TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
SEBAHAT TUNCEL BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2012/1051)
|
|
Karar Tarihi: 20/2/2014
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh
KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Zehra Ayla PERKTAŞ
|
|
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi
DURSUN
|
Raportör
|
:
|
Yunus HEPER
|
Başvurucu
|
:
|
Sebahat TUNCEL
|
Vekili
|
:
|
Av. Ercan KANAR
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, milletvekili olduğu halde hakkında “yurtdışına çıkamamak” şeklinde adli kontrol
tedbiri uygulanması nedeniyle adil yargılanma ve siyasal katılım hakkı ile
ifade hürriyetinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 28/11/2012 tarihinde
İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin
idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir
eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine
karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 17/9/2013
tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular 25/9/2013
tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı görüşünü 25/11/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan
görüş başvurucuya 30/12/2013 tarihinde bildirilmiştir.
Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 14/1/2014
tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olmak suçlamasıyla 5/11/2006 tarihinde gözaltına alınmış ve 8/11/2006 tarihinde
tutuklanmıştır.
9. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 13/11/2006
tarihli iddianamesiyle başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediği
iddiasıyla cezalandırılması için İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesine ceza davası
açılmıştır.
10. Yargılama devam ederken başvurucu 22/7/2007
tarihli milletvekili genel seçimlerinde İstanbul bağımsız milletvekili
seçilmiştir.
11. Başvurucunun tahliye talebi üzerine İstanbul 10. Ağır
Ceza Mahkemesi 24/7/2007 tarihinde başvurucunun
tahliyesine karar vermiştir. Mahkeme başvurucu hakkında herhangi bir güvenlik
tedbirine de karar vermemiştir. Mahkemenin tahliye kararının gerekçesi
şöyledir:
“…yargılamasının devam ettiği sırada… 22/7/2007
tarihinde yapılan milletvekili genel seçimlerinde İstanbul 3. bölgeden bağımsız
milletvekili seçildiği; İl Seçim Kurulu Başkanlığının 24/7/2007 günlü ve XXIII
Dönem milletvekili tutanağının incelenmesi ile sanık Sabahat Tuncel’in
22/7/2007 tarihinde İstanbul 3 numaralı seçim çevresinde bağımsız milletvekili
seçilmiş olduğu ve ilgili yazı gereğince milletvekilliğinin resmi olarak
kesinleştiği anlaşılmıştır. Anayasanın 83. maddesi gereğince mahkememiz dava
dosyasında sanık Sabahat Tuncel’in terör örgütüne üyelik suçundan bir
milletvekili olarak meclisin kararı olmadıkça tutukluluk haline ve
yargılamasına devam edilemeyecektir.”
12. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, 26/7/2007
tarihinde, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin başvurucunun tahliyesine ilişkin
24/7/2007 tarihli kararda yer alan gerekçelerine itiraz etmiştir. İstanbul 10.
Ağır Ceza Mahkemesi 26/7/2007 tarihli kararı ile
itirazın kabulüne karar vererek başvurucunun tahliyesine ilişkin kararda yer
alan Anayasa’nın 83. maddesine yönelik açıklamaların karardan çıkartılmasına ve
“…sanık Sebahat Tuncel’in milletvekili
seçimlerinde bağımsız olarak milletvekili seçilmiş olması, bu niteliği gereği
kaçma ihtimalinin ve delilleri karartma ihtimalinin kalmamış olması nedenleri olarak
tahliye gerekçesinin düzeltilmesine” karar vermiştir.
13. Başvurucu, 12 Haziran 2011 tarihinde yapılan 24. Dönem
Milletvekili Genel Seçiminde yeniden İstanbul bağımsız milletvekili adayı olmuş ve
seçilmiştir.
14. İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi 18/9/2012
tarihinde başvurucunun, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 8 yıl 9 ay
hapis cezası ile cezalandırılmasına ve karar kesinleşinceye kadar yurt dışına
çıkmamak adli kontrol tedbirinin uygulanmasına karar vermiştir. Mahkemenin adli
kontrol kararının gerekçesi şöyledir:
“Sanığa verilen ceza miktarı, tutuklulukta geçirdiği süre,
dikkate alındığında sanık hakkında CMK nın 109/3-a
maddesine göre “yurt dışına çıkamamak” adli kontrol tedbirinin uygulanmasına…”
15. Başvurucunun adli kontrol kararına karşı yaptığı itiraz
başvurusu 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 11/10/2012
tarihli kararı ile reddedilmiş ve karar aynı tarihte kesinleşerek başvurucuya
30/10/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. Ret kararının gerekçesi şöyledir:
“İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2006/358 Esas sayılı
dosyasında 18/9/2012 tarihli celsesinde sanık Sebahat
TUNCEL hakkında adli kontrol tedbirlerinden “yurt dışına çıkamamak” yönünde
verilen tedbir kararında ve İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 25/9/2012
tarihli ara kararında herhangi bir isabetsizlik bulunmadığı, verilen kararın
usul ve yasaya uygun olduğu anlaşıldığından, …”
16. Başvurucu, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin nihai
kararını temyiz etmiş; Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 24/12/2013
tarihli ilamı ile ilk derece mahkemesinin kararı onanmıştır.
B. İlgili Hukuk
17. Anayasa’nın “Yasama
dokunulmazlığı” başlıklı 83. maddesi şöyledir:
“Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, Meclis
çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerden, o
oturumdaki Başkanlık Divanının teklifi üzerine Meclisce
başka bir karar alınmadıkça bunları Meclis dışında tekrarlamak ve açığa
vurmaktan sorumlu tutulamazlar.
Seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir
milletvekili, Meclisin kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez,
tutuklanamaz ve yargılanamaz. Ağır cezayı gerektiren suçüstü hali ve seçimden
önce soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıyla Anayasanın 14 üncü maddesindeki
durumlar bu hükmün dışındadır. Ancak, bu halde yetkili makam, durumu hemen ve
doğrudan doğruya Türkiye Büyük Millet Meclisine bildirmek zorundadır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi üyesi hakkında, seçiminden önce
veya sonra verilmiş bir ceza hükmünün yerine getirilmesi, üyelik sıfatının sona
ermesine bırakılır; üyelik süresince zamanaşımı işlemez.
Tekrar seçilen milletvekili hakkında soruşturma ve
kovuşturma, Meclisin yeniden dokunulmazlığını kaldırmasına bağlıdır.
Türkiye Büyük Millet Meclisindeki siyasî parti gruplarınca,
yasama dokunulmazlığı ile ilgili görüşme yapılamaz ve karar alınamaz.”
18. Anayasa’nın “Temel hak
ve hürriyetlerin kötüye kullanılamaması” başlıklı 14. maddesi
şöyledir:
“Anayasada yer alan
hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez
bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti
ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz.
Anayasa hükümlerinden hiçbiri, Devlete veya kişilere, Anayasayla
tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya Anayasada belirtilenden
daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı
mümkün kılacak şekilde yorumlanamaz.
Bu hükümlere aykırı faaliyette bulunanlar hakkında uygulanacak
müeyyideler, kanunla düzenlenir.”
19. 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza
Kanunu’nun “Silâhlı örgüt”
başlıklı 314. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“Madde 314- (1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde
yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on
yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile
cezalandırılır.
(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş
yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.”
20. 12/4/1991 tarih ve 3713 sayılı Terörle
Mücadele Kanunu’nun “Terör amacı ile işlenen
suçlar” başlıklı 4. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi
şöyledir:
“Aşağıdaki suçlar 1 inci maddede belirtilen amaçlar
doğrultusunda suç işlemek üzere kurulmuş bir terör örgütünün faaliyeti
çerçevesinde işlendiği takdirde, terör suçu sayılır:
Türk Ceza Kanununun 79, 80, 81, 82, 84, 86, 87, 96, 106,
107, 108, 109, 112, 113, 114, 115, 116, 117, 118, 142, 148, 149, 151, 152, 170,
172, 173, 174, 185, 188, 199, 200, 202, 204, 210, 213, 214, 215, 223, 224, 243,
244, 265, 294, 300, 316, 317, 318 ve 319 uncu maddeleri ile 310 uncu maddesinin
ikinci fıkrasında yer alan suçlar.
…”
21. 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun “Cezaların artırılması” başlıklı 5. maddesi
şöyledir:
“3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında
ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları
yarı oranında artırılarak hükmolunur. Bu suretle tayin olunacak cezalarda,
gerek o fiil için, gerek her nevi ceza için muayyen olan cezanın yukarı sınırı
aşılabilir. Ancak, müebbet hapis cezası yerine, ağırlaştırılmış müebbet hapis
cezasına hükmolunur.
Suçun, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmiş olması
dolayısıyla ilgili maddesinde cezasının artırılması öngörülmüşse; sadece bu
madde hükmüne göre cezada artırım yapılır. Ancak, yapılacak artırım, cezanın
üçte ikisinden az olamaz.
Bu madde hükümleri çocuklar hakkında uygulanmaz.”
22. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanunu’nun “Adli kontrol”
başlıklı 109. maddesinin ilgili fıkraları şöyledir:
(1) Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, 100 üncü
maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin
tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebilir.
…
(3) Adlî kontrol, şüphelinin aşağıda gösterilen bir veya birden
fazla yükümlülüğe tabi tutulmasını içerir:
a) Yurt dışına çıkamamak.
…
(6) Adlî kontrol altında geçen süre, şahsî hürriyeti
sınırlama sebebi sayılarak cezadan mahsup edilemez. Bu hüküm, maddenin üçüncü
fıkrasının (e) bendinde belirtilen hallerde uygulanmaz.
(7) Kanunlarda öngörülen tutukluluk sürelerinin dolması
nedeniyle salıverilenler hakkında (…) adlî kontrole ilişkin hükümler
uygulanabilir.”
23. 5271 sayılı Kanun’un “Adlî
kontrol kararı ve hükmedecek merciler” başlıklı 110. maddesi
şöyledir:
(1) Şüpheli,
Cumhuriyet savcısının istemi ve sulh ceza hâkiminin kararı ile soruşturma
evresinin her aşamasında adlî kontrol altına alınabilir.
(2) Hâkim, Cumhuriyet savcısının istemiyle, adlî kontrol
uygulamasında şüpheliyi bir veya birden çok yeni yükümlülük altına koyabilir; kontrolun içeriğini oluşturan yükümlülükleri bütünüyle veya
kısmen kaldırabilir, değiştirebilir veya şüpheliyi bunlardan bazılarına
uymaktan geçici olarak muaf tutabilir.
(3) 109 uncu madde ile bu madde hükümleri, gerekli
görüldüğünde, görevli ve yetkili diğer yargı mercileri tarafından da,kovuşturma evresinin her
aşamasında uygulanır.”
24. 5271 sayılı Kanun’un “Adlî
kontrol kararının kaldırılması” başlıklı 111. maddesi şöyledir:
“(1) Şüpheli veya sanığın istemi üzerine, Cumhuriyet
savcısının görüşünü aldıktan sonra hâkim veya mahkeme 110 uncu maddenin ikinci
fıkrasına göre beş gün içinde karar verebilir.
(2) Adlî kontrole ilişkin kararlara itiraz edilebilir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
25. Mahkemenin 20/2/2014 tarihinde yapmış
olduğu toplantıda, başvurucunun 28/11/2012 tarihli ve 2012/1051 numaralı
bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
26. Başvurucu;
i. Silahlı terör örgütüne üye olma
suçundan yargılandığı İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 18/9/2012 tarihli
kararında, hukuka aykırı olarak hakkında yurt dışına çıkmamak şeklinde adli
kontrol tedbir kararı verildiğini, adli kontrol kararının ve itiraz
incelemesini yapan mahkemenin kararının gerekçesiz olduğunu bu sebeple
Anayasa’nın 141. maddesinin ihlal edildiğini,
ii. Yurtdışına çıkamamak yasağının özgürlüğü kısıtlayıcı
niteliğinin bulunduğunu, bu karara yapılan itiraz hakkında başvurucu ve müdafiinin görüşü alınmaksızın karar verilmiş olması
nedeniyle özgürlük ve güvenlik hakkının ihlal edildiğini,
iii. Yurtdışına çıkamamak adli tedbir kararının ideolojik ve
politik bir karar olduğunu bu sebeple Anayasa’nın 10. maddesinde yer alan
eşitlik ilkesinin, kesinleşmiş bir karar bulunmadan yurtdışına çıkış yasağı
konulmuş olmasının Anayasa’nın 38. maddesinde yer alan masumiyet karinesinin ve
yasama dokunulmazlığını düzenleyen Anayasa’nın 83. maddesinin ihlali
niteliğinde olduğunu,
iv. Henüz kesin bir hüküm bulunmadan
ve Parlamento kararı alınmadan bir parlamento üyesinin üzerinde hürriyeti kısıtlayıcı
nitelikte yurtdışına çıkış yasağı tedbirinin uygulanmasının Anayasa’nın 23.
maddesinde düzenlenen yerleşme ve seyahat özgürlüğünün ihlali niteliğinde
olduğunu,
v. Düşünce açıklamalarının da
parlamenter faaliyetlerinin ayrılmaz bir parçası olduğunu, parlamenterlerin
yasama faaliyeti çerçevesinde yurt dışına çıkamamasının Anayasa’nın düşünceyi
açıklama ve yayma özgürlüğünü düzenleyen 26. maddesine aykırı olduğunu,
vi. İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 14/7/2007
tarihli tahliye kararında kendisinin kaçma şüphesinin bulunmaması sebebiyle
tahliye edildiğini buna karşın aynı mahkemenin 18/9/2012 tarihli kararında bir
gerekçeye dayanmadan yurtdışına çıkış yasağı konulmasının anayasal haklarının
ihlali niteliğinde olduğunu ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
27. Başvurucunun iddialarına karşı Bakanlık görüşünde,
serbest dolaşım hakkının düzenlendiği Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin
(AİHS), Ek 4 No,lu
Protokolü’ne ülkemizin taraf olmadığı belirtilmiştir. Bakanlık
ayrıca başvurucunun şikâyetlerinin AİHS’e Ek Birinci
Protokol’ün 3. maddesi ve Anayasa’nın 67. maddesinde yer alan serbest seçim
hakkı çerçevesinde incelenmesi gerektiğini, somut olayda başvurucunun
Parlamento’da yasama faaliyetlerine katılım konusunda herhangi bir engelle
karşılaşmadığını, başvurucu hakkında verilen tedbir ile ulaşılmak istenen
amacın orantılı olup olmadığının Anayasa Mahkemesince değerlendirilmesi
gerektiğini belirtmiştir.
28. Başvurucu, başvurunun esası hakkındaki Bakanlık görüşüne
karşı, başvuru dilekçesindeki beyanlarını tekrar etmiş, ayrıca parlamento
çalışmalarının yalnızca parlamento içi çalışmalarla sınırlı olamayacağını, yurt
içinde veya yurt dışında yapılacak çalışmaların da yasama dokunulmazlığı çerçevesinde
ele alınması gerektiğini belirtmiştir. Başvurucu, yurt dışına çıkış yasağının
Anayasa’nın 67. maddesinde yer alan seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma
hakkının ihlali niteliğinde olduğunu ileri sürmüştür.
29. Ceza hukukunda, işlenen suç nedeniyle başlatılan
soruşturma veya kovuşturmanın sağlıklı bir şekilde yürütülmesi için, bazı
tedbirlere başvurulması zorunluluk haline gelebilmektedir. Bu tedbirler,
şüpheli veya sanığın kaçmasının önlenmesi, şüpheli veya sanığın yargılamada
hazır bulundurulması, delillerin karartılmasının önlenmesi suretiyle
muhakemenin gecikmeksizin ve tehlikeye düşürülmeden yapılmasını ve verilecek
kararların uygulanmasını sağlamak amacını taşıyabilir. Koruma tedbirleri,
muhakeme boyunca eski durumu yaşatmak veya verilecek kararın yerine
getirilmesini sağlamak için kullanılan birer vasıta oldukları gibi aynı zamanda
geçicidir. Koruma tedbirinin geçici olması bir tedbiri haklı gösteren
sebeplerin kalmaması halinde o tedbirin sona ermesini ifade eder.
30. Koruma tedbirleri, 5271 sayılı Kanun’un dördüncü kısmının
“Koruma tedbirleri” kenar
başlıklı 90 ila 144. maddeleri arasında düzenlenmiştir. Bunlardan, yakalama ve
gözaltına alma, tutuklama, adli kontrol, arama ve elkoyma,
telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin denetlenmesi, gizli soruşturmacı ve
teknik araçlarla izleme gibi tedbirler kişi hürriyetini kısıtlayan
tedbirlerdir.
31. Şüpheli veya sanığın, tutuklama koşullarının varlığı
halinde, ölçülülük ilkesi çerçevesinde ve tutuklama ile ulaşılabilecek amaçlara
uygun olduğu takdirde, kanunda sayılı bir veya birkaç yükümlülüğe tabi
tutulması adli kontrol olarak tanımlanmıştır. 5271 sayılı Kanun’un “Adli Kontrol” başlıklı 109. maddesinde
tutuklamaya alternatif olarak getirilen adli kontrol araçları sayılmıştır. Aynı
maddenin (3) numaralı fıkrasının (a) bendinde “yurt
dışına çıkamamak” tedbiri de tutuklama yerine geçen daha hafif bir
koruma tedbiri olarak kabul edilmiştir.
32. Adli kontrol tedbiri olarak kabul edilmiş olması
nedeniyle “yurt dışına çıkamamak”
tedbirine karar verebilmek için 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesinde yer alan kuvveli suç şüphesinin varlığını gösteren olgular ve bir
tutuklama nedeninin bulunması gerekmektedir.
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
a. Eşitlik İlkesi
Yönünden
33. Başvurucu, yüz kızartıcı suçlardan
dolayı haklarında soruşturma dosyası bulunan parlamenterlere dahi yurt dışına
çıkış yasağı konulmuyorken, siyasi nedenlerden dolayı kesinleşmemiş mahkûmiyeti
bulunmasından dolayı kendisi hakkında yurt dışına çıkış yasağı konulmasının
ideolojik ve politik bir karar olması nedeniyle ayrımcı olduğunu ve bu nedenle
Anayasa’nın 10. maddesinde düzenlenen “kanun
önünde eşitlik ilkesi”nin
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
34. Anayasanın 148. ve 6216 sayılı Kanun’un 45. maddeleri
dikkate alındığında başvurucunun, Anayasa’nın 10. maddesinin ihlal edildiğine
yönelik iddialarının, soyut olarak değerlendirilmesi mümkün olmayıp, mutlaka
bireysel başvuru konusu başka bir temel hak ve özgürlükle bağlantılı olarak ele
alınması gerekir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 33).
35. Başvurucunun, eşitlik ilkesinin ihlali iddiasının esas
olarak kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile seyahat özgürlüğü çerçevesinde ve
bu hak ve özgürlüklerle bağlantılı olarak ele alınması gerekir. Dolayısıyla
eşitlik ilkesi, bireysel başvuru kapsamında bağımsız nitelikte koruma işlevine
sahip olmayıp, diğer hakların kullanılmasını, korunmasını ve başvuru yollarını
güvence altına alan tamamlayıcı nitelikte bir haktır (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 34).
36. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 10.
maddesinin ihlal edildiği yönündeki iddialarının, Anayasa’nın 19. ve 23.
maddelerinin ihlal edildiği yönündeki iddialar çerçevesinde değerlendirilmesi
gerekir.
b. Masumiyet
Karinesi Yönünden
37. Başvurucu, hakkında kesinleşmiş bir mahkeme kararı
bulunmadan yurtdışına çıkış yasağı konulmuş olmasının Anayasa’nın 38.
maddesinde yer alan masumiyet karinesinin ihlali niteliğinde olduğunu ileri
sürmüştür.
38. 5271 sayılı Kanun’un “Adli
kontrol” başlıklı 109. maddesinde yer alan adli kontrol tedbirlerine,
işlenen suç nedeniyle yapılan soruşturma veya kovuşturmanın sağlıklı bir
şekilde yürütülmesi için başvurulabileceği gibi kovuşturma sonucunda verilen
hükmün yerine getirilmesinin sağlanması amacıyla da başvurulabilmektedir.
Nitekim 5271 sayılı Kanun’un “Adlî kontrol
kararı ve hükmedecek merciler” başlıklı 110. maddesine göre
soruşturma ve kovuşturma aşamasının her aşamasında hâkim kararı ile adli
kontrol kararı verilebileceği düzenlenmiştir. Öte yandan 5271 sayılı Kanun’un “Adlî kontrol kararının kaldırılması”
başlıklı 111. maddesi uyarınca, “yurt dışına
çıkamamak” tedbirine karşı itiraz kanun yolu öngörülmüştür.
39. Somut olayda İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi 18/9/2012 tarihli kararı ile sanığın kaçmasının önlenmesi ve
verilen kararların uygulanmasını sağlamak amacı ile yurt dışına çıkış yasağı
tedbirine hükmetmiştir. Başvurucu, derece mahkemesinin bu kararına karşı itiraz
kanun yoluna başvurmuştur. İtiraz mercii olan İstanbul 11. Ağır Ceza
Mahkemesinin 11/10/2012 tarihli kararı ile itiraz
reddedilmiş ve adli kontrol kararı aynı tarihte kesinleşmiştir. Bu itibarla,
tutuklama yerine geçen “yurt dışına
çıkamamak” tedbirine hükmedebilmek için, gerçekleştirilen
yargılamanın esasının bir hükümle sonuçlanması gerekmediği gibi yargılamanın
esasına ilişkin mahkeme kararının kesinleşmesi de gerekmez.
40. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun,
yargılamanın esasına ilişkin kesinleşmiş bir mahkeme kararı bulunmadan hakkında
yurt dışına çıkış yasağı tedbiri verilmesinin masumiyet karinesinin ihlali
niteliğinde olduğunu ileri sürdüğü yargılama işleminde açık ve görünür bir
ihlal saptanmadığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça
dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
c. Kişi Özgürlüğü
ve Güvenliği Hakkı ile Seyahat Özgürlüğü Yönünden
41. Başvurucu, yurtdışına çıkma yasağının özgürlüğü
kısıtlayıcı niteliği bulunduğunu, bu sebeple özgürlük ve güvenlik hakkı ile
yerleşme ve seyahat özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
42. Anayasa’nın “Kişi
hürriyeti ve güvenliği” başlıklı 19. maddesi şöyledir:
“Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.
Şekil ve şartları kanunda gösterilen :
Mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve
güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi; bir mahkeme kararının veya kanunda
öngörülen bir yükümlülüğün gereği olarak ilgilinin yakalanması veya
tutuklanması; bir küçüğün gözetim altında ıslahı veya yetkili merci önüne
çıkarılması için verilen bir kararın yerine getirilmesi; toplum için tehlike
teşkil eden bir akıl hastası, uyuşturucu madde veya alkol tutkunu, bir serseri
veya hastalık yayabilecek bir kişinin bir müessesede tedavi, eğitim veya ıslahı
için kanunda belirtilen esaslara uygun olarak alınan tedbirin yerine
getirilmesi; usulüne aykırı şekilde ülkeye girmek isteyen veya giren, ya da
hakkında sınır dışı etme yahut geri verme kararı verilen bir kişinin
yakalanması veya tutuklanması; halleri dışında kimse hürriyetinden yoksun
bırakılamaz.
Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak
kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla
veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde
hâkim kararıyla tutuklanabilir. Hâkim kararı olmadan yakalama, ancak suçüstü
halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yapılabilir; bunun
şartlarını kanun gösterir.
Yakalanan veya tutuklanan kişilere, yakalama veya tutuklama
sebepleri ve haklarındaki iddialar herhalde yazılı ve bunun hemen mümkün
olmaması halinde sözlü olarak derhal, toplu suçlarda en geç hâkim huzuruna
çıkarılıncaya kadar bildirilir.
Yakalanan veya tutuklanan kişi, tutulma yerine en yakın
mahkemeye gönderilmesi için gerekli süre hariç en geç kırksekiz
saat ve toplu olarak işlenen suçlarda en çok dört gün içinde hâkim önüne
çıkarılır. Kimse, bu süreler geçtikten sonra hâkim kararı olmaksızın
hürriyetinden yoksun bırakılamaz. Bu süreler olağanüstü hal, sıkıyönetim ve
savaş hallerinde uzatılabilir.
Kişinin yakalandığı veya tutuklandığı, yakınlarına derhal
bildirilir.
Tutuklanan kişilerin, makul süre içinde yargılanmayı ve
soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları vardır.
Serbest bırakılma ilgilinin yargılama süresince duruşmada hazır bulunmasını
veya hükmün yerine getirilmesini sağlamak için bir güvenceye bağlanabilir.
Her ne sebeple olursa olsun, hürriyeti kısıtlanan kişi, kısa
sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı
halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı
merciine başvurma hakkına sahiptir.
Bu esaslar dışında bir işleme tâbi tutulan kişilerin
uğradıkları zarar, tazminat hukukunun genel prensiplerine göre, Devletçe
ödenir.
43. Anayasa’nın 19. maddesi, kişi özgürlüğü ve güvenliği
hakkını korumaktadır. Anayasa’nın 19. maddesinin ikinci fıkrasında kişi
özgürlüğüne müdahale oluşturacak durumlar sayılmıştır. Bu bağlamda Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi (AİHM), “özgürlük”
kavramının, kişinin fiziksel özgürlüğünü kapsamadığını belirtmiştir (Engel ve Diğerleri /Hollanda, B. No: 5100/71; 5101/71; 5102/71;
5354/72; 5370/72, 8/6/1976, § 58). Gözaltına alınıp nezarethanede tutulan,
tutuklanan, hapis cezasına mahkûm edilip cezaevine konulan kişilerin
özgürlüklerinden mahrum edildiklerinde kuşku bulunmamakla birlikte özgürlükten
mahrum bırakma çok çeşitli şekillerde ortaya çıkabilmektedir ve bu kavramlar
bütün özgürlükten yoksun bırakma hallerini kapsamaz. Özgürlükten mahrum bırakma
çeşitleri, gerek yasalardaki ve gerekse de kamu gücünün uygulamalarındaki
değişimlerle artmaktadır (Guzzardi/İtalya, B. No: 7367/76, 6/11/1980 § 95). Bu sebeple “kişi özgürlüğü”nün
her olayda ayrıca değerlendirilmesi gereken özerk bir kavram olduğu
belirtilmelidir.
44. AİHM, hareket özgürlüğüne yönelik ve AİHS’in
5. maddesi kapsamında kalan sınırlamaların ayrı bir hak olan ve AİHS’e Ek 4 No.lu Protokol’ün 2. maddesi ile güvence altına
alınan seyahat özgürlüğünün kısıtlanmasından farklı olduğunu belirtmiştir. AİHM’e göre AİHS’in 5. maddesi
anlamında özgürlük ve güvenlik hakkına yönelik müdahale, AİHS’e
Ek 4 No.lu Protokol’ün 2. maddesi kapsamındaki seyahat özgürlüğünün
kısıtlanmasının aşırı bir biçimidir. AİHM, özgürlük ve güvenlik hakkına yönelik
sınırlamalar ile seyahat özgürlüğüne yönelik sınırlamalar arasındaki farkın “sınırlamanın niteliği ve esası” ile ilgili
olmadığını, aralarındaki farkın yalnızca “derece
ve yoğunluk” farkı olduğunu belirtmiştir (Guzzardi/İtalya, § 93). Sınırlamalardaki derece ya da yoğunluğun
değerlendirilmesinde ise söz konusu tedbirin çeşidi, süresi, etkileri ve
uygulanma tarzı gibi çeşitli faktörler (Guzzardi/İtalya, § 92) ile bireyin gündelik hayatının devlet tarafından
ne ölçüde denetim altında tutulduğunun dikkate alınması gerekir. Söz konusu
değerlendirmelerde de davanın somut koşulları ile başvurucunun somut durumunun
göz önüne alınması gerekir.
45. Anayasa’nın “Yerleşme ve seyahat
hürriyeti” başlıklı 23. maddesi şöyledir:
“Herkes, yerleşme ve seyahat hürriyetine sahiptir.
Yerleşme hürriyeti, suç işlenmesini önlemek, sosyal ve
ekonomik gelişmeyi sağlamak, sağlıklı ve düzenli kentleşmeyi gerçekleştirmek ve
kamu mallarını korumak;
Seyahat hürriyeti, suç soruşturma ve kovuşturması sebebiyle
ve suç işlenmesini önlemek;
Amaçlarıyla kanunla sınırlanabilir.
Vatandaşın yurt dışına çıkma hürriyeti, ancak suç
soruşturması veya kovuşturması sebebiyle hâkim kararına bağlı olarak
sınırlanabilir.
Vatandaş sınır dışı edilemez ve yurda girme hakkından yoksun
bırakılamaz.”
46. AİHS ile Bu Sözleşme’ye Ek Birinci Protokol’de Tanınmış Bulunan
Haklardan ve Özgürlüklerden Başka Haklar ve Özgürlükler Tanıyan 4 No’lu Protokol’ün “Serbest
dolaşım özgürlüğü” başlıklı 2. maddesi şöyledir:
“1. Bir devletin ülkesi içinde usulüne uygun olarak bulunan
herkes, orada serbestçe dolaşma ve ikametgahını
seçebilme hakkına sahiptir.
2. Herkes, kendi ülkesi de dahil,
herhangi bir ülkeyi terk etmekte serbesttir.
3. Bu haklar, ancak ulusal güvenlik, kamu emniyeti, kamu
düzeninin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlık ve ahlakın veya
başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için, demokratik bir toplumda
zorunlu tedbirler olarak ve yasayla öngörülmüş sınırlamalara tabi tutulabilir.
4. Bu maddenin 1. fıkrasında sayılan haklar, belli yerlerde,
yasayla konmuş ve demokratik bir toplumda kamu yararının gerektirdiği
sınırlamalara tabi tutulabilir.”
47. Gerek Anayasa’nın 23. maddesi ve gerekse de AİHS’e Ek 4 No’lu Protokolü’ün 2. maddesinde bir devletin ülkesi içerisinde
seyahat özgürlüğü hakkı yer aldığı gibi aynı zamanda bir kimsenin bulunduğu
devletin ülkesinden ayrılma özgürlüğü hakkı da yer almaktadır. Somut olayda ilk
derece Mahkemesince başvurucu hakkında, almış olduğu hürriyeti bağlayıcı
cezanın yerine getirilmesini sağlamak amacıyla, “yurt dışına çıkamamak” güvenlik tedbirine hükmedilmiştir. Bu
tedbir, kişinin ülkeden ayrılma hakkına yönelik bir kısıtlama oluşturmaktadır.
48. AİHM, bir kimsenin ülkeden ayrılma
hakkına yönelik bir kısıtlamanın AİHS’e Ek 4 No.lu
Protokol’ün 2. maddesi kapsamında değerlendirilmesi gereken bir müdahale
oluşturduğuna karar vermiştir (Bkz. Riener/Bulgaristan, B. No: 46343/99, 23/5/2006 §§ 110). Anayasa’nın 23. maddesinin “Vatandaşın yurt dışına çıkma hürriyeti, ancak suç
soruşturması veya kovuşturması sebebiyle hâkim kararına bağlı olarak
sınırlanabilir” biçimindeki dördüncü fıkrasından bir kimsenin yurt dışına çıkmasının engellenmesinin
Anayasa’nın 23. maddesinde yer alan seyahat özgürlüğü kapsamında olduğu
anlaşılmaktadır.
49. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin
kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine
başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş
olması şarttır.”
50. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf
olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal
edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.”
51. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216
sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, herkesin, Anayasa’da
güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, AİHS ve buna ek
Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü
tarafından ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabileceği
hükmüne yer verilmiştir.
52. Bir başvurunun veya şikâyetin konu
bakımından Mahkemenin yetkisi kapsamına girebilmesi için, başvurucu tarafından
ihlal edildiği ileri sürülen hak, AİHS ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu
protokollerle korunmuş olmalıdır. Türkiye’nin taraf olmadığı ek protokol
hükümlerinden biriyle ilgili başvuruların Anayasa Mahkemesince incelenmesi
mümkün değildir. Mahkemenin hangi haklarla ilgili başvuruları
inceleyebileceğinin çerçevesi Anayasa ve 6216 sayılı Kanun tarafından çizilmiş
olup bu yetki çerçevesinin genişletilmesi mümkün değildir.
53. AİHS’e Ek 4 No.lu Protokol’e ülkemiz taraf değildir. Bu nedenle,
anılan Protokol kapsamında kalan ve Anayasa’nın 23. maddesinde yer alan seyahat
özgürlüğüne yönelik şikâyetle ilgili olarak
bireysel başvuruda bulunulamaz (bkz. Nicolatos ve Diğerleri/Türkiye,
B. No: 45663/99…(dec.), 1/6/2010;
Fathi/Türkiye, B. No: 32598/06, 30/6/2009).
54. Açıklanan
nedenlerle başvurunun Anayasa’nın 23. maddesinde yer alan seyahat özgürlüğüne
yönelik şikâyetle ilgili kısmının, diğer
kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemezliğine karar verilmesi
gerekir.
55. Başvurucu hakkında hükmedilen yurt
dışına çıkış yasağının Anayasa’nın 23. maddesinde yer alan seyahat özgürlüğüne yönelik şikâyetle ilgili kısmının
“konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemezliğine karar verilmesi
gerekmiştir. Bu sebeple başvurucunun,
Anayasa’nın 23. maddesinin ihlal edildiği yönündeki iddiaları çerçevesinde
değerlendirilen Anayasa’nın 10. maddesinin ihlal edildiği yönündeki iddiasının,
eşitlik ilkesinin bağımsız nitelikte koruma işlevine sahip olmayan ve kişi
özgürlüğü ve güvenliği hakkı ve seyahat özgürlüğünün korunmasını ve başvuru
yollarını güvence altına alan tamamlayıcı nitelikte bir hak olması nedeniyle “konu bakımından yetkisizlik”
nedeniyle kabul edilemezliğine karar verilmesi gerekir.
d. Seçme, Seçilme
ve Siyasî Faaliyette Bulunma Hakları Yönünden
56. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder. Başvurucunun düşünce açıklamalarının da parlamenter
faaliyetlerinin ayrılmaz bir parçası olduğu ve parlamenterlerin yasama
faaliyeti çerçevesinde yurt dışına çıkamamasının Anayasa’nın düşünceyi açıklama
ve yayma özgürlüğünü düzenleyen 26. maddesine aykırı olduğu yönündeki
şikâyetlerinin “Seçme, seçilme ve siyasî
faaliyette bulunma hakları”nın
yer aldığı Anayasa’nın 67.
maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
57. Öte yandan başvurucu, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin
14/7/2007 tarihli tahliye kararında kendisinin kaçma
şüphesinin bulunmaması sebebiyle tahliye edildiğini buna karşın aynı mahkemenin
18/9/2012 tarihli kararında bir gerekçeye dayanmadan yurtdışına çıkış yasağı
konulmasında yeterli ve ilgili gerekçeye yer verilmemesinin Anayasa’nın 141.
maddesindeki hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de şikâyetin ifade
biçimi göz önünde bulundurularak şikâyetin bu kısmının da bir bütün olarak “Seçme, seçilme ve siyasî faaliyette bulunma hakları”nın
yer aldığı Anayasa’nın 67.
maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
58. Başvurucunun, hakkında verilen yurtdışına çıkamamak adli
tedbir kararının gerekçesiz olduğu ve seçilme hakkının ihlal edildiğine ilişkin
şikâyetleri açıkça dayanaktan yoksun değildir. Ayrıca başka bir kabul
edilemezlik nedeni de bulunmadığı için başvurunun bu şikâyetlere ilişkin
kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
59. Başvurucu, yurtdışına çıkamamak şeklindeki adli tedbir
kararının yasama faaliyetlerini engellemesi nedeniyle yasama dokunulmazlığını
düzenleyen Anayasa’nın 83. maddesinin ihlali niteliğinde olduğunu ileri
sürmüştür.
60. Adalet Bakanlığı, başvurucunun bu başlık altındaki
şikâyetlerinin AİHS’e Ek 1 No.lu Protokol’ün 3.
maddesi ile Anayasa’nın 67. maddesi kapsamında incelenmesi gerektiğini
belirtmiştir. Bakanlık görüşünde somut olayda başvurucunun milletvekili seçilip
seçilmeyeceğine ilişkin bir meselenin bulunmadığını, meselenin milletvekili
seçilen başvurucunun kendisi hakkında verilen adli kontrol kararı nedeniyle
siyasal katılım hakkının ihlal edilip edilmediğine ilişkin olduğunu
belirtmiştir. Bakanlık görüşünde, başvurucunun 8 yıl 9 ay hürriyeti
bağlayıcı ceza ile mahkûm edildiği, derece mahkemesince başvurucunun
tutuklanması yerine daha hafif olan yurt dışına çıkış yasağı konulduğu ve bu
tedbirin başvurucunun parlamentoda yasama faaliyetlerine katılmasına engel
olmadığı, bu anlamda başvurucu hakkında uygulanan tedbir ile siyasal katılım
hakkına getirilen sınırlamanın ölçülü olup olmadığının değerlendirilmesi
gerektiği belirtilmiştir.
61. Başvurucu Bakanlık görüşüne katılmamış, başvuru
dilekçesindeki şikâyetlerini tekrar etmiş ayrıca Anayasa’nın 67. maddesinde yer
alan haklarının ihlal edildiğinin tespitine karar verilmesini talep etmiştir.
62. Milletvekili seçilmesine rağmen hakkında yurt dışına
çıkış yasağı konulması nedeniyle milletvekilliği görevini tam olarak yerine
getiremediğini ileri süren başvurucunun bu şikâyetinin, esas itibarıyla seçme,
seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarıyla ilgili olduğu ve Anayasa’nın
67. maddesi kapsamında incelenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
63. Anayasa’nın “Seçme,
seçilme ve siyasî faaliyette bulunma hakları” başlıklı 67.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak,
seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasî parti içinde siyasî
faaliyette bulunma ve halkoylamasına katılma hakkına sahiptir.”
64. AİHS’e Ek Protokol 1’in 3. maddesi
şöyledir:
“Yüksek Sözleşmeci Taraflar, yasama organının seçilmesinde
halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul
aralıklarla, gizli oyla serbest şeçimler yapmayı
taahhüt ederler.”
65. Anayasa’nın 67. maddesinde seçme, seçilme ve bağımsız
olarak veya bir siyasi parti içinde siyasî faaliyette bulunma hakkı güvence
altına alınmıştır. Seçimler ve siyasi haklar Anayasa’nın 2. maddesinde
ifadesini bulan demokratik devletin vazgeçilmez unsurlarıdır (AYM, E.2002/38,
K.2002/89, K.T. 8/10/2002). Benzer şekilde AİHM de “serbest seçim hakkı”nı Avrupa kamu düzeninin
temel unsuru olan demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul
etmektedir. AİHM, Sözleşme'ye Ek 1 No.lu Protokol’ün
3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı
bir demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip
olduğunu belirtmiştir (bkz. Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, B. No. 9267/81, 2/3/1987, § 47; Danoka/Letonya [BD], B. No: 58278/00, 16/3/2006, § 103; Yumak ve Sadak/Türkiye [BD], B. No:
10226/03, 8/7/2008, § 105).
66. Anayasa’nın 67. maddesinin birinci fıkrasında yer alan
haklar demokrasiyi hayata geçirme hedefi ile doğrudan bağlantılıdır. Siyasi
haklar, seçimlerde oy kullanma, aday olma ve seçilme haklarının yanında siyasi
faaliyette bulunma hakkını da kapsar (B. No: 2012/1272, 4/12/2013,
§ 110). Parlamenter demokraside halk ile yönetim arasındaki bağlantıyı ve
parlamentonun siyasi meşruiyetini, demokratik usul ve esaslara göre belirlenen
seçimler aracılığıyla halkın temsilcisi olarak seçilen milletvekilleri
gerçekleştirirler (B. No: 2012/1272, 4/12/2013, §
127).
67. Bununla birlikte seçilme hakkı sadece seçimlerde aday
olma hakkını değil, aynı zamanda ilgilinin seçildikten sonra milletvekili
sıfatıyla temsil yetkisini fiilen kullanabilmesini de kapsar. Bu bağlamda
seçilmiş milletvekilinin yasama faaliyetine katılmasına yönelik müdahale,
sadece onun seçilme hakkına değil, aynı zamanda seçmenlerinin serbest
iradelerini açıklama hakkına (aynı yöndeki AİHM kararı için bkz. Sadak ve Diğerleri/Türkiye, B.No. 25144/94, 26149/95, 26154/95, 27100/95, 27101/95, 11/6/2002, § 33, 40) ve siyasi faaliyette bulunma hakkına
yönelik bir müdahale teşkil edebilir.
68. Öte yandan seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma
hakkı ile ifade özgürlüğü arasında da önemli bağlantılar vardır. Nitekim AİHM,
milletvekili-seçmen ilişkisinden hareketle, ifade özgürlüğünün halkın seçilmiş
temsilcileri için özellikle önemli olduğunu, zira milletvekilinin seçmeni
temsil ettiğini, onların taleplerine dikkat çekerek menfaatlerini savunduğunu,
dolayısıyla bir muhalif milletvekilinin ifade özgürlüğüne yönelik müdahalenin
daha sıkı bir denetimi gerektirdiğini vurgulamıştır (bkz. Castells/İspanya, B.No. 11798/85, 23/12/1992, § 42).
69. Yasama yetkisinin sahibi olan parlamento ve onu oluşturan
milletvekilleri anayasal sınırlar içinde toplumda var olan farklı siyasi
görüşlerin temsilcileridirler. Serbest seçimlerle halkın adına karar alma yetkisi
verilen milletvekillerinin asli görev alanı parlamento olup, sahip oldukları
görev alanı üstün kamusal yarar ve önem içermektedir (B. No: 2012/1272, 4/12/2013, § 128).
70. Siyasi faaliyetlerde her ülkenin kendi koşulları içinde
yasalar ile sınırlamalar getirilebileceği söylenebilirse de, milletvekillerinin
yasama faaliyetlerinde anayasal bir koruma alanına sahip olduğu açıktır. Aslolan halkın siyasi iradesinin engellenmemesi ve hakkın
özünün etkisiz hale getirilmemesidir. Seçilmiş milletvekillerinin yasama
faaliyetlerini yerine getirmelerini engelleyecek ölçüsüz müdahaleler halk
iradesiyle oluşan siyasal temsil yetkisini ortadan kaldıracak, seçmen
iradesinin parlamentoya yansımasını önleyecektir (B. No: 2012/1272, 4/12/2013, § 129).
71. Öte yandan, seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma
hakları, mutlak olmayıp meşru amaçlarla sınırlanabilir. Anayasa’nın 67.
maddesinde sınırlama sebepleri öngörülmemekle birlikte bazı anayasal yasaklara
yer verilmiştir. Öte yandan Anayasa’nın 67. maddesinde siyasi haklara “kanunda gösterilen şartlara uygun” olarak
sahip olunacağı belirtilmiştir. Böylelikle Anayasa, kanun yolu ile hakkın
sınırlanabileceğini kabul etmiş olmaktadır. Kanun yolu ile sınırlandırmaya açık
bırakılan düzenleme ile öngörülen sınırlandırma imkânlarının anayasanın
bütünlüğü ilkesi kapsamında yine Anayasa’nın 13. maddesi ile birlikte
değerlendirilmesi gerekir. Başka bir deyişle Anayasa’nın 67. maddesinin birinci
fıkrasında öngörülen özgürlüklere yönelik sınırlamaların da bir sınırının
olması gerektiği açıktır. Temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında
Anayasa’nın 13. maddesindeki ölçütler göz önüne alınmak zorundadır. Bu sebeple
seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkına getirilen sınırlamaların
denetiminin Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçütler çerçevesinde ve
Anayasa’nın 67. maddesi kapsamında yapılması gerekir (bkz. B. No: 2012/1272, 4/12/2013, § 131).
72. Benzer şekilde, AİHM de bu hakların
sınırlandırılabileceğini kabul etmekte, ancak bu sınırlamaların "yasama organının seçiminde halkın görüşlerinin
serbestçe açıklanması”nı
ve bu anlamda belli kişilerin veya grupların ülkenin siyasal hayatına
katılımlarını engelleyici, söz konusu hakkın özünü zedeleyecek ve etkisini
ortadan kaldıracak ölçüde olmaması ve öngörülen amaçla orantılı olması
gerektiğini belirtmektedir. (bkz. Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika,
B. No: 9267/81, 2/3/1987, § 52; Tanase/Moldova [BD], B.No: 7/08, 27/4/2010,
§§ 157, 158, 161)
73. Somut olayda başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olmak
suçlamasıyla 5/11/2006 tarihinde gözaltına alınmış ve
8/11/2006 tarihinde tutuklanmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 13/11/2006 tarihli iddianamesiyle başvurucunun silahlı terör
örgütüne üye olma suçunu işlediği iddiasıyla cezalandırılması için İstanbul 10.
Ağır Ceza Mahkemesine ceza davası açılmış, yargılama tutuklu olarak devam
ederken başvurucu 22/7/2007 tarihinde yapılan 23. Dönem Milletvekili Genel
Seçiminde, İstanbul bağımsız milletvekili seçilmiştir. Başvurucunun tahliye
talebi üzerine İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi 24/7/2007
tarihinde milletvekili seçilmesi nedeniyle kaçma şüphesinin kalmadığı
gerekçesiyle başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Mahkeme başvurucu
hakkında herhangi bir güvenlik tedbirine de karar vermemiştir. Bu yönüyle gerek
yürütülen kovuşturma, gerekse başvurucunun tutukluluk hali başvurucunun
milletvekili seçilmesine engel teşkil etmemiştir. Bu anlamda başvurucunun
seçilme hakkına bir müdahale söz konusu olmadığı gibi, buna yönelik bir iddia
da ileri sürülmemiştir. Başvurucu, milletvekili seçildikten sonra tahliye
edildiğinden Türkiye Büyük Millet Meclisinde yemin etmiş ve milletvekilliği
görevini fiilen yerine getirmeye başlamıştır. Başvurucu, 12 Haziran 2011
tarihinde yapılan 24. Dönem Milletvekili Genel Seçiminde yeniden İstanbul bağımsız milletvekili adayı olmuş ve
seçilmiştir.
74. Bununla birlikte İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi 18/9/2012 tarihli kararı ile başvurucunun, silahlı terör
örgütüne üye olma suçundan 8 yıl 9 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve
karar kesinleşinceye kadar yurt dışına çıkmamak adli kontrol tedbirinin
uygulanmasına karar vermiştir. Başka bir deyişle başvurucunun şikâyetine konu “yurt dışına çıkamamak” tedbiri,
başvurucunun ilk derece mahkemesince 8 yıl 9 ay hapis cezası ile
cezalandırıldığı tarihten itibaren uygulanmaya başlanmıştır.
75. Somut olayda çözümlenmesi gereken ilk mesele, “yurt dışına çıkamamak” tedbirinin
milletvekili olan başvurucunun seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma
haklarından “seçilme hakkı” ile
aralarında ayrılmaz bir ilişki bulunan “siyasal
faaliyette bulunma” hakkına yönelik bir müdahale oluşturup
oluşturmadığını belirlemektir. Sonraki aşamalarda, varlığı kabul edilen
müdahalenin meşru amaçlara dayanıp dayanmadığının, söz konusu hakkın özü
zedeleyecek ölçüde kısıtlanıp kısıtlanmadığının, kısıtlamanın demokratik
toplumda gerekli olup olmadığının ve kullanılan araçların orantısız olup
olmadığının tespit edilmesi gerekir.
i. Müdahalenin Mevcudiyeti Hakkında
76. Başvurucu, parlamento
çalışmalarının sadece parlamento içine münhasır olmadığını, aynı zamanda yurt
içinde veya yurt dışında da parlamenter faaliyetlerin engellenmesinin yasama
dokunulmazlığına aykırı olduğunu, kendisinin 23. dönem TBMM Dış İlişkiler Komisyonu
üyesi olarak pek çok kez yurtdışına gidip geldiğini, yurt dışına çıkış yasağı
konulmasıyla birlikte yurtdışındaki parlamenter faaliyetlere katılamadığını
belirtmiştir.
77. Anayasa’nın 67. maddesinin birinci fıkrasında yer alan ve
özerk bir kavram olan “siyasi faaliyette
bulunma” kavramının demokratik bir toplumda kapsamlı bir tanımının
yapılmasında zorluklar bulunduğu açıktır. Somut olayda milletvekili olması
nedeniyle bir siyasal aktör olan başvurucunun, devletin ve toplumun siyasal
kararlarını etkileme amacıyla giriştiği eylemlerinin siyasi faaliyet olarak
kabul edilmesi gerekir. Bu eylemler yurt içinde gerçekleştirilebileceği gibi
yurt dışında da gerçekleştirilebilir. O halde başvurucunun siyasi bir
faaliyette bulunmak amacıyla yurtdışına çıkmasının engellenmesinde başvurucunun
“siyasi faaliyette bulunma”
hakkına yönelik bir müdahale vardır.
ii. Müdahalenin Haklı Sebeplere Dayanması Hakkında
78. Yukarıda anılan müdahaleler Anayasa’nın 67. maddesinin
birinci fıkrasında belirtilen anayasal yasaklardan olmadığı ve kanunlar
tarafından öngörülme koşulunu sağlamadığı ve Anayasa’nın 13. maddesinde
belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 13. ve 67.
maddelerinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebepten dolayı, sınırlamanın
Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen öze dokunmama, Anayasa’nın ilgili
maddesinde belirtilmiş olma, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın sözüne
ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve
ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının
belirlenmesi gerekir.
1. Kanunlar Tarafından Öngörülme
79. Başvurucu 67. maddenin dördüncü fıkrasında yer alan “bu hakların kullanılması kanunla düzenlenir”
hükmüne ve Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan “kanunlar tarafından öngörülme” gereğine aykırılık
bulunduğuna ilişkin bir iddiada bulunmamıştır. Yapılan değerlendirmeler
neticesinde, 5271 sayılı Kanun’un “Adli
Kontrol” başlıklı 109. maddesinin “kanunlar
tarafından öngörülme” ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.
2. Meşru Amaç
80. Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 8 yıl
9 ay hapis cezası ile cezalandırılmış ve kararın kesinleşmesinden sonra
hükmedilen hapis cezasının infazının temin edilebilmesi amacıyla yurt dışına
çıkmamak adli kontrol tedbirinin uygulanmasına karar verilmiştir. Söz konusu
yurt dışına çıkamamak tedbirinin suçluların cezalandırılmasına yönelik
önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.
3. Demokratik Bir Toplumda Gerekli Olma ve Ölçülülük
81. Son olarak bu tedbire yönelik olarak yapılan itirazın
reddine dair kararlarda demokratik bir toplumda başvurucunun “siyasi faaliyette bulunma” hakkıyla
dosyanın temyiz incelemesinde bulunduğu süre içerisinde başvurucunun yurt
dışına çıkamamasındaki kamu yararı arasında makul bir dengenin gözetilip
gözetilmediği değerlendirilmelidir.
82. Anayasa Mahkemesi yerleşik içtihatlarında demokratik
toplumu, “Demokrasiler, temel hak ve
özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir.
Temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunup tümüyle kullanılamaz hale getiren
sınırlamalar, demokratik toplum düzeni gerekleriyle uyum içinde sayılamaz. Bu
nedenle, temel hak ve özgürlükler, istisnaî olarak ve ancak özüne dokunmamak
koşuluyla demokratik toplum düzeninin sürekliliği için zorunlu olduğu ölçüde ve
ancak yasayla sınırlandırılabilirler.” (AYM, E.2006/142, K.2008/148,
K.T. 24/9/2008) biçiminde tarif etmiştir. Diğer bir
deyişle yapılan sınırlama hak ve özgürlüğün özüne dokunarak, kullanılmasını
durduruyor veya aşırı derecede güçleştiriyorsa, etkisiz hale getiriyorsa veya
ölçülülük ilkesine aykırı olarak sınırlama aracı ile amacı arasındaki denge
bozuluyorsa demokratik toplum düzenine aykırı olacaktır (Bkz. AYM, E.2009/59,
K.2011/69, K.T. 28/4/2011; AYM, E.2006/142,
K.2008/148, K.T. 17/4/2008).
83. Hak ve özgürlüklere yapılacak her türlü sınırlamada
devreye girecek bir başka güvence de Anayasa’nın 13. maddesinde ifade edilen “ölçülülük ilkesi”dir. Bu ilke, temel hak ve
özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin başvurularda öncelikli olarak dikkate
alınması gereken bir güvencedir. Anayasa’nın 13. maddesinde demokratik toplum
düzeninin gerekleri ve ölçülülük ilkeleri iki ayrı kriter
olarak düzenlenmiş olmakla birlikte bu iki kriter arasında bir ilişki vardır.
Nitekim Anayasa Mahkemesi önceki kararlarında demokratik toplum düzeni için
gerekli olmak ile ölçülülük arasındaki bu ilişkiye dikkat çekmiş, “[T]emel hak ve özgürlüklere yönelik her hangi bir
sınırlamanın,] demokratik toplum düzeni için gerekli
nitelikte, başka bir ifadeyle güdülen kamu yararı amacını gerçekleştirmekle
birlikte, temel haklara en az müdahaleye olanak veren ölçülü bir sınırlama
niteliğinde olup olmadığının incelenmesi gerekir…” (AYM, E.2007/4,
K.2007/81, K.T. 18/10/2007) diyerek, amaca, temel
haklara en az müdahaleyle ulaşmayı sağlayacak aracın tercih edilmesi
gerektiğine karar vermiştir.
84. Anayasa Mahkemesinin kararlarına göre ölçülülük, temel
hak ve özgürlüklerin sınırlanma amaçları ile araç arasındaki ilişkiyi yansıtır.
Ölçülülük denetimi, ulaşılmak istenen amaçtan yola çıkılarak bu amaca ulaşılmak
için seçilen aracın denetlenmesidir. Bu sebeple seçme, seçilme ve siyasi
faaliyette bulunma hakkı alanında getirilen müdahalelerde, hedeflenen amaca
ulaşabilmek için seçilen müdahalenin elverişli, gerekli ve orantılı olup
olmadığı değerlendirilmelidir.
85. Bu bağlamda, başvuru konusu olay bakımından yapılacak
değerlendirmelerin temel ekseni, müdahaleye neden olan derece mahkemelerinin
kararlarında dayandıkları gerekçelerin seçme, seçilme ve siyasi faaliyette
bulunma hakkını kısıtlama bakımından “demokratik
bir toplumda gerekli” ve “ölçülülük
ilkesi”ne
uygun olduğunu inandırıcı bir şekilde ortaya koyup koyamadığı olacaktır.
86. Bu çerçevede mahkemelerin milletvekili seçilen kişiler
hakkında yurt dışına çıkamamak koruma tedbirine karar verirken seçilme ve
siyasi faaliyette bulunma hakkının kullanılmasından kaynaklanan yarardan çok
daha ağır basan, korunması gereken bir yararın varlığını somut olgulara
dayanarak göstermeleri gerekir. (B. No: 2012/1272, 4/12/2013,
§ 114). Bunun sonucu olarak başvurucunun seçilme ve siyasi faaliyetlere katılma
hakkına yönelik müdahalenin Anayasa’nın 67. maddesini ihlal boyutuna ulaşıp
ulaşmadığı incelenirken, başvurucunun milletvekili seçilmesiyle birlikte ileri
sürmüş olduğu iddiaların yurt dışına çıkamamak tedbirinin verildiği kararda
gerektiği gibi değerlendirilip değerlendirilmediğine de bakılmalıdır.
87. Dolayısıyla, başvurucunun seçilmiş
bir milletvekili olarak yurt dışına çıkamamak tedbiri nedeniyle yerine getiremediği
siyasi ve temsil faaliyetleri ile davanın mahkûmiyetle bitirilmesinden sonra Yargıtayın temyiz kararına kadar başvurucunun yurt dışına
çıkmasının yasaklanmasındaki kamu yararı arasındaki dengenin ölçülü olduğunun
kabulü halinde, yurt dışına çıkamamak tedbirine ilişkin gerekçelerin
inandırıcı, başka bir deyişle ilgili ve yeterli oldukları sonucuna varılabilir.
88. Başvurucu, ilk derece mahkemesinin 14/7/2007
tarihli tahliye kararında kendisinin kaçma şüphesinin bulunmaması sebebine
dayanıldığını, buna karşın aynı mahkemenin 18/9/2012 tarihli kararında herhangi
bir gerekçeye dayanmadan yurtdışına çıkış yasağı konulmasında bir çelişki
bulunduğunu ve bu çelişkili kararın anayasal haklarının ihlali niteliğinde
olduğunu ileri sürmüştür.
89. Yurt dışına çıkamamak tedbirine
hükmeden İlk Derece Mahkemesi, tedbir kararını başvurucu hakkında hükmedilen
hürriyeti bağlayıcı cezanın 8 yıl 9 ay gibi uzun bir süre olmasına,
başvurucunun yasadışı PKK silahlı terör örgütü üyesi olmaktan mahkûm edilmiş
olmasına, başvurucunun cezasından mahsup edilecek tutukluluk süresinin
hükmedilen cezaya göre az olmasına dayandırmış ve kararın kesinleşmesi halinde
hükmün infazının sağlanması amacıyla başvurucu hakkında “yurt dışına çıkamamak” koruma tedbirine
karar vermiştir. Başvurucu hakkında hükmedilen hürriyeti bağlayıcı ceza,
daha sonra Yargıtay’ın 24/12/2013 tarihli ilamı ile
onamıştır.
90. Başvurucu, PKK silahlı terör örgütü üyesi olmak
suçlamasıyla tutuklu olarak yargılamasının devam ettiği sırada milletvekili
seçilmesi nedeniyle kaçma şüphesinin kalmadığı gerekçesiyle tahliye edilmiştir.
Başvurucunun tahliyesine karar verildiği sırada henüz hakkında bir mahkûmiyet
kararı bulunmamaktadır. Buna karşın başvurucu, ilk derece Mahkemesinin 18/9/2012 tarihli kararı ile yasadışı PKK silahlı terör
örgütü üyesi olmak suçunu işlediği sabit olduğu gerekçesiyle ile 8 yıl 9 ay
hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. İlk Derece Mahkemesi
mahkûmiyet kararından sonra başvurucu hakkında yurt dışına çıkamamak tedbirine
karar vermiştir. Mahkeme tedbirin gerekçesi olarak başvurucuya hükmedilen
hürriyeti bağlayıcı cezanın süresini ve kararın kesinleşmesi halinde
başvurucunun ceza evinde kalacağı bakiye sürenin uzunluğunu, başvurucunun
silahlı terör örgütü üyesi olmaktan cezalandırılmış olmasını göstermiştir.
91. Bireysel başvuru incelemesi açısından, bir kimse hakkında
suç isnadında bulunulmasından sonraki sanık statüsü ile aynı kimse hakkında
mahkûmiyet kararı verilmesinden sonraki statü arasında esaslı fark
bulunmaktadır. “Mahkumiyet”
kavramı işlendiği kanıtlanan bir suç nedeniyle “suçluluğun belirlenmesi”ni
ifade eder. Mahkûmiyet, yargılamayı yapan mahkeme tarafından mahkûm edilmek
anlamına gelir. Mahkûmiyete karar verilmiş olmakla, isnat olunan suçun
işlendiği, bundan failin sorumlu olduğunun sübuta erdiği kabul edilmekte ve bu
nedenle sanık hakkında hürriyeti bağlayıcı cezaya ve/veya para cezasına
hükmedilmektedir. Mahkûmiyetle birlikte kişinin kuvvetli suç şüphesi altına
bulunma hali sona ermektedir. Bu açıdan mahkûmiyet kararının kesinleşmiş olması
ayrıca gerekmez.
92. Somut olayda başvurucu ilk derece
mahkemesinin mahkûmiyet kararını verdiği 18/9/2012 tarihinden
itibaren hakkında mahkumiyet kararı verilmiş kişi statüsündedir. Başvurucu
hakkındaki yurt dışına çıkamamak güvenlik tedbiri, mahkûmiyet hükmünün bir
sonucu olarak verilmiş ve mahkûmiyete dayanılmıştır. İlk Derece Mahkemesinin
gerekçesine göre mahkûmiyet kararı ile “yurt
dışına çıkamamak” güvenlik tedbiri arasında yeterli nedensellik
ilişkisi bulunmaktadır. Bir koruma tedbiri niteliğindeki “yurt dışına çıkamamak” kararı nedeniyle
başvurucunun mahkûmiyet kararından sonraki süreçte yurt dışına çıkamamasından
ibaret müdahalenin demokratik toplumun gereklerine aykırı olmadığı gibi
başvurucunun milletvekilliği görevlerini yapabilmesi nedeniyle amaçlanan
hedefler açısından da ölçüsüz olduğu söylenemeyecektir.
93. Bu sebeplerle başvurucunun
Anayasa’nın 67. maddesinde güvence altına alınan seçme, seçilme ve siyasi
faaliyette bulunma hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiaları yönünden “açıkça dayanaktan yoksun olması”,
2.
Seyahat özgürlüğünün ihlal edildiği iddiaları yönünden “konu bakımından yetkisizlik”,
3. Eşitlik ilkesinin ihlal
edildiği iddiaları yönünden “konu bakımından
yetkisizlik”,
nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Seçme, seçilme ve siyasi faaliyette
bulunma hakkının ihlal edildiği iddiaları yönünden KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Başvurucunun, seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal
edildiği iddiasıyla ilgili olarak Anayasa’nın 67. maddesinin birinci fıkrasının
İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına,
20/2/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.