logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Mehmet Sait Kale ve Nezahat Kale [1. B.], B. No: 2021/31005, 16/7/2025, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MEHMET SAİT KALE VE NEZAHAT KALE BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2021/31005)

 

Karar Tarihi: 16/7/2025

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Recai AKYEL

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

Muhterem İNCE

 

 

Yılmaz AKÇİL

Raportör

:

Şehadet ÖZTÜRK

Başvurucular

:

1. Mehmet Sait KALE

 

 

2. Nezahat KALE

Vekilleri

:

Av. Ercan YILMAZ

 

 

Av. Yakup GÜVEN

 

 

Av. Abdullah ZEYTUN

 

I. BAŞVURUNUN ÖZETİ

1. Başvuru; toplumsal olay sırasında kamu makamlarınca gerekli tedbirlerin alınmaması sonucu ölüm olayı meydana gelmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

A. S.K.nın Ölümü ve Yürütülen Ceza Soruşturmasına İlişkin Süreç

2. Kobani olayları veya 6-7 Ekim olayları hakkında Anayasa Mahkemesinin Gülser Yıldırım (2) ([GK], B. No: 40170, 16/11/2017, §§ 21, 27) başvurusunda ayrıntılı bilgiler yer almaktadır.

3. Buna göre (Gülser Yıldırım (2), §§ 21, 24) PKK'nın bir üst düzey yöneticisinin sosyal medya hesabından 5/10/2014 günü saat 00.07'de "Gençleri kadınları 7 den 70 e herkesi Kobane'ye sahip çıkmaya onurumuzu namusumuzu korumaya metropolleri işgal etmeye çağırıyoruz." şeklinde çağrıda bulunmasının ardından PKK güdümünde yayın yaptığı belirtilen bir internet haber sitesinde 6/10/2014 tarihinde "...Kobani tüm dünyanın gözleri önünde bir katliam tehlikesi altında iken bizim yerimizde oturmamız, uyumamız, günlük yaşantımızı sürdürmemiz mümkün değildir. Tüm halkımızı yediden yetmişe bulunduğu her yerde yaşamı IŞİD ve işbirlikçisi AKP'ye dar etmeye ve serhildanı en üst düzeyde genişleterek bu katliamcı çetelere karşı durmaya çağırıyoruz." şeklinde bir başka çağrı yapılmış, yine 6/10/2014 tarihinde Halkların Demokratik Partisi (HDP) Merkez Yürütme Kurulu (MYK) da aynı olaylara ilişkin bir toplantı yapmıştır. Toplantı sırasında HDP'nin sosyal medya hesabından "HALKLARIMIZA ACİL ÇAĞRI! ŞUANDA TOPLANTI HALİNDE OLAN HDP MYK’DAN HALKLARIMIZA ACİL ÇAĞRI! Kobané’de durum son derece kritiktir. IŞİD (DAEŞ) saldırılarını ve AKP iktidarının Kobané’ye ambargo tutumunu protesto etmek üzere halklarımızı sokağa çıkmaya ve sokağa çıkmış olanlara destek vermeye çağırıyoruz", "Kobané’de yaşanan katliam girişimine karşı 7 den 70 e bütün halklarımızı sokağa, alan tutmaya ve harekete geçmeye çağırıyoruz." ve "Bundan böyle her yer Kobane'dir. Kobane'deki kuşatma ve vahşi saldırganlık son bulana kadar SÜRESİZ DİRENİŞE çağırıyoruz." şeklinde açıklama ve çağrılar yapılmıştır. Aynı internet haber sitesi 7/10/2014 tarihinde "...Kuzey halkımız IŞİD çetelerine, uzantılarına ve destekçilerine hiçbir yerde yaşam şansı tanımamalıdır. Tüm sokaklar Kobani sokaklarına dönüştürülmeli, tarihin bu eşsiz direnişine denk bir direniş gücü ve örgütlülüğü geliştirilmelidir. Bu saatten itibaren milyonlar sokaklara akmalı, sınır insan seline dönüşmelidir..." şeklinde yayın yapmıştır.

4. Bu çağrılar üzerine Suriye'deki çatışmalar dolayısıyla tepkilerini dile getirdiğini ileri süren gruplar 6/10/2014 tarihinden itibaren Türkiye'nin birçok yerinde günlerce devam eden ve 6-7 Ekim olayları olarak adlandırılan şiddet eylemleri gerçekleştirmiştir. Bu eylemler sırasında ülkenin pek çok yerindeki kamu binalarına, banka şubelerine, işyerlerine, araçlara, güvenlik güçlerine ve sivillere taş, sopa, molotofkokteyli ve silahlarla saldırıda bulunulmuştur. Bu sırada kamu makamlarınca güvenliğin sağlanması için birçok şehirde eğitime ara verilmiş ve sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir (Gülser Yıldırım (2), § 26). Diyarbakır Valiliği tarafından da şiddet eylemleri nedeniyle bozulan asayiş ve güven ortamının tekrar tesis edilmesi için önce 7/10/2014 günü saat 22.00’den 8/10/2014 günü sabah saat 07.00’ye kadar sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş, daha sonra yapılan değerlendirmelerle sokağa çıkma yasağı 9/10/2014 saat 17.30'a kadar uzatılmıştır.

5. Kamu makamlarının ve soruşturma mercilerinin tespitlerine göre aralarında İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Mersin, Şanlıurfa, Van, Erzurum, Diyarbakır ve Gaziantep gibi büyük kentlerin de olduğu 36 ilde gerçekleştirilen şiddet eylemleri sonucunda 2'si güvenlik görevlisi olmak üzere 45 kişi hayatını kaybederken 331'i güvenlik görevlisi 769 kişi yaralanmıştır. Ayrıca çatışmalar sırasında beş örgüt mensubu hayatını kaybetmiş, üç örgüt mensubu ise yaralanmıştır. Öte yandan ülke genelinde gerçekleştirilen 2.389 şiddet eylemine 121.899 kişinin katıldığı, olaylarda 737'si güvenlik güçlerine ait olmak üzere 1.881 aracın zarar gördüğü, 2.558 binaya (27'si kaymakamlık, 52'si emniyet, 283'ü okul, 73'ü siyasi parti, 12'si belediye binası) saldırıda bulunulduğu ve zarar verildiği tespit edilmiştir. Olaylara ilişkin olarak 4.291 şüpheli gözaltına alınmış, bunlardan 1.105'i hakkında tutuklama tedbiri uygulanmıştır (Gülser Yıldırım (2), § 27).

6. Diyarbakır'da gerçekleşen olaylara ilişkin olarak kolluk görevlilerince hazırlanan 12/10/2014 tarihli Olay Tutanağı'nda olayların gelişimi hakkında detaylı bilgilere yer verilmiştir. Tutanakta öncelikle olayların başlamasından önce 6/10/2014-8/10/2014 tarihleri arasındaki halkı sokağa çıkmaya ve eylemde bulunmaya çağıran internet sitesi haberleri gösterilmiştir. Tutanağa göre 6/10/2014 günü saat 17.14'ten itibaren şehrin birçok noktasında yolları trafiğe kapama, ateş yakma, taşlama, kamu kurum ve kuruluşları ile işyerlerine zarar verme, izinsiz toplanıp yürüyüş yapma gibi eylemler gerçekleştirilmiştir. Saat ve yer bilgisi verilerek açıklanan bu eylemlerin her birine kolluk ekibi sevk edilmiş, olaylara ekiplerce gaz ve su kullanarak müdahale edilmiştir. 6/10/2014 günü saat 23.30'dan itibaren ise bu eylemlerin yanı sıra silah sesleri de duyulmaya başlamış, saat 23.45'ten itibaren kolluk ekiplerine karşı silah, molotofkokteyli, havai fişek kullanılmaya başlanmıştır. Eylemci gruplar 7/10/2014 gününün ilk dakikalarından itibaren bahsedilen eylemlerine devam etmiştir. Aynı gün saat 18.15'ten itibaren şiddet eylemleri büyük oranda artmış; şehrin birçok yerindeki kamu kurum ve kuruluşları, işyerleri ve kolluk görevlilerine karşı yoğun silahlı saldırılar devam etmiştir. Bu eylemlerin yanı sıra bölgedeki karşıt fikirli gruplar arasında da çatışmalar olmuş, şehrin farklı yerlerinden ölüm ve yaralanma ihbarları gelmeye başlamıştır. Artan şiddet eylemleri nedeniyle Diyarbakır Valiliğince ilan edilen sokağa çıkma yasağı halka anons edilmişse de bahsedilen eylemler sona ermemiştir. 8/10/2014 tarihinde geç saatlere kadar devam eden olaylara gaz ve su kullanarak müdahale edilmiştir. Bu olaylar sırasında güvenlik güçlerine ateş edildiği bazı durumlarda Özel Harekât timleri ve diğer ekiplerce silahla karşılık verilmiştir. 9/10/2014 ve 10/10/2014 tarihlerinde silahlı şiddet eylemleri azalmışsa da diğer şiddet eylemleri yoğun şekilde devam etmiştir. Lastik yakarak yol kapatma, kamuya ve vatandaşlara ait araçlara zarar verme, işyerleri ile banka şubesi ve ATM'leri yağmalama şeklinde gerçekleşen olaylara güvenlik güçlerince gaz ve su kullanılarak müdahale edilmiştir.

7. 12/10/2014 tarihli Olay Tutanağı'nda ayrıca Diyarbakır'daki olaylar sonucunda meydana gelen zarara ve alınan önlemlere ilişkin tespitlerde bulunulmuştur. Buna göre 144 özel bina ve işyeri, 16 kamu binası, 6 av bayisi, 17 özel banka/kamu bankası, 4 okul, 88 özel araç, 40 kamu aracı, 1 siyasi parti binası, 36 MOBESE kamerası zarar görmüş; 14 güvenlik görevlisi yaralanmıştır. İlde görevli tüm güvenlik güçlerinin kamu düzeninin devamının sağlanması için görevlendirilmesinin yanında çeşitli illerden 10 TOMA (toplumsal olaylara müdahale aracı) takviyesi yapılıp 871 güvenlik personeli görevlendirilmesi sağlanmıştır. Eylemlere müdahalede binlerce gaz fişeği, ses ve ışık fişeği, gaz el bombası ve başkaca mühimmatlar kullanılmıştır. Olaylara karışan 118 kişi yakalanmış, haklarında adli işlem başlatılmıştır.

8. Başvurucuların oğlu S.K. da 7/10/2014 tarihinde Diyarbakır'da yaşanan şiddet eylemleri sırasında ateşli silahla vurularak hayatını kaybetmiştir. 12/10/2014 tarihli olay tutanağında S.K.nın 7/10/2014 günü meydana gelen olaylarda hayatını kaybettiği ve otopsi işlemleri yapılmak üzere 8/10/2014 tarihinde Dağkapı Devlet Hastanesine götürüldüğü belirtilmiştir.

9. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) olaya ilişkin olarak resen soruşturma başlatmıştır. Soruşturma kapsamında beyanı alınan başvurucu Mehmet Sait Kale, 7/10/2014 günü saat 19.30 sıralarında oğlu S.K.nın gezmek için dışarıya çıkacağını söyleyip evden ayrıldığını, yaklaşık bir saat sonra televizyondaki haberlerde oğlunun adının ölenler arasında geçtiğini gördüğünü, kaldırıldığı Dağkapı Devlet Hastanesine gittiğinde oğlunun öldüğünü öğrendiğini ifade etmiştir.

10. Başsavcılık 8/10/2014 tarihinde bilirkişi eşliğinde otopsi işlemi yapmıştır. Hazırlanan Ölü Muayene ve Otopsi Tutanağı'nda; S.K.nın cesedinden üç tane iri saçma tanesi ve on adet küçük saçma tanesi elde edildiği, S.K.ya ait pantolonun sol ön cebinde RC2 ibareli dolu dört av tüfeği fişeği; sağ ön cebinde RC2 ibareli iki, YF ibareli dolu altı av tüfeği fişeği olduğu, ölümünün av tüfeği saçma tanesi yaralanmasına bağlı etraf kemik kırıklarıyla birlikte iç organ yaralanması ve iç kanama sonucu meydana geldiği tespitlerine yer verilmiştir.

11. Kolluk görevlileri tarafından 20/10/2014 tarihinde düzenlenen Araştırma Tutanağı'nda; S.K.nın cesedinin 5 Nisan Mahallesi Lezgin Avcı Caddesi üzerinde yerde yatar vaziyette bulunduğu, olayı gören tanığın olmadığı, bölgede yaşayan sakinlerin çıkan bağrışma ve silah sesleri nedeniyle dışarı çıkmaya korktuklarını belirttikleri, olay günü adresi gören herhangi bir MOBESE kamerası bulunmadığı, yapılan araştırmalar sonucu tespit edilen özel kameraların ise görüntü kaydetmediği tespit edilmiştir.

12. Diyarbakır Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğünden soruşturma kapsamında alınan 20/10/2014 tarihli uzmanlık raporunda S.K.nın sol el avuç içi, sol el üstü, sağ el avuç içi ve sağ el üstünden alınan svaplarında atış artığına rastlandığı belirtilmiştir. Ankara Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğünden alınan 28/1/2015 tarihli uzmanlık raporunda S.K.ya ait tişört ve pantolonun çeşitli yerlerinde farklı yoğunluklarda atış artığı tespit edilmiştir.

13. Soruşturma dosyası 26/12/2014 tarihli birleştirme kararı ile aynı olaylar sırasında vefat eden U.Ö. ve B.Ş.nin ölümü hakkında devam eden soruşturma dosyası ile birleştirilmiştir.

14. Soruşturma kapsamında olay yerinde işyeri sahibi olan M.B., A.S., A.İ., S.A. ve Ö.S.nin de müşteki veya bilgi sahibi sıfatıyla ifadeleri alınmış ancak bu şahıslar ölen şahısları tanımadıklarını beyan etmiştir. S.K.nın vefat ettiği yerde yaralı olarak bulunan M.Ş.A. isimli şahsın 24/12/2014 tarihinde müşteki sıfatıyla beyanı alınıp teşhis işlemi yaptırılmıştır. Teşhis işlemi sonucunda M.Ş.A., olaylarda kendisine şiddet uyguladığını iddia ettiği M.S.G. isimli şahsı teşhis etmiştir. Başsavcılık 16/1/2015 tarihinde Ertuğrul 2015 isimli gizli tanığın ifadesini alıp tanığa teşhis işlemi yaptırmıştır. Gizli tanık, eylemlere karışan A.A., M.Ş. ve M.S.G. isimli şahısları fotoğraftan teşhis etmiştir. Başsavcılığın talebi üzerine Diyarbakır 4. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 20/2/2015 tarihinde gizli tanığın teşhis ettiği şüpheli şahıslara ait telefonların HTS raporlarının temin edilmesi için iletişimin tespitine karar verilmiştir. Alınan kayıtlar üzerinde HTS inceleme ve tespit tutanağı hazırlanmıştır.

15. Devam eden soruşturmada uzunca bir süre yeni bir işlem tesis edilmemiştir. 2021 yılında soruşturma yeniden aktif hâle gelmiştir. Eldeki başvurunun incelenme tarihi itibarıyla soruşturma aşaması devam etmekte olup henüz sonuçlanmamıştır.

B. Tam Yargı Davası Süreci

16. Başvurucular 13/7/2015 tarihinde İçişleri Bakanlığına vekilleri aracılığıyla sundukları dilekçe ile Devletin vatandaşını koruma yükümlülüğünü yerine getirmemesi sonucu vefat eden oğulları S.K.nın ölümüne ilişkin etkili bir soruşturma yürütülmeyerek sorumluların tespit edilemediğini belirterek maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.

17. Talebin 28/8/2015 tarihli işlemle reddi üzerine başvurucular tarafından 2/11/2015 tarihinde Diyarbakır 1. İdare Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde tam yargı davası açılmıştır. Başvurucular dava dilekçesinde idarenin asayişin tesisi ve kişi güvenliğinin sağlanması hususlarındaki görevini yerine getirmemesi sonucu ölüm olayının meydana geldiğini, devletin oğulları S.K.nın yaşamını koruyamadığını, olayda idarenin hizmet kusuru olduğunu, sorumluların tespit edilemeyip cezalandırılamaması nedeniyle büyük üzüntü yaşadıklarını, olay nedeniyle oluşan maddi ve manevi zararlarının giderilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Davalı idare savunma dilekçesinde S.K.nın üçüncü kişinin kasıtlı eylemi sonucu ölmesi nedeniyle davacıların üçüncü kişiye karşı dava açması gerektiğini belirterek davanın reddedilmesi gerektiğini iddia etmiştir.

18. Mahkeme 8/10/2018 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde öncelikle S.K.nın ölüm olayına ilişkin olarak yürütülen soruşturma dosyasında yer alan 12/10/2014 tarihli Olay Tutanağı ve 22/10/2014 tarihli Araştırma Tutanağı ile diğer bilgi ve belgelerin incelenmesi neticesinde 15/9/2014 tarihinde terör örgütü IŞİD mensuplarının Kobani'ye saldırması üzerine PKK/KCK terör örgütünün Suriye'deki silahlı yapılanması YPG ile aralarında çatışmaların başladığı, çatışmaların başlamasını müteakip gerek Diyarbakır'da gerekse Türkiye genelinde çatışmaları protesto etmek amacıyla çeşitli basın açıklamaları, toplantı ve gösteri yürüyüşleri, yasa dışı eylemler meydana geldiği, Kobani olaylarını protesto etmek için başta Diyarbakır'ın merkezi olmak üzere ilçelerinde yasa dışı eylemlerin ve gösterilerin yapılması, özellikle akşam saatlerinde yoğunlaşması üzerine bir dizi emniyet tedbiri alındığı, 6-10 Ekim 2014 tarihlerinde PKK/KCK terör örgütüne müzahir şahısların Diyarbakır'ın çeşitli semtlerinde yolu trafiğe kapatarak lastik yaktığı, güvenlik kuvvetlerine ve araçlarına silahla, molotofkokteyliyle, EYP'yle (el yapımı patlayıcı) ve taşla saldırı, kamu kurum ve kuruluşları ile vatandaşlara ait araçlara ve işyerlerine saldırı, vatandaşlara ait işyerleri ile PTT ve banka şubelerini yağmalama, iki karşıt grup arasında silahlı ve bıçaklı saldırı eylemlerinin gerçekleştirildiğinin belirtildiği ifade edilmiştir. Gerekçenin devamında olayların ve çatışmaların çok yoğun olduğu olay günü akşam saatlerinde S.K.nın babasına gezmeye çıktığını söyleyerek dışarıya çıkmasının hayatın olağan akışına uygun olmadığı, S.K.nın sağ ve sol ellerinin avuç içi ve üstlerinde atış artıklarına rastlandığı, S.K.ya ait pantolonun ceplerinde av tüfeği fişeklerinin bulunduğu, bu nedenle S.K.nın olaydan uzun sayılamayacak kadar bir süre önce silah atışı yaptığının kabulü gerektiği belirtilerek davalı idarenin hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluğa dayalı olarak zarar tazmini için gerekli şartların oluşmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

19. Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi Üçüncü İdari Dava Dairesi tarafından yapılan istinaf incelemesi sonucu başvurucuların istinaf başvurusu kesin olarak reddedilmiştir. 4/2/2021 tarihli ret kararında mahkeme kararının dayandığı gerekçenin hukuka ve usule uygun olduğu, kararın kaldırılmasını gerektirecek yasal bir sebebin bulunmadığı belirtilmiştir.

20. Başvurucular, nihai kararı 5/3/2021 tarihinde öğrenmelerinin ardından 5/4/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

21. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.

II. DEĞERLENDİRME

A. Yaşam Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

22. Başvurucular, oğulları S.K.nın Diyarbakır'da 6/10/2014 tarihinde başlayan şiddet olayları sırasında ateşli silahla vurularak hayatını kaybettiğini, bu süreçte idarenin vatandaşın can güvenliğini koruma görev ve sorumluluğu hizmetini gereği gibi ifa edemeyip yaşananları önleyemeyerek oğulları S.K.nın yaşam hakkını ihlal ettiğini, oğullarının ölümüne ilişkin başlatılan ceza soruşturmasının etkili işlemler yapılmayarak altı yılı aşkın süredir sonuçlandırılamadığını, olayın faillerinin bulunamamasının polisin fail olduğuna dair ciddi bir karine teşkil ettiğini, açtıkları tam yargı davasında idarenin hizmet kusuru bulunduğu gözardı edilerek tazminat ilkeleri tartışılmaksızın davalarının reddedildiğini, böylelikle yaşam, adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Adalet Bakanlığı (Bakanlık) görüşünde, somut olay süreci, yürütülen ceza soruşturması ve tam yargı davası detaylı olarak aktarıldıktan sonra yapılacak değerlendirmede Anayasa ve ilgili mevzuat hükümlerinin, Anayasa Mahkemesi içtihadının ve somut olayın kendine özgü koşullarının dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı başvuru formundaki iddialarını yinelemiştir.

23. Başvurucular bireysel başvurunun incelenme tarihi itibarıyla derdest olan ceza soruşturmasına ilişkin yeterli bilgi ve belge sunmadığı gibi bu ceza soruşturması açısından ayrı bir bireysel başvuru hazırlığı içinde olduklarını bildirmiştir. Bu nedenle başvurucuların polisin olayın faili olabileceğine ve yakınlarının ölümü hakkında yürütülen ceza soruşturmasının etkisiz olduğuna yönelik şikâyetleri hakkında değerlendirme yapılmamış ve inceleme, yaşam hakkının koruma yükümlülüğüne ilişkin maddi boyutu ile bu yükümlülük bağlamında yaşam hakkının usul boyutuna hasredilmiştir (kolluk görevlilerinin güç kullanması sonucu meydana gelen ölüm olayları hakkında yürütülmesi gereken soruşturmanın türünün ceza soruşturması olduğuna ilişkin karar için birçok karar arasından bkz. Okan Göçer, B. No: 2017/29596, 13/1/2021, § 58).

24. Anayasa’nın yaşam hakkını güvence altına alan 17. maddesinin kendisine yüklediği pozitif yükümlülükler uyarınca devlet; yetki alanındaki bireylerin yaşamlarını kamu görevlileri ile diğer bireylerin eylemlerinden hatta kişilerin kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma ödevi altındadır (Gökhan Yiğit Koç ve diğerleri [GK], B. No: 2019/25727, 28/7/2022, § 35).

25. Koruma ödevinin yerine getirilebilmesi için devletin; yaşam hakkına yönelen tehdit ve risklere karşı caydırıcı ve koruyucu yasal ve idari çerçeve oluşturması (İpek Deniz ve diğerleri [2. B.], B. No: 2013/1595, 21/4/2016, § 149; T.A. [GK], B. No: 2017/32972, 29/9/2021, § 135), bir kişinin yaşamına yönelik gerçek ve yakın bir tehlikenin bulunduğunun kamu makamlarınca bilindiği ya da bilinmesi gerektiği durumlarda organları veya görevlileri aracılığıyla makul ölçüler çerçevesinde ve bu tehlikenin gerçekleşmesini önleyebilecek şekilde önlemler alması (T.A., § 136; Gökhan Yiğit Koç ve diğerleri, § 36) ve hatta önceden belirlenebilir bir veya daha fazla bireyin yaşamına yönelik bir tehdit söz konusu olmasa bile kişilerin yaşamını korumak için genel güvenlik tedbirleri alması gerekir (Mehmet Çetinkaya ve Maide Çetinkaya [1. B.], B. No: 2013/1280, 28/5/2014, § 59).

26. Öte yandan yetkili makamlardan yaşamla ilgili her türlü potansiyel tehdidin gerçekleşmesini önlemek için somut tedbirler alması beklenemeyeceği (Mehmet Çetinkaya ve Maide Çetinkaya, § 60) gibi özellikle insan davranışlarının öngörülemezliği, öncelikler ve kaynaklar değerlendirilerek yapılacak işlem veya yürütülecek faaliyet tercihi dikkate alındığında koruma yükümlülüğünün kamu makamları üzerinde aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanması da mümkün değildir. Ayrıca hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması adına pek çok yöntem benimsenebilir ve mevzuatta düzenlenmiş herhangi bir tedbirin yerine getirilmesinde başarısız olunsa bile pozitif yükümlülükler diğer bir tedbirle yerine getirilebilir. Unutulmaması gerekir ki yaşam hakkının gerektirdiği pozitif yükümlülüklerin yerine getirilmesi kapsamında alınacak tedbirlerin belirlenmesi, idari ve yargısal makamların takdirindedir (T.A., § 136, 137; Gökhan Yiğit Koç ve diğerleri, § 37).

27. Pozitif yükümlülüğü kapsamında devletin yaşam hakkını korumak için oluşturulan yasal ve idari çerçevenin gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili bir yargısal sistem kurma yükümlülüğü de bulunmaktadır. Bu yükümlülük, kamusal olsun veya olmasın, yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından geçerlidir (T.A., § 134; Gökhan Yiğit Koç ve diğerleri, § 38).

28. Yaşam hakkının ihlaline kasten sebebiyet verilmemiş ise etkili bir yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülük her olayda mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez. Mağdurlara hukuki, idari hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir (Nafia Sevin Ergün Sefada ve diğerleri [GK], B. No: 2014/14844, 1/12/2016, § 63).

29. Somut olayda başvurucular, idarenin asayişin tesisi ve kişi güvenliğinin sağlanması hususlarındaki hizmet kusuru sonucu oğullarının yaşamını yitirdiğini ileri sürerek zararlarının tazmini için tam yargı davası açmıştır. Mahkeme tarafından yapılan yargılamada Başsavcılığın soruşturma dosyası celbedilmiş, dosyadaki deliller de değerlendirilmiştir. Yargılama sonunda Mahkeme, olayların ve çatışmaların çok yoğun olduğu olay günü akşam saatlerinde dışarıya çıkan S.K.nın pantolonunun ceplerinde bulunan av tüfeği fişekleri ve ellerinde rastlanan atış artıkları nedeniyle olaylara karışıp silah kullandığını kabul etmiş ve S.K.nın ölümünde idareye atfedilecek bir kusur olmadığı gerekçesiyle davacıların maddi ve manevi tazminat taleplerini reddetmiştir (bkz. §§ 17-19). Başvurucuların iddiaları, idarenin hizmet kusuru neticesinde doğan zararlardan sorumlu tutulması gerekirken bu hususun gözardı edilerek taleplerinin reddedilmesine ilişkindir.

30. Başvuruya konu olayın gerçekleştiği tarihten önce çeşitli internet sitelerinde halkın sokağa çıkması için çağrılarda bulunulmuş ve bu çağrılar akabinde Türkiye genelinde ve olayın gerçekleştiği Diyarbakır'da eş zamanlı eylemler başlamıştır. Bu bakımdan olayın meydana geldiği dönemdeki Kobani olayları ve bölgenin hassas yapısı gözönüne alındığında önceden yapılan çağrılarla başlayan şiddet eylemleri açısından genel bir risk olduğu ve devletin bu riskin önlenmesi için gerekli tedbirlerin alınması konusunda yükümlülüğünün doğduğu söylenebilir (Suruç’taki saldırıda kamu makamlarının sorumlu olduğu iddiasıyla yapılan başvuruda yapılan benzer değerlendirme için bkz. Ali Sadet ve diğerleri, B. No: 2018/6838, 8/6/2021, §§ 83-86).

31. Bununla birlikte anılan yükümlülük mutlak nitelikte değildir ve devletin somut olaydan sorumlu olup olmadığı, kamu makamlarının başvurucuların oğlunun yaşamına yönelik gerçek ve yakın riski bilip bilmedikleri veya bilmelerinin gerekip gerekmediği, biliyor ya da bilmeleri gerekiyorsa saldırı riskini önlemek için kendilerinden makul olarak beklenebilecek gerekli önleyici tedbirleri alıp almadıklarına bağlıdır.

32. Olayların gelişimine bakıldığında güvenlik güçleri şiddet eylemlerinin sona ermesi için teşkilat imkânları ölçüsünde birtakım güvenlik tedbirlerini gecikmeksizin almışsa da 6-7 Ekim olayları olarak adlandırılan şiddet eylemleri sırasında başvurucuların oğlu S.K. ateşli silahla vurularak hayatını kaybetmiştir (bkz. §§ 6-8).

33. Soruşturma dosyasındaki bilgiler, mahkeme kararındaki tespitler (bkz. § 18) ve Gülser Yıldırım (2) başvurusundaki bilgi ve belgeler nazara alındığında başvuruya konu olaydaki hiçbir unsurun kamu makamlarının S.K.nın hayatına yönelik belirli, somut ve yakın bir tehdit bulunduğunu bildiklerini veya bilmeleri gerektiğini göstermediği değerlendirilmiştir. Üstelik başvurucuların oğlu S.K. bahsedilen şiddet eylemlerinin çok yoğun olduğu bir anda kendi isteğiyle dışarı çıkmış (bkz. § 5) ve yargılama makamlarının olaya ilişkin somut deliller çerçevesinde (S.K.nın pantolonunun ceplerinde bulunan av tüfeği fişekleri ve elleriyle kıyafetlerinde tespit edilen atış artıklarına işaret edilmiştir.) yaptığı tespitlere göre yaşanan şiddet olaylarına bilfiil katılmıştır.

34. Yapılan belirlemeler ışığında 6-7 Ekim olayları olarak bilinen şiddet olaylarının yaşandığı süreçte devletin yaşamı koruma yükümlülüğü gereğince kamu güvenliğini sağlama ve bireyleri yaşamlarına yönelik tehlikelerden korumayı gerektirecek önlemleri alma gerekliliği bulunduğu söylenebilir ise de şiddet eylemlerine katılarak kendisini tehlikeli bir duruma sokan başvurucuların oğlu S.K.ya yönelik olarak öngörülebilir, ciddi ve yakın bir saldırı tehdidi olduğundan kamu makamlarının habersiz olduğu gözönünde bulundurulduğunda kamu makamlarının yaşamı koruma yükümlülüğü açısından üstüne düşen sorumluluğu yerine getirmediğinin söylenemeyeceği ve meydana gelen ölümden kamu makamlarını sorumlu tutmanın yetkililer üzerine aşırı bir yük yüklemek anlamına geleceği kanaatine ulaşılmıştır (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından yapılan benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Selçuk/Türkiye, B. No: 23093/20, 9/7/2024).

35. Yargılamanın etkililiğine ilişkin asgari ölçütleri karşılayan incelemenin nitelik ve derecesinin olayın koşullarına bağlı olduğu unutulmamalıdır. Yukarıda aktarılan safahatı içeren yargılama süreci incelendiğinde ölüm olayını çevreleyen koşulların tespitine imkân sağlayan gerekli ve yeterli bilgilerin olabildiğince bir bütün olarak elde edildiği görülmüştür. Tam yargı davasında toplanan deliller ve idari yargı mercilerince yapılan değerlendirmeler dikkate alındığında yapılan yargılamada makul derecede özen şartının yerine getirilmediğini söylemek mümkün görünmemektedir.

36. Açıklanan gerekçelerle yaşam hakkının koruma yükümlülüğüne ilişkin maddi boyutu ile bu yükümlülük bağlamında yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Diğer İhlal İddiaları

37. Başvurucuların, oğullarının ölümü olayının faillerinin cezalandırılmaması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddialarının Seyfullah Turan ve diğerleri (B. No: 2014/1982, 9/11/2017) kararı doğrultusunda kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle; tam yargı davası yargılamasının altı yılı aşkın sürede sonuçlanması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddialarının Veysi Ado ([GK] B. No: 2022/100837, 27/4/2023) kararı doğrultusunda başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle, farklı bölgelerde yaşanan olaylar nedeniyle açılan tazminat davalarında çok daha fazla miktarda tazminat ödenmesi nedeniyle etnik kökene dayalı olarak ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddialarının da Adnan Oktar (3) (B. No: 2013/1123, 2/10/2013) kararı doğrultusunda açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

III. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Yaşam hakkının koruma yükümlülüğüne ilişkin maddi boyutu ile bu yükümlülük bağlamında yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Diğer ihlal iddialarının kabul edilebilirlik kriterlerini karşılamaması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA 16/7/2025 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim Birinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Kabul Edilemezlik vd.
Künye
(Mehmet Sait Kale ve Nezahat Kale [1. B.], B. No: 2021/31005, 16/7/2025, § …)
   
Başvuru Adı MEHMET SAİT KALE VE NEZAHAT KALE
Başvuru No 2021/31005
Başvuru Tarihi 5/4/2021
Karar Tarihi 16/7/2025

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru, toplumsal olay sırasında kamu makamlarınca gerekli tedbirlerin alınmaması sonucu ölüm olayı meydana gelmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Yaşam hakkı Koruma yükümlülüğünün ihlal edildiğine ilişkin diğer iddialar Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
Kötü muamele yasağı Diğer kötü muamele iddiaları Kişi Bakımından Yetkisizlik
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) Makul sürede yargılanma hakkı (idare) Başvuru Yollarının Tüketilmemesi
Ayrımcılık yasağı Ayrımcılık Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
  • pdf
  • udf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi