logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Dilaver Aydın ve diğerleri [2. B.], B. No: 2021/52322, 1/10/2025, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

DİLAVER AYDIN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2021/52322)

 

Karar Tarihi: 1/10/2025

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Basri BAĞCI

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Ömer ÇINAR

 

 

Metin KIRATLI

Raportör

:

Olcay ÖZCAN

Başvurucular

:

1. Dilaver AYDIN

 

 

2. Mürsel SÜRÜCÜ

 

 

3. Serkan TEKİN

Vekili

:

Av. Fahri YILMAZ

 

 

4. Serkan YILMAZ

 

I. BAŞVURUNUN ÖZETİ

1. Başvuru, tapu iptali ve tescil talebinin kesin hüküm ve uğranılan zararın tazmin edilmesi talebinin zamanaşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

2. Yalova ili Çınarcık ilçesinde bulunan sazlık ve çalılık vasıflı 241.200 m² yüz ölçümlü taşınmaz 1969 yılında yapılan kadastro çalışmalarında tapu kayıtlarına istinaden tamamı kırk hisse kabul edilmiş ve on sekiz hissesi Asım oğlu İ.G., dokuzar hissesi Asım oğlu S.G. ve Mehmet oğlu A.I. ile ikişer hissesi Mehmet oğlu H.B. ve H.Ö. adlarına tespit edilmiştir.

3. 16/6/1970 tarihinde bu tespite karşı K.E. ve diğer kişiler Yalova Kadastro Mahkemesine (Kadastro Mahkemesi) itirazda bulunmuştur. Bu davaya Orman Genel Müdürlüğü (Orman İdaresi) de dâhil olmuştur. Kadastro Mahkemesi 8/11/2002 tarihinde taşınmazın orman vasıflı olduğu gerekçesiyle davacıların davasının reddine, orman vasfıyla Maliye Hazinesi (Hazine) adına tapuya tesciline karar vermiştir. Bu karar kanun yolu aşamalarından geçerek 9/11/2004 tarihinde kesinleşmiş ve taşınmaz 30/12/2004 tarihinde orman vasfıyla Hazine adına tescil edilmiştir.

4. H.Y. ve başvurucu Serkan Yılmaz (Ahmet Yılmaz mirasçısı olduğunu ifade eden) 22/12/2016 tarihinde taşınmazın orman olarak kayıtlı tapu kaydının iptali ile hisseleri oranında adlarına tescili, olmadığı takdirde 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 1007. maddesi uyarınca şimdilik 50.000 TL tazminatın ödenmesi talebiyle Orman İdaresi ve Hazine aleyhine dava açmıştır.

5. Yalova 2. Asliye Hukuk Mahkemesi (Asliye Hukuk Mahkemesi) 9/10/2018 tarihinde, Kadastro Mahkemesinin 8/11/2002 tarihli kararı ile taşınmazın orman olarak Hazine adına tapuya tesciline karar verildiği, bu kararın temyiz aşamasından geçmek suretiyle kesinleştiği ve anılan dosyada davacıların davalı sıfatıyla yer aldığı gerekçesiyle davayı kesin hüküm nedeniyle dava şartı yokluğundan reddetmiştir.

6. Davacılar tarafından kararın istinaf edilmesi üzerine Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 21/3/2019 tarihinde, davada iki ayrı talep bulunmasına rağmen tazminat talebi hakkında karar verilmemesi nedeniyle istinaf talebini kabul etmiş ve kararı kaldırarak dosyanın Asliye Hukuk Mahkemesine iadesine karar vermiştir.

7. Bölge Adliye Mahkemesinin kaldırma kararı üzerine yeniden yargılama yapan Asliye Hukuk Mahkemesi 27/6/2019 tarihinde, davanın tapu iptal tescil talebi yönünden kesin hüküm nedeniyle dava şartı yokluğundan, maddi tazminat talebi yönünden ise zamanaşımı nedeniyle reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; taşınmaza ilişkin Kadastro Mahkemesi kararının 30/12/2004 tarihinde kesinleştiği ve davacıların anılan davaya taraf oldukları belirtilmiştir. Ayrıca zararın tapu iptal ve tescil davasının kesinleşme tarihi olan 30/12/2004'te başladığı, on yıllık zamanaşımı süresinin 30/12/2014 tarihi itibarıyla dolduğu ve davanın ise 22/12/2016 tarihinde açıldığı ifade edilmiştir.

8. Kararın davacılar tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesi talebi reddetmiş ve Asliye Hukuk Mahkemesi kararını uygun bulmuştur. Kararın gerekçesinde özetle:

i. Taşınmazın bulunduğu köyde 1947 yılında yapılan ilk orman tahdidinde taşınmazın tamamının devlet ormanında kaldığı, köyde maki tefrikinin yapıldığı ancak dava konusu parselin toprak tevziine tabi tutulmadığı ifade edilmiştir.

ii. 1969 yılında yapılan kadastro tespitinde 241.200 m² yüz ölçümündeki taşınmazın tespite müstenit tapu kayıtlarına istinaden hisseli olarak tespiti yapıldığı ancak Orman İdaresi ve diğer kişilerce yapılan itiraz üzerine Kadastro Mahkemesinde davaya konu olduğu belirtilmiştir. Taşınmazın davalık olmasına rağmen 1986 yılında 2/B çalışma sahasına dâhil edildiği, bilim ve fen bakımından orman niteliğini kaybettiği vekültür arazisine dönüştüğü gerekçesiyle Hazine adına orman rejimi dışına çıkarıldığı ancak eldeki dava nedeniyle 2/B işleminin kesinleşmediği ifade edilmiştir. Bu esnada kadastro davasının sonuçlandığı, Kadastro Mahkemesince taşınmazın orman olarak Hazine adına tapuya tesciline karar verildiği ve kararın temyiz ve karar düzeltmeden geçerek 9/11/2004 tarihinde kesinleştiği belirtilmiştir. Ayrıca onama kararında 1989 yılında yapılan 2/B işleminin de usulsüz olduğu ve taşınmazın orman vasfında olduğunun açıklandığı, davacı Serkan murisi Ahmet Yılmaz'ın ve davacı H.Y'nin sözü edilen davanın tarafı oldukları bu itibarla kesin hüküm bulunmaması şeklindeki olumsuz dava şartının gerçekleşmediği ifade edilmiştir.

iii. Yerleşik Yargıtay uygulamasına göre, 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi uyarınca açılacak tazminat davalarının 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 146. maddesinde düzenlenen 10 yıllık genel zamanaşımı süresine tabi olduğuna işaret edilmiştir. Kadastro tespiti nedeniyle mülkiyet kaybının kesinleştiği tarihten itibaren on yıl içinde tazminat davasının açılması gerektiği, ayrıca 22/12/2016 tarihinde açılan davada zamanaşımı süresinin sonunun Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun (HGK) 18/11/2009 tarihli kararından sonraki döneme denk geldiği ve dava tarihi itibarıyla zamanaşımı süresinin dolduğu ifade edilmiştir.

9. Dava devam ederken 19/6/2020 tarihinde verilen temlikname ile bir kısım kişilerin davadaki alacak haklarını başvurucu Serkan Yılmaz'a temlik ettiği, başvurucu Serkan Yılmaz'ın da 28/8/2021 tarihli temlikname ile davadaki alacak haklarının bir kısmını diğer başvuruculara temlik ettiği anlaşılmıştır.

10. Davacıların temyiz talebi Yargıtay 5. Hukuk Dairesince (Yargıtay) reddedilmiş ve karar 6/10/2021 tarihinde onanmıştır. Onama kararında, Bölge Adliye Mahkemesi kararında yer verilen gerekçelere işaret edilmiş ve kararın uygun bulunduğu belirtilmiştir.

11. Başvuruculardan Serkan Yılmaz, nihai hükmü 28/10/2021 tarihinde öğrendikten sonra başvurucular 15/11/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

12. Başvurucu Serkan Yılmaz 5/4/2023 tarihli dilekçesinde temlik yaptığı diğer başvurucuları azlettiğini ifade etmiştir. 21/3/2024 tarihli dilekçesinde, taşınmazın murisince satın alındığını gösteren belgeleri eklediğini belirtmiştir. Bunun yanında vekilini ve temlik yaptığı diğer başvurucuları azlettiğini ifade ederek, diğer başvurucuların dosyadan ve sistemden çıkarılmasını talep etmiştir. Dilekçe ekindeki satın almaya ilişkin belgeler eski tarihli yazı olması nedeniyle okunamamıştır.

13. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

II. DEĞERLENDİRME

14. Başvurucular, murislerinin 28/6/1928 tarihinde bedelini ödeyerek satın aldıkları taşınmaza ilişkin resmî kayıtların yok sayıldığını, açtıkları davanın kesin hüküm ve zamanaşımı gerekçesiyle reddedildiğini, zamanaşımı süresi ve başlangıcı yönünden hatalı değerlendirme yapıldığını ve Anayasa Mahkemesinin ihlal kararlarının aksine bedel ödenmediğini belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

15. Davanın kesin hüküm ve zamanaşımı gerekçesiyle reddedildiği dikkate alındığında başvurunun, mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.

16. Başvuruculardan Serkan Yılmaz, bireysel başvuruya konu dava dosyasına taraf olduğundan mağdur sıfatının olduğu hususunda kuşku bulunmamaktadır. Diğer başvurucular ise dava dosyasına taraf olmayıp yargılama sırasında dava dosyasına konu alacak hakkını belli oranlarda başvurucu Serkan Yılmaz'dan temlik aldıklarına ilişkin belge sunmuştur. Bireysel başvuru formunun aynı avukata vekâletname verilmek suretiyle tüm başvurucular yönünden birlikte hazırlandığı dikkate alındığında, başvuru tarihi itibarıyla temlikname ve içeriğine bir itirazın bulunmadığı değerlendirilmiştir. Anayasa Mahkemesinin görevi temlikin geçerlilik şartlarının ne olduğunu tespit etmek olmayıp bu görevin konusunda uzman yargılama mercilerinde bulunduğu açıktır. Somut olayda bireysel başvuruya konu davanın tarafı olan başvurucuSerkan Yılmaz bir kısım alacak hakkını diğer başvuruculara temlik ettiğine göre, diğer başvurucuların bu temlik kapsamında bir menfaatlerinin dolayısıyla mağdur sıfatlarının bulunduğu değerlendirilmiştir. Bireysel başvuru tarihinden sonra başvurucu Serkan Yılmaz tarafından sunulan dilekçede diğer başvurucuların azledildiği ifade edilerek dosyadan çıkarılmaları talep edilmiş ise de diğer başvurucuların bu yönde bir talepleri bulunmadığı anlaşıldığından menfaatlerinin dolayısıyla mağdur sıfatlarının devam ettiği değerlendirilmiştir.

A. Tapu İptali ve Tescil Talebinin Dava Şartı Yokluğundan Reddedilmesi Nedeniyle Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

17. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni (Sözleşme) yorumlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti. [2. B.], B. No: 2014/13156, 20/4/2017, § 34).

18. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına geldiğini, kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hâle getiren, bir başka anlatımla mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamaların mahkemeye erişim hakkını ihlal edebileceğini ifade etmiştir (Özkan Şen [2. B.], B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).

19. Müdahale, Anayasa'nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa'nın 36. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple müdahalenin somut başvuruya ilişkin olarak Anayasa'nın 13. maddesinde düzenlenmiş olan kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe dayanma ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

20. Somut olayda tapu iptali ve tescil talebinin esası incelenmeden kesin hüküm nedeniyle reddedilmesinin mahkemeye erişim hakkına bir müdahale teşkil ettiği açıktır. Bu müdahale, 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 114. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (i) bendine -aynı davanın, daha önceden kesin hükme bağlanmamış olması- dayanmakta olup müdahalenin kanuni dayanağı mevcuttur.

21. Yargılama usullerinin düzenlenmesinde usul ekonomisinin gözetilmesi, bu suretle iyi adalet yönetiminin de sağlanarak kamu yararının gerçekleştirilmesi Anayasa'nın 2. maddesinde düzenlenen hukuk devleti ilkesinin gereklerinden biridir. Dolayısıyla usul ekonomisi ile iyi adalet yönetimi ilkesi gözetilerek idari işlemlerin dava konusu edilebilirliğinin belli koşullara bağlanması mümkündür (Levent Tütüncü [2. B.], B. No: 2015/3690, 18/7/2018, § 48).

22. Somut olayda usul kurallarını yorumlayan Asliye Hukuk Mahkemesinin tapu iptali ve tescil talebi yönünden kesin hüküm nedeniyle dava şartının bulunmadığını belirterek esas yönünden inceleme yapmamasının karara bağlanmış uyuşmazlıkların yeniden uyuşmazlık konusu edilmesini önlemek yönündeki kamu yararını gerçekleştirmeye yönelik meşru bir amaca dayandığı sonucuna ulaşılmıştır.

23. Bu kapsamda mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin ölçülü olup olmadığı da incelenmelidir. Ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri [1. B.], B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).

24. Davanın kesin hüküm nedeniyle dava şartı yokluğundan reddine ilişkin kararın aynı uyuşmazlığın tekrar yargılama mercileri önüne taşınmasını önleyerek hukuki istikrarın temin edilmesi bakımından elverişli ve gerekli olduğu değerlendirilmiştir. Somut olaydaki müdahalenin ölçülülüğünün değerlendirilmesi bakımından asıl önem taşıyan ölçüt ise orantılılıktır. Bu itibarla uygulanan tedbirle başvuruculara aşırı ve orantısız bir külfet yüklenip yüklenmediğinin tespiti gerekmektedir.

25. Somut olayda Asliye Hukuk Mahkemesi, aynı davanın taraflarının daha evvel Kadastro Mahkemesinde açılan ve karara bağlanan davanın tarafları ve mirasçısı olduklarını belirterek kesin hüküm nedeniyle talebi reddetmiştir. Kadastro Mahkemesinde görülen ve kesinleşen davada aynı davacılar ve murislerinin iddialarının incelenerek nihai karara varıldığı anlaşılmıştır. Dolayısıyla Asliye Hukuk Mahkemesinin kesin hüküm nedeniyle davayı reddetmesine ilişkin yorumunun öngörülemez nitelikte olmadığı ve başvurucuların dava açmasını aşırı derecede zorlaştıracak ya da imkânsız kılacak nitelikte katı bir yaklaşım içermediği değerlendirilmiştir. Bu itibarla müdahalenin orantılı olduğu ve başvurucuların mahkemeye erişim hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

26. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Tazminat Talebinin Zamanaşımından Reddedilmesi Nedeniyle Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

27. Anayasa Mahkemesi 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi kapsamında açılan tazminat davalarının zamanaşımından reddedilmesine ilişkin başvuruları daha evvel Yaşar Çoban ([GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017); Ayşe Çidem Tekindağ ve diğerleri ([2. B.], B. No: 2017/15121, 11/12/2019); Mehmet Aykut Vural ([1. B.], B. No: 2017/16486, 29/1/2020); Asım Uzun ve diğerleri ([1. B.], B. No: 2018/26593, 12/2/2020); Bayram Hasan Özer ve Rüses Özer ([1. B.], B. No: 2017/17513, 3/6/2020) ile Işıl Kantarcı ([1. B.], B. No: 2018/17640, 14/10/2020) kararlarında incelemiştir.

28. Anayasa Mahkemesi, Yaşar Çoban kararında Yargıtayın 18/11/2009 tarihinden önceki içtihadının, devletin tapu sicilinin tutulmasından doğan sorumluluğunun tapu kütüğünün oluşumu sırasında yapılan hataları kapsamadığı yolunda olduğunu, HGK'nın 18/11/2009 tarihli kararından sonra içtihadın değiştiğini belirtmiştir. Bu içtihatta 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesinde öngörülen sorumluluğun kadastro görevlilerinin dayanaksız ya da gerçek hukuksal duruma uymayan kayıtlar düzenlemelerini ve taşınmazın niteliğinde yanlışlıklar yapmalarını da kapsadığını ifade etmiştir. Yargıtay hukuk dairelerinin de bu tarihten sonra HGK'nın bu içtihadı doğrultusunda karar verdiğini belirtmiştir. Nitekim AİHM'in de HGK'nın bu içtihadından sonra yeni bir iç hukuk yolu oluştuğunu kabul ederek kabul edilemezlik kararları verdiğini ifade etmiştir. (Yaşar Çoban, §§ 45, 46, 68). Anayasa Mahkemesi, daha önceki kararlarında Yargıtay içtihadına dayanarak 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesinde öngörülen tazminat yolunun kadastro tespiti aşamalarındaki işlemlerden doğan zararların telafisi yönünden de etkili olduğu sonucuna ulaşmıştır (Nazmiye Akman [1. B.], B. No: 2013/1012, 16/4/2013, § 25; Ahmet Hilmi Serter [1. B.], B. No: 2014/10954, 17/11/2016, §§ 41, 42; Hatice Avcı ve diğerleri [2. B.], B. No: 2014/9788, 22/9/2016, §§ 74-76).

29. Ayrıca Yaşar Çoban kararında 18/11/2009 tarihinden önce zamanaşımı süresi dolan başvurucuların dava açabilmelerini mümkün kılacak makul bir süre öngörülmesi gerektiği de ifade edilmiştir. Ayşe Çidem Tekindağ ve diğerleri kararında ise 18/11/2009 tarihinden önce zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle reddedilen davalarda bu tarihten sonra makul bir süre içinde dava açılmasına imkân tanınması gerektiği ifade edilmiş ve 18/11/2009 tarihinden 1 yıl 10 ay 15 gün sonra açılan davanın makul bir sürede açıldığı hâlde zamanaşımından reddedilmesinin başvurucuların mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği sonucuna ulaşılmıştır. Benzer şekilde Mehmet Aykut Vural kararında 18/11/2009 tarihinden 1 yıl 9 ay 6 gün sonra açılan davanın zamanaşımından reddedilmesinin başvurucunun mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği değerlendirilmiştir. Buna karşılık Anayasa Mahkemesi Asım Uzun ve diğerleri kararında 18/11/2009 tarihinden 4 yıl 1 ay 13 gün sonra, Bayram Hasan Özer ve Rüses Özer kararında 3 yıl 2 ay 13 gün sonra ve Işıl Kantarcı kararında 4 yıl 5 ay 10 gün sonra açılan davaların zamanaşımından reddedilmesinin başvurucuların mahkemeye erişim hakkını ihlal etmediği sonucuna varmıştır (Ayşe Çidem Tekindağ ve diğerleri, § 45; Mehmet Aykut Vural, § 47; Asım Uzun ve diğerleri, § 42; Bayram Hasan Özer ve Rüses Özer, § 28; Işıl Kantarcı, § 40).

30. Somut olayda Asliye Hukuk Mahkemesi; Kadastro Mahkemesi kararının 9/11/2004 tarihinde kesinleştiğini, tazminat talebine konu davanın ise 22/12/2016 tarihinde açıldığını ve dolayısıyla on yıllık zamanaşımı süresinin dolduğunu ifade etmiştir. Yukarıda yer verilen kararlar doğrultusunda Kadastro Mahkemesi kararının kesinleştiği 9/11/2004 tarihinden HGK'nın 18/11/2009 tarihli kararına kadar açılacak tazminat davalarının başarıya ulaşma kapasitelerinin bulunmadığı açıktır. Ancak HGK'nın 18/11/2009 tarihli kararından sonra etkin ve erişilebilir bir hukuk yolunun ortaya konulduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla başvurucular 18/11/2009 tarihinden sonra ve 9/11/2004 tarihinden itibaren on yıllık zamanaşımı süresi içerisinde dava açabilecek durumdadır. Ancak başvurucuların bu süreden çok sonra 22/12/2016 tarihinde dava açtıkları görülmektedir. Ayrıca başvurucular zamanaşımı süresinin başlangıcı ve hesaplanmasının hatalı olduğunu ileri sürmüşlerse de bu iddialarını ortaya koyacak yeterli açıklamada da bulunmamıştır. Dolayısıyla 18/11/2009 tarihinde etkili hâle gelen hukuk yolu için bu tarihten sonra makul kabul edilebilecek dava açma süresi bulunduğu hâlde süresinde dava açmayan başvurucuların davasının zamanaşımından reddedilmesi suretiyle yüklenen külfetin orantısız olduğundan söz edilemeyecektir. Bu nedenle kamu yararı ile bireyin mahkemeye erişim hakkı arasında kurulması gereken adil dengenin başvurucular aleyhine bozulmadığı değerlendirilmiştir.

31. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının da açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

Ömer ÇINAR bu sonuca katılmamıştır.

III. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA Ömer ÇINAR'ın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

B. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA 1/10/2025 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞIOY

Başvurucu, tapu iptali ve tescil talebinin kesin hüküm ve uğranılan zararın tazmin edilmesi talebinin zamanaşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, Sayın Mahkemece yapılan değerlendirmede çoğunluk tarafından başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edilmediği sonucuna ulaşılmıştır. Aşağıda belirttiğim gerekçelerle çoğunluk görüşüne katılmıyorum. Şöyle ki;

Somut olayda davacıların maliki olduğu taşınmaz hakkında kadastro mahkemesi 8.11.2002 tarihinde taşınmazın orman vasıflı olduğu gerekçesiyle Maliye Hazinesi adına tesciline karar vermiş, bu karar kanun yolu incelemesinden geçerek 9.11.2004 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucular 16.12.2016 tarihinde tapu iptali tescil, olmadığı takdirde TMK m.1007 hükümlerine göre tazminat ödenmesi talebiyle dava açmıştır. Yerel mahkemece tapu iptali ve tescil talebi yönünden kesin hüküm nedeniyle, tazminat talebi açısından ise, on yıllık zamanaşımı süresinin 30.12.2014 tarihinde dolduğu gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş, bu karar istinaf ve temyiz incelemesinden geçerek kesinleşmiştir.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 18.11.2009 tarihli ve 2009/4-383 E., 2009/517 K. sayılı ilamında kadastro çalışmalarından kaynaklanan zarardan TMK 1007. maddesi uyarınca devletin sorumlu olduğunu kabul etmiştir. Hukuk Genel Kurulunun söz konusu kararında öncelikle, kadastro işlemlerinden doğan zararın, tapu sicilinin tutulmasından kaynaklanan zarar kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceğinin irdelenmesinde yarar olduğu belirtilmiş, kararda, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun (TMK)’nun “Sorumluluk “ kenar başlığını taşıyan 1007. maddesinde; “Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur. Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder. Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu sicilinin bulunduğu yer mahkemesinde görülür.” hükmüne yer verildiği, burada Devletin sorumluluğunun kusursuz sorumluluk olduğu, kusursuz sorumluluk tapu siciline bağlı çıkarların ve ayni hakların yanlış tescili sonucu değişmesi ya da yitirilmesi ile bu haklardan yoksun kalınması temeline dayandığı, sicillerin doğru tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden Devletin, gerçeğe aykırı ve dayanaksız kayıtlardan doğan zararları da ödemekle yükümlü olduğu, bu itibarla, kadastro görevlilerinin dayanaksız ya da gerçek hukuksal duruma uymayan kayıtlar düzenlemelerini ve taşınmazın niteliğinde yanlışlıklar yapmalarını da aynı kapsamda düşünülmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 18.11.2009 tarihli kararına kadar kadastro tespitinin hatalı yapılmasından doğan zararların TMK’nın 1007. maddesi uyarınca tazmin edilmesine yönelik içtihat mevcut değildir. Hal böyle olunca Hukuk Genel Kurulunun 2009 yılındaki söz konusu kararından çok önce kesinleşen kadastro mahkemesi kararları nedeniyle açılacak tazminat davalarında on yıllık zamanaşımı süresinin ne zaman işleme başlayacağı sorununun tartışılması gerekmektedir.

Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu Yaşar Çoban başvurusunda (Başvuru Numarası: 2014/667, Karar Tarihi: 25/7/2017, R.G. Tarih ve Sayı: 29/9/2017 – 30195) zamanaşımı dolan davalar açısından konuyu tartışmıştır. Anayasa Mahkemesinin söz konusu kararında (Yaşar Çoban başvurusu), 18/11/2009 tarihinde Hukuk Genel Kurulu içtihadı ile oluşan hukuki yol için zamanaşımı süresinin somut olayda mahkeme kararının kesinleştiği 1980 yılından itibaren işlemeye başladığı yolundaki kabulün, 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesinde öngörülen dava yolunu başvurucu açısından anlamsız hâle getirdiği,18/11/2009 tarihinden önce başvurucunun talebi yönünden etkisiz olduğu açık olan bir yolun başvurucu tarafından 1990 yılından önce tüketilmesinin beklenmesi başvurucuya aşırı bir külfet yüklenmesi sonucunu doğurduğu, Dairenin bu yorumunun, aşırı şekilci ve katı olup 18/11/2009 tarihinden önce zamanaşımı süresi dolmuş başvurularda başvurucular yönünden 4721sayılı Kanun'un 1007. maddesi kapsamındaki tazminat yolunu etkisizleştirdiği, sonradan oluşan bir hukuk yoluna ilişkin zamanaşımı süresinin kişinin bu yola başvurmasını kesin olarak imkânsız hâle getirecek bir tarihte başlayacağının kabulü, sınırlamanın istisna olduğu ilkesiyle bağdaşmadığı, başvurucunun dava açma hakkını kullanabilmesindeki bireysel yarar ile hukuki güvenlik ve istikrar ilkesinin sağlanmasındaki kamu yararı arasında dava açmanın süreye bağlanmış olmasını anlamsız kılmayacak şekilde bir denge kurulması gerektiği, bu denge kurma çabasının, on yıllık zamanaşımı süresinin bu hukuki yolun oluştuğu 18/11/2009 tarihinden itibaren yeniden işleyeme başlayacağının kabulünü zorunlu kılmadığının altı çizilmesi gerektiği, aksi takdirde zamanaşımı süresinin öngörülmesi anlamsız hâle gelecek ve kamu yararı ile bireysel yarar arasında gözetilmesi gereken denge kamu yararı aleyhine bozulmuş olacağı, önemli olan hususun, 18/11/2009 tarihinden önce zamanaşımı süresi dolmuş bulunanlar yönünden 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi kapsamında dava açılabilmesine imkân tanınmış olması gerektiği, bu durumda 18/11/2009 tarihinden önce zamanaşımı süresi dolan başvurucuların dava açabilmelerini mümkün kılacak makul bir süre öngörülmesi, kamu yararı ile bireylerin mülkiyet hakkının korunması arasında adil bir dengenin kurulabilmesi bakımından yeterli olup bu sürenin ne kadar olacağının takdirinin derece mahkemelerine ve özellikle içtihat mahkemesi konumunda olan Yargıtay’a ait olduğu belirtilmiş, sonuç olarak başvurucunun talebi yönünden 18/11/2009 tarihinde etkili hâle gelen hukuk yolunun bu tarihten önce tüketilmesi gerektiği gerekçesiyle reddedilmesi suretiyle başvurucuya yüklenen külfetin, kamu yararı ile bireyin mahkemeye erişim hakkı arasında kurulması gereken adil dengeyi başvurucu aleyhine bozduğu ve mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahaleyi orantısız kıldığı ifade edilmiştir.

Görüldüğü üzere Anayasa Mahkemesi söz konusu kararında, on yıllık zamanaşımı süresinin Yargıtay HGK kararından sonra yeniden başlamayacağı, ancak kesinleşmesinin üzerinden on yıldan fazla zaman geçtiği için zamanaşımı dolan davalar açısından yeni içtihadı işlevsel kılmak amacı ile makul bir dava açma süresinin tanınması gerektiğini ifade etmiştir. Zamanaşımının süresinin ve başlangıcının kanun ile belirlendiği nazara alındığında Anayasa Mahkemesi kararında belirtilen makul süre nasıl hesaplanacaktır? Yani, kesinleşen kadastro mahkemesi kararları üzerinden on yıldan fazla bir süre geçmiş ise, hangi hukuki gerekçe ile ve hangi tarihten itibaren ve ne kadar makul bir süre hesaplanacaktır? Bu sorular hiç şüphesiz yasal mevzuat hükümleri değerlendirilerek cevaplanmalıdır.

TMK’nın 1007. maddesinde zamanaşımı konusunda özel bir düzenleme mevcut değildir. Bu nedenle TMK m.1007 uyarınca açılacak tazminat davalarının Türk Borçlar Kanunu’nun 146. maddesi uyarınca on yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğu kabul edilmektedir. TBK’nın 149. maddesinde zamanaşımı süresinin alacağın muaccel olması halinde başlayacağı düzenlenmiştir. Kadastronun hatalı tutulması halinde mahkemece verilen tapu iptali ve tescil kararının kesinleştiği tarihte alacağın muaccel olduğu ve zamanaşımının işleyeceği kabul edilebilecek ise de yukarıda yer verilen Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2009 tarihli kararı ile kadastronun hatalı yapılması nedeniyle devletin sorumlu olduğu kabul edildiğinden ve Anayasa Mahkemesi Genel Kurulunun Yaşar Çoban başvurusunda verdiği kararda belirtildiği üzere Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 18/11/2009 tarihli içtihadından önce başvurucunun talebi yönünden etkisiz olduğu açık olan bir yolun başvurucu tarafından tüketilmesinin beklenmesi mümkün olmadığından zamanaşımı süresinin bu tarihten başlamayacağı kabul edilmelidir.

Bu durumda Türk Borçlar Kanunun 153. maddesinde düzenlenen zamanaşımı süresinin durmasına ilişkin hükümlerin somut olay açısından uygulanabilirliğini tartışmak gerekir. Söz konusu maddeye göre (TBK m.153), “Aşağıdaki durumlarda zamanaşımı işlemeye başlamaz, başlamışsa durur: …6. Alacağı, Türk mahkemelerinde ileri sürme imkânının bulunmadığı sürece”. Görüldüğü üzere, Türk Borçlar Kanunu’nun 153. maddesi alacağın Türk Mahkemelerinde ileri sürülme imkânı bulunmadığı sürece zamanaşımı süresinin işlemeyeceğini düzenlemektedir. Her ne kadar doktrinde söz konusu maddenin, alacağın Türk Mahkemelerinde dava edilmesi gereken yabancılık unsuru içeren olayları veya mahkemelerden kaynaklı sebeplerle (deprem, isyan, mücbir sebepler vb.) yargının işleyişinin durmasını kapsadığı kabul edilmekte ise de, somut olayda olduğu üzere etkili bir başvuru mekanizmasının bulunmadığı hallerde de alacağın mahkemelerden kaynaklı nedenlerle ileri sürülme imkanının bulunmadığı kabul edilerek zamanaşımının durduğu sonucuna ulaşılabilecektir.

Buna göre, 18.11.2009 tarihli Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararı öncesinde, kadastronun hatalı yapılması nedeniyle TMK m.1007 uyarınca alacağı Türk Mahkemelerinde ileri sürme imkânı bulunmadığından ve başvurucuya etkili olmayan bir hukuk yolunu tüketmesi külfeti yüklenemeyeceğinden zamanaşımı süresinin en erken 18.11.2009 tarihinde başladığı kabul edilmelidir. Kaldı ki, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun söz konusu kararından hemen sonra zarara uğradığını ileri süren kişilerin bu kararı öğrendiği ve bu konuda yerleşik mahkeme içtihatları oluştuğu sonucuna varılamayacağından zamanaşımının 18.11.2009 tarihinden başlayacağı hususu da tartışmaya açıktır. Nitekim Anayasa Mahkemesi, Yaşar Çoban başvurusunda ve birçok bireysel başvuruda Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararına rağmen zamanaşımı nedeniyle reddedilen tazminat davaları için ihlal kararı vermiştir. Buna göre, zamanaşımının 18.11.2009 tarihinden çok sonraki bir tarihte yani, TMK m.1007 uyarınca açılan tazminat davalarının Yargıtay içtihatları ile etkili bir yol olarak görülmesi halinde başlayacağı kabul edilebilecektir.

Ancak somut başvuru açısından, TMK m.1007 uyarınca tazminat davasının 16.12.2016 tarihinde açıldığı sabit olup, TBK m.153 uyarınca zamanaşımının durduğu kabul edildiğinde, on yıllık zamanaşımı süresinin 18.11.2009 tarihli Hukuk Genel Kurulu kararından itibaren hesaplanması halinde dahi zamanaşımının dolmadığı açıktır. Bu nedenlerle başvurucunun, 2016 yılında açtığı dava açısından on yıllık zamanaşımı süresi henüz dolmadığından, makul bir sürede dava açmadığı gerekçesi ile kabul edilemez kararı verilmesi isabetli değildir.

Yukarıda belirtilen nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkı ihlal edildiğinden aksi yöndeki çoğunluk görüşüne katılmıyorum.

 

 

 

 

Üye

 Ömer ÇINAR

 

 

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim İkinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Kabul Edilemezlik vd.
Künye
(Dilaver Aydın ve diğerleri [2. B.], B. No: 2021/52322, 1/10/2025, § …)
   
Başvuru Adı DİLAVER AYDIN VE DİĞERLERİ
Başvuru No 2021/52322
Başvuru Tarihi 15/11/2021
Karar Tarihi 1/10/2025

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru, tapu iptali ve tescil talebinin kesin hüküm ve uğranılan zararın tazmin edilmesi talebinin zamanaşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) Mahkemeye erişim hakkı (hukuk) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
  • pdf
  • udf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi