|
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
|
|
KARAR
|
|
|
|
AYTEN USTA BAŞVURUSU
|
|
(Başvuru Numarası: 2021/57168)
|
|
|
|
Karar Tarihi: 3/7/2025
|
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
|
|
KARAR
|
|
|
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
|
Üyeler
|
:
|
Recai AKYEL
|
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
|
|
|
Muhterem İNCE
|
|
|
|
Yılmaz AKÇİL
|
|
Raportör
|
:
|
Eren Can BENAKAY
|
|
Başvurucu
|
:
|
Ayten USTA
|
|
Vekili
|
:
|
Av. Fırat İMAT
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, tazminat davasının kanunun iptal edilen bölümüne dayanarak reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 5/11/2021 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
5. Başvurucunun eşinin idaresindeki aracın 1/3/2017 tarihinde Giresun'un Önerli köyünden Görele ilçesine seyir hâlindeyken yoldan çıkarak takla atması sonucu başvurucu ağır yaralanmıştır. Karadeniz Teknik Üniversitesi Adli Tıp Başkanlığının 22/3/2019 tarihli raporuna göre başvurucunun yüzünde zigoma kırığı oluşmuştur. Tıbbi iyileşme süresinin iki aya kadar uzayabileceği ve bu süre zarfında %100 malul sayılması gerektiği belirtilmiştir. Toplam özürlülük oranının %9 olduğu kanaatine varılmıştır.
6. Yaşanan olaya ilişkin olarak başvurucu ile eşi 23/6/2017 tarihinde ceza soruşturması kapsamında uzlaşmıştır. Raporda, uzlaşma teklifinin kabul edildiği belirtilmiştir. Başvurucunun eşinin özür dilediği ve başvurucunun uzlaşmak için başka bir talebinin olmadığı ifade edilmiştir.
7. Görele Cumhuriyet Başsavcılığı olaya ilişkin olarak 31/7/2017 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiş; kararda, şüphelinin üzerine atılı suçun 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 253. maddesi uyarınca uzlaşma kapsamında kaldığını, taraflar arasında yapılan uzlaştırma işlemleri neticesinde uzlaşmanın sağlandığını ifade edilmiştir. Bu suretle şüpheli hakkında kovuşturma yapılmasının mümkün olmadığı sonucuna varılmıştır.
8. Başvurucu, kaza yapan aracın sigorta şirketine 10/4/2019 tarihinde başvurarak uğradığı zararın karşılanmasını talep etmiştir. Sigorta şirketi 18/4/2019 tarihinde talebi reddetmiştir.
9. Başvurucu, sigorta şirketi aleyhine 19/6/2019 tarihinde tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde, yaşanan olaya ilişkin yukarıda belirtilen hususlar özetlendikten sonra yaralanma nedeniyle yatarak tedavi görüldüğünü, daha sonra bakıcı gideri ve hizmetçi masrafı yaptığını belirtmiştir. Kaza sonucunda kalıcı olarak zarar görmesi nedeniyle beden gücünde eksilme meydana geldiği ifade etmiştir. Emsal Yargıtay kararlarından bahsettikten sonra haklı davanın kabul edilmesi gerektiğini ileri sürmüştür.
10. Görele 1. Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) 2/4/2021 tarihinde davayı kısmen kabul etmiş; kararda, başvurucunun kazada cismani zarara uğrayan olması nedeniyle zararın riski üstlenen sigorta şirketinden tazmin edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Konuya ilişkin olarak bilirkişi incelemesi yaptırıldığını ve bilirkişi tarafından düzenlenen 4/12/2020 tarihli raporda talep edilebilecek tazminat tutarının asgari ücret üzerinden hesaplanmasının doğru olduğunun tespit edildiğini, başvurucunun bakıcı giderinin makul görüldüğünü ancak hizmetçi giderini kanıtlayamadığını ifade etmiştir. Ayrıca arabanın başvurucunun eşinin sevk ve idaresindeyken kazaya karışması sebebiyle hatır taşıması indirimi yapılmasının hakkaniyetli olacağını değerlendirmiştir. Bu veriler ışığında 60.041,96 TL tazminatın sigorta şirketi tarafından başvurucuya ödenmesi gerektiği sonucuna varmıştır.
11. Başvurucu, karara karşı 20/5/2021 tarihinde istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Dilekçede, iyileşme sürecinde ev işlerini yerine getiremediğinden haftada bir gün yardımcı çalıştırılması sebebiyle hizmetçi giderinin ödenmesi gerektiğini belirtmiştir. Aracın sevk ve idaresi eşinde olsa bile kendi kusuru olmaması nedeniyle hatır taşıması indirimi yapılamayacağını ifade etmiştir. Bu nedenle davanın kabul edilmesi gerektiğini ileri sürmüştür.
12. Sigorta şirketi karara karşı 23/5/2021 tarihinde istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Dilekçede, tazminat oranının yanlış hesaplandığını belirtmiştir. Geçici iş göremezlik tazminatı ile bakıcı giderinin tedavi gideri kapsamında olması nedeniyle teminat dışı olduğunu ifade etmiştir. Başvurucunun yaşanan kazada kusuru olduğunu zira emniyet kemeri takmadığını ileri sürmüştür.
13. Trabzon Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi 22/9/2021 tarihinde mahkeme kararının kaldırılmasına ve davanın reddine kesin olarak karar vermiş; kararda 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 253. maddesine göre uzlaşmanın sağlanması hâlinde soruşturma konusu suç nedeniyle tazminat davası açılamayacağı ve açılan davadan feragat edilmiş sayılacağını, uzlaşma raporunun düzenlenmesi ile birlikte başvurucunun tazminat davası açma hakkı bulunmadığını belirtmiştir. Bu nedenle davanın reddine karar verilmesi gerekirken kabulüne karar verilmesinin yerinde görülmediği belirtilmiştir.
14. Nihai karar başvurucuya 13/10/2021 tarihinde tebliğ edilmiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Mevzuat Hükümleri
15. 5271 sayılı Kanun'un 253. maddesinin (19) numaralı fıkrası şöyledir:
“Uzlaşma sonucunda şüphelinin edimini def’aten yerine getirmesi halinde, hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilir. Edimin yerine getirilmesinin ileri tarihe bırakılması, takside bağlanması veya süreklilik arzetmesi halinde, 171 inci maddedeki şartlar aranmaksızın, şüpheli hakkında kamu davasının açılmasının ertelenmesi kararı verilir. Erteleme süresince zamanaşımı işlemez. Kamu davasının açılmasının ertelenmesi kararından sonra, uzlaşmanın gereklerinin yerine getirilmemesi halinde, 171 inci maddenin dördüncü fıkrasındaki şart aranmaksızın, kamu davası açılır. [Anayasa Mahkemesinin 26/7/2023 tarihli ve E.2023/43, K.2023/141 sayılı kararı ile iptal edilmiştir.] Uzlaşmanın sağlanması halinde, uzlaşma anında tespit edilemeyen veya uzlaşmadan sonra ortaya çıkan zararlar hariç, soruşturma konusu suç nedeniyle tazminat davası açılamaz; açılmış olan davadan feragat edilmiş sayılır. Şüphelinin, edimini yerine getirmemesi halinde uzlaşma raporu veya belgesi, 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 38 inci maddesinde yazılı ilam mahiyetini haiz belgelerden sayılır."
16. Anayasa Mahkemesinin 26/7/2023 tarihli ve E.2023/43, K.2023/141 sayılı kararı ile iptal edilen bölüm şöyledir:
"Uzlaşmanın sağlanması halinde, soruşturma konusu suç nedeniyle tazminat davası açılamaz."
17. 7/11/2024 tarihli ve 7531 sayılı Kanun'un 16. maddesiyle 5271 sayılı Kanun'un 253. maddesinin (19) numaralı fıkrasının beşinci cümlesinin başına şu ibare eklenmiştir.
"Uzlaşmanın sağlanması halinde, uzlaşma anında tespit edilemeyen veya uzlaşmadan sonra ortaya çıkan zararlar hariç, soruşturma konusu suç nedeniyle tazminat davası açılamaz;"
B. Anayasa Mahkemesi Kararı
18. Anayasa Mahkemesinin 26/7/2023 tarihli ve E.2023/43, K.2023/141 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...
25. Uzlaşma sürecinde suç nedeniyle ortaya çıkan tüm sonuçların öngörülebildiği ve gerçek zararın belirlenebildiği durumlarda uzlaşan kişinin tazminat davası açamamasının anayasal bir soruna sebep olmayacağı açıktır. Zira anılan süreçte öngörülebilen ve hesaplanabilen zararlar yönünden uzlaşılması durumunda ilke olarak uyuşmazlık ortadan kalkmış olacaktır.
26. Buna göre uzlaşan kişinin tazminat davası açamamasının katlanılamayacak bir külfet olmadığından söz edebilmek için soruşturma konusu suç nedeniyle uğranılan zarar uzlaşma görüşmeleri esnasında en azından yaklaşık olarak belirlenebilmelidir. Başka bir ifadeyle gerçek zararın altında kalan bir edim karşılığında uzlaşan kişinin edimi aşan kısım yönünden tazminat davası açmaktan vazgeçmiş sayılabilmesi için uzlaşma sürecinde zararı öngörebilmesi gerekir.
27. Suç teşkil eden fiil nedeniyle uğranılan zararın uzlaşma süreci içinde bilinmesinin her durumda mümkün olmayacağı, özellikle maluliyet oranı gibi teknik bazı verilere ihtiyaç duyulan hâllerde uzlaşma süreci içinde zararın sağlıklı şekilde belirlenebilmesinin güçleşeceği açıktır. Başka bir ifadeyle taraflara uzlaşmanın sağlanmasının sonuçları hakkında bilgi verilmesi öngörülmüş ise de teknik birtakım verilerle ve ayrıntılı hesaplamalarla ortaya konulabilecek zararın uzlaşma görüşmeleri esnasında belirlenmesi mümkün olmayabilir. Buna göre ilgililerin uzlaşmanın sağlanması durumunda edimi aşan ve tazminat davasına konu edilemeyecek zarara ilişkin her durumda eksiksiz ve doğru bilgiye sahip olabilecekleri söylenemez.
28. Bu bağlamda uzlaşma görüşmeleri esnasında sağlıklı şekilde belirlenmesi güç veya öngörülmesi mümkün olmayan zararlara ilişkin açılacak davalar yönünden herhangi bir ayrım yapılmaksızın uzlaşmanın sağlanması durumunda tazminat davası açılamayacağını düzenleyen kuralla ilgililere katlanamayacakları bir külfet yüklenmiştir. Başka bir deyişle kuralda yargının iş yükünün azaltılması amacıyla mahkemeye erişim hakkına getirilen sınırlama arasında makul bir denge kurulamamıştır.
29. Bu itibarla kuralın orantılık alt ilkesi yönünden ölçülülük ilkesini ihlal ettiği sonucuna ulaşılmıştır.
30. Açıklanan nedenle kural, Anayasa’nın 13. ve 36. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
..."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
19. Anayasa Mahkemesinin 3/7/2025 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
20. Başvurucu, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından ilgili mevzuatın yanlış yorumlanarak karar verildiğini ve kararın yeterli gerekçe içermediğini belirtmiş; kararda, belirtilen kanun maddesine neden dayanıldığının açıklanmadığını, mahkeme kararında belirtilmeyen ve davanın hiçbir aşamasında ileri sürülmeyen uzlaşmanın dikkate alınarak davanın reddedilmesinin haksız ve hukuka aykırı olduğunu, savunma hakkı verilmeksizin Bölge Adliye Mahkemesince karar verildiğini belirterek silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
21. Anayasa’nın "Hak arama hürriyeti" başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
22. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Başvurucunun şikâyeti mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
23. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Müdahalenin Varlığı ve Hakkın Kapsamı
24. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine "adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni (Sözleşme) yorumlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti. [2. B.], B. No: 2014/13156, 20/4/2017, § 34).
25. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden yararlanmak da mümkün olmaz (Mohammed Aynosah [1. B.], B. No: 2013/8896, 23/2/2016, § 33). Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına geldiğini ifade etmiştir (Özkan Şen [2. B.], B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
26. Somut olayda uzlaşmanın sağlanması hâlinde soruşturma konusu suç nedeniyle tazminat davası açılamayacağı belirtilerek davanın esasının incelenmemesi nedeniyle başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik bir müdahalenin bulunduğu görülmüştür.
b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
27. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
28. Yukarıda anılan müdahale Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı takdirde Anayasa’nın 36. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe dayanma ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
i. Kanunilik
29. Somut olayda Bölge Adliye Mahkemesi, soruşturma konusu suç nedeniyle tazminat davası açılamayacağına ve açılmış dava var ise davadan feragat etmiş sayılacağına ilişkin yorumunu 5271 sayılı Kanun'un 253. maddesinin (19) numaralı fıkrasına dayandırdığından başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin kanuni dayanağının mevcut olduğu anlaşılmıştır.
ii. Meşru Amaç
30. Anayasa'nın 36. maddesinde hak arama özgürlüğü için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da Anayasa'nın başka maddelerinde yer alan kurallara dayanılarak bu hakların sınırlandırılması mümkün olabilir. Dava açma hakkının kapsamına ve kullanım koşullarına ilişkin bir kısım düzenlemenin hak arama özgürlüğünün doğasından kaynaklanan sınırları ortaya koyan ve hakkın norm alanını belirleyen kurallar olduğu açıktır. Ancak bu sınırlamalar Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olamaz (Yusuf Bilin [1. B.], B. No: 2014/14498, 26/12/2017, § 53; AYM, E.2015/96, K.2016/9, 10/2/2016, § 10).
31. Yargılama usullerinin düzenlenmesinde usul ekonomisinin gözetilmesi, bu suretle iyi adalet yönetiminin de sağlanarak kamu yararının gerçekleştirilmesi Anayasa'nın 2. maddesinde düzenlenen hukuk devleti ilkesinin gereklerinden biridir. Dolayısıyla usul ekonomisi ile iyi adalet yönetimi ilkesi gözetilerek idari işlemlerin dava konusu edilebilirliğinin belli koşullara bağlanması mümkündür (Levent Tütüncü [2. B.], B. No: 2015/3690, 18/7/2018, § 48).
32. Uzlaşmanın sağlanması hâlinde uzlaşma anında tespit edilemeyen veya uzlaşmadan sonra ortaya çıkan zararlar hariç olmak üzere uzlaşan kişinin tazminat davası açamamasının, en genel ifadeyle yargının iş yükünün azaltılması ve nihayetinde yargılamanın usul ekonomisi gözetilerek makul sürede bitirilmesinin sağlanması şeklinde meşru bir amacı bulunmaktadır.
iii. Ölçülülük
(1) Genel İlkeler
33. Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden biri olan ölçülülük, hukuk devleti ilkesinden doğmaktadır. Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması istisnai bir yetki olduğundan bu yetki ancak durumun gerektirdiği ölçüde kullanılması koşuluyla haklı bir temele oturabilir. Bireylerin hak ve özgürlüklerinin somut koşulların gerektirdiğinden daha fazla sınırlandırılması kamu otoritelerine tanınan yetkinin aşılması anlamına geleceğinden hukuk devletiyle bağdaşmaz (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014).
34. Ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2013/66, K.2014/19, 29/1/2014; E.2016/16, K.2016/37, 5/5/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri [1. B.], B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).
35. Mahkemeye erişim hakkının sınırlanması için seçilen aracın öngörülen amaca ulaşılabilmesi bakımından elverişli olması gerekir. Ayrıca seçilen araç bu hakkı en az zedeleyici nitelikte bulunmalıdır. Bununla birlikte hakkı daha az zedeleyen aracın tercih edilmesi gerektiğinin söylenebilmesi için söz konusu araç aynı amacı gerçekleştirmeye elverişli olmalıdır. Daha hafif sınırlama teşkil eden aracın tercih edilmesi hâlinde öngörülen amaç gerçekleşmeyecek ise daha ağır müdahale oluşturan aracın seçimi hususundaki tercih, Anayasa’ya aykırı olmaz. Bunun dışında hangi müdahale aracının tercih edileceği hususunda kamu otoritelerinin belli ölçüde takdir yetkisi vardır (Mustafa Berberoğlu [2. B.], B. No: 2015/3324, 26/2/2020, § 48).
36. Öte yandan mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahaleler orantılı olmalıdır. Orantılılık, amaç ile araç arasında adil bir denge kurulmasını gerektirmektedir. Buna göre mahkemeye erişim hakkına getirilen sınırlamayla ulaşılmak istenen meşru amaç ve başvurucunun mahkemeye erişim hakkından yararlanmasındaki bireysel yarar arasında makul bir orantı kurulmalıdır. Hedeflenen amaca ulaşıldığında elde edilecek kamusal yararla kıyaslandığında sınırlama ile kişiye yüklenen külfetin aşırı ve orantısız olmaması gerekir (Mustafa Berberoğlu, § 49).
(2) İlkelerin Olaya Uygulanması
37. Somut olayda başvurucu, yaşadığı trafik kazasında uğradığı zararın karşılanması amacıyla sigorta şirketine başvurmuştur. Sigorta şirketi tarafından talebinin reddedilmesi üzerine dava açmıştır. Mahkeme, davayı kısmen kabul etmiştir. Başvurucunun cismani zarara uğraması nedeniyle sigorta şirketinin sorumlu olduğunu belirterek bilirkişi incelemesi sonucunda tespit edilen tazminat oranının sigorta şirketi tarafından ödenmesine karar vermiştir. Başvurucu, karşılanmayan alacaklarının ödenmesi gerektiğini belirterek istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Sigorta şirketi de başvurucunun yaşanan olayda kusurunun bulunduğunu ve ödenecek tutarın yanlış hesaplandığını belirterek istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Bölge Adliye Mahkemesi, mahkeme kararını kaldırmış ve davayı kesin olarak reddetmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi başvurucu ile kazada sorumlu olan kişinin uzlaştığını belirtmiştir. 5271 sayılı Kanun'un 253. maddesinin (19) numaralı fıkrası uyarınca uzlaşma sağlanması hâlinde soruşturma konusu suç nedeniyle tazminat davası açılamayacağı, açılmış dava var ise davadan feragat etmiş sayılacağı anlaşılacağından davanın reddine karar vermek gerektiğini ifade etmiştir.
38. Ölçülülük incelemesi yönünden uzlaşma sağlanması hâlinde soruşturma konusu suç nedeniyle tazminat davası açılamamasının, açılmış dava var ise davadan feragat edilmiş sayılmasının yargının iş yükünün hafifletilmesine katkıda bulunacağı, dolayısıyla yargının iş yükünün hafifletilmesi amacına ulaşma bakımından müdahalenin elverişli ve gerekli olmadığı söylenemez.
39. Bununla birlikte müdahalenin ölçülü olabilmesi için bu aracın son çare olması, diğer bir ifadeyle başvurucunun haklarını en az zedeleyen bir araç olması gerekir. Bölge Adliye Mahkemesinin karar verdiği tarihte yürürlükte olan ve kararda gerekçe olarak gösterilen 5271 sayılı Kanun'un 253. maddesinin (19) numaralı fıkrasının Anayasa Mahkemesince iptal edilmeden önceki bölümüne göre tarafların ceza soruşturmasına konu suç hakkında uzlaşma sağlamaları hâlinde suç nedeniyle zarara uğrayan kişilerin maddi ve manevi tazminat talebiyle yargı mercilerine başvurmaları mümkün görünmemektedir. Bu itibarla uzlaşmanın sağlanması hâlinde ilgililerin soruşturma konusu suç nedeniyle uğradıkları zararın tazmini talebiyle yargı mercilerine başvurulabilmesine imkân tanımayan bu bölüm, mahkemeye erişim hakkını sınırlamaktadır.
40. Anayasa Mahkemesi 26/7/2023 tarihli kararında, ceza soruşturması kapsamında uzlaşmanın sağlanması hâlinde tazminat davası açılamamasının yargının iş yükünün hafifletilmesine katkıda bulunacağını, kuralın yargının iş yükünün hafifletilmesi amacına ulaşma bakımından elverişli ve gerekli olmadığının söylenemeyeceğini belirtmiştir. Uzlaşma teklifinde bulunulması hâlinde kişiye uzlaşmanın mahiyeti ve uzlaşmayı kabul etmesinin veya reddetmesinin hukuki sonuçlarının anlatılacak olması nedeniyle kişinin tazminat davası açamayacağının bilincinde olmadan uzlaşması ihtimalinin önüne geçebilecek önemli bir güvencenin bulunduğunu ifade etmiştir (AYM, E.2023/43, K.2023/141, 26/07/2023, §§ 22, 23).
41. Aynı kararda, uzlaşma sürecinde suç nedeniyle ortaya çıkan tüm sonuçların öngörülebildiği ve gerçek zararın belirlenebildiği durumlarda uzlaşan kişinin tazminat davası açamamasının anayasal bir soruna sebep olmayacağı belirtilmiştir. Uzlaşan kişinin tazminat davası açamamasının katlanılamayacak bir külfet olmadığından söz edebilmek için soruşturma konusu suç nedeniyle uğranılan zararın uzlaşma görüşmeleri esnasında en azından yaklaşık olarak belirlenebilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Ancak uzlaşmanın sağlanması durumunda edimi aşan ve tazminat davasına konu edilemeyecek zarara ilişkin her durumda eksiksiz ve doğru bilgiye sahip olabileceklerinin söylenemeyeceği kararda vurgulanmıştır. Bu sebeple uzlaşma görüşmeleri esnasında sağlıklı şekilde belirlenmesi güç veya öngörülmesi mümkün olmayan zararlara ilişkin olarak açılacak davalar yönünden herhangi bir ayrım yapılmaksızın uzlaşmanın sağlanması durumunda tazminat davası açılamayacağını düzenleyen kuralın ilgililere katlanamayacakları bir külfet yüklediği sonucuna varılmış ve kural iptal edilmiştir.
42. Bunun üzerine 7531 sayılı Kanun ile 5271 sayılı Kanun'un 253. maddesinin (19) numaralı fıkrasının beşinci cümlesine "Uzlaşmanın sağlanması halinde, uzlaşma anında tespit edilemeyen veya uzlaşmadan sonra ortaya çıkan zararlar hariç, soruşturma konusu suç nedeniyle tazminat davası açılamaz." ibaresi eklenmiştir.
43. Belirtilen düzenleme ile uzlaşma anında tespit edilemeyen veya uzlaşmadan sonra ortaya çıkan zararlar hariç tutularak uzlaşmanın sağlanması hâlinde soruşturma konusu suç nedeniyle tazminat davası açılamayacağı ifade edilmiştir. Söz konusu hüküm gereği uzlaşma anında ilk başta tespit edilemeyen, daha sonra kullanılacak argümanlar ile ortaya çıkabilecek zararlar dava açılamayacak alandan çıkarılmıştır.
44. Somut olayda başvurucu, uzlaştıktan sonra uğradığı zarara yönelik dava açmıştır. Mahkeme bilirkişi incelemesi yaptırdıktan sonra başvurucunun uğradığı zararın ne kadar olduğunu tespit etmiştir. Başvurucunun bilirkişi incelemesi sonucunda tespit edilen zararı, uzlaşma sırasında bilebilecek konumda olduğu söylenemez. Başka bir deyişle başvurucunun ne kadar zarara uğradığı uzlaşmadan sonra teknik birtakım verilerle ve ayrıntılı hesaplamalarla ortaya konulabilmiştir.
45. Diğer taraftan ceza soruşturmasında gerçekleşen uzlaşmadan sonra açılan tazminat davasında uzlaşmanın tarafı olmayan ve sözleşme hukuku kapsamında hukuki sorumluluğu bulunan sigorta şirketi aleyhine açılan davanın esası incelenmeksizin ret ile sonuçlandırılmıştır.
46. Bu bağlamda söz konusu zararın henüz tam olarak tespit edilmediği bir aşamada gerçekleştirilen ceza soruşturmasındaki uzlaşma nedeniyle başvurucunun açtığı davanın esasının incelenmeksizin reddedilmesi suretiyle başvurucuya ağır bir külfet yüklendiği değerlendirilmiştir. Öte yandan uzlaşma aşamasında yer almayan sigorta şirketinin sözleşme hukuku kapsamında sorumlu olup olmadığı hususunun değerlendirilmediği de vurgulanmalıdır. Bu itibarla başvurucunun katlanmak zorunda kaldığı külfetin hedeflenen meşru amaçla orantısız olduğu, dolayısıyla müdahalenin ölçülü olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
47. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
VI. GİDERİM
48. Başvurucu; ihlalin tespiti, yeniden yargılama yapılması ile 77.599,03 TL maddi ve 10.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
49. Başvuruda tespit edilen anayasal hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar ve zorunluluk bulunmaktadır. Anayasa'nın 148. ve 153. maddeleri ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. ve 66. maddeleri uyarınca ihlal kararının gönderildiği yargı mercilerinin yapması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatıp Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirtilen ilkelere ve gerekçelere uygun biçimde yürütülecek yargılama sonunda hak ihlalinin nedenlerini gidererek yeni bir karar vermektir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2) [1. B.], B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).
50. Öte yandan hak ihlali kararından Anayasa Mahkemesinin davanın sonucuyla ilgili olarak bir tutum sergilediği sonucu çıkarılmamalıdır.Anayasa Mahkemesince verilen hak ihlali kararı uyuşmazlığın sonuçlarından bağımsız olup davanın kabulüne, reddine ya da beraate veya mahkûmiyete karar verilmesi gerektiği anlamına gelmemektedir. Kural olarak yargılamanın her aşamasında olduğu gibi ihlalin sonuçlarını gidermek üzere yeniden yapılacak yargılama sonunda da delillerin davayla ilişkisini kurma ve bunları değerlendirip sonuç çıkarma yetkisi ilgili mahkemelere aittir.
51. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasının yeterli giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
VII. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Trabzon Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesine (E.2021/1039, K.2021/1201) iletilmek üzere Görele 1. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2019/238, K.2021/345) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 487,60 TL harç ve 30.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 30.487,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 3/7/2025 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.