TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
FATMA BAŞOL BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2020/6855)
Karar Tarihi: 15/3/2023
Başkan
:
Hasan Tahsin GÖKCAN
Üyeler
Muammer TOPAL
Recai AKYEL
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
İrfan FİDAN
Raportör
Hasan SARAÇ
Başvurucu
Fatma BAŞOL
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, 3600 ek göstergeden yararlanma talebinin reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 24/2/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:
5. Başvurucu Ankara Devlet Tiyatrosu Genel Müdürlüğü emrinde sahne amiri olarak görev yapmaktadır. Başvurucu, 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'na 18/5/1994 tarihli 527 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin 12. maddesiyle eklenen ek geçici 16. madde hükümleri uyarınca mühendislere uygulanan ek göstergeden yararlandırılması isteği ile idareye başvuru yapmışsa da başvurusu 3/2/2014 tarihinde reddedilmiştir.
6. Başvurucu adına başvurucunun üyesi olduğu sendika ret işleminin iptali için Ankara 16. İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) 13/2/2014 tarihinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde özetle; 10/6/1949 tarihli ve 5441 sayılı Devlet Tiyatroları Personeli Hakkında Kanun'da sözleşme ile çalıştırılanların tamamının sanatkâr unvanı ile çerçevelendirildiğini, ayrıca 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu'nda yapılan değişiklikle sanatkâr olarak iştirakçi kabul edildiğini, 5441 sayılı Kanun'da yapılan değişikle başvurucu gibi teknik personel sayılan sözleşmeli uzman sınıfındaki elemanların emekli keseneğine esas intibaklarında sanatkârlar gibi işleme tabi tutulacağının düzenlendiğini, 657 sayılı Kanun'nda yapılan değişiklikle sanatkâr, sanatçı, sanatçı öğretmenler ile devlet sanatçılarının emeklilik kesenekleri için ekli ek gösterge cetvelinde kadroları teknik hizmetler sınıfında yer alan mühendisler için öngörülen ek göstergelerin esas alınacağının düzenlendiğini, kendisinin de sanatkâr unvanı olduğu için mühendisler için öngörülen ek göstergeden yararlanması gerekmesine rağmen taleplerinin reddedildiğini öne sürmüştür.
7. İdare Mahkemesi davanın reddine 30/12/2014 tarihinde karar vermiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:
''..Dava dosyasının incelenmesinden, davacının Ankara Devlet Tiyatrosu Müdürlüğü emrinde sahne amiri olarak görev yaptığı, dolayısıyla 1309 sayılı Kanun'a tabi uzman memur olarak çalıştığı anlaşılmaktadır.
Yukarıya alınan Yasa hükümleri uyarınca, 527 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin 12 nci maddesi ile getirilen düzenlemeden yararlanabilmesi için, sanatçı, sanatkar, sanatçı öğretmen ile devlet sanatçısı statüsünde görev yapmak gerekmektedir.
Bakılan uyuşmazlıkta, davacının Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü bünyesinde sanatkar statüsünde değil, uzman memur olarak görev yaptığı göz önüne alındığında, 657 sayılı Yasaya 527 sayılı KHK ile eklenen ek geçici 16 ncı maddesinde sanatçı, sanatkar, sanatçı öğretmen ile devlet sanatçısı statüsünde görev yapanlar için öngörülen düzenlemeden yararlandırılmasının hukuken mümkün olmadığı sonucuna varılmış olup, bu yönde tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık görülmemiştir.
Nitekim, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 18.02.2013 günlü, E:2010/658, K:2013/528 sayılı kararı da bu yöndedir.
Açıklanan nedenlerle, davanın reddine...''
8. Başvurucu; kanuni bir gerekçe olmaksızın içtihatlara aykırı karar verildiğini, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun (İDDK) 8/6/2005 tarihli ve E.2005/2968, K.2006/508 sayılı kararı başta olmak üzere on yıldan uzun süredir verilen içtihatlara aykırı karar verildiğini, içtihat değişikliği yapılmasına sebep olacak şekilde bir yasal dayanak değişikliği bulunmamasına rağmen hukuksal güvenliğin ortadan kaldırıldığını, ilgili yasal atıfların yanlış değerlendirildiğini, yerel mahkemenin içtihatlara ve kendi kararlarına dahi aykırı düşecek şekilde görüş değişikliğine gittiğini, eşitler arasında ayrımcılık yapıldığını öne sürerek temyiz başvurusunda bulunmuştur.
9. Danıştay Onbirinci Dairesi, 11/9/2015 tarihinde İdare Mahkemesinin kararını bozmuştur. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:
''...5441 sayılı Yasanın anılan 5. maddesi, 23.7.1970 gün ve 12557 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 1310 sayılı Yasa ile değiştirilerek; Devlet Tiyatrolarında sözleşmeli olarak görev yapan personel; Devlet Tiyatroları sanatkar memurları, Devlet Tiyatroları uygulatıcı uzman memurları, Devlet Tiyatroları uzman memurları şeklinde üçlü bir sınıflamaya tabi tutulmuştur,
Bu sınıflama sonucu Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü uygulatıcı uzman memurları ile kondüvit ve suflörlerin 6388 sayılı Yasanın Devlet Tiyatroları sanatkarlarına şamil olan hükümlerinden, diğer uzman memurların da 6388 sayılı Yasa ile 5434 sayılı Yasanın fiili hizmet süresi zammından yararlanacakları belirleyen 32. maddesine eklenen (f) bendi hariç Devlet Tiyatrosu Sanatkarları için geçerli diğer hükümlerinden yararlanacakları vurgulanmıştır.
657 sayılı Yasanın Ek Geçici 12. maddesinde Devlet Tiyatro, Opera ve Balesinin özel kanunlarına göre, stajyer, uzman memurlar, uygulatıcı uzman memurlar, sanatkar olarak çalışan personeli hakkında, bu Kanun esasları çerçevesinde hazırlanacak kendi özel kanunları yürürlüğe girinceye kadar, 10/6/1949 tarihli ve 5441 sayılı Kanun, 14/7/1970 tarihli ve 1309 Sayılı Kanun, 14/7/1970 tarihli ve 1310 Sayılı Kanun ile bu kanunlarda atıf yapılan kanun hükümlerinin uygulanmasına devam olunacağı; anılan maddenin (D) bendinde ise Devlet Tiyatro, Opera ve Balesinin (A) bendinde stajyerler, sahne uygulatıcıları (uzman memurlar), sanat uygulatıcıları (uzman memurlar) ve sanatkar memurlar olarak tespit edilen personeli dışında kalan personeli hakkında Devlet Memurları Kanununun bütün hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiş; Ek Geçici 16. maddesinin 527 sayılı KHK'nin 12. maddesi ile değişik fıkrasında da, teknik bünyeye dahil olmayan ve haklarında Devlet Memurları Kanunu hükümlerinin uygulanması gerekenler hariç, bu Kanunun Ek Geçici 12, 13 ve 14. maddeleri kapsamına giren personel ile Kültür ve Turizm Bakanlığının sanatla ilgili merkez ve taşra birimlerine bağlı olarak çalışan orkestra, koro ve topluluk sanatçıları, sanatkarları ve sanatçı öğretmenleri ile Devlet sanatçılarının söz konusu maddelerin mali hükümlerine bağlı kalınmaksızın sözleşmeli olarak çalıştırılabilecekleri, sözleşmeli olarak çalıştırılacakların sözleşme esasları, bunlara ödenebilecek ücretin üst sınırları ve sağlanacak sosyal yardımlar ile diğer mali hakların ilgili bakanlığın önerisi ve Maliye Bakanlığının görüşü üzerine Bakanlar Kurulunca kararlaştırılacağı, bu şekilde sözleşme ile çalıştırılanların, kesenekleri kendilerince ve kesenek karşılıkları da kurumlarınca karşılanmak üzere, T.C. Emekli Sandığı ile ilgilendirilecekleri, sanatçı, sanatkar, sanatçı öğretmenler ile Devlet sanatçılarının emeklilik kesenekleri için bu Kanuna ekli (I) sayılı Ek Gösterge Cetvelinde kadroları teknik hizmetler sınıfında yer alan mühendisler için öngörülen ek göstergeler esas alınacağı, ancak yönetici kadrolar karşılık gösterilerek sözleşme ile çalıştırılanların emekli keseneklerinin bu kadrolar için saptanmış bulunan ek göstergelerden düşük olamayacağı kuralları yer almıştır.
Anılan yasa kurallarının birlikte değerlendirilmesinden, 657 sayılı Yasa'nın yukarıda yer verilen Ek Geçici 12 ve 16. maddeleri uyarınca Devlet Memurları Kanunu'nun genel hükümlerinin uygulaması dışında bırakılan ve 5441 sayılı Kanunun 5. maddesinde 1310 sayılı Yasa ile yapılan değişiklik sonucu 'uzman memur' unvanı ile sözleşmeli statüde görev yapan davacının, emeklilik yönünden Devlet Tiyatrosu sanatkarlarının sahip olduğu haklardan yararlandırılması gerektiği dikkate alındığında, emekliliğe esas ek göstergesinin 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun ek geçici 16. maddesi dikkate alınarak belirlenmesi yolundaki başvurusunun reddine ilişkin işlemde ve bu işlemin iptali istemiyle açılan davanın reddi yolunda verilen İdare Mahkemesi kararında hukuka uygunluk görülmemiştir..''
10. İdare Mahkemesi 19/2/2016 tarihinde ilk kararında ısrar edilmesine ve davanın reddine karar vermiştir.
11. Israr kararı verilmesi üzerine İDDK, 14/3/2018 tarihinde ısrar kararının onanmasına ve başvurucunun temyiz isteminin reddine İdare Mahkemesinde belirtilen gerekçelere atfen karar vermiştir. Karar düzeltme başvurusunun reddine dair karar 27/1/2020 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
12. 5434 sayılı Kanun'un mülga 12. maddesinin birinci ve ikinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
''Bu kanunla tanınan haklardan aşağıda (I) işaretli fıkrada yazılı yerlerde çalışanlardan, Türk uyruğunda olmak ve 18 yaşını bitirmiş bulunmak şartıyla, (II) işaretli fıkrada gösterilenler faydalanırlar...
m) 5441 sayılı Kanun hükümlerine istinaden Devlet Tiyatrosunda mukavele ile çalışan sanatkarlar..."
13. 14/7/1970 tarihli ve 1309 sayılı Devlet Opera ve Balesi Personeli Hakkında Kanun'un 4. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"a) Genel Müzik Yöneticisi (Başorkestra Şefi niteliğinde), orkestra şefleri ve yardımcıları, başrejisör, rejisörler ve yardımcıları, koro sanatçıları, opera solistleri, orkestra sanatçıları, koro şefi ve yardımcıları, başkoreograf, bale başöğretmeni koreograflar, kordöbale şefi ve yardımcıları, bale öğretmenleri, bale sanatkarları, kostüm kraatörleri, Sanat Teknik Müdürü, bale- notatörleri, dekoratörler, başdekoratör, şan pedagogları, başkorrepetitör Devlet Opera ve Balesi sanatkar memurlarıdır.
b) Repetitörler, korrepetitörler, başdromaturg ve dramaturglar, teknik müdür, başrealizatör, başışık uzmanı, başperukacı Orkestra Müdürü (Müzisyen), suflörler, lutiyeler, kondüvitler, bale piyanistleri Devlet Opera ve Balesi uygulatıcı uzman memurlarıdır.
c) Işık uzmanları, perukacılar, realizatörler, sahne uzmanları, atelye şefleri, butaforlar, kaşörler, kostümcüler, sahne marangozları, sahne demircileri, sahne makinistleri, kopistler, sahne müdürü ve yardımcıları, akortçular, desinatörler, makyajcılar, aksesuvarcılar, sahne kunduracıları, saz tamir atelyesi şefi ve yardımcıları, opera yardımcı sınıf elemanları ile Teknik Kurul tarafından görevlerinin özelliği belirtilecek ihtisası bulunan elemanlar da Devlet Opera ve Balesi uzman memurları adını alırlar."
14. 5441 sayılı Kanun'un değişik 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
''A) Başrejisör, rejisörler, aktör ve aktrisler, reji asistanları, müzik işleri yöneticisi ile başkorrepetitör, tiyatro orkestrası, korosu ve balesi ile müzikli tiyatro icracıları, sanat teknik müdürü ve dekoratörler, kostüm kreatörleri Devlet Tiyatroları sanatkar memurlarıdırlar.
B) Başdramaturg ve dramaturglar, teknik müdür, başrealizatör, başışık uzmanı, başperukacı, korrepetitör, bale piyanisti de Devlet Tiyatroları uygulatıcı uzman, memurlarıdırlar.
C) Kondüvitler, suflörler, atelye şefleri, sahne makyajcıları ve perukacıları, atelye ressamları, butaforlar, sahne ışıkçıları, sahne şef makinist ve makinistleri, sahne marangozları, sahne demircileri, sahne terzileri, sahne kunduracıları, kaşörler, sahne amirleri ve yardımcıları, sahne kostümcüleri, aksesuvarcılar, sahne uzmanları ile sanat ve yönetim kurulu tarafından görevlerinin özelliği belirtilecek ihtisası bulunan, elemanlar da Devlet Tiyatroları uzman memurları adını alırlar.
6388 sayılı Kanun hükümleri Devlet Tiyatrosu Genel Müdürlüğü uygulatıcı uzman memurları hakkında da uygulanır. Uzman memurlardan kondüvit ve süflörler 6388 sayılı Kanunun Devlet Tiyatroları sanatkarlarına şamil olan hükümlerinden diğer uzman memurlar da aynı kanunun 3 üncü maddesi hariç diğer hükümlerinden faydalanırlar.
Devlet tiyatroları sanatkar memurları, uygulatıcı uzman memurları ve uzman memurları sanat ve yönetim kurulu kararı üzerine Genel Müdürle aralarında yapılacak bir yıl süreli idarî sözleşmelerle göreve alınırlar. Yapılacak idari sözleşmelere bu maddede belirtilen hizmet özellikleri de yazılır. Bunların sözleşmelerinin sonunda hizmete devamları da aynı usule tabidir.
Malî hakları ve özellikleri bu kanun içinde kalmak ve Devlet memuru niteliklerine halel gelmemek üzere sanatkar memurlar, uygulatıcı uzman memurlar ve uzman memurların hizmete alınma, hizmete devamı şekilleri ile sair özellik ve yükümlülükleri idari sözleşmelerinde belirtilir.''
15. 657 sayılı Kanun'un ek geçici 12. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
''Devlet Tiyatro, Opera ve Balesinin özel kanunlarına göre, stajyer, uzman memurlar, uygulatıcı uzman memurlar, sanatkar olarak çalışan personeli hakkında, bu Kanun esasları çerçevesinde hazırlanacak kendi özel kanunları yürürlüğe girinceye kadar, 10/6/1949 tarihli ve 5441 sayılı Kanun, 14/7/1970 tarihli ve 1309 Sayılı Kanun, 14/7/1970 tarihli ve 1310 Sayılı Kanun ile bu kanunlarda atıf yapılan kanun hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.
...
D) Devlet Tiyatro, Opera ve Balesinin (A) bendinde tespit edilen personelin dışında kalan personeli hakkında Devlet Memurları Kanununun (1327 Sayılı Kanunun 90 ıncı maddesiyle eklenen ek geçici 20 nci maddesi hükümleri hariç) bütün hükümleri uygulanır...''
16. 657 sayılı Kanun'un 2/7/2018 tarihli ve 703 sayılı KHK ile değişik ek geçici 16. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
''Teknik bünyeye dahil olmayan ve haklarında Devlet Memurları Kanunu hükümlerinin uygulanması gerekenler hariç, bu Kanunun Ek Geçici 12, l3 ve 14 üncü maddeleri kapsamına dahil personel ile Kültür ve Turizm Bakanlığının sanatla ilgili merkez ve taşra birimlerine bağlı olarak çalışan orkestra, koro ve topluluk sanatçıları, sanatkarları ve sanatçı öğretmenleri ile Devlet sanatçıları söz konusu maddelerin mali hükümlerine bağlı kalınmaksızın sözleşmeli olarak çalıştırılabilirler.
Sanatçı sıfatını kazananlardan yönetici kadrolara atananlar da, bu kadrolar karşılık gösterilmek suretiyle sözleşmeli olarak çalıştırılabilirler.
Yukarıdaki fıkralara göre sözleşmeli olarak çalıştırılacakların sözleşme esasları, bunlara ödenebilecek ücretin üst sınırları ve sağlanacak sosyal yardımlar ile diğer mali haklar; Cumhurbaşkanınca kararlaştırılır.
Bu şekilde sözleşme ile çalıştırılanlar, kesenekleri kendilerince ve kesenek karşılıkları da kurumlarınca karşılanmak üzere, T.C. Emekli Sandığı ile ilgilendirilirler. Sanatçı, Sanatkar, Sanatçı Öğretmenler ile Devlet sanatçılarının emeklilik kesenekleri bu Kanuna ekli (I) sayılı Ek gösterge cetvelinde kadroları teknik hizmetler sınıfında yer alan mühendisler için öngörülen ek göstergeler esas alınır. Ancak yönetici kadrolar karşılık gösterilerek sözleşme ile çalıştırılanların emeklilik kesenekleri bu kadrolar için saptanmış bulunan ek göstergelerden düşük olamaz.''
V. İNCELEME VE GEREKÇE
17. Anayasa Mahkemesinin 15/3/2023 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası Yönünden
1. Başvurucunun İddiaları
18. Başvurucu, kendisi ile aynı durumda olan bazı kişilerin aynı talep ile açtıkları davaların bu kişiler lehine sonuçlandığını, kendisinin davasının ise reddedildiğini beyan ederek mülkiyet ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini öne sürmüştür. Başvurucu ayrıca mahkeme kararlarının gerekçeli olmasının yanında tutarlı olması gerektiğini, yargısal mercilerin kararlarının tutarlı olmadığını öne sürmüştür.
19. Başvurucu, kendisine uygulanması gereken Kanun'un 5441 sayılı Kanun olduğunu, yargısal mercilerin ise 1309 sayılı Kanun'u uygulayarak kanun maddelerinde hata yaptıklarını öne sürmüştür.
2. Değerlendirme
20. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
21. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde başvurucunun şikâyetlerinin özünün açılan davanın emsal kararlara aykırı şekilde reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
22. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı maddi adaleti değil şeklî adaleti temin etmeye yönelik güvenceler içermektedir. Bu bakımdan adil yargılanma hakkı davanın taraflardan biri lehine sonuçlanmasını garanti etmemektedir. Adil yargılanma hakkı temel olarak yargılama sürecinin ve usulünün hakkaniyete uygun olarak yürütülmesini teminat altına almaktadır (M.B. [GK], B. No: 2018/37392, 23/7/2020, § 80).
23. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile uyuşmazlık konusunda varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içeren tespit ve sonuçlar bu kapsamda değildir (konuya ilişkin birçok karar arasından bkz. Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013).
24. Ancak temel hak ve özgürlüklere müdahalenin söz konusu olduğu durumlarda derece mahkemelerinin takdir ve değerlendirmelerinin Anayasa'daki güvencelere etkisini nihai olarak değerlendirecek merci Anayasa Mahkemesidir. Bu itibarla Anayasa'da öngörülen güvenceler dikkate alınarak bireysel başvuru kapsamındaki temel hak ve özgürlüklerin ihlal edilip edilmediğine ilişkin herhangi bir inceleme kanun yolunda gözetilmesi gereken hususun incelenmesi olarak nitelendirilemez (Şahin Alpay (2) [GK], B. No: 2018/3007, 15/3/2018, § 53).
25. Diğer taraftan Anayasa Mahkemesi çok istisnai durumlarda temel hak ve özgürlüklerden biri ile doğrudan ilgili olmayan bir şikâyeti kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin yasak kapsamına girmeden inceleyebilir. Açık bir keyfîlik nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin temelden sarsıldığı ve adil yargılanma hakkı kapsamındaki usule ilişkin güvencelerin anlamsız hâle geldiği çok istisnai durumlarda aslında yargılamanın sonucuna ilişkin olan bu durumun bizatihi kendisi usule ilişkin bir güvenceye dönüşmüş olur. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin derece mahkemelerinin değerlendirmelerinin usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle getirip getirmediğini ve açık bir keyfîlik nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin temelden sarsılıp sarsılmadığını incelemesi, yargılamanın sonucunu değerlendirdiği anlamına gelmez. Sonuç olarak Anayasa Mahkemesi derece mahkemelerinin delillerle ilgili değerlendirmelerine ancak açık bir keyfîlik ve adil yargılanma hakkı kapsamındaki usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle getiren bir uygulama varsa müdahale edebilecektir (Ferhat Kara [GK], B. No: 2018/15231, 4/6/2020, § 149; M.B., § 83).
26. Başvurucunun medeni haklarıyla ilgili uyuşmazlıklarda uygulanan hukuk kurallarının açıkça keyfî veya hakkın tesliminden kaçınacak (adaleti hiçe sayacak) biçimde yorumlanması usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle getireceğinden adil yargılanma hakkının ihlal edildiğinden söz edilebilir. Zira bu durumda derece mahkemesinin yorumunun başvurucu tarafından öngörülmesi mümkün olmayıp hukuk kurallarının öngörülemez biçimde yorumlanması hukuk devleti ilkesini örseler (M.B., § 86).
27. Öte yandan hukuk kurallarının ne şekilde yorumlanacağı veya birden fazla yorumunun mümkün olduğu durumlarda bu yorumlardan hangisinin benimseneceği derece mahkemelerinin yetkisinde olan bir husustur. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruda derece mahkemelerince benimsenen yorumlardan birine üstünlük tanıması veya derece mahkemelerinin yerine geçerek hukuk kurallarını yorumlaması bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmaz. Anayasa Mahkemesinin kanunilik ilkesi bağlamındaki görevi, hukuk kurallarının birden fazla yorumunun varlığının hukuki belirlilik ve öngörülebilirliği etkileyip etkilemediğini tespit etmektir (Mehmet Arif Madenci, B. No: 2014/13916, 12/1/2017, § 81).
28. Mahkemelerin münferit bazı olaylarda farklı kararlar vermesi kuralın öngörülebilir olma niteliğini yitirdiğinin söylenebilmesi için yeterli olmayıp içtihat farklılığının derinleşmiş ve müzmin hâle gelmiş olması gerekir. Ayrıca spesifik bazı olaylarda verilmiş farklı kararların bulunduğundan hareketle içtihat farklılığının derinleştiği ve süregelen bir boyut kazandığı da kabul edilemez. Anayasa Mahkemesinin bir konuyla ilgili olarak verilmiş tüm mahkeme kararlarını yeknesak hâle getirme gibi bir işlevi bulunmadığı gibi mahkeme kararlarındaki hukuka aykırılıkları giderme ödevi de mevcut değildir (Selahattin Bayri, B. No: 2018/32374, 15/9/2021, § 42).
29. Adil yargılanma hakkı, usul kurallarının doğru uygulanıp uygulanmadığının tespitinden çok bir bütün olarak başvurucunun usule ilişkin olanaklar bakımından zayıf duruma düşürülüp düşürülmediğinin ve böylece yargılamanın bütünün adil olup olmadığının denetlenmesine imkân tanımaktadır (Emre Bayram, B. No: 2019/40656, 22/2/2022, § 43).
30. Somut olayda başvurucunun açtığı davada İdare Mahkemesi, başvurucunun baştan itibaren ileri sürdüğü hususları incelemiştir. İdare Mahkemesi, başvurucunun anılan yasal statüsünün iddia edilenin aksine sanatkâr veya sanatçı olmadığını, uzman eleman statüsünde olduğunu, böylece başvurucunun unvan itibarıyla 1309 sayılı Kanun hükümlerine tabi olduğuna hükmetmiştir. Anılan yasal değişikliklerin getirmiş olduğu haklardan istifade edilebilmesi için İdare Mahkemesine göre, ilgili kanuna tabi olarak ve orada tahdiden sayılan unvanlar kapsamında bir görev ifa edilebilmesi şarttır. İdare Mahkemesinin değerlendirmesine göre başvurucunun anılan haklardan istifade edilebilmesine olanak sağlayan görev başvurucu tarafından ifa edilmemektedir.
31. Danıştay Onbirinci Dairesinin bozma kararı vermesinin üzerine İDDK da, ayrıntılı olarak başvurucunun yasal hâline ilişkin değerlendirmeler yaparak başvurucunun iddia edildiği gibi yasal haklardan istifade edebilmesi şartlarının bulunmadığını değerlendirmiştir.
32. Başvurucu benzer iddiaların yer aldığı davalara ilişkin olarak istikrar kazanmış içtihatların olduğunu ileri sürmüşse de başvurucu buna dayanak olarak herhangi yargısal kararlardan bahsetmeksizin sadece bazı isimlere yer vermek suretiyle bazı genel iddialarda bulunmuştur. Bunun yanında, başvurucunun ileri sürdüğü şekliyle bu alanda müstakar hâle geldiğine ilişkin bir tespit de yapılamamıştır. Bu nedenle bu veya benzer iddialara ilişkin olarak yargısal merciler tarafından verilen derin ve süregelen bir içtihadın varlığından veya içtihat farklılığından bahsedilemeyecektir.
33. Selahattin Bayri kararında da vurgulandığı üzere başvurucu tarafından içtihat farklılığının derinleşmiş ve müzmin hâle geldiğine dair ispatlanmış bir olgunun varlığından söz edilemeyeceği anlaşılmıştır. Hukuksal olarak her olaya özgü bazı davalarda verilen farklı kararların bulunması da bu kapsamda tek başına içtihat farklılığının derinleştiğine ve süregelen bir boyut kazandığına vücut vermeyeceği somut olay özelinde de vurgulanmalıdır.
34. Ayrıca bir kanunun yorumuna ilişkin olarak mahkemelerin değişen koşullar, toplumsal ihtiyaçlar, başvurucunun hukuksal durumlarındaki farklılıklar, günün gereklerine uygun hareket edebilme yönünden mevcut olan yorumlarını terk ederek yeni bir yaklaşım benimsemesi her zaman mümkündür. Bunun yanında adil yargılanma hakkı, hukuk kuralının davanın başvurucu lehine sonuçlanmasını temin eden yorumunun esas alınmasını güvence altına almamaktadır. Uyuşmazlığa uygulanacak hukuk kurallarının yorumlanması -yukarıda belirtildiği gibi- başta derece mahkemeleri olmak üzere yargısal mercilerin takdirindedir. Sonuç itibarıyla İdare Mahkemesi ve İDDK tarafından yapılan tespit ve varılan sonuç öngörülemez olmadığı gibi bu hususun yargılamanın hakkaniyetini zedelemediği sonucuna ulaşılmıştır.
35. Bu açıklamalar sonrasında başvurucunun şikâyet ettiği hususların delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanmasına ilişkin olduğu tespit edilmiş, İdare Mahkemesinin kararında bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik oluşturan bir durumun da bulunmadığı dikkate alındığında ihlal iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
36. Açıklanan gerekçelerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiği İddiası Yönünden
37. Başvurucu davasının reddedilerek ek göstergesinin yükseltilmemesi nedeniyle ayrıca mülkiyet hakkının da ihlal edildiğini öne sürmüştür.
38. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”
39. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, B. No: 2013/1178, 5/11/2015, § 54). Bu nedenle öncelikle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaatinin olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31).
40. Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni ve fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).
41. Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkı mevcut mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir. Bir kişinin hâlihazırda sahibi olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma beklentisi -kişinin bu konudaki menfaati ne kadar güçlü olursa olsun- Anayasa'yla korunan mülkiyet kavramı içinde değildir. Bu bağlamda belirtmek gerekir ki Anayasa'nın 35. maddesi soyut bir temele dayalı olarak mülkiyete erişmeyi ve mülkiyeti edinmeyi değil mülkiyet hakkını güvence altına almaktadır. Bu hususun istisnası olarak belli durumlarda bir ekonomik değer veya icrası mümkün bir alacağı elde etmeye yönelik meşru bir beklenti Anayasa'da yer alan mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No: 2012/636, 15/4/2014, §§ 36, 37; Mehmet Şentürk [GK], B. No: 2014/13478, 25/7/2017, §§ 41, 53; Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, §§ 52-54).
42. Meşru beklenti objektif temelden uzak bir beklenti olmayıp belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma ihtimalinin yüksek olduğunu gösteren yerleşik bir yargı içtihadına ya da ayni menfaatle ilgili hukuki bir işleme dayanan yeterli derecede somut nitelikteki bir beklentidir (Selçuk Emiroğlu, B. No: 2013/5660, 20/3/2014, § 28; Mehmet Şentürk, § 42). Dolayısıyla Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma kapsamında olan meşru beklentiye dayalı mülkiyet hakkının tespiti mevcut hukuk sisteminde iddia edilen mülkiyet iddiasının tanınmasına bağlı olup bu tespit, mevzuat hükümleri ve yargı kararları ile yapılmaktadır (Üçgen Nakliyat Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/845, 20/11/2014, § 37). Temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece mülkiyet hakkı kapsamında ileri sürülebilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, § 37).
43. Mülkiyet hakkının konusunu mevcut bir mal varlığı veya meşru bir beklenti kapsamında ekonomik değerler oluşturmaktadır. Bu durumda öncelikle başvurucu açısından mevcut bir mal varlığının bulunup bulunmadığı incelenmelidir. Somut olayın özellikleri bakımından ortada mevcut bir mülkün varlığından söz edilemeyecektir.
44. Meşru beklenti yönünden ise başvurucu ek göstergesinin yükseltilmemesi nedeniyle maaşını kaybettiğine dair bir kanun hükmünü veya yerleşik bir yargı içtihadını da ortaya koyamamıştır. Bu durumda, başvurucunun Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı kapsamına giren bir ekonomik değeri veya en azından böyle bir değeri elde etme yönünde meşru beklentisi bulunmadığı anlaşılmaktadır.
45. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Hakkaniyete uygun yargılanma ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 15/3/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.