GİZLİLİK TALEBİ KABUL
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Recai AKYEL
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
|
|
İrfan FİDAN
|
|
|
Yılmaz AKÇİL
|
Raportör
|
:
|
İsmail ŞAHİN
|
Başvurucular
|
:
|
1.E.Ş.
|
|
|
2.G.Ş.
|
|
|
3.Ö.E.Ş.
|
Vekili
|
:
|
Av. Esra DENİZ
|
I. BAŞVURUNUN ÖZETİ
1. Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
2. Tıbbi müdahaleye maruz kalan ikinci başvurucu birinci başvurucunun eşi, üçüncü başvurucunun babasıdır. İkinci başvurucu 2008 yılının Mart ayında Bakırköy Devlet Hastanesi Nöroşirüji bölümüne sol kolunda uyuşma ve sırt bölgesinde sürekli ağrı şikâyetiyle başvurmuştur. Muayenesini gerçekleştiren doktor M.D.nin önerisiyle 26/3/2008 tarihinde özel bir hastanede boyun fıtığı ameliyatı olmuş ve ertesi gün taburcu edilmiştir. Başvurucunun ameliyat sonrası dengesizlik, uyuşma ve idrar/dışkı tutamama şikâyeti ile farklı bir özel hastaneye müracaatı üzerine farklı tarihlerde üç MR çekilmiştir.
3. İkinci başvurucu, tıbbi müdahale nedeniyle uğradığı maddi zararların tazmini talebiyle hastane ve tıbbi müdahaleyi gerçekleştiren doktora karşı Bakırköy 5. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) 4/11/2009 tarihinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde ikinci başvurucu; MR sonuçlarını incelettiği doktorların kendisine ameliyat nedeniyle omurilik sinirlerinin kalıcı olarak hasar gördüğünü söylediğini, ameliyatına doktor M.D.nin girdiğini ancak ameliyat sonrası belgelerde aynı hastanede çalışan tanımadığı bir doktorun imzasının yer aldığını ifade etmiştir. Anılan dava başvurucular tarafından Bakırköy 1. Asliye Ticaret Mahkemesinde açılan manevi tazminat ve destekten yoksun kalma tazminatı talepli davayla birleştirilerek görülmüştür.
4. Yargılama sürecinde düzenlenen ATK 2. İhtisas Dairesinin 4/11/2013 tarihli raporunda; fıtıklaşmış diskin çıkartılması ve disk protezi konulma ameliyatının tıbbi normlara uygun olduğu belirtilmiştir. Raporda; kişide herhangi bir sinir hasarı tespit edilmediği, omurga ameliyatlarından sonra ağrının devam etmesinin beklenebilir bir yakınma olduğu, ilgili doktora atfı kabil bir kusur tespit edilmediği ifade edilmiştir.
5. Başvurucular anılan rapora itiraz dilekçelerinde; Mahkemece başvurucunun geçici veya kalıcı iş göremezlik durumunun tespiti amacıyla rapor düzenlenmesi talep edildiği hâlde ATK raporunda davalı doktorun ve hastanenin kusuru yönünden rapor tanzim edildiği belirtilmiştir. Ameliyata doktor M.D.nin katıldığı ancak ameliyat sonrası belgelerde doktor A.Ç.nin imzasının bulunmasının bile tek başına kusur tespiti için yeterli olduğu vurgulanmıştır. Ameliyat sonrası ikinci başvurucunun tamamen iyileşmediği bu durumun çıplak gözle dahi görülebildiği ifade edilmiştir. Sonuç olarak Mahkemeden ikinci başvurucunun ameliyat sonrası yaşadığı maluliyet ve iş göremezlik kaybının tespiti için Üniversite Hastanesine sevki ile maluliyet ve iş göremezlik oranının tespitinin yapılması talebinde bulunulmuştur.
6. Mahkeme ikinci başvurucuyu İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesine (Üniversite) sevk etmiş, Nöroloji ve Radyoloji Ana Bilim Dallarınca ikinci başvurucunun muayenesi yapılmıştır. Üniversitenin 9/9/2014 tarihli heyet raporunda; ameliyat sonrası erken dönem yakınmaların ameliyattan önce hastanın bilgilendirildiği şekilde gerçekleşebilecek komplikasyonlar olduğu ifade edilmiştir. Ameliyattan 6.5 ay sonra ileri sürülen geç dönem yakınmaların (idrar/dışkı tutamama) gelişim zamanı itibarıyla ameliyat komplikasyonuyla uyumsuz olduğu belirtilmiştir. Raporda, hastada işlevsel kayıp olmadığı sonucuna varılmıştır.
7. Bu rapora karşı da 29/9/2014 tarihinde itiraz edilmiştir. İtiraz dilekçesinde; başvurucunun muayenesi yapılmadan rapor hazırlandığı ve raporda geç dönem yakınmalarının sebeplerinin açıklanmadığı belirtilmiştir. Gerçekleştirilen ameliyatta ikinci başvurucuya disk protezi takma işleminin zaruret teşkil edip etmediğinin raporda incelenmediği belirtilmiş ve ATK raporuna itiraz dilekçesinde ileri sürülen hususlar da tekrar edilerek bilirkişiden eksik olarak belirtilen hususlarda ek rapor aldırılması talep edilmiştir.
8. Mahkeme, bilirkişi raporlarına atıfla ameliyatı gerçekleştiren doktora atfı kabil bir kusur tespit edilemediği gerekçesiyle 18/12/2014 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararda başkaca bir gerekçeye yer verilmemiştir.
9. Başvurucular, anılan karara karşı temyiz başvurusunda bulunmuştur. Temyiz dilekçesinde; bilirkişi raporlarını kabul etmediklerini, ameliyattan sonra doktorun ikinci başvurucuya altı ay iş göremez raporu verdiğini, tek başına bu durumun dahi ameliyatta bir kusur olduğunu gösterdiğini ve doktorun hafif kusurundan dahi sorumlu tutulması gerektiğini, ikinci başvurucunun hâlen belden aşağısında uyuşmalar yaşadığını, iyileşme umuduyla ameliyat olurken adeta sakat kaldığını ileri sürmüştür. Başvurucular; medyada medikal malzeme takılması gerekli olmayan hastalara dahi malzeme takıldığına ilişkin haberler çıktığını, ikinci başvurucunun hiçbir tedavi yöntemi denenmeden derhâl ameliyata alınmasının davalıların kusuruna karine oluşturduğunu, ameliyattan sonra MR sonucunu gösterdikleri farklı bir doktorun ikinci başvurucunun sinirlerinin bir parmak inceldiğini söylediğini belirtmiştir. Başvurucular ayrıca M.D. hakkında görevi kötüye kullanma suçundan ceza yargılaması yürütülmesine rağmen bu durumun Mahkemece dikkate alınmadığını ileri sürmüştür.
10. Yargıtay 13. Hukuk Dairesi (Yargıtay) öncelikle 7/2/2017 tarihinde ceza yargılamasına ilişkin dosyanın celbinin gerekmesi sebebiyle ilgili dosyanın Mahkemesine geri çevrilmesine karar vermiştir. Ceza yargılaması dosyası celp edildikten sonra Yargıtay 4/4/2017 tarihinde ise anılan kararın bozulmasına karar vermiştir. Kararda; doktorun vekâlet sözleşmesinden doğan özen borcu çerçevesinde hastanın zarar görmemesi için gereken bütün önlemleri almakla yükümlü olduğuna dikkat çekilmiştir. Bu kapsamda Mahkemece alınan raporların yeterli olmadığı belirtilmiş, üniversite öğretim üyelerinden oluşan heyet raporu alınmak suretiyle somut olayda disk takılmasının gerekli olup olmadığı, ameliyat sonrasında oluşan hasarın neye bağlı olarak gerçekleştiği ve bu konuda gerekli tıbbi müdahalenin yapılıp yapılmadığı hususlarının aydınlatılması gerektiği ifade edilmiştir.
11. Mahkemece Yargıtayın bozma kararı sonrasında görevlendirilen üniversite öğretim üyelerinden oluşan üç kişilik heyet tarafından 4/6/2018 tarihli rapor düzenlenmiştir. Anılan raporda; ileride oluşabilecek deformasyonları önlemek üzere diskektomi yapılan mesafeye kafes ya da protez yerleştirilmesinin beyin cerrahisi pratiğinde uzun yıllar kabul gören bir işlem olduğu belirtilmiştir. Hastanın ameliyat öncesi ve sonrası nörolojik muayene bulguları karşılaştırıldığında ameliyat sonrasında sol kısımda daha belirgin olmak üzere alt extremitelerde motor gücü ve derin duyu kaybının olduğu ifade edilmiştir. Ameliyat öncesi görüntülerde mevcut olmayıp ameliyat sonrası çekilen MR'da omurilikte gözlenen lezyonun ameliyat sırasında diskektomi ya da disk protezi yerleştirilmesi sırasında meydana gelen bir travmadan kaynaklanmış olmasının muhtemel olduğu belirtilmiştir. Bununla birlikte omurilikte meydana gelen travmanın servikal omurga ameliyatlarında öngörülebilen ancak önlenemeyen bir komplikasyon olduğuna işaret edilmiştir. Hastaya ameliyat öncesi, ameliyat sırası ve sonrasında gerekli tüm tıbbi müdahalenin yapıldığı, M.D.ye ve hastaneye atfı kabil bir kusur bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
12. Mahkeme, ameliyat evrakları incelenmek sureti ile ameliyatın kimler tarafından yapıldığının tespiti ile ikinci başvurucuya protez takılmasının zorunlu olup olmadığı veevraklarda bir doktor imzasının bulunmasının yeterli olup olmadığı hususunda bilirkişi heyetinden ek rapor talep etmiştir. 12/11/2018 tarihli ek raporda; ikinci başvurucuya protez takılmasının zorunluluk olmadığı ancak güncel nöroşirürji uygulamalarında fıtıklaşan diskin çıkartıldığı (diskektomi olarak tanımlanan işlem) alana kafes ya da protez yerleştirilmesinin genel kabul görmesi sebebiyle bir gereklilik olduğu ifade edilmiştir. Raporda ayrıca başvurucuya ait hastane kayıtlarında müdavi hekim olarak A.Ç. yazıldığı ve ikinci başvurucu tarafından imzalanmış olan girişim ve ameliyat muvafakat belgesinin de hekim olarak A.Ç. adına düzenlendiği ancak belgelerde herhangi bir doktor adı, kaşesi ya da imzası bulunmadığı belirtilmiştir. Bununla birlikte ameliyat bir ekip tarafından gerçekleştirildiğinden dolayı sorumluluğun da paylaşıldığı ve ekibe dâhil olan diğer hekimin müdavi olarak kaydedilmesinin mümkün olduğu da vurgulanmıştır.
13. Başvurucular; ek rapora karşı sundukları itiraz dilekçesinde, başvurucuya protez takılmasının gereklilik unsurunu taşıyıp taşımadığının raporda incelenmediğini, yalnızca genel uygulamadan bahsedildiğini, doktor M.D. ile A.Ç.nin İstanbul 19. Ağır Ceza Mahkemesi 2011/18 Esas sayılı dosyasında yargılandıklarını belirtmiştir. Ameliyat bir ekiple gerçekleştirilmiş olsa dahi kamuda görev yapan doktorun özel hastanede hizmet veremeyeceği, hastane kayıtlarındaki belgelerde herhangi bir imza ya da kaşe bulunmadığının tespit edilmesinin kusur teşkil edeceği belirtilerek yeniden bir bilirkişiden rapor aldırılması talep edilmiştir.
14. Mahkemece ayrıca Bakırköy Devlet Hastanesinemüzekkere yazılarak M.D.nin özel hastanede çalışma yetkisinin olup olmadığı hususunda bilgi istenmiştir. Mahkemeye gönderilen cevabi yazıda M.D.nin özel hastanelerde part-time olarak çalışma ve ameliyat yapma yetkisine sahip olduğu bildirilmiştir.
15. Mahkemece 21/11/2019 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; bilirkişi raporları kapsamında M.D. tarafından doğru teşhis ve tedavi yönteminin izlenmiş olduğunun anlaşıldığı, ameliyat sonrasında MR görüntülerinde tespit edilen bulguların ameliyat sonrasında gelişebilen ve öngörülemeyen durumlar olduğu belirtilerek ilgili M.D.ye ve özel hastaneye atfı kabil bir kusur bulunmadığı ifade edilmiştir.
16. Başvurucular, anılan karara karşı Yargıtaya temyiz başvurusunda bulunmuştur. Temyiz dilekçesinde; önceki iddialarının yanı sıra M.D.nin ameliyattan önce olası riskler, disk takılmasının neden gerekli olduğu, alternatif tedavi yöntemleri, ameliyat olmamanın doğurabileceği sakıncalar hususunda bilgi vermediğini, alelacele ameliyata yönlendirdiğini, aydınlatma yükümlülüğünü yerine getirmediğini ileri sürmüştür. Başvurucular bu kapsamda matbu bir onam formunun aydınlatılmış onam yerine geçemeyeceğine dikkat çekmiştir. M.D.nin 3500 avro değerindeki disk bedelini SGK'dan alabilmek için gerek olmadığı hâlde ikinci başvurucuya disk taktığını ve hatalı uygulama sonucunda ikinci başvurucunun sağlığının bozulmasına yol açtığını ileri sürmüştür. Ayrıca M.D.nin de içinde bulunduğu devlet hastanelerinde çalışan bir kısım doktor hakkında özel hastanede komisyonla ameliyat yaptıkları ve gerekli olmadığı hâlde ameliyatlarda fazla malzeme kullanıp komisyon aldıklarına ilişkin iddialara istinaden kamuoyuna "Altın Omurga Operasyonu" olarak yansıyan ceza davasının açıldığını beyan etmiştir.
17. Anılan karar usul ve kanuna uygun olduğu gerekçesiyle Yargıtayca 18/10/2021 tarihinde onanmıştır.
18. Başvurucular, nihai kararı 10/11/2021 tarihinde öğrenmiş ve 10/12/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
19. Komisyonca başvurucunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
20. Ayrıca ikinci başvurucunun ameliyatını gerçekleştiren doktor M.D. ve bir kısım diğer doktorlar hakkında hastalarına gereksiz endoprotez kullanarak kurumu zarara uğrattıkları, SGK'lı hastaları cerrahi operasyon amacıyla özel hastaneye yönlendirdikleri, bu sayede ameliyatlarda kullanılacak malzemeleri devlet hastanelerindeki ihale şartından dolayı özel hastanede istedikleri medikal firmasından temin edebildikleri iddialarıyla dolandırıcılık, görevi kötüye kullanma ve resmî belgede sahtecilik suçlarından açılan kamu davası sonucunda İstanbul 19. Ağır Ceza Mahkemesinin 2011/18 E. sayılı dosyasında 1/3/2016 tarihinde M.D. ve A.Ç.nin beraatlerine karar verilmiştir. Karar temyiz aşamasındadır.
II. DEĞERLENDİRME
A. Maddi ve Manevi Varlığın Korunması ve Geliştirilmesi Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
21. Başvurucular; gerekli olmadığı hâlde protez disk takıldığını, M.D.nin disk takılacağı konusunda bilgi vermediğini, aydınlatma yükümlülüğünü yerine getirmediğini ileri sürmüştür. Ayrıca ameliyata M.D. bizzat girdiği hâlde ameliyat sonrası belgelerde farklı bir doktorun imzasının yer aldığını belirtmiştir. İkinci başvurucu ameliyattan önce böyle bir sorunu yokken ameliyat sonrasında yürümekte zorlandığını ve denge kaybı yaşadığını, sağlık hakkının ihlal edildiğini beyan etmiştir. Başvurucular M.D.nin sanık olarak yargılandığı medyaya "Altın Omurga Operasyonu" olarak yansıyan ceza davası dosyasının Mahkemece dikkate alınmadığına işaret etmiştir. Ayrıca Yargıtayın temyiz itirazlarının hiçbirini değerlendirmeden verdiği onama kararının gerekçeli karar hakkını ihlal ettiğini iddia etmiştir.
22. Adalet Bakanlığı (Bakanlık) görüşünde, başvuru konusu olaya ilişkin Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarına yer verildikten sonra başvurucuların maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edilip edilmediği konusunda yapılacak incelemede Anayasa ve ilgili mevzuat hükümleri ile somut olayın kendine özgü koşullarının dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamışlardır.
23. Başvurunun Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını korunması ve geliştirilmesi hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
24. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
25. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, esas olarak bireylerin maddi ve manevi varlığına karşı devlet tarafından yapılabilecek keyfî müdahalelerin önlenmesidir. Bunun yanı sıra devletin tıbbi müdahaleler nedeniyle kişilerin maddi ve manevi varlığını etkili olarak koruma ve maddi ve manevi varlığına saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de bulunmaktadır (Ahmet Acartürk [2. B.], B.No: 2013/2084, 15/10/2015, § 49). Bu kapsamda anılan Anayasa hükmü ile kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğü gerek kamusal yetkilerle donatılmış kişilerin gerekse özel kişilerin müdahalelerine karşı güvence altına alınmıştır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri [2. B.], B.No: 2012/752, 17/9/2013, §§ 50, 51; Özkan Şen [2. B.], B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 40). Anayasa’nın 56. maddesi belirtildiği üzere anılan pozitif yükümlülük, sağlık alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır (İlker Başer ve diğerleri [1. B.], B. No: 2013/1943, 9/9/2015, § 44).
26. Devlet, bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlıklarını koruma hakkı kapsamında -ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini hastaların yaşamları ile maddi ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Nail Artuç [1. B.], B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 35; Ahmet Acartürk, § 51). Bununla birlikte sağlık personeli, mesleğini de yerine getirirken özen yükümlülüğü kapsamındarisklerin gerçekleşmesini önlemeye ilişkin olarak elindeki tüm imkânları kullanmak mecburiyetindedir. Buna göre riskleri mümkünse önleyici, değilse asgariye indirici şekilde davranmaları, buna rağmen riskler doğduğunda yapacakları müdahaleyle zarar veya tehlike neticesini mümkün olduğunca ortadan kaldırmaları gerekmektedir (Eliçe Aydın ve diğerleri [2. B.], B.No: 2015/5228, 20/3/2019, § 54). Anayasa Mahkemesi ise Anayasa'nın anılan maddeleri kapsamında devlete düşen pozitif yükümlülüklerin somut olay bağlamında yerine getirilip getirilmediğini denetlemek durumundadır (Tevfik Gayretli [2. B.], B. No: 2014/18266, 25/1/2018, § 36).
27. Bu bağlamda maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat davalarının makul derecede dikkatli ve özenli inceleme şartını yerine getirmesi gerekmektedir. (Yasin Çıldır [2. B.], B. No: 2013/8147, 14/4/2016, § 57; Tevfik Gayretli, § 32). Diğer taraftan belirtmek gerekir ki olayların oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi öncelikle idari ve yargısal makamların ödevidir. Aynı şekilde başvuru dosyasında bulunan tıbbi bilgi ve belgelerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında fikir yürütmek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir (Mehmet Çolakoğlu [1. B.], B.No: 2014/15355, 21/2/2018). Ancak derece mahkemelerinin gerekçeleri, tarafların kanun yoluna başvuru imkânını etkili şekilde kullanabilmesini sağlayacak surette ayrıntılı olarak ortaya konulmalı; ulaşılan sonuçlar yeterli açıklıktaki bilimsel görüş ve raporlar gibi somut, nesnel verilere dayandırılmalıdır (Murat Atılgan [1. B.], B.No: 2013/9047, 7/5/2015, § 45).
28. Bununla birlikte ilgili mevzuata göre istisnai hâller dışında tıbbi müdahale, müdahaleye maruz kalacak kişinin bilgilendirilip rızası alındıktan sonra yapılabilir. Ancak yaş küçüklüğü veya ayırt etme gücüne sahip olmayanlar ile hastanın bilincinin kapalı olması veya acil müdahale gerektirmesi gibi zorunlu hâllerde yasal temsilcisinin izni alınabilir. Rızanın geçerliliği bakımından kişinin öncelikle neye rıza gösterdiğini bilmesi gerekir ki bu da ancak hastanın somut olaya uygun yeterli bilgilendirmesi ile mümkün olabilir Ayrıca hukuka uygun rızanın varlığından söz edilebilmesi için kendisine uygulanacak tıbbi işlemleri, bunların faydaları ve muhtemel sakıncaları, alternatif tıbbi müdahale usulleri, tedavinin kabul edilmemesi hâlinde ortaya çıkabilecek muhtemel sonuçları, hastalığın seyri ve neticeleri konusunda hastanın bilgilendirilmiş olması gerekir. Bunun yanı sıra yapılan bilgilendirme ile tıbbi müdahale arasında hastanın sağlıklı bir kanaate varmasını sağlayacak kadar uygun bir zaman aralığı bırakılmış olmalıdır. Bu bağlamda hasta veya temsilcisinin (veli-vasi) somut olaya uygun şekilde bilgilendirilerek rızalarının alındığını ispat yükümlülüğünün de hastane ve tıbbi müdahaleyi yapan doktorda olduğu vurgulanmalıdır (Ahmet Acartürk, § 56, Fındık Kılıçaslan [1. B.], B. No: 2015/97, 11/10/2018, §§ 49, 50; Sultan Bulut ve diğerleri [1. B.], B. No: 2017/37430, 20/10/2021 §§ 55, 56).
29. Ayrıca hastanın ya da temsilcisinin sözlü ya da yazılı rıza göstermesinin tek başına tıbbi müdahaleyi hukuka uygun hâle getirmeyeceği, bu rızanın aydınlatılmış iradeye dayanması gerektiği vurgulanmalıdır. Bu bağlamda yargı makamlarının öncelikle hastanın veya istisnai durumların varlığı hâlinde veli ya da vasinin olayın koşullarına göre yazılı veya sözlü olarak yeterli bir şekilde bilgilendirilerek rızalarının alınıp alınmadığını tespit etmesi devletin pozitif yükümlülüğünün gereği olduğu söylenebilir (Benzer yönde değerlendirme için bkz. Sultan Bulut ve diğerleri § 57).
30. Başvurucuların olaya dair şikâyetlerinin özü; ikinci başvurucunun hatalı tıbbi uygulama sonucunda denge, yürüme, belden aşağısında uyuşma problemleri yaşadığına ve ameliyatın olası riskleri hakkında bilgilendirme yapılmadığına ilişkindir.
31. Somut olayda Mahkemece konusunda uzman öğretim üyelerinden oluşan iki farklı bilirkişi heyetinden ayrıca ATK'dan olmak üzere üç ayrı rapor alındığı görülmüştür. Her üç raporda da ikinci başvurucuda gelişen şikâyetlerin yapılan ameliyatın komplikasyonu olduğu, ameliyat kararı, ameliyatın yapılışı ve sonrasındaki tedavilerin tıp kurallarına uygun olduğu yönünde görüş bildirildiği anlaşılmaktadır.
32. Yargılama makamlarınca olayda doktorun ve hastanenin kusurunun bulunmadığı yönünde görüş bildiren bilirkişi raporlarına dayanarak davanın reddine karar verilmiştir. Buna göre yapılan yargılamada ve bilirkişi raporlarında yeterli somut bulgu ve tespitlere yer verilerek başvurucuların iddialarının bu yönüyle ayrıntılı biçimde tartışıldığı ve karşılandığı söylenebilir.
33. İkinci başvurucunun söz konusu tıbbi müdahaleden önce protez disk takılacağı konusunda bilgi verilmediği ve bu kapsamda müdahale için rızasının gerektiği şekilde alınmadığına ilişkin bir şikâyeti de bulunmaktadır. Buna karşın yargılama safhasında alınan bilirkişi raporlarında ikinci başvurucuya ameliyat öncesinde planlanan ameliyatın anlatıldığı, ameliyatın riskleri ve olası yan etkileri konusunda bilgilendirme yapıldığı ve onam formunun ikinci başvurucu tarafından imzalandığı belirtilmiştir. Bunun yanında bireysel başvuru formundan operasyon öncesinde ikinci başvurucunun ameliyatta disk takılacağı konusunda bilgi sahibi olduğu da anlaşılmaktadır. Mahkemenin davanın reddine karar verdiği ilk yargılama sürecinde başvurucuların bu yönde iddialarının bulunmadığı, nitekim kararın temyizi aşamasında da bu yönde beyanda bulunmadıkları görülmüştür. Bununla birlikte Yargıtay bozma kararı üzerine yapılan yargılama sonunda davanın reddine karar verilmesiyle başvurucular tarafından bu iddianın ilk kez ileri sürüldüğü anlaşılmıştır. Bu itibarla başvurucuların tıbbi onam alınmadığına ilişkin yeni ve mahkemelerce ayrıca incelenmesi gereken bir iddiayı etkili bir yargısal denetime imkân sağlayacak mahiyette, zamanında ve yeterli şekilde ileri sürmedikleri belirlendiğinden anılan iddia hakkında ayrıca bir değerlendirme yapılmamıştır.
34. Ayrıca yargılama sürecinde bir avukat tarafından temsil edilen başvurucuların bilirkişi raporlarına ve kararlara karşı kanuni yollara başvurabildiği, bu suretle meşru çıkarlarının korunması için söz konusu davaya gerekli olduğu ölçüde etkili katılımlarının sağlandığı, dava dosyasını inceleyip ayrıca bilgi ve belge sunabildikleri, toplanan delillerden haberdar edildikleri anlaşılmıştır.
35. Sonuç olarak uyuşmazlığın çözümü için esaslı olan iddiaların yargılama makamlarınca Anayasa'nın 17. maddesinin gerektirdiği özen ve derinlikte incelendiği anlaşılmaktadır. Somut olay bakımından kamu makamlarınca pozitif yükümlülüklerin yerine getirilmediği söylenemeyeceğinden maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edilmediği açıktır.
36. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
37. Başvurucular, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
38. Anayasa Mahkemesi, olay ve olguları somut başvuru ile benzer nitelikte olan Veysi Ado ([GK] B. No: 2022/100837, 27/4/2023) kararında uygulanacak anayasal ilkeleri belirlemiştir. Bu çerçevede Anayasa Mahkemesi 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'un geçici 2. maddesinde 28/3/2023 tarihli ve 7445 sayılı Kanun'un 40. maddesi ile yapılan değişikliğe göre 9/3/2023 tarihi (bu tarih dâhil) itibarıyla derdest olan, yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı iddialarıyla yapılan başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı neticesine varmıştır. Somut başvuruda, anılan kararda açıklanan ilkelerden ve ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
39. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
III. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Kamuya açık belgelerde başvurucuların kimliğinin gizli tutulması talebinin KABULÜNE,
B. 1. Maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
C. Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
D. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA,
E. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 12/6/2025tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.