|
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
|
|
KARAR
|
|
|
|
ULAŞ DİL BAŞVURUSU
|
|
(Başvuru Numarası: 2022/84095)
|
|
|
|
Karar Tarihi: 14/5/2025
|
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
|
|
KARAR
|
|
|
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
|
Üyeler
|
:
|
Recai AKYEL
|
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
|
|
|
İrfan FİDAN
|
|
Raportör
|
:
|
Aydın DEMİREL
|
|
Başvurucu
|
:
|
Ulaş DİL
|
|
Vekili
|
:
|
Av. Meral HANBAYAT YEŞİL
|
I. BAŞVURUNUN ÖZETİ
1. Başvuru, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından tek taraflı deklarasyon sebebiyle başvurunun kayıttan düşürülmesi kararı sonrası, yargılamanın yenilenmesine karar verilmesine rağmen infazın durdurulmamasının hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
2. Başvurucu, TİKB/B silahlı terör örgütü üyeliği ve örgüt faaliyeti kapsamındaki eylemleri nedeniyle 3/5/1999 tarihinde gözaltına alınmış; 7/5/1999 tarihinde ise tutuklanmıştır.
3. (Kapatılan) İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi (CMK 250. madde ile görevli) (Ağır Ceza Mahkemesi) tarafından 12/9/2008 tarihinde başvurucunun anayasal düzeni cebren ortadan kaldırmaya yönelik eyleme aslen iştirak ettiği ifade edilerek ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Ağır Ceza Mahkemesi başvurucunun 23/6/1998 tarihinde gerçekleştirilen yakıt istasyonundaki yağma ve adam öldürme, 28/2/1999 tarihinde gerçekleştirilen yol kapatma ve pankart asma ile 27/12/1998 tarihinde gerçekleştirilen yağma eylemlerinden terör örgütü üyesi olarak sorumlu olduğunu ifade etmiştir. Söz konusu mahkûmiyet kararı Yargıtay tarafından 18/3/2010 tarihinde onanmıştır.
4. Başvurucu 7/10/2010 tarihinde AİHM’e başvurarak verilen kararın ve yargılamanın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) aykırı olduğunu öne sürmüştür. Başvurucu, yargılamayı yürüten mahkemenin nezdinde adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
5. AİHM 23/5/2019 tarihinde başvurucunun bahsi geçen yargılama yönünden ilettiği şikâyetlerin tek taraflı deklarasyon nedeniyle kayıttan düşürülmesine karar vermiştir. AİHM, sunulan tek taraflı deklarasyon uyarınca hukuki yardımın sistematik olarak engellenmesi ve avukat yokluğunda alınan ifadelerin mahkûmiyet hükmüne esas alınması şikâyetlerine ilişkin olarak yargılamasının yenilenmesinin etkili bir yol olduğunu belirtmiştir.
6. Söz konusu karar üzerine başvurucu 4/9/2019 tarihinde yargılamanın yenilenmesi ve infazın durdurulması talebinde bulunmuştur.
7. Ağır Ceza Mahkemesi 16/11/2020 tarihinde yeniden yargılama talebinin "kabule değer olduğuna" karar verirken infazın durdurulması talebini ise reddetmiştir.
8. Ağır Ceza Mahkemesi 27/1/2021 tarihinde düzenlediği tensip zaptında başvurucunun da aralarında bulunduğu sanıklar yönünden yeniden yargılamanın duruşmalı olarak yapılmasına karar vermiştir. Ayrıca sanıklar yönünden 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 312. maddesi uyarınca önceki mahkûmiyete dayanan infazın devamına karar vermiştir.
9. 29/6/2022 tarihinde gerçekleştirilen duruşmada yargılamanın yeni esas üzerinden sürdürülmesine ve başvurucunun infazının durdurulması talebinin reddine karar verilmiştir. Buna yönelik itiraz 5/8/2022 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir.
10. Başvurucu, nihai hükmü 8/8/2022 tarihinde öğrendikten sonra 1/9/2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
11. Başvurucu 14/12/2022 tarihinde tahliye edilmiştir.
12. Ağır Ceza Mahkemesi 2/2/2024 tarihinde başvurucunun da aralarında bulunduğu sanıkların beraatine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şu şekildedir:
"...Tüm dosya kapsamına göre yasak usullerle elde edilen deliller hükme esas alınamayacağı gözetildiğinde, hükümlüler/sanıklar [Y.Y.], Ulaş Dil ve [R.Ş.Y.]'ın devamlılık içerecek şekilde yapmak (suç işleme programı altında)amacı ile bir araya gelip aralarında sıkı veya gevşek hiyerarşik bir bağın bulunduğuna, bu hiyerarşik yapıda disiplin altında astlık-üstlük ilişkisi (emir-komuta zinciri) bulunduğuna, ilişkilerinin biçim ve niteliği itibariyle faaliyetlerini gizlilik içerisinde ve örtülü biçimde yürüttüğüne, hükümlüler/sanıklar [Y.Y.], Ulaş Dil ve [R.Ş.Y.]'ın araç ve gereç bakımından sürekli biçimde işleme kararlılığı ile belirsiz sayıda suçu göstererek işlemek amacı etrafında fiili bir birleşme ile işbirliği, eylemli paylaşım içinde hareket ettiğine, diğer bir ifadeyle fikir alış verişinde bulunup paylaştığına, plan ve program yapıp eylem hazırlığı yaptığına ve bu zeminde uygulamaya koyduğuna, bu amaç doğrultusunda faaliyette bulunup devamlılık gösterdiğine ilişkin dosya kapsamında somut delil bulunmadığı, hükümlüler/sanıklar [Y.Y.], Ulaş Dil ve [R.Ş.Y.]'ın soyut iddia dışında atılı suçun işlendiği yönünde dosya kapsamı itibariyle de somut delil bulunmadığı, böylelikle hükümlüler/sanıklar [Y.Y.], Ulaş Dil ve [R.Ş.Y.] lehine şüphe oluştuğu, bunun dışında hükümlüler/sanıklar [Y.Y.], Ulaş Dil ve [R.Ş.Y.]'ın silahlı terör örgütüne üye olduğuna dair cezalandırılması için yeterli, inandırıcı, her türlü şüpheden uzak, kesin delil bulunmadığı, böylelikle atılı suçun hükümlüler/sanıklar [Y.Y.], Ulaş Dil ve [R.Ş.Y.] tarafından işlendiğinin sabit olmadığı anlaşıldığından hükümlüler/sanıklar [Y.Y.], Ulaş Dil ve [R.Ş.Y.]'ın CMK nın 223/2-e maddesi gereğince müsnet suçtan beraatine karar vermek gerektiği kanaatine varılmış açıklanan gerekçe ile aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda izah edildiği üzere
-Hükümlüler/sanıklar [Y.Y.], Ulaş Dil ve [R.Ş.Y.] hakkında mahkememizin (Kapatılan İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesinin - CMK 250 maddesiyle görevli) 1999/286 esas 2008/203 sayılı kararı ile 18/03/2010 tarihinde kesinleşen, 5218 Yasa ile Değişik 765 Sayılı TCK’nın 146/1.maddesi ve 59 (hükümlüler/sanıklar [Y.Y.] ve Ulaş Dil hariç)maddesi gereğince silahlı çetenin anayasal düzeni cebren ortadan kaldırmaya yönelik eyleme aslen iştirak etmek suçundan verilen ağırlaşmış müebbet (hükümlü [R.Ş.Y.] hakkında müebbet) cezasına ilişkin mahkumiyet hükümlerinin 5271 sayılı CMK.nun 323/1 maddesi uyarınca ayrı ayrı ortadan kaldırılmasına (iptaline),
-Her ne kadar hükümlüler/sanıklar [Y.Y.], Ulaş Dil ve [R.Ş.Y.] hakkında silahlı çetenin anayasal düzeni cebren ortadan kaldırmaya yönelik eyleme aslen iştirak etmek suçundan cezalandırılmaları istemiyle kamu davası açılmışsa da, hükümlülerin/sanıkların üzerine atılı suçu işlediklerine ilişkin mahkumiyetlerine yeterli hukuka uygun, tüm şüphelerden uzak, kesin, yasal ve yeterli, inandırıcı somut delil bulunmadığı açıkça anlaşıldığından yüklenen suçun hükümlüler/sanıklar tarafından işlendiğinin sabit olmaması nedeni ile 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu 223(2)-e maddesi uyarınca hükümlülerin/sanıkların ayrı ayrı beraatlerine... [karar verildi.]"
13. Beraat kararı Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından temyiz edilmiş olup bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla temyiz incelemesi devam etmektedir.
14. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
II. DEĞERLENDİRME
15. Başvurucu, AİHM tarafından verilen karara rağmen infazının durdurulmamasından şikâyet etmektedir. Adalet Bakanlığı (Bakanlık) görüşünde, yapılacak incelemede Anayasa ve mevzuat hükümleri doğrultusunda somut olayın kendine özgü koşullarının gözönüne alınması gerektiği belirtilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
16. Başvuru, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmiştir.
17. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden bulunmadığı anlaşılan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
18. Anayasa'nın kişilerin fiziksel hürriyetlerini güvence altına alan 19. maddesinin kişi hürriyetinin kısıtlanmasına imkân tanıdığı durumlardan biri de maddenin ikinci fıkrasında "mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi" olarak belirtilmiştir. Bu nedenle yargı organlarınca verilecek mahkûmiyet kararları kapsamında hapis cezasının veya güvenlik tedbirlerinin infaz edilmesi kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını ihlal etmez (Tahir Canan (2) [1. B.], B. No: 2013/839, 5/11/2014, § 33).
19. Mahkemelerce verilmiş mahkûmiyet kararlarının yerine getirilmesi nedeniyle ortaya çıkan özgürlükten yoksun bırakma hâlleri Anayasa'nın 19. maddesinin ikinci fıkrası kapsamına dâhil ise de anılan kural, mahkûmiyet kararının değil tutmanın hukuka uygun olmasını güvence altına almaktadır. Dolayısıyla bu güvence kapsamında kişi hakkında hükmedilen hapis cezasının yerindeliği veya orantılılığı incelemeye tabi tutulamaz (Günay Okan [1. B.], B. No: 2013/8114, 17/9/2014, § 18).
20. Anayasa'nın 19. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen "mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi" ile bağlantılı bir ihlal iddiası söz konusu ise Anayasa Mahkemesinin görevi kişinin hürriyetten yoksun bırakılmasının kısmen ya da tamamen bu koşullarda gerçekleşip gerçekleşmediğini tespit etmekle sınırlıdır. Bir kimse Anayasa'da yer alan diğer sebepler (yakalama, gözaltı ve tutuklama gibi) dışında ancak mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi kapsamında hürriyetinden yoksun bırakılabilir. Eğer tutmanın kısmen veya tamamen bu koşulları taşımadığı tespit edilirse bu durumun meşru bir amacı olduğundan söz edilemez, doğrudan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ihlal edilmiş olur (Şaban Dal [1. B.], B. No: 2014/2891, 16/2/2017, § 31).
21. Bir mahkûmiyet kararının infazına ilişkin olarak Anayasa'nın 19. maddesi açık bir hüküm içermemektedir. Bununla birlikte Anayasa'nın 19. maddesinin amacı kişileri keyfî şekilde hürriyetten yoksun bırakmaya karşı korumak olup maddede öngörülen istisnai hâllerde kişi hürriyetine getirilecek sınırlamaların da maddenin amacına uygun olması gerekir (Abdullah Ünal [2. B.], B. No: 2012/1094, 7/3/2014, § 38).
22. Bir kimsenin mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi kapsamında hürriyetinden yoksun bırakıldığının söylenebilmesi için hürriyeti kısıtlayıcı ceza veya güvenlik tedbirinin bir mahkeme tarafından verilmesi, yerine getirilecek kararın hürriyeti kısıtlayıcı ceza veya güvenlik tedbirlerine ilişkin olması, hürriyetten yoksun bırakılmanın mahkemece verilen hürriyeti kısıtlayıcı ceza veya güvenlik tedbirinin kapsamını aşmaması gerekir (Şaban Dal, § 32).Bununla birlikte Anayasa'da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece derece mahkemelerinin kararlarındaki kanunun yorumuna ya da maddi veya hukuki hatalara dair hususlar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz (Abdullah Ünal, § 39).
23. Buna karşılık mahkûmiyet hükmüne bağlı tutmanın hukukiliğini etkileyen bir durum söz konusu olduğunda tutulma hâli mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi kapsamında olsa bile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlaline sebebiyet verebilir. Özellikle tutmanın önünde doğrudan Anayasa'dan veya kanunlardan kaynaklanan bir engelin bulunduğu ya da tutmayı sona erdirmeyi zorunlu kılan yargısal bir kararın mevcut olduğu durumlarda özgürlükten yoksun bırakma ile mahkûmiyet kararı arasındaki bağ ortadan kalkar. Bu hâllerde tutmaya devam edilmesi hukuki dayanaktan yoksun bir şekilde özgürlüğün kısıtlanması sonucunu doğurur (Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §127).
24. Başvuru konusu olayda çözümlenmesi gereken temel mesele, AİHM tarafından tek taraflı deklarasyon sonrası verilen başvurunun kayıttan düşürülmesi kararı üzerine yenilenen yargılamada infazın durdurulmamasının kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını ihlal edip etmediğidir.
25. Bu kapsamda yargılamanın yenilenmesi kararının önceki mahkûmiyet hükmünün infazına tesir edip etmeyeceğinin önceki hükmün hukuki varlığını devam ettirip ettirmediği hususuyla bağlantılı olduğu görülmüştür. Bu nedenle öncelikle yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesi hâlinde önceki mahkûmiyet hükmünün hukuki varlığını devam ettirip ettirmediği belirlenmelidir.
26. Anayasa Mahkemesi Yaşar Alat ([GK], B. No: 2021/65564,21/11/2024) başvurusunda AİHM tarafından verilen ihlal kararı sonrası hapis cezasının infazının devam ettirilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkin bazı tespitlerde bulunmuştur. Buna göre 5271 sayılı Kanun'un 311. maddesindeki yargılamanın yenilenmesi kurumu, Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak verilen yeniden yargılama kurumundan farklı bir müessesedir. Zira 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasının "Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir." biçimindeki birinci cümlesi uyarınca Anayasa Mahkemesi ihlal kararı ile birlikte yeniden yargılama yapılmasına bizzat karar vermektedir. Bu sebeple ilgili mahkemenin yeniden yargılama yapılması yönünde karar alması gerekmez; ihlal nedenini ortadan kaldırmak amacıyla doğrudan yeniden yargılama işlemlerini başlatır. Oysa AİHM tarafından verilen ihlal, dostane çözüm ya da tek taraflı deklarasyon sonucunda düşme kararı sonrası yapılacak yargılamanın yenilenmesi talebine ilişkin olarak ilgili mahkeme öncelikle 5271 sayılı Kanun'un 318. maddesi gereği istemin kabule değer olup olmadığına karar verir. Daha sonra aynı Kanun'un 320. maddesi gereği deliller toplanarak 322. madde gereği duruşma yapılmaksızın ya da 323. maddesi gereği yeniden yapılacak duruşma sonunda önceki mahkûmiyet hükmünün ortadan kaldırılmasına ya da iptaline de karar verilir (Yaşar Alat , §§ 50, 60).
27. 5271 sayılı Kanun'un 322. maddesinin (3) numaralı fıkrasında yer alan "Mahkeme beraat kararı ile beraber önceki hükmün ortadan kaldırılmasını da karar altına alır." hükmü ile 323. maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki "Yeniden yapılacak duruşma sonucunda mahkeme, önceki hükmü onaylar veya hükmün iptali ile dava hakkında yeniden hüküm verir." şeklindeki düzenleme birlikte ele alındığında önceki mahkûmiyet kararının yeniden yargılama süreci sonunda verilecek karara kadar geçerliliğini koruduğu anlaşılmaktadır (benzer yaklaşım için bkz. Yaşar Alat, § 61). Diğer bir deyişle yargılamanın yenilenmesi talebinin kabulü hâlinde dahi önceki hükmün ortadan kaldırılması sürecin sonunda değerlendirilecek bir husustur (benzer yöndeki karar için bkz. Erol Eşrefoğlu [GK], B. No: 2018/23111, 1/7/2021, § 68).Bununla birlikte yukarıda belirtilen aşamalar sırasında mahkeme, 5271 sayılı Kanun'un 312. maddesi gereğince kişinin cezasının infazını durdurabilir. Dolayısıyla AİHM'in verdiği ihlal kararı üzerine yeniden yapılacak yargılamada infazın durdurulup durdurulmayacağı hususunda derece mahkemelerinin bir takdir yetkisi söz konusudur. Somut olayda ilk derece mahkemesi takdirini infazın durdurulmaması yönünde kullanmıştır.
28. Bu kapsamda yapılan incelemede başvurucunun mahkûmiyet hükmünü ve mahkûmiyete bağlı tutulma kararını veren mercinin bir mahkeme olmadığı, kararın hürriyeti kısıtlayıcı nitelikte olmadığı veya hürriyetten yoksun bırakılmanın mahkemece verilen hürriyeti kısıtlayıcı ceza ya da tedbirin kapsamını aştığı şeklinde bir iddiasının bulunmadığı görülmektedir. Ayrıca Anayasa Mahkemesince bu yönde herhangi bir tespit de yapılmamıştır (aynı yöndeki değerlendirmeler için bkz. Tülin Soyhan [1. B.], B. No: 2013/2212, 25/3/2013, §§ 31-37; Orhan Çaçan [2. B.], B. No: 2013/6797, 7/1/2016, §§ 50- 55).
29. Öte yandan AİHM'in ihlal, dostane çözüm ya da tek taraflı deklarasyon sonucunda düşme kararı üzerine yapılan yeniden yargılamada infazın ertelenmesi veya durdurulmasına karar verilmesinin gerekli olup olmadığı söz konusu kararın niteliğine bağlı olabilir. Birçok durumda kararda belirtilen eksiklik, başvurucunun mahkûmiyete bağlı tutulması ile mahkûmiyet arasındaki bağı koparmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir durumda başvurucunun bir suç isnadına bağlı olarak tutuklu olma kapsamında özgürlüğünden yoksun bırakılması söz konusu değildir (Anayasa Mahkemesinin ihlal kararlarının yerine getirilme sürecine ilişkin olarak benzer değerlendirmeler için bkz. Erol Eşrefoğlu, §§ 73, 75). Somut olayda başvurucunun tutulmasının gerekçesi Ağır Ceza Mahkemesinin 12/9/2008 tarihli mahkûmiyet kararıdır (bkz. § 3). Başvurucunun yargılamanın yenilenmesine ilişkin talebi 16/11/2020 tarihinde Ağır Ceza Mahkemesince kabule değer bulunmuştur. Ağır Ceza Mahkemesi farklı tarihlerde başvurucunun önceki mahkûmiyetine dayalı infazının durdurulması taleplerinin reddine ve infazın devamına karar vermiştir (bkz. §§ 7, 9). Soruşturma aşamasında hukuki yardımın sistematik olarak engellenmesi ve avukat yokluğunda alınan ifadelerin mahkûmiyet hükmüne esas alınması şikâyetleri yönünden verilen tek taraflı deklarasyon üzerine AİHM tarafından başvurunun kayıttan düşürülmesine karar verildiği anlaşılmaktadır. Söz konusu karar, başvurucunun mahkûmiyete bağlı tutulması ile mahkûmiyet arasındaki bağı koparmamaktadır. AİHM tarafından verilen bu kararı ihlale konu eksikliğin giderilerek sonucuna göre bir karar verilmesi biçiminde anlamak gerekir (Anayasa Mahkemesinin ihlal kararlarının yerine getirilme sürecine ilişkin benzer değerlendirmeler için bkz. Erol Eşrefoğlu,§ 75).
30. Yukarıda yer verilen açıklamalar çerçevesinde başvurucunun yargılamanın yenilenmesi talebinin kabul edilmesinden sonra özgürlüğünden yoksun kalma hâli, Anayasa'nın 19. maddesinin ikinci fıkrası kapsamında yetkili mahkemece verilmiş bir mahkûmiyet kararına dayalıdır ve kanuna uygun bir tutma mahiyetindedir. Zira başvurucunun yeniden yargılama incelemesi süresince tahliye edilmemesine yani hakkında verilen mahkûmiyet kararının infazının devamına daha önceki kesinleşmiş mahkûmiyet hükmü temelinde karar verildiği görülmektedir. Bu anlamda başvurucu hakkında verilen infazın devamı kararı, Anayasa'nın 19. maddesinin ikinci fıkrası çerçevesinde yetkili mahkemece verilmiş bir mahkûmiyet kararına dayalıdır ve kanuna uygun bir tutma niteliğindedir.
31. Sonuç olarak belirtilen bu hususlar doğrultusunda ağır ceza mahkemesince infazın ertelenmesinin uygun görülmediği dönemde başvurucunun hürriyetinden yoksun kalmasının hukuki bir temelinin bulunduğu anlaşıldığından başvurucunun iddialarına ilişkin olarak açık ve görünür bir ihlalin bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
32. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 19. maddesinin ikinci fıkrası bağlamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
Yusuf Şevki HAKYEMEZ bu görüşe katılmamıştır.
III. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. AİHM tarafından verilen karara rağmen hapis cezasının infazına devam edilmesinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B. AİHM tarafından verilen karara rağmen hapis cezasının infazına devam edildiği iddiasına ilişkin olarak Anayasa'nın 19. maddesinin ikinci fıkrası bağlamındaki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE Yusuf Şevki HAKYEMEZ'in karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 14/5/2025 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından tek taraflı deklarasyon sebebiyle başvurunun kayıttan düşürülmesi kararı verilmesi sonrası yargılamanın yenilenmesine karar verilmesine rağmen infazın durdurulmamasının hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasıyla yapılan bireysel başvuruda Mahkememiz çoğunluğunca ulaşılan başvurucunun Anayasa'nın 19. maddesinin ikinci fıkrası bağlamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edilmediği şeklindeki sonuca katılmamaktayım.
2. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi koruma sisteminde tek taraflı deklarasyon sebebiyle başvurunun kayıttan düşürülmesi Sözleşme’nin 37. maddesinde düzenlenmiştir. Başvurunun kayıttan düşürülmesinin bir örneği olarak “dostane çözüm”ün düzenlendiği Sözleşme’nin 39. maddesinde ise yargılamanın her aşamasında Mahkemenin davanın bu Sözleşme ve Protokolleri ile tanınan insan haklarına saygı ilkesinden esinlenen bir dostane çözüm yoluyla sonuçlanmasını sağlamak için taraflara yardımcı olabileceği belirtildikten sonra dostane çözüm durumunda Mahkemenin, olayların ve kabul edilen çözümün kısa bir özeti ile sınırlı bir kararla başvuruyu kayıttan düşürüleceği öngörülmüştür.
3. Eldeki bireysel başvuruya konu uyuşmazlıkta da bu nitelikte bir kayıttan düşürme söz konusudur (bkz.: Ramazan Şevket YILMAZ ve diğerleri / Türkiye, B. No: 73403/10, 23/05/2019).
4. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 311. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (f) bendinde hükümlü lehine yeniden yargılama nedenleri arasında “ceza hükmünün, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlâli suretiyle verildiğinin ve hükmün bu aykırılığa dayandığının, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması veya ceza hükmü aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvuru hakkında dostane çözüm ya da tek taraflı deklarasyon sonucunda düşme kararı verilmesi” yer almaktadır. Dolayısıyla burada hem AİHM tarafından verilen ihlal kararları hem de AİHM’in başvuru hakkında verdiği dostane çözüm ve tek taraflı deklarasyon sonucunda düşme kararları da birer yeniden yargılama nedeni olarak kabul edilmektedir.
5. Esasında AİHM tarafından başvurucu ile ilgili verilen tek taraflı deklarasyon sebebiyle başvurunun kayıttan düşürülme kararı hak ihlalinin taraf devletçe kabulü anlamı taşımaktadır. Nitekim eldeki başvuruda da hukuki yardımın sistematik olarak engellenmesi ve avukat yokluğunda alınan ifadelerin mahkûmiyet hükmüne esas alınması biçimindeki ihlal iddiaları ile ilgili olarak AİHM, bu konuda Hükümetin sunduğu deklarasyon metnini dikkate alarak başvuru ile ilgili kayıttan düşme kararı vermiş ve yargılamanın yenilenmesinin etkili bir yol olduğunu kabul etmiştir.
6. Görüldüğü üzere AİHM tarafından tek taraflı deklarasyon sebebiyle başvurunun kayıttan düşürülmesi kararı verilmesi esasında somut başvuruya konu yargılamada bir hak ihlali olduğunun kabulünü ve taraf devletin bu ihlali gidereceğine dair bir bildirimi gerektirdiği içindir ki bu yönü ile bu durum AİHM tarafından verilen bir ihlal kararına benzemektedir. Dolayısıyla bu biçimdeki bir sürecin sonucunda gerçekleştirilen yargılamanın yenilenmesine karar verilmesine rağmen başvurucu ile ilgili infazın durdurulmamasının başvurucunun Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına müdahale niteliği taşıdığı açıktır.
7. Dolayısıyla AİHM’in ihlal kararının gereği yerine getirilmeyerek hapis cezasının infazına devam edilmesi nedeniyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasıyla yapılan benzer bir bireysel başvuruda Mahkememiz çoğunluğunca başvurunun Anayasa'nın 19. maddesinin ikinci fıkrası bağlamında kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerektiği şeklindeki kararına (bkz.: Yaşar Alat ([GK], B. No: 2021/65564, 21/11/2024) yazdığım karşıoyda belirttiğim aşağıdaki gerekçeler doğrultusunda bu başvuruda da başvurucunun kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiği kanaatindeyim.
"2. Somut bireysel başvuruya konu temel sorun AİHM’in adil yargılanma hakkı bağlamında verdiği bir ihlal kararı üzerine gerçekleştirilen yargılamanın yenilenmesi süreci boyunca başvurucunun infazın ertelenmesi talebi ile ilgili olarak ‘dava dosyasının gelmiş olduğu aşama nazara alınarak’ mahkumiyet hükmü infazının devamına karar verilmesi hususunda odaklanmaktadır.
3. Mahkumiyet hükmünün infazı şeklindeki uygulama başvurucunun iddiasına göre kişi özgürlüğünü ihlal etmektedir. Başvurucuya göre AİHM kararı doğrultusunda ihlalin sonuçlarının giderilmesi için yargılamanın yenilenmesi sürecinin başlamasıyla birlikte derece mahkemesi önceki hükmü kaldırmalı ve dayanağı kalmayan mahkumiyete bağlı tutmanın infazını durdurmaya karar vermelidir.
4. Somut başvuruda başvurucunun infazın durdurulması talebi derece mahkemelerince reddedilmiş ve yargılama süreci boyunca hükme bağlı olarak tutularak mahkumiyetin infazı sürdürülmüştür. Başvurucu bu durumun Anayasa’nın 19. maddesindeki kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile ilgili güvenceleri ihlal ettiğini ileri sürmektedir.
5. Mahkememiz çoğunluk kararına göre AİHM’in verdiği ihlal kararı ile bağlantılı olarak başvurucunun yargılamanın yenilenmesi talebinin kabul edilmesinden sonraki özgürlüğünden yoksun kalma hâli, Anayasa'nın 19. maddesinin ikinci fıkrası çerçevesinde yetkili mahkemece verilmiş bir mahkûmiyet kararına dayalıdır ve kanuna uygun bir tutma niteliği taşımaktadır. Zira başvurucunun yeniden yargılama incelemesi süresince tahliye edilmemesine yani hakkında verilen mahkûmiyet kararının infazının devamına daha önceki kesinleşmiş mahkûmiyet hükmü temelinde karar verildiği görülmektedir. Bu anlamda başvurucu hakkında verilen infazın devamı kararı, Anayasa'nın 19. maddesinin ikinci fıkrası çerçevesinde yetkili mahkemece verilmiş bir mahkûmiyet kararına dayalıdır ve kanuna uygun bir tutma mahiyetindedir (Bkz.: § 64). Mahkememiz çoğunluğuna göre derece mahkemelerince infazın ertelenmesinin uygun görülmediği dönemde başvurucunun özgürlüğünden yoksun kalmasının hukuki bir temelinin bulunduğu anlaşıldığından başvurucunun iddialarına ilişkin olarak açık ve görünür bir ihlalin bulunmadığı gerekçesiyle Anayasa'nın 19. maddesinin ikinci fıkrası bağlamında kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekmektedir §§ 65-66).
6. Kişi özgürlüğü ve güvenliği ile ilgili olarak Anayasa’nın 19. maddesinin ikinci fıkrasına göre konumuz bağlamında ‘mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların’ varlığı halinde kişilerin özgürlüklerinden yoksun bırakılması mümkündür. Ancak Mahkememiz çoğunluğu derece mahkemelerince verilip kesinleşen, akabinde AİHM’in denetleyip buna ilişkin adil yargılanma hakkı ihlali sonucuna ulaştığı ve bu ihlal kararını esas alarak derece mahkemelerinin yargılamanın yenilenmesine konu yaptığı bu hükmü halen “mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı ceza” olarak görmeye devam etmektedir.
(…)
10. Her ne kadar çoğunluk kararında 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun yargılamanın yenilenmesi ile ilgili konuları düzenleyen maddelerine atıfla değerlendirmeler yapılmış ve yine bu Kanun’un 323. maddesinin (1) numaralı fıkrası bağlamında önceki mahkumiyet hükmünün yargılamanın yenilenmesini gerçekleştiren mahkemece mahkumiyet kararının onaylanacağı ya da iptal edileceği üçüncü aşamanın tamamlanmasına kadar geçerliliğini koruduğu belirtilmiş ise de bireysel başvuru incelemesi sonucunda verilen ihlal kararının ne anlama geldiğinin ve sahip olduğu etkinin Mahkememiz çoğunluk kararında çok iyi anlaşılamadığı kanaatindeyim.
11. Hukuk sistemimizde AİHM’in gerçekleştirdiği bireysel başvuru incelemelerinde verilen ‘ihlal’ kararı, kesinleşmiş mahkumiyet hükmünün Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi hükümleri gereğince sorunlu olduğunu ve hak ihlaline sebebiyet vermesi nedeniyle de yargılamanın yenilenmesini gerektirdiğini ifade etmektedir. Aynı tespiti Anayasa Mahkemesince verilen ihlal kararı sonrasındaki yeniden yargılama süreci için de yapmak gerekmektedir.
12. Somut olay bağlamında düşünüldüğünde AİHM’e yapılan bireysel başvuruda incelenen mahkumiyet hükmü AİHM tarafından tanık sorgulama hakkı ihlali nedeniyle adil yargılanma hakkı güvenceleriyle bağdaşmayan bir hüküm olarak nitelendirilmiştir. Bunun anlamı ise hakkında mahkumiyet hükmü kurulan başvurucunun mahkumiyetine esas alınan, mahkumiyetinde belirleyici delil olduğu anlaşılan tanığın yargılanma sürecinde sorgulamasının sağlanmamış olmasıdır.
13. Bu durumda derece mahkemesi AİHM’in ihlal kararı sonrasında ihlali giderebilmek amacıyla yargılamanın yenilenmesi sürecinde bu tanığın sorgulanmasını sağlayarak davayı esastan sonuçlandıran yeni bir hüküm kuracaktır. AİHM’in ihlal tespiti sonrasında tanığın sorgulanmaması nedeniyle başvurucu aleyhine derece mahkemelerince kurulmuş olan önceki mahkumiyet hükmü artık hukuken geçerli bir hüküm olmaktan çıkmış olmalıdır. Her ne kadar yargılamanın yenilenmesi ile ilgili Ceza Muhakemesi Kanunu hükümleri bu sürece ilişkin usulü detaylı biçimde düzenlerken önceki hükmün mahkemece kaldırılana kadar geçerli olacağı anlamına gelen bazı düzenlemelere yer veriyor olsa da bu düzenlemeleri bireysel başvurunun amacı doğrultusunda yorumlayıp uygulamak ve ihlal kararı karşısında artık başvurucunun hükme bağlı tutma pozisyonunun hukuken savunulabilir olmaması gerektiğini belirtmek gerekir.
14. Daha çarpıcı bir örnek olması bağlamında işkence altında elde edilen bir delile dayalı bir mahkumiyet hükmü üzerine AİHM tarafından verilen bir adil yargılanma hakkı ihlali sonrasında halen önceki mahkumiyet hükmünün yargılamanın yenilenmesi sürecinde Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 323. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince derece mahkemelerince onaylanacağı veya iptal edileceği zamana kadar geçerliliğini koruyacağını savunmak AİHM tarafından verilen ihlal kararına rağmen hak ihlalinin daha uzun süre boyunca devamı anlamına gelecektir. Bireysel başvuru sisteminin özünün bu biçimdeki bir yaklaşımla bağdaşmayacağı ise aşikardır.
15. Dolayısıyla AİHM’in ihlal kararı sonrasında başvurucunun hükme bağlı tutulmasının sonlandırılıp -eğer şartları varsa- Anayasa’nın 19. maddesi bağlamında suç isnadına bağlı tutma aşamasına yeniden dönülmesi bireysel başvurunun niteliği gereği verilen ihlal kararının bu süreçte bir anlamı olması yönüyle zorunlu görülmelidir.
16. Ek olarak çoğunluk kararındaki yaklaşımla hareket edildiğinde yargılamanın yenilenmesi sürecinde başvurucu ile ilgili olarak masumiyet karinesini ihlal eden durumlar da ortaya çıkabilecektir. Zira bu süreçte kişinin hükümlü statüsünün devam ettiğini ileri sürmek ona suçlu muamelesi yapılması anlamına gelebileceğinden bu durum başvurucunun masumiyet karinesini de zedeleyebilecektir.
17. Nitekim AİHM Dicle ve Sadak/Türkiye başvurusunda yargılanmanın yenilenmesi taleplerinin kabulü sonrası gerçekleştirilen yargılamada davalarının esasıyla ilgili olarak karar verilmeden önce başvuruculardan hükümlü olarak bahsedilmesinin masumiyet karinesine aykırı olacağına hükmetmiştir (Dicle ve Sadak/Türkiye, B. No: 48621/07, 16/6/2015, §§ 60 -66).
18. Bireysel başvurunun temel amacı bağlamında düşünüldüğünde çoğunluk kararındaki yaklaşımın insan haklarının etkili biçimde korunması yönü ile de açıklanması kolay değildir. Zira adil yargılanma hakkının önemli güvencelerinden birisine aykırı biçimde gerçekleştirilen bir yargılama sonucu verilmiş olan bir mahkumiyet hükmü olduğu AİHM tarafından açıkça tespit edilmiş olmasına rağmen ihlale konu bu hüküm yargılamanın yenilenmesi sürecinde belli bir süre boyunca daha geçerli kalarak kişi mahkumiyete bağlı olarak tutulmaya devam edecektir.
19. Sonuç olarak çoğunluk kararındaki yaklaşımın aksine AİHM tarafından başvurucu hakkında verilen bir ihlal kararı sonrasında gerçekleştirilen yargılamanın yenilenmesi sürecinde önceki hükmün geçerliliğini koruması ve bu süreçte başvurucunun hükme bağlı tutma halinin devam etmesi bireysel başvuru sisteminin etkisinin tam anlamıyla gerçekleşmesine imkan vermeyecek sakıncalı sonuçlar ortaya çıkarmaktadır. Bu nedenle başvurucunun AİHM ihlal kararı sonrasındaki tutulmasının hükme bağlı tutma statüsünden çıkarılıp -eğer şartları varsa- suç isnadına bağlı tutmaya dönüşmesi bireysel başvurudan beklenen işlevin gerçekleşmesi yönü ile zorunludur.
20. Yukarıda sıralanan gerekçelerle derece mahkemelerince AİHM’in verdiği ihlal kararı sonrasında önceki mahkumiyet hükmüne binaen tutulmaya devam etmesi ve infazın ertelenmesi talebinin bir değerlendirme yapılmaksızın reddedilmesi başvurucunun Anayasa'nın 19. maddesinin ikinci fıkrası bağlamında kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkını ihlal ettiği kanaatinde olduğumdan çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılmamaktayım”.