TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
MUHAMMET ETKA ERGÜL BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2020/14040)
Karar Tarihi: 26/7/2022
Başkan
:
Hasan Tahsin GÖKCAN
Üyeler
Muammer TOPAL
Recai AKYEL
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
İrfan FİDAN
Raportör
Muhammed Cemil KANDEMİR
Başvurucu
Muhammet Etka ERGÜL
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, baro levhasına yazılma talebinin reddine ilişkin işlemin iptali davasında henüz kesinleşmemiş ceza yargısı kararının gerekçe gösterilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının, kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı olduğu varsayımıyla karar verilmesi nedeniyle masumiyet karinesinin, avukatlık gelirinden mahrum kalması nedeniyle mülkiyet hakkının ve iş bulmasının imkânsız hâle gelmesi nedeniyle çalışma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 1/4/2020 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
A. Genel Bilgiler, Olağanüstü Hâl İlanı ve Bu Süreçte Uygulanan Tedbirler
6. Başvuruya konu olaylara ilişkin genel bilgiler ile olağanüstü hâl ilanı ve bu süreçte uygulanan tedbirler için bkz. M.B. [GK], B. No: 2018/37392, 23/7/2020, § 11-19.
B. Başvurucunun Baro Levhasına Yazılma Talebine İlişkin Süreç
7. Başvurucu 2016 yılında hukuk fakültesini bitirdikten sonra 23/9/2016 ile 23/9/2017 tarihleri arasında İzmir Barosunda (Baro) avukatlık stajını tamamlayarak Baro levhasına yazılma talebinde bulunmuştur.
8. Başvurucunun talebi, Baro Yönetim Kurulunun 9/10/2018 tarihli kararıyla kabul edilmiştir. Baronun kararı Türkiye Barolar Birliği (TBB) Yönetim Kurulu'nun 23/10/2018 tarihli kararı ile uygun bulunmuştur.
9. Söz konusu karar, Adalet Bakanlığı (Bakanlık) tarafından uygun bulunmayarak 26/11/2018 tarihli işlemle bir daha görüşülmek üzere TBB'ye geri gönderilmiştir. Geri gönderme kararında; başvurucunun İzmir 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 2017/945 esasına kayıtlı dava dosyasında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma suçundan yargılandığı, hapis cezası aldığı, istinaf yoluna başvurulması nedeniyle kararın kesinleşmediği, 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun 5. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen terör örgütüne üye olma suçundan hakkında kovuşturma yürütüldüğünden baro levhasına avukat olarak yazılmasına karar verilmesinin yerinde görülmediği belirtilmiştir.
10. TBB Yönetim Kurulunun 7/12/2018 tarihli kararıyla, Bakanlığın geri gönderme gerekçelerinin usul ve yasaya uygun olduğu belirtilmiş ve bu karara uyularak başvurucunun baro levhasına yazılma talebi reddedilmiştir.
11. Başvurucu, baro levhasına yazılmamasına ilişkin TBB kararının iptali istemiyle Ankara 4. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) TBB'ye karşı iptal davası açmıştır.
12. Mahkeme 18/10/2019 tarihli kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Kararda; başvurucunun FETÖ/PDY'ye üye olma suçundan hapis cezası aldığı ve bu karara karşı yapılan istinaf başvurusunun reddedildiği, ceza kovuşturmasının sonucunun beklenmesinin yerinde olacağı gerekçesiyle bu aşamada baro levhasına avukat olarak yazılmamasına ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir.
13. Söz konusu karara karşı başvurucu tarafından yapılan istinaf başvurusu, Bölge İdare Mahkemesinin 13/2/2020 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir.
14. Nihai karar 11/3/2020 tarihinde tebliğ edilmiştir.
15. Başvurucu 1/4/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
C. Başvurucu Hakkında Yürütülen Ceza Kovuşturmasına İlişkin Süreç
16. Başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan 24/11/2017 tarihli iddianame İzmir 13. Ağır Ceza Mahkemesince 29/11/2017 tarihinde kabul edilerek kovuşturmaya başlanmıştır. Başvurucu, mahkemenin 2017/945 esasına kayıtlı davada verilen 25/9/2018 tarihli ve 2018/488 sayılı kararı ile silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmıştır.
17. Bu karara karşı yapılan istinaf başvurusu, İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 18. Ceza Dairesinin 2/5/2019 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Karar, Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 9/6/2020 tarihli kararı ile onanarak kesinleşmiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
18. Başvuruya konu derece mahkemelerinin kararlarının verildiği tarihte 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun "Avukatlığa kabulde engeller" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Aşağıda yazılı durumlardan birinin varlığı halinde, avukatlık mesleğine kabul istemi reddolunur :
a) Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan dolayı iki yıldan fazla süreyle hapis cezasına ya da Devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, (…) zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olmak,
...
Adayın birinci fıkranın (a) bendinde yazılı cezalardan birini gerektiren bir suçtan kovuşturma altında bulunması halinde, avukatlığa alınması isteği hakkındaki kararın bu kovuşturmanın sonuna kadar bekletilmesine karar verilebilir.
..."
B. Uluslararası Hukuk
19. Masumiyet karinesi bir fiilin hem ceza hem de idari bir soruşturmaya konu olmasına ve paralel olarak iki ayrı dava sürecinin yürütülmesine mâni değildir. Bu bağlamda masumiyet karinesi, cezai sorumluluk bulunmaması hâlinde dahi daha hafif bir ispat yükümlülüğü temelinde aynı eylemden kaynaklanan medeni ya da diğer sorumluluk biçimlerinin kurulmasını engellememektedir. Ayrıca suçlu olduğu kesin olarak hükme bağlanmamış olan bir kişiye yönelik kamu görevlileri tarafından kullanılan ifadelerde yer alan kelimelerin seçimi önemli olmakla birlikte kullanılan dilin masumiyet karinesini ihlal edip etmediği hususu, olaya ilişkin özel şartların da dikkate alınması suretiyle tespit edilmelidir (Güç/Türkiye, B. No: 15374/11, 23/1/2018, §§ 38, 39).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
20. Anayasa Mahkemesinin 26/7/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Adli Yardım Talebi Yönünden
21. Başvurucu, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur.
22. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler dikkate alınarak geçimini önemli ölçüde güçleştirmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucunun açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.
B. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
23. Başvurucu; Mahkemenin henüz kesinleşmemiş bir ceza yargısı kararını gerekçe olarak gösterdiğini, davasının kanunda yer almayan gerekçelerle reddedildiğini, kovuşturma altında bulunmanın levhaya yazılma talebinin reddedilmesine gerekçe olamayacağını ancak bekletilmesine gerekçe olabileceğini, hakkında kesinleşmiş bir mahkeme kararı olmadığını iddia ederek hakkaniyete uygun yargılanma hakkının, hukuki güvenlik ve hukuk devleti ilkelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
b. Değerlendirme
24. Anayasa’nın iddianın incelenmesinde dayanılacak olan "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
25. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetinin Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
26. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile uyuşmazlık konusunda varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içeren tespit ve sonuçlar bu kapsamda değildir (konuya ilişkin birçok karar arasından bkz. Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013).
27. Ancak temel hak ve özgürlüklere müdahalenin söz konusu olduğu durumlarda derece mahkemelerinin takdir ve değerlendirmelerinin Anayasa'daki güvencelere etkisini nihai olarak değerlendirecek merci Anayasa Mahkemesidir. Bu itibarla Anayasa'da öngörülen güvenceler dikkate alınarak bireysel başvuru kapsamındaki temel hak ve özgürlüklerin ihlal edilip edilmediğine ilişkin herhangi bir inceleme kanun yolunda gözetilmesi gereken hususun incelenmesi olarak nitelendirilemez (Şahin Alpay (2) [GK], B. No: 2018/3007, 15/3/2018, § 53).
28. Diğer taraftan Anayasa Mahkemesi çok istisnai durumlarda temel hak ve özgürlüklerden biri ile doğrudan ilgili olmayan bir şikâyeti kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin yasak kapsamına girmeden inceleyebilir. Açık bir keyfîlik nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin temelden sarsıldığı ve adil yargılama hakkı kapsamındaki usule ilişkin güvencelerin anlamsız hâle geldiği çok istisnai hâllerde, aslında yargılamanın sonucuna ilişkin olan bu durumun bizatihi kendisi usule ilişkin bir güvenceye dönüşmüş olur. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin derece mahkemelerinin değerlendirmelerinin usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle getirip getirmediğini ve açık bir keyfîlik nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin temelden sarsılıp sarsılmadığını incelemesi, yargılamanın sonucunu değerlendirdiği anlamına gelmez. Sonuç olarak Anayasa Mahkemesi derece mahkemelerinin delillerle ilgili değerlendirmelerine ancak açık bir keyfîlik ve adil yargılanma hakkı kapsamındaki usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle getiren bir uygulama varsa müdahale edebilecektir (Ferhat Kara [GK], B. No: 2018/15231, 4/6/2020, § 149; M.B., § 83).
29. Başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan açılan dava sonrası 29/11/2017 tarihinde kovuşturmaya başlandığı (§ 16), TBB'nin 7/12/2018 tarihli kararıyla bu dava nedeniyle başvurucunun Baro levhasına yazılma talebinin reddine karar verdiği anlaşılmaktadır. Mahkemenin davayı reddetmesinin gerekçesi de başvurucu hakkında FETÖ/PDY'ye üye olmak suçundan kovuşturma bulunmasıdır (§ 12).
30. Başvuru konusu olayda TBB, başvurucu hakkında işlem tarihinden önce başlamış ve hâlen devam eden kovuşturma bulunduğu gerekçesiyle 1136 sayılı Kanun'un 5. maddesinin üçüncü fıkrasındaki takdir yetkisini kullanarak başvurucunun levhaya yazılma talebini kabul etmemiştir. Bu tespitler ışığında somut olayda, B.A.Y. ([GK], B. No: 2019/19788, 5/7/2022) kararından farklı olarak, iptal davasına konu idari işlem tarihinde mevcut olmayan bir duruma dayanılmasının ve meslek kuruluşlarına tanınan takdir yetkisi kapsamında olan bir konuda mahkemenin doğrudan bir karar vermesinin söz konusu olmadığı görülmektedir.
31. Başvurucu tarafından ileri sürülen iddialar, derece mahkemesince delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanmasına ilişkin olup mahkeme kararında bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik oluşturan bir durumun da bulunmadığı dikkate alındığında ihlal iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır (benzer yöndeki karar için bkz. Mehmet Bayraktar (3), B. No: 2018/33486, 3/12/2020, § 48-51).
32. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Masumiyet Karinesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
33. Başvurucu, suçlu olduğu sabit olmadan, hakkında devam eden ceza yargılaması esas alınarak, kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı olduğu varsayımıyla karar verilmesinin ve avukatlığa kabul edilmemesinin masumiyet karinesini ihlal ettiğini ileri sürmektedir.
34. Masumiyet karinesi, Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında "Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz." şeklinde düzenlenmiştir. Anayasa’nın 36. maddesinde ise herkesin iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmektedir. Anılan maddeye adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılama hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, kendisine bir suç isnat edilen herkesin suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılacağı düzenlenmiştir. Bu itibarla masumiyet karinesi, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının bir unsuru olmakla beraber suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimsenin suçlu sayılamayacağına dair 38. maddesinin dördüncü fıkrasında ayrıca düzenlenmiştir (Fameka İnş. Plastik San ve Tic. Ltd. Şirketi, B. No: 2014/3905, 19/4/2017, § 27).
35. Masumiyet karinesi, hakkında suç isnadı bulunan bir kişinin adil bir yargılama sonunda suçlu olduğuna dair kesin hüküm tesis edilene kadar masum sayılması gerektiğini ifade etmekte ve hukuk devleti ilkesinin de bir gereğini oluşturmaktadır (AYM, E.2013/133, K.2013/169, 26/12/2013). Anılan karine, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına almaktadır. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz (Kürşat Eyol, B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 26).
36. Adil yargılanma hakkının bir unsuru olan masumiyet karinesinin sağladığı güvencenin iki yönü bulunmaktadır. Güvencenin ilk yönü; kişi hakkındaki ceza yargılaması sonuçlanıncaya kadar geçen, bir başka ifadeyle kişinin ceza gerektiren bir suçla itham edildiği (suç isnadı altında olduğu) sürece ilişkin olup suçlu olduğuna dair hüküm tesis edilene kadar kişinin suçluluğu ve eylemleri hakkında erken açıklamalarda bulunulmasını yasaklar. Güvencenin bu yönünün kapsamı sadece ceza yargılamasını yürüten mahkemeyle sınırlı değildir. Güvence aynı zamanda diğer tüm idari ve adli makamların da işlem ve kararlarında, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kişinin suçlu olduğu yönünde ima ya da açıklamalarda bulunmamasını gerekli kılar. Dolayısıyla sadece suç isnadına konu ceza yargılaması kapsamında değil ceza yargılaması ile eş zamanlı olarak yürütülen diğer hukuki süreç ve yargılamalarda da (idari, hukuk, disiplin gibi) masumiyet karinesinin ihlali söz konusu olabilir (Galip Şahin, B. No: 2015/6075, 11/6/2018, § 39).
37. Güvencenin ikinci yönü ise ceza yargılaması sonucunda mahkûmiyet dışında bir hüküm kurulduğunda devreye girer ve daha sonraki yargılamalarda ceza gerektiren suçla ilgili olarak kişinin masumiyetinden şüphe duyulmamasını, kamu makamlarının toplum nezdinde kişinin suçlu olduğu izlenimini uyandıracak işlem ve uygulamalardan kaçınmasını gerektirir (Galip Şahin, § 40).
38. Ceza muhakemesiyle eş zamanlı olarak yürütülen, bir başka ifadeyle kişinin henüz suç isnadı altında olduğu, ceza makamları tarafından hakkında herhangi bir hüküm kurulmadığı süreçte devam eden idari süreç veya yargılamalarda masumiyet karinesi bakımından önemli olan husus kamu makamlarının işlem ya da kararlarında belirttikleri gerekçeler veya kullandıkları dil nedeniyle bireye cezai sorumluluk yüklememeleri, ceza mahkemeleri tarafından henüz suçlu bulunmamış bireyin masumiyeti üzerine gölge düşürülmesine sebebiyet vermemeleridir (Galip Şahin, § 47). Bununla birlikte ceza yargılamasına konu maddi olay ve olguların diğer kamu makamlarınca (idari/adli) ayrıca değerlendirilmesi ve bu değerlendirme sonucunda ulaşılacak kanaate göre işlem/karar tesis edilmesi mümkündür. Ancak adli ve idari makamların kendi görev sınırlarını aşarak kişiyi suçlu ilan etmesi veya bu bağlamda birtakım çıkarımlarda bulunması masumiyet karinesinin ihlaline yol açabilir. Masumiyet karinesi kapsamındaki güvencelerin sağlanıp sağlanmadığının tespiti yapılırken ise kararın gerekçesinin bir bütün olarak değerlendirilmesi gerekir (Galip Şahin, § 48).
39. Mevcut bireysel başvuruya konu olan yargılamada, başvurucu hakkındaki ceza yargılaması sürecine, sebeplerine dair hukuki irdeleme yapılmamıştır. Mahkeme kararında; suça konu bir eylemin gerçekleşip gerçekleşmediği yönünde bir değerlendirmede bulunulmamış, suçun varlığına yönelik bir kabul ile hareket edilmemiş, kovuşturmanın devam ettiği, ceza yargılama sürecinin sonucunun beklenmesinin yerinde olacağı yönünde ifadelere yer verilmiştir. Mahkemenin başvurucunun baro levhasına yazılma talebinin reddedilmesine ilişkin işlemi hukuka uygun bulmasının gerekçesi, başvurucu hakkında ceza kovuşturmasının devam ediyor olmasıdır. Mahkeme tarafından önündeki davayı çözmek için gerekli olan çerçevede başvurucu hakkında devam eden ceza kovuşturması nedeniyle hükme ulaşıldığı görülmüştür. Bu bağlamda başvurucunun masumiyet karinesini ihlal edecek şekilde idari yargılama sınırlarının aşılmadığı ve suçlayıcı bir dil kullanılmadığı anlaşılmaktadır.
40. Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde masumiyet karinesinin ihlal edilmediğinin açık olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
41. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
42. Başvurucu, mesleğini yapamaması nedeniyle sosyal güvenlik haklarından ve avukatlık gelirinden mahrum bırakıldığını ve bu durumun mülkiyet hakkını ihlal ettiğini ileri sürmektedir.
2. Değerlendirme
43. Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanında yer alan mülkiyet hakkı; mevcut mal, mülk ve ekonomik değerleri koruyan bir temel haktır. Kişinin hâlihazırda sahibi olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma hakkı, bu konudaki menfaati ne kadar güçlü olursa olsun mülkiyet kavramı içinde değildir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No: 2012/636, 15/4/2014, § 36). Ayrıca gelecekte elde edileceği iddia edilen bir gelirin mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilmesi mümkün değildir (Sultan Tokay ve diğerleri, B. No: 2013/1122, 26/6/2014, § 42).
44. Bir mülk veya alacakla ilgili olarak hak iddia eden kişinin söz konusu hakkın varlığını hukuken ispat etmesi gerekir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, § 38).
45. Somut olayda başvurucunun Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı kapsamına giren bir ekonomik değeri veya en azından böyle bir değeri elde etme yönünde meşru beklentisi bulunmadığı anlaşılmaktadır.
46. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
D. Çalışma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
47. Başvurucu, baro levhasına yazılma talebinin reddedilmesiyle diplomasının ve staj bitim belgesinin geçersiz hâle geldiğini, iş bulmasının imkânsız hâle getirildiği, sivil ölüme terk edildiğini ileri sürerek çalışma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
48. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre bireysel başvurunun incelenebilmesi için kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme ve Türkiye’nin taraf olduğu bu Sözleşme'ye ek protokollerin kapsamına da girmesi gerekir. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan hak ihlali iddiasını içeren başvurular bireysel başvurunun kapsamında değildir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
49. Somut olayda, başvurucunun başvuru dilekçesinde ifade ettiği şekliyle ihlal edildiğini ileri sürdüğü çalışma hürriyeti ve hakkının Anayasa ve Sözleşme ile Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerin ortak koruma alanına girmediği anlaşılmıştır.
50. Açıklanan gerekçelerle başvurunun konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
E. Eşitlik İlkesi ile Özel Hayata ve Aile Hayatına Saygı Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar
51. Başvurucu 1/4/2020 tarihli bireysel başvurusundan sonra 17/9/2020 havale tarihli dilekçesiyle eşitlik ilkesinin, Bakanlık görüşüne cevap verdiği 4/1/2021 havale tarihli dilekçeyle de özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
52. Bireysel başvuruların, 6216 sayılı Kanun'un 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası ile İçtüzük'ün 64. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca başvuru yollarının tüketildiği tarihten; başvuru yolu öngörülmemiş ise ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde Anayasa Mahkemesine doğrudan veya diğer mahkemeler yahut yurt dışı temsilcilikler vasıtasıyla yapılması gerekmektedir (Yasin Yaman, B. No: 2012/1075, 12/2/2013, §§ 18, 19).
53. Bireysel başvurunun kabul edilebilirlik koşullarından olan başvuru süresine riayet edilmesi şartı, bireysel başvuru incelemesinin her aşamasında resen dikkate alınması gereken bir başvuru koşuludur (Taner Kurban, B. No: 2013/1582, 7/11/2013, § 19).
54. Kural olarak başvurucular tarafından bireysel başvuru formunda ileri sürülen ihlal iddiaları ile bu iddiaların dayanağı olan vakıaların bireysel başvuru için öngörülen otuz günlük başvuru süresi içinde Anayasa Mahkemesine sunulması gerekir. Bununla birlikte otuz günlük sürenin dolmasından sonra ileri sürülen şikâyetler, ancak haklı bir mazeret nedeniyle ve süresi içinde ileri sürülen ilk şikâyetin belirli yönlerini oluşturmaları hâlinde incelenebilir (Seyithan Akkuş, B. No: 2013/4267, 24/2/2016, § 28).
55. Başvurucu tarafından 1/4/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunulduktan sonra otuz günlük başvuru süresinin dolması akabinde, 17/9/2020 ve 4/1/2021 tarihinde Mahkemeye gönderilen ve herhangi bir mazeret belirtilmeyen dilekçede ileri sürülen iddiaların başvuru formunda sunulanlardan farklı olduğu anlaşılmıştır. Bu kapsamda Anayasa Mahkemesine sunulan dilekçelerin değerlendirmeye tâbi tutulması hâlinde bir kez bireysel başvuru yapıldıktan sonra başvuru sonlandırılıncaya kadar başvuru dosyasına yeni vakıaların, farklı hak ihlali iddialarının sunulmasının kaçınılamaz olacağından ve bu durumda bireysel başvuru için öngörülen otuz gün kuralı anlamsız hâle geleceğinden otuz günlük başvuru süresi sonrasında sunulan dilekçelerde ileri sürülen yeni iddiaların incelenmesi ve değerlendirilmesi mümkün değildir (Ümüt Demir, B. No: 2012/1000, 18/9/2014, § 31).
56. Açıklanan gerekçeyle başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin süre aşımı nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun adli yardım talebinin KABULÜNE,
B. 1. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Çalışma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
5. Eşitlik ilkesi ile özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların süre aşımı nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
C. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 339. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca tahsil edilmesi mağduriyetine neden olacağından adli yardım talebi kabul edilen başvurucunun yargılama giderlerini ödemekten TAMAMEN MUAF TUTULMASINA 26/7/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.