TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
UMUT BARIŞ KARACAN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2022/101448)
|
|
Karar Tarihi: 28/5/2025
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Basri BAĞCI
|
Üyeler
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
|
|
Metin KIRATLI
|
Raportör
|
:
|
Çağlar ÖNCEL
|
Başvurucu
|
:
|
Umut Barış KARACAN
|
Vekili
|
:
|
Av. Mustafa KARADAĞ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, eczane ile yapılan sözleşmenin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 30/11/2022 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
5. Başvurucu hakkında Ankara ili, Kahramankazan ilçesinde bulunan eczanenin sahibi ve mesul müdürü olarak Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK) ile anlaşmalı olarak faaliyet gösterdiği dönemde SSK müfettişlerince idari soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma sonucunda düzenlenen rapor ile sigortalıların sağlık karneleri elde edilerek gerçek olmayan reçeteler yazdırıldığı ve bu şekilde düzenlenen reçete bedelleri SSK adına fatura edilerek kamu zararına sebebiyet verildiği tespit edilmiştir. Bunun üzerine başvurucunun SSK ile olan sözleşmesi ileride yenilenmemek üzere 10/4/2002 tarihinde feshedilmiştir.
6. Başvurucu hakkında anılan eylemleri nedeniyle Ankara 9. Ağır Ceza Mahkemesince (Ağır Ceza Mahkemesi) yapılan kovuşturma sonucunda resmî belgede sahtecilik ve kamu kurum ve kuruluşlarının zararına dolandırıcılık suçlarını işlediği sabit görülerek 1/2/2007 tarihinde hapis cezası ve adli para cezası ile mahkûmiyetine karar verilmiştir. Hükümde ayrıca başvurucunun 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 53. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a), (b), (d) ve (e) bentlerinde yazılı haklardan cezanın infazı tamamlanıncaya kadar, aynı fıkranın (c) bendinde yer alan haklardan koşullu salıverme tarihine kadar yoksun bırakılmasına karar verilmiştir. Anılan hüküm Yargıtay incelemesinden geçerek 27/6/2007 tarihinde kesinleşmiştir.
7. Başvurucu, 26/11/2013 tarihinde yasaklanmış haklarının iadesi talebiyle Ağır Ceza Mahkemesinden talepte bulunmuştur. Ağır Ceza Mahkemesince başvurucunun ikamet adresine göre yetkili mahkemenin Kayseri Ağır Ceza Mahkemesi olduğu gerekçesiyle yetkisizlik kararı verilmiştir.
8. Kayseri 2. Ağır Ceza Mahkemesi 3/3/2014 tarihinde başvurucunun talebinin kabulü ile resmî belgede sahtecilik suçuna ilişkin olarak yasaklanmış haklarının geri verilmesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; 25/5/2005 tarihli ve 5352 sayılı Adlî Sicil Kanunu'nun 13/A maddesinde yer alan koşullara uygun olarak başvurucu hakkındaki mahkûmiyet hükmünün kesinleşmesinin üzerinden üç yıldan fazla sürenin geçmiş olduğu ve kesinleşme tarihinden talep tarihine kadar başvurucunun başkaca bir suç işlemediği, hayatını iyi hâlli sürdürdüğü hususunda kanaat oluştuğu belirtilmiştir.
9. Başvurucu, bu kez Ağır Ceza Mahkemesine başvurarak yasaklanmış haklarının iadesine karar verilmesini talep etmiş ve Ağır Ceza Mahkemesinin 7/11/2019 tarihli ek kararı ile 5352 sayılı Kanun'un 13/A maddesi gereğince talebin kabulüne karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucunun mahkûmiyetine karar verilen resmî belgede sahtecilik ve kamu kurum ve kuruluşlarının zararına dolandırıcılık suçlarından hükmolunan hapis cezalarına ilişkin bihakkın tahliye tarihinden itibaren üç yıllık süre içerisinde başkaca bir suç işlemediği ve iyi hâlli olduğu ifade edilmiştir.
10. Başvurucunun Ankara ili, Etimesgut ilçesinde eczane işletmesine izin verilmesi talebiyle Sağlık Bakanlığına yönelik başvurusunun kabulü ile 9/3/2020 tarihinde başvurucu adına eczane ruhsatnamesi düzenlenmiştir. Akabinde Türk Eczacılar Birliği (TEB) Ankara Eczacı Odası tarafından Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) Ankara İl Müdürlüğüne gönderilen 25/3/2020 tarihli yazıda; başvurucunun kamu kurum ve kuruluşları ile sözleşme yapmasına ilişkin SGK, TEB ile diğer kurum ve kuruluşlar tarafından bildirilen engel bir durumunun bulunmadığı belirtilmiştir.
11. Başvurucu 26/3/2020 tarihinde SGK Ankara İl Müdürlüğüne başvurarak sözleşme yapma talebinde bulunmuş, 30/3/2020 tarihinde başvurucunun talebinin reddine karar verilmiştir. Anılan kararda; başvurucunun Ağır Ceza Mahkemesi tarafından mahkûmiyetine karar verildiği bilgisine yer verilerek SGK Kapsamındaki Kişilerin Türk Eczacıları Birliği Üyesi Eczanelerden İlaç Teminine İlişkin Protokolün (Protokol) 6.20. maddesi ve 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun 103. maddesinin (5) numaralı fıkrası gereğince ret kararı verildiği ifade edilmiştir.
12. Başvurucu, 8/6/2020 tarihinde Ankara 21. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) SGK Başkanlığı aleyhinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde; SGK'nın ret kararına dayanak olan suç tarihinin 16/1/2000, mahkûmiyet tarihinin ise 1/2/2007 olduğu, 5510 sayılı Kanun'un 103. maddesine eklenen (5) numaralı fıkranın ise 10/9/2014 tarihinde yürürlüğe girmesi nedeniyle başvurucu hakkında uygulanmasının mümkün olmadığı belirtilmiştir. Başvurucu ayrıca Ağır Ceza Mahkemesince hükmolunan hapis cezalarına ilişkin şartla salıverme tarihinin 15/12/2013, bihakkın tahliye tarihinin ise 5/9/2016 olması nedeniyle 5237 sayılı Kanun'un 53. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan hak yoksunluklarının belirtilen tarihten sonra uygulanamayacağını beyan etmiştir. Nitekim 5237 sayılı Kanun'un 53. maddesinin gerekçesinde, ilgili maddede düzenlenen hak yoksunluklarının süresiz olmadığının belirtildiği, kaldı ki Yargıtay ve Danıştay içtihatlarının da aynı yönde olduğu vurgulanmıştır. Dilekçede son olarak Sağlık Bakanlığı tarafından başvurucunun eczacılık faaliyetinde bulunmasına izin verildiği dikkate alındığında başvurucunun SGK ile sözleşme yapma hakkının bulunduğunun kabulü gerektiği ifade edilerek SGK'nın süresiz fesih kaydının ve başvurucu ile sözleşme yapmama kararının kaldırılması ve başvurucuya manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi talep edilmiştir.
13. Mahkeme 10/12/2020 tarihinde davanın kısmen kabulü ile başvurucu ve SGK arasında sözleşme yapılabilmesi için SGK tarafından konulan süresiz fesih kaydının ve sözleşme yapmama kararının kaldırılmasına ve manevi tazminat talebinin reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucunun suç tarihinin 16/1/2000, mahkûmiyet tarihinin ise 1/2/2007 olduğu belirtilerek 5510 sayılı Kanun'un 103. maddesine 10/9/2014 tarihli ve 6552 sayılı İş Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması ile Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılmasına Dair Kanun ile eklenen (5) numaralı fıkranın 10/9/2014 tarihinde yürürlüğe girdiği bilgisine yer verilmiştir. Gerekçede, Sağlık Bakanlığınca başvurucuya ruhsatname verilmiş olması, başvurucu hakkındaki mahkûmiyet tarihi, yasaklanmış hakların iadesi kararı ve son olarak yasaklamaya ilişkin kanunun yürürlük tarihi itibarıyla SGK'nın süresiz fesih kaydı ile sözleşme yapmama kararının yerinde olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
14. SGK, istinaf talebinde bulunarak başvurucu hakkındaki idari ve yargısal süreç dikkate alındığında süresiz fesih işleminin 5510 sayılı Kanun ve Protokol'e uygun olarak yapıldığını ileri sürmüştür.
15. İstinaf talebini inceleyen Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesi (Daire) 18/5/2022 tarihli kararında istinaf talebini kabul etmiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucunun nitelikli dolandırıcılık suçunu işlediğinin sabit olması nedeniyle memnu hakların iadesine karar verilmesinin Protokol'ün 6.20. maddesi ve 5510 sayılı Kanun'un 103. maddesinin (5) numaralı fıkrasının uygulanmasına engel teşkil etmediği, dolayısıyla davaya konu işlemin hukuka uygun olduğu belirtilmiştir.
16. Başvurucu, temyiz talebinde bulunarak dava dilekçesinde yer verdiği hususları yinelemiştir. Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 6/10/2022 tarihinde usul ve kanuna uygun olduğu gerekçesiyle Dairenin kararının onanmasına kesin olarak karar vermiştir.
17. Başvurucu, nihai kararı 4/11/2022 tarihinde öğrenmiş ve 30/11/2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. İlgili Mevzuat
18. 5510 sayılı Kanun'un "Sağlık hizmetlerinin sağlanma yöntemi ve sağlık giderlerinin ödenmesi" başlıklı 73. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Bu Kanuna göre sağlık hizmetleri, Kurum ile yurt içindeki veya yurt dışındaki sağlık hizmeti sunucuları arasında yapılan sözleşmeler yoluyla ve/veya bu Kanun hükümlerine uygun olarak genel sağlık sigortalısı ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin sözleşmesiz sağlık hizmeti sunucularından satın aldıkları sağlık hizmeti giderlerinin ödenmesi suretiyle sağlanır."
19. 5510 sayılı Kanun'un "İdarî yaptırımlar ve fesih" başlıklı 103. maddesi şöyledir:
"Kurumca yapılan inceleme neticesinde;
a) Sağlık hizmeti sunulmadığı hâlde sağlık hizmetini fatura ettiği,
b) Faturayı veya faturaya dayanak oluşturan belgeleri, gerçeğe aykırı olarak düzenlediği,
c) 64 üncü madde gereğince kapsam dışı tutulan sağlık hizmetlerini, kapsam içinde olan sağlık hizmetleri gibi gösterdiği,
d) Sağlık hizmetlerine hak kazanmayan kişilere, sağlık hizmeti sunarak Kuruma fatura ettiği,
e) 73 üncü madde gereğince belirlenen tavanın üzerinde ilave ücret aldığı,
tespit edilen sağlık hizmeti sunucuları hakkında genel hükümlere göre takip yapılır. Bu fiiller nedeniyle Kurumun yersiz ödediği tutar 96 ncı maddeye göre geri alınır. Ayrıca bu fiilleri işleyen veya sağlık hizmeti satın alınmasına ilişkin sözleşmelerde belirtilen hükümlere aykırı davrandığı tespit edilen sağlık hizmeti sunucularının Kurum ile yaptıkları sözleşmeleri feshedilebilir ve Kurumca belirlenecek süre içinde tekrar sözleşme yapılmaz.
71 inci maddede yer alan kimlik tespiti yükümlülüğünü yapmayan ve bu nedenle bir başka kişiye sağlık hizmeti sunulması nedeniyle Kurumun zarara uğramasına sebebiyet veren sağlık hizmeti sunucularından uğranılan zarar geri alınır.
(Ek fıkra: 10/9/2014-6552/54 md.) Kurum müfettişlerince yapılan inceleme veya soruşturma esnasında yapılan tespitlere bağlı olarak, oluşabilecek Kurum alacağı tahsilinin riske gireceğinin öngörülmesi hâlinde, en az üç müfettişten oluşan komisyonun uygun görüşü ve Rehberlik ve Teftiş Başkanının onayıyla altı ayı geçmemek üzere, inceleme veya soruşturma sonuçlanıncaya kadar sağlık hizmeti sunucusunun Kurum nezdindeki muaccel veya müeccel alacaklarının ödemesi, tahsili riske gireceği öngörülen alacakla orantılı olarak durdurulabilir. Altı aylık süre içinde inceleme veya soruşturma sonuçlanmaz ise durdurma kararı kendiliğinden kalkar ve bu tarihten itibaren muaccel olan alacakları ödenmeye devam olunur. Altı aylık süre sonuna kadar ödemesi durdurulan alacaklar ise inceleme veya soruşturma sonuçlanıncaya kadar ödenmez. Ancak, sağlık hizmeti sunucusunun Kurum nezdindeki muaccel olan alacaklarının her biri için 6183 sayılı Kanunun 10 uncu maddesinin birinci fıkrasının 2 nci ve 3 üncü bentlerinde sayılanlar kapsamında teminat verilmesi hâlinde durdurma kararı bu kararı uygulayan Kurum ünitesi tarafından kaldırılır ve Kurum nezdindeki alacakları ödenir.
(Ek fıkra: 10/9/2014-6552/54 md.) Kurum tarafından sözleşmesi feshedilmiş sağlık hizmeti sunucusuyla feshe neden olan fiillere bağlı olarak oluşan Kurum alacakları tahsil edilmeden ve fesih süresi tamamlanmadan yeni bir sözleşme yapılmaz. Söz konusu sağlık hizmeti sunucusunun devri hâlinde ise feshe neden olan Kurum alacakları tahsil edilmeden ve en az bir yıllık fesih süresi geçmeden devralan sağlık hizmeti sunucusu ile sözleşme yapılmaz. Sözleşme yapılmayan veya sözleşmesi feshedilen sağlık hizmeti sunucusunun muayene ve işlemlere ilişkin fatura bedelleri ödenmez.
(Ek fıkra: 10/9/2014-6552/54 md.) 5237 sayılı Kanunda belirtilen ve Kurum zararına neden olan nitelikli dolandırıcılık suçunun işlendiği kesinleşmiş mahkeme kararıyla sabit görülmesi şartıyla; söz konusu fiillerin sağlık hizmeti sunucusunun yöneticileri ve/veya ortakları tarafından işlendiği durumda aynı sağlık hizmeti sunucusuyla veya bunların daha sonra yönetici ve/veya ortak olduğu sağlık hizmeti sunucusuyla hiçbir şekilde sözleşme yapılmaz, bu fiillerin hekimler tarafından işlendiği durumda ise ilgili hekimlerle en az üç yıl süre ile sözleşme yapılmaz. Kesinleşmiş mahkeme kararının beklenmesi sağlık hizmeti satın alınmasına ilişkin sözleşmelerde belirtilen fesih sürelerinin uygulanmasına engel olmaz.
(Ek fıkra: 10/9/2014-6552/54 md.) 5237 sayılı Kanunda belirtilen nitelikli dolandırıcılık fiillerini işleyen sağlık hizmeti sunucusu ve/veya ilgili hekimler hakkında ruhsat iptali de dâhil olmak üzere gerekli tüm iş ve işlemler için keyfiyet Sağlık Bakanlığına bildirilir. Nitelikli dolandırıcılık fiillerini işleyerek Kurum zararına neden olmuş hekimlerden gelen muayene ve işlemlere ilişkin fatura bedelleri en az üç yıl süre ile ödenmez."
20. 25/1/1956 tarihli ve 6643 sayılı Türk Eczacıları Birliği Kanunu'nun 39. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Merkez Heyetinin görevleri şunlardır:
...
j) Eczanelerden sağlık hizmeti satın alacak bütün kamu ve özel kurum ve kuruluşlarlaanlaşmalar yapmak, imzalanan protokole uygun tip sözleşmeleri bastırmak ve belirleyeceği bedel karşılığı eczanelere dağıtmak,
..."
21. 18/12/1953 tarihli ve 6197 sayılı Eczacılar ve Eczaneler Hakkında Kanun'un 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Serbest eczaneler, eczacılık yapma hakkını haiz bir eczacının sahip ve mesul müdürlüğünde yönetmelikte belirlenen belgelerle il sağlık müdürlüğünce düzenlenmiş ve valilikçe onaylanmış bir ruhsatname ile açılır.
... Eczaneler için belediyeden ayrıca bir işyeri ruhsatı alınması ve belediyeye harç ödenmesi gerekmez. (Ek cümle: 2/1/2014-6514/35 md.) Eczaneler için ayrıca başka herhangi bir kurum veya kuruluştan kayıt veya onay belgesi aranmaz.
..."
22. 5237 sayılı Kanun'un "Belli hakları kullanmaktan yoksun bırakılma" başlıklı 53. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) Kişi, kasten işlemiş olduğu suçtan dolayı hapis cezasına mahkûmiyetin kanuni sonucu olarak;
a) Sürekli, süreli veya geçici bir kamu görevinin üstlenilmesinden; bu kapsamda, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliğinden veya Devlet, il, belediye, köy veya bunların denetim ve gözetimi altında bulunan kurum ve kuruluşlarca verilen, atamaya veya seçime tabi bütün memuriyet ve hizmetlerde istihdam edilmekten,
...
d) Vakıf, dernek, sendika, şirket, kooperatif ve siyasi parti tüzel kişiliklerinin yöneticisi veya denetçisi olmaktan,
e) Bir kamu kurumunun veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşunun iznine tabi bir meslek veya sanatı, kendi sorumluluğu altında serbest meslek erbabı veya tacir olarak icra etmekten,
yoksun bırakılır.
(2) Kişi, işlemiş bulunduğu suç dolayısıyla mahkûm olduğu hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar bu hakları kullanamaz.
..."
23. 5352 sayılı Kanun'un "Yasaklanmış hakların geri verilmesi" başlıklı 13/A maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu dışındaki kanunların belli bir suçtan dolayı veya belli bir cezaya mahkûmiyete bağladığı hak yoksunluklarının giderilebilmesi için, yasaklanmış hakların geri verilmesi yoluna gidilebilir. Bunun için; Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinin beşinci ve altıncı fıkraları saklı kalmak kaydıyla,
a) Mahkûm olunan cezanın infazının tamamlandığı tarihten itibaren üç yıllık bir sürenin geçmiş olması,
b) Kişinin bu süre zarfında yeni bir suç işlememiş olması ve hayatını iyi hâlli olarak sürdürdüğü hususunda mahkemede bir kanaat oluşması,
gerekir.
(2) Mahkûm olunan cezanın infazına genel af veya etkin pişmanlık dışında başka bir hukukî nedenle son verilmiş olması hâlinde, yasaklanmış hakların geri verilmesi yoluna gidilebilmesi için, hükmün kesinleştiği tarihten itibaren beş yıl geçmesi gerekir. Ancak, bu süre kişinin mahkûm olduğu hapis cezasına üç yıl eklenmek suretiyle bulunacak süreden az olamaz.
(3) Yasaklanmış hakların geri verilmesi için, hükümlünün veya vekilinin talebi üzerine, hükmü veren mahkemenin veya hükümlünün ikametgâhının bulunduğu yerdeki aynı derecedeki mahkemenin karar vermesi gerekir.
..."
24. 10/8/2005 tarihli ve 25902 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına İlişkin Yönetmelik'in 6. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Yetkili idarelerden usulüne uygun olarak işyeri açma ve çalışma ruhsatı alınmadan işyeri açılamaz ve çalıştırılamaz. İşyerlerine bu Yönetmelikte belirtilen yetkili idareler dışında diğer kamu kurum ve kuruluşları ile ilgili meslek kuruluşları tarafından özel mevzuatına göre verilen izinler ile tescil ve benzeri işlemler bu Yönetmelik hükümlerine göre ruhsat alma mükellefiyetini ortadan kaldırmaz. İşyeri açma ve çalışma ruhsatı alınmadan açılan işyerleri yetkili idareler tarafından kapatılır."
25. Protokol'ün "Sözleşmenin Feshi ve Cezai Şartlar" başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"5.1. Taraflar bir ay önceden yazılı bildirimde bulunmak şartıyla sözleşmeyi her zaman feshedebilir.
...
5.3.2. Eczacının Kuruma fatura ettiği reçetelerde (e-reçete olarak düzenlenenler hariç) bulunması gereken ve reçete muhteviyatı ilaçların reçete sahibine ya da ilacı alana teslim edildiğine ilişkin imzanın, reçete sahibine veya ilacı alana ait olmadığının denetim ile tespitinin kesinlik kazanması hâlinde, reçete bedelinin 2 (iki) katı tutarında cezai şart uygulanarak eczacı yazılı olarak uyarılır, tekrarı hâlinde reçete bedelinin 5 (beş) katı tutarında cezai şart uygulanarak sözleşme feshedilir ve 1 (bir) ay süre ile sözleşme yapılmaz.
5.3.3. Sözleşmesi feshedilen eczacıya ait reçetelerin Kurum ile sözleşmeli eczacı tarafından Kuruma fatura edilmesi hâlinde, reçete bedelinin 10 (on) katı tutarında cezai şart uygulanarak eczacı uyarılır. Tekrarı hâlinde reçete bedelinin 20 (yirmi) katı tutarında cezai şart uygulanarak sözleşme feshedilir ve 6 (altı) ay süre ile sözleşme yapılmaz.
...
5.3.5. Kurum, İl Sağlık Müdürlüğü veya Eczacı Odası tarafından eczanede yapılan denetimde, reçete sahibi veya ilacı alan kişiye teslim edilmeyen ilaçlara ait reçetelerin Kuruma fatura edildiğinin tespiti hâlinde ilaç bedelinin 2 (iki) katı tutarında cezai şart uygulanarak eczacı uyarılır. Tekrarı hâlinde ilaç bedelinin 10 (on) katı tutarında cezai şart uygulanarak sözleşme feshedilir ve 3 (üç) ay süre ile sözleşme yapılmaz.
...
5.3.8. Kuruma fatura edilen reçetede ya da reçete ekinde bulunması gereken belgelerde (e-reçete ve/veya e-rapor olarak düzenlenenler hariç) (tıbbi bilgi ve belgeler de dâhil olmak üzere) eczacı veya eczane çalışanları tarafından tahrifat yapıldığının ve Kurum zararının oluştuğunun tespiti hâlinde reçete bedelinin 10 (on) katı tutarında cezai şart uygulanarak eczacı uyarılır. Tekrarı hâlinde reçete bedelinin 20 (yirmi) katı tutarında cezai şart uygulanarak sözleşme feshedilir ve 1 (bir) yıl süreyle sözleşme yapılmaz.
5.3.9. Kurumca yapılan incelemeler neticesinde provizyon sistemine gerçeğe aykırı reçete kaydı yapılarak Kuruma fatura edildiğinin tespiti hâlinde reçete bedelinin 5 (beş) katı tutarında cezai şart uygulanarak eczacıya ilk uyarı tebliğ edilir. İlk uyarının tebliğ tarihinden itibaren 1 (bir) yıl içerisinde fiilin tekrar işlendiğinin tespiti hâlinde reçete bedelinin 10 (on) katı tutarında cezai şart uygulanarak eczacıya ikinci uyarı tebliğ edilir. İlk uyarının tebliğ tarihinden itibaren bir yıl içerisinde, ikinci uyarıdan sonra fiilin yeniden (üçüncü kez) işlendiğinin tespit edilmesi hâlinde reçete bedelinin 20 (yirmi) katı tutarında cezai şart uygulanarak sözleşme feshedilir ve 1 (bir) yıl süreyle sözleşme yapılmaz.
5.3.10. Eczacı ya da eczane çalışanlarınca Kurumu zarara uğratmak amacıyla kasıtlı olarak Kuruma sahte ilaç fiyat kupürü/sahte karekod, sahte reçete veya sahte rapor fatura edildiğinin tespiti hâlinde reçete bedelinin 10 (on) katı tutarında cezai şart uygulanarak eczacı uyarılır. Tekrarı hâlinde reçete bedelinin 20 (yirmi) katı tutarında cezai şart uygulanarak sözleşme feshedilir ve 1 (bir) yıl süreyle sözleşme yapılmaz.
..."
26. Protokol'ün "Cezai Şart, Uyarı ve Feshe İlişkin Genel Hükümler" başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"6.1. Bu Protokol hükümleri ile ilgili olarak ceza hukuku açısından suç teşkil eden fiillerin tespiti hâlinde, ilgili Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunulur.
...
6.20. Konusu suç teşkil eden hususla ilgili bu Protokolün (6.1.) maddesi uyarınca hakkında Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunulan ve kamu davası açılarak dava sonucunda suçu sabit görülen eczacıya ilgili madde gereğince fesih cezası uygulanır.
Söz konusu maddenin yürütümünde 5510 sayılı Kanunun 103. maddesi esas alınır."
2. İlgili Yargı Kararları
27. Danıştay Onikinci Dairesinin 23/10/2018 tarihli ve E.2018/4, K.2018/4553 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...davacının Antalya Büyükşehir Belediyesi'nin eğitmen kadrosuna açıktan atandığı, burada memur olarak çalışmakta iken memurluğa alınma şartlarını taşımadan memurluğa alındığından bahisle 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 48/A-5 ve 98/b maddeleri uyarınca görevine son verildiği, bakılan davanın bu işlemin iptali istemiyle açıldığı anlaşılmaktadır.
Memnu hakların iadesi müessesesi, 765 sayılı (mülga) Türk Ceza Kanunu'nun 121-124 maddeleri ile 1412 sayılı (mülga) Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun 416-420. maddeleri arasında yer almış iken, anılan Kanunları yürürlükten kaldırarak 1/6/2005 tarihinden itibaren yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununda bu müesseseye yer verilmemiştir. Ancak Anayasa'nın 76/2. maddesi ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu, 2839 sayılı Milletvekili Seçimi Kanunu gibi bazı özel Kanunlardaki hak yoksunluklarına ilişkin düzenlemeler nedeniyle memnu hakların iadesi müessesesine yeniden ihtiyaç duyulmuş ve 5352 sayılı Adlî Sicil Kanunu'na eklenen 13/A maddesiyle yasaklanmış hakların geri verilmesi başlığı altında yeniden düzenlenmiştir.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Güvenlik Tedbirleri, Belli Hakları Kullanmaktan Yoksun Bırakılma" başlıklı 53. maddesinde ''Kişi, kasten işlemiş olduğu suçtan dolayı hapis cezasına mahkûmiyetin kanuni sonucu olarak; sürekli, süreli veya geçici bir kamu görevinin üstlenilmesinden; bu kapsamda, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliğinden veya Devlet, il, belediye, köy veya bunların denetim ve gözetimi altında bulunan kurum ve kuruluşlarca verilen, atamaya veya seçime tâbi bütün memuriyet ve hizmetlerde istihdam edilmekten ... yoksun bırakılır. (2) Kişi, işlemiş bulunduğu suç dolayısıyla mahkûm olduğu hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar bu hakları kullanamaz.'' hükmüne yer verilmiştir.
5352 sayılı Adlî Sicil Kanunu'nun 'Yasaklanmış hakların geri verilmesi' başlıklı 6/12/2006 tarihli ve 5560 sayılı Kanun ile eklenen 13/A maddesinde, '(1) 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu dışındaki kanunların belli bir suçtan dolayı veya belli bir cezaya mahkûmiyete bağladığı hak yoksunluklarının giderilebilmesi için, yasaklanmış hakların geri verilmesi yoluna gidilebilir. Bunun için; Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinin beşinci ve altıncı fıkraları saklı kalmak kaydıyla, a) Mahkûm olunan cezanın infazının tamamlandığı tarihten itibaren üç yıllık bir sürenin geçmiş olması, b) Kişinin bu süre zarfında yeni bir suç işlememiş olması ve hayatını iyi hâlli olarak sürdürdüğü hususunda mahkemede bir kanaat oluşması gerekir....' hükmüne yer verilmiştir.
Anılan maddede, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu dışındaki kanunların belli bir suçtan dolayı veya belli bir cezaya mahkûmiyete bağladığı hak yoksunluklarının giderilebilmesi için, mahkûm olunan cezanın infazının tamamlandığı tarihten itibaren üç yıllık bir sürenin geçmiş olması, kişinin bu süre zarfında yeni bir suç işlememiş olması ve hayatını iyi halli olarak sürdürdüğü hususunda mahkemede bir kanaat oluşması koşuluyla kişilerin hükmü veren mahkemeye veya hükümlünün ikametgâhının bulunduğu yerdeki aynı derecedeki mahkemeye yapacakları başvuru üzerine yasaklanmış hakların geri verilmesi kararının verileceği belirtilmiştir.
Bu maddede bahsedilen '5237 sayılı Kanun dışındaki kanunlar' ifadesinden, 5237 sayılı TCK'nın 'Özel kanunlarla ilişki' başlıklı 5. maddesinde, 'Bu Kanunun genel hükümleri, özel ceza kanunları ve ceza içeren kanunlardaki suçlar hakkında da uygulanır.' hükmü uyarınca çeşitli suç ve hürriyeti bağlayıcı cezalar ile hak yoksunluklarının düzenlendiği 3628 sayılı Mal Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu, Kaçakçılık Kanunları gibi özel ceza kanunları değil, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu, Seçim Kanunu gibi hak yoksunluklarına yer verilen kanunların anlaşılması gerektiği açıktır.
5560 sayılı Kanun'un 38. maddesiyle 5352 sayılı Kanun'a eklenen 13/A maddesinin gerekçesinde, '5352 sayılı Adlî Sicil Kanununun Geçici 2 nci maddesinde, diğer kanunlardaki kasıtlı bir suçtan dolayı belirli süreyle hapis cezasına veya belli suçlardan dolayı bir cezaya mahkûm olan kişilerin, belli hakları kullanmaktan süresiz olarak yoksun bırakılmasına ilişkin hükümleri saklı tutulmuştur. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu dışındaki çeşitli kanunlardaki süresiz hak yoksunluğu doğuran bu hükümlere rağmen, yasaklanmış hakların geri verilmesi yolunun kapalı tutulması, uygulamada ciddi sorunlara yol açacaktır. Bu sorunların çözümüne yönelik olarak, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu dışındaki çeşitli kanunlardaki kasıtlı bir suçtan dolayı belirli süreyle hapis cezasına veya belli suçlardan dolayı bir cezaya mahkûm olan kişilerin süresiz olarak kullanmaktan yasaklandıkları hakları tekrar kullanabilmelerine imkân tanıyan bir düzenleme yapılmasına ihtiyaç duyulmuştur.' ifadelerine yer verilmiştir.
Cezalandırılmakla güdülen asıl amaç, işlediği suçtan dolayı kişinin etkin pişmanlık duymasını sağlayıp tekrar topluma kazandırılması olduğundan, memnu hakların iadesi müessesesi ile, ceza mahkûmiyetinden doğan süresiz yasakların ve ehliyetsizliklerin önüne geçilerek, yasak ve ehliyetsizliklerden kurtulmak isteyen kimseyi düzgün ve hukuk kurallarına uygun bir şekilde yaşamaya teşvik etmek amaçlanmıştır. Bu kapsamda, memnu hakların iadesi kararı, gerek Türk Ceza Kanunundan, gerekse özel bir kanundan kaynaklansın kamu hizmetlerinden yasaklanma, memuriyetten mahrumiyet, seçme ve seçilme hakkından yoksun kılınma gibi temel hak ve özgürlükler alanındaki ehliyetsizlikleri gelecek için ortadan kaldıran ve kişiye kullanılması men edilen hakları kullanma yetkisi sağlayan kararlardır.
657 sayılı Kanun'un 48/A-5 maddesinde yapılan 'Türk Ceza Kanunu'ndaki süreler geçirilmiş olsa bile' değişikliğinin 2008 yılında yapıldığı, 5560 sayılı Kanun'a eklenen 13/A maddesinin ise, 2006 yılında eklendiği görülmektedir. 5352 sayılı Kanun'a 2006 yılında 13/A maddesinin eklenmesiyle getirilen yasaklanmış hakların geri verilmesi düzenlemesinden sonra, memnu hakların iadesi kararı alınsa dahi devlet memuru olunamayacağına ilişkin bir hüküm de getirilmemiştir.
Anılan düzenlemelerin bir bütün olarak değerlendirilmesinden; 657 sayılı Kanun'un 48/A-(5) maddesinde yer alan 'TCK'daki süreler geçirilmiş olsa bile' ifadesiyle maddede belirtilen suçlardan dolayı mahkûm olan ve bu mahkûmiyeti nedeniyle belli hakları kullanmaktan yasaklanan kişilerin devlet memuru olamayacağı, yasaklanmış hakların iadesi kararı alınması durumunda ise, mahkûmiyeti ortadan kalkmamakla birlikte mahkûmiyetten doğan veya mahkûmiyetle birlikte hükmedilen ehliyetsizliklerinin ileriye dönük olarak ortadan kalkacağı, ancak memnu hakların iadesi kararının ilgili kişiye bu karar uyarınca doğrudan memuriyete alınma hakkı vermeyip memuriyete başvurma hakkı sağlayacağı, idarenin bu noktada kadro ve ihtiyaç nedeniyle takdir yetkisinin bulunduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Bu durumda, bir kişinin işlediği suçtan dolayı verilen ceza mahkûmiyetinin infazının tamamlanmasıyla birlikte yoksun kaldığı haklarının, Kanun gereği kendiğilinden kişiye geri döneceği açıktır.
Dava konusu olayda, davacının sözü edilen mahkûmiyetine bağlı olan hak yoksunluğunun, dava konusu işlemin tesis edildiği tarihten önce aldığı memnu hakların iadesi kararı ile ortadan kalktığı, davalı idarenin takdir yetkisini davacının memur olarak atanması yönünde kullandığı, bu durumda kadro ve ihtiyacın bulunduğu hususunun sabit olduğu, artık takdir yetkisinden söz edilemeyeceğinden, davacının memuriyete engel mahkûmiyetinin bulunduğundan bahisle atamasının yapılmamasına ilişkin tesis edilen dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır."
28. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun oyçokluğu ile verilen 25/10/2021 tarihli ve E.2019/3092, K.2021/2001 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Özürlü Memur Seçme Sınavını kazanan davacı, yerleştirme sonuçlarına göre Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu Başkanlığı, Şırnak ili, veri hazırlama ve kontrol işletmeni kadrosuna memur olarak yerleştirilmiş ancak davacının daha önce mahkûm olduğu suçun 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 48/A-5. maddesinde sayılan devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlardan olduğundan bahisle atamasının yapılmamasına karar verilmiştir.
İl derece mahkemesi kararı: devletin şahsiyetine karşı işlenen suçtan hüküm giyen davacının, söz konusu suça bağlı olarak yasaklılık durumunu geri almış olsa dahi yasanın açık hükmü uyarınca devlet memurluğuna atanma şartlarını taşımadığından davanın reddine"... Daire kararı: Danıştay Onikinci Dairesinin 22/10/2018 tarih ve E.2016/506, K.2018/4489 sayılı kararıyla... Anılan düzenlemelerin bir bütün olarak değerlendirilmesinden; 657 sayılı Kanun'un 48/A-(5) maddesinde yer alan "TCK'daki süreler geçirilmiş olsa bile" ifadesiyle maddede belirtilen suçlardan dolayı mahkûm olan ve bu mahkûmiyeti nedeniyle belli hakları kullanmaktan yasaklanan kişilerin devlet memuru olamayacağı, yasaklanmış hakların iadesi kararı alınması durumunda ise, mahkûmiyeti ortadan kalkmamakla birlikte mahkûmiyetten doğan veya mahkûmiyetle birlikte hükmedilen ehliyetsizliklerinin ileriye dönük olarak ortadan kalkacağı, 5237 sayılı Kanun'un 53. maddesinde 'Belli hakları kullanmaktan yoksun bırakılma' başlığı altında yeni bir düzenleme yapıldığı, buna göre, kişilerin kasten işlemiş oldukları suçlardan dolayı verilecek hapis cezası mahkûmiyetinin kanuni sonucu olarak; bir kamu görevinin üstlenilmesi, seçme ve seçilme hakkı, velayet-vesayet hakkı gibi bir takım hak yoksunluklarının doğrudan oluşacağı ancak hapis cezasının infazının tamamlanmasıyla birlikte yoksun kalınan hak yoksunluklarının da kendiliğinden kişiye avdet edeceği, Türk Ceza Kanunu uyarınca ayrıca yeni bir işleme gerek kalmaksızın cezanın infazının tamamlanmasıyla kişilerin yoksun kaldığı haklara kavuşacağı, bununla birlikte, memnu hakların iadesi kararının, ilgili kişiye bu karar uyarınca doğrudan memuriyete alınma hakkı vermeyip memuriyete başvurma hakkı sağlayacağı, idarenin bu noktada kadro ve ihtiyaç durumunu gözeterek takdir yetkisini kullanacağının açık olduğu, dava konusu olayda, davacının mahkûmiyetine bağlı olan hak yoksunluğunun, dava konusu işlemin tesis edildiği tarihten önce aldığı memnu hakların iadesi kararı ile ortadan kalktığı... derece mahkemesinin kararının buzulmasına...' 'İlk derece mahkemesi önceki gerekçelerini tekrarlayarak ısrar kararı vermiştir.
...Anılan Anayasal kural karşısında, hakkında verilmiş bir mahkûmiyet kararı sonrasında belli kamu haklarını kullanmaktan yoksun kılınan vatandaşların, memnu haklarının mahkeme kararı ile iadesi sonrasında kamu hizmetine alınmada başvuru yapma ve sınavlara katılma hususunda diğer vatandaşlardan farksız oldukları konusunda bir duraksama bulunmamaktadır.
...Memnu hakların iadesi, 765 sayılı (mülga) Türk Ceza Kanunu'nun yürürlükte olduğu dönemde ve hâlen 5352 sayılı Adlî Sicil Kanunu'nun 13/A maddesi uyarınca 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu dışındaki kanunların belli bir suçtan dolayı veya belli bir cezaya mahkûmiyete bağladığı kısıtlılık hâllerinden kaynaklanan süreli veya süresiz hak yoksunluklarının belli şartlarda sona erdirilmesine yönelik olarak getirilmiş bir müessesedir. Anılan Anayasal kural karşısında, hakkında verilmiş bir mahkûmiyet kararı sonrasında belli kamu haklarını kullanmaktan yoksun kılınan vatandaşların, memnu haklarının mahkeme kararı ile iadesi sonrasında kamu hizmetine alınmada başvuru yapma ve sınavlara katılma hususunda diğer vatandaşlardan farksız oldukları konusunda bir duraksama bulunmamaktadır.
..."
29. Ayrıca bkz. Enis Aras [GK], B. No: 2018/36485, 14/12/2022, §§ 21-30).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
30. Anayasa Mahkemesinin 28/5/2025 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
31. Başvurucu;
i. Yasaklanmış hakların iadesine ilişkin 7/11/2019 tarihli Ağır Ceza Mahkemesi kararının ceza mahkûmiyetinden doğan bazı hakların kullanılmasına yönelik ehliyetsizlikleri geleceğe dönük olarak ortadan kaldırdığını beyan etmiştir. Nitekim 5237 sayılı Kanun'un 53. maddesinin gerekçesinde; cezalandırma ile güdülen asıl amacın suç işleyen kişinin yeniden topluma kazandırılması olduğuna göre suça bağlı hak yoksunluklarının da belirli bir süre ile sınırlandırıldığının ifade edildiğini vurgulamıştır.
ii. Yasaklanmış hakların iadesi ile birlikte SGK ile sözleşme yapmasına engel olduğu belirtilen mevzuat ve Protokol hükümlerinin uygulanma olanağı kalmadığını, SGK'nın bir kamu kurumu olmasının sonucu olarak sözleşme yapılacak eczaneleri seçme yetkisinin bulunmadığını iddia etmiştir. Ayrıca sözleşme yapılmamasının ciddi maddi kayıplara yol açacağını dolayısıyla diğer eczanelere göre dezavantajlı duruma geleceğini belirten başvurucu; adil yargılanma hakkı, eşitlik ilkesi ve çalışma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
32. Bakanlık görüşünde; mevzuata ve Anayasa Mahkemesi kararlarına yer verilerek, mevcut başvuruda başvurucunun özel hayata saygı hakkının ihlal edilip edilmediği konusunda yapılacak incelemede Anayasa ve ilgili mevzuat hükümleri, Anayasa Mahkemesi içtihadı ve somut olayın kendine özgü koşullarının da dikkate alınması gerektiği ifade edilmiştir.
33. Başvurucu vekili; Bakanlık görüşüne karşı cevabında, bireysel başvuru formundaki beyanlarını tekrar ederek başvurucunun sözleşme yapılmayan döneme ilişkin gelir kaybı hakkında bilgiler sunmuştur.
B. Değerlendirme
34. Anayasa'nın "Özel hayatın gizliliği" başlıklı 20. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes, özel hayatına ... saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ... gizliliğine dokunulamaz."
35. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan [1. B.], B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
1. Uygulanabilirlik Yönünden
36. Anayasa Mahkemesi birçok kararında özel hayata saygı hakkının kapsamına ilişkin değerlendirmede bulunarak kişilerin mesleki hayatlarının da özel hayatlarıyla sıkı bir ilişki içinde olduğunu sıklıkla vurgulamıştır. Bu bağlamda özel hayata dair unsurlar gerekçe gösterilerek mesleğe müdahale edilmesinin uyuşmazlıkların özel hayata saygı hakkı kapsamında incelenmesi için yeterli olduğunu, diğer yandan özel hayata ilişkin bir nedene dayanmayan mesleki hayata dair müdahalelerin ise doğrudan doğruya özel hayata saygı hakkı kapsamında değerlendirmesinin mümkün olmadığını kabul etmiştir (K.Ş. [2. B.], B. No: 2013/1614, 3/4/2014, §§ 31-38; Bülent Polat [GK], B. No: 2013/7666, 10/12/2015, §§ 61-63; Ata Türkeri [1. B.], B. No: 2013/6057, 16/12/2015, §§ 30-34; Namet Sevinç [1. B.], B. No: 2015/9155, 10/1/2019, §§ 19-21, 31-35; C.A. (3) [GK], B. No: 2018/10286, 2/7/2020, §§ 90-94).
37. Bu kapsamda Anayasa Mahkemesi özel hayata ilişkin hususların kişinin mesleği ile ilgili tasarruflara esas alındığı durumlarda sebebe dayalı yaklaşım ve özel hayata ilişkin herhangi bir nedene dayanılmaksızın mesleki hayata yönelen müdahalelerin sonuca dayalı yaklaşım bağlamında özel hayata saygı hakkı kapsamında değerlendirilebilmesi için gerekli olan koşulların neler olduğuna ilişkin detaylı değerlendirmelerde bulunmuştur. Buradan hareketle özel hayata ilişkin herhangi bir nedene dayanmayan ve kişinin mesleki hayatına yönelen müdahalelerin özel hayata saygı hakkı kapsamında değerlendirilebilmesi için müdahalenin kişinin özel hayatına yönelik ciddi olumsuz etki ve sonuçlarının bulunduğu veya bulunma ihtimali olduğu ortaya konulmalıdır (C.A. (3), §§ 91-96; Tamer Mahmutoğlu [GK], B. No: 2017/38953, 23/7/2020, §§ 84-90; Ayla Demir İşat [GK], B. No: 2018/24245, 8/10/2020, §§ 106-110; Enis Aras, §§ 39-45; Ayşe Ortak [GK], B.No: 2018/25011, 6/1/2022 §§ 56-59; E.E.S. [GK], 2021/1318, 4/7/2024, §§ 36-43).
38. Somut olayda özel eczane işleten başvurucunun ilaç alımı, satımı, reçete girişi gibi birçok faaliyetini SGK ile yapılan Protokol çerçevesinde yerine getirebileceği anlaşılmıştır. Ancak başvurucu ile sözleşme yapılmadığı gözetildiğinde işletmekte olduğu eczanenin ilaç satmasının ve faaliyetlerine devam etmesinin mümkün olmadığı söylenebilir. Bu durumda başvurucunun SGK anlaşmasının feshedilmesinin başvurucu hakkındaki işlemin başkalarıyla mesleği çerçevesinde ilişki kurabilme ve geliştirebilme imkânının önemli ölçüde zayıflamasına, mesleğini devam ettirebilmesi, sosyal ve mesleki itibarını koruyabilmesi açısından ciddi sonuçlar doğurmasına yol açacağı anlaşılmıştır. Dolayısıyla SGK'nın başvurucu ile sözleşme yapmamasının adli sicil kaydı bağlamındaki kişisel verilere dayandığı ayrıca sözleşme yapılmamasının başvurucunun özel hayatına ciddi şekilde etki ettiği ve bu etkinin belirli bir ağırlık düzeyine ulaştığı görülmüştür. Neticede somut başvurunun sonuca dayalı olarak özel hayata saygı hakkı kapsamında incelenebilir nitelikte olduğu belirlendiğinden anılan kararda belirtilen ilkelerden ayrılmayı gerektiren bir yön bulunmadığı değerlendirilmiştir (benzer yönde değerlendirmeler için bkz. Mustafa Akyıldız [2. B.], B. No: 2020/23302, 2/10/2024, § 30).
2. Kabul Edilebilirlik Yönünden
39. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
3. Esas Yönünden
40. Özel hayata saygı hakkına yönelik negatif ve pozitif yükümlülükler arasındaki sınırların kesin biçimde tanımlanması ve birbirinden ayrılması her zaman mümkün değildir. Devlet için öngörülen negatif yükümlülükler, her durumda özel hayata saygı hakkına keyfî surette müdahaleden kaçınmayı gerekli kılar. Pozitif yükümlülükler de özel hayata saygı hakkının korunmasını ve bireyler arası ilişkiler alanında olsa da özel hayata saygının güvencelerini sağlamaya yönelik olaya özgü tedbirlerin alınmasını zorunlu kılar (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Adnan Oktar (3) [2. B.], B. No: 2013/1123, 2/10/2013, § 32; Ömür Kara ve Onursal Özbek [2. B.], B. No: 2013/4825, 24/3/2016, § 46; Tamer Mahmutoğlu, § 98).
41. Başvurucunun SGK kapsamındaki kişilere ilaç satışına imkân sağlayacak olan sözleşme yapılması talebi SGK tarafından reddedilmiştir. SGK'nın kamu ve özel sektörde çalışan herkesi kapsayacak şekilde sosyal güvenlik alanında faaliyet gösteren ve kamu gücünün ayrıcalıkları ile donatılmış bir kamu kurumu olduğu bilinmektedir. Ayrıca sözleşmelerin hazırlanmasında eczacıların hiçbir iradesi bulunmadığı gibi Protokol gereğince SGK'nın, sözleşmenin tarafı olan eczanelere -Protokol'e aykırılık teşkil eden belirli davranışları hâlinde- idari nitelikte cezalar verme yetkisinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla somut olaydaki hukuki ilişkinin kamu gücünün etkisi altında şekillendiği ve başvurucunun özel hayatına yönelen müdahalenin kamu kurumunun fesih işleminden kaynaklandığı dikkate alındığında başvurunun devletin negatif yükümlülükleri bağlamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. C.A. (3), § 104; Mustafa Akyıldız, § 33).
a. Müdahalenin Varlığı
42. Başvurucunun SGK ile sözleşme yapma talebinin reddedilmesi ve yargı mercileri tarafından söz konusu işlemin hukuka uygun olduğu sonucuna ulaşılması nedeniyle başvurucunun mesleki hayatına müdahalede bulunulduğu sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla sözleşmenin feshine ilişkin alınan kararla kamusal bir makam tarafından başvurucunun özel hayatına saygı hakkına bir müdahalede bulunulduğu açıktır.
b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
43. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
44. Yukarıda belirlenen müdahale, Anayasa'nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı takdirde Anayasa'nın 20. maddesini ihlal edecektir. Bu sebeple sınırlamanın Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, meşru amaç taşıma, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama kriterlerine uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir (Halil Berk [1. B.], B. No: 2017/8758, 21/3/2018, § 49; Süveyda Yarkın [2. B.], B. No: 2017/39967, 11/12/2019, § 32;Şennur Acar [1. B.], B. No: 2017/9370, 27/2/2020, § 34; R.G. [GK], B. No: 2017/31619, 23/7/2020, § 82).
(i.) Kanunilik
45. Müdahalenin kanuna dayalı olması öncelikle şeklî manada bir kanunun varlığını zorunlu kılar. Şeklî manada kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından Anayasa'da belirtilen usule uygun olarak kanun adı altında çıkarılan düzenleyici yasama işlemidir. Hak ve özgürlüklere müdahale edilmesi ancak yasama organınca kanun adı altında çıkarılan düzenleyici işlemlerde müdahaleye imkân tanıyan bir hükmün bulunması şartına bağlıdır. TBMM tarafından çıkarılan şeklî anlamda bir kanun hükmünün bulunmaması hakka yapılan müdahaleyi anayasal temelden yoksun bırakır (Ali Hıdır Akyol ve diğerleri [GK], B. No: 2015/17510, 18/10/2017, § 56).
46. Hak ve özgürlüklerin, bunlara yapılacak müdahalelerin ve sınırlandırmaların kanunla düzenlenmesi bu haklara ve özgürlüklere keyfî müdahaleyi engelleyen ve hukuk güvenliğini sağlayan demokratik hukuk devletinin en önemli unsurlarından biridir (Tahsin Erdoğan [2. B.], B. No: 2012/1246, 6/2/2014, § 60). Kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının da bireylerin davranışlarının sonucunu öngörebileceği kadar hukuki belirlilik taşıması gerekir. Bir diğer ifadeyle kanunun kalitesi de kanunilik koşulunun sağlanıp sağlanmadığının tespitinde önem arz etmektedir (Necmiye Çiftçi ve diğerleri [1. B.], B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55). Müdahalenin kanuna dayalı olması, müdahaleye ilişkin yeterince erişilebilir ve öngörülebilir kuralların bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44).
47. Başvuru konusu olayda idari işlemin 5510 sayılı Kanun'un 103. maddesine dayandığı görülmüştür. Yargı mercileri tarafından yapılan değerlendirmede ise başvurucunun 5352 sayılı Kanun'un 13/A maddesi uyarınca yasaklanmış haklarının iadesine karar verildiği kabul edilmekle birlikte 5510 sayılı Kanun'da yer verilen düzenleme nedeniyle başvurucunun SGK ile yeniden sözleşme yapma hakkının bulunmadığı belirtilmiştir. Açıklanan hususlar gereğince başvurucu hakkındaki işlemin şeklî olarak bir kanun hükmüne dayandığının kabulü gerekir.
48. Öte yandan 5510 sayılı Kanun'da yer alan sözleşme yasağının, yasaklanmış hakların iadesi kararına konu olan mahkûmiyetler yönünden uygulanıp uygulanmayacağı hususunda düzenlemenin belirlilik ve öngörülebilirlik açısından tartışmalı olduğu görülmekle birlikte, başvurunun niteliği ve kapsamı itibarıyla incelemeye devam edilerek bu hususun demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk bağlamında değerlendirilmesi gerekir.
(ii.) Meşru Amaç
49. Özel hayata saygı hakkına müdahale teşkil eden mesleğe ilişkin tedbirlerin millî güvenliğe, kamu düzeninin korunmasına ve kamu hizmetinin sürdürülebilirliğinin sağlanmasına yönelik olduğu ve hakkın doğasından kaynaklanan bir sınırlandırma nedeni olarak kabul edilebileceği değerlendirilmiştir (ayrıntılı değerlendirme için bkz. AYM, E.2014/87, K.2015/112, 8/12/2015; Sevim Akat Eşki [1. B.], B. No: 2013/2187, 19/12/2013, § 33; C.A. (3), §§ 109-113; Enis Aras, §§ 63, 64).
50. Bu bağlamda somut olayda bazı suçlardan mahkûm olanlar yönünden kamu kurumu olan SGK ile sözleşme yasağının öngörülmesi ve bu kapsamda başvurucunun mesleğini SGK ile sözleşme yapmanın sağlayacağı imkân ve olanaklardan faydalanarak icra etmesine yönelik müdahalenin -başvurucunun hüküm giydiği suçun niteliği de gözetildiğinde- söz konusu sınırlama nedenlerine dayandığı ve bu suretle meşru amaç unsurunu taşıdığı sonucuna varılmıştır.
(iii.) Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk ve Ölçülülük
(1) Genel İlkeler
51. Anayasa Mahkemesi kararlarına göre demokratik toplum düzeninin gerekleri kavramı öncelikle ilgili hak yönünden getirilen sınırlamaların zorunlu ya da istisnai tedbir niteliğinde olmasını, başvurulabilecek en son çare ya da alınabilecek en son önlem olarak kendisini göstermesini gerektirmektedir. Demokratik toplum düzeninin gereklerinden olma, bir sınırlamanın demokratik bir toplumda zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın karşılanması amacına yönelik olmasını ifade etmektedir (AYM, E.2016/179, K.2017/176, 28/12/2017; Ata Türkeri, § 44; Haluk Öktem [GK], B. No: 2014/13433, 13/10/2016, § 49; Erhun Öksüz [GK], B. No: 2014/12777, 13/10/2016 § 53; Salim Onur Şakar [2. B.], B. No: 2015/2711, 21/9/2017, § 35; C.A. (3), § 114).
52. Anayasa'nın 13. maddesinde demokratik toplum düzeninin gerekleri ve ölçülülük kriterleri iki ayrı ölçüt olarak düzenlenmiş olmakla birlikte bu iki ölçüt arasında ayrılmaz bir ilişki vardır. Ölçülülük ilkesinin amacı temel hak ve özgürlüklerin gereğinden fazla sınırlandırılmasının önlenmesidir. Anayasa Mahkemesi kararları uyarınca ölçülülük ilkesi, sınırlama için kullanılan aracın sınırlama amacını gerçekleştirmeye uygun olmasını ifade eden elverişlilik, sınırlayıcı önlemin sınırlama amacına ulaşmak bakımından zorunlu olmasına işaret eden gereklilik ve araçla amacın orantısız bir ölçü içinde bulunmaması ile sınırlamanın ölçüsüz bir yükümlülük getirmemesi anlamına gelen orantılılık unsurlarını içermektedir (Bülent Polat, § 106; Tevfik Türkmen [GK], B. No: 2013/9704, 3/3/2016, § 70; Bülent Kaya [GK], B. No: 2013/2941, 11/5/2016, § 82; Ferhat Üstündağ [1. B.], B. No: 2014/15428, 17/7/2018, §§ 45, 48; C.A. (3), § 115).
53. Belirtilen ölçütlere riayetle bir sınırlandırma yapılıp yapılmadığının tespiti için müdahale teşkil eden önlemin temelini oluşturan meşru amaç karşısında, bireye düşen fedakârlığın ağırlığının gözönünde bulundurulması ve gözetilen genel yararın gerekleri ile bireyin temel hakkının korunması arasında adil bir dengenin kurulup kurulmadığının belirlenmesi zorunludur. Anayasa'nın 13. maddesi vasıtasıyla Anayasa'da yer alan tüm temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması hususunda geçerli olan bu denge, özel hayata saygı hakkının sınırlandırılmasında da gözönünde bulundurulmalıdır (Bülent Polat, § 107).
54. Kamusal makamların bir hakkın sınırlandırılması sürecinde iki ayrı aşamada takdir yetkisi bulunmaktadır. Bunlardan ilki, sınırlama ölçütünün seçimidir. İkincisi ise ilgili sınırlama ölçütü çerçevesinde izlenen meşru amacı gerçekleştirmek üzere yapılan sınırlamanın gerekliliğidir. Ancak kamusal makamlara tanınan bu takdir yetkisi sınırsız olmayıp ihlal iddiasına konu önlemin anayasal temel hak ve özgürlüklerle bağdaşır olması yani müdahaleyi meşrulaştırmak üzere kullanılan argümanların elverişli, zorunlu ve orantılı olması gerekir (Bülent Polat, § 108).
55. Belirtilen takdir yetkisi, her bir olay özelinde ayrı bir kapsama sahiptir. Güvence altına alınan hakkın veya hukuksal yararın niteliği ve bunun birey bakımından önemi gibi unsurlara bağlı olarak bu yetkinin kapsamı daralmakta veya genişlemektedir. Öte yandan personel rejimi gibi sıkı kural ve şartlara tabi bir alanda, kamu makamlarının faaliyetin niteliğine ve sınırlamanın amacına göre değişen geniş bir takdir yetkisinin bulunması doğaldır. Bununla birlikte özel hayata saygı hakkı ile kamu hizmetinin yukarıda belirtilen temellere uygun yürütülmesini gözetmek konusundaki meşru menfaat arasında adil bir denge kurulup kurulmadığının gözönünde bulundurulması zorunludur (Bülent Polat, §§ 109, 110).
56. Ayrıca özel hayata saygı hakkına yönelik müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olma ve ölçülülük ilkelerine uygun olduğu konusunda yargısal makamlar tarafından oluşturulan gerekçelerin ikna edici nitelikte ilgili ve yeterli olması gerekir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Ata Türkeri, §§ 45, 47; Murat Deniz [1. B.], B. No: 2014/5318, 21/9/2016, § 66). Yine müdahalenin yargısal denetiminin usule ilişkin gereklilikler yerine getirilerek etkili bir şekilde ve makul sürede tamamlanması önemlidir.
(2) İlkelerin Olaya Uygulanması
57. Somut olayda eczane ruhsatnamesi sahibi olan başvurucu 26/3/2020 tarihinde SGK Ankara İl Müdürlüğüne başvurarak sözleşme yapma talebinde bulunmuş, yapılan değerlendirme sonucunda başvurucu hakkında mahkûmiyet kararının bulunduğu belirtilerek Protokol'ün 6.20. maddesi ve 5510 sayılı Kanun'un 103. maddesinin (5) numaralı fıkrası gereğince ret kararı verildiği ifade edilmiştir.
58. SGK ve TEB arasında düzenli olarak yenilenen Protokoller aracılığıyla SGK mensubu olan kişilerin ilaç ve tıbbi malzeme ihtiyaçlarının karşılanması amaçlanmaktadır. Anılan Protokol aynı zamanda TEB ile eczaneler arasında imzalanan sözleşmelerin dayanağını oluşturmakta ve eczaneler, sözleşmenin geçerli olduğu süre içerisinde SGK mensubu kişilerin taleplerini karşılamaktadır. SGK ile eczaneler arasındaki hukuki ilişkinin fiilî yansıması Medikal Ulak (Medula) sistemi üzerinden gerçekleşmektedir. Zira sözleşmeyi imzalayan eczaneler, SGK'nın ilgili birimine başvurarak Medula sistemine erişim yetkisi almaktadır (Mustafa Akyıldız, § 46).
59. Medula sisteminin ülkemizde faaliyet gösteren tüm resmî ve özel sağlık kurumlarının kullanması zorunlu olan bir veritabanı niteliğinde olduğu görülmüştür. Buna göre, SGK kapsamında olsun ya da olmasın ilaç talebinde bulunan hastalar için Medula sistemi üzerinden düzenlenen elektronik reçete (e-reçete) kodları söz konusu sistemi kullanan tüm eczanelerce görüntülenebilmektedir. Dolayısıyla SGK'nın Medula sistemine erişim yetkisi vermediği bir eczanenin SGK mensubu olan bir hastanın e-reçete kodunu görüntüleyerek hastanın talebini karşılaması mümkün olmadığı gibi hastanın SGK kapsamında olmaması, bir başka deyişle ücret karşılığında ilaç almayı talep etmesi hâlinde de belirtilen sonuç değişmemektedir. Buradan hareketle özünde serbest meslek olan eczacılığın esasen bu sözleşmeler çerçevesinde etkili bir şekilde ifa edilebilir bir meslek olduğu ve Medula sistemine erişimin eczanelerin ticari faaliyetlerinin devamı için elzem olduğu sonucuna ulaşılmaktadır (Mustafa Akyıldız, § 47).
60. Eczacılık faaliyeti, özünde bir serbest meslek olmasına rağmen sağlık hizmetlerinin yerine getirilmesine aracılık etmesi itibarıyla anılan faaliyetin kamusal yönünün de bulunduğu açıktır. Mesleğin belirtilen özelliği nedeniyle diğer mesleklerden farklı kurallar ve denetleme yöntemlerine tabi olması olağan olarak kabul edilebilir. Ancak her durumda mesleğin ifasına ilişkin kuralların, uygulamaların ve tedbirlerin esaslarının açıkça mevzuatta düzenlenmesi gerekir. Bununla birlikte mesleğin ifasının imkânsız hâle getirilmesi ya da meslek sahibine ölçüsüz külfet yüklenmesi hâlinde aynı zamanda bir kariyer mesleği niteliği taşıyan eczacılığa yapılan müdahalenin somut olaya göre temel hak ve özgürlükleri ihlal edebileceği vurgulanmalıdır (Mustafa Akyıldız, § 48).
61. Somut olayda yargı mercilerince başvurucu hakkındaki mahkûmiyet kararının SGK ile yeniden sözleşme yapmasına engel teşkil ettiği sonucuna ulaşılmıştır. Oysa yargılama sürecinde başvurucu; 5352 sayılı Kanun gereğince yasaklanmış haklarının iadesine karar verildiğini, söz konusu kararın mahkûmiyet hükmünün tüm sonuçlarını ileriye dönük olarak ortadan kaldırdığını ileri sürmüştür. Buna karşın yargı mercilerince anılan iddia ve itirazlar hakkında hiçbir inceleme ve değerlendirme yapılmadığı görülmüştür.
62. Hakkında belirli suçlardan mahkûmiyet kararı verilmiş kişilerle, idarenin kamu hizmetinin yürütülmesine ilişkin sözleşmeler yapmamayı tercih etmesi somut olayın koşullarına göre demokratik toplumun gereklerine uygun kabul edilebilir. Ancak bu sınırlamanın kamu hizmetinin gereği gibi ifa edilmesi, kamu düzeni ve güvenliği gibi makul amaçlara hizmet edecek mahiyette ve ölçülü olması önem arz etmektedir.
63. 5237 sayılı Kanun'un 53. maddesindeki düzenlemeyle güvenlik tedbirlerinin süresinin mahkûmiyet süresiyle sınırlı tutulduğu ve infazın tamamlanmasıyla birlikte güvenlik tedbirlerinin sona ereceğinin kabul edildiği gözetildiğinde kanun koyucunun her hâlde hak yoksunluklarının süresiz şekilde uygulanmasına ilişkin bir iradesinin bulunmadığı değerlendirilmiştir.
64. Bununla birlikte konuya ilişkin yargı kararlarında da (bkz. §§ 27, 28) hak yoksunluklarını düzenleyen mevzuat hükümlerinin gerekçelerine yer verilerek söz konusu yoksunlukların belirli sürelerle sınırlandırılmış olmasının suç işleyen bireylerin yeniden topluma kazandırılması ve cezaların ıslahı amacına atıf yapılmış ve özel kanunlarda bulunan aksi yöndeki düzenlemelerin getireceği sorunların önüne geçilmesinin amaçlandığı vurgulanmıştır.
65. Bu itibarla somut olayda kamu kurum ve kuruluşlarının zararına dolandırıcılık suçuna ilişkin olsa da yasaklanmış haklarının iadesine karar verilen başvurucunun SGK ile yeniden sözleşme yapmasının süresiz olarak engellenmesi, ilgili mevzuat hükümleri ve kariyer mesleği üzerindeki ağır etkileri itibarıyla ölçülü olarak kabul edilemeyecektir.
66. Sonuç olarak gerek sözleşme yapılması talebini reddeden SGK tarafından verilen kararda gerekse yargı mercilerince verilen kararlarda, kullanılan takdir yetkisinin kanuni dayanaklarının gösterilmesi, müdahalenin nedenlerine ve başvurucunun mesleği üzerindeki etkilerine ilişkin bireyselleştirilmiş ilgili ve yeterli gerekçe sunma konusundaki gerekliliklerin yerine getirilmediği görülmüştür. Dolayısıyla -dava sürecindeki bilgi ve belgeler dikkate alındığında- başvurucunun özel hayatına saygı hakkına yönelik müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşulunu sağlamadığı sonucuna ulaşılmıştır.
67. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
VI. GİDERİM
68. Başvurucu; ihlalin tespiti ve yeniden yargılama yapılması talebinde bulunmuştur.
69. Başvuruda tespit edilen anayasal hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar ve zorunluluk bulunmaktadır. Anayasa'nın 148. ve 153. maddeleri ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. ve 66. maddeleri uyarınca ihlal kararının gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatıp Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirtilen ilkelere ve gerekçelere uygun biçimde yürütülecek yargılama sonunda hak ihlalinin nedenlerini gidererek yeni bir karar vermektir (yeniden yargılama konusunda bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2) [1. B.], B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).
70. Öte yandan hak ihlali kararından Anayasa Mahkemesinin davanın sonucuyla ilgili olarak bir tutum sergilediği sonucu çıkarılmamalıdır. Anayasa Mahkemesince verilen hak ihlali kararı uyuşmazlığın sonuçlarından bağımsız olup davanın kabulüne, reddine ya da beraate veya mahkûmiyete karar verilmesi gerektiği anlamına gelmemektedir. Kural olarak, yargılamanın her aşamasında olduğu gibi ihlalin sonuçlarını gidermek üzere yeniden yapılacak yargılama sonunda da delillerin dava ile ilişkisini kurma ve bunları değerlendirip sonuç çıkarma yetkisi ilgili mahkemelere aittir.
VII. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayata saygı hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin özel hayata saygı hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesine (E.2021/414, K.2022/1247) iletilmek üzere Ankara 21. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2020/161, K.2020/385) GÖNDERİLMESİNE,
D. 664,10 TL harç ve 30.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 30.664,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için YASAL FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 28/5/2025 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.