TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
KAHRAMAN VURAL BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2021/30295)
|
|
Karar Tarihi: 29/7/2025
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Basri BAĞCI
|
Üyeler
|
:
|
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
|
|
Kenan YAŞAR
|
|
|
Ömer ÇINAR
|
|
|
Metin KIRATLI
|
Raportör
|
:
|
Mutlu ALAF
|
Başvurucu
|
:
|
Kahraman VURAL
|
Vekili
|
:
|
Av. Murat BÖLÜKBAŞ
|
I. BAŞVURUNUN ÖZETİ
1. Başvuru, önalım hakkına bağlı olarak açılan tapu iptal ve tescil davasının görülmesi sırasında yürürlüğe giren kanun hükmüne dayalı bir şekilde davanın sonuçlandırılması nedeniyle silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
2. Başvurucu; Samsun ili, Bafra ilçesi, .... Mahallesi, 160 ada, 26 parsel numaralı tarla vasıflı taşınmazın malikidir. R.D. (davalı) başvurucunun sahip olduğu parselin sınırında bulunan 27 parsel numaralı tarla vasfındaki parseli 21/11/2019 tarihinde yapılan satış senedi ile 5.200 TL bedel ile satın almıştır. Bunun üzerine başvurucu 3/7/2005 tarihli ve 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu'nun 8/İ maddesinin ikinci fıkrası uyarınca önalım hakkının olduğunu belirterek davalı adına kayıt edilen tapu kaydının iptali ve kendi adına tescili için 18/12/2019 tarihinde dava açmıştır.
3. Bafra 2. Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) 4/3/2021 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararda, öncelikle başvurucunun iddialarının ve davalının savunmasının özetine yer verilmiştir. Daha sonra harita teknikeri ve harita mühendisi bilirkişiler tarafından düzenlenen 26/11/2020 tarihli bilirkişi raporu ile ziraat mühendisi bilirkişi tarafından düzenlenen 8/12/2020 tarihli bilirkişi raporu özetlenmiş ve başvurucunun satın almak istediği parsel ile kendi parselinin bitişik komşu olduğu tespiti aktarılmıştır. Davanın 5403 sayılı Kanun'un 8/İ maddesinde düzenlenen önalım davasına ilişkin olduğu belirtilmiştir. 5403 sayılı Kanun'un 8/İ maddesinin ikinci fıkrasının, 28/10/2020 tarihli ve 7255 sayılı Gıda, Tarım ve Orman Alanında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun'un 20. maddesi ile yürürlükten kaldırıldığı ve davanın yasal dayanağı kalmadığı ifade edilmiştir. Ayrıca tarımsal ekonomik bütünlük arz etme noktasında tarımsal arazilerin sınırdaş olması gerektiği vurgulanarak dava tarihi itibarıyla başvurucunun davasında haklı olduğu değerlendirilmiş ve yargılama giderlerinin davalı tarafa yükletilmesi sonucuna varılmıştır. Karar, istinaf kanun yolu açık olmak üzere verilmiştir.
4. Başvurucu, karara karşı 13/4/2021 tarihinde istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Dilekçesinde, kanunların geriye yürütülemeyeceğini belirtmiştir. Davalı lehine vekâlet ücretine hükmedilmesinin haksız ve hukuka aykırı olmasından yakınmıştır. Dava açıldığı tarih itibarıyla haklı olduğunu, Mahkemenin de söz konusu durumu kabul ettiğini vurgulamıştır.
5. Samsun Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi 20/5/2021 tarihinde istinaf başvurusunu usulden reddetmiştir. Kararda, dava değerinin 5.304 TL olduğu belirtilmiştir. Dava değerinin karar tarihi itibarıyla istinaf kesinlik sınırı olan 5.880 TL'nin altında kaldığı ifade edilmiştir.
6. Başvurucu, nihai hükmü 26/5/2021 tarihinde öğrendikten sonra 15/6/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
II. DEĞERLENDİRME
7. Başvurucu, 7255 sayılı Kanun'un dava tarihinden sonra yürürlüğe girdiğini ve bu sebeple daha sonra açılacak olan davalara uygulanması gerektiğini belirtmiştir. Hukuki güvenlik ilkesi gereği kanunların geçmişe yürümesinin mümkün olmadığını ve kazanılmış haklara saygı gösterilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
8. Başvuru, silahların eşitliği ilkesi yönünden incelenmiştir.
9. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
10. Silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarının usule ilişkin haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına gelir. Adil yargılanma hakkının unsurlarından olan çelişmeli yargılama ilkesi taraflara dava dosyası hakkında bilgi sahibi olma ve yorum yapma hakkının tanınmasını ve bu nedenle tarafların yargılamanın bütününe aktif olarak katılmasını gerektirmektedir. Bu anlamda mahkemece tarafların dinlenilmemesi, taraflara delillere karşı çıkma imkânı verilmemesi yargılama faaliyetinin hakkaniyete aykırı hâle gelmesine neden olabilecektir (Abdullah Özen [2. B.], B. No: 2013/4424, 6/3/2014, §§ 20, 21). Yargılamanın tüm aşamalarında silahların eşitliği ilkesinin güvence altına alınarak adil yargılanma hakkının korunması hukuk devleti olmanın bir gereğidir.
11. Devletin, kendisi taraf olsun ya da olmasın, davanın taraflarından birini diğerine nazaran önemli ölçüde avantajlı hâle getiren kanuni düzenlemeler yapması, silahların eşitliği ilkesi ve dolayısıyla yargılamanın hakkaniyete uygun yürütülmesi kuralına aykırılık oluşturur. Bir başka ifadeyle yasama organının, yargılamadaki taraflardan birinin lehine sonuç doğuracak şekilde kanun çıkarttığı durumlarda, davanın taraflarının eşit konumda olduğu söylenemez. Bunun için, yargısal süreci etkilediği iddia edilen düzenlemenin taraflardan birinin davadaki başarı şansını önemli ölçüde azaltması, ortaya çıkan bu sonuç ile kanuni düzenleme arasında bir illiyet bağı bulunması ve bu illiyet bağını kesen veya zayıflatan başka etken ortaya çıkmamış olması gerekir (Yasemin Mutlu [2. B.], B. No: 2013/1426, 25/3/2014, § 70).
12. Başvuruya konu olayda davanın açıldığı tarihi itibarıyla 5403 sayılı Kanun'un 8/İ maddesinin ikinci fıkrasında, tarımsal arazilerin satılması hâlinde sınırdaş tarımsal arazi maliklerinin de önalım hakkına sahip olacağı belirtilmiştir. Tarımsal arazi sınırdaş maliklerden birine satıldığı takdirde, diğer sınırdaş maliklerin önalım haklarını kullanamayacağı ifade edilmiştir. Önalım hakkına sahip birden fazla sınırdaş tarımsal arazi malikinin bulunması hâlinde, hâkimin tarımsal bütünlük arz eden sınırdaş arazi malikine önalıma konu tarımsal arazinin mülkiyetinin devrine karar vereceği düzenlemesine yer verilmiştir. Söz konusu düzenleme 4/11/2020 tarihinde yürürlüğe giren 7255 sayılı Kanun'un 20. maddesi ile yürürlükten kaldırılmıştır.
13. Başvurucu, tarım arazisine komşu parselin başkasına satılması üzerine 5403 sayılı Kanun'un 8/İ maddesinin ikinci fıkrası uyarınca önalım hakkına sahip olduğunu belirterek tapu iptal ve tescil davası açmıştır. Mahkeme 4/11/2020 tarihinde yürürlüğe giren 7255 sayılı Kanun'un 20. maddesi uyarınca davanın yasal dayanağı kalmadığını belirterek davayı reddetmiştir. Karara karşı yapılan istinaf başvurusu ise kararın kesin olması gerekçesine dayanılarak usulden reddedilmiştir.
14. Yasama müdahalesi ile ilgili olarak silahların eşitliği ilkesinin sağladığı güvence değerlendirilirken, yapılan müdahalenin yargılamanın taraflarından birinin konumunda, diğer tarafa nazaran orantısız ve açık bir dengesizlik veya dezavantaj oluşturup oluşturulmadığının tespit edilmesi önem arz etmektedir.
15. Somut olayda başvurucu, dava açtığı sırada mevcut olan 5403 sayılı Kanun'un 8/İ maddesindeki düzenlemeye güvenerek 18/12/2019 tarihinde davasını açmıştır. Mahkemece bu kapsamda konuya ilişkin olarak iki farklı bilirkişi raporu alınmıştır. Ayrıca başvurucu ve davalının davaya ilişkin iddia ve savunmalarını sundukları Mahkeme kararından anlaşılmaktadır. Bu çerçevede yargılama sürecinin taraflar arasında belli bir aşamaya ulaştığı görülmektedir. Mahkeme kararının gerekçesine dayanak olan 5403 sayılı Kanunun 8/İ maddesindeki hükmü ortadan kaldıran 7255 sayılı Kanun dava açıldıktan sonra 4/11/2020 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Dolayısıyla kanuni düzenlemenin taraflar arasındaki yargılamanın belirli bir aşamaya geldikten sonra yapıldığı anlaşılmaktadır.
16. Buna göre başvurucu, başlangıçta başarı şansı oldukça yüksek olan davasını yasamanın müdahalesi sonucunda kaybetmiştir. Yasama organınca kabul edilen 7255 sayılı Kanun başvuruya konu davanın sonucunu doğrudan etkilemiştir. Müdahale sonucunda başvurucunun davayı kazanmasının imkânsız hâle geldiği, oysa dava açıldığı zaman başvurucunun davayı kazanmasının kuvvetle muhtemel olduğu anlaşılmaktadır. Bu çerçevede öngörülebilir olmayan müdahale sonucunda davalının, başvurucuya nazaran önemli ölçüde avantajlı hâle geldiği açıktır. Başka bir deyişle başvurucu, davalı karşısında önceki konumuyla mukayese edilemeyecek ölçüde dezavantajlı duruma düşürülmüştür. Bu şekilde yararlar dengesinin kendisine katlanılması zor külfetler yüklenen başvurucu aleyhine bozulduğu ve bu durumun silahların eşitliği ilkesine yönelik orantısız bir müdahale oluşturduğu sonucuna varılmıştır.
17. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
Ömer ÇINAR bu sonuca katılmamıştır.
18. Öte yandan başvurucu haklı görülerek dava açıldığı belirtilmesine karşın aleyhine vekâlet ücreti hükmedilmesinin haksız olduğunu iddia ederek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuruda silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiğine karar verildiğinden başvurucunun anılan iddiası hakkında kabul edilebilirlik ve esas yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek olmadığına karar verilmesi gerekir.
III. GİDERİM
19. Başvurucu; ihlalin tespiti ile yeniden yargılama yapılması talebinde bulunmuştur.
20. Başvuruda tespit edilen anayasal hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar ve zorunluluk bulunmaktadır. Anayasa'nın 148. ve 153. maddeleri ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. ve 66. maddeleri uyarınca ihlal kararının gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatıp Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirtilen ilkelere ve gerekçelere uygun biçimde yürütülecek yargılama sonunda hak ihlalinin nedenlerini gidererek yeni bir karar vermektir (yeniden yargılama konusunda bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2) [1. B.], B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).
21. Öte yandan hak ihlali kararından Anayasa Mahkemesinin davanın sonucuyla ilgili olarak bir tutum sergilediği sonucu çıkarılmamalıdır.Anayasa Mahkemesince verilen hak ihlali kararı uyuşmazlığın sonuçlarından bağımsız olup davanın kabulüne, reddine ya da beraate veya mahkûmiyete karar verilmesi gerektiği anlamına gelmemektedir. Kural olarak, yargılamanın her aşamasında olduğu gibi ihlalin sonuçlarını gidermek üzere yeniden yapılacak yargılama sonunda da delillerin dava ile ilişkisini kurma ve bunları değerlendirip sonuç çıkarma yetkisi ilgili mahkemelere aittir.
IV. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki silahların eşitliği ilkesinin İHLAL EDİLDİĞİNE Ömer ÇINAR'ın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Diğer ihlal iddiasının İNCELENMESİNE GEREK OLMADIĞINA OYBİRLİĞİYLE,
D. Kararın bir örneğinin silahların eşitliği ilkesinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Bafra 2. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2019/458, K.2021/55) GÖNDERİLMESİNE,
E. 487,60 TL harç ve 30.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 30.487,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 29/7/2025 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY
Başvurucu, tarımsal taşınmazlarda önalım hakkı kullanılmasını kaldıran 7255 sayılı Kanun’un dava tarihinden sonra yürürlüğe girdiğini, daha sonra açılacak davalarda uygulanabileceğini, kanunların geçmişe dönük uygulanmaması ve kazanılmış haklara saygı gösterilmesi gerektiğini ileri sürerek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Sayın Mahkemece yapılan değerlendirmede çoğunluk tarafından başvurucunun, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Aşağıda belirttiğim gerekçelerle çoğunluk görüşüne katılmıyorum. Şöyle ki;
Başvuruya konu olayda dava açıldığı tarihi itibarıyla 5403 sayılı Kanun'un 8/İ maddesinin ikinci fıkrasında, tarımsal arazilerin satılması hâlinde sınırdaş tarımsal arazi maliklerinin de ön alım hakkına sahip olacağı, tarımsal arazi sınırdaş maliklerden birine satıldığı takdirde ise, diğer sınırdaş maliklerin ön alım haklarını kullanamayacağı ifade edilmiştir. Kanunda, önalım hakkına sahip birden fazla sınırdaş tarımsal arazi malikinin bulunması hâlinde, hâkim tarımsal bütünlük arz eden sınırdaş arazi malikine önalıma konu tarımsal arazinin mülkiyetinin devrine karar vereceği düzenlemesine yer verilmiştir. Söz konusu düzenleme 28/10/2020 tarihinde yürürlüğe giren 7255 sayılı Kanun'un 20. maddesi ile yürürlükten kaldırılmıştır. 5403 sayılı Kanun’un 8/İ maddesinin son fıkrasında ise, önalım hakkının kullanılmasında Türk Medenî Kanunu hükümleri uygulanacağı düzenlenmiş olup, söz konusu hüküm maddenin ilk fıkrası ile birlikte halen yürürlüktedir.
Başvurucu, tarım arazisine komsu parselin başkasına satılması üzerine 5403 sayılı Kanun’un 8/İ maddesinin ikinci fıkrası uyarınca önalım hakkına sahip olduğunu belirterek tapu iptal ve tescil davası açmıştır. Yerel mahkeme, 28/10/2020 tarihinde yürürlüğe giren 7255 sayılı Kanun’un 20. maddesi uyarınca davanın yasal dayanağı kalmadığını belirterek davayı reddetmiştir. Karara karsı yapılan istinaf başvurusu ise kararın kesin olması gerekçesine dayanılarak usulden reddedilmiş ve karar kesinleşmiştir.
7255 sayılı Kanun ile yürürlükten kaldırılan tarımsal taşınmazlarda önalım hakkının kullanılması konusunda Türk Medeni Kanununa atıf yapıldığından, önalım hakkının tescil gerçekleşmişse alıcıya karşı dava yoluyla kullanılması, diğer koşullar mevcut ise, mahkemece satış bedelinin ve tapu masraflarının davacıya depo ettirilmesi sonrasında önalım hakkını kullanan davacı adına tapu iptali ve tescil kararı verilmesi gerekecektir. Dava sırasında önalım hakkı tanıyan kanun maddesi yürürlükten kalkmış olduğundan bu durumda yerel mahkemece yenilik doğuran bir karar niteliğinde davacı adına tescil kararı verilmesinin mümkün olup olmayacağının belirlenmesi gerekmektedir. Bu sorunun çözümünde öncelikle 4722 sayılı Kanun hükümlerinin incelenmesi gerekmektedir.
4722 sayılı Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 1. maddesinde, Türk Medeni Kanunu’nun yürürlüğe girdiği tarihten önceki olayların hukuki sonuçlarına, bu olaylar hangi kanun yürürlükte iken gerçekleşmişse kural olarak o kanun hükümleri uygulanacağı, Türk Medeni Kanunu’nun yürürlüğe girdiği tarihten önce yapılmış olan işlemlerin hukuken bağlayıcı olup olmadıkları ve sonuçları, bu tarihten sonra dahi, yapıldıkları sırada yürürlükte bulunan kanunlara göre belirleneceği, Türk Medeni Kanunu’nun yürürlüğe girdiği tarihten sonra gerçekleşen olaylara, Kanunda öngörülmüş ayrık durumlar saklı kalmak kaydıyla, Türk Medeni Kanunu hükümleri uygulanacağı düzenlenmiştir. Aynı Kanun’un 2. maddesinde ise, Türk Medeni Kanunu’nun kamu düzeni ve genel ahlakı sağlamaya yönelik kurallarının, haklarında ayrık bir hüküm bulunmayan bütün olaylara uygulanacağı, bu bakımdan, eski hukukun Türk Medeni Kanununa göre kamu düzeni ve genel ahlaka aykırı olan kuralları, bu Kanun yürürlüğe girdikten sonra hiçbir suretle uygulanmayacağı belirtilmiştir. 4722 sayılı Kanun’un 3. maddesinde ise, içerikleri tarafların istek ve iradeleri gözetilmeksizin doğrudan doğruya kanunla belirlenmiş işlem ve ilişkilere, bunlar Türk Medeni Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden önce kurulmuş olsalar bile, bu Kanun hükümlerinin (TMK’nın) uygulanacağı belirtilmiştir. Yine 4722 sayılı Kanun’un 4. maddesinde ise, eski hukuk yürürlükte iken gerçekleşmiş olup da Türk Medeni Kanunu’nun yürürlüğe girdiği sırada henüz herhangi bir hak doğurmamış olaylara, bu Kanun hükümleri (TMK’nın) uygulanacağı düzenlenmiştir.
5403 sayılı Kanun’un yürürlükten kaldırılan 8/İ maddesinin 2. fıkrasındaki önalım hakkı ile TMK’nın 732. ve devamı maddelerinde düzenlenen önalım hakkının aynı nitelikte olduğu, hakkın TMK uyarınca dava yoluyla kullanıldığı nazara alındığında, önalım hakkının kullanılması sonrasında satış ilişkisinin içeriğinin kanun ile belirlendiği, mahkemece davalının iradesi gözetilmeksizin diğer koşullar varsa tapudaki satış bedeli üzerinden davacı adına tescil kararı verildiği, bu tescil kararının kesinleşmesi ile mülkiyetin davacıya geçtiği, sadece hakkın ileri sürülmesi ya da dava açılması ile mülkiyetin geçmediği belirtilmelidir.
Buna göre, 7255 sayılı Kanun’un 20. maddesi önalım hakkını tanıyan kanun hükmünü ortadan kaldırdığından ve yürürlük konusunda aksine bir düzenleme içermediğinden, 4722 sayılı Kanun’un 3. maddesinde yer alan, içerikleri tarafların istek ve iradeleri gözetilmeksizin doğrudan doğruya kanunla belirlenmiş işlem ve ilişkilere, bunlar Türk Medeni Kanununun yürürlüğe girmesinden önce kurulmuş olsalar bile, bu Kanun hükümlerinin (TMK’nın) uygulanacağı hükmü somut olay açısından da geçerli olacak ve 5403 sayılı Kanun’un 8/İ maddesinin 2. fıkrasındaki önalım hakkı yürürlükten kaldırıldığından, söz konusu tarih itibari ile başvurucu lehine tescil kararı da verilmediğinden artık davacı (başvurucu) adına tescil kararı verilmesi de mümkün olmayacaktır.
Bir an için çoğunluk görüşünün yerinde olduğunun kabul edilmesi halinde, yenilik doğuran bir karar niteliğinde olan tescil kararının yürürlükten kalkan bir kanun hükmüne dayanılarak verilmesi ve davalının mülkiyet hakkına yürürlükte olmayan bir kanun maddesinin uygulanarak müdahale edilmesi sonucu ortaya çıkacaktır. Yani, davacının adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasının kabul edilmesi, davalının yürürlükte olmayan bir kanuni düzenlemeye dayanılarak mülkiyet hakkının ihlal edilmesi sonucunu doğuracaktır. Anayasa’nın 35. maddesinde herkesin, mülkiyet ve miras haklarına sahip olduğu, bu hakların, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabileceği düzenlendiğinden, henüz tescil kararı verilmesinden önce yürürlükten kaldırılan bir kanun maddesine dayanılarak önalım davasının görülmeye devam edilmesi ve davacı adına tescil kararı verilerek davalı malikin mülkiyet hakkına müdahale edilmesi Anayasa’ya aykırı olmaktadır.
Kaldı ki, yerel mahkemenin yürürlükte olmayan bir kanun maddesine dayanarak davacı adına tescil kararı vermesi mümkün olmadığından yeniden yargılama yapılarak ihlalin sonucunun ortadan kaldırılması da kanaatimizce Anayasa’nın 13. ve 35. maddeleri çerçevesinde mümkün değildir. Bu nedenle çoğunluk görüşünde belirtilen giderim sonucuna da katılmak mümkün değildir.
Nitekim Anayasa Mahkemesi, kayıp kaçak bedellerinin yapılan kanuni düzenleme ile istirdadının engellenmesi ve kanuni düzenlemenin görülmekte olan davalara da uygulanarak geçmişe yürütülmesi konusunda verdiği Aksaray Tır Nakliyat Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti. başvurusunda (1. B., B. No: 2017/36736, 19/9/2018), Anayasa'nın 35. maddesinin ikinci fıkrasında, mülkiyet hakkının ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabileceği belirtilmek suretiyle mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerin kanunda öngörülmesi gereği ifade edildiği, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinde de hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceğini temel bir ilke olarak benimsendiği, (Mehmet Arif Madenci, B. No: 2014/13916, 12/1/2017, § 69), dolayısıyla Anayasa'nın 13. ve 35. maddelerine göre mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi gereken ölçütün, kanuna dayalı olma ölçütü olduğu, hukuk güvenliğinin, ilke olarak kanunların geriye yürütülmemesini gerekli kıldığını, bu ilke uyarınca kamu yararı, kamu düzeni, kazanılmış hakların korunması, mali haklarda iyileştirme gibi kimi ayrıksı durumlar dışında sonradan çıkan bir kanunun, yürürlüğe girdiği tarihten önceki olaylara uygulanmayacağını, vergi alanındaki düzenlemeler de kanunlarla gerçekleştirildiğinden geriye yürümezlik vergi kanunları için de doğal bir zorunluluk olduğu (AYM, E.2011/74, K.2012/15, 26/1/2012) belirtilmiştir.
Anayasa Mahkemesi’nin söz konusu kararında (Aksaray Tır Nakliyat Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti. başvurusunda (1. B., B. No: 2017/36736, 19/9/2018), mevzuatın yorumlanmasında yetki alanları ve görevleri farklı olan mahkemeler arasında farklılıklar oluşması doğal olduğu, böyle bir durumda mahkemelerin uygulamaları arasındaki uyumu ve içtihat birliğini sağlamaya yönelik mekanizmalar önem taşıdığı, (Uğur Çelik, B. No: 2015/20244, 15/6/2016, § 53), başvuru konusu olayda ihtilaf konusu, tahsil edilen kayıp kaçak bedelinin yapılan kanuni düzenleme ile istirdadının önüne geçilmesi hususuna ilişkin olduğu, tahsil edilen kayıp kaçak bedelinin istirdadı talebiyle elektrik aboneleri tarafından açılan davaları Yargıtay kabul etmekte iken başvurucu da kendisinden tahsil edilen ödemelerin istirdadı talebinde bulunduğu, ilk derece mahkemesi Yargıtay içtihatları doğrultusunda davayı kabul ettiği, ne var ki hükmün temyizi aşamasında yapılan kanuni düzenleme ile mahkemelerin bedele ilişkin denetim yetkisi, tahsil edilen bedelin EPDK'nın düzenleyici işlemlerine uygunluğu ile sınırlı tutulduğu ve Yargıtay tarafından ilgili kanun değişikliği karşısında hukuki durumun yeniden değerlendirilmesi gerektiğinden ilk derece mahkemesi kararının bozulduğu, bozma ilamına uyan ilk derece mahkemesi derdest olan davalara da uygulanması hükmünü içeren kanun değişikliğini esas alarak karar verilmesine yer olmadığına karar verdiği, ilk derece mahkemesinin anılan kararı temyiz edilmiş ve Yargıtay tarafından usul ve kanuna uygun bulunarak onandığı, somut olayda uyuşmazlığa uygulanacak olan 6446 sayılı Kanun'un 17. maddesi adli ve idari yargı mercileri tarafından farklı olarak yorumlanmakta iken kanun koyucunun, çelişkiyi ortadan kaldırmak amacıyla 6446 sayılı Kanun'a ek bir düzenleme yaptığı ve anılan düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla henüz sonuçlanmamış uyuşmazlıklara da uygulanmasını öngörüldüğü, kanun değişikliklerinin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla derdest olan davalara etkisinin değerlendirilmesi derece mahkemelerinin takdirinde olduğu, Anayasa Mahkemesi’nin bu hususu daha önce norm denetimi kapsamında incelediği ve yargısal kararlar arasındaki çelişkililere dikkat çekerek kanuni düzenlemeden önce müktesep hak söz konusu olmadığından, yeni düzenlemenin devam eden uyuşmazlıklara uygulanmasının hukuki güvenlik ilkesini ve daha geniş anlamıyla hak arama özgürlüğünü zedelemediği sonucuna vardığı belirtilmiştir.
Görüldüğü üzere Anayasa Mahkemesi, yukarıda yer verilen kararında, kanun değişikliklerinin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla derdest olan davalara etkisinin değerlendirilmesinin derece mahkemelerinin takdirinde olduğunu belirterek, kanuni düzenlemeden önce müktesep hak olmadığı durumlarda yeni düzenlemenin devam eden uyuşmazlıklara uygulanmasının hukuki güvenlik ilkesini ve daha geniş anlamıyla hak arama özgürlüğünü zedelemediği sonucuna varmıştır. Hal böyle iken, somut olayımızda da mülkiyet hakkına yapılan bir müdahalenin varlığı söz konusu olduğuna göre, Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda belirtilen içtihadından ayrılmayı gerektirecek bir durumun olmadığının kabulü gerekir. Mülkiyet hakkına müdahale eden kanun maddesinin yürürlükten kaldırılması nedeniyle Anayasa’nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca başvurucunun davasının reddedilmesinin yerinde olup, başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edilmediği kabul edilmelidir.
Açıklanan nedenlerle, başvurucunun, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı ihlal edilmediğinden aksi yöndeki çoğunluk görüşüne katılmıyorum.