TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
MUHARREM PINARBAŞI BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2020/91)
Karar Tarihi: 4/10/2023
Başkan
:
Hasan Tahsin GÖKCAN
Üyeler
Muammer TOPAL
Recai AKYEL
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
İrfan FİDAN
Raportör
Ayhan KILIÇ
Başvurucu
Muharrem PINARBAŞI
Vekili
Av. Semih TÜFEK
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, alacağın tahsili amacıyla borçlu aleyhine başlatılan icra takibi sırasında tahsil edilen bedelin nemasının alacaklıya ödenmek yerine Hazineye irat kaydedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 23/12/2019 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu 1956 doğumlu olup Muğla'da ikamet etmektedir.
8. Antalya 13. İcra Dairesi Müdürlüğünde (İcra Dairesi) borçlular F.P. ve M.P. aleyhine 7.500.000 TL'lik bono içeriğindeki alacak için kambiyo senetlerine mahsus takip yoluyla icra takibi başlatılmıştır. Bononun lehtarının kim olduğu ve başvurucunun lehtar olup olmadığı bireysel başvuru dosyasından anlaşılamamaktadır.
9. Borçlular 17/10/2016 tarihinde Antalya 1. Asliye Ticaret Mahkemesinde, takibe konulan senedin teminat amaçlı olduğunun tespiti amacıyla alacaklı aleyhine menfi tespit davası açmıştır. Antalya 1. Asliye Ticaret Mahkemesince 19/10/2016 tarihinde teminat yatırılması kaydıyla takibin tedbiren durdurulmasına karar verilmiştir.
10. Alacaklı 17/4/2017 tarihinde İcra Dairesine müracaat ederek Anayasa Mahkemesinin Fatma Yıldırım (B. No: 2014/6577, 16/2/2017) kararına da atıfta bulunmak suretiyle bu paranın nemalandırılmasını talep etmiştir. İcra Dairesi, talebi kabul ederek 18/4/2017 tarihinde parayı vadeli bir mevduat hesabına yatırmıştır.
11. Başvurucu -kendi beyanına göre- 23/10/2018 tarihinde alacağın devri sözleşmesiyle takip konusu alacağı devralmıştır. Başvurucu ile borçlular 10/12/20018 tarihli muvafakatnameyle İcra Dairesi hesabındaki 540.000 TL ile bu paraya işleyen 42.018,41 TL faizin başvurucuya ödenmesi konusunda uzlaşmıştır. Başvurucu aynı tarihte İcra Dairesine müracaat ederek muvafakatname doğrultusunda işlem tesis edilmesini talep etmiştir. Ancak İcra Dairesi 11/12/2018 tarihli işlemiyle, tedbirin kalkmasını müteakip anaparanın alacaklıya ödenmesine, işleyen faizin ise Hazineye aktarılmasına karar vermiştir.
12. Antalya 1. Asliye Ticaret Mahkemesi 12/12/2018 tarihinde feragat nedeniyle menfi tespit davası hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir.
13. Başvurucu, İcra Dairesinin bu kararının iptali istemiyle 17/12/2018 tarihinde Antalya 7. İcra Hukuk Mahkemesinde (İcra Hukuk Mahkemesi) şikâyet yoluna müracaat etmiştir. Şikâyet dilekçesinde, icra dosyasındaki paranın nemasının onunla hiçbir ilgisi olmayan Hazineye aktarılmasının mülkiyet hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
14. İcra Hukuk Mahkemesi 10/9/2019 tarihinde şikâyeti esastan reddetmiştir. Kararın gerekçesinde 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra İflas Kanunu'nun 134. maddesinde yalnızca şikâyet süreci içinde nemalandırmaya ilişkin hükmün yer aldığı, bunun dışında nemalandırmaya ilişkin bir hükmün kanunda yer almadığı, memurun kendiliğinden parayı nemalandırma yetkisinin bulunmadığı belirtilmiştir. Kararda; İcra Dairesinde Anayasa Mahkemesinin ihlal kararına atıfla para nemalandırılmış ise de nemanın alacaklıya ödenmesinin yasal dayanağının bulunmadığı, bu sebeple Hazineye ödenmesi gerektiği vurgulanmıştır.
15. Başvurucu, bu karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde başvurucu, Anayasa Mahkemesinin Fatma Yıldırım kararına özellikle atıf yapmış; bu karar uyarınca nemanın alacaklıya ödenmesi gerektiğini iddia etmiştir.
16. Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesince (Bölge Adliye Mahkemesi) 23/10/2019 tarihinde istinaf istemi esastan reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde 2/7/1964 tarihli ve 492 sayılı Harçlar Kanunu'nun 36. maddesine atıfta bulunularak icra dairelerince takip işlemlerinden dolayı herhangi bir sebeple alınmış paraların bankaya yatırılması hâlinde bu paralara ilişkin faiz, ikramiye ve sair menfaatlerin devlete ait olacağı belirtilmiş; anılan hüküm gözetildiğinde nemanın Hazineye ödenmesinin hukuka uygun olduğu ifade edilmiştir.
17. Nihai karar 27/11/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 23/12/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
18. 492 sayılı Kanun'un 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Mahkemeler, hakimler, C. savcıları ve icra iflas daireleri tarafından adli ve idari işlemlerle takip işlemlerinden dolayı herhangi bir sebeple alınmış olan paraların bankaya yatırılması halinde bu paralara ait faiz, ikramiye ve sair menfaatleri Devlete aittir."
19. Anayasa Mahkemesinin 492 sayılı Kanun'un 36. maddesinin birinci fıkrasının iptaline ilişkin 5/4/2023 tarihli ve E.2023/48, K.2023/72 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"5. 492 sayılı Kanun’un 36. maddesinin itiraz konusu birinci fıkrasında mahkemeler, hâkimler, Cumhuriyet savcıları ve icra iflas daireleri tarafından adli ve idari işlemlerle takip işlemlerinden dolayı herhangi bir sebeple alınmış olan paraların bankaya yatırılması hâlinde bu paralara ait faiz, ikramiye ve diğer menfaatlerin devlete ait olduğu hükme bağlanmıştır. Anılan maddenin ikinci fıkrasında ortaklığın giderilmesi neticesinde tahsil edilen para, tereke parası kısıtlı veya gaip adına bankaya yatırılan paralar bundan müstesna tutulmuştur. Buna göre mahkemeler, hâkimler, Cumhuriyet savcıları ve icra iflas dairelerinin -ortaklığın giderilmesi neticesinde tahsil edilen para, tereke parası ve kısıtlı veya gaibe ait paralar haricinde- görevleri sebebiyle kendilerine tevdi edilen paraları bankaya yatırması durumunda bu paraların bankaya yatırılmasından dolayı her ne ad altında olursa olsun elde edilen nema paranın sahibine değil, Hazineye ait olmaktadır.
...
7. Mahkemeler, hâkimler, Cumhuriyet savcıları ve icra iflas dairelerine tevdi edilen paraların Anayasa'nın 35. maddesi kapsamında mülk teşkil ettiği açıktır. Dolayısıyla Anayasa'nın 35. maddesinde öngörülen güvencelerin itiraz konusu kural yönünden uygulanabilir olduğu anlaşılmaktadır.
9. Paranın bir başkasına kullandırılması karşılığında elde edilen menfaatler onun semeresi mahiyetindedir. Dolayısıyla paranın başkasına kullandırılması sonucu hasıl olan semerelerden yararlanma yetkisi de paranın malikine aittir. Nitekim 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 685. maddesinin birinci fıkrasında “Bir şeyin maliki, onun ürünlerinin de maliki olur.” denilmek suretiyle eşyanın malikinin onun semeresine de malik olacağı kabul edilmiştir.
10. Paranın bankaya yatırılması, bankanın söz konusu parayı kullanmasına imkân sağladığından bunun karşılığında banka tarafından paranın sahibine faiz, ikramiye veya benzeri adlar altında birtakım menfaatler temin edilebilmektedir. Bankaya yatırılan paranın mahkemeler, hâkimler, Cumhuriyet savcıları ve icra iflas dairelerinin kontrolünde bulunan bir para olması ve bu paranın anılan otoritelerce bankaya yatırılması, elde edilen nemadan yararlanma hakkının paranın malikine ait olduğu kuralını değiştirmez. Bununla birlikte itiraz konusu kural, özel kişilere ait olup mahkemeler, hâkimler, Cumhuriyet savcıları ve icra iflas dairelerine tevdi edilen paraların bankaya yatırılması sonucu elde edilen faiz, ikramiye ve diğer menfaatlerin bankaya yatırılan paranın sahibi olan özel kişilerin yerine devlete ait olmasını öngörmek suretiyle mülkiyet hakkını sınırlamaktadır.
12. İtiraz konusu kural özel hukuk kişisine ait olan paranın kamu otoriteleri tarafından bankaya yatırılması sonucu elde edilen semerenin Hazineye gelir olarak aktarılmasını öngörmektedir. Özel hukuk kişisine ait olan paranın semeresinin Hazineye aktarılması malikin semere miktarınca mülkten yoksun kalmasına yol açmaktadır. Dolayısıyla somut kuraldaki sınırlamanın mülkten yoksun bırakma biçimindeki ikinci kural kapsamında incelenmesi gerekecektir.
16. Anayasa Mahkemesi, icra iflas dairelerinin borçlulardan tahsil ettiği paranın durumunu incelediği Fatma Yıldırım kararında borçludan tahsil edilen bedelin alacaklıya ödendiği ana kadar borçlunun veya alacaklının para üzerinde tasarrufta bulunma, parayı kullanma veya paranın değerinin enflasyon karşısında aşınmasını önleyici tedbirler alma imkânı olmadığının altını çizerek borçludan tahsil edilen bedelin bu süreçte henüz icra müdürlüğünün kontrolü altında bulunduğunu, dolayısıyla bu paranın enflasyon karşısında kıymet yitirmesini önleyebilecek olanın da para üzerinde tasarrufta bulunma kudretini elinde bulunduran icra dairesi olduğunu belirtmiş; tahsil edilen paranın alım gücünü kaybetmesini engellemenin yolunun da bunun nemalandırılması olduğunu ifade etmiştir (Fatma Yıldırım, §§ 60, 61). Anayasa Mahkemesi sonuç olarak cebri icra organlarının tahsil ettiği parayı bir mevduat hesabına yatırılması biçiminde alacağı basit bir tedbirle icra sürecinin hızlı işlememesinin borçlu üzerinde oluşturduğu olumsuz etkileri asgari seviyeye indirememesinin mülkiyet hakkının devlete yüklediği koruma pozitif yükümlülüğünün ihlali sonucunu doğurduğunu kabul etmiştir (Fatma Yıldırım, §§ 60-63).
18. Bununla birlikte kural; mahkemeler, hâkimler, Cumhuriyet savcıları ve icra iflas dairelerinin -ortaklığın giderilmesi neticesinde tahsil edilen para, tereke parası ve kısıtlı veya gaibe ait paralar hariç- kendilerine tevdi edilen paraları bankaya yatırmaları durumunda bu paraların bankaya yatırılmasından dolayı elde edilen nemanın devlete ait olmasını öngörmektedir.
19. Borçludan tahsil edilen para dahil olmak üzere mahkemeler, hâkimler, Cumhuriyet savcıları ve icra iflas dairelerine verilen paraların enflasyon karşısında değer yitirmesini önlemeye yönelik bir tedbir olarak vadeli mevduat hesabına yatırılması neticesinde elde edilen nemanın Hazineye irat kaydedilmesi karşılıksız yararlanma hükmünde olup bunun herhangi bir haklı temeli bulunmamaktadır. Devletin zorlayıcı nedenler olmaksızın özel bir kişinin mal varlığından karşılıksız yararlanması düşünülemez. Devletin sunduğu yargı ve takip hizmetleri karşılığında zaten harç alınmakta, ayrıca yapılan yargılama ve takip giderleri de ilgili taraflardan tahsil edilmektedir. Bu durumda bankaya yatırılan paranın nemasının Hazineye irat kaydedilmesinin sunulan yargı ve takip hizmetlerinin giderinin kısmen ilgililere yükletilmesi amacı taşıdığı da söylenemez. Dolayısıyla mahkemeler, hâkimler, Cumhuriyet savcıları ve icra iflas dairelerine tevdi edilen ve özel hukuk kişilerine ait olan paraların nemasının Hazineye intikal ettirilmesinin anayasal açıdan meşru bir amaca dayanmadığı anlaşılmaktadır.
20. Sonuç olarak mahkemeler, hâkimler, Cumhuriyet savcıları ve icra iflas dairelerine herhangi bir sebeple teslim edilen ve özel hukuk kişilerine ait olan paraların nemasının Hazineye intikal ettirilmesinin meşru bir amacı olmadığından kural mülkiyet hakkını ihlal etmektedir.
..."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
20. Anayasa Mahkemesinin 4/10/2023 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
21. Başvurucu, İcra Dairesince tahsil edilen paranın nemasının Hazineye aktarılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Anayasa Mahkemesinin Fatma Yıldırım kararına değinen başvurucu 2004 sayılı Kanun'un 134. maddesinde icra dairesindeki paranın nemalandırılacağına ilişkin bir hüküm olmasa da bunu açıkça yasaklayan bir hükmün de mevcut olmadığını, alacaklı ve borçlunun haklarını korumakla yükümlü olan icra dairesinin parayı nemalandırmasının anayasal bir mecburiyet olduğunu iddia etmiş; olayda mülkiyet hakkının ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini savunmuştur.
22. Bakanlık görüşünde, borçludan tahsil edilen paranın nemasının alacaklıya ödeneceğine ilişkin bir kanun hükmü veya içtihat bulunmadığından başvurucunun mülkünün mevcut olmadığı ileri sürülmüştür. Esasa ilişkin olarak ise ilgili mevzuat hükümlerine yer verilmiş ve bunların dikkate alınarak mülkiyet hakkı ihlali şikâyetinin incelenmesi gerektiği ifade edilmiştir. Hazine ve Maliye Bakanlığının Bakanlık aracılığıyla gönderdiği görüşünde alacaklıdan tahsil edilen paranın nemasının Hazineye intikal ettirilmesinin 2004 sayılı Kanun'un 134. maddesine uygun olduğu savunulmuştur.
23. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında esas itibarıyla başvuru formundaki iddialarını tekrarlamıştır.
B. Değerlendirme
24. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."
25. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu adil yargılanma hakkının da ihlal edildiğini iddia etmiş ise de şikâyetin özünün borçludan tahsil edilen paranın nemasının Hazineye aktarılmasına yönelik olduğu anlaşılmakla bütün iddiaların mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
26. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
27. Somut olayda borçludan tahsil edilen 540.000 TL'ye işleyen 42.018,41 TL faiz alacaklıya ödenmemiş, Hazineye gelir olarak kaydedilmiştir. Borçludan tahsil edilen ve borç ilişkisinin taraflarının alacaklıya ödenmesi konusunda uzlaştığı nemanın Hazineye irat kaydedilmesi bir kamu müdahalesidir. Nitekim Anayasa Mahkemesinin 5/4/2023 tarihli ve E.2023/48, K.2023/72 sayılı kararında, borçluya ait paranın nemasının Hazineye aktarılmasını düzenleyen kural negatif yükümlülükler kapsamında incelenmiştir. Bununla birlikte Hazineye irat kaydedilen nemanın iki özel kişi arasındaki borç uyuşmazlığının çözümlenmesi amacıyla başlatılan icra takibinin neticesinde ortaya çıktığı ve nemalandırmanın esas itibarıyla mülkün korunması pozitif yükümlülüğü kapsamında gerçekleştirilen bir işlem olduğu gözetildiğinde somut olaydaki şikâyetin devletin mülkiyet hakkına ilişkin pozitif yükümlülükleri yönünden incelenmesinin daha uygun olacağı değerlendirilmiştir.
a. Mülkün Varlığı
28. Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir." denilmek suretiyle mülkiyet hakkı güvenceye bağlanmıştır. Anayasa'nın anılan maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).
29. Somut olayda takibe konu bono içeriğindeki alacağı başvurucunun 23/10/2018 tarihinde devraldığı hususunda bir tartışma bulunmamaktadır. Başvurucunun devraldığı alacağın Anayasa'nın 35. maddesi kapsamında mülk teşkil ettiği açıktır.
b. Genel İlkeler
30. Mülkiyet hakkının korunmasının devlete birtakım pozitif yükümlülükler yüklediği hususu Anayasa'nın 35. maddesinin lafzında açık bir biçimde düzenlenmemiş ise de bu güvencenin sadece devlete atfedilebilen müdahalelere yönelik sınırlamalar getirdiği, bireyi üçüncü kişilerin müdahalelerine karşı korumasız bıraktığı düşünülemez. Pozitif yükümlülüklerin ortaya çıkmasının nedeni gerçek anlamda koruma sağlamaktır. Buna göre anılan maddede bir temel hak olarak güvence altına alınan mülkiyet hakkının gerçekten ve etkili bir şekilde korunabilmesi yalnızca devletin müdahaleden kaçınmasına bağlı değildir. Gerçek anlamda koruma sağlanması için devletin negatif yükümlülükleri dışında pozitif yükümlülüklerinin de olması gerekir. Dolayısıyla Anayasa'nın 5. ve 35. maddeleri uyarınca devletin mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin pozitif yükümlülükleri bulunmaktadır. Bu bağlamda söz konusu pozitif yükümlülükler, kimi durumlarda özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar da dâhil olmak üzere mülkiyet hakkının korunması için belirli tedbirlerin alınmasını gerektirmektedir (Türkiye Emekliler Derneği, B. No: 2012/1035, 17/7/2014, §§ 34-38; Eyyüp Boynukara, B. No: 2013/7842, 17/2/2016, §§ 39-41; Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri Petrol Ürünleri Sanayi Ticaret Limited Şirketi, B. No: 2014/8649, 15/2/2017, § 43).
31. Mülkiyet hakkının devlete tahmil ettiği pozitif yükümlülükler, devletin koruyucu ve düzeltici önlemler almasını gerektirebilmektedir. Koruyucu önlemler mülkiyete müdahale edilmesini önleyici; düzeltici önlemler ise müdahalenin etkilerini giderici, diğer bir ifadeyle telafi edici yasal, idari ve fiilî tedbirleri kapsamaktadır. Pozitif yükümlülükler mutlak olmayıp bunların ne tür koruyucu ve düzeltici edimleri kapsadığı ve bu edimlerin derecesi her somut olayın kendi koşulları içinde belirlenebilir (Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri Petrol Ürünleri Sanayi Ticaret Limited Şirketi, § 47).
32. Mülkiyet hakkına üçüncü kişiler tarafından müdahalede bulunulması durumunda bu müdahalenin malik üzerinde doğurduğu olumsuz sonuçların mümkünse eski hâle döndürülmesini, mümkün değilse malikin zarar ve kayıplarının telafi edilmesini sağlayan idari veya yargısal birtakım hukuki mekanizmaların oluşturulması devletin pozitif yükümlülüklerinin bir gereğidir. Bu bağlamda hak ihlalinin sonuçlarının giderilmesi bakımından ne tür hukuki mekanizmaların öngörüleceği hususu devletin takdirindedir. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin tercih edilen idari veya yargısal mekanizmanın malik üzerinde doğurduğu olumsuz etkilerin düzeltilmesi bakımından yeterli ve elverişli olup olmadığı hususundaki denetim yetkisi saklıdır. Bu bağlamda düzeltici bir mekanizmanın hiç oluşturulmaması veya oluşturulan mekanizmanın müdahaleden önceki durumu tesis edici veya oluşan kayıpları giderici bir nitelik arz etmemesi durumunda mülkiyet hakkının devlete yüklediği pozitif yükümlülükler ihlal edilmiş olur (Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri Petrol Ürünleri Sanayi Ticaret Limited Şirketi, § 49).
c. İlkelerin Olaya Uygulanması
33. Somut olayda 7.500.000 TL'lik bono içeriğindeki alacak için borçlular aleyhine kambiyo senetlerine mahsus takip yoluyla icra takibi başlatılmıştır. Buna karşılık borçlular da borçsuzluğun tespiti amacıyla menfi tespit davası açmıştır. Bu davada teminat karşılığında ihtiyati tedbir kararı verilmiştir. Alacaklı, Fatma Yıldırım kararına da atıfta bulunarak borçluların İcra Dairesine yatırdığı 540.000 TL'nin nemalandırılması için talepte bulunmuştur. İcra Dairesi talebi kabul ederek 18/4/2017 tarihinde parayı vadeli bir mevduat hesabına yatırmıştır. Bono içeriğindeki alacağı 23/10/2018 tarihinde devralan başvurucu ile borçlular arasında uzlaşmaya varılmasının akabinde menfi tespit davasından feragat edilmiştir. Menfi tespit davasının feragat nedeniyle ortadan kalkması üzerine taraflar 540.000 TL ile bu paraya işleyen 42.018,41 TL faizin alacaklıya ödenmesi hususunda uzlaşmasına rağmen İcra Dairesi sadece 540.000 TL'yi başvurucuya ödemiş, nemanın ise Hazineye aktarılmasına karar vermiştir. Başvurucunun şikâyetini inceleyen İcra Hukuk Mahkemesi; İcra Dairesince tahsil edilen paranın nemalandırılacağına ilişkin bir hükmün bulunmadığını, bu sebeple nemanın Hazineye aktarılması gerektiğini belirterek davayı reddetmemiştir. Bölge Adliye Mahkemesi ise 492 sayılı Kanun'un 36. maddesine atıfta bulunarak İcra Dairesinin borçluya ait parayı nemalandırması hâlinde nemanın Hazineye ait olacağını ifade ederek istinaf istemini reddetmiştir.
34. Anayasa Mahkemesinin Fatma Yıldırım kararında vurgulandığı üzere özel borç ilişkileri bağlamında mülkiyetin korunması ödevi, somutlaşmış ve icra edilebilir hâle gelen ancak borçlu tarafından rızaen ödenmeyen alacakların devlet tarafından kamu gücü kullanılmak suretiyle borçludan tahsil edilebilmesini gerektirmektedir. Cebri icra, devlete yüklenen bu ödevin ifası kapsamında kurulan hukuksal bir mekanizmadır. Rızaen ödenmeyen alacakların tahsili amacıyla oluşturulan ve bu çerçevede kamu gücü yetkileriyle donatılan cebri icra organlarının -bu görevini yerine getirirken- mülkün (somutlaşmış alacağın) korunmasına yönelik birtakım tedbirler alması gerekebilir. Alınması gereken tedbirlerin neler olduğu, her somut olayın kendi koşulları içinde değişebilmektedir. Ancak bu çerçevede, cebri icra organlarından olağanın ötesinde bir tedbir alması beklenmemelidir (Fatma Yıldırım, §§ 57, 58).
35. Devletin cebri icra sürecini makul bir sürede sonuçlandırma yükümlülüğü altında olduğu gözetildiğinde cebri icranın uzaması hâlinde gerek borçlunun gerekse alacaklının hak ve menfaatlerinin korunması amacıyla somut olayın gerektirdiği her türlü tedbirin alınması devletin sorumluluğundadır. Özellikle icra sürecinde devletin hâkimiyeti ve kontrolü altında bulunan borçlu veya alacaklıya ait mal ve hakların ekonomik değerini koruyucu ve idareye normal idari işleyişin dışında bir külfet yüklemeyecek tedbirlerin alınmaması somut olayın koşulları çerçevesinde koruma yükümünün ihlali olarak yorumlanabilir (Fatma Yıldırım, § 59).
36. Anayasa Mahkemesi Fatma Yıldırım kararında, borçludan tahsil edilen bedelin alacaklıya ödendiği ana kadar alacaklının para üzerinde tasarrufta bulunma, parayı kullanma veya paranın değerinin enflasyon karşısında aşınmasını önleyici tedbirler alma imkânı olmadığının altını çizerek alacaklıdan tahsil edilen bedelin bu süreçte henüz icra müdürlüğünün kontrolü altında bulunduğunu, dolayısıyla bu paranın enflasyon karşısında kıymet yitirmesini önleyebilecek olanın da para üzerinde tasarrufta bulunma kudretini elinde bulunduran icra dairesi olduğunu belirtmiş; tahsil edilen paranın alım gücünü kaybetmesini engellemenin yolunun da bunun nemalandırılması olduğunu ifade etmiştir (Fatma Yıldırım, §§ 60, 61). Anayasa Mahkemesi sonuç olarak cebri icra organlarının ihale bedelinin vadeli bir mevduat hesabına yatırılması biçiminde alacağı basit bir tedbirle icra sürecinin hızlı işlememesinin başvurucu üzerinde oluşturduğu olumsuz etkileri asgari seviyeye indirememesinin mülkiyet hakkının devlete yüklediği koruma pozitif yükümlülüğün ihlali sonucunu doğurduğunu kabul etmiştir (Fatma Yıldırım, §§ 60-63).
37. Somut olayda İcra Dairesi; borçludan tahsil ettiği parayı Anayasa Mahkemesinin anılan kararını gözeterek nemalandırmış ise de nemayı başvurucuya ödememiş, Hazineye aktarmış, yargı mercileri de İcra Dairesinin bu işlemini hukuka uygun bulmuştur.
38. Belirtmek gerekir ki Anayasa Mahkemesince İcra Dairesinin borçludan tahsil ettiği paranın enflasyon sebebiyle değer yitirmesini önleyici bir tedbir olarak parayı nemalandırmasının anayasal bir yükümlülük olduğunu tespit etmesine rağmen İcra Hukuk Mahkemesinin paranın nemalandırılmasını öngören bir kanun hükmünün bulunmadığını belirterek davayı reddetmesi anayasal ilkeleri gözardı eden bir yorum olarak değerlendirilmiştir.
39. Mahkemelerin hukuk kurallarını yorumlama yetkisi, bunların Anayasa hükümleri ışığında yorumlanması yükümlülüğünü de beraberinde getirmektedir. Buna göre mahkemeler, önlerindeki uyuşmazlığa uygulayacakları mevzuat hükümlerini anayasal ilke ve güvenceleri gözeterek yorumlama mecburiyeti altındadır. Bir mevzuat hükmünün birden farklı biçimde yorumlanmasının mümkün olduğu hâllerde Anayasa'ya aykırı olan yorumun benimsenmesinden kaçınılması Anayasa'nın üstünlüğü ilkesinin bir gereğidir. Diğer bir ifadeyle Anayasa'ya uygun yorum ilkesi hâkimin hukuk kurallarını yorumlama serbestîsinin sınırını oluşturmaktadır. Dolayısıyla hâkimin bir hukuk kuralının anlam ve kapsamını tespit ederken Anayasa'yı ve anayasal ilkeleri hesaba katmaması Anayasa'nın normlar hiyerarşisinin tepesinde yer almasını anlamsız hâle getirir. Bu bağlamda Anayasa kâğıt üzerinde kalan bir metin değil yaşayan, hukuk sistemini yönlendiren, her türlü kamusal tasarrufta gözetilmesi gereken hukuki bir belgedir (Mehmet Fatih Bulucu [GK], B. No: 2019/26274, 27/10/2022, § 76).
40. İcra Dairesinin paranın icra sürecinin uzamasına bağlı olarak değer kaybetmesini önleyici tedbirler alması anayasal bir yükümlülük olup paranın nemalandırılmasını yasaklayan açık bir kanun hükmü bulunmadığına göre derece mahkemelerinin hukuk kurallarını icra dairesinin bu anayasal yükümlülüğünün ihlal edilmesini önleyecek şekilde yorumlaması Anayasa'nın üstünlüğü ilkesinin bir gereğidir. Bu bağlamda İcra Hukuk Mahkemesinin yorumunun Anayasa'nın üstünlüğü ilkesi ile hukuk kurallarını Anayasa'ya uygun olarak yorumlama ödeviyle uyumlu olduğunu söylemek mümkün değildir.
41. Öte yandan Bölge Adliye Mahkemesinin İcra Hukuk Mahkemesinin gerekçesini değiştirdiği ve 492 sayılı Kanun'un 36. maddesine dayanarak istinaf istemini reddettiği görülmektedir. Anılan maddede, icra daireleri tarafından takip işlemlerinden dolayı herhangi bir sebeple alınan paraların bankaya yatırılması hâlinde bu paralara ilişkin faizlerin devlete ait olduğu belirtilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi bu hükmün somut olayda borçlunun yatırdığı paranın nemasının İcra Dairesi tarafından başvurucuya ödenmesine engel teşkil ettiğini değerlendirmiştir.
42. Sözü edilen fıkranın metni dikkate alındığında Bölge Adliye Mahkemesinin bu yorumunun bariz takdir hatası veya keyfîlik teşkil ettiği söylenemez. Bu durumda yoruma açık olmayan bir kanun hükmünün varlığından söz edilmesi mümkündür. Nitekim Anayasa Mahkemesi 5/4/2023 tarihli ve E.2023/48, K.2023/72 sayılı kararında, kuralın özel hukuk kişisine ait olan paranın kamu otoriteleri tarafından bankaya yatırılması sonucu elde edilen semerenin Hazineye gelir olarak aktarılmasını öngördüğünü tespit ederek anayasallık denetimini bu anlam ve kapsam üzerinden yapmıştır (bkz. § 19).
43. Sözü edilen kararda, yoruma açık olmayan ve borçludan tahsil edilen bedelin nemasının Hazineye intikalini öngören bu hükmün Anayasa'nın 35. maddesine aykırı olduğunu tespit etmiş ve hükmün iptaline karar verilmiştir. Kararda, borçludan tahsil edilen paranın enflasyon karşısında değer yitirmesini önlemeye yönelik bir tedbir olarak vadeli mevduat hesabına yatırılması neticesinde elde edilen nemanın Hazineye irat kaydedilmesinin karşılıksız yararlanma hükmünde olduğu ve herhangi bir haklı temelinin bulunmadığı vurgulanmıştır. Kararda ifade edildiği üzere devletin zorlayıcı nedenler olmaksızın özel bir kişinin mal varlığından karşılıksız yararlanması düşünülemez. Devletin sunduğu yargı ve takip hizmetleri karşılığında zaten harç alınmakta, ayrıca yapılan yargılama ve takip giderleri de ilgili taraflardan tahsil edilmektedir. Bu durumda bankaya yatırılan paranın nemasının Hazineye irat kaydedilmesinin sunulan yargı ve takip hizmetlerinin giderinin kısmen ilgililere yükletilmesi amacı taşıdığı da söylenemez. Kararda netice itibarıyla icra iflas dairelerine tevdi edilen ve özel hukuk kişilerine ait olan paraların nemasının Hazineye intikal ettirilmesinin anayasal açıdan meşru bir amaca dayanmadığı belirtilmiştir.
44. Ayrıca vurgulamak gerekir ki derece mahkemeleri Anayasa'ya uygun olarak yorumlanması mümkün olmayan bir kanun hükmünün uygulanması konusunda çaresiz değildir. Anayasa'nın 152. maddesinin birinci fıkrasında, bir davaya bakmakta olan mahkemenin uygulanacak bir kanunun veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin hükümlerini Anayasa'ya aykırı görmesi hâlinde söz konusu hükmün iptali istemiyle Anayasa Mahkemesine itiraz yoluyla başvuru imkânını haiz olduğu belirtilmiştir. Anayasa'ya aykırı olduğu düşünülen bir hükmün iptali istemiyle Anayasa Mahkemesine başvurulması derece mahkemeleri yönünden bir yetki olmanın yanında aynı zamanda da görevdir. Anayasa'ya aykırı olduğu hâlde kanun hükmüne karşı itiraz yoluna gidilmeyerek uyuşmazlığın çözüme kavuşturulması o davada görevli mahkemenin Anayasa ile kendisine verilen görevi yerine getirmediği anlamına gelir ve Anayasa ile korunan temel hak ve hürriyetlerin de ihlaline sebebiyet verir (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Hulusi Yılmaz [GK], B. No: 2017/17428, 1/12/2022, § 52).
45. Diğer taraftan anayasa koyucu, kanunla insan hakları alanındaki milletlerarası sözleşmelerin aynı konuda farklı hükümler içermesi durumunda çıkabilecek uyuşmazlıklarda özel bir çatışma kuralı ihdas etmiştir. Anayasa'nın 90. maddesinin son fıkrasına 7/5/2004 tarihli ve 5170 sayılı Kanun'un 7. maddesiyle eklenen cümle "Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır." hükmünü içermektedir. Nitekim anılan maddenin gerekçesinde de "Uygulamada usulüne göre yürürlüğe konulmuş insan haklarına ilişkin milletlerarası andlaşmalar ile kanun hükümlerinin çelişmesi halinde ortaya çıkacak bir uyuşmazlığın hallinde hangisine öncelik verileceği konusundaki tereddütlerin giderilmesi amacıyla 90 ıncı maddenin son fıkrasına hüküm eklenmektedir." denilmiştir. Dolayısıyla bir dava sırasında uygulanacak kanun hükmünün temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşma hükümlerine aykırı olması durumunda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınarak da uyuşmazlık çözümlenebilir. Bireysel başvuru bakımından Anayasa ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) ortak koruma alanında yer alan temel hak ve özgürlüklerin kapsamına özel olarak dikkati çekmek gerekir. Ortak koruma alanında bulunan Sözleşme'de yer alan hak ve özgürlükler zaten Anayasa hükümleri ile korunduğu için yukarıdaki çatışma kuralının uygulanmasından önce somut norm denetimine başvurulmasının ayrı bir önemi vardır (Hulusi Yılmaz, § 53).
46. Sonuç olarak borçludan tahsil edilen paranın nemasının Hazineye intikal ettirilmesinin meşru bir amacı olmadığından bu durum Anayasa'nın 35. maddesini ihlal etmektedir. Öte yandan Anayasa'nın 35. maddesine açıkça aykırı uygulamanın dayanağını teşkil eden 492 sayılı Kanun'un 36. maddesinin birinci fıkrasının iptali istemiyle Anayasa Mahkemesine itiraz yoluyla başvuru yapılmamış olması da mahkemelerin Anayasa'nın 152. maddesinden kaynaklanan yükümlülüklerinin ihlal edilmesi sonucunu doğurmuştur.
47. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. Giderim Yönünden
48. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
49. Başvurucu, ihlalin tespiti ile yeniden yargılamaya hükmedilmesini talep etmiştir.
50. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
51. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
52. Somut olayda ihlal, 492 sayılı Kanun'un 36. maddesinin birinci fıkrasının yoruma açık olmayan hükmünün uygulanmasından kaynaklanmaktadır. Bununla birlikte Anayasa'nın 152. maddesi de hâkime davada uygulayacağı kanun hükmünün Anayasa'ya uygun olup olmadığını inceleme ve Anayasa Mahkemesine itiraz yoluyla başvuru yapma görevi yüklediği gözetildiğinde ihlalin aynı zamanda mahkeme kararından da kaynaklandığı söylenebilir. Ayrıca ihlale yol açan hüküm bireysel başvurunun yapıldığı tarihten sonra Anayasa Mahkemesinin 5/4/2023 tarihli ve E.2023/48, K.2023/72 sayılı kararıyla da iptal edildiğini belirtmek gerekir. Bu durumda, iptal kararında belirtilen hususlar da dikkate alınmak suretiyle yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin Antalya 7. İcra Hukuk Mahkemesine gönderilmesi gerekir.
53. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 364,60 TL harç ve 18.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 19.164,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının giderilmesi için Antalya 7. İcra Hukuk Mahkemesine (E.2018/135, K.2019/244) GÖNDERİLMESİNE,
D. 364,60 TL harç ve 18.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 19.164,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 4/10/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.