logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Hüseyin Daş [1. B.], B. No: 2022/64196, 16/7/2025, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

HÜSEYİN DAŞ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2022/64196)

 

Karar Tarihi: 16/7/2025

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Recai AKYEL

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

Muhterem İNCE

 

 

Yılmaz AKÇİL

Raportör

:

Aydın DEMİREL

Başvurucu

:

Hüseyin DAŞ

Vekili

:

Av. Kenan MAÇOĞLU

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; gözaltının hukuki olmaması, gözaltının makul süreyi aşması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması ve tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, daha önce yargılama konusu yapılan eylemlerin tekrar soruşturmaya konu edilmesi nedeniyle aynı fiil nedeniyle yeniden yargılanmama ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 22/6/2022 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, adli yardım talebinin kabulüne ve başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.

3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

A. Bireysel Başvuru Öncesi Yürütülen Yargılama Süreçleri

5. 31/12/2013 tarihinde kabul edilen 24/12/2013 tarihli iddianame ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan cezalandırılması talep edilmiştir. Diyarbakır 7. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından yapılan yargılama sonunda 16/3/2015 tarihinde başvurucunun silahlı terör örgütü üyeliği suçundan mahkûmiyetine karar verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şu şekildedir:

"...Yukarıda ayrıntılı incelemesi yapılan KCK sözleşmesi, tapeler, fiziki takip tutanakları ve ele geçirilen dökümanlar birlikte değerlendirildiğinde terör örgütünün Sözleşmelerinde de yazılı olduğu üzere, sanıkların yasa dışı PKK terör örgütü adına ülkemizde faaliyet yürüten KCK/TM yapılanması içerisinde KCK Sözleşmesinin 14. Maddesinin 5.fıkrasındabulunan Mali/Ekonomik Alan merkezi içerisinde örgütsel faaliyetler yürüttükleri, Mali/Ekonomik Alan merkezinde kadro düzeyinde faaliyet gösterdiği, terör örgütü tarafından görevlendirildikleri, sanık Hüseyin DAŞ’ın geçmiş tarihlerde gerçekleştirmiş oldukları örgütsel faaliyetlerinden dolayı uzun süre cezaevinde yatmış olduğu, yukarıda belirtildiği üzere şahsın değer ailesi olduğu, göz önünde bulundurulduğunda sanığın gizli tanık beyanında olduğu gibi KCK/TY içerisinde örgüt kadrosu olarak çeşitli alanlarda faaliyet yürüttüğü, sanığın KADRO tabir edilen kişilerden olduğu,. sanıkların PKK/KCK terör örgütü tarafından vergilendirme adı altında Akdeniz bölgesinde halktan /işadamlarından /belediyelerden ya da devletten ihale alan şirketlerden vs. terör örgütü üyeleri veya kuryeler tarafından toplanan paraların, terör örgütünün faaliyetlerinde kullanılmak üzere terör örgütünün finansmanını sağladıkları, bu şekilde sanıkların üzerine atılı terör örgütü üyeliği suçunu işlediği anlaşıldığından sanığın cezalandırılmalarına,..."

6. Söz konusu yargılama hâlen Yargıtay önünde derdesttir.

7. 10/11/2017 tarihinde kabul edilen 24/10/2017 tarihli iddianame ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan cezalandırılması talep edilmiştir. Diyarbakır 9. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından yapılan yargılama sonunda 11/4/2018 tarihinde başvurucunun beraatine karar verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şu şekildedir:

"..Her ne kadar sanık Hüseyin hakkında atılı suç nedeniyle cezalandırılması için kamu davası açılmış ise de, aleyhine herhangi bir tanık beyanının bulunmayışı, gönderilen mesajların siyasi parti tarafından gönderilmiş olması, örgüt mensubu üzerinde çıkan dökümandaki H.D olarak belirtilen kısaltmanın sanığa ait olduğu ve bu şekilde sanığın PKK silahlı terör örgütü içerisindeki hiyerarşiye dahil olduğu eylemlerinin süreklilik ve çeşitlilik arz ettiği konusunda savunmaların aksini gösterir her türlü şüpheden uzak kesin ve mahkumiyete yeterli delil elde edilemediğinden atılı suçtan beraatine karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur..."

8. Başvurucu hakkındaki beraat kararı 19/4/2018 tarihinde istinaf edilmeksizin kesinleşmiştir.

9. 18/1/2019 tarihinde kabul edilen 14/1/2019 tarihli iddianame ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan cezalandırılması talep edilmiştir. İddianameye göre gizli tanık Kadife 2013, başvurucunun KCK yapılanması içinde sosyal alan sorumlusu olarak faaliyet yürüttüğünü belirtmiştir. Sabır isimli gizli tanık ise başvurucunun KCK Mali Komitesinin içinde yer aldığını, Kandil ile irtibatlı olduğunu, örgütün üst yönetiminden aldığı talimatların KCK'nın mali alan yapılanması içinde uygulandığını ifade etmiştir. Gizli tanık Yıldız tarafından başvurucunun PKK/KCK ile iltisaklı GÖÇ-DER isimli dernek bünyesinde çalıştığı, PKK/KCK adına propaganda yaptığı, örgüt adına para topladığı ve yerel kadroda faaliyet yürüttüğü ifade edilmiştir. İddianameye göre başvurucunun adresinde yapılan aramada hakkında toplatma kararı bulunan kitaplar ve fotoğraflar ele geçirilmiştir.

10. Diyarbakır 11. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından yapılan yargılama sonunda 18/12/2019 tarihinde başvurucunun beraatine karar verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şu şekildedir:

"...Tüm dosya kapsamı birlikte ve bir bütün olarak değerlendirildiğinde; sanık hakkında her ne kadar silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan TCK'nun 314/2. maddesi gereğince cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmış ise de; Sanığın terör örgütü ile iltisaklı olduğu gerekçesi ile kapatılan derneğe üye olmasının, ikametinde ele geçen örgüt elebaşısı tarafından yazılmış kitapların ve örgütü simgeleyen bez parçası önünde çekilmiş fotoğrafların sempati ve iltisak boyutunu aşarak sanığın örgüt ile organik bir bağ kurduğunu, örgütün hiyerarşisine dahil olduğunu göstermeyeceği, sanık hakkında beyanları bulunan gizli tanık beyanlarının 5726 Sayılı Tanık Koruma Kanununun 9/8 maddesinin "bu kanunun 5. Maddesinin 1. Fıkrasının a ve b bentlerine göre tedbir uygulanan tanığın beyanı tek başına hükme esas teşkil etmez" hükmü dikkate alındığında tek başına sanığın örgüt üyesi olduğunu ispat etmeye yeterli örgütsel faaliyetler kapsamında değerlendirilemeyeceği, dosyamız ile benzer nitelikte olan bir dosyada Yargıtay 16. Ceza Dairesi 2019/2233 E., 2019/4810 K. Sayılı ilamı ile "örgütün sözde meşruiyet vitrini olarak kullanılan katlarla irtibatlı olduğu anlaşılan ve fakat örgütün nihai amacını bildiği, örgütle organik bir bağ kurarak hiyerarşisine dahil olduğu yönünde herhangi bir delil bulunmayan sanık hakkında gizli tanık "Kitap" tarafından verilen ifadenin başka delillerle desteklenmediği takdirde hükme esas alınamayacağı cihetle, örgüte müzahir derneğe üye olmak, sosyal medya hesabında takip ve beğenilerde bulunmak, protesto gösterilerine katılmaktan ibaret eylemlerinin, sanığın konum ve kişisel özellikleri de dikkate alındığında sempati ve iltisak boyutunu aşar nitelikte, silahlı terör örgütü üyesi olduğunu ispat etmeye yeterli örgütsel faaliyetler olarak değerlendirilemeyeceği gözetilerek, atılı suçtan beraati yerine yazılı şekilde hüküm kurulması. Kanuna aykırı, sanığın temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebeplerden dolayı CMK'nın 302/2. Maddesi uyarınca BOZULMASINA," şeklinde karar verildiği görülmekle tüm bu hususlar dikkate alınarak değerlendirme yapıldığında sanığın eylemlerinin sempati ve iltisak boyutunu aşan, örgüt üyesi olduğunu ispat etmeye yeterli örgütsel faaliyetler kapsamında değerlendirilemeyeceği, sanığın savunmasının aksini kanıtlar hiçbir delilin bulunmaması ve amacı maddi gerçeğin ortaya çıkarılması olan ceza yargılamasının en önemli ilkelerinden birisi olan "şüpheden sanık yararlanır (in dubio pro reo)" ilkesi ve AİHS'nin 6/2 maddesinde garanti altına alınan masumiyet karinesi uyarınca soyut iddia dışında sanığın örgütün hiyerarşik yapısına organik bağ ile bağlı olarak hareket ettiğine ve üzerine atılı suçu işlediğine dair mahkumiyetine yeterli, her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı bir delil bulunmadığı anlaşılmakla, sanığın CMK 223/2-e maddesi uyarınca beraatine karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur..."

11. Başvurucu hakkındaki beraat kararı 26/12/2019 tarihinde istinaf edilmeksizin kesinleşmiştir.

B. Bireysel Başvuru Süreci

12. Başvurucu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) tarafından PKK/KCK silahlı terör örgütüne üye olmak, silahlı terör örgütü kurmak veya yönetmek isnadı ile yürütülen soruşturma kapsamında 12/4/2022 tarihinde Muğla ilinde yakalanmıştır.

13. Cumhuriyet savcısı 12/4/2022 tarihinde başvurucunun yakalanmasını müteakip dört (4) gün süreyle gözaltına alınması talimatını vermiştir. Başvurucunun da aralarında bulunduğu kişilerin gözaltı süresi 15/4/2022 tarihinde birinci kez dört gün, 19/4/2022 tarihinde ise ikinci kez dört gün süreyle uzatılmıştır.

14. Kolluk tarafından tutulan tutanaklara göre başvurucunun farklı tarihlerde PKK/KCK terör örgütü ile ilişki ve irtibatı dolayısıyla hakkında adli işlem yapılan şahıslarla aynı otelde konakladığı, 1/1/2013-30/12/2020 tarihleri arasında hakkında adli işlem başlatılan çok sayıda şahıs ile ortak baz bilgileri ve görüşme kayıtları bulunduğu ifade edilmektedir. Bunun yanı sıra PKK/KCK terör örgütünün çağrısı üzerine 1/10/2014 tarihinde Şanlıurfa'nın Suruç ilçesine gittiği, 2014 ile 2020 yılları arasında etkisiz hâle getirilen örgüt mensuplarının aileleri ile çok sayıda görüşme gerçekleştirdiği, kendisinin de değer ailesi üyesi olarak görüldüğü belirtilmiştir. Ayrıca R.J. isimli şahıs üzerinde ele geçirilen dijital materyalde yer alan ve PKK/KCK terör örgütü mali alan yapılanmasına ilişkin olduğu değerlendirilen 12/12/2015 tarihli belgede H.D. olarak anılan kişinin başvurucu olduğu ve 2015-2019 yılları arasında terör örgütü ile iltisaklı kişilerle bankacılık işlemleri bulunduğu ifade edilmiştir.

15. Başvurucu hakkında beyanda bulunan tanık ifadeleri ise özetle şöyledir:

i. Gizli tanık Ulaş 4/3/2020 tarihli beyanında başvurucunun kadro örgüt mensubu olduğunu, 2011 yılında Irak'a giderek ideolojik eğitim aldığını, illegal yollarla birçok defa Kandil'e gittiğini, 2011-2017 yılları arasında KCK Türkiye Maliyesi Denetleme Komitesinde görev aldığını ifade etmiştir. Gizli tanık başvurucunun son dönemdeki örgütsel faaliyetleri hakkında bilgi sahibi olmadığını söylemiştir.

ii. S.B. 12/12/2019 günü alınan beyanında başvurucunun 2015 yılına kadar mali alan yapılanması içinde görevli olduğunu, kadro örgüt mensubu olduğunu belirtmiş; 2015 yılından sonraki faaliyetleri ile ilgili bilgisi olmadığını söylemiştir.

iii. M.Z. 4/3/2020 tarihli beyanında başvurucunun kadro örgüt mensubu olduğunu, 2014-2015 yıllarında KCK Türkiye Maliye Denetleme biriminde örgüt adına para topladığını, 2015 yılı Haziran ayı sonrasında da örgütsel faaliyetlerine devam ettiğini bildiğini söylemiştir.

16. Başvurucu 21/4/2022 tarihinde kollukta verdiği ifadede susma hakkını kullanmıştır.

17. Başvurucu silahlı terör örgütü kurma veya yönetme isnadı ile sevk edildiği Ankara 2. Sulh Ceza Hâkimliğinin (Sulh Ceza Hâkimliği) 23/4/2022 tarihinde başlayıp 24/4/2022 tarihinde biten sorgusunda isnat edilen eylemleri reddetmiş, terör örgütü üyesi ya da yöneticisi olmadığını, aynı gerekçelerle daha önce üç defa yargılandığını ve Diyarbakır'da yapılan iki yargılamada da beraat kararı aldığını ifade etmiştir. Başvurucu vekili tarafından da gizli tanık yanında diğer tanıkların ifadelerine ilişkin beyanda bulunulmuş, düzenlenen raporlara ve tutanaklara ilişkin savunmalar sunulmuştur. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından başvurucunun tutuklanmasına karar verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şu şekildedir:

"Şüpheliler [B.B.], [H.U.Ç.], HÜSEYİN DAŞ ve [M.K.] hakkında üzerlerine atılı bulunan Silahlı Terör Örgütü Kurma veya Yönetme suçundan aleyhlerine verilmiş tanık ifadeleri, değer ailesi olarak nitelendirilen birden fazla kişiye MASAK analizlerinde belirtilen para transferlerini gerçekleştirdikleri, bir kısım şüpheliler hakkında dijital materyal raporları, yine şüpheli [M.K.] ile ilgili örgüt talimatıyla Şanlıurfa Suruç ilçesinde eylemlere katıldığı, yasa dışı olarak sınırı geçtiği şeklindeki tespitler, araştırma tespit ve değerlendirme tutanakları ile dosya kapsamında somut delillerin bulunması, şüphelileri üzerlerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, yargılama sırasında alabilecekleri muhtemel ceza miktarı, bu nedenlerle adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı CMK'nun 100. maddesi ile ilgili düzenlemeler ile AİHS 5. Maddesindeki tutuklama şartları kapsamında isnat olunan suç ile orantılı tedbir kapsamında şüphelilerin CMK'nun 101. maddeleri uyarınca AYRI AYRI TUTUKLANMALARINA [karar verildi]..."

18. Başvurucu vekili tarafından 30/4/2022 tarihinde yapılan itirazda soruşturmayı yürüten savcılığın yetkisiz olduğu ve dosyadaki kısıtlama kararı nedeniyle savunma haklarının zedelendiği ifade edilmiştir. Buna rağmen başvurucu vekilinin söz konusu itirazda Sulh Ceza Hâkimliği tarafından tutuklama gerekçesi yapılan tanık beyanlarına, teşhis işlemlerine, baz istasyonu tespitlerine, Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK) raporlarına, katıldığı iddia edilen etkinliklere yönelik itirazlarını sunduğu görülmektedir. Başvurucu vekili sonuç olarak itirazının kabulü ile başvurucunun tutuklama kararının kaldırılarak başvurucunun serbest bırakılmasını talep etmiştir.

19. Ankara 36. Asliye Ceza Mahkemesi yapılan itirazı 16/5/2022 tarihinde kesin olarak reddetmiştir. Kararın ilgili kısmı şu şekildedir:

"...Cumhuriyet Savcısının yazılı mütalaasında itirazların reddine karar verilmesini talep etmiş olup, dosyanın incelenmesinden şüphelilerin üzerlerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, CMK'nun 100. maddesindeki katalog suçlardan olması, mevcut delil durumu, delillerin henüz tam olarak toplanmamış olması ve şüphelilerin kaçma ihtimallerinin bulunması nedeniyle haklarında adli kontrol kararının yetersiz kalacağı anlaşılmakla, itirazın reddine karar vermek gerekmiştir..."

20. Başvurucu itirazın reddine ilişkin nihai hükmü 27/5/2022 tarihinde öğrendikten sonra 22/6/2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

C. Bireysel Başvurudan Sonraki Süreç

21. Başka bir soruşturma kapsamında beyanda bulunan Ü.G. 14/5/2022 tarihli ifadesinde başvurucunun kadro örgüt mensubu olduğunu, 2020-2022 yılları arasında PKK mali alan sorumluluğu görevini yürüttüğünü, PKK mali alan yapılanması içinde güncel faaliyetleri hakkındaki bilgisinin başka bir şahsın aktarımlarına dayandığını belirtmiştir.

22. Başvurucunun da aralarında olduğu 89 kişi hakkında düzenlenen 23/9/2022 tarihli iddianamede, başvurucunun KCK Mali Alan içerisinde faaliyet yürüttüğüne ve kadro örgüt mensubu olduğuna ilişkin gizli tanık Ulaş, S.B. M.Z. ve Ü.G.nin tanık beyanlarına, terör örgütü ile irtibatlı kişilerle görüşme kayıtları, ortak baz bilgileri ve ekonomik ilişkileri bulunduğuna ilişkin tespitlere yer verilmiştir. Başvurucunun PKK/KCK silahlı terör örgütünün KCK sistematiğine bağlı ekonomik alan merkezi yapılanması içinde faaliyet yürüttüğü belirtilmiş ve PKK/KCK silahlı terör örgütünün yöneticisi olmak suçundan cezalandırılması talep edilmiştir.

23. Diyarbakır 10. Ağır Ceza Mahkemesi (Ağır Ceza Mahkemesi) tarafından 1/11/2023 tarihinde yapılan duruşmada Ü.G. isimli tanık dinlenmiştir. Tanık beyanında başvurucunun PKK/KCK'nın mali alandaki eylemlerine ilişkin bilgisinin görgüye dayalı olmadığını ifade etmiştir. Tanık, başvurucunun da kendisi gibi cezaevinde olduğu dönemde (15/3/2006 ile 19/11/2010 tarihleri arasında) iş adamlarından örgüt adına haraç aldığını söylediğini, benzer hususların ayrıca E.T. ve F.G. isimli şahıslarca da kendisine aktarıldığını söylemiştir. Tanık M.Z. ise başvurucunun PKK/KCK mali alan yapılanmasına ilişkin bilgilerinin 2014-2015 yıllarına ait olduğunu aktarmıştır. Tanık S.B. başvurucunun PKK ile irtibatına dair bilgisinin olmadığını ifade etmiştir. Ayrıca emniyet tarafından başka dosya şüphelisi veya sanıkları tarafından etkin pişmanlık kapsamında veya tanık olarak alınan ifadelerde başvurucu ile ilgili bir beyan veya teşhisin bulunmadığının bildirildiği görülmektedir. Söz konusu duruşmada hazır edilemeyen gizli tanık Ulaş'ın dinlenmesinden vazgeçilmiş ve başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir.

24. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 20/12/2023 tarihinde başvurucunun cezalandırılması istemli kamu davasının reddine karar verilmiştir. Ağır Ceza Mahkemesi; gizli tanık Ulaş, tanıklar S.B., M.Z. ve Ü.G.nin beyanları olduğu, dosya kapsamında hazırlanan MASAK raporu ve HTS kaydında terör örgütü mensupları ile iletişimde olduğu iddiası ile başvurucu hakkında silahlı terör örgütü kurma ve yönetme suçundan kamu davası açıldığını ancak tanık beyanlarında yer alan eylemlerin 2012-2015 yılları arasına ilişkin olduğunu belirtmiştir. Diyarbakır 11. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından söz konusu eylemlerin daha önce yargılama konusu edilerek başvurucu hakkında beraat hükmü kurulduğu ifade edilmiştir. Bu nedenle daha önce beraat kararı verilen eylemlere dayalı açılan davanın reddine karar verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şu şekildedir:

"... Her ne kadar Hüseyin Daş hakkında Silahlı Terör Örgütünü Kurma Ve Yönetme suçundan cezalandırılması istemi ile kamu davası açılmış ise de tüm dosya kapsamı ve deliller birlikte değerlendirildiğinde; sanık hakkında Diyarbakır 11. ACM'nin 2019/274 esas 2019/780 karar sayılı ilamı ile silahlı terör örgütüne üye olma suçundan beraat kararı verildiği ve bu kararın kesinleştiği; söz konusu dosyada iddianame tarihinin 2019 yılı olduğu, sanığın bu tarihten önceki eylemlerinin silahlı terör örgütüne üye olma suçunun niteliği gereği temadi eden suç olması sebebiyle tek bir silahlı terör örgütüne üye olma suçunu oluşturacağı emsal Yargıtay içtihatlarıyla kazıyyei muhkem haline gelmiş olduğu dolayısıyla sanığın 2019 tarihinden önceki tüm örgütsel eylem ve faaliyetlerinden dolayı beraat ettiği anlaşılmakla dosyada yapılan incelemede, hakkında davaya konu edilen tanık beyanlarının ise sanığın 2012-2014-2015 yılındaki eylemlerine yönelik olduğu, bu kapsamda sanığın eylemlerinin küll halinde Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma suçunu oluşturacağı tanık beyanlarının Diyarbakır 11. ACM'nin 2019/274 esas 2019/780 karar sayılı dosyasının iddianame ve aynı zamanda kesinti tarihi olan 2019 tarihinden önceye ilişkin yılları kapsadığı, sanığın kesinti tarihinden sonra örgütün hiyerarşik yapısı içerisine girdiğine, örgüt ile arasında üyelik için gerekli bulunan organik bağın kurulduğuna, örgütün kuruluşu, kurucuları, lideri, amacı, stratejileri ve eylemleri ile irtibatlı olduğuna dair inkara dayalı savunması haricinde delil bulunmadığı, mahkememizin 2023/179 Esas sayılı işbu davadaki eylemlerin sanık hakkında daha önce beraat kararı verilen döneme tekabül eden örgütsel eylemlere ilişkin olduğu göz önüne alınarak sanık hakkında mükerrer yargılama yapılamayacağı bu nedenle CMK'nın 223/7 maddesine göre "Aynı fiil nedeniyle, aynı sanık için önceden verilmiş bir hüküm veya açılmış bir dava varsa davanın reddine karar verilir." hükmü gereğince ikinci kez açılan mahkememizdeki davanın reddine karar verilmiştir.

H Ü K Ü M : Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;

1-Her ne kadar Hüseyin DAŞ hakkında "Silahlı Terör Örgütünü Kurma Veya Yönetme " suçundan cezalandırılması istemi ile kamu davası açılmış ise de, sanığın eylemlerinin kül halinde Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma suçunu oluşturacağı anlaşılmakla aynı döneme ilişkin eylemi nedeniyle hakkında Diyarbakır 9.Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2017/657 Esas 2018/323 karar sayılı ilamı ile sanık hakkında Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma " suçu kapsamında beraat kararı verildiği verilen kararın 19/04/2018 tarihinde kesinleştiği yine Diyarbakır 11.Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2019/274 Esas 2019/780 karar sayılı ilamı ile sanık hakkında Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma " suçu kapsamında beraat kararı verildiği verilen kararın 26/12/2019 tarihinde kesinleştiği anlaşılmakla CMK'nin 223/7 maddesi uyarınca ikinci kez açılan iş bu davanın REDDİNE [karar verildi]..."

25. Davanın reddine ilişkin karara yönelik istinaf talebi Diyarbakır Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesinin (Bölge Adliye Mahkemesi) 12/3/2025 tarihli kararı ile temyiz yolu açık olmak üzere reddedilmiştir. Söz konusu karar temyiz edilmediğinden 10/4/2025 tarihinde kesinleşmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. Kanun Metinleri

26. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun (5271 sayılı Kanun) "Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar" başlıklı 172. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildikten sonra yeni delil meydana çıkmadıkça, aynı fiilden dolayı kamu davası açılamaz."

27. 5271 sayılı Kanun’un "Duruşmanın sona ermesi ve hüküm" başlıklı 223. maddesinin (1) ve (7) numaralı fıkrası şöyledir:

"Duruşmanın sona erdiği açıklandıktan sonra hüküm verilir. Beraat, ceza verilmesine yer olmadığı, mahkûmiyet, güvenlik tedbirine hükmedilmesi, davanın reddi ve düşmesi kararı, hükümdür

...

Aynı fiil nedeniyle, aynı sanık için önceden verilmiş bir hüküm veya açılmış bir dava varsa davanın reddine karar verilir."

28. 5271 sayılı Kanun'un "Sanık veya hükümlünün aleyhine yargılamanın yenilenmesi nedenleri" başlıklı 314. maddesi şöyledir:

"Kesinleşen bir hükümle sonuçlanmış olan bir dava aşağıda yazılı hâllerde sanık veya hükümlünün aleyhine olarak yargılamanın yenilenmesi yolu ile tekrar görülür:

a) Duruşmada sanığın veya hükümlünün lehine ileri sürülen ve hükme etkili olan bir belgenin sahteliği anlaşılırsa.

b) Hükme katılmış olan hâkimlerden biri, aleyhine ceza kovuşturmasını veya bir ceza ile mahkûmiyetini gerektirecek nitelikte olarak görevlerini yapmada sanık veya hükümlü lehine kusur etmiş ise.

c) Sanık beraat ettikten sonra suçla ilgili olarak hâkim önünde güvenilebilir nitelikte ikrarda bulunmuşsa."

2. Yargıtay Kararları

29. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 20/9/2023 tarihli ve E.2020/ (Kapatılan)14-154, K.2023/463 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"... Bu aşamada ceza muhakemesine hakim olan hukuk devleti, adil yargılanma hakkı ve non bis in idem ilkelerinin incelenmesinde yarar bulunmaktadır.

Hukuk devleti ilkesi; adaletin gerçekleştirilmesinde, devletin kendi koyduğu kurallara kendisinin de bağlı olmasını ifade etmektedir. Hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygı gösteren, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasanın bulunduğu bilincinde olan devlettir. Başka bir anlatımla hukuki güven ortamının bulunduğu, karar ve işlemlerinin yargı denetimine bağlı olduğu devlete hukuk devleti denilmektedir.

Hukuk Devleti ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm işlem ve eylemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerektirir. Hukuk devletinin görevlerinden biri de kişinin hukuk güvenliğini sağlamaktır. Hukuk güvenliği, temel hak güvencelerinde korunan ortak değerdir. Bu noktada hukuk devletinin yaratacağı hukuki güven ortamı, sadece normların öngörülebilir olmasını, karar ve işlemlerin yargı denetimine bağlı olmasını değil, aynı zamanda kesin bir hükümle yargılanması sona eren kişinin, tekrar ceza muhakemesine konu olmasını engellemeyi gerektirir. Kişinin iç huzurunu bozan ömür boyu sürebilecek hukuki belirsizlikler hukuk güvenliğini tehdit eden unsurlardır. Diğer bir anlatımla kişinin tekrar yargılanma ihtimali altında yaşaması, hukuk güvenliğini ihlal eden bir durumdur. Bu anlamda kovuşturmaya yer olmadığına dair kararların Cumhuriyet savcısı tarafından her zaman ve koşulsuz olarak yeniden canlandırılabilir olması, zamanaşımı süresince şüphelinin başında "Demoklesin Kılıcı" gibi durması, bireyin özgürlüklerini ve hukuk güvenliğini tehdit eder niteliktedir. Nitekim bu husus CMK'nun 172. maddesinin gerekçesinde de açıkça belirtilmiştir. Kanun koyucu, kişi özgürlüğünü tehdit eden bu durumu bertaraf edebilmek için kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kesinleşmesinden sonra şüpheli hakkında yeniden soruşturma yapılabilmesini "yeni delilin meydana çıkması" şartına bağlamıştır. Kanun maddesiyle getirilen bu şart gerçekleşmeden kovuşturmaya yer olmadığına dair verilen kararın ve bu kararın kişi açısından oluşturduğu hukuki güvenlik alanının geçersiz kılınmasını doğuracak işlemler yapılması, bu kapsamda aynı fiil nedeniyle bu kez kamu davası açılması, kanun koyucunun iradesine açıkça aykırı olacaktır.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde hüküm altına alınan adil yargılanma hakkı hukukun üstünlüğü ile adalete erişimi koruyan ve kişilerin ceza muhakemesinin ilk aşaması olan soruşturmanın başından itibaren açık ve adil bir şekilde yargılanmalarını teminat altına alan mutlak bir hak olup, kişilerin hukuk devleti kuralları içinde yargılanmasını öngörür. Adil yargılanma hakkı hukuk devleti ilkesinin bir gereği olup, bireyler için bir hak, devlet için ise bir görevdir. Adil yargılanma hakkının amacı, yargılamanın doğru, hakkaniyete uygun ve adil bir biçimde yerine getirilmesini sağlamaktır. Bu kapsamda bireyler, yargılamanın usul ve esas ilkelerine uygun şekilde başlatılıp, yürütülüp sonuçlanmasını isteme hakkına sahiptir.

Adil yargılama, ceza muhakemesi hukukunda, sanığa ve mağdura tanınan hakların tümü ve insan hakları ihlal edilmeden yapılan yargılama olarak tanımlanmakta olup, soruşturma ve kovuşturma evrelerinin tamamında geçerli olan bir hak olarak karşımıza çıkmaktadır. Daha önce soruşturma veya kovuşturmaya tâbi tutulmuş olan bireyin, aynı fiilden dolayı tekrar soruşturmaya veya kovuşturmaya tâbi tutulması ve hatta buna tâbi tutulabileceği endişesi taşıması adil yargılanma hakkı ilkesine aykırılık oluşturmaktadır. Bu ilkenin temelinde insan onurunun korunması yatmaktadır. Kişinin daha önce soruşturma ve kovuşturmaya tâbi olduğu fiilden dolayı, önceden kanunla belirlenmiş istisnai şartlar gerçekleşmeden tekrar şüpheli veya sanık statüsüne sokulması, insan olmasından kaynaklanan varlığını yani onurunu zedeleyici niteliktedir.

Öte yandan ceza muhakemesi yapılabilmesi için birtakım "olmazsa olmaz" (sine qua non) şartlar bulunmaktadır. Bu bağlamda muhakeme yapılabilmesinin şartlarından birisi de Non bis in idem olarak ifade edilen, aynı fiilden dolayı verilmiş bir hükmün veya açılmış bir davanın bulunmamasıdır.

Kanunlarda açıkça yazılı olmadan da uygulanan bir hukuk normu olarak doktrinde de kabul olunan ve muhakeme hukukunun ana ilkelerinden olan Non bis in idem ilkesi;1412 sayılı CMUK'nun 253. maddesinin üçüncü fıkrasında; "Aynı konuda, aynı sanık için evvelce verilmiş bir hüküm veya açılmış bir dava var ise davanın reddine karar verilir" şeklinde, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK'nın "Duruşmanın sona ermesi ve hüküm" başlıklı 223. maddesinin yedinci fıkrasında ise; "Aynı fiil nedeniyle, aynı sanık için önceden verilmiş bir hüküm veya açılmış bir dava varsa davanın reddine karar verilir" şeklinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerden anlaşılacağı üzere, aynı fiil nedeniyle, aynı sanık hakkında önceden verilmiş bir hüküm veya açılmış bir dava varsa, sonradan açılmış olan davanın reddine karar verilecektir.

Non bis in idem ilkesine uluslararası sözleşmelerde de yer verilmiş olup konu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 7 numaralı Ek Protokolünün "Aynı suçtan iki kez yargılanmama ve cezalandırılmama hakkı" başlıklı 4. maddesinin ilk fıkrasında; "Hiç kimse bir devletin ceza yargılaması usülune ve yasaya uygun olarak kesin bir hükümle mahkum edildiği ya da beraat ettiği bir suçtan dolayı aynı devletin yargısal yetkisi altındaki yargılama usulleri çerçevesinde yeniden yargılanamaz veya mahkum edilemez" şeklinde ifade edilmiştir.

1412 sayılı CMUK'da soruşturma aşamasına ilişkin Non bis in idem ilkesini karşılayacak bir düzenlemeye yer verilmemiş iken, 5271 sayılı CMK'nın 172. maddesinin 2. fıkrasında "Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildikten sonra yeni delil meydana çıkmadıkça, aynı fiilden dolayı kamu davası açılamaz" denilmek suretiyle non bis in idem ilkesinin ceza soruşturmasını da kapsaması sağlanmıştır.

Görüldüğü gibi "aynı fiil" ifadesine 5271 sayılı CMK'nın 172/2 ve 223/7. maddelerinde açıkça yer verilmiş, böylece ceza muhakemesinin temel ilkelerinden biri olan aynı fiilden dolayı iki kez yargılama olmaz (non bis in idem) ilkesinin gerek soruşturma aşamasında gerekse kovuşturma aşamasında geçerli olduğu hüküm altına alınmıştır.

Bu ilkenin ihlal edilmesi, kişi bakımından kişisel özgürlüğün ihlali sonucunu doğurmakta, devlet bakımından ise hukuk devleti ilkesini zedelemektedir. Öte yandan non bis in idem ilkesi adil yargılanma hakkının da doğal bir sonucudur.

CMK'nın 172/2. maddesi ve madde gerekçesinden de anlaşıldığı üzere non bis in idem ilkesi, soruşturma aşamasında Cumhuriyet savcısı tarafından verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararları da kapsamaktadır. Bir başka ifade ile non bis in idem ilkesinin etkisi bakımından soruşturma aşamasında verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararının kovuşturma evresi sonunda verilen hükümden, kanunda belirlenen şartlar gerçekleşmediği sürece kişiye sağladığı hukuki güvenlik alanı açısından farklı olmadığının kabulü gerekmektedir. Buna göre; soruşturma evresi sonucunda kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilip bu karar kesinleştikten sonra, Cumhuriyet savcısınca kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda sınırları belirlenen fiil (kanunda yer alan ifadeye göre"aynı fiil") hakkında "yeni delil meydana çıkmadıkça" kamu davası açılamaz. Nitekim öğretide de; non bis in idem ilkesine soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı tarafından verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararı da kapsayan geniş bir anlam verilmektedir (İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler 9. Bası, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2013, s. 953; Neslihan Göktürk, Fikri İçtima, Adalet Yayınevi, Ankara 2013, s. 270).

Ortaya çıkan bu sonuç karşısında, Cumhuriyet savcısınca verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda açıklanan fiil hakkında, farklı bir hukuki nitelendirme yapılarak (yani aynı fiile ilişkin olarak) soruşturma yapılıp fail hakkında dava açılamaz. Örneğin kasten öldürme suçundan kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilen şüpheli hakkında "yeni delil" meydana çıkmadıkça, bu kez aynı fiil taksirle öldürme suçu olarak nitelendirilmek suretiyle kamu davası açılamaz, zira fiil aynıdır..."

30. Yargıtay 3. Ceza Dairesinin 1/7/2024 tarihli ve E.2022/23741, K.2024/8841 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"... Muhakeme yapılabilmesinin şartlarından birisi de "non bis in idem" olarak ifade edilen, aynı fiilden dolayı verilmiş bir hükmün veya açılmış bir davanın bulunmamasıdır. Kanunlarda açıkça yazılı olmadan da uygulanan bir hukuk normu olarak doktrinde de kabul olunan ve muhakeme hukukunun ana ilkelerinden olan "non bis in idem" ilkesi 1412 sayılı CMUK'nın 253 üncü maddesinin üçüncü fıkrasında; "Aynı konuda, aynı sanık için evvelce verilmiş bir hüküm veya açılmış bir dava var ise davanın reddine karar verilir", 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK'nın "Duruşmanın sona ermesi ve hüküm" başlıklı 223 üncü maddesinin yedinci fıkrasında ise; "Aynı fiil nedeniyle, aynısanık için önceden verilmiş bir hüküm veya açılmış bir dava varsa davanın reddine karar verilir" şeklinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerden de anlaşılacağı üzere, aynı fiil nedeniyle, aynı sanık hakkında önceden verilmiş bir hüküm veya açılmış bir dava varsa, sonradan açılmış olan davanın reddine karar verilecektir.

... Sanık hakkında mükerrer yargılamanın ve cezalandırmanın önlenmesi ve delillerin bir bütün halinde değerlendirilmesi, bakımından, anılan dosyanın aslı veya onaylı sureti getirtilip mezkûr dosyanın iş bu dosya ile birleştirilmesi ve tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre sanığın hukuki durumunun buna göre tayin edilmesi gerekirken, eksik inceleme ile yazılı şekilde mahkumiyet hükmü kurulması, "

31. Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 7/1/2025 tarihli ve E.2024/5119, K.2025/103 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"... 5271 sayılı Kanun'un 223 üncü maddesinin yedinci fıkrasında "Aynı fiil nedeniyle aynı sanık için önceden verilmiş bir hüküm veya açılmış bir dava varsa, davanın reddine karar verilir" hükmü yer almaktadır.

Mükerrer davadan bahsedilebilmesi için, sanık hakkında açılan her bir davanın tarafları, suç tarihleri ve olayının aynı olması gerekmektedir.

... İncelenen dosyalarda aynı sanığın aynı eylemi nedeniyle iki farklı kamu davası açıldığı ve aynı eylemden dolayı verilen iki ayrı hükmün bulunduğu anlaşılmıştır. Bu itibarla... sanık hakkında açılan davanın 5271 sayılı Kanun'un 223 üncü maddesinin yedinci fıkrası uyarınca reddine karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi hukuka aykırı bulunmuştur."

B. Uluslararası Hukuk

1. Sözleşme Metinleri

32. 4/6/2003 tarihli ve 4868 sayılı Medenî ve Siyasî Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun ile onaylanması uygun bulunan Birleşmiş Milletler Medenî ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme'nin ilişik beyanlar ve çekince ile onaylanması Bakanlar Kurulunca 7/7/2003 tarihinde kararlaştırılmıştır. Bu sözleşmenin adil yargılanma hakkını düzenleyen 14. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"1. Herkes mahkemeler ve yargı organları önünde eşittir. Herkes, bir suçla itham edildiğinde ya da bir hukuk davasında hak ve yükümlülükleri hakkında karar verilirken, yasalar uyarınca kurulmuş, yetkili, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme önünde adil ve kamuya açık bir ya da ulusal güvenlik gerekçeleriyle ya da tarafların özel hayatları bunu gerektirdiğinde, ya da özel durumlarda, mahkeme, açıklığın adalete zarar vereceği düşüncesine vardığı takdirde, mahkemenin gerekli gördüğü ölçüde, basın ve dinleyiciler duruşmaların tümü ya da bir kısmının dışında tutulabilirler. Ancak, küçüklerin çıkarları aksini gerektirmedikçe, ya da duruşmalar çocukların vesayetine ilişkin evlilikle ilgili uyuşmazlıklar hakkında olmadıkça, ceza ya da hukuk davalarında verilecek herhangi bir kararın aleni olması zorunludur.

...

7. Hiç kimse, bir ülkenin yasalarına ve ceza usulüne göre daha önce kesin olarak mahkum olmuş ya da beraat etmişse, aynı fiil için yeniden yargılanamaz ve cezalandırılamaz."

33. Amerikan İnsan Hakları Sözleşmesi'nin "Adil yargılanma hakkı" başlıklı 8. maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:

"Kesinleşmiş bir kararla beraat eden bir sanık aynı sebepten dolayı yeni bir yargılamanın konusu olamaz."

34. Sözleşme'nin "Adil yargılanma hakkı" başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir."

35. Sözleşme'ye ek (7) No.lu Protokol'ün (Protokol) 4. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

"1- Hiç kimse, bir devletin ceza yargılaması usulüne ve yasaya uygun olarak kesin bir hükümle mahkum edildiği ya da beraat ettiği bir suçtan dolayı, aynı devletin yargı yetkisi altındaki yargılama usulleri çerçevesinde yeniden yargılanamaz veya mahkum edilemez.

2- Yukarıdaki fıkra hükümleri, yeni veya yakın zamanda ortaya çıkarılan delillerin veya önceki muamelelerde davanın sonucunu etkileyebilecek esaslı bir kusurun varlığı durumunda, ilgili devletin ceza yargılaması usulü ve yasasına uygun olarak davanın yeniden açılmasını engellemez."

2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin İçtihadı

36. AİHM "ne bis in idem" ilkesinin genel nitelikli suç isnadı yönünden adil yargılanma hakkıyla bağlantılı özel bir güvence olduğunu belirtmektedir. AİHM, Protokol'ün 4. maddesinin amacının ise nihai kararla sonuçlanan cezai süreçlerin tekrarlanmasını yasaklamak olduğunu vurgulamaktadır (Sergey Zolotukhin/Rusya [BD], B. No. 14939/03, 10/2/2009, § 107).

37. AİHM Protokol'ün 4. maddesi bağlamında öncelikle, yapılan takibatların cezai nitelikte olup olmadığını hukuka aykırı eylemin ulusal mevzuattaki hukuki tasnifi, eylemin niteliği ve ilgili kişinin maruz kaldığı cezanın ağırlığının derecesini dikkate alarak değerlendirmektedir (A ve B/Norveç [BD], B. No: 24130/11, 29758/11, 15/11/2016, § 105; Sergey Zolotukhin, § 53).

38. AİHM, ceza yargılamalarına konu olan eylemin aynı suç kapsamında bulunup bulunmadığını belirlerken suçun hukuki nitelendirmesine önem atfeden yaklaşımın kişinin hakları üzerinde aşırı kısıtlayıcı olduğunu vurgulamıştır. Buna göre ikinci yargılamaya konu eylemin özdeş olaylardan veya büyük ölçüde birinci yargılama konusu eylemin altında yatan aynı olaylardan kaynaklanması hâlinde anılan ilkenin kişinin ikinci fiilden dolayı kovuşturma geçirmesini veya yargılanmasını yasakladığı şeklinde anlaşılması gerektiği görüşünü benimsemiştir (Sergey Zolotukhin, §§ 79, 82; A ve B/Norveç, § 108). Her iki yargılamaya konu değerlendirme yapılırken kişinin daha önce yargılandığı ve hâlihazırda sanık olarak itham edildiği suça ilişkin fiiller değerlendirilmelidir (Sergey Zolotukhin/Rusya, § 83).

39. AİHM'e göre Protokol'ün 4. maddesi sadece aynı fiilden birden fazla cezalandırılmama hakkıyla sınırlı olmayıp aynı zamanda birden fazla kovuşturulmama veya yargılanmama hakkını da kapsamaktadır (Sergey Zolotukhin/Rusya, §§ 110, 111).

40. Aynı fiilden dolayı birden fazla yargılanmama veya cezalandırılmama ilkesiyle, kesin olarak beraat eden ya da mahkûm edilen kimselerin korunması amaçlanmıştır. Buna göre anılan maddede düzenlenen güvence daha önceki bir mahkûmiyetin veya beraatin kesin hüküm gücü kazandığı hâlde yeni bir soruşturmanın başladığı durumlarda devreye girer. Bu madde, yeni bir dava/süreç başlatılarak yeniden yargılanmaya veya soruşturulmaya karşı korunmayı içerdiği için yeni suçlamanın kabul edilmesinin veya reddedilmesinin bir önemi bulunmamaktadır (Sergey Zolotukhin/Rusya, § 83). AİHM, bir kararın beraat ya da mahkûmiyet hükmü olup olmadığının tespiti için söz konusu kararın içeriğinin ve başvuranın durumu üzerindeki etkilerinin değerlendirilmesi gerektiği görüşünü benimsemiştir (Mihalache/Romanya [BD], B. No: 54012/10, 8/7/2019, §§ 95, 97).

41. AİHM, Protokol'ün 4. maddesi bağlamında, beraat ya da mahkûmiyet kelimelerinin kullanılma sebebinin davanın koşullarının değerlendirilmesinin ardından esasa ilişkin bir sonuca ulaşılıp ulaşılmadığının belirlenmesi olduğu görüşündedir. Buna göre bir kişi hakkında bir suçlama yapıldıktan sonra cezai soruşturmaların başlatıldığı durumlarda mağdur ile görüşme yapılır, deliller toplanır, yetkili makamlar tarafından incelenir ve bu kanıtlar temelinde bir gerekçeli karar verilir. Bu karar savcılık makamı tarafından verilmiş olsa ve farklı şekilde adlandırılsa bile özerk yorum ve aynı fiilden dolayı birden fazla yargılanmama veya cezalandırılmama ilkesinin sağladığı güvenceler çerçevesinde mahkûmiyet ya da beraat kararı olarak nitelendirilir (Mihalache/Romanya, §§ 97-101).

42. AİHM'e göre Protokol'ün 4. maddesinin amacı kesin karar ile sonuçlanan ceza yargılamalarının tekrarlanmasını yasaklamaktır. Bir karar ancak geri çevrilemez hâle geldiğinde, bir diğer deyişle aleyhine bir hukuk yolu bulunmadığında mevcut olan hukuk yolları tüketildiğinde ya da yararlanamadan bu yollara başvurmak için belirlenen yasal süre sona erdiğinde kesin olarak nitelendirilebilir (Sergey Zolotukhin/Rusya, § 107). Ancak AİHM, Protokol'ün 4. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre hukuki kesinlik ilkesinin gerekliliklerinin mutlak olmadığını, ceza davalarında yeni delillerin keşfedildiği ya da esaslı bir kusurun varlığının tespit edildiği hâllerde başlatılan ceza yargılaması süreçlerinin aynı fiilden dolayı birden fazla yargılanmama veya cezalandırılmama ilkesinin ihlali anlamına gelmeyebileceğini kabul etmiştir (Mihalache/Romanya, § 129).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

43. Anayasa Mahkemesinin 16/7/2025 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkı Yönünden

1. Gözaltı Tedbirinin Hukuka Aykırı Olduğuna ve Gözaltının Makul Süreyi Aştığına İlişkin İddialar

44. Başvurucu, gözaltına alınmasının hukuki olmadığı ve gözaltı tedbirinin makul süreyi aştığı gerekçesiyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

45. Anayasa Mahkemesi, kanunda öngörülen gözaltı süresinin aşıldığı veya yakalama ve gözaltına alınmanın hukuka aykırı olduğu iddialarına ilişkin olarak bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla asıl dava sonuçlanmamış da olsa -ilgili Yargıtay içtihatlarına atıf yaparak- 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 141. maddesinde öngörülen tazminat davası açma imkânının tüketilmesi gereken etkili bir hukuk yolu olduğu sonucuna varmıştır (Hikmet Kopar ve diğerleri [GK], B. No: 2014/14061, 8/4/2015, §§ 64-72; Hidayet Karaca [GK], B. No: 2015/144, 14/7/2015, §§ 53-64; Günay Dağ ve diğerleri [GK], B. No: 2013/1631, 17/12/2015, §§ 141-150; İbrahim Sönmez ve Nazmiye Kaya [2. B.], B. No: 2013/3193, 15/10/2015, §§ 34-47).

46. Somut olayda başvurucunun gözaltı tedbirlerinin hukuki olmadığına ve gözaltı süresinin makul süreyi aştığına ilişkin iddialarıyla ilgili olarak anılan kararlarda varılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

47. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

Muhterem İNCE ve Yılmaz AKÇİL bu görüşe katılmamıştır.

2. Tutuklamanın Hukuki Olmadığına İlişkin İddia

a. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

48. Başvurucu; suç işlediğine dair kuvvetli belirti olmamasına rağmen tutuklandığını, kaçma ve delilleri karartma şüphesi bulunmadığını ve daha önce beraat aldığı eylemleri nedeniyle verilen tutuklama tedbirinin ölçülü olmadığını belirterek tutuklamanın hukuki olmadığını ileri sürmektedir. Bakanlık yapılacak incelemede Anayasa ve mevzuat hükümleri doğrultusunda somut olayın kendine özgü koşullarının gözönüne alınması gerektiği görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

b. Değerlendirme

49. Anayasa'nın "Kişi hürriyeti ve güvenliği" başlıklı 19. maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:

" Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.

...

Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hakim kararıyla tutuklanabilir. Hakim kararı olmadan yakalama, ancak suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yapılabilir; bunun şartlarını kanun gösterir..."

i. Kabul Edilebilirlik Yönünden

50. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan tutuklamanın hukuki olmadığına ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

Muhterem İNCE ve Yılmaz AKÇİL bu görüşe katılmamıştır.

ii. Esas Yönünden

 (1) Genel İlkeler

51. Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı devletin, bireylerin özgürlüğüne keyfî olarak müdahale etmemesini güvence altına alan temel bir haktır (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Medvedyev ve diğerleri/Fransa, B. No: 3394/03, 29/03/2010, §§ 76-79; Lütfiye Zengin ve diğerleri/Türkiye, B. No: 36443/06, 14/4/2015, § 74; Assanidze/Gürcistan [BD], B. No: 71503/01, 8/4/2004, § 169, 170).

52. Anayasa’nın 19. maddesinin birinci fıkrasında herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak belirtildikten sonra ikinci ve üçüncü fıkralarında, şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik hakkının kısıtlanması, ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan herhangi birinin varlığı hâlinde söz konusu olabilir (Ramazan Aras [1. B.], B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 43).

53. Bir kişinin tutuklanabilmesi, öncelikli olarak suç işlediği hususunda “kuvvetli belirti” bulunmasına bağlıdır. Bu, tutuklama tedbiri için aranan olmazsa olmaz unsurdur. Bunun için suçlamanın kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle desteklenmesi gerekir. İnandırıcı delil sayılabilecek olgu ve bilgilerin niteliği büyük ölçüde somut olayın kendine özgü şartlarına bağlıdır (Hanefi Avcı [2. B.], B. No: 2013/2814, 18/6/2014, § 46). Ancak kişinin bir suçla itham edilebilmesi için yakalama veya tutuklama anında delillerin yeterli düzeyde toplanmış olması şart değildir. Zira tutukluluğun amacı, yürütülen soruşturma ve/veya kovuşturma sırasında kişinin tutuklanmasının temelini oluşturan şüphelerin doğruluğunu kanıtlayarak veya ortadan kaldırarak adli süreci daha sağlıklı bir şekilde yürütmektir. Buna göre suç isnadına esas teşkil edecek şüphelere dayanak oluşturan olgular ile ceza yargılamasının sonraki aşamalarında tartışılacak olan ve mahkûmiyete gerekçe oluşturacak olguların aynı düzeyde değerlendirilmemesi gerekir (Mustafa Ali Balbay [1. B.], B. No: 2012/1272, 4/12/2013, § 73).

54. Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası gereğince tutuklama kararı verilebilmesi için kuvvetli suç şüphesinin bulunmasının yanı sıra bir “tutuklama nedeni”nin de bulunması gereklidir. Anılan fıkrada tutuklama nedenleri “suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişilerin kaçmasını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek” veya “bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hâller” olarak gösterilmiştir. Tutuklama tedbirinin düzenlendiği 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesinde de tutuklama nedenlerinin neler olduğu belirtilmiştir. Buna göre (a) şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa (b) şüpheli veya sanığın davranışları; 1) delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme 2) tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa tutukluluk kararı verilebilecektir. Kuralda ayrıca işlendiği konusunda kuvvetli şüphe bulunması hâlinde tutuklama nedeninin varsayılabileceği suçlar bir liste hâlinde belirtilmiştir (Ramazan Aras, § 46). Kanunun tutuklama nedenlerine ilişkin bir karine öngörmesi durumunda bile kişi özgürlüğüne müdahaleyi gerektiren somut olguların varlığının objektif bir gözlemciyi ikna edecek biçimde ortaya konulması gerekir (Engin Demir [GK], B. No: 2013/2947, 17/12/2015, § 66).

55. Öte yandan ciddi ve ağır bir tedbir olan tutuklama ancak daha hafif başka bir tedbirin bireyin ve kamunun yararını korumak için yeterli olmayacağının ortaya konulması hâlinde makul kabul edilebilir. Bu bağlamda kişinin özgürlüğünden yoksun bırakılması için suçun işlendiğine dair kuvvetli belirtinin olması tutuklama tedbirinin uygulanabilmesi için yeterli değildir. Tutuklama tedbiri somut olayın koşulları altında “gerekli” de olmalıdır (benzer yönde AİHM kararı için bkz. Lütfiye Zengin ve diğerleri/Türkiye, § 81). Bu, Anayasa’nın 13. maddesinde düzenlenen temel hak ve özgürlüklerin sınırlanması ölçütleri arasında sayılan “ölçülülük” ilkesinin unsurlarından biri olan “gereklilik” unsurunun (AYM, E.2015/40, K.2016/5, 28/1/2016) da bir gereğidir. Tutukluluğa ilişkin kararlarda hedeflenen meşru amaçla yapılan müdahale arasında gözetilmesi gereken denge açısından öncelikle adli kontrol tedbirleri değerlendirilmeli ve adli kontrolün neden yetersiz kalacağı gerekçelendirilmelidir (Engin Demir [GK], § 69).

56. Bununla birlikte Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece derece mahkemelerinin kararlarındaki kanun hükümlerinin yorumlanmasına ya da maddi veya hukuki hatalara dair hususlar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Tutuklulukla ilgili kanun hükümlerinin yorumu ve somut olaylara uygulanması da derece mahkemelerinin takdir yetkisi kapsamındadır (Ramazan Aras, § 49). Ancak Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında sayılan koşulların bireysel başvuru konusu yapılmış olan tutuklama kararlarının gerekçelerinde gösterilmiş olup olmadığını ve somut olayın koşulları altında tutuklama tedbirine başvurulurken Anayasa’nın 13. Maddesinde yer verilen temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasının ölçütleri arasında yer alan ölçülülük ilkesine uyulup uyulmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevidir.

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

57. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik müdahale, temel hak ve özgürlüklerin olağan dönemde sınırlandırılmasına ilişkin ölçütlerin belirlendiği Anayasa'nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa'nın 19. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple müdahalenin Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen ve tutuklama tedbirinin niteliğine uygun düşen; kanun tarafından öngörülme, Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanma ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir (Halas Aslan [1. B.], B. No: 2014/4994, 16/2/2017, §§ 53, 54; Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, § 60).

58. Somut olayda öncelikle başvurucunun tutuklanmasının kanuni dayanağının olup olmadığının belirlenmesi gerekir. Başvurucu, silahlı terör örgütü kurma veya yönetme suçundan 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesi uyarınca tutuklanmıştır. Dolayısıyla başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin kanuni dayanağı bulunmaktadır.

59. Kanuni dayanağı bulunduğu anlaşılan tutuklama tedbirinin meşru bir amacının olup olmadığı ve ölçülülüğü incelenmeden önce tutuklamanın ön koşulu olan suçun işlendiğine dair kuvvetli belirti bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekir.

60. Anayasa Mahkemesi; kişinin suçla itham edilebilmesi için yakalama veya tutuklama anında delillerin yeterli düzeyde toplanmış olmasının mutlaka gerekli olmadığını zira tutukluluğun amacının, yürütülen soruşturma ve/veya kovuşturma sırasında kişinin tutuklanmasının temelini oluşturan şüphelerin doğruluğunu kanıtlayarak veya ortadan kaldırarak adli süreci daha sağlıklı bir şekilde yürütmek olduğunu, buna göre suç isnadına esas teşkil edecek şüphelere dayanak oluşturan olgular ile ceza yargılamasının sonraki aşamalarında tartışılacak olan ve mahkûmiyete gerekçe oluşturacak olguların aynı düzeyde değerlendirilmemesi gerektiğini belirtmiştir (Mustafa Ali Balbay [1. B.], B. No: 2012/1272, 4/12/2013, § 73; Mehmet Haberal [1. B.], B. No: 2012/849, 4/12/2013, § 71). Öte yandan, tutuklama aşamasında suçun sübutu gerekmediği için isnat edilen eylemin tutuklama kararında belirtilen suçtan başka bir suçu oluşturma ihtimali olması tutuklama kararını salt bu nedenle hukuka aykırı hâle getirmeyecektir.

61. Bu noktada, tutuklamanın ön koşulu olan suçun işlendiğine dair kuvvetli belirtinin olup olmadığının, tutuklama nedenlerinin bulunup bulunmadığının ve tutuklama tedbirinin ölçülülüğünün takdiri öncelikle anılan tedbiri uygulayan yargı mercilerine ait olduğunun, zira bu konuda taraflarla ve delillerle doğrudan temas hâlinde olan yargı mercileri Anayasa Mahkemesine kıyasla daha iyi konumda olduğunun yeniden ifade edilmesi gerekir (Gülser Yıldırım (2)[GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017 §§ 123, 124).

62. Somut olayda yapılan tespitlere göre başvurucunun PKK/KCK'nın ekonomik alan yöneticisi olduğuna ilişkin tanık beyanları dışında şüpheli ifadeleri, MASAK Mali Analiz raporları, HTS baz analiz raporları, para transferlerine ilişkin kayıtlar, otel ve konaklama kayıtları bulunduğu ifade edilmiştir (bkz. §§ 11,12). Sulh Ceza Hâkimliği tarafından söz konusu delillere atıfla kuvvetli suç şüphesi bulunduğu ifade edilmiş, atılı suçun vasıf ve mahiyeti, yargılama sırasında alabileceği muhtemel ceza miktarı gözetildiğinde adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı ve isnat olunan suç ile orantılı olduğu belirtilerek tutuklama kararı verilmiştir.

63. Başvurucu tarafından hakkında tutuklama kararı verilmeden önce sunulan savunmada kendisine isnat edilen fiillerden dolayı daha önce üç farklı mahkemede yargılandığı, bunlardan ikisinde hakkında beraat hükmü kurulduğu ve bu kararların kesinleştiği ifade edilmiştir (bkz. § 17). Sulh Ceza Hâkimliği tarafından söz konusu savunmalara rağmen başvurucu hakkındaki tespitlere dayanılarak tutuklama kararı verilmiş, bu karara yönelik itirazlar da Asliye Ceza Mahkemesi tarafından kesin olarak reddedilmiştir (bkz. § 14-19). Tutuklama kararına konu edilen 2017 yılı ve öncesindeki eylemlere ilişkin daha önce yapılan yargılamada başvurucunun beraatine karar verilmiş olması, Ağır Ceza Mahkemesi tarafından bu hususa işaret edilerek 5271 sayılı Kanun'un 223. maddesinin yedinci fıkrasına göre "Aynı fiil nedeniyle, aynı sanık için önceden verilmiş bir hüküm veya açılmış bir dava varsa davanın reddine karar verilir." hükmü uyarınca başvurucu hakkında davanın reddine karar verilmiş olması ve kesinleşmiş beraat kararları sonrasında yeni bir delilin sunulmamış olması hususları gözönüne alındığında somut olayda başvurucunun tutuklanmasının ön koşulu olan kuvvetli suç şüphesinin ortaya konulduğu söylenemeyecektir.

64. Açıklanan gerekçelerle, Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

Muhterem İNCE ve Yılmaz AKÇİL bu görüşe katılmamıştır.

B. Aynı Fiil Nedeniyle Yeniden Yargılanmama ve Cezalandırılmama İlkesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

65. Başvurucu daha önce yargılamaya konu edilerek beraat hükmü kurulan eylemleri nedeniyle ikinci kez soruşturma başlatılması ve tutuklanması nedeniyle aynı suçtan iki kez yargılanmama ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Bakanlık yapılacak incelemede Anayasa ve mevzuat hükümleri doğrultusunda somut olayın kendine özgü koşullarının gözönüne alınması gerektiği görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

2. Değerlendirme

66. Anayasa'nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

67. Ağır Ceza Mahkemesinin davanın reddine ilişkin kararına yönelik istinaf talebinin Bölge Adliye Mahkemesi tarafından 12/3/2025 tarihinde reddedilmesi sonrası davanın reddine ilişkin kararın temyiz edilmeksizin kesinleştiği anlaşılmaktadır. Söz konusu nihai kararın başvurucuya bildirildiği yönünde bir tespit yapılamadığı ve Bölge Adliye Mahkemesi kararının değerlendirmede ulaşılan sonuca bir etkisinin bulunmadığı anlaşılmakla açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan aynı fiil nedeniyle yeniden yargılanmama ve cezalandırılmama ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

Muhterem İNCE ve Yılmaz AKÇİL bu görüşe katılmamıştır.

b. Esas Yönünden

i. Genel İlkeler

68. Anayasa'da aynı fiilden dolayı birden fazla yargılanmama veya cezalandırılmama (ne bis in idem) ilkesi açıkça düzenlenmemiştir. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi önceleri hukuk devleti ilkesinin temel ilkeleri arasında yer aldığını kabul ettiği bu ilkeyi, Ünal Gökpınar ([GK], B. No: 2018/9115, 27/3/2019) kararında hukuk devleti ve hukuki güvenlik ilkesi konusundaki kendi içtihadından hareketle ve bazı uluslararası hukuk metinlerine referansla Anayasa'nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının bir unsuru olarak görmüştür (Ünal Gökpınar, § 50). Kişilerin haklarında yürütülen ve kesinleşen bir ceza yargılaması sürecinin ardından tekrar yargılanmamalarını veya cezalandırılmamalarını güvence altına alan aynı fiilden dolayı birden fazla yargılanmama veya cezalandırılmama ilkesi ile adil yargılanma hakkı kapsamındaki cezai süreçler yönünden hukuki güvenliğin sağlanması amaçlanmaktadır. Nitekim Sözleşme’ye ek (7) No.lu Protokol’de ayrı bir hak olarak düzenlenmiş olmasına rağmen AİHM kararlarında bu ilkenin adil yargılanma hakkı ile bağlantılı özel bir güvence olduğu vurgulanmıştır. Bazı uluslararası sözleşmelerde de aynı fiilden dolayı birden fazla yargılanmama veya cezalandırılmama ilkesi açık bir biçimde adil yargılanma hakkının bir güvencesi olarak kabul edilmiştir (Ünal Gökpınar, § 49).

69. Anayasa Mahkemesi 4/11/2021 tarihli ve E.2019/4, K.2021/78 sayılı kararında konuya ilişkin uluslararası belgeler de dikkate alınarak aynı fiilden dolayı birden fazla yargılanmama veya cezalandırılmama ilkesini, hiç kimsenin ceza yargılamasında kesin/kesinleşmiş bir hükümle mahkûm edildiği ya da beraat ettiği bir fiilden dolayı ceza yargılaması kapsamında yeniden yargılanamayacağı veya cezalandırılamayacağı biçiminde tarif etmiştir. Söz konusu kararda; bu ilkeye aykırılık sonucuna varılabilmesi için gerçekleşmesi gereken bazı koşullar; (1) ceza ile ilgili bir yargılama sürecinin olması, (2) bu sürecin kesin/kesinleşmiş mahkûmiyet veya beraat hükmüyle sonuçlanmış olması, (3) tekrar (yeniden) ceza ile ilgili bir yargılama sürecinin işletilmesi, (4) farklı yargılama süreçlerinin aynı fiile ilişkin olması ve (5) ilkenin istisnalarından birinin olmaması şeklinde sıralanmıştır (AYM, E.2019/4, K.2021/78, 4/11/2021, § 27).

70. Birinci ve üçüncü koşul bakımından ceza ile ilgili yargılama süreçlerinin her durumda teknik olarak ceza yargılaması hukuku anlamında bir süreç olarak öngörülmüş olması şart olmayıp bu kavram anayasal anlamda özerk bir yoruma tabidir. Nitekim AYM norm denetimi ve bireysel başvuru kararlarında, Anayasa'nın 36. ve 38. maddelerini yorumlayarak ceza kavramının idari vergi cezalarını da kapsadığını belirtmiştir (AYM, E.2019/16, K. 2019/15, 14/3/2019, § 13; Gür-Sel İnşaat Malzemeleri San. Tic. Ltd. Şti., B. No: 2013/4324, 7/7/2015; Ünal Gökpınar, §§ 54-56).

71. İkinci koşul bakımından mahkûmiyet ya da beraat hükmünden ne anlaşılması gerektiğini Anayasa Mahkemesi özerk yorumlamalıdır. Bu bağlamda aynı fiilden dolayı birden fazla yargılanmama veya cezalandırılmama ilkesinin koruduğu menfaat; ceza yaptırımına bağlanmış olan bir eyleme ilişkin isnadın esası incelenerek kişinin cezai sorumluluğu hakkında olumlu ya da olumsuz verilmiş kesin/kesinleşmiş bir karardan sonra tekrar/yeniden yargılanmaması ve cezalandırılmamasıdır. Dolayısıyla özerk yorum çerçevesinde ceza olarak nitelendirilen bir yaptırıma ilişkin yargılamada delillerin değerlendirilmesi ve olguların tespiti sonrası kişinin ilgili suçu işlediği ya da işlemediği yönünden değerlendirme içeren bir kararın aynı fiilden dolayı birden fazla yargılanmama veya cezalandırılmama ilkesi anlamında mahkûmiyet ya da beraat kararı olarak nitelendirilmesi gerekir. Bununla birlikte isnadın esası incelenmeden verilen, kişinin cezai sorumluluğuyla ilgili tespit içermeyen kararlar -örneğin zamanaşımı nedeniyle verilen düşme kararı ya da kovuşturmaya yer olmadığına dair karar- söz konusu ilke kapsamında beraat kararı olarak nitelendirilemez (AYM, E.2019/4, K.2021/78, 4/11/2021, § 29).

72. İlk dört koşulun birlikte gerçekleşmesi hâlinde ilkeye aykırılık oluşur. Bununla birlikte uluslararası hukukta ilkeye istisna teşkil edebilecek bazı özel durumlar öngörülmüştür. Bunlar Anayasa’nın anılan ilke bağlamında yorumunda da dikkate alınmalıdır. Bu kapsamda Sözleşme'ye ek (7) No.lu Protokol'ün 4. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer verilen Türk hukukunda kanunlarda kabul edilmiş yeni delil ortaya çıkması ve davanın sonucunu etkileyebilecek esaslı bir kusurun varlığı ilk iki istisnai durum olarak değerlendirilebilir. Üçüncü istisnai durum ise AİHM içtihatları ile geliştirilen (şeklen birden fazla olsa bile) cezaya ilişkin süreçlerin bir bütünün parçaları olacak şekilde bağlantılı bir biçimde yürütülmesidir (A ve B/Norveç [BD], B. No: 24130/11, 29758/11, 15/11/2016, § 130).

73. Buna göre yeni delilin ortaya çıkması aynı fiilden dolayı birden fazla yargılanmama veya cezalandırılmama ilkesinin bir istisnasıdır. Protokol'ün 4. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre davanın sonucunu etkileyebilecek veya yakın zamanda ortaya çıkarılmış bir delilin varlığı hâlinde dava, ilgili devletin hukukuna ve ceza muhakemesi usulüne uygun olarak yeniden açılabilir. Bu durum ilkenin sağladığı güvenceye aykırılık olarak değerlendirilemez (Çetin Doğan [GK], B. No: 2021/30714, 15/2/2023, § 156).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

74. Somut olayda başvurucunun tanık beyanlarında da bahsi geçen terör örgütü üyeliğine ilişkin eylemleri yönünden Diyarbakır 11. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından verilen beraat hükmü kesinleşmiştir (bkz. §§ 9-11). Söz konusu yargılamanın ceza niteliğindeki bir yaptırıma yönelik olarak yürütüldüğü ve kesinleşmiş bir beraat kararı ile sona erdiği sabittir. Buna rağmen Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucunun aynı eylemlerinin terör örgütünü kurma ve yönetme suçuna sebebiyet verdiği iddia edilerek ikinci kez soruşturma başlatılmıştır. Ankara 2. Sulh Ceza Hâkimliği 23/4/2022 tarihinde başlayıp 24/4/2022 tarihinde biten sorguda başvurucunun aynı eylemler nedeniyle daha önce yargılanıp beraat ettiğine ilişkin beyanına itibar etmeyerek isnat edilen suçtan tutuklanmasına karar vermiştir (bkz. § 17). Diyarbakır 10. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından yapılan yargılama sonunda isnat edilen eylemlerin daha önce yargılama konusu yapıldığı ifade edilerek 5271 sayılı Kanun'un 223. maddesinin yedinci fıkrası uyarınca20/12/2023 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir (bkz. § 24). Bu kapsamda her iki sürecin ceza niteliğindeki bir yaptırıma yönelik olduğu, önceki yargılamada verilen kesinleşmiş beraat kararına rağmen aynı fiillerin daha sonra soruşturma, tutuklama ve dahası yargılama konusu yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu şartların varlığının tespit edilmiş olduğu somut olayda ne bis in idem ilkesinin ihlaline engel teşkil eden istisnalara ilişkin ayrıca değerlendirme yapılması gerekmektedir.

75. Sözleşmeye ek 7 No.lu Protokol'ün 4. maddesinin ikinci fıkrasına göre ne bis in idem ilkesi yeni veya yakın zamanda ortaya çıkarılan delillerin yanı sıra önceki muamelelerde davanın sonucunu etkileyebilecek esaslı bir kusurun varlığı durumunda, ilgili devletin ceza yargılaması usulü ve yasasına uygun olarak davanın yeniden açılmasını engellemez.

76. Bahsi geçen istisnaların bulunmadığı eldeki başvuruda Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından suçun niteliği değiştirilerek aynı fiillerin ikinci bir soruşturmaya konu edildiği ve kamu davası açıldığı anlaşılmaktadır. Nitekim Ağır Ceza Mahkemesi de verdiği kararda 5271 sayılı Kanun'un 223. maddesine atıf yaparak aynı fiil nedeniyle, başvurucu hakkında önceden verilmiş bir beraat hükmü bulunduğunu ifade etmiş ve davanın reddine karar vermiştir. Sonuç olarak ne bis in idem ilkesinin aynı fiilden dolayı yalnızca ikinci kez cezalandırılmamayı değil ikinci kez yargılanmamayı da güvence altına aldığı gözetildiğinde Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından aynı eylemler nedeniyle başlatılan soruşturma sonrası Ağır Ceza Mahkemesince yürütülen yargılama aynı fiil nedeniyle yeniden yargılanmama ve cezalandırılmama ilkesinin ihlaline yol açmıştır.

77. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan aynı fiil nedeniyle yeniden yargılanmama ve cezalandırılmama ilkesinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekmiştir.

Muhterem İNCE ve Yılmaz AKÇİL bu görüşe katılmamıştır.

C. Diğer İhlal İddiaları

78. Başvurucunun olay ve olgular kısmında yer vermediği, müdahalenin dayandığı karara ve varsa itirazlarına ilişkin bilgi ya da belge sunmadığı soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin temellendirilmemiş iddiasının Cemal Günsel ([GK], B. No: 2016/12900, 21/1/2021) kararı doğrultusunda açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

Muhterem İNCE ve Yılmaz AKÇİL bu görüşe katılmamıştır.

VI. GİDERİM

79. Başvurucu; ihlalin tespiti ile 500.000 TL maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

80. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından verilen davanın reddine ilişkin kararın niteliği de gözetilerek ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmamaktadır.

81. Eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin sonuçlarının bütünüyle ortadan kaldırılabilmesi için başvurucuya manevi zararları karşılığında net 220.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

82. Başvurucu, maddi zarara ilişkin olarak bilgi/belge sunmadığından maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

VII. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Gözaltı tedbirinin hukuka aykırı olması ve gözaltının makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA Muhterem İNCE ve Yılmaz AKÇİL'in karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

2. Tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA Muhterem İNCE ve Yılmaz AKÇİL'in karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

3. Aynı fiil nedeniyle yeniden yargılanmama ve cezalandırılmama ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA Muhterem İNCE ve Yılmaz AKÇİL'in karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

4. Diğer ihlal iddialarının kabul edilebilirlik kriterlerini karşılamaması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA Muhterem İNCE ve Yılmaz AKÇİL'in karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

B. 1. Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE Muhterem İNCE ve Yılmaz AKÇİL'in karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

2. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan aynı fiil nedeniyle yeniden yargılanmama ve cezalandırılmama ilkesinin İHLAL EDİLDİĞİNE Muhterem İNCE ve Yılmaz AKÇİL'in karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

C. Başvurucuya net 220.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. 30.000 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Ankara 2. Sulh Ceza Hâkimliğine (2022/451 D.İş) ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Sor. No: 2021/347996) GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 16/7/2025 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞIOY GEREKÇESİ

1. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Başvuru hakkının kötüye kullanılması" kenar başlıklı 51. maddesinde “bireysel başvuru hakkını açıkça kötüye kullandığı tespit edilen başvurucular aleyhine, yargılama giderlerinin dışında, ayrıca ikibin Türk Lirasından fazla olmamak üzere disiplin para cezasına hükmedileceği” belirtilmiştir.

2. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) "Başvuru hakkının kötüye kullanılması" kenar başlıklı 83. maddesinde "başvurucunun istismar edici, yanıltıcı ve benzeri nitelikteki davranışlarıyla bireysel başvuru hakkını açıkça kötüye kullandığının tespit edilmesi hâlinde başvuru reddedilir ve yargılama giderleri dışında, ilgilinin ikibin Türk Lirasından fazla olmamak üzere disiplin para cezasıyla cezalandırılmasına karar verilir", aynı İç Tüzüğün "bireysel başvuru formu ve ekleri" kenar başlıklı 59. maddesinin (5) numaralı fıkrasında da "başvurucuların, adreslerinde veya başvuruyla ilgili koşullarda herhangi bir değişiklik meydana geldiğinde bunu Mahkemeye bildirmeleri zorunludur" hükmü yer almıştır.

3. Anılan düzenlemelerde genel olarak bir hakkın öngörüldüğü amaç dışında ve başkalarını zarara sokacak şekilde kullanılmasının hukuk düzenince himaye edilmeyeceğini ifade eden hakkın kötüye kullanılmasının bireysel başvuru alanında özel olarak ele alındığı açıkça görülmektedir. Bu bağlamda bireysel başvuru usulünün amacına açıkça aykırı olan ve Anayasa Mahkemesinin başvuruyu gereği gibi değerlendirmesini engelleyen davranışların başvuru hakkının kötüye kullanılması olarak değerlendirilmesi mümkündür (S.Ö., B. No: 2013/7087, 18/9/2014, § 28; Mehmet Güven Ulusoy [GK], B. No: 2013/1013, 2/7/2015, § 31).

4. Bu kapsamda özellikle mahkemeyi yanıltmak amacıyla gerçek olmayan maddi vakıalara dayanılması veya bu nitelikte bilgi ve belge sunulması, başvurunun değerlendirilmesi noktasında esaslı olan bir unsur hakkında bilgi verilmemesi, başvurunun değerlendirilmesi sürecinde vuku bulan ve söz konusu değerlendirmeyi etkileyecek nitelikte yeni ve önemli gelişmeler hakkında mahkemenin bilgilendirilmemesi suretiyle başvuru hakkında doğru bir kanaat oluşturulmasının engellenmesi, medeni ve meşru eleştiri sınırları saklı kalmak kaydıyla bireysel başvuru amacıyla bağdaşmayacak surette hakaret, tehdit veya tahrik edici bir üslup kullanılması ile söz konusu başvuru yolu kapsamında ihlalin tespiti ile ihlal ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına ilişkin amaçla bağdaşmayacak surette içeriksiz bir başvuruda bulunulması durumunda başvuru hakkının kötüye kullanıldığı kabul edilebilecektir (S.Ö., § 29; Osman Sandıkçı, B. No: 2013/6297, 10/3/2016; Selman Kapan ve diğerleri, B. No: 2013/7302, 20/4/2016).

5. Bireysel başvuru, 2/6/2022 tarihinde yapılmıştır. Ancak çoğunluğun aynı fiilden ikinci kez yargılama olarak nitelendirildiği Diyarbakır 10. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından yapılan yargılama 20/12/2023 tarihinde karara bağlanmıştır. Davanın reddine ilişkin bu karara yönelik istinaf talebi ise Diyarbakır Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi’nin 12/3/2025 tarihli kararı ile temyiz yolu açık olmak üzere reddedilmiştir. Söz konusu bu karar temyiz edilmediğinden 10/4/2025 tarihinde kesinleşmiştir.

6. Buna karşın başvurucu, bireysel başvuru kapsamında verilebilecek kararı etkileyebilecek nitelikteki bu süreç hakkında hiçbir şekilde Anayasa Mahkemesine herhangi bir bilgi veya belge sunmamıştır. Hâlbuki, Anayasa Mahkemesi kararlarına göre derece mahkemesince davanın reddi yönünde verilen karara ilişkin istinaf aşaması tamamlanmadan aynı fiil nedeniyle yeniden yargılanmama veya cezalandırılmama ilkesinin ihlal edildiği şikȃyetini içeren başvurunun incelenmesi bireysel başvurunun ikincillik niteliği ile bağdaşmamaktadır. Nitekim böyle bir durumda başvurunun başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir (bu yönde verilmiş bir karar için bkz. Muhammed Şahin [1. B.], B. No: 2018/31568, 28/1/2021, §§ 30-38).

7. Açıklanan gerekçelerle başvurucu tarafından başvurunun değerlendirilmesi noktasında esaslı nitelikteki başvurunun koşullarına ilişkin önemli unsurlar hakkında bilgi verilmediği anlaşıldığından başvurunun başvuru hakkının kötüye kullanılması nedeniyle reddine karar verilmesi gerekir.

8. Yukarıda açıklanan nedenler ile çoğunluğun kararına katılmamız mümkün olmamıştır.

 

Üye

Muhterem İNCE

Üye

Yılmaz AKÇİL

 

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim Birinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal)
Künye
(Hüseyin Daş [1. B.], B. No: 2022/64196, 16/7/2025, § …)
   
Başvuru Adı HÜSEYİN DAŞ
Başvuru No 2022/64196
Başvuru Tarihi 22/6/2022
Karar Tarihi 16/7/2025

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru, gözaltının hukuki olmaması, gözaltının makul süreyi aşması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması ve tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, daha önce yargılama konusu yapılan eylemlerin tekrar soruşturmaya konu edilmesi nedeniyle aynı fiil nedeniyle yeniden yargılanmama ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı Yakalama, gözaltı Başvuru Yollarının Tüketilmemesi
Tutulan kişinin yargı merciine başvuru hakkı (hakim önüne çıkarılma) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
Tutukluluk (suç süphesi ve tutuklama nedeni) İhlal Manevi tazminat
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) Aynı suçtan dolayı iki kez yargılanmama ve cezalandırılmama hakkı (ceza) İhlal Manevi tazminat

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 5271 Ceza Muhakemesi Kanunu 172
223
314
  • pdf
  • udf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi