logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Erkan Türkmen [2. B.], B. No: 2020/38098, 27/2/2025, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ERKAN TÜRKMEN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2020/38098)

 

Karar Tarihi: 27/2/2025

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Basri BAĞCI

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Kenan YAŞAR

 

 

Metin KIRATLI

Raportör

:

Olcay ÖZCAN

Başvurucu

:

Erkan TÜRKMEN

Vekili

:

Av. İdris ŞAHİN

 

I. BAŞVURUNUN ÖZETİ

1. Başvuru, miras yoluyla intikal eden taşınmazın olağanüstü zamanaşımı zilyetliği ile edinildiği gerekçesiyle açılan tapu iptal ve tescil davasının kabulüne karar verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

2. M.S.K. 18/9/2015 tarihinde başvurucunun da aralarında olduğu yirmi altı davalı aleyhine Ordu 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Asliye Hukuk Mahkemesi) tapu iptali ve tescil talebiyle dava açmıştır. Bu davada, Ordu'nun Altınordu ilçesinde bulunan 2306 ada 16, 17, 18 ve 19, 4830 ada 1 ve 1326 ada 22 parsel sayılı taşınmazların ifraz öncesi geldisi olan 208 No.lu parseli 1958 yılında malikler R.F. ile eşi E.F.den satın aldığını ancak bu kişilerin ferağ verememesi nedeniyle 1962 yılında vekâletname düzenlendiğini, eski maliklerle daha sonra irtibat kuramadığını, maliklerin 1982 ve 1983 yıllarında öldüğünü ileri sürmüştür. 1958 yılından bu yana taşınmazları nizasız ve fasılasız olarak kullandığını, emlak vergilerini ödediğini ve eski maliklerin mirasçılarının bu sürede mülkiyet iddiasında bulunmadığını iddia etmiştir. Fındık bahçesi olarak kullandığı taşınmazlardaki fındıkların 2015 yılında bilgisi ve rızası dışında sökülmesi üzerine yaptığı araştırmada eski maliklerin mirasçıları tarafından taşınmazların önce A.Ö. isimli kişiye, ardından da başvurucuya satıldığını ve bu satışların iş birliği içinde yapıldığını belirterek 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 713. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan kazanma koşullarının oluştuğu gerekçesiyle taşınmazların başvurucu adına olan tapu kayıtlarının iptali ile adına tescil edilmesini, bu talebi yerinde görülmez ise taşınmazların dava tarihi itibarıyla belirlenecek bedellerinin davalılardan müştereken tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

3. Asliye Hukuk Mahkemesi 16/2/2017 tarihinde, noterde resmî şekilde satış vaadi sözleşmesi ve tapuda devre dair bir sözleşme yapılmadığı, 4721 sayılı Kanun'un 713. maddesinin birinci ve ikinci fıkrasına göre olağanüstü zamanaşımı yolu ile taşınmaz kazanma şartlarının oluşmadığı ve davanın ispatlanamadığı gerekçeleriyle davayı reddetmiştir. İstinaf talebini inceleyen Samsun Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 10/7/2017 tarihinde, eksik inceleme ve değerlendirme yapıldığı gerekçesiyle Asliye Hukuk Mahkemesi kararının kaldırılmasına ve davanın yeniden görülmesi için dosyanın mahkemesine iadesine karar vermiştir.

4. Yeniden yargılama yapan Asliye Hukuk Mahkemesi 5/2/2019 tarihinde, taşınmazların başvurucu adına olan tapu kaydının iptali ile davacı adına tesciline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde,

i. Davacının taşınmazı 1958 yılında ve 1960'lı yıllarda kayıt maliklerinden satın almasına rağmen tapuda devir işlemi yapmadığını ancak dinlenilen tanık ve mahallî bilirkişi beyanlarına göre bu tarihten itibaren taşınmaz üzerinde kesintisiz şekilde malik sıfatı ile zilyet olduğunu,

ii. Davacının taşınmaz üzerinde hukuki sorun bulunması nedeniyle tapuda devir alamadığına ilişkin savunmasının alınan vekâletnamenin taşınmazla ilgili olması nedeniyle örtüştüğünü ve yazılı delil başlangıcı kabul edildiğini,

iii. 4721 sayılı Kanun'un 713. maddesinin birinci fıkrası delaleti ile ikinci fıkrası uyarınca kayıt maliki yirmi yıl önce ölmüş şahıs adına kayıtlı taşınmazı yirmi yıl süreyle nizasız ve fasılasız olarak malik sıfatı ile zilyetliğinde bulunduran zilyedin mülkiyet hakkının tapuya tescilini talep edebileceğini, kayıt maliklerinin 1982 ve 1983 yıllarında vefat ettiğini, davacının 2003 yılında olağanüstü kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği yoluyla mülkiyeti kazandığını,

iv. Anayasa Mahkemesinin 17/3/2011 tarihli ve E.2009/58, K.2011/52 sayılı kararıyla ''ölmüş ya da''kelimelerinin iptal edildiğini ancak Anayasa Mahkemesi kararlarının geriye yürümeyeceğini, 2003 yılında mülkiyeti kazanan davacının mülkiyet hakkının Anayasa Mahkemesinin iptal kararından etkilenmeyeceğini,

v. 2015 yılında eski kayıt maliklerinin mirasçılarından önce A.Ö.ye, ardından da başvurucuya yapılan satışların yolsuz tescil niteliğinde olduğunu, yolsuz tescile güvenen iyi niyetli kişilerin tapu siciline güven ilkesi gereğince korunacağı ancak tanıkların A.Ö.nün davacının kayınbiraderlerinin yarıcılığını yaptığını ifade ettiklerini, taşınmazın durumunu bilmemesinin hayatın olağan akışına aykırılık teşkil ettiğini ve durumu bilmesine rağmen taşınmazı satın aldığını, tanık beyanları ile davalı M.K.nın beyanına göre başvurucunun davacının malik sıfatı ile zilyetliğinde olduğunu bilmesine rağmen taşınmazı satın aldığını ve kötü niyetli olduğunu belirtmiştir.

5. Başvurucu ve diğer davalıların istinaf talebini inceleyen Bölge Adliye Mahkemesi 18/6/2019 tarihinde esasa ilişkin istinaf taleplerini reddetmiş, yargılama giderlerine ilişkin kısmı ise düzeltmiştir.

6. Yapılan temyiz talebi Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 29/9/2020 tarihli kararıyla incelenmiş ve karar onanmıştır. Onama kararında, davacı tarafından dosyaya sunulan vekâletnamenin dava konusu taşınmazla ilgisinin bulunmadığı beyan edilmişse de 4721 sayılı Kanun'un 713. maddesinin birinci fıkrasındaki kazanmayı sağlayan zilyetlik ve ikinci fıkrasında yer alan “…maliki 20 yıl önce ölmüş…” hukuki sebeplerine dayanılarak açılan mülkiyetin aktarılmasına ilişkin tapu iptali ve tescil davalarındaharici satışın sadece davacı tarafın zilyetliğinin başlangıç tarihini tespit etmekte önemli olduğu, bu nedenle vekâletin dava konusu taşınmazla ilgili veya haricî satışın geçerli olup olmamasının sonuca etkili olmadığı, kayıt malikinin ölüm tarihinden “ölüm” nedeninin Anayasa Mahkemesince iptal edildiği tarihe kadar dava konusu taşınmazda yirmi yıllık malik sıfatı ile zilyetliğinin gerçekleştiği belirtilmiştir. Dosya kapsamı, bilgi ve belgelere göre davalı A.Ö. ve başvurucunun dava konusu taşınmazı satın alma işleminde iyi niyetli kabul edilmesinin mümkün bulunmadığı açıklanmıştır.

7. Başvurucu, nihai hükmü 11/11/2020 tarihinde öğrendikten sonra 11/12/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvuru, süresi içinde yapılmıştır.

8. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan incelemede başvurucu vekilinin 19/8/2021 tarihinde yargılamanın yenilenmesi talebindebulunduğu görülmüştür. Bireysel başvuru dosyası ve ekleriyle UYAP'tan yapılan incelemede bu konuda karar verildiğine ilişkin bir tespitte bulunulamamıştır.

9. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

II. DEĞERLENDİRME

10. Başvurucu; taşınmazların bir kısmını eski maliklerin mirasçılarından, bir kısmını ise mirasçılardan satın alan A.Ö.den tapu siciline güven ilkesi kapsamında satın aldığını, davacının zilyetliğine başlangıç olarak alınan vekâletnamede sadece dava açma yetkisi olduğu gibi taşınmazların da farklı olduğunu ileri sürmüştür. Mahallî bilirkişilerin tarafsız olması gerekirken davacı tarafından yazdırıldığını ve ilk mahallî bilirkişi beyanlarıyla oluşan çelişkilerin giderilmediğini iddia etmiştir. Miras bırakanın ölüm tarihinde mirasçıların tereke malları üzerinde hak sahibi olduğunu, 2015 yılında yapılan tescilin bildirici mahiyette ve Anayasa Mahkemesi kararlarının derhâl uygulanacak nitelikte olduğunu belirtmiştir. Davalı M.K.nın seksen yaşın üzerinde olduğunu, rapor alınmadan ve mahkemece dinlenmeden sunduğu, hukuki açıdan belirsiz olan dilekçeye göre karar verilerek hâkimin davayı aydınlatma görevine aykırı davrandığını iddia etmiştir. Davalı A.Ö.nün imzası olan ve davacının sunduğu dilekçe hakkında A.Ö. tarafından özel belgede sahtecilik suçundan şikâyette bulunulduğunu, şikâyet dilekçesi ve soruşturma dosyası incelenmeden ve sonucu beklenmeden karar verildiğini ifade etmiştir. Davacının taşınmazın vergilerini düzenli olarak yatırdığını iddia ettiğini ancak davadan hemen önce yatırdığını, bu durumun incelenmesi talebinin dikkate alınmadığını, ilk verilen ret kararının gerekçesi hakkında Yargıtay tarafından değerlendirme yapılmadığını, yargılamanın her aşamasında sunduğu iddia ve itirazlarının dikkate alınmadığını belirterek adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

11. Başvuru, mülkiyet hakkı kapsamında incelenmiştir.

12. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır. Bu nedenle öncelikle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31).

13. Başvurucu ve diğer davalılar aleyhine açılan dava sonucunda başvurucu adına tapuya tescil edilen taşınmazların tapu kaydının iptaline ve davacı adına tapuya tesciline karar verilmiştir. Dolayısıyla başvurucu adına tapuya kayıtlı taşınmazların Anayasa'nın 35. maddesi anlamında bir mülk olduğu hususunda kuşku bulunmamaktadır.

14. Anayasa Mahkemesi Orhan Yüksel ([GK], B. No: 2013/604, 10/12/2015) kararında, başvurucunun murisinden kalan taşınmaza ilişkin olarak üçüncü kişilerce olağanüstü zamanaşımı nedeniyle açılan tescil davasının 4721 sayılı Kanun’un 713. maddesi uyarınca kabul edilmesi sonucunda mülkiyet hakkını kaybettiğini, anılan hükmün taraflar arasında toprak mülkiyeti ve kullanımı konusundaki zamanaşımı sürelerini düzenlemek amacıyla getirildiğini ifade etmiştir. Bu düzenlemedeki devletin amacının kişileri kamu yararı gereği mülklerinden mahrum bırakmak olmayıp yirmi yıldan uzun süre fasılasız ve nizasız kullanılan taşınmazın mülkiyet hakkının kime ait olduğunun düzenlenmesi olduğunu, başvurunun devletin mülkiyetin kullanımının kontrolü ya da mülkiyeti düzenleme yetkisi kapsamında mülkiyet hakkının üçüncü kuralı çerçevesinde incelenmesi gerektiğini belirtmiştir (Orhan Yüksel, § 41).

15. Somut olayda başvurucunun tapu siciline güven ilkesine dayanarak taşınmazı satın aldığına yönelik iddiaları da dikkate alındığında başvuru konusu olayda mülkiyet hakkına yönelik olarak kamu makamlarınca doğrudan yapılan bir müdahale mevcut olmayıp özel kişiler arası bir uyuşmazlık söz konusudur. Dolayısıyla başvuruda devletin mülkiyet hakkına ilişkin pozitif yükümlülükleri yönünden inceleme yapılmalıdır.

A. Genel İlkeler

16. Özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklarda olayda tarafların birbirleriyle çatışan menfaatleri vardır. Dolayısıyla tarafların karşı karşıya gelen menfaatlerini gözeterek mülkiyet hakkını korumakla yükümlü olan devletin maddi ve usule ilişkin pozitif yükümlülüklerini yerine getirip getirmediği dikkate alınarak sonuca varılmalıdır. Bu bağlamda ilk olarak devletin etkili bir hukuksal mekanizma oluşturma yükümlülüğü çerçevesinde belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir bir kanun hükmünün mevcut olup olmadığı irdelenmelidir (Novartis Ag, B. No: 2015/11867, 14/11/2018, § 76).

17. İkinci olarak başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahaleye etkin bir biçimde itiraz edebilme, savunma ve iddialarını yetkili makamlar önünde ortaya koyabilme olanağının tanınıp tanınmadığı incelenmelidir. Anayasa'nın 35. maddesi usule ilişkin açık bir güvenceden söz etmemektedir. Bununla birlikte mülkiyet hakkının gerçek anlamda korunabilmesi bakımından bu madde, Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında da ifade edildiği üzere mülk sahibine müdahalenin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesini kapsamaktadır. Bu değerlendirmeyse uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (benzer yöndeki kararlar için bkz. Bekir Yazıcı [GK], B. No: 2013/3044, 17/12/2015, § 71; Züliye Öztürk, B. No: 2014/1734, 14/9/2017, § 36).

18. Mülkiyet hakkının usule ilişkin güvenceleri hem özel kişiler arasındaki mülkiyet uyuşmazlıklarında hem de taraflardan birinin kamu gücü olduğu durumlarda geçerlidir. Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasının söz konusu olduğu durumlarda usule ilişkin güvencelerin somut olayda yerine getirildiğinden söz edilebilmesi için yargı makamlarının kararlarında konu ile ilgili ve yeterli gerekçe bulunmalı, ayrıca belirtmek gerekir ki bu zorunluluk davacının bütün iddialarına cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte mülkiyet hakkını ilgilendiren davanın sonucuna etkili esasa ilişkin temel iddia ve itirazların yargılama makamlarınca özenli bir şekilde değerlendirilerek karşılanması gerekmektedir (Kamil Darbaz ve GMO Yapı Grup End. San. Tic. Ltd. Şti., B. No: 2015/12563, 24/5/2018, § 53).

19. Son olarak mülkiyet hakkını koruyacak ve yeterli güvence sağlayacak hukuksal mekanizmaların oluşturulup oluşturulmadığı incelenmelidir. Özel kişilerin mülkiyet haklarının çatıştığı bu gibi durumlarda bunlardan hangisine üstünlük tanınacağının takdiri, kanun koyucuya ve somut olayın koşulları gözönünde bulundurulmak suretiyle yargı makamlarına ait bir yetkidir. Bununla birlikte her iki tarafın menfaatlerinin mümkün olduğunca dengelenmesi ve sürecin taraflardan biri aleyhine ölçüsüz bir sonuca da yol açmaması gerekir. Menfaatler dengesinin kurulmasında taraflardan biri aleyhine bireysel olarak aşırı ve olağan dışı bir külfetin yüklenmesi, pozitif yükümlülüklerin ihlali sonucunu doğurabilir. Buna göre olayın bütün şartları ve taraflara tanınan tüm imkânlarla tarafların tutum ve davranışları gözönünde bulundurularak menfaatlerin adil bir şekilde dengelenip dengelenmediği değerlendirilmelidir (Faik Tari ve Sultan Tari, B. No: 2014/12321, 20/7/2017, § 52).

B. İlkelerin Olaya Uygulanması

20. Başvurucu, 4721 sayılı Kanun'un 713. maddesinin birinci ve ikinci fıkrası hükümlerine göre maliki yirmi yıl önce ölmüş bir kimse adına kayıtlı bulunan taşınmazın davasız ve aralıksız olarak yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulundurulması durumunda zilyedin mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebileceğinin düzenlendiğini ancak anılan Kanun hükmünün ikinci fıkrasında yer verilen“ölmüş ya da” kelimelerinin Anayasa Mahkemesi tarafından 2011 yılında iptal edilmesine ilişkin kararın doğrudan uygulanması gerektiğini ileri sürmüştür. Bunun yanındayargılama süresince ileri sürdüğü iddia ve itirazların dikkate alınmayıp hatalı değerlendirildiğinden ve ilk verilen ret kararının dikkate alınmadığından yakınmıştır.

21. Orhan Yüksel kararına konu olayda, başvurucuya murisinden kalan taşınmaza ilişkin olarak üçüncü kişilerce olağanüstü zamanaşımı zilyetliğine dayalı olarak açılan tescil davası 4721 sayılı Kanun’un 713. maddesinde yer alan zamanaşımı sürelerinin Anayasa Mahkemesinin iptal kararına kadar dolduğu gerekçesiyle kabul edilmiştir. Anayasa Mahkemesi 4721 sayılı Kanun’un 713. maddesinde yer alan hükümlerin erişilebilir, bilinebilir, öngörülebilir nitelikte ve müdahalenin kanuni bir dayanağı olduğunu belirtmiş; ayrıca kanun koyucunun taşınmaz mülkiyeti ve taşınmazın kullanım hakkına ilişkin olarak toprak mülkiyetinin atıl kalmaması, kullanılarak ekonomiye katkı sağlanmasının temin edilmesi amacıyla yaptığı düzenlemelerin kamu yararına dayalı meşru bir amacının olduğunu ifade etmiştir (Orhan Yüksel, §§ 48, 49, 52, 53). Somut başvuru açısından belirtilen ilkelerden ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmadığından müdahalenin kanuni bir dayanağının ve kamu yararına dayalı meşru amacının olduğu kabul edilmelidir.

22. Somut olayda, müdahalenin ölçülü olup olmadığı değerlendirilerek sonuca ulaşılacaktır.

23. Anayasa Mahkemesi benzer şikâyete konu Aşır Tunç (B. No: 2015/17453, 22/1/2019) kararında, Anayasa Mahkemesinin 17/3/2011 tarihli kararı ile 4721 sayılı Kanun'un 713. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan ve somut başvuruya konu birleşen davanın da dayanağını oluşturan "ölmüş" sözcüğünü iptal ettiğini, bu iptal kararından sonra daha önce anılan hükme dayalı olarak mülkiyeti kazanan kişiler yönünden söz konusu kararın etkilerinin tartışılması gerektiğini ifade etmiştir. Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin (Daire) gerek başvuruya konu dava öncesi gerekse dava sonrası çeşitli kararlarında Anayasa'nın 153. maddesinin beşinci fıkrası gereğince Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının geriye yürüyemeyeceğinin özellikle vurgulandığı, 4721 sayılı Kanun'un 713. maddesinin birinci ve ikinci fıkralarına dayalı olarak açılan tapu iptali ve tescil davalarında koşullarına uygun olarak yirmi yıllık zilyetlik süresinin tamamlandığı anda mülkiyetin kazanıldığının ifade edildiği belirtilmiştir. Daireye göre zilyet lehine kazanılmış (müktesep) hak doğduğundan Anayasa Mahkemesince yürürlüğün durdurulması kararının verildiği 17/3/2011 tarihi ya da davanın açıldığı tarihten hangisi önceyse o tarihe kadar kazanma koşulları tamamlanmışsa tapunun iptaliyle zilyet adına tesciline karar verilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Buna göre davanın yürürlüğün durdurulması kararının verildiği 17/3/2011 tarihinden önce veya sonra açılmış olmasının bir önemi bulunmadığı ifade edilmiş ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun da aynı görüşü benimsediği belirtilmiştir ( Aşır Tunç, § 60).

24. Yine Anayasa Mahkemesi Orhan Yüksel kararında ilgili kanuni düzenlemenin kısmen iptaline ilişkin kararın geçmişe dönük olarak başvurucu lehine bir hak doğurmadığını belirterek Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının geriye yürütülemeyeceği gerekçesine dayanılarak yargı makamlarının zilyedin açtığı davayı kabul etmelerinin mülkiyet hakkının gerektirdiği adil dengeyi bozmadığı sonucuna varmıştır (Orhan Yüksel, §§ 26-66).

25. Başvurucunun iptal kararının doğrudan uygulanması gerektiğine ilişkin şikâyeti benzer mahiyetteki Orhan Yüksel ile Aşır Tunç kararlarında belirtilen ilkeler doğrultusunda yerinde görülmemiş ve Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının geriye yürütülemeyeceği gerekçesine dayanılarak yargı makamlarının zilyedin açtığı davayı kabul etmelerinin mülkiyet hakkının gerektirdiği adil dengeyi bozmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

26. Başvurucunun diğer şikâyetleri incelendiğinde davalı sıfatıyla cevap ve delillerini sunabildiği, tanıklarının dinlendiği, yargılama sırasında karara bağlanan usuli işlemlere karşı itiraz etme imkânı bulduğu, mahkeme kararlarına karşı istinaf ve temyiz kanun yolu başvurusunda bulunabildiği anlaşılmıştır. Bunun yanında mahkeme kararlarında davanın kabulüne ilişkin ilgili ve yeterli gerekçeye yer verildiği görülmüştür. Dolayısıyla başvurucunun mülkiyet hakkının sağladığı usul güvencelerinden yeterince faydalanabildiği dikkate alındığında mülkiyet hakkına yönelik bir ihlal bulunmadığı anlaşılmıştır.

27. Açıklanan gerekçelerle başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

III. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 27/2/2025 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim İkinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Kabul Edilemezlik vd.
Künye
(Erkan Türkmen [2. B.], B. No: 2020/38098, 27/2/2025, § …)
   
Başvuru Adı ERKAN TÜRKMEN
Başvuru No 2020/38098
Başvuru Tarihi 11/12/2020
Karar Tarihi 27/2/2025

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru, miras yoluyla intikal eden taşınmazın olağanüstü zamanaşımı zilyetliği ile edinildiği gerekçesiyle açılan tapu iptal ve tescil davasının kabulüne karar verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Mülkiyet hakkı Kadastro, tapu, orman, kıyı, mera Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
  • pdf
  • udf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi