TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
DELİL İLDAN BAŞVURUSU (2)
(Başvuru Numarası: 2020/6636)
Karar Tarihi: 16/11/2023
Başkan
:
Hasan Tahsin GÖKCAN
Üyeler
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
Selahaddin MENTEŞ
İrfan FİDAN
Muhterem İNCE
Raportör
Hüseyin Özgür SEVİMLİ
Başvurucu
Delil İLDAN
Vekilleri
1. Av. Keleş ÖZTÜRK
2. Av. Faruk Nafiz ERTEKİN
I. BAŞVURUNUN ÖZETİ
1. Başvuru, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararına dayanılarak yapılan yargılamanın yenilenmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
2. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
A. Başvurucu Hakkındaki Ceza Davası Süreci
3. Başvurucu, Marksist Leninist Komünist Partisi (MLKP) silahlı terör örgütüne yönelik soruşturma kapsamında 15/3/1996 yılında gözaltına alınmıştır.
4. Başvurucu 24/3/1996 tarihinde kollukta müdafi hazır bulundurulmadan verdiği ifadesinde; MLKP terör örgütünün askerî kanadında görev yaptığını, diğer bazı kişilerle birlikte örgütün Suriye'deki kampına giderek siyasi ve askerî eğitim aldığını, örgütün Gazi Mahallesi sorumlusu olduğunu, Cemal, Tarık ve Cemil kod adlarını kullandığını, bir döviz bürosunun soyulması, belediye otobüsünün yakılması ile polis aracına, Kaymakamlık binasına, Emniyet Müdürlüğüne ve bir parti binasına ateş açılması eylemlerine katıldığını belirtmiştir.
5. Başvurucu 29/3/1996 tarihinde Cumhuriyet savcısı huzurunda verdiği ifadesinde, gözaltında işkence gördüğünü, gözleri kapalıyken bazı belgelerin kendisine imzalattırıldığını ve üzerine atılı eylemleri işlemediğini ileri sürmüştür.
6. İstanbul 4 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinde (İstanbul 4 No.lu DGM) yapılan sorgusunda başvurucu, kolluktaki ifadesinin baskı altında alındığını ve suçlamaları kabul etmediğini söylemiştir. Sorgusu yapılan diğer kişiler de kollukta işkence altında alındığını söyledikleri beyanlarını reddetmiştir. Sorgularının ardından başvurucu ve diğer kişiler tutuklanmıştır.
7. Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Adli Tabipliğinin düzenlediği 29/3/1996 tarihli raporda, başvurucunun sağ elinin iki parmağında ağrı ve uyuşukluk şikâyeti ile belin her iki yanında ağrı şikâyeti bulunduğu belirtilmiştir. Hastanede yapılan muayene üzerine Adli Tabipliğin düzenlediği 1/4/1996 tarihli raporda, tespit edilen bulguların başvurucunun beş gün iş güç kaybına yol açtığı değerlendirilmiştir. Aynı soruşturma kapsamında haklarında işlem yapılan diğer kişilerin işkence iddiaları açısından da Adli Tıp Kurumunca raporlar düzenlenmiştir.
8. İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığı 23/7/1996 tarihinde, başvurucu ve diğer on üç sanık hakkında anayasal düzeni cebren yıkmaya teşebbüs etme, MLKP silahlı terör örgütü üyesi olma ve bu örgüte yardım etme suçlarından İstanbul 4 No.lu DGM'de kamu davası açmıştır.
9. Başvurucu hakkında farklı tarihlerde düzenlenen doktor raporlarına göre ceza infaz kurumunda açlık grevine ve ölüm orucuna başlamasından kaynaklanan nedenlerle başvurucuda sağlık sorunları meydana gelmiştir. İstanbul 4 No.lu DGM'de yapılan yargılama sırasında bu sorunları nedeniyle savunmaları alınamayan başvurucu 24/3/1999 tarihinde salıverilmiştir.
10. Diğer taraftan İstanbul 4 No.lu DGM’de yargılama devam ederken DGM'lerin kaldırılması nedeniyle yargılama (kapatılan) İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesince (CMK 250. madde ile görevli) (Mahkeme) yürütülmüş, yargılama sonucunda verilen 6/6/2007 tarihli ve E.1996/312, K.2007/211 sayılı kararla savunmasının alınamadığı gerekçesiyle başvurucu hakkındaki davanın ayrılmasına; davanın diğer sanıkları K.B. ve Y.A.nın anayasal düzeni cebren değiştirmeye teşebbüs etme suçundan müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmalarına, diğer sanıklardan bazıları hakkındaki davaların zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine, bazı sanıkların da beraatına hükmedilmiştir.
11. Diğer sanıklar hakkındaki hükümler Yargıtay 9. Ceza Dairesi (Daire) tarafından 25/12/2008 tarihinde usule ilişkin nedenlerle bozulması üzerine Mahkemenin E.2009/58 sayılı dosyasına kaydedilen davada yapılan yargılama sonucunda 21/4/2010 tarihinde önceki hükümdeki gibi verilen kararlar Dairece 21/7/2011 tarihinde düzeltilerek onanmıştır.
12. Ayırma kararı üzerine başvurucu hakkında Mahkemenin E.2007/365 sayılı dosyasında yapılan yargılama sonucunda 29/1/2013 tarihinde başvurucunun anayasal düzeni cebren ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmasına hükmedilmiştir. Bu karar, Dairece düzeltilerek onanmıştır. Anılan kararda yer verilen açıklama şu şekildedir:
"Sanığın sübutu kabul edilen 14.03.1996 tarihli Sultanbeyli Kaymakamlık binası, İlçe Emniyet Müdürlüğü ve Milliyetçi Hareket Partisi binasına yönelik saldırı eylemleri ile 29.11.1995 tarihli [B.] Döviz bürosunda işlenen gasp eyleminin 765 sayılı TCK'nın 146/1. maddesinde tanımlanan suçu oluşturmaya elverişli ve yeterli olduğu, ancak; 1994 yılı ekim ayında Kumkapı'da bulunan altın atölyesinde işlenen gasp eylemi, 14.09.1995 tarihinde Mert FM adlı radyo istasyonunun basılıp çalışanlarının etkisiz hale getirilerek MLKP terör örgütünün propagandasının yapılması, 02.10.1995 tarihinde MLKP imzalı bombalı pankart asılması ve 05.02.1996 tarihinde [E.] Kuyumculuk adlı işyerinde işlenen gasp eylemlerine sanığın katıldığına dair mahkumiyetine yeterli delil elde edilemediği gözetilmeden sözkonusu eylemlerden de sorumlu tutulması,
Kanuna aykırı olup, hükmün bu nedenle BOZULMASINA, bu hususun yeniden yargılama yapılmaksızın CMUK'nın 322. maddesine göre düzeltilmesi mümkün bulunduğundan;
Sanığın 1994 yılı Ekim ayında Kumkapı'da bulunan altın atölyesinde işlenen gasp, 14.09.1995 tarihli Mert FM adlı radyo istasyonunun basılıp çalışanlarının etkisiz hale getirilerek MLKP terör örgütünün propagandasının yapılması, 02.10.1995 tarihli MLKP imzalı bombalı pankart asılması, 05.02.1996 tarihli [E.] Kuyumculuk adlı işyerinde işlenen gasp eylemlerine katıldığına dair gerekçeli kararın 8. ve 9. sayfalarındaki kabule ilişkin ilgili bölümün gerekçeden çıkartılması suretiyle, re'sen de temyize tabi olan mahkumiyet hükmünün DÜZELTİLEREK ONANMASINA"
B. Kolluk Görevlileri Hakkındaki Ceza Davası ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) Başvuru Süreci
13. Başvurucuyla birlikte gözaltına alınan İ.Ç., B.P., F.E., A.H.P., D.Ş., A.A., A.O. ve H.M.ye gözaltında tutuldukları 15/3/1996 ile 24/3/1996 tarihleri arasında kötü muamelede bulundukları iddiasıyla yedi polis memuru hakkında 1997 yılında ceza davası açılmıştır. İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesi 20/9/2002 tarihli kararıyla beş sanığın atılı suçtan hapis cezasıyla cezalandırılmalarına karar vermiştir. Yargıtay 8. Ceza Dairesi 4/10/2004 tarihli ilamıyla zamanaşımı süresinin dolduğunu belirterek davanın düşürülmesine hükmetmiştir. Başvurucu, F.E., İ.Ç. ve B.P., kötü muamele gördükleri ve bu hususta etkili bir yol bulunmadığı iddiasıyla 2004 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurmuştur. AİHM 30/6/2009 tarihli ve 16234/04 başvuru numaralı kararıyla kötü muamele iddialarının sağlık raporuyla kanıtlandığını ve açılan davanın zamanaşımından düştüğünü tespit etmiş; kötü muamele yasağının hem esastan hem de usulden ihlal edildiğine karar vermiştir.
C. Başvurucunun Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Süreci
14. Başvurucu, mahkûmiyet ile sonuçlanan suçlamaya ilişkin olarak Anayasa Mahkemesine başvurmuştur. Başvurucu -diğer iddiaların yanı sıra- kendisinin ve diğer kişilerin müdafi yardımından faydalanmaksızın verdikleri, yasak sorgu usulleriyle alınan ifadelere hükümde dayanılması ve kararların uygun gerekçe içermemesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
15. Anayasa Mahkemesi kararında başvurucunun hakkaniyete uygun yargılanma hakkının (Delil İldan, B. No: 2014/2498, 12/7/2016, §§ 68-84) ihlal edildiğine hükmetmiştir. Anılan kararda, başvurucunun ve diğer sanıkların işkence iddialarına, bu kapsamda kamu görevlileri hakkında yürütülen ceza davasına ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin AİHM kararında yer verilen olgulara değinilmiştir. Bu doğrultuda, kötü muamele altında alındığı ileri sürülen beyanların mahkûmiyet hükmüne gerekçe yapılmasının yargılamanın bütün olarak adilliğini zedelediği, kararda gösterilen diğer delillerin, söz konusu beyanların etkisini ortadan kaldıracak ağırlıkta olmadığı, böylelikle hakkaniyete uygun yargılanma haklarının ihlal edildiği ifade edilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
"77. Somut olayda başvurucular ve diğer bazı şüpheliler 15/3/1996 ile 29/3/1996 tarihleri arasında gözaltında kalmışlar ve gözaltından çıkarılmalarının ardından Cumhuriyet savcısına ve sorgu hâkimine verdikleri ifadelerinde kötü muamele ve baskı iddialarını dile getirmişlerdir (bkz. §§ 7, 9, 10). Yapılan muayeneleri sonucunda başvurucu, İ.Ç., B.P., F.E., A.H.P., D.Ş. ve A.A.da bir ve beş gün arasında değişen sürelerde iş güç kaybına yol açacak yaralanmalar ve bulgular saptanmıştır (bkz. §§ 12-14). Gözaltına alındıkları tarihte bu kişilerin yaralanmalarının veya rahatsızlıklarının olduğunu gösteren herhangi bir raporun bulunmadığı anlaşılmaktadır.
78. Bu yaralanmalar nedeniyle yedi polis memuru hakkında ceza davası açılmış; Mahkeme, beş sanığın kötü muamelede bulunmaktan mahkûmiyetine karar vermiştir. Yargıtay 2004 yılında, açılan davaların zamanaşımının dolması nedeniyle düşürülmesine hükmetmiştir (bkz. §§ 50-52). Başvurucu ve diğer üç kişi, bunun üzerine AİHM'e başvurmuştur. AİHM 2009 yılındaki kararında, sağlık raporlarındaki tespitlerin kötü muameleyi gösterdiğini ve açılan davanın da uzun süren yargılama sonucunda düştüğünü belirterek esas ve usul yönünden kötü muamele yasağının ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır (bkz. § 54).
79. Yukarıdaki dikkate alındığında başvurucunun ve yaralanma bulguları tespit edilen diğer altı şüphelinin kollukta verdikleri ifadelerin yasak sorgu yöntemi olan kötü muamele sonucunda elde edildiğine yönelik kuvvetli işaretlerin bulunduğu anlaşılmaktadır. Belirtilen tespitler, bu kişilerle çakışan tarihlerde ve benzer koşullarda ifadeleri alınan diğer şüphelilerin kötü muamele veya zor kullanıldığı iddialarının da Mahkemesince değerlendirilmesini gerektirmektedir.
80. İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi; başvurucunun mahkûmiyetine hükmederken başvurucuya, K.B. ve/veya Y.A.ya yaptırılan yer gösterme işlemleri ile başvurucunun beyanlarını kararına esas almıştır. Mahkeme ayrıca İ.A., A.H.B. ve B... Döviz Bürosunun sahibi müşteki M.Y.nin ifadelerine, C.D.T. ile Y.K.nın beyanlarına, arama sonucunda bulunan malzemelere, teşhis tutanağına (Yargıtay tarafından hükümden çıkartılan eyleme ilişkin), olaylara ilişkin tutanaklara ve genel biçimde dosyadaki diğer bilgi ve belgelere dayanmıştır (bkz. §§ 43, 44).
81. 5271 sayılı Kanun'un 148. ve 217. maddelerinde yasak usullerle alınan ifadelerin karara esas alınmayacağı düzenlenmiştir. Bununla birlikte İlk Derece Mahkemesi kararında, kötü muamele iddiası nedeniyle başvurucunun kolluk ifadesinin şüpheli hâle gelip gelmediğine yönelik bir değerlendirme yapılmamıştır. Bu itibarla başvurucunun gözaltında maruz bırakıldığı muamele sonucunda ifade verdiğini belirtmesinin, gözaltı çıkışında düzenlenen raporda diğer bazı şüphelilerle birlikte başvurucuda iş gücü kaybına yol açacak yaralanma ve bulguların tespit edilmesinin, açılan dava nihayetinde zamanaşımından düşürülse dahi İlk Derece Mahkemesinin beş görevlinin mahkûmiyetine hükmetmiş olmasının dikkate alınmadığı anlaşılmaktadır. Mahkemenin suçtan kurtulmak amacıyla başvurucunun ifadesini değiştirdiğini belirtmesi, mevcut başvurunun şartlarında yeterli bir açıklama sağlamamaktadır. Öte yandan AİHM'in başvurucu ve diğer bazı sanıklara ilişkin ihlal kararı da gözetildiğinde kötü muamele iddialarının Mahkeme tarafından açık biçimde karşılanması ya da bu beyanlara kararda dayanılmaması gerekmektedir.
82. Beyanları başvurucunun cezalandırılmasına esas olan ve başvurucuyla aynı tarihlerde gözaltında kalan K.B. ile Y.A.nın iddialarına ilişkin olarak da herhangi bir değerlendirmede bulunulmadığı görülmektedir.
83. Dolayısıyla kötü muamele altında alındığı ileri sürülen beyanların mahkûmiyet hükmüne gerekçe yapılmasının yargılamanın bütün olarak adilliğini zedelediği sonucuna ulaşılmıştır. Bu bakımdan kararda gösterilen diğer delillerin, şüpheli beyanların etkisini ortadan kaldıracak ağırlıkta olduğu söylenemez.
84. Açıklanan nedenlerle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir."
16. Anayasa Mahkemesi ayrıca başvurucunun hakkaniyete uygun yargılanma hakkına yönelik ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir (Delil İldan, § 98).
17. Başvurucu vekili, ihlal kararına dayanarak 24/10/2016 tarihinde yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur. İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi (Ağır Ceza Mahkemesi) 1/11/2016 tarihinde talebin kabule değer olduğuna ve incelemenin dosya üzerinden yapılmasına karar vermiştir. Başvurucu vekili incelemenin dosya üzerinden yapılmasına ilişkin karara itiraz etmiş, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince 7/12/2016 tarihinde başvurucunun itirazı reddedilmiştir. Anılan kararın ilgili kısmı şöyledir:
"5271 sayılı Yasanın 318/3 maddesi uyarınca yargılanmanın yenilenmesi talebinin kabule değer olup olmadığına dair kararın duruşma yapılmaksızın verileceği, henüz mahkemenin yargılanmanın yenilenmesi ve duruşma açılması yönünde bir karar vermediği,6216 sayılı Yasanın 50/2. maddesi uyarınca yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkemenin, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar vereceği, bu itibarla yargılamanın yenilenmesi talebinin kabule değer olduğuna dair incelemenin dosya üzerinden yapılmasında ... yasaya aykırı bir yön bulunmadığı [değerlendirilmiştir.]"
18. Ağır Ceza Mahkemesinin İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına gönderdiği 12/6/2017 tarihli yazıda, başvurucu hakkındaki hükmün kesinleşmesinden sonra 13/1/2017 tarihinde yakalama emri düzenlendiği ve bu emrin halen infaz edilmediği bildirilmiştir. Ağır Ceza Mahkemesi 5/12/2019 tarihli ve E.2007/365, K.2013/4 sayılı ek kararıyla başvurucu hakkındaki 29/1/2013 tarihli ilk hükümde değişiklik yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir. Anılan kararın gerekçesi şöyledir:
"Hükümlü Delil İldan'ın soruşturma aşamasında kötü muameleye maruz kalması sebebiyle sonradan inkar ettiği emniyet aşamasındaki ikrarının hükmün dayanakları içerisinden çıkarıldığında hükümlünün Yasadışı Terör Örgütü MLKP'nin mensubu olarak Anayasal düzeni değiştirmek amacıyla 14/03/1996 tarihinde Sultanbeyliği Kaymakamlık binası, İlçe Emniyet Müdürlüğü ve Milliyetçi Hareket Partisi binasına yönelik saldırı eylemlerinde bulunduğu, yine 29/11/1995 tarihinde [B.] Döviz bürosunda gasp eylemine iştirak ettiği diğer delillerle sübuta ermektedir. Bu deliller, [B.] Döviz bürosu sahibinin olay sonrası soruşturma aşamasında eylemi gerçekleştiren kişi olarak hükümlüyü açıkça teşhis etmesi, [İ.A. ve A.H.V.nin.] beyanları, Kaymakamlık ve Emniyet Binasının taranması, Milliyetçi Hareket Parti binasının ise bombalanması, eylemlerde kullanılan silahların ele geçirilmesi şeklindedir.
[B. ] Döviz bürosu sahibi olay sonrası soruşturma aşamasında eylemi gerçekleştiren kişi olarak hükümlüyü açıkça teşhis etmiş bulunmaktadır. Bu teşhis hükümlü Delil'in [B.] Döviz bürosunda gasp eylemine iştirak ettiğini açıkça göstermektedir. Her ne kadar [B.] Döviz bürosu sahibi kovuşturma aşamasında bu teşhisinde sarfınazarda bulunulmuş ise de; bu sarfınazarın muhtemelen örgütün korkutucu gücünden kaynaklandığı, dolayısıyla soruşturma aşamasındaki teşhisinin doğru olduğu sonuç ve kanaatine varılmıştır.
Yine hükümlü Delil İldan ile birlikte Kaymakamlık ve Emniyet Binasının taranması, Milliyetçi Hareket Parti binasının ise bombalanması eylemlerine katılan sanık [K.B.] eylemlerde kullanılan silahların yerlerinin gösterildiği, [K.B.nin] Cumhuriyet Savcılığında ve kovuşturma aşamasında da gösterim ile ilgili eylemini kabullendiği, ele geçen silahların anılan olaylarda kullanıldığının tespit edildiği, bu olgunun da hükümlü Delil'in söz konusu eylemler katıldığını ortaya koyduğu anlaşılmıştır.
Keza [İ.A. ve A.H.V.nin. de] hükümlü Delil İldan'ın MLKP örgütüne üye olduklarına dair anlatımları, [A.H.V.nin.] Kaymakamlık ve Milliyetçi Hareket Partisi binasına saldırı eylemine sanık Delil'in katıldığına ilişkin beyanları, hükümlü Delil'in Kaymakamlık ve Emniyet Binasının taranması, Milliyetçi Hareket Parti binasının ise bombalanması eylemlerine katıldığını göstermektedir.
Zikredilen bu deliller dikkate alındığında hükümlü Delil İldan'ın soruşturma aşamasındaki ikrarından sarfınazar edilse bile Delil İldan'ın 14/03/1996 tarihinde Sultanbeyliği Kaymakamlık Binası, İlçe Emniyet Müdürlüğü ve Milliyetçi Hareket Binasına yönelik saldırı eylemleri ile 29/11/1995 tarihinde [B.] Döviz Bürosunda gasp eyleminin gerçekleştirilmesi eylemlerine katıldığının subuta erdiği, dolayısıyla hükmün sonucuna etkili bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır.
Anayasa Mahkemesi [K.B. ve Y.A.nın] beyanlarının Mahkememizce değerlendirilmemesine ilişkin görüşüne gelince; [K.B.nin] Emniyet Müdürlüğündeki vermiş olduğu ifadeden Cumhuriyet Savcılığında ve kovuşturma aşamasında kısmen sarfınazar ettiği, söz konusu örgütün üyesi olduğunu kabullendiği, yine Emniyet Müdürlüğü, Kaymakamlık binası ve Milliyetçi Hareket partisi binasının bombalanması ve taranması eylemlerinde kullanılan silahların bulunduğu yeri gösterdiğini kabullendiği, [Y.A.nın] Emniyet Müdürlüğünde ikrarda bulunduğu ancak sonraki aşamalarda inkar cihetine gittiği, [K.B. ve Y.A.nın] soruşturma aşamasındaki inkar edilen anlatımlarının hüküm Delil İldan Yargıtay 9. Ceza Dairesince subutuna karar verdiği 4 eylemin gerçekleştirilmesine ilişkin ispatta bir eksiklik oluşturmadığı sonuç ve kanaatine varıldığından, hükümlü Delil İldanın soruşturma aşamasındaki ikrarının, yine [K.B. ve Y.A.nın] inkar edilen soruşturma aşamasındaki ifadelerin kararın gerekçesinden çıkarılmasına, geri kalan delillerle hükümlü Delil İldan'ın atılı suçu işlediği sübuta erdiğinden hükümde değişiklik yapılmasına yer olmadığına karar vermek gerekmiş[tir.]"
19. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi kararıyla hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğinin tespit edildiğini ancak ihlal kararının gereklerinin yerine getirilmediğini belirterek 23/12/2019 tarihinde anılan karara itiraz etmiştir. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, dosya üzerinden yaptığı incelemede 14/1/2020 tarihli kararıyla başvurucunun itirazını reddetmiştir.
20. Başvurucu nihai hükmü 20/1/2020 tarihinde öğrendikten sonra 14/2/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
21. Komisyon, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararının gereklerinin yerine getirilmediğine dair itiraz yönünden adil yargılanma hakkı dışındaki şikâyetin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
II. DEĞERLENDİRME
22. Başvurucu; Anayasa Mahkemesince hakkında verilen hakkaniyete uygun yargılanma hakkına yönelik ihlal kararının Ağır Ceza Mahkemesince uygulanmadığını, hak ihlali sonrasında yapılan yargılamanın yenilenmesi isteminin duruşma açılmaksızın dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda hukuka uygun olmayan gerekçelerle reddedildiğini belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
23. Bakanlık görüşünde;
i. Başvurucunun şikâyetlerinin esas itibarıyla yargılamanın sonucuna, delillerin değerlendirilmesine, hukuk kurallarının yorumuna ve uygulanmasına ilişkin olduğu, Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasına göre kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği belirtilmiştir. Ayrıca Anayasa Mahkemesinin derece mahkemelerinin delilleri takdirinde bariz bir takdir hatası veya açık keyfîlik bulunmadıkça bu takdire müdahalesinin söz konusu olamayacağını birçok kararında dile getirdiği, somut olayda dosyadaki bilgi ve belgeler dikkate alınarak yapılan yargılama ve kurulan hükümde herhangi bir bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik olmadığı ifade edilmiştir.
ii. Diğer yandan Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin verdiği ihlal kararları sonrasında derece mahkemelerince yapılması gereken işlemlere dair değerlendirmeler içeren Anayasa Mahkemesi kararlarına atıfta bulunmuş ve somut başvuru açısından bu kararlarda yer verilerin ilkelerin gözönünde bulundurulması gerektiğini belirtmiştir.
24. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında, başvuru formunda ileri sürdüğü iddialarını tekrarlamıştır.
25. Başvuru, adil yargılanma hakkı çerçevesindeki hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında incelenmiştir.
26. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvuruda, hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
27. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre herkes, Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden Avrupa İnsan Hakları Sözleşme'si (Sözleşme) ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Anayasa'nın 148. maddesinin birinci fıkrasında Anayasa Mahkemesine bu başvuruları karara bağlama yetki ve görevi verilmiştir (bazı değişikliklerle bkz. Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, § 49).
28. Anılan yetki ve görev kapsamında Anayasa Mahkemesi, Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanında bulunan temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasıyla yapılan bireysel başvuruları incelemek ve karara bağlamak durumundadır. Anayasa Mahkemesi bireysel başvurulara ilişkin incelemelerinde 6216 sayılı Kanun'un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrası uyarınca "bir temel hakkın ihlal edilip edilmediğine" ve "bu ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağına" karar vermektedir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), § 50).
29. Anayasa Mahkemesince bir temel hak ve özgürlüğün ihlal edildiğine karar verildikten sonra bu kararın gereğinin yerine getirilmesi Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruları karara bağlama yetki ve görevi verilmesinin zorunlu bir sonucudur. İlgili Anayasa değişikliğinin gerekçesi dikkate alındığında Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolunun açılmasının amaçlarından birinin de temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiaları yönünden iç hukukta etkili bir başvuru yolu oluşturulması ve böylelikle AİHM'e Türkiye aleyhine yapılan başvuruların azaltılması olduğu anlaşılmaktadır. Nihai ve bağlayıcı karar verilemeyen bir başvuru yolunun etkili olduğu söylenemez. Nitekim AİHM, Hasan Uzun/Türkiye (B. No: 10755/13, 30/4/2013) kararında Anayasa Mahkemesine bireysel başvurunun kendisine başvuru yapılmadan önce tüketilmesi gereken bir iç hukuk yolu olduğu sonucuna varırken Anayasa'nın 153. maddesinin altıncı fıkrasına atıfla Anayasa Mahkemesi kararlarının bütün gerçek ve tüzel kişiler ile devlet organlarını bağlayıcı olmasını da dikkate almıştır (Şahin Alpay (2), B. No: 2018/3007, 15/3/2018, § 67).
30. Anayasa Mahkemesi tarafından verilen bir ihlal kararının gereklerinin yerine getirilmemesi daha önce verilen ihlalin devam ettiği anlamına gelir. Bu bakımdan Anayasa Mahkemesinin ihlal kararının gereklerinin yerine getirilmediğine ilişkin iddiaları incelemek de bireysel başvuruları incelemeye yetkili olan Anayasa Mahkemesinin görev alanına girer. Aksinin kabulü, Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanı içinde yer alan temel hak ve özgürlüklerin bireysel başvuru yolu ile etkili bir şekilde korunmasını öngören Anayasa hükümleri ile bağdaşmaz. Ancak Anayasa Mahkemesince yapılacak bu inceleme, olayların baştan itibaren yeniden değerlendirilmesi şeklinde değil Anayasa Mahkemesi tarafından verilen ihlal kararının gereklerinin yerine getirilip getirilmediği ile ilgili sınırlı bir inceleme olacaktır (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), § 52).
31. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasında; bireysel başvuruların esas incelemesi sonunda başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verileceği, ihlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedileceği ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin bireysel başvurular kapsamındaki yetki ve görevi, hakkın ihlal edilip edilmediğinin tespitiyle sınırlı olmayıp tespit edilen ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlerin belirlenmesini de kapsamaktadır (Şahin Alpay (2), § 56).
32. Bununla birlikte 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilirken idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez. Anayasa Mahkemesi ihlalin ve sonuçlarının nasıl giderileceğine hükmederken idarenin veya yargısal makamların ya da yasama organının yerine geçerek işlem tesis edemez. Anayasa Mahkemesi, ihlalin ve sonuçlarının nasıl giderileceğine hükmederek gerekli işlemlerin tesis edilmesi için kararı ilgili mercilere gönderir (Şahin Alpay (2), § 57).
33. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesi kural olarak ihlalin ve sonuçlarının nasıl ve hangi araçlarla ortadan kaldırılacağı hususunda ilgili mercilere takdir yetkisi bırakır (Savaş Çetinkaya, B. No: 2012/1303, 21/11/2013, § 67). İlgili merci ihlal kararının niteliğini dikkate alarak bu ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için gerekenleri yapar. Bazı durumlarda ise Anayasa Mahkemesi somut olayın özelliklerini dikkate alarak ihlalin ve sonuçlarının nasıl ve hangi araçlarla ortadan kaldırılacağına dair ilkeleri belirleyebilir (Bizim Fm Radyo Yayıncılığı ve Reklamcılık A.Ş. [GK], B. No: 2014/11028, 18/10/2017, §§ 71, 72).
34. Diğer taraftan bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanması zorunludur. Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Abdullah Altun, B. No: 2014/2894, 17/7/2018, § 49). Diğer bir ifadeyle ihlalin sonuçlarının şeklen değil gerçek anlamda ortadan kaldırılması gerekir.
35. Anayasa Mahkemesi, ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukumuzdaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar üzerine ilgili mahkemenin yasal yükümlülüğü, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), § 57).
36. Ayrıca Anayasa Mahkemesince yargılamanın yenilenmesine hükmedilen hâllerde derece mahkemesinin yeniden yargılamaya karar vermesi için lehine ihlal kararı verilenin ya da ilgili başka kişi veya kişilerin talepte bulunması gerekmemektedir. Derece mahkemesi, Anayasa Mahkemesi kararı kendisine ulaşır ulaşmaz -ilgili usul kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak- taraflarca başvuru yapılmasını beklemeksizin yeniden yargılama yapmak yükümlülüğündedir. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin ihlal kararının gereği olarak yeniden yargılama yapılacak hâllerde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak bir kabule değerlik incelemesi aşaması da bulunmamaktadır (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), § 58).
37. Bu bağlamda derece mahkemesinin öncelikle yapması gereken şey, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı gereğince yeniden yargılamaya başladığına dair karar almaktır. Mahkeme sonraki aşamada ise Anayasa Mahkemesi kararında tespit edilen ihlalin sonuçlarını gidermek için gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür. Bu çerçevede ihlal, yargılama sırasında gerçekleştirilen usule ilişkin bir ihmal, işlem veya başka bir eksiklikten kaynaklanıyorsa söz konusu hususun ihlale yol açmayacak şekilde giderilmesi/düzeltilmesi gerekmektedir. Ancak bu yükümlülük, derece mahkemelerinin bazı ihlal kararlarının gereklerini duruşma yapmaksızın -dosya üzerinden- önceki kararının aksi yönünde karar vererek veya kararında ihlal nedenini gideren birtakım değişiklikler yaparak yerine getiremeyeceği şeklinde anlaşılamaz. Anayasa Mahkemesinin kararında tespit edilen ihlallerin işin durumuna göre duruşma yapmaksızın giderilebileceği anlaşılırsa bu yöntemle de ihlalin sonuçları giderilebilir. Hangi yöntemle ihlalin sonuçlarının giderileceği belirlenirken ihlalin niteliği nazara alınarak bir değerlendirme yapılmalıdır (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), § 59).
38. İstisnai kimi durumlarda ise tespit edilen ihlalin niteliği, ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından ilgili mercilere tek seçenek bırakabilir. Bu hâlde Anayasa Mahkemesi ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için alınması gereken tedbiri veya yöntemi açıkça gösterir ve ilgili merci bunun gereklerini yapar (Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım, B. No: 2013/711, 3/4/2014, § 82).
39. Anayasa Mahkemesinin ihlal kararının yukarıda belirtilen ilkeler çerçevesinde gereklerinin yerine getirilmesi için ilk derece mahkemesinin öncelikle yargılamanın yenilenmesine ve -ihlalin niteliği de dikkate alındığında- duruşmanın açılmasına karar vermesi gerekir. Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı verip ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına hükmettiği bu gibi durumlarda ilgili yargısal merciler, ihlal kararının niteliğini dikkate alarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde hareket etmek zorundadır. Buna karşın Ağır Ceza Mahkemesi hükme esas alınan delillerin salt başvurucunun ve onun aleyhinde beyanda bulunan diğer sanıklar K.B. ve Y.A.nın işkence altında verdikleri kabul edilen ifadeler olmadığı, gerekçeye konu edilen diğer deliller değerlendirilerek hüküm kurulduğu gerekçesiyle önceki hükümde değişiklik yapılmasına yer olmadığına karar vermiş (bkz. § 18), böylece yasal yükümlülüğüne aykırı biçimde -kararda açık bir biçimde ifade edilmese de- yargılamanın yenilenmesi talebini reddetmiştir. Anayasa Mahkemesinin önceki kararında başvurucunun ve onun aleyhinde beyanda bulunan diğer iki sanığın işkence altında verdikleri ifadelerinin mahkûmiyet için belirleyici biçimde kanıt olarak kullanıldığı tespitine yer verilmiştir (Delil İldan, § 15). Bu kapsamda yeniden yargılama yapılarak duruşma açılmaması nedeniyle savunmanın işkence altında alınan ifadeler dışında kalan ve Ağır Ceza Mahkemesinin anılan ret kararında belirttiği diğer delillerden bilgi sahibi olma ve bu delillere karşı iddia ve itirazlarını dile getirme fırsatına sahip olmadığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla Ağır Ceza Mahkemesinin yargılamanın yenilenmesi istemini reddederken yaptığı yorumun Anayasa Mahkemesinin ihlal kararıyla örtüşmediği, ihlalin niteliği -duruşma açılarak- yeniden yargılamayı zorunlu kıldığı hâlde Anayasa’nın 36. maddesinin gerektirdiği ölçüde ve özende olmadığı, dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin başvurucu hakkındaki kararda tespit ettiği ihlalin ve sonuçlarının Ağır Ceza Mahkemesince ortadan kaldırılmadığı anlaşılmaktadır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Mehmet Ali Ayhan (2), B. No: 2016/7967, 22/7/2020, § 60).
40. Sonuç olarak Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
İrfan FİDAN ve Muhterem İNCE bu görüşe katılmamışlardır.
III. GİDERİM
41. Başvurucu, ihlalin tespiti, yeniden yargılama yapılması ve 80.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
42. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).
43. Belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi kural olarak yargılamayı yürüten derece mahkemelerine aittir (Orhan Kılıç [GK], B. No: 2014/4704, 1/2/2018, § 44). Bu bağlamda somut olayda başvurucunun üzerine atılı suçu işleyip işlemediği yönünde karar vermek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir. Anayasa Mahkemesince verilen ihlal kararı, sanığın beraat ettiği anlamına gelmediği gibi ihlal kararının gereklerinin yerine getirilmesi amacıyla yapılacak yeniden yargılama neticesinde sanık hakkında mutlaka beraat kararı verilmesi gerektiği anlamına da gelmemektedir. İhlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemler yerine getirildikten sonra yapılacak değerlendirmede mahkemenin delillerin takdir biçimine göre benzer veya farklı bir sonuca varması mümkündür.
44. Somut olayda ihlalin tespit edilmesinin başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 20.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
IV. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE İrfan FİDAN ve Muhterem İNCE'nin karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Kararın bir örneğinin hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2007/365, K.2013/4) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucuya net 20.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
E. 446,90 TL harç ve 18.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 19.246,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 16/11/2023 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Başvurucu; Anayasa Mahkemesince verilen hakkaniyete uygun yargılanma hakkına yönelik ihlal kararının Ağır Ceza Mahkemesince uygulanmadığını, hak ihlali sonrasında yapılan yargılamanın yenilenmesi isteminin duruşma açılmaksızın dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda hukuka uygun olmayan gerekçelerle reddedildiğini belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Anayasa Mahkemesi 12/7/2016 tarihli kararla başvurucunun hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
3. İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi 1/11/2016 tarihinde talebin kabule değer olduğuna ve incelemenin dosya üzerinden yapılmasına karar vermiştir. Başvurucu müdafi incelemenin dosya üzerinden yapılmasına ilişkin karara itiraz etmiş, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince 7/12/2016 tarihinde başvurucunun itirazı reddedilmiştir.
4. Ağır Ceza Mahkemesinin İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına gönderdiği 12/6/2017 tarihli yazıda, başvurucu hakkındaki hükmün kesinleşmesinden sonra 13/1/2017 tarihinde yakalama emri düzenlendiği ve bu emrin halen infaz edilmediği bildirilmiştir.
5. Ağır Ceza Mahkemesi 5/12/2019 tarihli ek kararıyla başvurucu hakkındaki 29/1/2013 tarihli ilk hükümde değişiklik yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir. Anılan kararda Mahkeme, Anayasa Mahkemesinin vermiş olduğu ihlal kararındaki gerekçeleri de dikkate alarak başvurucunun kötü muameleye maruz kalması iddiasıyla sonradan kabul etmediği emniyet aşamasındaki beyanlarını çıkararak diğer delilleri detaylı olarak tartışmıştır. Mahkeme somut delillerden hareket ederek, başvurucunun Yargıtay 9. Ceza Dairesince sübutuna karar verdiği dört eylemin gerçekleştirilmesine ilişkin ispatta bir eksiklik oluşturmadığı sonuç ve kanaatine varmış, soruşturma aşamasındaki beyanı ile K.B. ve Y.A.’nın inkâr edilen soruşturma aşamasındaki ifadelerini kararın gerekçesinden çıkarılmasına, geri kalan delillerle başvurucunun atılı suçu işlediği sübuta erdiğinden hükümde değişiklik yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir (bkz. § 18).
6. Başvurucunun anılan karara itirazı üzerine İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, dosya üzerinden yaptığı incelemede 14/1/2020 tarihli kararıyla başvurucuların itirazını reddetmiştir.
7. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre;
“…. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
8. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesine göre de;
“(1)….a) İhlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosyayı ilgili mahkemeye gönderir. İlgili mahkeme, Bölümün ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde yeniden yargılama yapar ve mümkünse dosya üzerinden ivedilikle karar verir.
…
(2) Bölüm kararında, gerekli görüldüğü takdirde Kanunun 50 nci maddesinin birinci fıkrası doğrultusunda ihlalin ve sonuçlarının hangi şekilde ortadan kaldırılabileceği hususunda yapılması gerekenler belirtilir.”
9. Anayasa Mahkemesi 2014/2498 sayılı başvurucu hakkında verilen ihlal kararında hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Giderim olarak ise kararın 98. paragrafında;
“98. Yargılamanın hakkaniyete uygun görülmesi hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için başvurucunun yeniden yargılanmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.”
şeklinde hüküm kurmuştur.
10. Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında; yargılamanın yenilenmesinin ne şekilde yapılması gerektiğine ilişkin bir hüküm kurulmadığı açıktır. İçtüzük’ün 79. maddesinde belirtildiği gibi; “…ihlalin ve sonuçlarının hangi şekilde ortadan kaldırılabileceği hususunda yapılması gerekenler belirtilir.” şeklindeki hükme uygun olarak yapılması gerekenlerin açıkça gösterildiği bir karar verilmemiştir. Anayasa Mahkemesi yalnızca yeniden yargılama yapılmasına karar vermiş, ancak bu ihlalin ne şekilde giderileceğine, duruşma açılması gerekip gerekmediğine dair bir karar kurmamıştır.
11. Öte yandan 6216 sayılı Kanunu’nun 50. maddesi ile İçtüzük’ün 79. maddesine göre; yeniden yargılamanın mümkünse dosya üzerinden ve ivedilikle yapılması gerekmektedir.
12. Somut olayda Ağır Ceza Mahkemesi yeniden yargılama talebini kabul ederek yargılamaya başlamıştır. Başvurucunun müdafi (vekil), delil ve belgelerini ileri sürme hakkına sahip olmuş, bu şekilde silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri hayata geçirilmiştir.
13. Ağır Ceza Mahkemesi başvurucu hakkında araştırma yapmış ve halen yakalanamadığı ve hakkındaki yakalama emrinin de infaz edilemediği tespitini yapmıştır. Mahkeme, 5/12/2019 tarihli ilamla yani yargılamanın yenilenme istemi üzerine incelemeye başladığı 1/11/2016 tarihinden yaklaşık 3 yıl sonra yeni bir karar vermiştir.
14. Mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararındaki hususları tartışıp değerlendirmiş ve ihlal kararında belirtilen delilleri gerekçe olarak dikkate almadığını kararda ifade etmiştir. Mahkeme dosya kapsamındaki diğer delilleri değerlendirerek ve sübuta eren somut olaylardan yola çıkarak, geri kalan diğer delillerle başvurucunun atılı suçu işlediği sonucuna varmış ve mahkûmiyet kararını yinelemiştir.
15. Mahkemenin hangi delile dayalı olarak karar verdiği, hangi tanık beyanı veya delili üstün gördüğü mahkemelerin takdiri ve yetkisinde olan bir husustur. Anayasa Mahkemesinin delilleri değerlendirme yetkisinin olmadığı ve bunun kanun yolu incelemesi niteliğinde olacağı dikkatten kaçmamalıdır.
16. Öte yandan, kararda atıf yapılan (bkz. § 38) ve gerekçe olarak gösterilen Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım (B. No: 2013/711, 3/4/2014, § 82) kararı, Belediye aleyhine açılan kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin ödenmesi davası sonunda Mahkemece hükmedilen bedelin ödenmemesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkı ile mülkiyet hakkının ihlaline ilişkin bir karar olduğu için başvuru konusu olayla bir benzerlik arz etmediği de not edilmelidir.
17. Netice olarak somut olayda; Anaysa Mahkemesinin ilk ihlal kararında, yalnızca yargılamanın yenilenmesi kararı verdiği, yapılması gereken başka bir giderime hükmetmediği gibi duruşma açılmasına yönelik bir karar da vermediği görülmektedir. Ağır Ceza Mahkemesinin 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesi ve Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesine uygun olarak dosya üzerinden inceleme ve araştırma yaptığı, yargılamanın yenilenmesi davası sürecinde başvurucu müdafine tüm delillerini ve belgelerini ileri sürme imkanının tanındığı, aksine bir iddianın da olmadığı, duruşma açılması gerekip gerekmediği hususunun mahkemelerin takdirinde olduğu dikkate alındığında, başvurucunun hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edilmediği sonucuna ulaşılmıştır.
18. Açıklanan nedenlerle somut olay yönünden, başvurucunun hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edilmediği kanaatine vardığımızdan, çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılmıyoruz.
Üye