logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(İsmail Kardaş [1.B.], B. No: 2020/32333, 11/6/2024, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

İSMAİL KARDAŞ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2020/32333)

 

Karar Tarihi: 11/6/2024

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Recai AKYEL

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

Muhterem İNCE

 

 

Yılmaz AKÇİL

Raportör

:

Yusuf Enes KAYA

Başvurucu

:

İsmail KARDAŞ

Vekili

:

Av. Rehşan BATARAY SAMAN

 

I. BAŞVURUNUN ÖZETİ

1. Başvuru, kolluk kuvvetlerinin darbetme olayı ve bu olayla ilgili olarak etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle eziyet yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

2. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) tespitlerine göre 19/4/2011 tarihinde Yüksek Seçim Kurulu (YSK) tarafından adaylıkları kabul edilmeyen milletvekili adaylarına destek vermek ve KCK davalarını protesto etmek amacıyla Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi önünde bir grup toplanmaya başlamış, toplantıda terör örgütü lehine sloganlar atılmış, güvenlik güçleri tarafından yapılan ikazlara rağmen güvenlik güçlerine yönelik taşlı, molotoflu, sapanlı ve havai fişekli saldırılar yapılmış, yapılan müdahaleye rağmen grup dağılmayarak eylemlerine devam etmiş; yapılan taşlı, molotoflu, sapanlı, havai fişekli eylemlerde görevli polis memurları muhtelif yerlerinden yaralanmış ve çok sayıda kamu malı zarar görmüştür.

3. Başvurucu, bu olaylar kapsamında 19/4/2011 tarihinde yakalanmış; gözaltına alınarak 22/4/2011 tarihinde tutuklanmıştır. Başvurucu hakkında çeşitli suçlardan kamu davası açılmış, yapılan yargılama sonucunda başvurucunun terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçundan 5 yıl 2 ay 15 gün, görevi yaptırmamak için direnme suçundan 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, izinsiz gösteriye taş ile katılmak suçundan ise atılı suçu işlediği hususu sabit olmadığından beraatine karar verilmiştir. Kararda başvurucunun yasa dışı bu gösteriye katılarak yapılan ihtarlara rağmen güvenlik güçlerine taşlı, molotof kokteylli, sapanlı, havai fişekli saldırıda bulunan grupla birlikte hareket ettiği, Belediye önünde taş atan grubun içinde aktif bir şekilde yer aldığı, gruba müdahale eden güvenlik güçlerinin müdahalesini engellemek için toplumsal olaylara müdahale aracının (TOMA) önüne oturduğu, çevredeki şahısların başvurucuyu kaldırmaya çalışmasına rağmen kalkmamak için direndiği, kaçmaya çalışırken güvenlik güçlerinin kovalaması sonucu gözaltına alındığı, gözaltına alındığı sırada güvenlik güçlerine karşı koymaya çalıştığı, tekme ve yumruk attığı, gözaltına alındıktan sonra yapılan üst aramasında bir adet puşinin ele geçirildiği belirtilmiştir.

4. Başvurucu, terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçundan da Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı sonrası yapılan yeniden yargılama sonucunda beraat etmiştir.

5. Başvurucu, gözaltına alındıktan sonra doktor muayenesi için hastaneye götürülmüştür. Başvurucu hakkında düzenlenen 19/4/2011 tarihli rapora "Hasta adli tabipçe muayenesini talep etmiştir." notu düşülmüş ve başvurucunun muayenesi yapılmamıştır. Başvurucu tekrar emniyete ve akabinde akşam saatlerinde muaeyene edilmek üzere doktora götürülmüştür.

6. Aynı tarihte düzenlenen ikinci raporda başvurucunun sağ göz çevresinde morluk ve şişlik, göz sklerasında kanama, sol göz altında morluk ve şişlik, sağ kol iç yüzünde yaklaşık 5x5 cm ebadında morluk olduğu, sırtta sağda yaklaşık 4 cm uzunluğunda, 2 cm kalınlığında iki kızarıklık ve solda iki olmak üzere dört kızarıklık ve yine sağda yaklaşık 10 cm çapında morluk, şişlik olduğu, her iki dizde sıyrık bulunduğu, hastanın direkt grafileri ve tomografilerinde patolojik belirtiler olmadığı, beyin cerrahisinin gözlem önerdiği, görme (sağ göz) problemi için göz hastalıklarından konsültasyon istendiği ve gözlem altına alındığı belirtilmiştir. Başvurucu bir gün hastanede müşahade altında kalmıştır. Ertesi gün göz polikliniği ve plastik cerrahi bölümünde de başvurucu hakkında rapor tanzim edilmiş; başvurucu, emniyete götürülmüştür.

7. Diyarbakır Eğitim ve Araştırma Hastanesinin 20/4/2011 tarihli raporunda; plastik cerrahi açıdan sağ periorbital ödem ve ekimoz olduğu, sağ subkonjunktival kanaması olduğu, göz hareketlerinin olağan olup diplopi olmadığı, maxillofasial fraktür bulgusu bulunmadığı, acil cerrahi girişim planlanmadığı, göz açısından sağ göz kapaklar ekimotik, şiş, periorbital ekimoz, göz eneftalmik, konjunktiva hiperemi, subkonjunktival hemoraji olduğu, korneanın saydam, IR (+), lens saydam, sol göz ön segment doğal, sağ göz enoftalmus, retinal ödem, şüpheli orbital fraktür tespit edildiği belirtilmiştir.

8. Başvurucu 26/4/2011 tarihinde Başsavcılığa sunduğu dilekçede gözaltına alınırken gözaltı aracında, emniyette ve hastanede kolluk kuvvetleri tarafından darbedildiğini iddia etmiş ve ilgili kolluk personeli hakkında suç duyurusunda bulunmuştur.

9. 27/4/2011 tarihinde Başsavcılık, başlatılan soruşturma kapsamında başvurucunun müşteki sıfatıyla ifadesini almıştır. Başvurucu ifadesinde “Miting yerinde göz altına alındığım sırada yaklaşık 15-20 kişiden oluşan polis memurları tarafından cop, kalas ve tekmelerle darp edildik. Buradan alınıp Cezaevi semtinde bulunan İl Emniyet Müdürlüğüne götürüldük. Burada götürülünceye kadar yolda aracın içinde darp edildim. İl Emniyet Müdürlüğünde de çok sayıda polis memurları tarafından hakarete maruz kalıp darp edildik. Bu olaylardan sonra akşam saatleri üzeri benim hakkımda rapor alınması için Diyarbakır Araştırma Hastanesine gittik. Burada ismini bilmediğim doktora vücudumdaki darp izlerini bir ön raporla hazırlayıp, beni adli tabipliği sevk etmesini ve muayene odasına polislerin olmaması gerektiğini talep ettim. Ancak doktor buna yetkisi olmadığını, bunu yapamayacağını söylemesi üzerine ben talebimi yineledim ve böyle bir yasal hakkımın olduğunu söyledim. Doktor benim hakkımda rapor hazırlamadan orada bulunan ve şuan kendisini görsem tanıyabileceğim polis komiseri polis memurlarına bana müdahale etme emrini verdi. Yaklaşık 10 polis memuru tekrar doktorun ve hastane görevlilerinin önünde beni yeniden darp etmeye başladılar. Polis aracına kadar bu darp devam etti. Burada beni tekrar Diyarbakır İl Emniyet Müdürlüğüne getirdiler. Saat 22:00 civarlarında talebim üzerine yeniden Diyarbakır Eğitim ve Araştırma Hastanesine götürüldüm. Daha önce beni muayene ederek rapor hazırlamayan doktor beni götürdükten sonra polislerin benim kendisini ve polisleri tehdit ettiğini, benim doktora saldırmamaya yönelik tutanak hazırlayıp kendisine imzalattırmak istediklerini ve bunu kabul etmediğini söyledi. Benim hiç bir şekilde polisi tehdit etme durumum söz konusu değildir. Zaten sayıca kendileri benden fazlaydılar. Benim kimseyi tehdit etmedim, buna tüm göz altına bulunup rapor için getirilen şahıslar ve hastane görevlileri şahittir. Ben sadece yasal haklarımı talep etmiştim. Bu konuşmadan sonra doktor beni muayene edip benim hakkımda rapor tanzim etti ve ben bir gece hastanede müşahede altında kaldım. Ertesi gün beni Devlet Hastanesi göz polikliniği ve plastik cerrahide de hakkımda rapor tanzim edilip tekrar beni emniyete götürdüler. Buradan da beni adliyeye getirdiler. Beni darp eden polislerin çoğunu görsem tanırım. Beni emniyette darp ettikleri emniyet kameralarında kayıtlarının mevcut olduğunu düşünüyorum. Beni darp etmelerinden dolayı göz altlarım şiştir, sağ gözümde kan mevcuttur, sağ kolumun omuz kısmında iz ve morarma, sırtımın sağ tarafında yukarıdan kalçaya kadar olan kısmında iz ve morartı, karnımın sağ tarafından yine aynı şekilde iz ve morartı, her iki kalçamda, her iki kalça, sağ ve sol baldırımda iz ve morartı, her iki diz kapağımda çeşitli ölçülerde yara bere ve darbeden dolayı bir haftadır sürekli baş dönmesi mevcuttur. Bir haftadır kanlı tükürük atmaktayım ve sürekli göğsümde sıkışma mevcuttur. Ben bu olayla ilgili olarak Adli Tıp Kurumuna sevk edilerek hakkımda rapor tanzim edilmesini istiyorum. Beni darp ve işkence eden çoğunu görüp te tanıyabileceğim polis memurlarından davacı ve şikâyetçiyim” şeklinde beyanda bulunmuştur.

10. 19/4/2013 tarihinde başvurucu hakkında adli muayene raporlarını düzenleyen doktorun tanık sıfatı ile ifadesi alınmıştır. Doktor “Hastaneye getirildikten sonraki aşamayla ilgili adı geçen şahıs ile adli tabip muayenesi istedi. Bu arada ben ile şahıs arasında bir tartışma olmadı o esnada 4-5 polis şahsa elleri ile saldırıp kelepçelerken darbettiler. Bu arbede yaklaşık beş dakika sürdü ve şahsı muayene ettiğim odamdan sürükleyerek çıkardılar. Bu arbede sırasında şahıs işkenceler bizi yıldıramaz diye slogan atmaya başladı ve şahsı dışarı çıkardılar benim ilk tuttuğum adli raporda şahsı ayrıntılı muayene edemediğim için şahsın da isteğine binaen adli tabipe görülmesi uygundur diye yazdım. Ne kadar bir süre geçtiğini bilmiyorum içlerinden bir tam rütbeli amir bir tutanak hazırlayıp imzalamam için önüme getirdi tutanakta şahsın slogan attığını buna binaen orantılı güç kullanarak şahsı etkisiz hâle getirdiklerini yazıyordu. Yazanların doğru olmadığını düşündüğüm için imzalamadım rütbeli amire savcıyı aramasını ve onunla konuşacağımı söyledim. Ben nöbetçi savcıya olay ile ilgili bilgi verdim gerekirse hemen ifadeye gelebileceğimi ve bu amirin bana imzalatmak için getirdiği imzalamayacağımı söyledim. Aradan birkaç saat geçtikten sonra şahsı tekrar bana adli muayene için getirdiler adli raporunda da belirttiğim gibi şahsın üzerinde darp izi mevcuttu. Ayrıca şahıs getirildiğinde büyük abdestini altına kaçırmış vaziyetteydi. Temizliğini yaptırdıktan sonra muayenesini yapıp gerekli konsültasyonumu istedim ertesi gün nöbet bitimi hastayı diğer görevli doktor arkadaşa devrettim.” şeklinde beyanda bulunmuştur.

11. Başsavcılık 11/9/2013 tarihinde emniyete gönderdiği yazıda adli muayene evrakına göre başvurucuyu hastaneye götüren polis memurları ile adli muayene raporunda sicili yazan tüm polis memurlarının kimlik bilgileri ile teşhise elverişli fotoğraflarının gönderilmesini istemiştir.

12. 12/11/2013 tarihinde başvurucu tekrar ifade vermiş ve teşhis işlemi yapmıştır. Başvurucu, muayene sırasında diğer polislere müdahale emri veren amiri teşhis etmiş; doktorun odasında başka polislerin de kendisine vurduğunu ancak zaman geçtiği için bu kişileri hatırlayamadığını belirtmiş ve bu kişileri teşhis edememiştir.

13. Başvurucunun teşhisi üzerine 29/11/2013 tarihinde Polis Müdürü A.A.nın ifadesi alınmıştır. A.A. beyanında, ekibinde görevli diğer üç polisin de ismini verince bu polislerin de ifadesi alınmıştır. Şüpheliler ifadelerinde suçlamaları kabul etmemiş, zor kullanma yetkisi sınırları kapsamında hareket ettiklerini belirtmiştir.

14. Diyarbakır Adli Tıp Şube Müdürlüğü başvurucunun yaralanması sonucu hazırladığı 19/3/2014 tarihli nihai adli raporda başvurucudaki yaralanmanın kişinin yaşamını tehlikeye soktuğu, basit tıbbi müdahale ile giderilecek nitelikte olmadığı, kemik kırıklarının kişinin yaşam fonksiyonlarına etkisinin orta düzeyde olduğu hususlarını belirtmiştir.

15. Başsavcılık, düzenlenen 13/7/2015 tarihli iddianame ile dört polis memurunun neticesi sebebiyle ağırlaşmış kasten yaralama suçundan cezalandırılması talebiyle kamu davası açmıştır.

16. Yargılamayı yürüten Diyarbakır 11. Asliye Ceza Mahkemesi 25/4/2016 tarihinde, söz konusu eylemlerin işkence suç oluşturabileceğini belirterek görevsizlik kararı vermiştir. Görevsizlik kararının kesinleşmesinden sonra dosya Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesine (Mahkeme) gelmiştir.

17. Yapılan yargılama sonucunda Mahkemenin 26/9/2018 tarihli kararı ile şüpheli polis memurlarının üzerilerine atılı suçu işlediklerine dair her türlü şüpheden uzak, kesin delil bulunmaması gerekçesiyle beraatlerine karar verilmiştir.

18. Kararda başvurucuyu hastaneye, hastaneden emniyete götüren, emniyette bulunduğu süre içinde resmî işlemleri yapan ve hastaneye ikinci defa getiren ekiplerin farklı olduğu, başvurucunun yaralanmasına neden olan eylemi hangi ekibin ya da ekipte bulunan polislerin yaptığının belli olmadığı belirtilmiştir. Yine kararda işlemlere katılan polis ekiplerine farklı kod numaraları verildiği, bu kodlara ilişkin olarak emniyete yazı yazıldığı, ilk ekipte yer alan sanık polis memurları dışındaki diğer polis memurlarının tespitinin yapılamadığı, yapılan incelemede zor kullanma sınırlarının aşılması suretiyle başvurucuya orantısız güç kullanıldığı, bunun sonucunda nitelikli yaralanma meydana geldiği ancak bu yaralamayı sanık polis memurlarının gerçekleştirdiğine dair her türlü şüpheden uzak somut maddi delil bulunmadığı ifade edilmiştir. Kararda ayrıca başvurucunun ilk rapora sevk edilmesi sırasında sanıkların başvurucuyu doktorun huzurunda darbetmeleriyle ilgili olarak suç duyurusunda bulunulmasına karar verilmiştir.

19. Başvurucu, karara karşı istinaf başvurusunda bulunmuştur. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 14. Ceza Dairesi (Ceza Dairesi) 21/3/2019 tarihli kararı ile ilk derece mahkemesinin kararını bozmuş, yeniden incelemesi için dosyayı ilk derece mahkemesine göndermiştir. Kararda sanıkların başvurucuyu doktorun huzurunda darbetmeleriyle ilgili olarak yapılan suç duyurusu üzerine kamu davasının açılması hâlinde dava dosyalarının birleştirilmesine karar verilmesi, sonucuna göre de tüm delillerin birlikte değerlendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir.

20. Bozma sonrası yapılan yargılamada Mahkeme tekrar sanıkların ifadesini almış ve suç duyurusunun akıbetinin araştırılmasına karar vermiştir.

21. Başvurucu, soruşturmanın artık etkisiz hâle geldiğini belirterek 22/9/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

22. 21/10/2020 tarihli duruşmada suç duyurusu ile ilgili Başsavcılık nezdinde E.2019/37876 sayılı soruşturmanın açıldığı ve soruşturmanın derdest olduğu bilgisi verilmiştir.

23. Başsavcılık ise yaptığı soruşturmada başvurucuyu gösteri alanından alıp hastaneye, oradan emniyete götüren, burada resmî işlemlerini yapan ve ikinci defa hastaneye getiren ekipte yer alan polis memurlarının tespit edilmesinin ve savunmalarının alınmasının sağlanması yönünde adımlar atmıştır.

24. Başsavcılık; bu kapsamda 17/2/2022 tarihinde ilgili birimlere gönderdiği yazıda başvurucunun yakalanarak gözaltına alınması sırasında, başvurucuyu emniyete götüren araçta, başvurucunun hastaneye ilk götürülmesi esnasında görev alan polislerin tespitini ve bu olaylara ilişkin kamera kayıtlarını istemiştir.

25. 9/4/2022 tarihinde Başsavcılığa verilen cevapta ilgili personelin sicili ve ismi bildirilmiş, kamera görüntülerinin ise bulunmadığı (kayıt süresinin dolması vb. gerekçelerle) belirtilmiştir. Başsavcılık tespit ettiği polislerin savunmalarını almıştır. Soruşturma devam etmektedir.

26. Mahkeme daha sonraki duruşmalarda soruşturma dosyasının sonucunun beklenmesine karar vermiştir. Dava ilk derece mahkemesinde derdesttir.

II. DEĞERLENDİRME

27. Başvurucu; kolluk görevlilerinin fiziksel şiddetine uğradığını, bu kapsamda görülen davanın başvuru tarihi itibarıyla yaklaşık on bir yıldır devam ettiğini, etkili bir soruşturma yürütülemediğini belirterek kötü muamele yasağının esas ve usul boyutunun, yargılamanın sonuçlanmamış olması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

28. Adalet Bakanlığı (Bakanlık) görüşünde; yapılacak incelemede Anayasa ve mevzuat hükümlerinin, Anayasa Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarının ve somut olayın şartlarının dikkate alınması gerektiği bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

29. Başvuru, kötü muamele yasağı kapsamında incelenmiştir.

30. Kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin savunulabilir bir iddia hakkında yürütülen ceza soruşturmasının etkili olup olmadığı yönünden inceleme yapılabilmesi için yürütülen soruşturmanın ilgili kamu makamları tarafından nasıl sonlandırılacağının beklenmesi bireysel başvuru ile getirilen koruma mekanizmasının ikincil niteliğine uygun olacaktır. Bununla birlikte savunulabilir iddia hakkında soruşturma açılmamışsa ya da açılmış olmakla birlikte soruşturma etkisiz bir hâl almış ise mağdurlar, soruşturma açılmadığının ya da etkili bir ceza soruşturması yürütülmediğinin ve ileride de bu nitelikte bir soruşturmanın yürütüleceği konusunda en ufak gerçekçi bir şans bulunmadığının farkına vardıkları veya varmaları gerektiği andan itibaren süresi içinde bireysel başvuru yapmalıdır (yaşam hakkı yönünden yapılan aynı yöndeki değerlendirme için bkz. Rahil Dink ve diğerleri, B. No: 2012/848, 17/7/2014, §§ 76, 77; Adle Azizoğlu ve Sadat Azizoğlu, B. No: 2014/15732, 24/1/2018, §§ 86-88).

31. Somut olayda başvurucunun bireysel başvuruda bulunmak için ceza soruşturmasının sonuçlanmasını beklemesinin gerekip gerekmediğinin ve bu bağlamda başvurunun süresinde yapılıp yapılmadığının değerlendirilmesi gerekir. Ne var ki söz konusu değerlendirmenin yapılabilmesi başvurunun esası hakkında inceleme yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Bu zorunluluk uyarınca kabul edilebilirlik incelemesi esas incelemesi ile birlikte yapılmıştır.

32. Anayasa’nın 17. maddesi “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesindeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında, bir kimsenin devlet görevlilerinin 17. maddenin üçüncü fıkrasını ihlal eden bir muamelesine uğradığına ilişkin savunulabilir bir iddia bulunması hâlinde etkili bir soruşturma yürütülmesini gerektirir. Kötü muamelenin kasten yapıldığının ileri sürüldüğü durumlarda ivedilikle bir ceza soruşturması başlatılmalıdır. Şikâyet yapılmadığında bile kişiye kötü muamelede bulunulduğuna ilişkin yeterince açık belirtiler varsa konuyla ilgili bir ceza soruşturması açılmalıdır. Bu soruşturma olaya karışmış olanlardan bağımsız kişilerce yürütülmeli ve soruşturmada olayı aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün deliller toplanmalıdır. Dahası soruşturma süreci gerektiği ölçüde kamu denetimine ve mağdurun erişimine açık tutulmalı, soruşturma sonunda çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanılmamalı ve kullanılan gücün ilgilinin davranışı nedeniyle mutlak surette gerekli olan bir güç kullanımına karşılık gelip gelmediği ve orantılı olup olmadığı soruşturma makamınca değerlendirilmelidir. Ayrıca soruşturmada makul bir özen ve süratle hareket edilmelidir (Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, §§ 101-103; S.D., B. No: 2013/3017, 16/12/2015, §§ 111-114; Veli Saçılık (2), B. No: 2018/24614, 18/10/2022, § 16).

33. Kişilerin kendi tutumu kesin olarak zorunlu kılmadıkça güç kullanmaya yetkili kamu görevlilerince kişilere fiziksel güç kullanılması ilke olarak Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasını ihlal etmektedir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 81). Gözaltı veya tutukluluk gibi bireyin devletin kontrolü altında bulunduğu sırada bir yaralanma meydana gelmiş ise bu olaya ilişkin tatmin edici ve inandırıcı bir açıklama getirme yükümlülüğü yetkili makamların üzerindedir (S.D., §§ 89, 90; Cengiz Kahraman ve Kenan Özyürek, B. No: 2013/8137, 20/4/2016, § 95). Bunun sebebi bu tür olaylarda gerçekleşme şartlarına ilişkin bilgilerin çoğunlukla yetkili makamların erişiminde olmasıdır (Ferit Kurt ve diğerleri, B. No: 2018/9957, 8/6/2021, § 74).

34. Somut olayda başvurucu 19/4/2011 tarihinde gösteri sırasında gözaltına alınmış ve 22/4/2011 tarihine kadar gözaltında kalmıştır. Başvurucu hakkında gözaltına girişte düzenlenen raporlarda ve bu raporlara dayanılarak hazırlanan adli tıp raporunda başvurucunun yaralanmasının kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum olduğu, etkisinin basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olmadığı, vücuttaki kemik kırıklarının yaşam fonksiyonlarını orta derecede etkileyecek nitelikte olduğu ifade edilmiştir. Sözü edilen hususlar başvurucuya kötü muamelede bulunulduğuna ilişkin yeterince açık belirtilerdir. Buna rağmen Başsavcılık, konuyla ilgili soruşturma başlatmak için başvurucunun şikâyetini beklemiştir.

35. Soruşturma kapsamındaki ilk teşhis işlemi başvurucunun şikâyetinden iki yılı aşkın bir süre sonra yapılabilmiştir. Tespit edilen dört şüpheli hakkındaki iddianame ise başvurucunun şikâyetinden dört yılı aşkın bir süre sonra hazırlanabilmiştir.

36. Başvurucu; gözaltına alınırken, gözaltı aracında, emniyette ve hastanede kolluk kuvvetleri tarafından darbedildiğini ileri sürmüştür ancak Başsavcılık, başvurucunun şikâyetini sadece hastanedeki darp iddiasıyla sınırlı olarak inceleyip başvurucunun hastanedeki muayenesi sırasında görevli olduğu tespit edilen dört kolluk görevlisi hakkında dava açmıştır (bkz. §§ 8-15). Böylece gözaltına alınma, gözaltı aracında ve emniyetteki darp iddialarıyla ilgili delil toplanmamıştır. Soruşturmadaki bu eksiklik; başvurucuyu alıp hastaneye götüren, hastaneden emniyete götüren, emniyette bulunduğu süre içerisinde resmî işlemlerini yapan ve hastaneye ikinci defa getiren ekiplerin farklı olduğu, başvurucunun yaralanmasına neden olan eylemi hangi ekibin ya da ekipte bulunan polislerin yaptığının belli olmadığı, işlemlere katılan polis ekiplere farklı kod numaraları verildiği, bu kodlara ilişkin olarak emniyete yazı yazıldığı, ilk ekipte yer alan sanık polis memurları dışında diğer polis memurlarının tespit edilemediği, başvurucuya zor kullanma sınırlarını aşacak şekilde orantısız güç kullanıldığı ve nitelikli yaralanma meydana geldiği ancak bu yaralamanın sanık polis memurları tarafından gerçekleştirildiğine dair her türlü şüpheden uzak somut maddi delil bulunmadığı gerekçesiyle sanık polis memurları hakkında beraat kararı verilmesine neden olmuştur (bkz. § 18). Bu karar Ceza Dairesince 21/3/2019 tarihinde, Mahkeme tarafından yapılan suç duyurusunun sonucunun beklenmesi ve kamu davasının açılması hâlinde dava dosyalarının birleştirilmesine karar verilerek sonucuna göre tüm delillerin birlikte değerlendirilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulmuştur (bkz. § 19).

37. Ne var ki aradan geçen süreye rağmen Mahkemece yapılan suç duyurusu üzerine başlatılan soruşturma sonuçlandırılamamış, dört polis memuru hakkındaki yargılama da nihayete erdirilememiştir. Olayın gerçekleşmesinin üzerinden 13 yıla yakın bir süre geçtiği, başvurudaki hiçbir unsurun başvuruya konu edilen yargısal sürecin bu denli uzun sürmesini haklı kılmadığı ve hâlâ yargı mercilerinin başvurucunun gözaltı sürecinde ağır bir şekilde nasıl yaralandığı, güç kullanımının başvurucunun kendi tutumu nedeniyle zorunlu hâle gelip gelmediği ve aşırı olup olmadığı konusunda tatmin edici ve inandırıcı bir açıklama getirmediği dikkate alındığında soruşturmanın makul bir sürat ve özenli yürütülmediği, ayrıca soruşturmanın bundan sonra etkili bir şekilde yürütüleceği konusunda gerçekçi bir durum bulunmadığı açıktır. Dolayısıyla başvuruda başvuru yollarının tüketilmesine ilişkin kabul edilebilirlik kriteri yönünden bir eksiklik bulunmamaktadır ve başvuru süresindedir. Bu durumda başvuru kabul edilebilir niteliktedir ve kötü muamele yasağının maddi ve usul boyutları ihlal edilmiştir. Anayasa Mahkemesinin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında yasaklanan muamelelerle ilgili değerlendirmelerine göre başvurucunun yaralanmasına neden olan muamele eziyet olarak kabul edilebilir (bahsi geçen muamelelerle ilgili ayrıntılı açıklamalar için birçok karar arasından bkz. S.D., §§ 84-88; Cengiz Kahraman ve Kenan Özyürek, §§ 90-94).

38. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan eziyet yasağının maddi ve usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

Muhterem İNCE bu sonuca katılmamıştır.

III. GİDERİM

39. Başvurucu; ihlalin tespit edilmesi, yeniden soruşturma yapılması ve 100.000 TL maddi tazminat ile 300.000 TL manevi tazminat ödenmesi talebinde bulunmuştur.

40. Eziyet yasağının usul boyutu yönünden yapılan incelemede tespit edilen eksikliklerin başvuruya konu yargılamada görev alan yargı mercilerince dikkate alınması ve benzer ihlallerin önlenmesi için kararın bir örneği Mahkemeye ve Başsavcılığa gönderilmelidir.

41. Başvurucuya manevi zararları karşılığında talebiyle bağlı kalınarak net 300.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir. Öte yandan başvurucunun uğradığını iddia ettiği zararla ilgili bilgi ve belge sunmaması nedeniyle maddi tazminat talebi reddedilmiştir.

IV. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA Muhterem İNCE'nin karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının maddi ve usul boyutlarının İHLAL EDİLDİĞİNE Muhterem İNCE'nin karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

C. Kararın bir örneğinin eziyet yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi (E.2019/279) ile Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına (Sor. No: 2019/37876) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 300.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 446,90 TL harç ve 18.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 19.246,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 11/6/2024 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞIOY GEREKÇESİ

KABUL EDİLEMEZLİĞE İLİŞKİN OLARAK

Anayasa'nın 17. maddesi yönünden yapılan değerlendirme, somut olayın özellikleri bakımından başvuru yollarının tüketilmediği gerekçesiyle kabul edilemezlik kararı verilmesi gerektiği değerlendirilmektedir. Zira somut olayda başvurucunun iddialarına ilişkin olarak başlatılan soruşturmada, ilgili kamu görevlileri hakkında iddianame ile kovuşturma evresine geçilmiştir. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından verilen beraat kararına karşı da istinaf başvurusu yapılmış olduğundan, bireysel başvurunun yapıldığı tarih itibarıyla ortada henüz yargısal yollar tüketilmeyen bir başvuru söz konusu olduğu anlaşılmaktadır.

Bu nedenle, çoğunluğun aksi yöndeki kabul kararına katılmıyorum.

ESASA İLİŞKİN OLARAK

4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu'nun 16. maddesinde polisin zor kullanma yetkisi düzenlenmekte ve bu yetkinin bedeni ve maddi güç (basınçlı su ve göz yaşartıcı gaz kullanma halleri dahil) kullanma şeklinde olabileceği, zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarının yapılacağı, ancak direnmenin mahiyeti ve derecesi gözönünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabileceği hüküm altına alınmaktadır.

Devletin, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüğün usule ilişkin boyutu da bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal olmayan her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının, sorumluluğunda meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 110; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Anguelova/Bulgaristan, B. No: 38361/97, 13/6/2002, § 137; Jasinskis/Letonya, B. No: 45744/08, 21/12/2010, § 72).

Kötü muamele yasağına ilişkin pozitif yükümlülüklerin usuli boyutunu oluşturan etkin soruşturma yükümlülüğünün bir sonuç yükümlülüğü değil, araç yükümlülüğü olduğu hatırda tutulmalıdır. Bu cümleden olarak, Anayasa'nın 17. maddesinin başvurucuya üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı ya da tüm yargılamaları mahkumiyetle veya belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği şeklinde yorumlanamayacağı hususunun dikkate alınması gerekmektedir. (Cezmi Demir ve diğerleri, § 113).

Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma türünün, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir. Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm ve yaralama olaylarına ilişkin davalarda Anayasa'nın 17. maddesi gereğince devletin, ölümcül ya da yaralamalı saldırı durumunda sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda, yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi, bu hak ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 55).

Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm ya da yaralama olayına dair hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil, uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).

Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edebilmek için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma; bağımsız, hızlı ve derinlikli bir şekilde yürütülmelidir (Cezmi Demir, § 114 benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Assenov ve diğerleri/Bulgaristan, B. No: 24760/94, 28/10/1998, § 103; Batı ve diğerleri/Türkiye, B. No: 33097/96-57834/00, 3/6/2004, § 136).

Somut olayda başvurucunun şikâyeti üzerine Başsavcılık tarafından soruşturma başlatılmış ve deliller toplanmıştır. Başvurucu hakkında düzenlenen adli raporlar dosyaya getirtilmiş, şüphelilerin tespiti için teşhis işlemi yaptırılmış, şüpheliler ve tanık ifadeleri alınmıştır. Başvurucunun yaralanması ile ilgili olarak ayrıca adli tıp raporu düzenlenmiştir. Yürütülen soruşturma neticesinde şüpheli polis memurları hakkında iddianame düzenlenmiştir. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından yapılan yargılama sonucunda delil yokluğu sebebiyle şüphelilerin beraatlerine karar verilmiştir. Bu karar da istinaf incelemesi aşamasındadır. Böylece İstinaf Mahkemesi tarafından bozulması ve dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmesi üzerine yargılama Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde devam etmektedir.

Dosyada yer alan tüm bilgi ve güvenlik kuvvetlerinin göstericilere vaki müdahalesinin yasal zor kullanma yetkisi kapsamında kaldığı, bu yetkinin orantısız biçimde aşılmak suretiyle kötü muamele yasağının ihlâl edildiği yolundaki soyut iddiayı destekleyici somut bir bulgu ve kanıtın bulunmadığı, asgari eşiğin aşılmadığı, böylece devletin pozitif yükümlülüğünün somut olayın koşulları bakımından yerine getirildiği olaya bir bütün olarak bakıldığında Anayasa'nın 17. maddesinin maddi ve usuli bakımlardan ihlâl edildiğine ilişkin bir sonuca ulaşmanın farazi bir kabule dayanabileceği kanaatine ulaşılmıştır.

Açıklanan nedenlerle; Anayasa'nın 17. maddesinin ihlâl iddiası bakımından "ihlâl bulunmadığı" kararı verilmesi gerektiğini değerlendirdiğimden; çoğunluğun aksi yönündeki kararına katılmıyorum.

 

 

 

 

Üye

Muhterem İNCE

 

 

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim Birinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal)
Künye
(İsmail Kardaş [1.B.], B. No: 2020/32333, 11/6/2024, § …)
   
Başvuru Adı İSMAİL KARDAŞ
Başvuru No 2020/32333
Başvuru Tarihi 22/9/2020
Karar Tarihi 11/6/2024

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru, kolluk kuvvetlerinin darbetme olayı ve bu olayla ilgili olarak etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle eziyet yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Kötü muamele yasağı Yakalama ve/veya gözaltı sırasında güç kullanımı İhlal Manevi tazminat
İhlal Yeniden soruşturma
  • pdf
  • udf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi