TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
SEDAT HASPOLAT BAŞVURUSU (2)
|
(Başvuru Numarası: 2020/22495)
|
|
Karar Tarihi: 15/6/2021
|
R.G. Tarih ve Sayı: 10/8/2021-31564
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
|
|
İrfan FİDAN
|
Raportör
|
:
|
Ayhan KILIÇ
|
Başvurucu
|
:
|
Sedat HASPOLAT
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru; Anayasa Mahkemesinin mülkiyet hakkının ihlal
edildiğine ilişkin kararı üzerine yapılan yeniden yargılamada ihlal kararına
uygun karar verilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının, istinaf incelemesinin
duruşmasız olarak yapılması, istinaf mahkemesi kararının kesin olarak verilmesi
ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal
edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 27/7/2020 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda
bulunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
Anayasa Mahkemesinin Sedat Haspolat (B. No: 2014/12849, 20/7/2017)
kararına göre ilgili olaylar özetle şöyledir:
A. Olayın Arka
Planı
9. Başvurucu 1946 doğumlu olup İstanbul'da ikamet
etmektedir. Başvurucu, Millî Eğitim Bakanlığına bağlı kurumlarda öğretmen
olarak görev yapmıştır. Başvurucu aynı zamanda öğretmenlik görevinden arta
kalan zamanlarında serbest avukatlık faaliyetinde bulunmuştur.
10. Başvurucu, Emekli Sandığı yanında 17/7/1964 tarihli
ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun 86. maddesinde düzenlenen topluluk
sigortasına tabi olmuş ve 1/1/1980 ile 29/5/2001 tarihleri arasında avukatlık
hizmetlerinden dolayı topluluk sigortasına toplam 7.608 iş günü karşılığı prim
ödemiştir. Başvurucu, öğretmenlikten 15/9/1994 tarihinde emekli olmuş ve bu
tarihten itibaren Emekli Sandığı tarafından başvurucuya emeklilik aylığı
bağlanmıştır. Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından başvurucuya 506 sayılı
Kanun’un 86. maddesi uyarınca 1/8/2002 tarihinden itibaren topluluk sigortası
kapsamında yaşlılık aylığı ödenmeye başlanmıştır.
11. Emekli Sandığı ile yapılan yazışmalar sonucunda
başvurucunun 1/1/1967-1/7/1967 ve 1/1/1970-15/9/1994 tarihleri arasında Emekli
Sandığına tabi hizmetlerinin olduğu, 15/9/1994 tarihinden itibaren de Emekli
Sandığı tarafından kendisine emeklilik aylığı bağlandığı anlaşılmıştır.
12. SGK İstanbul İl Müdürlüğünün (İl Müdürlüğü) 31/3/2008
tarihli işlemiyle 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun 188.
maddesine atıfta bulunularak başvurucunun aynı zamanda Emekli Sandığından da
yararlandığı gerekçesiyle topluluk sigortası kapsamındaki yaşlılık aylığı
ödemeleri durdurulmuştur. Aynı işlemde 1/8/2002 ile 21/4/2008 tarihleri
arasında ödenen toplam 33.096,12 TL'lik yaşlılık aylığının 1/1/1980 ile
29/5/2001 tarihleri arasında ödenen primler mahsup edildikten sonra kalan
kısmının tahsilinin sağlanması için gereken işlemlerin yapılması istenmiştir.
İl Müdürlüğünün 31/3/2008 tarihli başka bir yazısıyla başvurucudan -33.096,12
TL borcu ödemek üzere- en kısa zamanda İl Müdürlüğüne müracaatı istenmiştir.
B. Yaşlılık
Aylığının Kesilmesi ile Geçmişe Yönelik Borç Çıkarılmasına İlişkin İşleme Karşı
Açılan Davalar
13. Yaşlılık aylığının kesilmesi ve geçmişe yönelik
olarak 33.096,12 TL borç çıkarılmasına ilişkin 31/3/2008 tarihli işlemin iptali
ve yürütmesinin durdurulması istemiyle başvurucu tarafından İstanbul 8. İdare
Mahkemesinde iptal davası açılmıştır. Anılan Mahkemenin 14/7/2008 tarihli
kararıyla davanın görev yönünden reddine karar verilmiştir. Bu karara karşı
yapılan temyiz istemi, Danıştay Onbirinci Dairesinin 22/4/2009 tarihli
kararıyla reddedilerek karar onanmıştır.
14. Başvurucu 12/8/2008 tarihinde aynı işleme karşı
İstanbul 7. İş Mahkemesinde de dava açmıştır. Başvurucu, dava dilekçesinde
emekli aylıklarının ödenen primlerin neması niteliğinde olduğunu ve kesilemeyeceğini
ileri sürülmüştür. Anılan Mahkemece 16/12/2009 tarihinde dava reddedilmiştir.
Kararda, 1136 sayılı Kanun'un 188. maddesi uyarınca Emekli Sandığına tabi
olarak çalışıldığı sürelerde yatırılan topluluk sigortası primlerinin geçerli
olmadığı ve ayrıca Emekli Sandığına tabi olarak emekli olunduktan sonra
topluluk sigortasına tabi olunmasının mümkün olmadığı gerekçelerine
dayanılmıştır. Değinilen karar, Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin (Daire) 13/5/2010
tarihli kararıyla onanmıştır.
C. Başvurucu Aleyhine
Başlatılan İcra Takibi ve Açılan İtiraz İptali Davası
15. İl Müdürlüğü tarafından 1/6/2009 tarihinde Şişli 2.
İcra Müdürlüğünde başvurucu aleyhine 33.096,12 TL anapara, 1.060,85 TL de faiz
olmak üzere toplam 34.157,01 TL'nin tahsili amacıyla icra takibi
başlatılmıştır. Başvurucunun itirazıyla takibin durması üzerine İl Müdürlüğü
29/7/2009 tarihinde İstanbul 8. İş Mahkemesinde (İş Mahkemesi) itirazın iptali
davası açmıştır. Başvurucu, karşı dava açarak emeklilik için ödediği primlerin
en yüksek banka mevduat faizi uygulanmak suretiyle iadesi isteminde
bulunmuştur.
16. İş Mahkemesince bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır.
Bilirkişi raporuna, yaşlılık aylığının kesilmesine ve geçmişe yönelik borç
çıkarılmasına ilişkin işleme karşı açılan davada davanın reddine ilişkin olarak
İş Mahkemesince verilen kararın Dairenin 13/5/2010 tarihli kararıyla onanarak
kesinleştiği işlenmiştir. Raporda ayrıca 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı
Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun 96. ve devamı maddelerinin
olayda uygulanacağının Yargıtay tarafından da kabul edildiği ve bu nedenle
somut olaya ilişkin değerlendirmenin bu mevzuata göre yapılması gerektiği ifade
edilmiştir. Raporda, başvurucunun çifte sigortalılık durumunu bilmesi nedeniyle
anılan 96. maddenin birinci fıkrasının (a) bendi uyarınca geriye yönelik on
yıllık ödemelerin tahsilinin mümkün olduğu ve dolayısıyla 6/11/1998 tarihinden
sonra yapılan tüm ödemelerin iadesinin istenebileceği görüşü açıklanmıştır.
Bilirkişi raporunda, idarenin 6/11/2008 tarihli yazıyla durumdan haberdar
olduğu kabul edilerek 1/6/2009 tarihinde başlatılan icra takibinin bir yıllık
zamanaşımı süresi içinde olduğu savunulmuştur. Raporda son olarak başvurucu
tarafından yatırılan primler 28,04 TL, bunlara işleyen faiz ise 144,75 TL
olarak hesaplanmıştır.
17. İş Mahkemesince 22/5/2013 tarihli kararla İl
Müdürlüğü tarafından açılan dava kabul edilerek itirazın iptaline ve takibin
devamına karar verilmiş, başvurucunun karşı davası da kısmen kabul edilmiştir.
Kararın gerekçesinde idari işleme karşı açılan davanın İstanbul 7. İş
Mahkemesinin 16/12/2009 tarihli kararıyla reddedildiği ve bu kararın Daire
tarafından onanarak kesinleştiği belirtilmiştir. Gerekçede ayrıca idarenin
6/11/2008 tarihinde çifte sigortalılık durumundan haberdar olması üzerine bir
yıl içinde takibat başlattığı ifade edilmiştir. Gerekçenin devamında 5510
sayılı Kanun'un 96. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi uyarınca geriye
dönük on yıllık yersiz ödemelerin iadesi yoluna gidilmesinin mümkün olduğu
açıklanmıştır. İş Mahkemesi kararında, başvurucu tarafından ödenen topluluk
sigortası primlerinin Emekli Sandığı ile çakışan döneme isabet eden bölümünün
iadesi gerektiği belirtilerek bilirkişi tarafından hesaplanan 28,04 TL anapara
ve 144,75 TL faiz olmak üzere toplam 172,79 TL'nin başvurucuya ödenmesi
gerektiği ifade edilmiştir.
18. Başvurucu 22/8/2013 tarihli dilekçe ile bu kararı
temyiz etmiştir. Temyiz dilekçesinde, işlemin tesis edildiği tarihte yürürlükte
bulunun 506 sayılı Kanun'un 84. maddesinin son fıkrası hükmünün uygulanması
gerektiğini savunmuştur. Dilekçede başvurucu, anılan hüküm uyarınca yersiz
ödenen yaşlılık aylıklarının iadesinin istenmesinin mümkün olmadığını ifade
etmiş; davacı idarenin bu hüküm yerine işlemin tesis edildiği tarihten sonra
1/10/2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanun hükümlerini uyguladığını
belirtmiştir. Temyiz dilekçesinde ayrıca 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra
İflas Kanunu'nun 72. maddesinin yedinci fıkrası gereğince icra takibinin
alacağın öğrenilmesinden itibaren bir yıl içinde başlatılması gerekirken
1/6/2009 tarihinde başlatılmış olması nedeniyle hak düşürücü sürenin geçtiğini
ileri sürmüştür. Başvurucu son olarak ödenen primlerin güncellenerek iadesi
gerektiğini vurgulamıştır. Dairenin 26/5/2014 tarihli kararıyla karar
onanmıştır.
D. Anayasa
Mahkemesine Yapılan Bireysel Başvuru
19. Başvurucu 1/8/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine
bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvuru formunda; topluluk sigortası
kapsamında ödenen yaşlılık aylığının kesilmesi ve önceden ödenenlerin de iadesi
yolunda işlem tesis edilmesi, bu işlem üzerine topluluk sigortasına ödenen
primlerin iadesi istemiyle açılan davada iadesine hükmedilen primlerin
güncellenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddialar
ileri sürmüştür. Başvuru dilekçesinde ayrıca 63.334 TL'ye ulaşan iade borcu
nedeniyle taşınmazının ve aracının haczedildiğini belirtmiştir.
20. Anayasa Mahkemesi 20/7/2017 tarihinde başvuruyu
karara bağlamıştır. Anılan kararda, başvurucunun yaşlılık aylığının geleceğe
yönelik olarak iptal edilmesi şikâyeti zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle
kabul edilemez bulunmuştur. Başvurucunun avukatlık faaliyeti kapsamında
topluluk sigortasına ödediği 7.608 iş günü karşılığı primin güncellenmemesine
yönelik şikâyetinin ise bu iddianın ilk kez temyiz aşamasında ileri sürülmesi
sebebiyle başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez
olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Araç ve ev haczine yönelik şikâyet de
temellendirilemediği gerekçesiyle kabul edilemez bulunmuştur.
21. Anayasa Mahkemesi son olarak, ödenen yaşlılık
aylıklarının iadesi istemiyle ilgili şikâyeti incelemiştir. Anılan kararda
yaşlılık aylıklarının başvurucuya ödenmekle mevcut mal varlığı hâline geldiği
ve bunların iadesi yolunda işlem tesis edilmesinin mülkiyet hakkına müdahale
teşkil ettiği sonucuna ulaşmış (Sedat Haspolat, §§ 64-65), müdahalenin
mülkiyetin kullanılmasının düzenlenmesi şeklindeki üçüncü kural çerçevesinde
incelenmesi gerektiğini değerlendirmiştir (Sedat Haspolat, §§ 66-70).
Anayasa Mahkemesi bundan sonraki aşamada müdahalenin kanuni dayanağının bulunup
bulunmadığını incelemiştir. Derece mahkemelerinin geçmiş dönemde yapılan
ödemelerin iadesine ilişkin 31/3/2008 tarihli işlemin yasal dayanağı olarak
1/10/2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanun'un 96. maddesinin birinci
fıkrasının (a) bendini gösterdiklerini gözeten Anayasa Mahkemesi, müdahalenin
kanuni dayanağının bulunmadığı sonucuna ulaşmıştır (Sedat Haspolat, §§
74-78).
22. Anayasa Mahkemesi, müdahalenin kanuni dayanağının
bulunup bulunmadığı hususunda inceleme yapılırken Anayasa'nın 2. maddesinde
düzenlenen hukuk devleti ilkesinin ve bu bağlamda kanunların geriye yürümezliği
ilkesinin de gözönünde bulundurulması gerektiğine dikkat çekmiştir (Sedat
Haspolat, § 75). Anayasa Mahkemesi kişilere yükümlülük yükleyen bir kanun
hükmünün yürürlüğe girdiği tarihten önceki dönemde tesis edilen idari işlemlere
uygulanmasının geriye yürüme mahiyeti taşıdığına vurgu yapmış,
kanunların hukuk devletinin temel güvencelerinden biri olan geriye yürümezlik
ilkesini zedeleyecek biçimde uygulanması suretiyle mülkiyet hakkına müdahalede
bulunulmasının kanunilik güvencesinin ihlali sonucunu doğurabileceğine işaret
etmiştir (Sedat Haspolat, § 77).
23. İdari işlemin tesis edildiği tarihte 5510 sayılı
Kanun'un 96. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinin yürürlükte olmadığını
hatırlatan Anayasa Mahkemesi 1/10/2008 tarihinde yürürlüğe giren söz konusu
hükmün 31/3/2008 tarihinde tesis edilen idari işlemin yasal dayanağını teşkil
etmesinin mümkün olmadığını belirtmiş, idare veya derece mahkemelerince başkaca
bir yasal dayanağın da gösterilmediğinin altını çizerek başvurucuya ödenen
yaşlılık aylıklarının iadesinin istenmesi suretiyle mülkiyet hakkına yapılan
müdahalenin kanuni dayanaktan yoksun olduğu sonucuna ulaşmıştır (Sedat
Haspolat, § 78). Müdahalenin kanunilik unsurunu taşımadığını tespit eden
Anayasa Mahkemesi, ölçülülük ilkesi yönünden ayrıca bir denetim yapmamıştır (Sedat
Haspolat, § 80).
E. İhlal
Kararından Sonraki Süreç
24. İhlal kararı sonrasında İş Mahkemesince yeniden
yargılama yapılmıştır. İş Mahkemesi 6/12/2017 tarihli kararıyla başvurucunun
itirazının iptali ve takibin devamı şeklindeki önceki hükmü onamıştır.
25. Kararın gerekçesinde 506 sayılı Kanun'un 121. maddesi
metnine yer verildikten sonra 5510 sayılı Kanun'la anılan hükmün yürürlükten
kaldırıldığı ve yersiz ödemelerin iadesi konusunun 5510 sayılı Kanun'un 96.
maddesinde düzenlendiği hatırlatılmıştır. Kararda Yargıtay Hukuk Genel
Kurulunun 15/6/2011 tarihli ve E.2011/21-362, K.2011/409 sayılı kararına atıfla
kanunların geriye yürümesi konusunda mevzuatta genel bir düzenleme bulunmadığı,
ilke olarak her kanunun yürürlüğe girdiği andan itibaren derhâl hukuksal
sonuçlar doğurmaya başlayacağı, sosyal güvenlik hukukunun kamu düzenini
ilgilendirmesi nedeniyle bu alandaki kanunların yürürlüğe girdiği andan
itibaren derhâl hukuki sonuçlar doğuracağı belirtilmiştir. Yargıtay Hukuk Genel
Kurulu kararına yollama yapan İş Mahkemesine göre 506 sayılı Kanun'un 121.
maddesi yersiz ödemelerin kayıtsız şartsız iadesini öngördüğü hâlde 5510 sayılı
Kanun'un 96. maddesi hak sahibinin iyi niyetli olması ile kötü niyetli olmasına
göre ayrım yapmıştır. Dolayısıyla 5510 sayılı Kanun'un 96. maddesi 506 sayılı
Kanun'un 121. maddesine nazaran lehe bir düzenleme niteliğindedir. Sosyal
güvenlik hukukunun kamu düzenini ilgilendiren niteliği karşısında 5510 sayılı
Kanun'un 96. maddesi hükmünün devam etmekte olan uyuşmazlıklara da uygulanması
gerekir. 5510 sayılı Kanun'un 96. maddesi sebepsiz zenginleşme konusuna ilişkin
özel bir düzenleme niteliğindedir, bu nedenle 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı
Borçlar Kanunu'nun 63. maddesi hükmüne nazaran uygulama önceliği vardır.
26. İş Mahkemesi, avukat olan başvurucunun topluluk
sigortası primi ödediğini ve bunun çifte sigortalılık durumuna girebileceğini
bilebilecek durumda olduğunu kabul etmiş ve 5510 sayılı Kanun'un 96. maddesinin
birinci fıkrasının (a) bendine göre geriye doğru on yıllık süre ile sınırlı
olarak yersiz ödemeleri iade sorumluluğunun bulunduğunu ifade etmiştir. İş
Mahkemesi ayrıca 5510 sayılı Kanun'un uygulanamayacağı kabul edilse dahi idari
işlem tarihinde yürürlükte bulunan 506 sayılı Kanun'un 121. maddesi kapsamında
davalıdan yaşlılık aylıklarının iadesinin istenmesinin mümkün olduğunu
belirtmiştir.
27. Başvurucu bu karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur.
Temyiz dilekçesinde önceki aşamalarda ileri sürülen iddiaları tekrarlamakla
birlikte Anayasa Mahkemesi kararının yok sayıldığını ifade etmiştir. Yargıtay
10. Hukuk Dairesi, kararın temyiz değil istinaf kanun yoluna tabi olduğu
gerekçesiyle başvurunun İstanbul Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine
13/12/2018 tarihinde karar vermiştir.
28. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 34. Hukuk Dairesi
(Bölge Adliye Mahkemesi) 25/12/2019 tarihli kararıyla istinaf istemini esastan
kesin olarak reddetmiştir. Bununla birlikte Bölge Adliye Mahkemesi ilk derece
mahkemesininkinden farklı bir gerekçeye yer vermiştir. Bölge Adliye Mahkemesi
kararının ilgili kısmında özetle şunlar ifade edilmiştir:
i. Değerlendirilmesi gereken öncelikli mesele mülkiyet
hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağının bulunup bulunmadığıdır. Nitekim
Anayasa Mahkemesi kararında da müdahalenin kanuni dayanağının bulunmadığı
gerekçesiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.
ii. Davanın yasal dayanağını oluşturan 506 sayılı
Kanun'un 121. maddesinin ikinci fıkrasında; yanlış ve yersiz ödendiği anlaşılan
her türlü gelir, aylık ve sigorta yardımlarının 84.maddenin son fıkrası saklı
kalmak kaydıyla ilgililerin sonraki her çeşit istihkaklarından kesilmek
suretiyle geri alınacağı, 84. maddesinde ise yanlış ve yersiz olarak alınmış
olduğu anlaşılan primlerin alındıkları tarihlerden on yıl geçmemiş ise
hisseleri oranında işverenlere ve sigortalılara geri verileceği, primleri geri
verilenlere hastalık, analık, malullük, yaşlılık ve ölüm sigortalarından
yapılmakta olan yardımlar ile verilmekte olan ödenek ve aylıkların -ilgililer
bu sebeple gerekli yardım tahsis ve ödeme şartlarını yitirmiş olurlarsa-
durdurulacağı, şu kadar ki daha önce sağlanan yardımlara ait giderlerin
ilgililerden geri alınmayacağı hükme bağlanmıştır.
iii. 1136 sayılı Kanun'un 188. maddesi gereğince topluluk
sigortasından yararlanması ve ayrıca 506 sayılı Kanun kapsamında sigortalı
olması yasal olarak mümkün bulunmayan davacının sigortalılığının ve yaşlılık
aylığının iptaline yönelik kurum işlemi kanuna uygun bulunduğundan kurum
tarafından davacıya yapılan yaşlılık aylığına ilişkin ödemelerin yasal dayanağı
kalmamış, ödemeler yersiz ödeme niteliği kazanmıştır. Yersiz ödemelerin geri
alınması ise 506 sayılı Kanun'un 121. maddesinde düzenlenmiş olup başvurucudan
geri ödenmesinin talep edilmesinde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
iv. Aynı Kanun'un 84. maddesindeki "Şu kadar ki,
daha önce sağlanan yardımlara ait giderler ilgililerden geri alınmaz."
düzenlemesi ise yalnızca iyi niyetli sigortalıları kapsamaktadır. Buna göre
sigortalı; sahte belgeler sunarak, sigortalı olamayacağını bilebilecek durumda
olduğu hâlde kurumu yanıltmak veya gerçek durumunu gizleyerek buna ilişkin
bilgi ve belgeleri saklamak suretiyle sigortalı niteliği kazanmış ve sigorta
yardımlarından yararlanmışsa yersiz ödemelerin iadesi mümkündür. Anılan hüküm
yersiz ödemenin kurumun hatalı işlem ve eylemlerinden kaynaklandığı, diğer bir
deyişle yersiz ödemeye sigortalının neden olmadığı durumlarda uygulanabilir. Bu
düzenlemenin 818 sayılı Kanun'daki karşılığı 63. maddedir. Dolayısıyla iyi
niyetli sigortalının iade yükümlülüğünün bulunmadığının kabulü gerekir.
v. Avukatlık mesleğinin icra eden başvurucu 1136 sayılı
Kanun'un 188. maddesindeki düzenlemeyi ve çifte sigortalılığın hukuken mümkün
bulunmadığını bilebilecek durumda olduğu gibi topluluk sigortasına girişte ve
aylık talebi sırasında 5434 sayılı Kanun kapsamında sigortalı olduğuna ve
yaşlılık aylığı aldığına dair bilgi vermediğinden başvurucunun iyi niyetli
olarak kabulü mümkün değildir. Bir kimsenin kendi kusurundan yararlanması
evrensel hukuk ilkelerine de aykırıdır. Bu nedenle de başvurucunun 506 sayılı
Kanun'un 84. maddesinin son cümlesinden ve 818 sayılı Kanun'un 63. maddesinden
yararlandırılması mümkün değildir. Hâl böyle olunca Anayasa Mahkemesi kararında
belirtilen mülkiyet hakkına müdahalenin kanunilik unsurundaki yoksunluk,
yargılamanın iadesi talebinin konusu kararın onanmasına dair ilk derece
mahkemesi kararı ile giderilmiştir.
29. Nihai karar 13/7/2020 tarihinde başvurucuya tebliğ
edilmiştir. Başvurucu 27/7/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ
HUKUK
A. Ulusal Hukuk
30. 506 sayılı Kanun'un olay tarihinde yürürlükte bulunan
84. maddesi şöyledir:
"Yanlış ve yersiz olarak alınmış
olduğu anlaşılan primler, alındıkları tarihlerden on yıl geçmemiş ise,
hisseleri oranında işverenlere ve sigortalılara geri verilir.
İşverenlere geri verilecek primler için
Kurumca kanuni faiz de ödenir. Bu faiz, primin Kuruma yatırıldığı tarihi
takibeden aybaşından iadenin yapıldığı ayın başına kadar geçen süre için
hesaplanır.
Primleri geri verilenlere, primleri
iptal edilen çalışmaları dolayısiyle, Kurumca iş kazalariyle meslek hastalıkları
sigortasından yapılmakta olan yardım ve ödemeler durdurulur. Hastalık, Analık,
Malullük, Yaşlılık ve Ölüm Sigortalarından yapılmakta olan yardımlar ile
verilmekte olan ödenek ve aylıklar ise, ilgililer bu sebeple gerekli yardım,
tahsis ve ödeme şartlarını yitirmiş olurlarsa durdurulur. Şu kadar ki, daha
önce sağlanan yardımlara ait giderler ilgililerden geri alınmaz."
31. 506 sayılı Kanun'un olay tarihinde yürürlükte bulunan
121. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:
"Ancak, yanlış ve yersiz ödendiği
anlaşılan her türlü gelir, aylık ve sigorta yardımları 84 üncü maddenin son
fıkrası saklı kalmak kaydıyla, ilgililerin sonraki her çeşit istihkaklarından
kesilmek suretiyle geri alınır. Kurumun genel hükümlere göre takip hakkı
saklıdır."
32. 1136 sayılı Kanun'un olay tarihinde yürürlükte
bulunan 186. maddesi şöyledir:
"188 inci maddede yazılı olanlar
dışında kalan avukatların 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 86 ncı
maddesinde gösterilen 'Topluluk Sigortasına' girmeleri zorunludur. Ancak, bu
zorunluluk (Malullük, yaşlılık ve ölüm sigortası) bakımından olup, (İş kazaları
ve meslek hastalıkları), (Hastalık) ve (Analık) sigortalarına girmek avukatın
isteğine bağlıdır.
Topluluk Sigortasına tabi olan avukatlar
hakkında bu kanundaki özel hükümlere aykırı olmamak kaydı ile, 506 sayılı
Sosyal Sigortalar Kanunu ile 05/01/1961 gün ve 228 sayılı Kanun ve bu
kanunların ek ve tadilleri hükümleri uygulanır."
33. 1136 sayılı Kanun'un olay tarihinde yürürlükte
bulunan 188. maddesi şöyledir:
"Emekliliğe tabi bir görevde
çalışmakta olanlar, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu kapsamına girenler
(Aynı kanunun 85 inci maddesindeki isteğe bağlı sigortadan faydalananlar
dahil), geçici 2 nci maddedeki borçlanmak hakkından faydalananlar ile T.C.
Emekli Sandığından emeklilik veya malullük aylığı almakta olan yahut 506 sayılı
Sosyal Sigortalar Kanununa göre yaşlılık veya malullük sigortasından
faydalanmış bulunanlar ve aynı kanunun geçici 20 nci maddesindeki şartlara
uygun olarak faaliyette bulunan sandıklara tabi bulunan veya bu sandıklardan
faydalanmış olanlar 186 ncı madde uyarınca topluluk sigortasına giremezler.
Avukatın yukarıki fıkraya göre topluluk
sigortasına girememesi, avukatlık meslekinin icrasına engel teşkil etmez."
34. 5510 sayılı Kanun'un 1/10/2008 tarihinde yürürlüğe
giren 96. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Kurumca işverenlere,
sigortalılara, isteğe bağlı sigortalılara gelir veya aylık almakta olanlara ve
bunların hak sahiplerine, genel sağlık sigortalılarına ve bunların bakmakla
yükümlü olduğu kişilere, fazla veya yersiz olarak yapıldığı tespit edilen bu
Kanun kapsamındaki her türlü ödemeler;
a) Kasıtlı veya kusurlu davranışlarından
doğmuşsa, hatalı işlemin tespit tarihinden geriye doğru en fazla on yıllık
sürede yapılan ödemeler, bu ödemelerin yapıldığı tarihlerden,
...
itibaren hesaplanacak olan kanunî faizi
ile birlikte, ilgililerin Kurumdan alacağı varsa bu alacaklarından mahsup
edilir, alacakları yoksa genel hükümlere göre geri alınır.".
B. Uluslararası
Hukuk
35. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi kapsamındaki
davalara genel olarak uygulanan ilkelerin ve özellikle anılan maddenin mülk
edinme hakkını korumadığı biçimindeki ilkenin sosyal güvenlik ödemeleri ve sosyal
yardımlar yönünden de geçerli olduğunu belirtmektedir. AİHM, bu hükmün
Sözleşmeci devletlerin herhangi bir sosyal güvenlik planını uygulayıp
uygulamayacağının ya da bu planlar çerçevesinde kişilere ne tür menfaatlerin
sağlanacağının ve bunların miktarının ne kadar olacağının belirlenmesi
hususundaki serbestisine sınırlama getirmediğini vurgulamaktadır. Ancak AİHM'e
göre Sözleşmeci devletlerin -ister önceden kişilerin katkı yapma şartına bağlı
olsun ister olmasın- sosyal yardım ödemesi yapılmasını öngören yasal bir
düzenlemenin bulunması durumunda bu düzenlemenin ek 1 No.lu Protokol'ün 1.
maddesi kapsamına giren mülkiyete ilişkin bir menfaat doğurduğu kabul
edilmelidir (Moskal/Polonya, B. No: 10373/05, 15/9/2009, § 38).
36. AİHM, modern demokratik devletlerde birçok bireyin
yaşamını sürdürebilmek için hayatlarının tamamında ya da bir bölümünde sosyal
güvenlik ve sosyal yardım ödemelerine bağımlı olduğunu belirtmektedir. AİHM,
birçok hukuk sisteminin bu bireylerin belli bir derecede belirlilik ve
güvenliğe ihtiyaç duyduklarını kabul ederek onlara birtakım imkânlar
sağladığını ve bu çerçevede -öngörülen bazı koşulların yerine getirilmesi
şartıyla- bu bireylere çeşitli ödemeler yapılması yolunda düzenlemelere yer
verdiğini hatırlatmaktadır. AİHM'e göre bireylerin iç hukuka göre sosyal yardım
alma hakkının bulunduğu durumlarda bu ekonomik menfaatler ek 1 No.lu
Protokol'ün 1. maddesi kapsamına girer (Moskal/Polonya, § 39).
37. AİHM'e göre bir ekonomik menfaatin sonradan ortadan
kaldırılması, olayın somut koşulları çerçevesinde tek başına o ekonomik
menfaatin en azından ortadan kaldırıldığı ana kadar ek 1 No.lu Protokol'ün 1.
maddesi kapsamında mülk olarak görülmesini engellemez. Öte yandan tartışma
konusu ekonomik menfaate hak kazanmanın şarta bağlandığı durumlarda koşulun
yerine getirilmemesi sonucu kaybedilen hakkın ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi
anlamında mülk olarak değerlendirilmesi mümkün değildir (Moskal/Polonya,
§ 40).
38. AİHM, sosyal adaletin önemine dikkat çekmekle
birlikte bunun kural olarak kamu otoritelerinin -ihmallerinden kaynaklananlar
da dâhil olmak üzere- hatalı işlemlerini geri almasına engel teşkil
etmeyeceğinin altını çizmektedir. AİHM'e göre aksi karara varılması, haksız
zenginleşme yasağına aykırılık oluşturur. Bu durum aynı zamanda sosyal güvenlik
sistemine katkı payı ödeyen ve özellikle katkı payı ödedikleri hâlde kanuni
koşulları taşımamaları nedeniyle bundan yararlanamayan diğer bireylere
haksızlık oluşturur. Son olarak bu, sınırlı kamu kaynaklarının kamu yararına
uygun olmayan alanlara harcanması sonucunu doğurur (Moskal/Polonya, §
73).
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
39. Mahkemenin 15/6/2021 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Mülkiyet
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
40. Başvurucu;
i. Yaşlılık aylığı ödemelerinin 7.608 iş günü prim
karşılığında yapıldığını ve dolayısıyla yersiz olmadığını ifade etmektedir.
Hakkın geçmişe ilişkin boyutuna dokunulamayacağının Danıştayın yerleşik
içtihadı gereği olduğunu belirtmektedir. Kısmi zamanlı olarak avukatlık işini
yaparak ve prim ödeyerek yaşlılık aylığı alma hakkı elde ettiği hâlde bunların
geri istenmesinin hukuka ve Anayasa'ya aykırı olduğunu savunmakta, mülkiyet
hakkını ihlal ettiğini belirtmektedir. Derece mahkemeleri Anayasa Mahkemesi
kararına uymadıklarından Anayasa'nın 138. ve 153. maddelerinin ihlal edildiğini
ifade etmektedir.
ii. Yaşlılık aylığının kesilmesinin haksız olduğunu ileri
sürmektedir. Emekli aylığı iptal edildiği hâlde ödediği primlerin güncellenmeden
iade edildiğinden ve bu sebeple kurumun sebepsiz zenginleştiğinden
yakınmaktadır.
41. Bakanlık görüşünde;
i. İş Mahkemesi ve Bölge Adliye Mahkemesinin yeniden
yargılama üzerine verdikleri kararlarda işlemin kanuni dayanağını irdeledikleri
belirtilmiştir.
ii. İlgili mevzuat hükümleri gözetildiğinde başvurucunun
5434 sayılı Kanun'a tabi Emekli Sandığı iştirakçisi olduğu dönemde avukatlık
faaliyeti nedeniyle 506 sayılı Kanun'un 86. maddesi uyarınca topluluk
sigortasına tabi olmasına ve Emekli Sandığı emeklisi olduğu dönemde de
avukatlık faaliyetine ait hizmetlerinin uzun vadeli sigorta kolları bakımından
hizmet olarak değerlendirilmesine imkân bulunmadığı ifade edilmiştir.
Başvurucuya yersiz ödenen aylıkların borç çıkarıldığı tarihte 506 sayılı Kanun
hükümlerinin yürürlükte olduğu, dolayısıyla kurumca yapılan yersiz ödemelerin
iadesine esas maddenin 506 sayılı Kanun'un 121. maddesi olduğu vurgulanmıştır.
iii. Başvurucunun somut uyuşmazlığa 506 sayılı Kanun'un
84. maddesinin son fıkrasının uygulanmasına ilişkin talebiyle ilgili olarak ise
maddenin son fıkrasının ikinci cümlesinde "hastalık, analık, malullük,
yaşlılık ve ölüm sigortalarından yapılmakta olan yardımlar" ile
"verilmekte olan ödenek ve aylıklar" şeklinde ayrım
yapıldığına dikkat çekilmiş, bunlardan sadece yardımlara ait giderlerin geri
alınmayacağının belirtildiği görüşü açıklanmıştır. Bu durumda aylıkların geri
alınmayacağına ilişkin bir düzenlemenin yer almadığı gözönünde
bulundurulduğunda başvurucuya yersiz ödenen emekli aylığının iadesine ilişkin
işlemin kanuni dayanağının bulunduğu ve yeniden yargılama sürecinde derece
mahkemeleri tarafından bu hususun etraflıca değerlendirildiği kaydedilmiştir.
iv. Yargıtayın yerleşik kararlarında sosyal güvenlik
sisteminde çifte sigortalılığın mümkün olmadığının ve zorunlu sigortalılıkların
çakışması hâlinde önceden başlayıp devam eden sigortalılığın asıl ve geçerli
sigortalılık olduğunun kabul edildiği hatırlatılmıştır. Başvurucuya yersiz
ödenen emekli aylığının iadesine ilişkin işlemin sınırlı kamu kaynaklarının
kamu yararına uygun kullanılması gerekliliği karşısında meşru amaç taşıdığının
kabul edilmesi gerektiği ifade edilmiştir.
v. Başvurucunun topluluk sigortası kapsamında ödemiş
olduğu primlerin yersiz ödeme nedeniyle iadesi istenen tutardan mahsup edildiği
ve Emekli Sandığından aylık almaya devam ettiği vurgulanarak topluluk sigortası
kapsamında başvurucuya yersiz ödenen emekli aylığının iadesine ilişkin işlemin
başvurucuya aşırı ve orantısız bir külfet yükleyip yüklemediği değerlendirilirken
bunun gözönünde bulundurulması önerilmiştir.
42. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında başvuru
formundaki iddialarını tekrarlamıştır.
2. Değerlendirme
43. Anayasa'nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak
alınacak "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras
haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla,
kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum
yararına aykırı olamaz."
44. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16). Başvurucunun şikâyetinin özü, topluluk sigortası kapsamında yapılan
ödemelerin geri istenmesine yönelik olduğundan bu şikâyetin mülkiyet hakkı
kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
45. Başvurucu yaşlılık aylığının kesilmesinin haksız
olduğundan ve primlerin güncellenmeden iade edildiğinden da yakınmakta ise de Sedat
Haspolat kararında bu şikâyetler incelenip kabul edilemez bulunduğundan (Sedat
Haspolat, §§ 41-52) bunlara yönelik ayrıca bir inceleme yapılmayacaktır.
a. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
46. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Mülkün
Varlığı
47. Sedat Haspolat kararında yaşlılık aylıklarının
başvurucuya ödenmekle mevcut mal varlığı hâline geldiği kabul edilmiştir (Sedat
Haspolat, § 64).
ii. Müdahalenin Varlığı ve Türü
48. Başvurucuya ödenmek suretiyle başvurucunun mevcut mal
varlığına dâhil olan yaşlılık aylıklarının iadesi yolunda işlem tesis edilmesi mülkiyet
hakkına müdahale teşkil etmektedir (Sedat Haspolat, § 65). Yaşlılık
aylıklarının iadesinin istenmesi suretiyle başvurucunun mülkiyet hakkına
yapılan müdahalenin mülkiyetin kullanılmasının düzenlenmesi şeklindeki üçüncü
kural çerçevesinde incelenmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır (Sedat
Haspolat, § 70).
iii. Müdahalenin
İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
49. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız
bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla
sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken
temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri
düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması
gerekmektedir.
50. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
51. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler,
demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın
Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin
Anayasa'ya uygun düşebilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı
amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep
Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 62).
(1) Kanunilik
52. Anayasa'nın 35. maddesinin ikinci fıkrasında,
mülkiyet hakkının ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabileceği
belirtilmek suretiyle mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerin kanunda
öngörülmesi gerektiği ifade edilmiştir. Öte yandan temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesi
de hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceğini temel bir ilke
olarak benimsemiştir. Buna göre mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerde dikkate
alınacak öncelikli ölçüt, müdahalenin kanuna dayalı olmasıdır (Ford Motor
Company, B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 49).
53. Anayasa Mahkemesi 20/7/2017 tarihli kararıyla derece
mahkemelerinin geçmiş dönemde yapılan ödemelerin iadesine ilişkin 31/3/2008
tarihli işlemin yasal dayanağı olarak 1/10/2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510
sayılı Kanun'un 96. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendini gösterdiklerini
gözeterek müdahalenin kanuni dayanağının bulunmadığı sonucuna ulaşmıştır. İdari
işlemin tesis edildiği tarihte 5510 sayılı Kanun'un 96. maddesinin birinci
fıkrasının (a) bendinin yürürlükte olmadığını hatırlatan Anayasa Mahkemesi
1/10/2008 tarihinde yürürlüğe giren söz konusu hükmün 31/3/2008 tarihinde tesis
edilen idari işlemin yasal dayanağını teşkil etmesinin mümkün olmadığını
belirtmiş, idare veya derece mahkemelerince başkaca bir yasal dayanağın da
gösterilmediğinin altını çizerek başvurucuya ödenen yaşlılık aylıklarının
iadesinin istenmesi suretiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuni
dayanaktan yoksun olduğu sonucuna ulaşmıştır (Sedat Haspolat, § 78).
54. Anayasa Mahkemesi tarafından verilen bir ihlal
kararının gereklerinin yerine getirilmemesi daha önce verilen ihlalin devam
ettiği anlamına gelir. Bu bakımdan Anayasa Mahkemesinin ihlal kararının
gereklerinin yerine getirilmediğine ilişkin iddiaları incelemek de bireysel
başvuruları incelemeye yetkili olan Anayasa Mahkemesinin görev alanına girer (Şahin
Alpay (3), B. No: 2018/10327, 3/12/2020, § 39; Aligül Alkaya ve
diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019), § 52). Bu sebeple eldeki
başvuruda Anayasa Mahkemesince kanunilik unsuru yönünden yapılacak inceleme,
daha önce verilen ihlal kararının gereklerinin yerine getirilip
getirilmediğinin ve bu kapsamda başvurucunun anayasal haklarının ihlal edilip
edilmediğinin tespitiyle sınırlı olacaktır (Sıddıka Dülek ve diğerleri,
B. No: 2013/2750, 17/2/2016, § 70; Mehmet Ali Ayhan (2), B. No:
2016/7967, 22/7/2020, § 54; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), § 52).
55. İş Mahkemesi yeniden yargılama sonucu verdiği
6/12/2017 tarihli kararıyla önceki kararındaki -başvurucunun itirazının iptali
ve takibin devamı şeklindeki- hükmü onamıştır. İş Mahkemesi Yargıtay Hukuk
Genel Kurulunun bir kararına da atıfta bulunarak 5510 sayılı Kanun'un 96.
maddesinin yersiz olarak başvurucuya yapılan ödemelerin iadesinin yasal
dayanağını oluşturabileceğini belirtmiştir. İş Mahkemesi sosyal güvenlik
hukukunun kamu düzenini ilgilendirmesi nedeniyle bu alandaki kanunların
yürürlüğe girdiği andan itibaren uygulanacağını ifade etmiştir. İş Mahkemesi
avukat olan başvurucunun topluluk sigortası pirimi ödediğini ve bunun çifte
sigortalılık durumuna girebileceğini bilebilecek durumda olduğunu kabul etmiş,
5510 sayılı Kanun'un 96. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendine göre geriye
doğru on yıllık süre ile sınırlı olarak yersiz ödemeleri iade sorumluluğunun
bulunduğunu ifade etmiştir. İş Mahkemesi ayrıca 5510 sayılı Kanun'un
uygulanamayacağı kabul edilse dahi idari işlem tarihinde yürürlükte bulunan 506
sayılı Kanun'un 121. maddesi kapsamında davalıdan yaşlılık aylıklarının
iadesinin istenmesinin mümkün olduğunu belirtmiştir.
56. Anayasa Mahkemesinin 20/7/2017 tarihli ihlal
kararının derece mahkemelerinde görülen davanın başvurucu lehine
sonuçlandırılması gerektiği anlamına gelmediği not edilmelidir. Anayasa
Mahkemesi derece mahkemelerince uyuşmazlığın çözümlenmesinde esas alınan hükmün
işlem tarihinden sonra yürürlüğe girdiğine işaret etmiş ve bireylerin durumunu
ağırlaştıran yükümlülük doğurucu hükümlerin geçmişe yürütülmesinin hukuk
devleti ilkesine aykırı olacağını tespit ederek 5510 sayılı Kanun'un 96.
maddesinin başvurucu aleyhine tesis edilen idari işlemin kanuni dayanağı olarak
kabul edilmesinin müdahaleyi kanuni dayanaktan yoksun bırakacağını ifade etmiştir.
Dolayısıyla 5510 sayılı Kanun'un 96. maddesinin başvuruya konu müdahalenin
kanuni dayanağını oluşturamayacağı Anayasa Mahkemesi kararıyla tespit edilmiş
ve kesinliğe kavuşturulmuştur.
57. İlk derece mahkemesinin 5510 sayılı Kanun'un 96.
maddesinin işlemin kanuni dayanağını oluşturduğu sonucuna ulaşmasının Anayasa
Mahkemesinin yaptığı tespit ve kurduğu hükümle açık bir çelişki oluşturduğu
belirtilmelidir. Kuşkusuz derece mahkemelerinin yeniden yapılacak yargılamada
işlemin doğru kanuni dayanağını tespit etmelerinin önünde bir engel
bulunmamaktadır. Nitekim ihlal kararında başvuruya konu kararlarda gösterilen
hükümlerle sınırlı bir değerlendirme yapılmıştır. Ancak somut olayda İş
Mahkemesi Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararına da atıfla bilinçli bir biçimde
Anayasa Mahkemesinden farklı bir sonuca varmıştır.
58. Derece mahkemelerinin Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararını yerine getirme hususunda takdir yetkilerinin bulunmadığı bilinmelidir.
Bu bağlamda derece mahkemelerinin Anayasa Mahkemesince verilen ihlal kararını
etkisiz kılacak ve ihlal kararı verilmesini anlamsız hâle getirecek şekilde bir
karar veremeyeceği hatırda tutulmalıdır. Anayasa hükümlerini yorumlama tekeli
Anayasa Mahkemesinde olmamakla birlikte bu konuda nihai ve bağlayıcı karar
verme yetkisi Anayasa Mahkemesine aittir. Anayasa Mahkemesinin somut bir
başvuruda Anayasa hükümleri çerçevesinde değerlendirme yaparak ihlal sonucuna
ulaşması hâlinde ihlal kararının gereğini yerine getirmekle yükümlü olan derece
mahkemeleri, Anayasa Mahkemesi kararının bağlayıcılığını sorgulayamayacağı gibi
bununla çelişecek bir karar da veremez.
59. Somut olayda Anayasa Mahkemesi mülkiyet hakkına
yapılan müdahalenin kanuni dayanağının bulunup bulunmadığını anayasal bir ilke
olan hukuk devleti ışığında değerlendirmiş ve işlem tarihinden sonra yürürlüğe
giren yükümlülük yükleyici kanunun olaya uygulanmasının müdahaleyi kanuni
temelden yoksun bıraktığı sonucuna ulaşmıştır. Görevi söz konusu müdahalenin
başkaca bir kanuni temelinin bulunup bulunmadığını irdelemekten ibaret olan İş
Mahkemesinin Yargıtay kararlarına atıfla Anayasa Mahkemesinin ulaştığı sonucu
çürütmeye çalışması oldukça şaşırtıcı bulunmuştur. İş Mahkemesinin bu çabasının
Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı ilkesiyle bağdaşmadığı açıktır (bu
konudaki detaylı açıklamalar için bkz. Kadri Enis Berberoğlu (3), B. No:
2020/32949, 21/1/2021, §§ 82-100).
60. Gelgelelim Anayasa Mahkemesi kararına uyulup
uyulmadığının tespiti için yargılamanın bütününe bakılması gerekir. İş
Mahkemesi kanuni dayanak olarak esas itibarıyla 5510 sayılı Kanun'un 96.
maddesini göstermiş ise de kararında 5510 sayılı Kanun'un uygulanamayacağının
kabul edilmesi hâlinde dahi idari işlem tarihinde yürürlükte bulunan 506 sayılı
Kanun'un 121. maddesi kapsamında davalıdan yaşlılık aylıklarının iadesinin
istenmesinin mümkün olduğunu belirtmiştir. Öte yandan Bölge Adliye Mahkemesi
kararında yaşlılık aylığının iadesinin istenmesinin yasal dayanağının 506
sayılı Kanun'un 121. maddesi olduğu açıkça ifade edilmiştir. Bölge Adliye
Mahkemesine göre yersiz ödemelerin geri alınması 506 sayılı Kanun'un 121.
maddesinde düzenlenmiş olup başvurucudan bu hükme dayanılarak yaşlılık
aylıklarını geri ödenmesinin talep edilmesinde hukuka aykırılık
bulunmamaktadır. Aynı Kanun'un 84. maddesindeki "Şu kadar ki, daha önce
sağlanan yardımlara ait giderler ilgililerden geri alınmaz."
düzenlemesi ise yalnızca iyi niyetli sigortalıları kapsamaktadır. Avukatlık
mesleğinin icra eden ve çifte sigortalılığın hukuken mümkün bulunmadığını
bilebilecek durumda olan başvurucunun iyi niyetli olarak kabulü mümkün
değildir. Bu nedenle de başvurucunun 506 sayılı Kanun'un 84. maddesinin son
cümlesinden yararlanması olanaksızdır.
61. 506 sayılı Kanun'un idari işlemin tesis edildiği
tarihte yürürlükte bulunan 121. maddesinin ikinci fıkrasında; yanlış ve yersiz
ödendiği anlaşılan her türlü gelir, aylık ve sigorta yardımlarının 84. maddenin
son fıkrası saklı kalmak kaydıyla geri alınacağı hükme bağlanmıştır. Aynı
Kanun'un olay tarihinde yürürlükte bulunan 84. maddesinin birinci fıkrasında
yanlış ve yersiz olarak alınmış olduğu anlaşılan primlerin geri verileceği, son
fıkrasında ise primleri geri verilenlere hastalık, analık, malullük, yaşlılık
ve ölüm sigortalarından yapılmakta olan yardımlar ile verilmekte olan ödenek ve
aylıkların -ilgililerin bu sebeple gerekli yardım, tahsis ve ödeme şartlarını
yitirmiş olmaları hâlinde- durdurulacağı belirtilmiştir. Anılan fıkranın son
cümlesinde ise daha önce sağlanan yardımlara ait giderlerin ilgililerden geri
alınmayacağı kurala bağlanmıştır.
62. Başvurucu 506 sayılı Kanun'un mülga 84. maddesinin
son fıkrasının son cümlesinin ödenmiş bulunan yaşlılık aylıklarının iadesine
engel teşkil ettiği görüşündedir. Belirtilen fıkrada geri alınması yasaklanan
ödemenin yardımlardan ibaret olduğu, ödenek ve aylıkların burada sayılmadığı
görülmektedir. Anılan cümlenin lafzına bakıldığında geri alınamayacağı ifade
edilen ödemeler arasında aylıkların bulunmadığı göze çarpmaktadır. Bununla
birlikte Anayasa Mahkemesinin hukuk kurallarını ilk elden yorumlama görevinin
bulunmadığı bir kez daha hatırlanmalıdır. Anayasa Mahkemesinin görevi derece
mahkemelerince yapılan yorumların keyfî olup olmadığını denetlemekten
ibarettir. Bölge Adliye Mahkemesi 506 sayılı Kanun'un mülga 84. maddesinin son
fıkrasının son cümlesinin sadece iyi niyetli sigortalıları kapsadığı
görüşündedir. Bölge Adliye Mahkemesinin bu yorumunun keyfîlik veya bariz takdir
hatası içermediği değerlendirilmiştir.
63. Dolayısıyla başvurucudan yaşlılık aylıklarını geri
ödemesinin istenmesinin yasal dayanağının bulunduğunun Bölge Adliye
Mahkemesince gösterilebildiği ve Anayasa Mahkemesinin ihlal kararına
uyulmamasının söz konusu olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
(2) Meşru Amaç
64. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet
hakkı ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı
kavramı, mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda
sınırlandırılması imkânı vermekle bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra
mülkiyet hakkının kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu
anlamda bir sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde
korumaktadır. Kamu yararı kavramı, devlet organlarının takdir yetkisini de
beraberinde getiren bir kavram olup objektif bir tanıma elverişli olmayan bu
ölçütün her somut olay temelinde ayrıca değerlendirilmesi gerekir (Nusrat
Külah, B. No: 2013/6151, 21/4/2016, §§ 53, 56; Yunis Ağlar, B. No:
2013/1239, 20/3/2014, §§ 28, 29).
65. Sosyal güvenlik sisteminin korunması ve
devamlılığının sağlanmasına yönelik olarak fazladan yapılan ödemelerin borç
çıkarılarak ödenmesi isteğinin sınırlı kamusal kaynakların doğru şekilde
harcanmasını gözeten meşru bir amacının bulunduğu açıktır (Musa Baylan
[GK], B. No: 2016/4384, 12/12/2019, § 63).
(3) Ölçülülük
(a) Genel
İlkeler
66. Ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik
ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik
öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli
olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu
olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün
olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile
ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini
ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2012/102,
K.2012/207, 27/12/2012; E.2012/149, K.2013/63, 22/5/2013; E.2014/176,
K.2015/53, 27/5/2015; E.2015/43, K.2016/37, 5/5/2016; E.2016/13, K.2016/127,
22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, §
38).
67. Hukuka aykırı ödemelerin tahsiline ilişkin
uyuşmazlıklarda mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülülüğünün
değerlendirilebilmesi için başvurucuya kanuna aykırı olarak ödeme yapılması
biçiminde ortaya çıkan sonuca tarafların katkı derecelerine de bakılması
gerekmektedir. Bu bağlamda tarafların yasal yükümlülüklerinin neler olduğu,
bunların yerine getirilmesinde ihmal gösterilip gösterilmediği ve ihmalin
varlığının tespiti hâlinde bunun hukuka aykırı sonucun doğmasında bir etkisinin
bulunup bulunmadığı da gözönünde tutulmalıdır (Uğur Ziyaretli, B. No:
2014/5724, 15/2/2017, § 65).
68. Öte yandan idarenin iyi yönetişim ilkesine
uygun hareket etme yükümlülüğü bulunmaktadır. İyi yönetişim ilkesi, kamu
yararı kapsamında bir konu söz konusu olduğunda kamu otoritelerinin uygun
zamanda, uygun yöntemle ve her şeyden önce tutarlı olarak hareket etmelerini
gerektirir (Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım, B. No: 2013/711, 3/4/2014,
§ 68).
69. İdarenin hatalı işleminden kaynaklanan mülkiyet
hakkına yönelik müdahalenin ölçülü olup olmadığının tespitinde idarenin hatalı
işlemi karşısındaki tutumunun yanında işlemin fark edilmesinde geçen süre,
hatalı işlem nedeniyle ödenen paranın tahsil edilmesindeki yöntem, alacağa
kanuni faiz uygulanması gibi yaptırımların öngörülüp görülmediği önem arz
etmektedir (Tevfik Baltacı, B. No: 2013/8074, 9/3/2016, § 71).
70. Sosyal adaletin gereği olarak idarenin tesis ettiği
hatalı işlemi somut olayın koşullarına göre geri alabileceği veya belli
durumlarda kaldırabileceği hususunda kuşku yoktur. Bu tespit hatalı idari
işlemden kaynaklanan sosyal güvenlik ödemeleri için de geçerlidir. Aksi durum,
kişilerin sebepsiz zenginleşmesine yol açabileceği gibi sosyal güvenlik
fonlarına katkıda bulundukları hâlde kanunlardaki koşulları sağlamadıkları gerekçesiyle
ödemelerden mahrum kalan kimseler yönünden adil olmayan sonuçlar doğurabilir.
Bu durum, sınırlı kamu kaynaklarının uygun olmayan yöntemlerle dağıtımına cevaz
verilmesi anlamına gelebileceğinden kamu yararı ile örtüşmez (Tevfik
Baltacı, § 74).
(b) İlkelerin
Olaya Uygulanması
71. Anayasa Mahkemesinin başvurucuya ödenen aylıkların
iadesinin kanuni dayanağının ortaya konulamadığı gerekçesiyle Sedat Haspolat
kararında verdiği ihlalin yeniden yargılama sürecinde Bölge Adliye Mahkemesince
erişilebilir, belirli ve öngörülebilir bir kanuni dayanak gösterilmek suretiyle
giderildiği yukarıda saptanmıştır (bkz. §§ 53-63). Dolayısıyla bu başlıkta
müdahalenin ölçülü olup olmadığıyla sınırlı olarak inceleme yapılacaktır.
72. Somut olayda elverişlilik ve gereklilik ilkeleri
yönünden tartışılmayı gerektirecek bir yön bulunmamaktadır. Asıl üzerinde
durulması gereken, müdahalenin orantılı olup olmadığıdır. Bu itibarla,
uygulanan tedbirle başvuruculara aşırı ve orantısız bir yük yüklenip
yüklenmediğinin tespiti gerekmektedir.
73. Başvurucu, Emekli Sandığı yanında topluluk
sigortasına tabi olmuş ve 1/1/1980 ile 29/5/2001 tarihleri arasında avukatlık
hizmetlerinden dolayı topluluk sigortasına toplam 7.608 iş günü karşılığı prim
ödemiştir. Başvurucu, öğretmenlikten 15/9/1994 tarihinde emekli olmuş ve bu
tarihten itibaren Emekli Sandığı tarafından başvurucuya emeklilik aylığı
bağlanmıştır. SGK tarafından başvurucuya 506 sayılı Kanun’un 86. maddesi
uyarınca 1/8/2002 tarihinden itibaren topluluk sigortası kapsamında yaşlılık
aylığı ödenmeye başlanmıştır. Emekli Sandığı ile yapılan yazışmalar sonucunda
başvurucunun 1/1/1967-1/7/1967 ve 1/1/1970-15/9/1994 tarihleri arasında Emekli
Sandığına tabi hizmetlerinin olduğu, 15/9/1994 tarihinden itibaren de kendisine
Emekli Sandığı tarafından emeklilik aylığı bağlandığı anlaşılmıştır. İl
Müdürlüğü tarafından 31/3/2008 tarihli işlemle başvurucunun aynı zamanda Emekli
Sandığından da yararlandığı gerekçesiyle topluluk sigortası kapsamındaki
yaşlılık aylığı ödemeleri durdurulmuştur. Aynı işlemde 1/8/2002 ile 21/4/2008
tarihleri arasında ödenen toplam 33.096,12 TL yaşlılık aylığının 1/1/1980 ile
29/5/2001 tarihleri arasında ödenen primler mahsup edildikten sonra kalan
kısmının tahsilinin sağlanması için gereken işlemlerin yapılması talep
edilmiştir. İl Müdürlüğünün 31/3/2008 tarihli başka bir yazısıyla başvurucudan
-33.096,12 TL borcu ödemek üzere- en kısa zamanda İl Müdürlüğüne müracaatı
istenmiştir.
74. 1136 sayılı Kanun'un mülga 188. maddesinin birinci
fıkrasında emekliliğe tabi bir görevde çalışmakta olanların, Emekli Sandığından
emeklilik veya malullük aylığı almakta olanların 186. madde uyarınca topluluk
sigortasına giremeyecekleri hükme bağlanmıştır. Buna göre başvurucunun Emekli
Sandığına tabi olması sebebiyle topluluk sigortasına giremeyeceği açıktır.
Kanunu bilmemek mazeret sayılamayacağından başvurucudan Emekli Sandığının
yanında topluluk sigortasına da tabi olmasının kanuna aykırı olduğunu bilmesi
beklenmektedir. Üstelik derece mahkemelerince de işaret edildiği üzere başvurucunun
profesyonel bir hukukçu olması sebebiyle daha bilinçli hareket etmesi gerekir.
Söz konusu düzenlemeye karşın başvurucunun topluluk sigortasına girmesi ve
hiçbir uyarıda bulunmaksızın yaşlılık aylığı ödemelerini kabul etmesi iyi
niyetli bireyden beklenecek bir davranış değildir. Dolayısıyla başvurucunun
kusurlu olduğu hususunda derece mahkemelerince ulaşılan kanaatin keyfî ve
temelsiz olmadığı değerlendirilmiştir.
75. Bununla birlikte başvurucunun herhangi bir hilesinin
bulunduğu ileri sürülmemiştir. Başvurucunun fiili, yaşlılık aylığı bağlanması
şeklinde mevzuata göre uygun görülmesi hukuken mümkün olmayan ve bu nedenle de
idarece reddedilmesi gereken bir talepte bulunmaktan ibarettir. Kamu
makamlarından hukuka uygun olmayan talepte bulunması bu talebin karşılanması
sebebiyle doğan zararlı sonucun tüm sorumluluğunun -hilesi veya yanıltması söz
konusu olmadıkça- tek başına başvurucuya yükletilmesini haklı kılmamaktadır.
Zira başvurucunun talepte bulunması kendiliğinden sonuç doğurmamakta, talebin
hüküm ifade edebilmesi için idarenin bunu uygun bularak talep doğrultusunda
idari işlem tesis etmesi gerekmektedir. Karşılanması hukuken mümkün olmayan
talepleri reddetmek idarenin kanuni yükümlülüğüdür. Bu tür talepleri kabul eden
idarenin kusursuz olduğu söylenemeyecektir. Bu bağlamda başvurucunun iki
sigorta sistemine aynı anda prim ödediği kamu otoritelerinin bilgisi
dâhilindedir. Kamu otoritelerinin iyi yönetişim ilkesi uyarınca başvurucunun
iki sigortaya aynı anda katılmasını engellemek için gereken tedbirleri alma
yükümlülüğü bulunmaktadır. Ancak kamu otoritelerinin bu yükümlülüğünün ifası
hususunda gerekli özeni göstermediği görülmüştür.
76. Görüldüğü üzere başvurucunun kusurlu davranışının
yanında idarenin de gerek işleyişindeki aksaklıklardan gerekse ihmalkâr
tutumundan kaynaklanan kusurunun olduğu anlaşılmıştır. Dolayısıyla mülkiyet
hakkına müdahale teşkil eden sonucun ortaya çıkmasında idarenin hatalı
davranışının etkisi bulunduğu söylenebilir. Derece mahkemelerinin idarenin
kusurunu yeterince hesaba katmadığı görülmüştür.
77. Başvurucuya ödenen yaşlılık aylığının yersiz
olduğunun tespit edilmesinde geçen 5 yıl 8 aylık süre oldukça uzundur. Bu süre
boyunca başvurucuya ödenmesine devam edilen yaşlılık aylığının kesilmesini
sağlamak amacıyla ilgili kurumlar arasında herhangi bir iletişimin kurulamadığı
gözlemlenmiştir. Ayrıca başvurucunun durumunu tespit etmek için derin bir
araştırmaya ihtiyaç duyulmayacağı açıktır. Bu durum, idari işlev gören ayrı
hukuksal statülere bağlı değişik kurum ve kuruluşların bir bütün oluşturduğunu
ifade eden idarenin bütünlüğü ilkesi ile bağdaşmamaktadır.
78. İdarece hatalı olarak ödendiği tespit edilen anapara
tutarının iadesinin talep edilebileceği hususunda kuşku bulunmamaktadır. Aksi
durumun yukarıda belirtildiği üzere (bkz. § 70) başvurucunun sebepsiz
zenginleşmesine yol açabileceği ve sosyal adaletle bağdaşmayacağı açıktır. Buna
karşın alacağın başvurucudan tahsilindeki yöntem önem arz etmektedir. Anayasa
Mahkemesi daha önce aynı konuda verdiği Tevfik Baltacı ve Uğur Ziyaretli
kararlarında, başvurucuların anaparanın yanında faiz ödemekle de yükümlü
kılınmış olmalarının kusurlu davranışıyla orantısız bir külfet yüklenmeleri
sonucunu doğurduğunu belirterek müdahalenin ölçülü olmadığı kanaatine
ulaşmıştır (Tevfik Baltacı, § 79; Uğur Ziyaretli, § 76).
79. Fatma Ülker Akkaya (B. No: 2014/18979,
22/2/2018) kararında ise başvurucudan iadesi istenen tutar faiz içermediği
hâlde tahsil yöntemi dikkate alınarak mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar
verilmiştir. Söz konusu karara konu olayda iadesi istenen anaparanın üç ay
içinde ödenmesi istenmiş ve üç ay içinde ödeme yapılmaması hâlinde üçüncü ayın
dolduğu tarihten itibaren hesaplanacak kanuni faizle birlikte emekli aylığından
her ay 1/4 oranında kesinti yapılmak suretiyle borcun tahsil edilmeye
başlanacağı başvurucuya ihtar edilmiştir. Anayasa Mahkemesi idarenin hatalı
intibak işlemi sebebiyle sekiz yıllık sürede ve aylık olarak başvurucuya yersiz
ödenen tutarların toplu bir şekilde üç ay içinde iadesinin istenmesinin -hiçbir
kusurunun bulunmadığı da gözetildiğinde- başvurucuya aşırı bir külfet yüklediği
sonucuna ulaşmıştır. Kararda, emekli aylığının sosyal bir ödeme olduğu hususu
da dikkate alındığında yersiz yapılan ödemelerin iade edilebilmesi için
başvurucunun ekonomik anlamda dara düşmesini önleyecek şekilde bir takvime
bağlanmasının kamu yararı ile bireysel yarar arasında denge kurulması
bakımından gerekli olduğu vurgulanmıştır. Anılan olayda idare tarafından emekli
aylığından her ay 1/4 oranında kesinti yapılmak suretiyle tahsil seçeneği de
başvurucuya sunulmasına rağmen üç ay içinde toptan ödemenin alternatifi olarak
sunulan bu seçeneğin tercih edilmesi durumunda ayrıca faiz de tahsil
edilmesinin öngörülmesinin başvurucunun menfaatleri ile kamu yararı arasındaki
dengeyi bozduğu kararda belirtilmiştir (Fatma Ülker Akkaya, §§ 58, 59).
80. Somut olayda başvurucudan iadesi istenen tutar
33.096,12 TL olarak tespit edilmiştir. Aleyhine başlatılan icra takibinde
başvurucudan 1.060,85 TL faiz de talep edilmiştir. Başvurucu faiz tutarının
sonradan arttığını iddia etmektedir. Bu faizin borcun tahakkuk tarihinden
önceki dönemdeki gecikmeye mi yoksa tahakkuk tarihinden sonraki gecikmeye mi
ilişkin olduğu dosyadan anlaşılamamakla birlikte iade sürecinin başvurucunun
sosyal ve ekonomik durumuna uygun bir ödeme planı dâhilinde yapılandırıldığı
gösterilebilmiş değildir. İdarenin de kusurlu olduğu gözetildiğinde 1946
doğumlu olan ve ödeme gücüyle ilgili bir değerlendirme yapıldığı gösterilemeyen
başvurucunun anılan tutarı bir kerede ödemekle yükümlü kılınması veya taksitler
hâlinde ödenmesi seçeceğinin sunulması hâlinde faiz tahakkuk ettirilmesi
başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyi orantısız kılacaktır. Olayda
idarenin faiz tahakkuk ettirmiş olması ve haciz işlemlerine başlanması borcun
tahsilinin başvurucunun durumuna uygun ve ekonomik manada dara düşmesini
önleyecek bir ödeme planına bağlanmadığını göstermektedir.
81. Sonuç olarak mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyle
hedeflenen kamu yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkından yararlanması
arasında adil dengenin kurulamadığı ve borcun tahsil yönteminin başvurucuya
aşırı bir külfet yüklendiği, bu nedenle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin
ölçülü olmadığı kanaatine varılmıştır.
82. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence
altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
B. Diğer İhlal İddiaları
83. Başvurucu, İstinaf Mahkemesinin kesin olarak karar
vermesi nedeniyle temyize erişim hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş; ayrıca
istinaf kanun yolunda duruşma yapılmaması nedeniyle savunma hakkının ihlal
edildiğini iddia etmiştir. Başvurucu son olarak davasının sürüncemede
bırakılması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini
belirtmiştir.
84. Anayasa Mahkemesi ancak temellendirilebilmiş bir
bireysel başvuruyu inceler. Başvurucunun şikâyetlerini hem maddi hem hukuki
olarak temellendirme zorunluluğu bulunmaktadır. Maddi dayanaklar yönünden
başvurucunun yükümlülüğü şikâyetlerine konu temel olay ve olguları açıklamak,
bunlara ilişkin delilleri Anayasa Mahkemesine sunmak, hukuki dayanak yönünden
yükümlülüğü ise bireysel başvuruya konu temel hak ve özgürlüklerden hangisinin
hangi nedenle ihlal edildiğini özü itibarıyla açıklamaktır (Sabah Yıldızı
Radyo ve Televizyon Yayın İletişim Reklam Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi
[GK], B. No: 2014/12727, 25/5/2017, § 19).
85. Bireysel başvuru incelemesinde Anayasa Mahkemesi,
kamu gücü eylem ve işlemleri ile mahkeme kararlarının Anayasa'ya uygunluğunun
ve müdahale gerekçelerinin denetimini kendiliğinden yapmaz. Bu sebeple
başvurucunun başvurusunun esasını ve bu kapsamda kamu makamları tarafından
ortaya konulan gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığını Anayasa
Mahkemesine inceletebilmesi için öncelikle kendisinin ihlal
iddialarını gerekçelendirmesi, buna ilişkin olay ve olguları açıklaması
ve delillerini sunması zorunludur (Cemal Günsel [GK], B. No:
2016/12900, 12/1/2021, § 24).
86. Başvurucu, salt İstinaf Mahkemesinin kesin olarak
karar vermesinin temyize erişim hakkını ihlal ettiğini belirtmekle yetinmiş;
İstinaf Mahkemesi kararının neden temyize tabi olduğu görüşüyle ilgili olarak
hiçbir açıklama yapmamış, bu görüşünün yasal dayanaklarını göstermemiştir. Öte
yandan başvurucu, istinaf kanun yolunda duruşma talep ettiğine dair bir bilgi ve
belgeyi Anayasa Mahkemesine ibraz etmemiştir. Makul sürede yargılanma hakkına
ilişkin şikâyet yönünden ise başvurucunun ihlal kararı ile sonuçlanan bireysel
başvurudan önceki sürecin mi yoksa bireysel başvuru sonrası sürecin mi
uzamasından yakındığı anlaşılamamaktadır. Bu nedenle başvurucunun bu
şikâyetlerini temellendiremediği sonucuna ulaşılmıştır.
87. Açıklanan gerekçelerle diğer ihlal iddialarının diğer
kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı
Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
88. 30/11/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin
ilgili kısmı şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda,
başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal
kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir."
89. Başvurucu ihlalin tespit edilmesini, aracına ve
taşınmazına haciz uygulanmış olması sebebiyle uğradığını ileri sürdüğü zarar
karşılığında 100.000 TL manevi, 200.000 TL manevi olmak üzere toplam 300.000 TL
tazminata hükmedilmesi talebinde bulunmuştur. Başvurucu, aracına haciz
uygulanması sebebiyle avukatlık işlerini yürütmek için bir yıl boyunca araç
kiraladığını ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca taşınmazına uygulanan haciz
sebebiyle taşınmazı kiraya veremediğini ve satamadığını, bu durumun maddi ve
manevi zarara yol açtığını belirtmiştir.
90. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B.
No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl
ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi
diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine
getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına
geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret
etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2)).
91. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması
gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
92. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya
mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı
Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün
79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın
bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme,
usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan
kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya
özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi
tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde
usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili
mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir
takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı
mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden
ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet
Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).
93. İncelenen başvuruda, borcun tahsilinin başvurucunun
durumuna uygun bir ödeme planına bağlanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal
edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Bu durumda ihlalin idarenin işleminden kaynaklandığı
anlaşılmıştır. Bununla birlikte derece mahkemeleri de ihlali giderememiştir.
94. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü
düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına
göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda
yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini
ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere
uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin
yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 8. İş Mahkemesine gönderilmesine
karar verilmesi gerekmektedir.
95. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi
için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal
arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucu, taşınmazına haciz uygulanması
sebebiyle araç kiralamak zorunda olduğunu ileri sürmüş ise de buna dair belge
ibraz etmemiştir. Öte yandan başvurucunun taşınmazına haciz uygulaması
sebebiyle taşınmazını kiraya veremediği ve satamadığı iddiaları da oldukça
soyut nitelikte bulunmuştur. Bu sebeple başvurucunun maddi zararını
ispatlayamadığı sonucuna ulaşılmıştır. İhlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı
anlaşıldığından manevi tazminat talebinin de reddine karar verilmesi gerektiği
değerlendirilmiştir.
96. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 446,90 TL harçtan
oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Diğer ihlal iddialarının açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan
mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere
İstanbul 8. İş Mahkemesine (E.2017/410, K.2017/659) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,
E. 446,90 TL harçtan oluşan yargılama giderinin
başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun
Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 15/6/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.