logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Üniversal Gayrimenkul A.Ş. [2.B.], B. No: 2020/29168, 10/1/2024, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ÜNİVERSAL GAYRİMENKUL A.Ş. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2020/29168)

 

Karar Tarihi: 10/1/2024

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Basri BAĞCI

 

 

Kenan YAŞAR

Raportör

:

Heysem KOCAÇİNAR

Başvurucu

:

Üniversal Gayrimenkul A.Ş.

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, haksız ihtiyati tedbir nedeniyle aleyhe hükmedilen maddi tazminatın belirlenmesinde taşınmaz malikinin elde etmiş olduğu menfaatin dikkate alınmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 24/8/2020 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucu İstanbul Ticaret Sicil Müdürlüğünde tescilli bulunan ve gayrimenkul alanında faaliyet gösteren bir şirkettir.

A. Arka Plan Bilgisi

10. İstanbul ili, Beyoğlu ilçesi Asmalımescid Mahallesi'nde bulunan arsa vasfındaki 303 ada 58 parsel sayılı taşınmaz 2/5/2002 tarihinde Türkiye Halk Bankası A.Ş. (Banka) adına tapuya tescil edilmiştir.

11. Banka adına kayıtlı taşınmazın satışı için 6/12/2005 tarihinde ihale düzenlemiştir. Başvurucu şirket ihaleye iştirak ile 13.050.000 TL bedel teklif etmiştir.

12. Banka Yönetim Kurulu 23/12/2005 tarihinde Bankanın 4/1/2002 tarihli ve 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu kapsamında bulunmadığı ve Banka İhale Yönetmeliği'ne göre ihaleyi onaylamak hususunda takdir yetkisi bulunduğunu belirterek taşınmazın başvurucu şirkete satılmasına onay vermemiştir.

13. Başvurucu şirket, taşınmazın kendisine satışına onay vermeyen yönetim kurulu kararının iptali için idari yargıda dava yoluna gitmiştir. İstanbul 2. İdare Mahkemesi taşınmazın yeniden ihale edilmesinde kamu malının satışından daha yüksek gelir elde edileceği gerekçesine dayanan yönetim kurulu kararının hukuka uygun olduğu sonucuna varılmıştır.

14. Banka 9/8/2006 tarihinde taşınmazı ikinci kez ihaleye çıkarmış olup Ç.T. Tic.ve San A.Ş. 19.275.000 TL fiyat teklifinde bulunmuştur. Banka Yönetim Kurulu aynı tarihli karar ile satışın Ç.T. Tic.ve San. A.Ş.ye yapılmasına onay vermiştir.

15. Başvurucu ayrıca ihalenin onaylanmamasına ilişkin yönetim kurulu kararının iptali talebiyle açılan davanın devamı sürecinde taşınmazın Banka tarafından ikinci kez ihaleye çıkarılması üzerine, ilk dava sonuçlanmadan ikinci ihalenin yapılamayacağı iddiası ile ikinci ihaleye karşı idari yargıda iptal davası açmıştır. İstanbul 2. İdare Mahkemesi bu talep üzerine yapmış olduğu yargılama sonucunda, ihalenin onaylanmamasına ilişkin yönetim kurulu kararına yönelik davanın ret ile sonuçlanmasını esas alarak bu davanın da reddine karar vermiştir.

16. Başvurucu, yapılan ikinci ihale sonrasında taşınmazın ihale alıcısına satışının engellenmesi hususunda ihtiyati tedbir talebinde bulunmuştur. Beyoğlu 2. Asliye Hukuk Mahkemesi 18/8/2006 tarihli kararı ile taşınmazın üçüncü kişilere satış ve devrinin engellenmesi yönünde tedbire hükmetmiştir. Başvurucu bu tedbir kararını aldıktan sonra 6/12/2005 tarihli ihaleye dayalı olarak taşınmazın tapusunun iptali ve adına tescili talebiyle dava açmıştır. Beyoğlu 1. Asliye Ticaret Mahkemesi yapmış olduğu yargılamada 25/12/2008 tarihli kararı ile davanın reddine karar vermiştir. Mahkeme anılan kararında ihalenin onaylanıp onaylanmaması hususunda yönetim kurulunun takdir yetkisini haiz olup bu yetkisini kullanarak onay vermemesi nedeniyle başvurucu şirketin en yüksek teklifi sunduğu 6/12/2005 tarihli ihalenin kesinleştiğinden söz edilemeyeceğine işaret etmiştir. Hüküm temyiz edilmeden kesinleşmiş olup ihtiyati tedbir kararı da bu hükme dayalı olarak 8/1/2009 tarihinde terkin edilmiştir.

B. Somut Başvuruya İlişkin Olay ve Olgular

17. Banka 30/4/2009 tarihli dava dilekçesi ile ihaleye konu 303 ada 58 parsele ilişkin olarak başvurucu tarafından açılan tapu iptali ve tescil davasının reddedildiğini ve bu karar ile birlikte taşınmaz üzerindeki tedbirin de haksızlığının ortaya çıktığını belirterek ihtiyati tedbir nedeniyle uğramış olduğu zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir. Bankaya göre ihtiyati tedbirin haksızlığının tespiti sonrasında bu tedbir nedeniyle uğramış olduğu bütün zararların ödenmesi zorunludur. Banka, bu kapsamda 9/8/2006 tarihli ihalede teklif edilen 19.275.000 TL'yi ihtiyati tedbir nedeniyle alamayıp tedbir süresince bu parayı kullanma olanağı da elde edemediğinden zararının tespit edilerek başvurucu tarafından karşılanması gerektiğini iddia etmektedir.

18. Başvurucu şirket ise ihalenin onaylanmamasına ilişkin işlemin iptali talebiyle açmış olduğu davanın yargılaması sürerken Bankanın taşınmazı ikinci defa satışa çıkarmasının iyi niyet kurallarına aykırı olduğunu ve idarenin art niyetli bu davranışı nedeniyle tedbir istemek zorunda kaldığını ileri sürmüştür. Başvurucu şirket ayrıca, satışın engellenmesi yönünde ihtiyati tedbirin uygulanmış olmasının tek başına bir tazmin nedeni olmayıp bu tedbir nedeniyle meydana gelen zarar bulunması gerektiğini, gayrimenkulün zaman içinde değerinin artması nedeniyle de bir zarardan da söz edilmeyeceğini ileri sürmüş ve davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

19. İstanbul 40. Asliye Ticaret Mahkemesi (Mahkeme) tarafların iddia ve savunmalarını destekleyen delillerin sunulmasından sonra davacı Bankanın ihtiyati tedbirden kaynaklanan bir zararının bulunup bulunmadığının tespiti için dosyayı bilirkişi heyetine tevdi etmiştir. 9/2/2011 havale tarihli bilirkişi raporunda, taşınmazın bulunduğu yer, çevre oluşumları, alt yapı ve ulaşım imkânları, parselin geometrik şekli, üzerinde bulunan inşaatın niteliği, çevredeki taşınmazlar ile rağbet derecesi gibi hususlar ışığında taşınmazın davanın açıldığı 30/4/2009 tarihinde 22.223.550 TL, ihalenin yapıldığı 6/12/2005 ve tedbirin konulduğu 18/8/2006 tarihinde 19.054.002 TL değerinde olduğu belirtilmiştir. Bilirkişi heyeti bu tespitlerden sonra yaptığı değerlendirmede tedbir süresi içinde meydana gelen fiyat artışı nedeniyle fiilî bir zarar söz konusu olmamakla birlikte taşınmazın satılamamasından kaynaklanan bir zarar olduğunu, bu zararın, tedbirin konulduğu tarihteki değeri üzerinden hesaplanacak faizden bu süre içinde meydana gelen değer artışının düşülmesi ile belirlenebileceğini rapor etmiş ancak bu hususun kendi uzmanlık alanlarında bulunmadığına işaret etmiştir.

20. Mahkeme bu kez 9/2/2011 tarihli bilirkişi raporundaki tespitlerden hareketle tedbir süresi içinde işleyen faiz ile taşınmazda meydana gelen değer artışının tespiti ve buna bağlı olarak bir zarar meydana gelip gelmediğinin belirlenmesi için bankacı ve hukukçu bilirkişiden oluşan bir heyetten rapor alma yoluna gitmiştir. Bu ikinci heyet sunmuş oldukları 12/9/2011 tarihli raporda, dosya kapsamındaki bilgilere göre Bankanın 7.515.982 TL zararının mevcut olduğu ancak taşınmazın 19/8/2011 tarihinde yeniden ihale edilmiş olmasının bu sonucu etkileyebileceği yönünde görüş bildirmiştir.

21. Mahkeme bu gelişmeler üzerine taşınmazın akit tablosunu tapu sicil müdürlüğünden getirtmiş ve ikinci heyetten ek rapor istemiştir. Heyet, 15/3/2012 havale tarihli raporunda Bankanın taşınmazı 19/4/2011 tarihinde iştiraki olan yatırım ortaklığına 25.000.000 TL bedelle devrettiğini ve yatırım ortaklığının da 8/9/2011 tarihinde 30.000.000 Amerikan Doları (satış tarihi karşılığı 44.800.000 TL) bedelle P.H. A.Ş. ye sattığını, yatırım ortaklığının ortaklık yapısı ve bu son satım bedeli esas alındığında tedbirden kaynaklanan bir zarar bulunmadığını bildirmiştir.

22. Mahkeme 8/5/2012 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Mahkeme gerekçesinde özetle 15/3/2012 havale tarihli ek rapordaki tespitlerden hareketle davacı Bankanın ihtiyati tedbirden kaynaklanan bir zararı bulunmadığı sonucuna varmıştır.

23. Hüküm davacı Banka tarafından temyiz edilmiştir. Temyiz incelemesini yapan Yargıtay 7. Hukuk Dairesi 19/12/2013 tarihli kararı ile hükmü bozmuştur. Yargıtay bozma kararında uyuşmazlığın haksız eylemden kaynaklandığı ve buna göre zararın haksız fiilin meydana geldiği tarih olan tedbirin kalktığı tarih esas alınarak belirlenmesi gerektiğine işaret etmiştir.

24. Mahkeme bozma kararına uymuş ve karara uygun olarak zararın varlığı hususunda yeni bir bilirkişi incelemesi yapmıştır. Kadastro uzmanı bilirkişi, gayrimenkul değerleme uzmanı ve mali müşavirden oluşan bilirkişi heyeti 21/3/2016 tarihli raporunda özetle, ihtiyati tedbir süresi içinde uyuşmazlığa konu taşınmazda meydana gelen değer artışı ile ikinci ihalede teklif edilen miktara işleyecek faizi esas alarak Bankanın bu süre içinde 11.828.301,02 TL kaybı bulunduğunu bildirmiştir. Aynı heyet ek raporunda ilk tespite ek olarak raporun düzenlendiği tarihe kadar geçen sürede meydana gelen faiz kaybına ilişkin beyanda bulunmuştur.

25. Mahkeme 3/5/2016 tarihinde davanın kabulü ile bilirkişi raporunda zarar olarak tespit edilen 11.828.301,02 TL'nin davalı başvurucudan tahsiline karar vermiştir.

26. Hüküm, başvurucu tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 30/5/2017 tarihli kararı ile bozulmuştur. Bozma kararının gerekçesinde önceki bozma kararının gereğinin tam olarak yerine getirilmediği bildirilmiştir. Buna göre tedbir tarihindeki değer (19.054.001 TL) ile tedbirin kalktığı tarihteki değer (22.223.550 TL) arasındaki farkın değer artışı olarak kabul edilmesi ve bu miktarın yoksun kalınan faizden düşülerek bir sonuca gidilmesi gerekirken mahrum kalınan faiz gelirinin tamamına karar verilmesi doğru değildir.

27. Mahkemece ikinci bozma ilamına da uyulmuş ve bozma ilamı gereğince tedbir tarihindeki değer ile tedbirin kalktığı tarihteki değer arasındaki değer artış miktarı tedbir süresi içinde mahrum kalınan faiz miktarından düşülerek başvurucunun 8.625.680,17 TL ödemesine karar verilmiştir. Karar Yargıtay denetiminden geçerek kesinleşmiştir.

28. Başvurucu 17/9/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. İlgili Mevzuat

29. İhtiyati tedbir tarihinde yürürlükte bulunan 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun 41. maddesi şöyledir:

 “Gerek kasten gerek ihmal ve teseyyüp yahut tedbirsizlik ile haksız bir surette diğer kimseye bir zarar ika eden şahıs, o zararın tazminine mecburdur.

Ahlaka mugayir bir fiil ile başka bir kimsenin zarara uğramasına bilerek sebebiyet veren şahıs, kezalik o zararı tazmine mecburdur.”

30. Mülga 818 sayılı Kanun’un "Zararın tayini" kenar başlıklı 42. maddesi şöyledir:

 “Zararı ispat etmek müddeiye düşer, zararın hakiki miktarını ispat etmek mümkün olmadığı takdirde hakim, halin mutat cereyanını ve mutazarrır olan tarafın yaptığı tedbirleri nazara alarak onu adalete tevfikan tayin eder."

31. Karar tarihinde yürürlükte bulunan 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 49. maddesi şöyledir:

 “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.

Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür."

32. 6098 sayılı Kanun’un "Zararın ve kusurun ispatı" kenar başlıklı 50. maddesi şöyledir:

 “ Zarar gören, zararını ve zarar verenin kusurunu ispat yükü altındadır. Uğranılan zararın miktarı tam olarak ispat edilemiyorsa hâkim, olayların olağan akışını ve zarar görenin aldığı önlemleri göz önünde tutarak, zararın miktarını hakkaniyete uygun olarak belirler."

33. Dava tarihinde yürürlükte bulunan mülga 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 101. maddesi şöyledir:

 “Hakim iki taraftan birinin talebiyle davanın ikamesinden evvel veya sonra aşağıda gösterilen hal ve şekillerde ihtiyati tedbirler ittihazına karar verebilir:

1–Menkul ve gayrimenkul malların ayni münazaalı ise bunun haciz veya yeddiadle tevdiine,

2–Münazaalı şeyin muhafazası için lazım gelen her türlü tedbirlerin ittihazına,

3 – Kanunu Medeni ile muayyen hallerde nafaka alınmasına,

4– Ayrılık veya boşanma davası üzerine Kanunu Medeni mucibince icap eden muvakkat tedbirlerin ittihazına."

34. Karar tarihinde yürürlükte bulunan 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 399. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “ (1) Lehine ihtiyati tedbir kararı verilen taraf, ihtiyati tedbir talebinde bulunduğu anda haksız olduğu anlaşılır yahut tedbir kararı kendiliğinden kalkar ya da itiraz üzerine kaldırılır ise haksız ihtiyati tedbir nedeniyle uğranılan zararı tazminle yükümlüdür."

B. Yargısal Kararlar

35. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 25/11/2021 tarihli ve E.2017/4-1441, K.2021/1501 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"13. Dava sırasında davalının dava konusunu başkasını devretmesi mümkün olduğundan, davacının davayı kazanması hâlinde dava konusu şeye (mala) kavuşması tehlikeye girebilir. İşte, davacının davayı kazanması hâlinde dava konusuna kavuşmasını, dava sırasında (hatta davadan bile önce) güvence altına almaya yarayan geçici hukukî korumaya ihtiyati tedbir adı verilir (Kuru, Baki/Arslan, Ramazan/Yılmaz, Ejder: Medeni Usul Hukuku, Ankara 2011, s. 582).

14. Başka bir deyişle ihtiyati tedbir, kesin hükme kadar devam eden yargılama boyunca, davacı veya davalının dava konusu ile ilgili olarak hukukî durumunda meydana gelebilecek zararlara karşı öngörülmüş, geçici nitelikte, geniş veya sınırlı olabilen hukukî korumadır. (Pekcanıtez, Hakan/ Atalay, Oğuz/ Özekes, Muhammet: Medenî Usûl Hukuku, Ankara 2011, s. 661).

15. İhtiyati tedbir, dava konusu tedbirlerin konulduğu tarihte yürürlükte bulunan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeler Kanunu’nun (HUMK) 101., yargılama devam ederken yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun ise (HMK) 389. maddelerinde düzenlenmiştir.

16. Hukuk Usulü Muhakemeler Kanunu’nun 101. maddesinde;

 “Hakim iki taraftan birinin talebiyle davanın ikamesinden evvel veya sonra aşağıda gösterilen hal ve şekillerde ihtiyati tedbirler ittihazına karar verebilir:

1- Menkul ve gayrimenkul malların ayni münazaalı ise bunun haciz veya yeddiadle tevdiine,

2- Münazaalı şeyin muhafazası için lazım gelen her türlü tedbirlerin ittihazına,

3- Kanunu Medeni ile muayyen hallerde nafaka alınmasına,

4- Ayrılık veya boşanma davası üzerine Kanunu Medeni mucibince icap eden muvakkat tedbirlerin ittihazına” şeklindedir.

17. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 389. maddesinde ise;

 “Mevcut durumda meydana gelebilecek bir değişme nedeniyle hakkın elde edilmesinin önemli ölçüde zorlaşacağından ya da tamamen imkânsız hâle geleceğinden veya gecikme sebebiyle bir sakıncanın yahut ciddi bir zararın doğacağından endişe edilmesi hâllerinde, uyuşmazlık konusu hakkında ihtiyati tedbir kararı verilebilir” düzenlemesi mevcuttur.

18. Görüldüğü üzere 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeler Kanunu’nda ihtiyati tedbir müessesinin tanımına ve şartlarına yer verilmemişken, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunda ihtiyati tedbir kavramının tanımı ve şartları açıkça ortaya konulmuştur.

19. Bununla birlikte, tedbirin uygulanması sonucu karşı tarafın veya üçüncü kişilerin zarar görmesi mümkündür. Nitekim bu sebeple tedbire karar verilirken talepte bulunandan teminat alınması öngörülmüştür (HUMK m. 110, HMK m. 392).

20. Tedbir talep eden tarafın bu talebinde haksız olduğu anlaşılırsa, bu tedbirden zarar görenler talepte bulunana karşı tazminat davası açabilirler. Buradaki sorumluluk kusursuz sorumluluk olmakla birlikte, fedakârlığın denkleştirilmesi çerçevesinde değerlendirilmelidir. Kusursuz sorumluluk olması sebebiyle tedbir talep edenin dava sonucu haksız çıkması ve tedbirden dolayı bir zararın olması yeterlidir (Pekcanıtez/Atalay/Özekes, s. 672).

21. 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda haksız ihtiyati tedbirden dolayı açılacak tazminat davası açıkça düzenlenmediğinden, haksız fiil hakkındaki hükümlere göre dava açılmakta idi. Haksız olarak ihtiyati tedbir koydurmuş olan tarafın sorumluluğu haksız fiil sorumluluğuna çok benzediği için tazminat davasının şartları haksız fiil hükümlerine tâbidir (Pekcanıtez/Atalay/Özekes,s. 672, Kuru/Arslan,/Yılmaz,s 589).

22. Bununla birlikte yargılama sırasında yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Tazminat” başlıklı 399. maddesinde ise ;

 “(1) Lehine ihtiyati tedbir kararı verilen taraf, ihtiyati tedbir talebinde bulunduğu anda haksız olduğu anlaşılır yahut tedbir kararı kendiliğinden kalkar ya da itiraz üzerine kaldırılır ise haksız ihtiyati tedbir nedeniyle uğranılan zararı tazminle yükümlüdür.

 (2) Haksız ihtiyati tedbirden kaynaklanan tazminat davası, esas hakkındaki davanın karara bağlandığı mahkemede açılır.

 (3) Tazminat davası açma hakkı, hükmün kesinleşmesinden veya ihtiyati tedbir kararının kalkmasından itibaren, bir yıl geçmesiyle zamanaşımına uğrar.” hükümleri yer almaktadır.

23. Bu açıklamalar göre haksız ihtiyati tedbirden dolayı maddi tazminat davası açılabilmesinin şartları; icra edilmiş bir tedbir kararının bulunması, bu tedbirin haksız olması, tedbir sebebiyle zarar meydana gelmesi ve haksız ihtiyati tedbirle ortaya çıkan zarar arasında uygun illiyet bağının bulunmasıdır. Maddi tazminat isteklerinde, manevi tazminat isteklerinden farklı olarak haksız ihtiyati tedbirden dolayı ihtiyati tedbir koyduran tarafın kusursuz sorumluluğu kabul edilmiştir. Yani icra edilmiş olan ihtiyati tedbirin haksız olması ve bir zarara neden olmuş olması sorumluluk için yeterlidir (Pekcanıtez/Atalay/Özekes, s. 672-673).

24. Diğer yandan, haksız ihtiyati tedbir sebebiyle tazmini gereken zarar gerçek zarardır. Gerçek zarar, zarar verici eylem olmasaydı zarar görenin mal varlığı ne durumda olacak idi ise o durumun yeniden tesisi için gerekli olan miktar kadardır. Zarar verici eylem gerçekleşmemiş olsaydı da oluşabilecek zararlar gerçek zarar kapsamında değerlendirilemez ve bu sebeple tazminleri istenemez. Çünkü anılan zararlar ile zararlandırıcı eylem arasında kanunun aradığı anlamda bir illiyet bağı mevcut değildir.

25. Tüm bu açıklamalar ve yasal düzenlemeler kapsamında somut olay incelendiğinde; davacılar vekili tarafından dava dilekçesinde ve aşamalarda sunulan dilekçeler ile davalı Hazine tarafından açılan dava sırasında müvekkili şirketlere ait tüm mal varlıkları ve özellikle araçları ile banka kayıtları üzerine ihtiyati tedbir konulması nedeniyle şirketlerin stoklarında bulunan yüksek maliyetli kum malzemesinin satılamadığı, ticarî işlemlerini banka ve özel finans kurumları aracılığıyla yapması gereken şirketlerin ticarî faaliyetlerinin durduğu, stoklarda uzun süre bekletilen kum malzemesinin ise tabiat şartları nedeniyle kullanılamaz duruma geldiği ileri sürülerek, haksız ihtiyati tedbir sonucu oluşan zararın giderilmesi talep edilmiştir. Davacı tanıkları da istifleme sahası içerisindeki malzemenin zaman içerisinde zeminde telef olduğunu beyan etmişlerdir.

26. Mahkemece yapılan keşif sonucunda şirketlere ait depo yerlerinde 2006 yılı itibariyle toplamda yaklaşık 813.000 metreküp malzeme olacağı sonucuna varılarak, tedbir tarihi ile keşif tarihi arasında geçen zaman içinde doğa şartları nedeniyle ince kumun kaybolduğu, keşif tarihinde zeminde ekonomik değeri bulunmayan iri taneli tüvenan malzemenin kaldığı tespit edilerek, bilirkişi heyeti tarafından her iki şirkete ait kum malzemesinin toplam tutarı tüm giderler düşüldükten sonra 23.250.772,19TL olarak hesaplanmıştır. Yerel mahkeme tarafından da Hazinenin açtığı dava ve buna bağlı olarak şirketlerin banka hesapları üzerine konulan tedbir ve uygulama sonucunda mevcut kum tüvenan malzemenin satılamadığı, doğa şartları nedeniyle heba olduğu, doğan zarar ile ihtiyati tedbir arasında illiyet bağı kurulduğu gerekçesiyle maddi tazminat isteminin kısmen kabulüne karar verilmiştir.

27. Her ne kadar mahkemece davacı şirketlerin banka hesapları üzerine işlenen ihtiyati tedbir kararı nedeniyle zararın oluştuğu kabul edilmiş ise de Hazine tarafında açılan dava sırasında sadece davacı şirketlere ait bir kısım araçların trafik kayıtları üzerine üçüncü kişilere devir ve temliklerinin önlenmesi bakımından tedbir konulmuş olup, banka kayıtları bakımından verilen bir tedbir kararı bulunmamaktadır. Trafik kayıtları üzerine konulan ihtiyati tedbirin ise araçların davacı şirketler tarafından kullanılmasına engel teşkil edecek nitelikte olmadığı açıktır. Banka kayıtları bakımından verilen bir ihtiyati tedbir kararı olmadığından şirketlerin banka ya da özel finans kuruluşları aracılığıyla ticarî işlemleri yapmasına engel bir durum olduğu söylenemez. Kaldı ki, davacı şirketlerin stoklarında bulunan kum tüvenan malzemenin satışını engelleyecek bir ihtiyati tedbir kararının varlığı da söz konusu değildir.

28. Açıklanan bu duruma göre davacı şirketler, ihtiyati tedbir sebebiyle gerçek bir zarara uğradıklarını kanıtlayamamıştır. Eş söyleyişle; davacı şirketlerin, kumların telef olması sebebiyle uğradıklarını iddia ettikleri zarar ile mevcut ihtiyati tedbir kararı arasında kanunun aradığı manada uygun illiyet bağının bulunmadığı kanaatine varılmıştır.”

V. İNCELEME VE GEREKÇE

36. Anayasa Mahkemesinin 10/1/2024 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

37. Başvurucu, Banka tarafından düzenlenen ihalede en yüksek teklifi sunarak ihaleyi kazanmasından sonra ihalenin keyfî olarak iptal edilmesi nedeniyle iptal işlemini idari yargıda dava konusu yapmasına rağmen bankanın taşınmazı yeni bir ihaleyle satmak istemesi üzerine tedbir koydurmak zorunda kaldığını bildirmiştir. Başvurucuya göre, ihalenin iptalinin dava konusu olması nedeniyle taşınmazın satışının durdurulmasında haklı nedenleri bulunduğu gibi bankanın tedbir nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü zarar da farazi olup tedbirden kaynaklanan somut bir zarar bulunmamaktadır. Bu kapsamda başvurucu, taşınmaz üzerindeki tedbir belli bir süre devam etmiş ise de taşınmaz bu süre içinde değer kazandığı ve davacı banka tarafından ilk ihalede teklif edilen bedelin çok üzerinde bir bedel ile üçüncü kişiye satıldığından bir zarar bulunmamaktadır. Başvurucu bu nedene dayalı olarak da bankanın zarara uğramak yerine önemli miktarda kâr sağladığı somut olayda mahkemece aleyhine hükmedilen 8.625.680 TL nedeniyle mülkiyet hakkı, adil yargılanma hakkı ile hukuki belirlilik ve güvenlik ilkesinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.

38. Bakanlık görüşünde, Bankanın ihale yönetmeliğine göre yapılan ihalenin onaylanıp onaylanmamasının banka yönetim kurulunun takdirinde bulunduğunu, nitekim başvurucunun en yüksek teklifi vermiş olduğu ihalenin de ihale bedelinin taşınmazın gerçek değerine ulaşmaması nedeniyle iptal edildiğini ve sonrasında taşınmazın satışı için düzenlenen 9/8/2006 tarihli ihalede 19.275.000 TL teklif edilmesi üzerine taşınmazın en yüksek teklifi veren alıcıya satılmasına karar verildiğini ileri sürmüştür. Bakanlık, başvurucunun ilk ihaleye dayalı tapu iptali ve tescil istekli dava da talep etmiş olduğu ihtiyati tedbir nedeniyle bu davanın yargılaması bitene ve tedbir ortadan kalkana kadar Bankanın taşınmazı bedeli karşılığında devretmek imkânından yoksun kalarak teklif edilen 19.275.000 TL bedelinden yararlanmaktan mahrum kalması nedeniyle uğramış olduğu zararın karşılanması talebinin haklı olduğunu ve Mahkemenin bilirkişi incelemesine dayalı tazminat kararının hukuka uygun olup mülkiyet hakkını ihlal etmediğini ileri sürmüştür.

39. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında esas itibarıyla başvuru formundaki iddialarla aynı doğrultuda Bankanın ihtiyati tedbirden kaynaklanan herhangi bir zararının bulunmadığını tekrarlamıştır.

2. Değerlendirme

40. Anayasa'nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

41. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetinin özü, mahkeme kararı uyarınca ödemek zorunda kaldığı tazminat nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkindir. Başvurucunun hukuki güvenlik ve belirlilik ilkesi ile adil yargılanma hakkı çerçevesinde ileri sürdüğü iddiaların mülkiyet hakkının usul güvenceleri kapsamında incelenmesinin uygun olacağı değerlendirilmiştir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

42. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Mülkün Varlığı

43. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, B. No: 2013/1178, 5/11/2015, §§ 49-54). Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir." denilmek suretiyle mülkiyet hakkı güvenceye bağlanmıştır. Anayasa'nın anılan maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni ve fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).

44. Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkı mevcut mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir. Bir kişinin hâlihazırda sahibi olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma hakkı -kişinin bu konudaki menfaati ne kadar güçlü olursa olsun- Anayasa'yla korunan mülkiyet kavramı içinde değildir. Bu hususun istisnası olarak belli durumlarda bir ekonomik değer veya icrası mümkün bir alacağı elde etmeye yönelik meşru bir beklenti Anayasa'da yer alan mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir. Meşru beklenti, makul bir şekilde ortaya konmuş icra edilebilir bir alacağın doğurduğu, ulusal mevzuatta belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma ihtimalinin yüksek olduğunu gösteren yerleşik bir yargı içtihadına dayanan, yeterli somutluğu olan beklentidir. Temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece mülkiyet hakkı kapsamında ileri sürülebilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No: 2012/636, 15/4/2014, §§ 36, 37).

45. İhtiyati tedbir veya hacizler de dahil olmak üzere genel olarak alacağın tahsili ile ilgili özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar Anayasa Mahkemesince daha önce Anayasa'nın 35. maddesi kapsamında mülkiyet hakkının pozitif yükümlülükleri çerçevesinde incelenmiştir (Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti. [GK], B. No: 2014/17196, 25/10/2018; AYM, E.2019/11, K.2019/86, 14/11/2019; AYM, E.2019/59, K.2020/61, 22/10/2020). Somut olayda da başvurucunun adli yargıda açmış olduğu davaya konu taşınmazın üçüncü kişilere devrini önleyen tedbir konulmuş ne var ki asıl dava ile birlikte tedbir de reddedilmiştir. Bu itibarla tedbirin haksızlığının mahkemesince tespit edilmesinden sonra Banka başvurucu aleyhine bu tedbirden kaynaklanan zararının ödenmesi için dava açmış ve yapılan yargılama sonucunda başvurucunun 8.625.680,17 TL ödemesine karar verilmiştir. Dolayısıyla Mahkeme kararı gereğince başvurucunun malvarlığında somut bir azalma meydana geldiğinden ve ek olarak mülkiyet hakkının korunması çerçevesinde talep edilen ihtiyati tedbir sebebiyle tazminata hükmedildiğinden başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi kapsamında korunması gereken bir menfaatinin olduğu sonucuna varılmıştır.

ii. Genel İlkeler

46. Mülkiyet hakkının korunmasının devlete birtakım pozitif yükümlülükler yüklediği hususu Anayasa'nın 35. maddesinin lafzında açık bir biçimde düzenlenmemiş ise de bu güvencenin sadece devlete atfedilebilen müdahalelere yönelik sınırlamalar getirdiği, bireyi üçüncü kişilerin müdahalelerine karşı korumasız bıraktığı düşünülemez. Pozitif yükümlülüklerin ortaya çıkmasının nedeni gerçek anlamda koruma sağlanmasıdır. Buna göre anılan maddede bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkının gerçekten ve etkili bir şekilde korunabilmesi yalnızca devletin müdahaleden kaçınmasına bağlı değildir. Gerçek anlamda koruma sağlanması için devletin negatif yükümlülükleri dışında pozitif yükümlülüklerinin de olması gerekir. Dolayısıyla Anayasa'nın 5. ve 35. maddeleri uyarınca devletin mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin pozitif yükümlülükleri bulunmaktadır. Bu bağlamda söz konusu pozitif yükümlülükler, kimi durumlarda özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar da dâhil olmak üzere mülkiyet hakkının korunması için belirli tedbirlerin alınmasını gerektirmektedir (Türkiye Emekliler Derneği, B. No: 2012/1035, 17/7/2014, §§ 34-38; Eyyüp Boynukara, B. No: 2013/7842, 17/2/2016, §§ 39-41; Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri Petrol Ürünleri Sanayi Ticaret Limitet Şirketi, B. No: 2014/8649, 15/2/2017, § 43).

47. Devletin pozitif yükümlülükleri, mülkiyet hakkına yapılan müdahalelere karşı usule ilişkin güvenceleri sunan yargısal yolları da içeren etkili hukuksal bir çerçeve oluşturma, oluşturulan bu hukuksal çerçeve kapsamında yargısal ve idari makamların bireylerin özel kişilerle olan uyuşmazlıklarında etkili ve adil bir karar vermesini temin etme sorumluluklarını da içermektedir (Selahattin Turan, B. No: 2014/11410, 22/6/2017, § 41).

48. Özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklarda tarafların birbirleriyle çatışan menfaatleri bulunmaktadır. Dolayısıyla tarafların karşı karşıya gelen menfaatleri çerçevesinde mülkiyet hakkını korumakla yükümlü bulunan devletin maddi ve usule ilişkin pozitif yükümlülüklerini yerine getirip getirmediği dikkate alınarak sonuca varılmalıdır. Bu bağlamda ilk olarak belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir bir kanun hükmünün mevcut olup olmadığı irdelenmelidir (Hüseyin Ak, B. No: 2016/77854, 1/7/2020, § 53).

49. İkinci olarak başvuruculara mülkiyet hakkına yapılan müdahaleye etkin bir biçimde itiraz edebilme, savunma ve iddialarını yetkili makamlar önünde ortaya koyabilme olanağının tanınıp tanınmadığı incelenmelidir. Anayasa'nın 35. maddesi usule ilişkin açık bir güvenceden söz etmemektedir. Bununla birlikte mülkiyet hakkının gerçek anlamda korunabilmesi bakımından bu madde, Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında da ifade edildiği üzere mülk sahibine müdahalenin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesini kapsamaktadır. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (Züliye Öztürk, B. No: 2014/1734, 14/9/2017, § 36; Bekir Yazıcı [GK], B. No: 2013/3044, 17/12/2015, § 71).

50. Son olarak ise başvurucunun mülkiyet hakkını koruyacak ve yeterli güvenceler sağlayacak hukuksal mekanizmaların oluşturulup oluşturulmadığı incelenmelidir. Özel kişilerin mülkiyet haklarının çatıştığı bu gibi durumlarda bunlardan hangisine üstünlük tanınacağının takdiri, kanun koyucuya ve somut olayın koşulları gözönünde bulundurularak derece mahkemelerine ait bir yetkidir. Bununla birlikte her iki tarafın menfaatlerinin mümkün olduğunca dengelenmesi ve sürecin taraflardan biri aleyhine ölçüsüz bir sonuca yol açmaması gerekir. Menfaatler dengesinin kurulmasında taraflardan biri aleyhine bireysel olarak aşırı ve olağan dışı bir külfetin yüklenmesi pozitif yükümlülüklerin ihlali sonucunu doğurabilir. Olayın bütün koşulları ve taraflara tanınan tüm imkânlar ile tarafların tutum ve davranışları gözönünde bulundurularak menfaatlerin adil bir şekilde dengelenip dengelenmediği değerlendirilmelidir (Faik Tari ve Sultan Tari, B. No: 2014/12321, 20/7/2017, § 52).

iii. İlkelerin Olaya Uygulanması

51. Pozitif yükümlülükler yönünden incelenmesi gereken ilk mesele mülkiyet hakkına yapılan müdahaleye ilişkin olarak başvurucuya etkin bir biçimde itiraz edebilme, savunma ve iddialarını yetkili makamlar önünde ortaya koyabilme olanağının tanınıp tanınmadığıdır. Başvurucunun iddia ve itirazlarını derece mahkemelerinde ileri sürme hususunda hiçbir engelle karşılaşmadığı, kendisini avukatla temsil ettirebildiği görülmektedir.

52. Ancak başvurucunun iddialarını ileri sürme imkânını elde etmesi yeterli olmayıp derece mahkemelerinin başvurucunun uyuşmazlığın esasını etkileyen iddia ve itirazlarını ilgili ve yeterli bir gerekçe ile karşılaması gerekmektedir. Ayrıca yukarıda değinildiği gibi her iki tarafın menfaatlerinin mümkün olduğunca dengelenmesi ve sürecin taraflardan biri aleyhine ölçüsüz bir sonuca yol açmaması gerekir.

53. Başvurucu mülkiyet hakkının ihlaline neden olarak davacı Bankanın ihtiyati tedbirden kaynaklanan bir zararı bulunmadığı hâlde tedbirin haksız olduğu gerekçesi ile aleyhine tazminata karar verilmesini ileri sürmüştür.

54. İhtiyati tedbir müessesesi ilgili Yargıtay içtihadında belirtildiği üzere gerek 1086 sayılı Kanun gerekse de 1/10/2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Kanun'da düzenlenmiş bir müessese olup tedbirin haksız olduğunun tespiti hâlinde her iki hâlde de tedbir talep eden kişinin belirli koşullar altında bir tazminat ödemesi gerektiği açıktır. Yukarıda zikredilen Yargıtay içtihadında belirtildiği üzere doktrinde 1086 sayılı Kanun'un yürürlükte bulunduğu dönemde haksız ihtiyati tedbirin haksız fiil benzeri bir tazminat nedeni olduğu kabul edilmekte iken 6100 sayılı Kanun'un yürürlüğe girmesi ile birlikte haksız tedbirden doğan sorumluluğun kendine has kusursuz bir sorumluluk hâli olduğu kabul edilmektedir. Somut olayda başvurucunun ihtiyati tedbir talebi 1086 sayılı Kanun'un yürürlükte bulunduğu tarihte uygulanıp aynı dönem içinde terkin edilmiş, haksız tedbire dayalı tazminat davası ise 1086 sayılı Kanun döneminde açılmış ancak yargılama 6100 sayılı Kanun'un yürürlüğe girmesinden sonra nihayete ermiştir.

55. Bu aşamada belirtmek gerekir ki ihtiyati tedbir kararı başvurucu tarafından talep edilmiş ise de tedbirin dayanağını teşkil eden mülga 1086 sayılı Kanunu'nun 101. maddesi, maddede sayılan şartların varlığı halinde hâkim tarafından tedbire karar verilebileceği hükmünü içermekte olup tedbir hâkimin takdirinde olan bir usul işlemidir. Üstelik davanın ve dolayısıyla tedbir süresinin uzaması da büyük ölçüde yargısal makamların sorumluluğundadır. Dolayısıyla tedbir tarihinde hukuka uygun olduğu varsayılan tedbir talebinin davanın reddiyle birlikte haksızlığının ortaya çıkması üzerine bu tedbirden kaynaklanan zararın tespiti davasında oluştuğu kabul edilen zararın belirlenmesi sırasında bu usul işleminin tüm sonuçlarının tedbir isteyen üzerinde bırakılması sonucunun doğması başlı başına ağır bir külfete yol açmaktadır.

56. Somut olayda başvurucu en yüksek teklifi verdiği ihalenin Banka tarafından iptal edilmesinden sonra bu işlemin iptali için açmış olduğu idari dava henüz sonuçlanmadan taşınmazın ikinci bir ihaleye konu edilmesi üzerine taşınmazın ihale alacaklısına devrini engelleyecek şekilde tedbir koydurmuştur. Başvurucunun tapu iptali ve tescil isteğinin reddi ile birlikte tedbir de kaldırılmış ve bu aşamadan sonra davalı Banka tarafından toplam 2 yıl 4 ay 20 gün süren tedbirden kaynaklanan zararının tazmini için başvurucu aleyhine dava açılmıştır. Mahkeme sonuç olarak ikinci ihalede teklif edilen 19.275.000 TL bedelin tahsil edilememesi nedeniyle tedbirin kalktığı tarihe kadar bu bedele işleyecek faiz toplamı 11.828.301,02 TL'yi oluşan maddi zarar olarak kabul etmiş, bu miktardan taşınmazın tedbir tarihindeki değeri (19.054.001 TL) ile tedbirin kaldırıldığı tarihteki değeri (22.223.550 TL) arasındaki fark olan 3.169.549 TL'yi de mahsup ederek sonuç olarak 8.625.680,17 TL'nin ödenmesine karar vermiştir. Hâl böyle iken dosyadaki belge ve bilgilere göre taşınmazın 19/4/2011 tarihinde Bankanın iştiraki olan yatırım ortaklığına 25.000.000 TL bedelle devredildiği ve yatırım ortaklığının da 8/9/2011 tarihinde 30.000.000 Amerikan doları (satış tarihi karşılığı 44.800.000 TL) bedelle bu taşınmazı üçüncü kişiye devrettiği anlaşılmaktadır. Başvurucu da gerçekleşen bu devir nedeniyle bankanın ihtiyati tedbirden kaynaklanan bir zararının bulunmadığını yargılama aşamasında ileri sürmüştür.

57. Bireysel başvuruya konu uyuşmazlıkta başvurucunun talebi ile gerçekleşen ihtiyati tedbir süresince Banka taşınmazı elinde bulundurmaya devam etmiş, her ne kadar taşınmaz için teklif edilen bedeli tahsil etme imkânından yoksun kalmış ise de süreç sonunda taşınmazı üçüncü kişiye satarak ihtiyati tedbire konu olan değerden önemli derecede fazla bir miktarı elde etmiştir. Başvurucunun iddiasına göre mahkeme kararının sonucunda ihtiyati tedbire konu taşınmaz ikinci ihale ile elden çıkmış ancak bedeli başvurucunun davranışları sonucunda elde edilememiş izlenimi oluşacak şekilde tedbir süresi içinde işleyecek farazi faiz miktarı maddi zarar olarak kabul edilmiştir. Yine başvurucuya göre bu kabul sonucunda Banka hem taşınmazı gelişen piyasa koşullarına göre satmayı kararlaştırdığı bedelden daha yüksek bir bedelle devretmiş hem de taşınmaz elinden çıkmış gibi teklif edilen ihale bedeline işleyecek yasal faizi de tahsil etme imkânına kavuşmuş böylece Bankanın mal varlığında uğramış olduğu zarardan daha fazla bir artış gerçekleşmiştir. Bu itibarla başvurucu esas itibarıyla tedbirin haksızlığının ortaya çıktığı tarihteki koşulların taraflar arasındaki ilişkinin dinamiklerinden kopuk olarak değerlendirilmesi ve Bankanın ikinci ihale ile elde etmeyi umduğu bedele işleyecek faizin bu şekilde zarar olarak kabul edilmesinin başvurucunun menfaati ile Bankanın menfaati arasında kurulması gereken adil dengeyi kendi aleyhine bozduğunu öne sürmektedir. Başvurucunun bu iddiaları mülkiyet hakkı kapsamındaki uyuşmazlığın sonucunu doğrudan etkileyen ve karşılanması gereken hususlara ilişkindir. Mahkeme ve sonrasında temyiz incelemesinde bu iddia ve itirazların bütünüyle karşılanmadığı anlaşılmaktadır. Üstelik böyle bir incelemenin yapılmayıp gerçek zararın mevcut olup olmadığı tartışılmadığı gibi hesaplanan zarar üzerinden zarar miktarı belirlenirken aleyhine tedbir istenenin bu malvarlığından yararlanabilme ve kullanma imkânının olduğunun da dikkate alınmaması her iki tarafın menfaatlerinin mümkün olduğunca dengelenmesi ve sürecin taraflardan biri aleyhine ölçüsüz bir sonuca yol açılmaması yönündeki kurala da aykırılık teşkil etmektedir.

58. Bu durumda başvurucunun mülkiyet hakkı kapsamındaki uyuşmazlığa ilişkin sonuca etkili iddia ve itirazları ilgili ve yeterli bir gerekçeyle karşılanmadığı ve sürecin sonunda başvurucuya aşırı bir külfet yüklendiği kanaatine varıldığından Anayasa'nın 35. maddesinin öngörülen pozitif yükümlülüklerinin olayın koşulları altında yerine getirilmediği sonucuna ulaşılmıştır.

59. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

60. Başvurucu, yargılamaların makul süre içinde tamamlanmaması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

61. Anayasa Mahkemesi, olay ve olguları somut başvuru ile benzer nitelikte olan Veysi Ado ([GK] B. No: 2022/100837, 27/4/2023) kararında uygulanacak anayasal ilkeleri belirlemiştir. Bu çerçevede Anayasa Mahkemesi 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'un geçici 2. maddesinde 28/3/2023 tarihli ve 7445 sayılı Kanun'un 40. maddesi ile yapılan değişikliğe göre 9/3/2023 tarihi (bu tarih dâhil) itibarıyla derdest olan, yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı iddialarıyla yapılan başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı neticesine varmıştır. Somut başvuruda, anılan kararda açıklanan ilkelerden ve ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Dolayısıyla makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik nedenleri incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

62. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

VI. GİDERİM

63. Başvurucu; ihlalin tespiti ile davanın reddine karar verilmesini ve mülkiyet hakkının ihlali nedeniyle 500.000 TL manevi tazminat, makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle 200.000 TL maddi ve 200.000 TL manevi tazminatın ödenmesine hükmedilmesini talep etmiştir.

64. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

65. Öte yandan ihlalin niteliğine göre yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından başvurucunun tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

VII. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 6. Asliye Ticaret Mahkemesine (E.2018/389, K.2018/1015) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,

E. 446,90 TL başvuru harcından oluşan yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 10/1/2024 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim İkinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal)
Künye
(Üniversal Gayrimenkul A.Ş. [2.B.], B. No: 2020/29168, 10/1/2024, § …)
   
Başvuru Adı ÜNİVERSAL GAYRİMENKUL A.Ş.
Başvuru No 2020/29168
Başvuru Tarihi 24/8/2020
Karar Tarihi 10/1/2024

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru, haksız ihtiyati tedbir nedeniyle aleyhe hükmedilen maddi tazminatın belirlenmesinde taşınmaz malikinin elde etmiş olduğu menfaatin dikkate alınmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Mülkiyet hakkı Tazminat (kamu kurumlarının tarafı olduğu uyuşmazlıklar) İhlal Yeniden yargılama
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) Makul sürede yargılanma hakkı (hukuk) Başvuru Yollarının Tüketilmemesi

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 818 Borçlar Kanunu 41
42
6098 Türk Borçlar Kanunu 49
50
1086 Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu 101
6100 Hukuk Muhakemeleri Kanunu 399
  • pdf
  • udf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi