükûmeti
ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs
etme suçlarından cezai takibata tabi tutulmakta olup bu soruşturma süreci
boyunca da zaten casusluk suçu ile ilgili tutuklamada kullanılan deliller
soruşturma makamlarının elinde bulunmaktadır.
41. Öte yandan somut başvuruda başvurucunun
yakalanamaması gibi bir ihtimalin bulunmadığı ve daha sonraki tarihlerde bu
suçla ilgili yeni bir delilin de elde edilmediği not edilmelidir. Tüm bu
sıralananlardan hareketle başvurucu hakkında casusluk suçundan dolayı delillere
ulaşıldığı tarihten itibaren üç yıl beş ay geçtikten sonra tutuklama tedbirine
başvurulmuş olduğu dikkate alındığında, uygulanan bu tedbirin niçin gerekli
olduğunun tutuklama kararı gerekçelerinden anlaşılamadığı ifade edilmelidir.
42. Somut başvuruda tutuklamanın ölçülülüğü noktasındaki
ikinci önemli sorun ise aynı delillerle başvurucu hakkında yeniden tutuklama
kararı verilmiş olmasıdır. Başvurucu hakkında anayasal düzeni ortadan
kaldırmaya teşebbüs etme suçu yönünden 19/2/2020 tarihinde uygulanan tutuklama
tedbiri devam ederken 9/3/2020 tarihinde soruşturma mercilerince başvurucunun
ayrıca devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasi veya askerî casusluk
amacıyla temin etme suçu bakımından da tutuklanması yoluna başvurulmasının
ölçülü olduğu ile ilgili olarak çoğunluk kararında şu gerekçeye yer
verilmiştir:
“Başsavcılığın tutuklama talep yazısında bireysel
başvuruya konu bu suç yönünden neden ayrıca tutuklama tedbirine başvurulmasının
istendiği ifade edilmiştir. Anılan yazıda diğer şüpheli H.J.B. yönünden yapılan
ek (yeni) araştırmalarda bu kişinin diğer ülkeler adına istihbari faaliyetler
yürüttüğüne dair bulgulara erişildiği belirtilmiş ve bununla ilgili bazı
hususlara dikkat çekilmiştir. Başsavcılık, başvurucunun bu kişiyle bağlantısına
ilişkin tespit ve olgulara değinip bunlarla ilgili araştırmanın devam ettiğine
de vurgu yaparak başvurucu hakkında devletin gizli kalması gereken bilgilerini
siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme suçu bakımından da tutuklama
tedbirinin uygulanması gerektiği yönünde bir değerlendirmede bulunmuştur. Sulh
Ceza Hâkimliğince anılan suçtan verilen tutuklama kararının da esas olarak aynı
hususlara dayandığı görülmektedir. Buna göre tutuklama tedbirinin süreç
yönünden ölçülü olduğunun kabulü mümkün görünmektedir.” (§ 101).
43. Somut başvuruda tutuklamanın hukukiliğindeki
ölçülülük bağlamında ihlal tam da bu konuda ortaya çıkmaktadır. Zira başvurucu
hakkında devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasi veya askerî casusluk
amacıyla temin etme suçundan verilen tutuklama kararında daha önceki iki
tutuklamaya konu soruşturma dosyasında yer alan deliller dışında yeni hiçbir
delil yer almamaktadır. Aynı delillerin yer aldığı ve delillerin en yenisinin
8/10/2016 tarihli olduğu soruşturma dosyasında başvurucu ile ilgili iki tahliye
ve üç tutuklama kararı verilmiştir. Başvurucunun bu bireysel başvuru dosyasına
konu tutuklama kararında önceki soruşturma dosyasındaki delillerin dışında
hiçbir yeni delil gösterilememiştir.
44. Çoğunluk kararında henüz dosyada bulunmayan,
başvurucu ile ilgili de olmayıp başvurucu ile irtibatlı olduğu ileri sürülen
şüpheli H.J.B. ile ilgili olarak yapılan ek (yeni) araştırmalarda bu kişinin
diğer ülkeler adına istihbari faaliyetler yürüttüğüne dair bulgulara erişildiği
şeklindeki soruşturma makamlarınca zikredilen bir husus göze çarpmaktadır (§
101). Bununla birlikte bu bulguların neler olduğu soruşturma belgelerinde
ortaya konulmadan bununla ilgili araştırmanın devam ettiğine vurgu yapılarak bu
husus devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasi veya askerî casusluk
amacıyla temin etme suçu bakımından başvurucu hakkında uygulanan tutuklama
tedbirinin süreç yönünden ölçülü olduğu noktasında dayanak olarak
kullanılmaktadır. Çoğunluk kararındaki bu yaklaşımla tutuklanan kişi ile değil
onunla irtibatlı olduğu ifade edilen bir kişi ile ilgili olan ve bu irtibatlı
kişi ile ilgili de henüz somut delil değeri olduğu ifade edilebilecek düzeyde
bir veri elde bulunmasa dahi buradan hareketle tutuklama şeklindeki bir tedbir
ölçülü olarak kabul edilmek durumunda olacaktır. Bu yaklaşımın başvurucu
hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin ölçülülüğü açısından fevkalade sorunlu
olduğu ise aşikardır.
45. Öte yandan bu aşamadaki temel bir sorun ise tutuklu
olarak yargılandığı davalarda tahliyesine karar verildikten sonra aynı
delillere dayalı olarak başvurucunun başka suçlardan dolayı yeniden
tutuklanması yoluna başvurulmuş olmasıdır. Bu durum hem anayasal düzeni ortadan
kaldırmaya teşebbüs etme suçundan tutuklama kararı hem de bu bireysel başvuruya
konu olan casusluk amacıyla gerçekleştirilen tutuklama kararı için de
geçerlidir. Soruşturma makamları ve Sulh Ceza Hakimliği başvurucunun aynı
delillere dayalı olarak daha önce bir kez tahliye de edilmiş olmasına rağmen
üçüncü kez tutuklanmasının neden gerekli olduğunu somut olarak tutuklama sevk
yazısında ve Hakimliğin tutuklama kararında gösterebilmiş değillerdir.
46. Nitekim Anayasa Mahkemesinin bu konu ile ilgili
yerleşik içtihadındaki yaklaşımı ile çoğunluğun kararı çelişmektedir. Anayasa
Mahkemesinin yerleşik içtihadına göre, devam eden yargılaması kapsamında
tahliyesine karar verilen bir kişinin genel olarak aynı olgulardan hareketle
yeniden tutuklanması durumunda, bu kişi hakkında ikinci kez uygulanan tutuklama
tedbirinde kuvvetli suç şüphesi bulunsa ve böylece tutuklamanın ön koşulu
sağlanmış olsa dahi Anayasa Mahkemesi ikinci tutuklama kararının neden gerekli
olduğunun bu tutuklama kararında yeterince ifade edilmesini şart koşmaktadır.
Bu konuda olması gerektiği ölçüde bir açıklama yapıldığı kanaatine ulaşamadığı
durumlarda ise Anayasa Mahkemesi tutuklamanın ölçülülüğü boyutundan ihlal
sonucuna ulaşmaktadır.
47. Anayasa Mahkemesinin bu konudaki yaklaşımı ilk olarak
2020 yılının Ocak ayında verilen bir kararda şu şekilde ifade edilmektedir:
“Buna karşın başvurucunun tahliyesine karar verildiği
gün Başsavcılık tarafından başlatılan yeni bir soruşturma kapsamında yukarıda
da değinildiği üzere genel olarak aynı olgulardan hareketle yeniden tutuklama
tedbiri uygulanmıştır. Başvurucu tahliye edildiği gün gözaltına alınmış ve
sonrasında isnat edilen suçların katalog suçlar arasında yer aldığı ve suçlara
ilişkin yaptırımın alt sınırları dikkate alındığında adli kontrol hükümlerinin
yetersiz kalacağı gerekçesiyle tutuklanmıştır. Esasen, ilk derece mahkemesinin
karar ve değerlendirmelerinden de anlaşılacağı üzere ikinci tutuklama tedbirine
konu suçlama ilk tutuklama tedbirine konu suç ile temelde aynı olgulara
dayanmaktadır. Buna göre gerçekte her iki tutuklama tedbiri aynı suça
ilişkindir.
Bu durumda -yargılandığı davada tahliye edilmiş olan-
başvurucu bakımından temelde aynı suça ilişkin olgulardan hareketle başlatılan
bir soruşturma kapsamında yeniden tutuklama tedbirinin uygulanmasını zorunlu
kılan tutuklama nedenlerinin neler olduğunun ve neden tutuklama tedbirinin
ölçülü görüldüğünün tutuklamaya ilişkin kararlarda yeterince ifade edildiğini
veya somut olayın özelliklerinden anlaşıldığını söylemek mümkün değildir.
Açıklanan gerekçelerle başvurucu hakkında uygulanan
ikinci tutuklama tedbirinin Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında yer
alan güvencelere aykırı olduğu sonucuna varılmıştır”. (Bkz.: Abdullah Kılıç, B. No: 2016/25356, K.T.:
8/01/2020, §§ 84-86).
48. Anayasa Mahkemesi daha sonraki zamanlarda da önüne
gelen benzer başvurularda aynı yaklaşımla bireysel başvuruları incelemiş olup,
bu başvurularda da yargılanmakta olduğu önceki davada tahliyesine karar verilen
başvurucuların aynı olgulardan hareketle başlatılan yeni bir ceza
soruşturmasında ikinci kez tutuklama tedbirine başvurulmasının neden gerekli olduğunun
izah edilmediği durumlarda tutuklamanın ölçülü olmamasından hareketle
başvurucuların ikinci tutuklama kararı yönünden Anayasa'nın 19. maddesinde
güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının ihlal edildiği biçiminde
karar vermeyi sürdürmüştür. (Bu konuyla ilgili Anayasa Mahkemesinin iki ayrı
ihlal kararı için bkz.: Cihan Acar, B. No: 2017/26110, K.T.: 27/2/2020, §§
74-76; Yetkin Yıldız, B. No: 2018/3292, K.T.: 23/6/2020, §§ 68-70).
49. Dolayısıyla somut başvuruya konu tutuklamada da
Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadını ifade eden bu kararlardakinden farklı
bir durum olmadığını belirtmek gerekir. Hatta kanaatimizce bu başvuruya konu
tutuklama kararında tutuklamanın hukukiliği bağlamında suç işlendiğine dair kuvvetli
belirti bile bulunmamaktadır. Oysa Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadı
bağlamında yukarıda değinilen ikinci tutuklamanın hukukiliği bağlamında
kuvvetli suç belirtisi bulunmasına rağmen Mahkeme, sırf aynı olgulara dayalı
suçlamalarla yeniden tutuklama tedbirine başvurulmasının neden gerekli
olduğunun yeterince ortaya konulamamasını ihlal sebebi olarak kabul etmiştir.
Ek olarak ifade etmek gerekir ki bu bireysel başvuruya konu tutuklama Anayasa
Mahkemesinin yerleşik içtihadındaki yukarıda zikredilen kararlardan farklı
olarak aynı delillere dayalı olarak başvurulan ikinci değil üçüncü tutuklama
kararı olup bu durumda tutuklama tedbirinin neden gerekli olduğunun ortaya
konulması daha da önemli hale gelmektedir.
50. Sonuç olarak somut bireysel başvuruda başvurucu ile
ilgili uygulanan üçüncü tutuklama kararında aynı delillere dayalı olarak
gerçekleştirilen yeni tutuklamanın neden gerekli olduğuna ilişkin hususlar
yeterince ortaya konulmadığından başvurulan tutuklama tedbirinin ölçülü
olmadığı aşikardır. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi çoğunluk kararında bu
konudaki Mahkememizin yerleşik içtihadından ayrılıp somut başvuruda neden ihlal
olmadığına karar verildiğine ilişkin gerekçenin ortaya konulmamış olması ise
önemli bir eksiklik olarak göze çarpmaktadır.
B. Tutuklulukta
Geçirilen Süre
51. Tutuklulukta geçirilen süre ile ilgili iddialar
konusunda Anayasa Mahkemesi çoğunluk görüşünde ulaşılan iki kanaate de katılmak
mümkün değildir.
52. İlk olarak 7188 sayılı Kanun'un 18. maddesiyle 5271
sayılı Kanun'un 102. maddesine eklenen dördüncü fıkraya göre tutuklulukta
soruşturma aşaması için öngörülen azami iki yıllık sürenin aşılmış olduğu
konusunda şüphe bulunmamaktadır.
53. Somut olayda başvurucunun tekraren tutuklandığı
9/3/2020 tarihine kadar soruşturma evresinde tutuklulukta geçen süre 1 yıl 11
ay 29 gündür. Başka bir ifadeyle başvurucu kanunda tutukluluk için öngörülen
azami sürenin dolmasına bir gün kala casusluk suçlamasıyla tutuklanmıştır.
Bununla birlikte 1/11/2017-11/10/2019 tarihleri arasında anayasal düzeni
ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan verilen tutuklama kararı uyarınca da
tutulan başvurucu 19/2/2020 tarihinde aynı suçtan, 9/3/2020 tarihinde ise -aynı
soruşturma dosyası kapsamında- bu kez siyasi veya askerî casusluk suçundan
tutuklanmıştır. Bilahare anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme
suçundan uygulanan tutuklama tedbiri sona erdirilmişse de casusluk suçundan
tutukluluk devam ettirilmiştir. Bu durumda iddianamenin kabul edildiği
8/10/2020 tarihine kadar başvurucunun soruşturma aşamasındaki tutukluluğunun
toplam süresi 2 yıl 6 ayı geçmiştir. Dolayısıyla soruşturma evresi için kanunda
öngörülen azami iki yıllık tutukluluk süresi aşılmış durumdadır.
54. Nitekim bu yönü ile bir ihlal olabileceğini esasen
İstanbul 3. Sulh Ceza Mahkemesi de kabul ettiği içindir ki başvurucunun
19/02/2020 tarihinde yeniden tutuklanmış olduğu anayasal düzeni ortadan
kaldırmaya teşebbüs etme suçundan soruşturma evresindeki iki yıllık azami
tutukluluk süresi dolduğu gerekçesiyle 20/03/2020 tarihinde tekrar tahliyesine
karar verilmiştir. Bununla birlikte kovuşturma aşamasına geçildiği tarih
itibariyle toplam tutukluluk süresi soruşturma aşaması için kanunda öngörülen
azami bu iki yıllık süreyi geçmiştir.
55. Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadında da kanunda
öngörülen azami tutukluluk süresinin hesaplanmasında her bir suçun tutukluluk
süresinin ayrı ayrı değil tüm suçlar için toplam tutukluluk süresinin tek bir
süre olarak kabul edilmesi esası benimsenmektedir. (Bkz.: Burak Döner, B. No:
2012/521, K.T.: 2/7/2013, §§ 46-48).
56. Dolayısıyla buradaki ihlal aslında soruşturma
aşamasındaki 7188 sayılı Kanunda öngörülen azami tutukluluk süresinin aşılmış
olmasından kaynaklanmaktadır. Bu ihlal durumuyla ilgili olarak Anayasa
Mahkemesi çoğunluk kararındaki başvuru yollarının tüketilmemesi şeklindeki
kanaate katılmak mümkün değildir.
57. Çoğunluk kararında soruşturma aşaması için kanunda
öngörülen azami tutukluluk süresinin aşılması hususunda Yargıtay'ın da anılan
iddianın ceza davası devam ederken tazminat istemine konu edilemeyeceği yönünde
bir içtihadı olduğu tespit edilemediğinden hareketle 5271 sayılı Kanun'un 141.
maddesinde belirtilen dava yolu başvurucunun durumuna uygun, telafi
kabiliyetini haiz, etkili bir hukuk yolu olduğu ve bu nedenle de tutukluluk
süresinin soruşturma aşaması için Kanun'a uygunluğu bakımından öncelikle bu
başvuru yolunun tüketilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır (§ 111) .
58. Bu görüşe katılmak zordur. Zira bireysel başvuruda
tüketilmesi gereken iç hukuk yolunun etkili olması için başvurucunun
mağduriyetini gidermeye uygun kararlar elde etmeye müsait ve etkili yol olduğu
kabul edilen bir niteliği haiz olması gerekmektedir.
59. Anayasa Mahkemesine göre, “başvuru yollarının
tüketilmesi gereğinden söz edilebilmesi için öncelikle hukuk sisteminde
hakkının ihlal edildiğini iddia eden kişinin başvurabileceği idari veya
yargısal bir hukuki yolun öngörülmüş olması gerekmektedir. Ayrıca bu hukuki
yolun iddia edilen ihlali tespit ederek ihlalin sonuçlarını giderici, etkili ve
başvurucu açısından makul bir çabayla ulaşılabilir nitelikte olması ve sadece
kâğıt üzerinde kalmayıp fiilen de işlerliğe sahip bulunması gerekmektedir
(Fatma Yıldırım, B. No: 2014/6577, K.T.: 16/2/2017, § 39).
60. Bu bağlamda somut iddia ile ilgili olarak çoğunluk
kararında belirtildiği şekilde Yargıtay'ın anılan iddianın ceza davası devam
ederken tazminat istemine konu edilemeyeceği yönünde bir içtihadı olduğu tespit
edilememesi şeklindeki yaklaşımdan ziyade bu konuda Yargıtay'ın anılan iddianın
ceza davası devam ederken tazminat istemine konu edilebileceğine dair bir
içtihadının varlığı gerekmektedir.
61. Dolayısıyla soruşturma aşaması için kanunda öngörülen
azami tutukluluk süresinin aşıldığı bu biçimdeki yeni bir durumun varlığı
halinde Ceza Muhakemesi Kanunu’ndaki 141. maddede belirtilen yolun etkili
olduğu noktasında bir örnek uygulama mevcut olmadığından etkili bir iç hukuk
yolunun varlığı ile ilgili net bir kanaate ulaşmak kolay olmayacaktır.
62. Ayrıca tutuklamanın makul süreyi aşması hususunda da
çoğunluk kararında ulaşılan kanaate katılmak mümkün değildir.
63. İlk olarak başvurucu hakkında hem anayasal düzeni
ortadan kaldırmaya teşebbüs etme hem de devletin gizli kalması gereken
bilgilerini siyasi veya askerî casusluk amacıyla temin etme suçlarından verilen
tutukluluğun devamına veya tahliye taleplerinin ya da tutukluluğa itirazların
reddine ilişkin kararlarda gerek kuvvetli suç şüphesinin varlığı gerek
tutuklama nedenlerinin mevcut olduğu ve devam ettiği gerekse tutukluluğun
devamının ölçülü olduğu hususlarında genel olarak matbu gerekçelere yer
verilmiştir. Başvurucu yönünden yaklaşık 2 yıl 10 ay boyunca sürdürülen
tutukluluk bakımından kaçma şüphesinin hangi olgulara dayalı olduğu anılan
kararlarda ortaya konulmuş değildir. Bu çerçevede önemle vurgulamak gerekir ki
bir suçun niteliği veya bu suça ilişkin olarak verilebilecek cezanın ağırlığı
her zaman kaçma tehlikesinin bulunduğunu ortaya koyan bir durum olarak kabul
edilemez. Bir ceza soruşturması veya kovuşturması bağlamında uygulanan
tutuklama tedbirleri bakımından kaçma şüphesinin bulunup bulunmadığının veya
devam edip etmediğinin belirlenmesinde -suçun ya da cezanın niteliğine ilişkin
olanların yanı sıra- şüphelinin veya sanığın durumunun da özellikle dikkate
alınması gerekmektedir. Bu bağlamda şüpheli veya sanığın sabit bir yerleşim
yerinin olup olmadığı, mesleği, mal varlığı, ailesinden veya işinden kaynaklı
bağlantıları, yakalanma şekli, süreç içindeki tavır ve davranışları, başka bir
ülkeye gitmesini veya orada barınmasını kolaylaştıran bazı özel koşulların
bulunup bulunmadığı, kişilik özelliklerini ortaya koyan olgular, ahlaki
durumunu gösteren tutum ve eylemleri gibi kişisel unsurlar birlikte
değerlendirilerek bir kanaate ulaşılmalıdır (Bkz.: Eren Erdem, § 135). Yine
soruşturmanın başından beri soruşturma mercilerinin uhdesine bulunan delillere
başvurucu tarafından etkide bulunulabileceği yönünde bir açıklamaya yer
verilmemiştir. Dahası anılan kararlarda tutuklamaya alternatif olan adli
kontrol nedenlerinin yetersiz kalma nedenleri bakımından da bir açıklama
bulunmamaktadır.
64. İkinci olarak tutuklu şekilde sürdürülen soruşturma
ve kovuşturma süreçlerinin yürütülmesinde adli makamlar başta olmak üzere kamu
makamlarının özenli davranma yükümlülüklerine somut olayda riayet edildiğini
söylemek mümkün değildir. Başvurucu hakkındaki soruşturmanın başlangıcında
tespit edilen hususlarla ilgili yeni birtakım olgulara erişilmediği halde
soruşturma üç yıla yakın bir süre tutuklu olarak sürdürülmüştür. Anılan bu
süreçte soruşturmaya tutuklu olarak devam edilmesini gerekli kılan hangi
nedenlerin bulunduğu ve yine hangi araştırma veya incelemenin yapılması
dolaysısıyla tutukluluğun gerekli görüldüğü soruşturma belgelerinde veya
tutukluluğa ilişkin kararlarda tartışılmamıştır.
65. Buna göre yaklaşık 2 yıl 10 aylık tutukluluk süresi
bakımından tutukluluğun devamı kararlarının gerekçelerinin ilgili ve yeterli
olduğunu kabul etmek ve ayrıca başta soruşturma mercileri olmak üzere kamu
makamlarının özenli davrandıklarını söylemek mümkün görülmemiştir.
66. Sonuç olarak yukarıda sıralanan gerekçelerle
başvurucu hakkındaki tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına ilişkin olarak
Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkının ihlal edildiği, tutukluluk süresinin soruşturma aşaması için
kanunda öngörülen azami süreyi aşması dolayısıyla Anayasa'nın 19. maddesinin
üçüncü fıkrası bağlamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği
ve tutukluluğun makul süreyi aştığı iddiasına ilişkin olarak Anayasa'nın 19.
maddesinin yedinci fıkrası bağlamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının
ihlal edildiği kanaatinde olduğumuz için çoğunluk kararına katılmadık.
Üye
Hicabi DURSUN
|
Üye
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
KARŞI OY GEREKÇESİ
1. Başvurucu; tutuklanmasına dayanak kabul edilen
olguların kuvvetli suç belirtisi oluşturmadığını, üzerine atılı casusluk
suçunun unsurlarının hiçbir şekilde oluşmadığını, olayda tutuklama nedenlerinin
bulunduğundan söz edilemeyeceğini, aynı soruşturma kapsamında tutuklu
kalmasının ölçülü olmayacağı gerekçesiyle 11/10/2019 tarihinde resen
tahliye edilmesine karşın daha önce suçlama konusu yapılan olgulara dayanılarak
yeniden tutuklandığını, bu durumun ölçülü olmadığını belirterek kişi hürriyeti
ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Anayasa Mahkemesi bireysel başvurularda tutukluluğun
hukukiliği yönünden dört aşamalı bir inceleme yapmaktadır. Bunlar;
-Tutuklamanın kanuni bir temelinin (dayanağının) olup
olmadığı
-Suç işlendiğine dair kuvvetli belirti bulunup
bulunmadığı
-Tutuklama nedenlerinin mevcut olup olmadığı
-Tutuklamanın ölçülü olup olmadığı
3. AİHM ise tutukluluğu meşru kılan makul dört temel
neden belirlemiştir. Bunlar sanığın duruşmaya çıkmama (kaçma) tehlikesi
(Stögmüller/Avusturya, B. No: 1602/62, 10/11/1969, hukuki gerekçe bölümü § 15),
sanığın serbest bırakıldıktan sonra adaletin iyi idaresine zarar verecek tarzda
önlemler alabilecek olma (özellikle delillerin yok edilme) tehlikesi
(Wemhoff/Almanya, B. No: 2122/64, 27/6/1968, hukuki gerekçe bölümü § 14),
tekrar suç işleme tehlikesi (Matznetter/Avusturya, B. No: 2178/64, 10/11/1969,
hukuki gerekçe bölümü § 7) ve kamu düzenini bozma tehlikesidir
(Letellier/Fransa, B. No: 12369/86, 26/6/1991, § 51).
4. AİHM'e göre ilk tutuklama için yeterli görülen makul
şüphenin varlığı -elde edilen deliller ve somut olayın kendine özgü koşulları
da dikkate alındığında- olaylara dışarıdan bakan, tamamen objektif bir
gözlemciyi ikna edecek yeterlilikte olmalıdır. Toplanan deliller, objektif bir
gözlemciye sunulduğunda şüpheli ya da sanığın atılı suçu işlemiş olabileceği
yönünde gözlemcide kanaat oluşturmaya yeterli ise somut olayda makul şüphe
vardır. Diğer bir ifade ile inandırıcı neden ya da makul şüphe, suçlanan
kişinin üzerine atılı suçu işlemiş olabileceğine dair objektif bir gözlemciyi
ikna etmeye yeterli olay, olgu veya bilginin varlığını gerektirmektedir.
Bununla birlikte neyin makul sayılacağı olayın tüm koşullarına bağlı olarak
belirlenmelidir (Fox, Campbell ve Hartley/Birleşik Krallık, B. No: 12244/86
..., 30/8/1990, § 32; O'Hara/Birleşik Krallık, B. No: 37555/97, 16/10/2001, §
34).
5. Başvurucu yönünden bireysel başvuruya konu, devletin
gizli kalması gereken bilgilerini siyasal ve askeri casusluk amacıyla temin
etme suçu bakımından kuvvetli suç şüphesinin oluşup oluşmadığının belirlenmesi
gerekir. Başvurucuya yöneltilen devletin gizli kalması gereken bilgilerini
siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme suçuyla ilgili olgular, sahibi
ve yöneticisi olduğu kuruluşlar vesilesiyle sivil toplum alanındaki
faaliyetlerine ve diğer şüpheli H.J.B. ile olan ilişkisine dayanmaktadır.
6. Soruşturma mercilerince tutukluluğa ilişkin belgelerde
veya iddianamede bu suç yönünden kuvvetli belirti niteliğinde kabul
edilebilecek olgu ve delillerin ortaya konulduğunu söylemek güçtür. Bu kapsamda
başvurucunun STK’lar eliyle ya da sivil alandaki faaliyetleri ile devletin
gizli kalması gereken hangi bilgilerini temin ettiği, bu bilgilerin “gizlilik”
unsurunun ve kaynağının ne olduğu hususunda bir açıklama bulunulmamaktadır. Bu
suç yönünden yapılan değerlendirmelerin soyut ve genel açıklamalardan öteye
geçtiğini söylemek mümkün olamamıştır.
7. Yine başvurucunun casusluk yaptığı ileri sürülen diğer
şüpheli H.J.B. ile irtibatının da devletin gizli kalması gereken bilgilerini
siyasal ya da askeri casusluk amacıyla temin etme suçu bakımından kuvvetli bir
belirti olarak değerlendirmek mümkün görünmemektedir. Başvurucu ile anılan
kişinin darbe teşebbüsünden iki gün sonra bir lokantada görüştükleri
belirtilmiş ise de, bu görüşmenin içeriği ile ilgili bir tespit ve iddia bulunmamaktadır.
Aynı durum başvurucu ile bu kişinin bir konferanstaki görüşmeleri için de
geçerlidir. Başvurucu ile H.J.B.’nin cep telefonlarının zaman zaman aynı baz
istasyonundan sinyal alması konusu ise bu ilişkinin casusluk boyutu bir yana
varlığını ispatlamak bakımından bile yeterli değildir. Alınan ortak sinyal
bilgisinin İstanbul’un merkezindeki baz istasyonlarından alındığı iddia
edilmektedir. Başvurucu ile adı geçen sanığın aynı dönemde veya yakın
tarihlerde yurtdışına çıkmaları veya Türkiye’de aynı veya yakın yerlerde
bulunmaları da casusluk eylemini ispata yeterli bir durum değildir.
8. Savcılık, başvurucunun kurduğu ve desteklediği STK’lar
aracılığı ile elde ettiği sosyolojik, ekonomik ve siyasal içeriği olan devletin
güvenliği, iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibariyle gizli
kalması gereken bilgileri temin ederek amaçları doğrultusunda yabancı devletler
lehine ve Türkiye aleyhine kullandığını ileri sürmüştür. Savcılık bu kapsamda
başvurucunun ... Vakfı ve ... A.Ş. kapsamındaki faaliyetlerine dayanmıştır.
Öncelikle, ... Vakfı’nın kendi kararı ile faaliyetlerini sonlandırdığı tarihe
kadar, ... A.Ş.’nin ise, halihazırda faaliyetlerini serbestçe yürüten yasal
kuruluşlar olduğu anlaşılmaktadır. Sivil toplum örgütlerince ülkenin sosyolojik,
ekonomik ve politik konuları üzerinde çalışmanın ve bu konularda fikir
üretilmesinin nasıl devletin güvenliği, iç ya da dış siyasal yararları
bakımından niteliği itibariyle gizli kalması gereken bilgiler olduğu, darbe
teşebbüsü ile ne tür bir ilgisinin bulunduğu veya suç teşkil ettiği
açıklanamamıştır. Bu tür bir iddia benzer konularda çalışmalar yapan tüm sivil
toplum kuruluşlarının faaliyetlerini de kolaylıkla casusluk faaliyeti olarak
değerlendirilmesine yol açabilecek niteliktedir. Sosyolojik, ekonomik ve
siyasal konularla ilgili bilgi toplanması ve bu bilgi ve bulguların kamuoyuna
açıklanması sivil toplum örgütlerinin temel amaç ve faaliyetleri arasındadır.
Başvurucunun bu faaliyetlerinin iddia edilen suçlama kapsamında olduğu
şüphesini uyandıracak herhangi bir olgu da ortaya konulamamıştır.
9. Başvurucudan elde edilen belgelerin, başvurucunun bir
belgesel çekimine maddi destek sağlamasının, Ermeni olayları ile ilgili
organizasyon tertip etmesinin, üzerine atılı darbeye teşebbüs ve casusluk
suçları ile bağlantısını anlamak güçtür. Ayrıca, söz konusu belgesellerin ve
organizasyonun yasadışı olduğu, bunlara yönelik yasal bir işlem yapıldığı da
iddia edilmemiştir.
10. Başvurucunun bir takım kişilerle (G.S., İ.A., A.V.,
C.D.) irtibatta bulunmuş olmasının da suçlama konusu yapıldığı görülmektedir.
Bu irtibatların içeriğine ilişkin bir bilgi ve belge sunulmadan kuvvetli suç
belirtisi olarak kabulü mümkün değildir. Söz konusu irtibatların müsnet suçlara
ilişkin bir ifade, bilgi, bulgu içerdiği de iddia edilmemiştir. Bu yüzden söz
konusu irtibatların tek başına atılı suçların işlendiği yönünde kuvvetli suç
şüphesi oluşturduğu söylenemeyecektir.
11. Somut olayda başvurucu, 18/10/2017 tarihinde
gözaltına alınıp 1/11/2017 tarihinde 5237 sayılı Kanun’un 309. Maddesinde yer
alan suçtan tutuklanmış, 11/10/2019 tarihinde bu suçtan tahliyesine karar
verilmiş, aynı delillerle 19/2/2020 tarihinde bu suçtan tekrar tutuklanmıştır.
Başvurucu, 20/3/2020 tarihinde azami tutukluluk süresi (iki yıl) dolduğu
gerekçesiyle ikinci kez tahliye edilmiştir. Ancak, başvurucu daha öncesinde
9/3/2020 tarihinde aynı delillerle, bu kez devletin gizli kalması gereken
bilgilerini siyasal ve askeri casusluk amacıyla temin etmek suçundan
tutuklanmıştır. Başvurucuya yöneltilen her iki suçlama da aynı olgulara ve
gerekçeye dayanmaktadır. Tutuklama kararlarında ve iddianamede başvurucunun bu
iki suçu işlediği sonucuna ulaşılırken ağırlıklı olarak H.J.B. ile iddia olunan
temaslarına dayanılmaktadır. Bu nedenle soruşturma makamlarınca başvurucu hakkındaki
9/3/2020 tarihli tutuklama tedbirinin hangi ihtiyaca binaen gerçekleştirildiği,
bu tutuklamanın neden gerekli olduğu olayın özelliklerinden ve tutuklama
kararının gerekçelerinden ne yazık ki anlaşılamamaktadır.
12. Açıklanan nedenlerle; tutuklama tedbirinin hukuka
aykırı olarak uygulanması nedeniyle Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü
fıkrasında güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal
edildiği kanısındayım.
13. Başvurucunun tutuklu olarak sürdürülen soruşturma ve
kovuşturma süreçlerinin yürütülmesinde adli makamlar başta olmak üzere kamu
makamlarının özenli davranma yükümlülüklerine somut olayda riayet edildiğini
söylemek mümkün değildir. Başvurucu hakkındaki soruşturmanın başlangıcında
tespit edilen hususlarla ilgili yeni birtakım olgulara erişilmediği halde
soruşturma üç yıla yakın bir süre tutuklu olarak sürdürülmüştür. Anılan bu
süreçte soruşturmaya tutuklu olarak devam edilmesini gerekli kılan nedenlerin
ne olduğu, soruşturmada hangi delillerin temini ile incelemelerin yapılması
için tutukluluğun lüzumlu ve gerekli görüldüğü soruşturma belgelerinde veya
tutukluluğa ilişkin kararlarda tartışılmamıştır.
14. Bu durumda yaklaşık 2 yıl 10 aylık tutukluluk süresi
yönünden tutukluluğun devamı kararlarının gerekçelerinin ilgili ve yeterli
olduğunu kabul etmek ve ayrıca başta soruşturma mercileri olmak üzere kamu
makamlarının özenli davrandıklarını söylemek mümkün görülmemiştir.
15. Sonuç olarak yukarıda belirtilen gerekçelerle
başvurucu hakkındaki tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına ilişkin olarak
Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkının ihlal edildiği, tutukluluğun makul süreyi aştığı iddiasına
ilişkin olarak da Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrası bağlamında kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği kanaatinde olduğumdan çoğunluk
kararına katılmadım.
KARŞIOY GEREKÇESİ
Tutuklama tedbirinin hukukî olmaması, soruşturma safhası
için azamî tutukluluk süresinin aşılması ve tutukluluğun makul süreyi aşması
sebebiyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkin
başvurunun, soruşturma safhasında öngörülen kanunî tutukluluk süresinin ihlal
edildiği iddiasına ilişkin kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi sebebiyle
kabul edilemez olduğuna; diğer iddiaların ise kabul edilebilir olduğuna, ancak
başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edilmediğine karar
verilmiştir.
1. Soruşturma aşaması için Kanunda öngörülen azamî
tutukluluk süresinin aşıldığında tartışma bulunmamakla birlikte çoğunluk, buna
ilişkin şikayetin, başvuru yollarının tüketilmemesinden dolayı kabul edilemez
olduğu sonucuna ulaşmıştır.
Çoğunluğun bu kararının gerekçesinde, tutukluluğun
kanundaki azamî süreyi aştığı iddiasıyla yapılan başvurularda, başvurunun
incelendiği tarih itibariyle başvurucu tahliye edilmiş veya hükümlü hâle gelmiş
ise 5271 sayılı Kanunun 141. maddesinde öngörülen dava yolunun tüketilmesi
gereken etkili bir hukuk yolu olduğuna karar verildiği hatırlatılarak bazı
kararlarımıza atıf yapılmışsa da, somut olayda başvurucunun durumunun anılan
içtihadımızdaki tahliye edilme veya hükümlü hâle gelme durumundan tamamen
farklı olduğu ve devam eden davada tutuklu olarak yargılanmasına devam edildiği
açıktır.
Bu itibarla, incelenen başvuruda, 141. maddedeki tazminat
davası yolunun etkili bir yol olduğu söylenemeyeceğinden, bu ihlal iddiası
bakımından da incelemeye devam edilmesi gerektiği düşüncesiyle çoğunluğun kabul
edilemezlik kararına katılmıyorum.
2. Esas yönünden varılan sonuca da aşağıdaki sebeplerle
karşıyım:
a) Başvurucu 1/11/2017 tarihinde Gezi Parkı olayları ve
15 Temmuz darbe teşebbüsü ile ilgili olarak TCK’nun 312. ve 309. maddelerinde
öngörülen suçlardan tutuklanmıştır. TCK’nun 309. maddesinde belirtilen suçtan
yapılan tutuklama, darbe teşebbüsünün organize edilmesinde yer aldığı suçlaması
kapsamında şüpheli olan yabancı uyruklu bir kişi ile başvurucu arasındaki
irtibatı gösterdiği iddia edilen olgulara dayandırılmış, ancak 11/10/2019
tarihinde başvurucunun bu suçtan tahliyesine karar verilmiştir. TCK’nun 312.
maddesindeki suçla ilgili olarak açılan kamu davası ise, başvurucunun beraatine
ve tahliyesine karar verilmesiyle sonuçlanmıştır. Ancak bu kararın verildiği
gün başvurucu hakkında TCK’nun -daha önce tahliye kararı verilen- 309.
maddesinde öngörülen suçtan gözaltı kararı ve bir gün sonra tutuklama kararı
verilmiştir. Bu tutuklama kararında da esas olarak başvurucunun aynı kişi ile
irtibatına dayanılmıştır. Başvurucu 9/3/2020 tarihinde ise, yine aynı dosya
kapsamında, aynı delillere yani aynı kişi ile irtibatını gösterdiği iddia
edilen olgulara dayanılarak TCK’nun 328. maddesinde düzenlenen suçtan
tutuklanmıştır.
Dolayısıyla, başvurucunun incelenen başvuruya konu
tutuklama kararı da, daha önceki tutuklama kararlarında olduğu gibi, esas
olarak aynı kişi ile irtibatını gösterdiği ileri sürülen olgulara
dayandırılmış; ancak -tutuklama kararında dayanılan- cep telefonunun farklı
tarihlerde aynı baz istasyonundan sinyal vermesi, aynı lokantada görüldükleri,
bazı konferanslarda görüştükleri ve 2016 yılında iki kısa telefon görüşmesi
yaptıkları yönündeki veriler ile iddianamede belirtilen olgulara ilişkin
savunmalarının aksi ortaya konulamamış, hatta başvurucu ile söz konusu kişi
arasında yapıldığı ileri sürülen görüşmelerin içeriğine dair bir iddiada da
bulunulmamıştır.
Aslında Savcılık da, başvurucu ile anılan kişi arasında
az sayıda doğrudan temas gerçekleştiğini kabul ederek bunun özel gayret
gösterilmesinden kaynaklandığını belirtmiş; buna rağmen bu hususta da herhangi
bir delil göstermemiştir. Bu tür kabullerin tutuklanan kişilerle ilgili olarak
aksi kanıtlanamayacak karineler oluşturacağı ve bunun gözardı edilmesinin, kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine dair başvuruların
incelenmesini neredeyse imkânsız hâle getireceği açıktır.
AİHM de başvurucu ile ilgili ihlal kararında, söz konusu
irtibat iddialarına ilişkin değerlendirmelerde bulunmuş ve bu verilere
dayanılarak tutuklama kararı verilmesinin anılan hakkı ihlal ettiği sonucuna
ulaşmıştır. İncelenen başvuruda tutuklama kararına esas olan suç farklı ise de,
aynı delillere dayanılarak tutuklama kararı verildiğinden, bu suç yönünden de
AİHM’in mezkûr kararından ayrılmayı gerektiren bir durum söz konusu değildir.
Ayrıca bu karardan sonra yeni delil olarak değerlendirilebilecek tanık
ifadesinin başvurucu ile bir ilgisi bulunmadığı gibi yeni suçlama bakımından
yeni bir delil de ortaya konulamamıştır. Dolayısıyla, söz konusu olgular,
anılan suçlar açısından kuvvetli belirti olarak kabul edilemez.
Diğer taraftan, başvurucunun sivil toplum faaliyetleri,
bazı irtibatları, seyahatleri ve belgesel çekimlerine destek vermesi gibi
olgular ile telefonunu imha etmiş olabileceği gibi değerlendirmelerin,
tutuklamaya konu olan suçun işlendiğine dair kuvvetli belirtiler olarak
görülmesi de mümkün değildir.
Bu sebeplerle, soruşturma mercilerinin başvuruya konu
tutuklama kararı bakımından kuvvetli suç belirtisinin bulunduğunu yeterince
ortaya koydukları söylenemez.
b) İncelenen başvuruya konu tutuklamada, hukukîliğin
önşartı olan kuvvetli suç belirtisi ortaya konulamadığı gibi tutuklama
sebepleri ile ölçülülük bağlamında da sorun bulunmaktadır. Tutuklama kararında,
atılı suçun vasfı ile Kanunda öngörülen cezanın alt ve üst sınırları dikkate
alınarak tutuklamanın ölçülü olduğu belirtilmişse de, tutuklama sebepleri
bakımından bir değerlendirme yapılmamıştır. Oysa tutuklamanın ölçülülüğünün
tespitinde somut olayın bütün özelliklerinin gözönünde bulundurulması gerekir.
Yukarıda belirtildiği gibi, incelenen başvuruda başvurucu
esas olarak yabancı uyruklu bir kişi ile irtibatına dayanılarak tutuklanmış ve
tutuklama kararında başvurucu ile bu kişinin cep telefonlarının 2014 ile 2016
yılları arasında on ayrı tarihte aynı baz istasyonundan sinyal vermesine, 2016
yılında bir lokantada karşılaşmalarına (veya birlikte görülmelerine) ve aynı
yıl toplam olarak dört dakikadan kısa süren iki telefon görüşmesi yapmalarına
dayanılmıştır. Başvurucunun, bu olgulara dayanılarak casusluktan 2020 yılında
tutuklandığı dikkate alındığında, söz konusu olguların tespit edilmesinin
üzerinden uzun bir süre (dört ilâ altı yıl) geçmesine ve aynı olgulara dayalı
olarak verilen tutuklama kararlarından sonra iki defa tahliyesine karar
verilmesine rağmen üçüncü defa tutuklanmasının gerekli ve bu çerçevede ölçülü olup
olmadığının da incelenmesi gerekir.
Bu bağlamda ilk olarak, başvurucunun, tutuklamaya konu
casusluk suçunun işlendiği iddia edilen tarihten uzun bir süre sonra
tutuklandığı belirtilmelidir. Somut olayın özelliklerinden ve tutuklama
kararının gerekçesinden, başvurucunun anılan suçun işlendiği iddia edilen
tarihten dört yılı aşkın bir süre sonra tutuklanmasının neden gerekli görüldüğü
anlaşılamamaktadır. Mahkememiz benzer nitelikteki başvurularda, soruşturmanın
başlatılmasından tutuklama tedbirinin uygulandığı tarihe kadar geçen sürede
hangi delillere ulaşılması sebebiyle bu tedbirin gerekli görüldüğünün somut
olayın özelliklerinden ve tutuklama kararının gerekçelerinden
anlaşılamamasından dolayı tutuklamanın ölçüsüz olduğuna karar vermektedir (örn.
olarak bkz. Eren Erdem, B.No: 2019/9120, 9/6/2020; A.C., B. No:
2016/64868, 27/2/2020, Yiğit Aksakoğlu, B. No: 2019/7132, 3/12/2020).
Başvurucunun 1/11/2017 tarihinde verilen tutuklama kararı
üzerine yaptığı başvuruda Mahkememizce verilen red kararına ilişkin karşıoy
gerekçemde de; 2013 yılında başlatılan soruşturmaya şüpheli sıfatıyla dahil
edilen başvurucu hakkındaki tutuklama kararı ile iddianamedeki delillerin büyük
bir kısmının 2013 yılında başlatılan soruşturmanın başlarında toplanmasına ve
soruşturma makamlarının elinde olmasına rağmen başvurucunun dört yıldan daha
uzun bir süre geçtikten sonra 1/11/2017 tarihinde tutuklanması sebebiyle
gerekli (ve bundan dolayı ölçülü) olmadığını ifade ederek çoğunluğun red
kararına katılmamıştım (bkz. Osman Mehmet Kavala [GK], B. No: 2018/1073,
22/5/2019).
Bunun yanında, başvurucunun temelde aynı olgulara
dayanılarak daha önce de tutuklanmış olması sebebiyle de tutuklamanın ölçülü
olup olmadığı değerlendirilmelidir.
Mahkememiz; başvurucuların tutuklu olarak yargılandıkları
davalarda tahliyelerine karar verilmesinin hemen ardından, temelde yargılama
konusu olan suçla ilgili bazı farklı olgulara dayanılarak başlatılan yeni bir
soruşturma kapsamında ikinci defa tutuklanmaları konusunda, yeni tutuklama
tedbirini gerekli kılan tutuklama sebeplerinin neler olduğunun ve bu tedbirin
neden ölçülü görüldüğünün tutuklama kararlarında yeterince belirtilmediği ve
somut olayın özelliklerinden de anlaşılamadığı gerekçesiyle kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar vermektedir (örn. olarak bkz. Abdullah
Kılıç, B. No: 2016/25356, 8/1/2020; Cihan Acar, B. No: 2017/26110,
27/2/2020).
İncelenen başvuruya konu somut olayda da başvurucunun
aynı olgulara dayalı suçlamalarla iki defa tutuklanıp serbest bırakıldığı,
ancak soruşturma makamlarının başvuru konusu üçüncü tutuklamanın ölçülü
olduğuna dair gerekçelerinde bunun sebeplerinin yeterli ve tutarlı bir şekilde
ortaya konulamadığı görülmektedir.
c) Başvurucunun tutukluluk süresinin makul olmadığına
ilişkin iddiası bakımından yapılan incelemede de, bu başvuruya konu soruşturma
ve kovuşturma dosyası bakımından suç isnadına bağlı olarak tutulduğu iki yıl on
aylık sürenin makul olduğuna karar verilmiştir.
Kararda da belirtildiği üzere, tutuklu kalınan sürenin
makul olup olmadığı her davanın özelliklerine göre değerlendirilmeli ve
tutukluluğun makul süreyi aşıp aşmadığı öncelikle tutukluluğa ilişkin
kararların gerekçeleri üzerinden tespit edilmelidir. Buna göre, gerekçelerde
kişinin suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunduğu, tutuklama nedenlerinin
ve tutuklamanın neden ölçülü olduğu ortaya konulmalıdır. Bu kapsamda, kararda
“Genel İlkeler” başlığı altında açıklanan ilkelere tamamen katılmakla birlikte,
yukarıdaki sebeplerle, anılan ilkeler olaya uygulanırken yapılan
değerlendirmelere ve başvurucunun tutukluluk süresinin makul olduğu yönünde
ulaşılan sonuca da katılmıyorum.
Sonuç olarak, yukarıda üç bölümde açıklamaya çalıştığım
gerekçelerle başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği
düşüncesiyle, çoğunluğun ihlal bulunmadığına ilişkin kararına karşıyım.