TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
İBRAHİM CAN KİŞİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2012/1052)
|
|
Karar Tarihi: 23/7/2014
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Engin YILDIRIM
|
Raportör
|
:
|
Recep ÜNAL
|
Başvurucu
|
:
|
İbrahim Can KİŞİ
|
Vekili
|
:
|
Av. Vefa TOKLU
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, Askeri Yüksek İdare
Mahkemesinde (AYİM) görülen tam yargı davası kapsamında bilirkişi raporu ile
tespit edilen maddi zararını öğrendikten sonra talep sonucuna ilişkin ıslah
talebinin kabul edilmemesi ile hak ettiği maddi tazminatın önemli bir kısmından
mahrum kaldığını ve bu nedenle adil yargılanma, mülkiyet ve etkili başvuru
haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuştur.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 12/12/2012 tarihinde
Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı
tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 26/9/2013
tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından
yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. İkinci Bölüm tarafından 7/1/2014
tarihinde yapılan toplantıda, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas
incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet
Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular 7/1/2014
tarihinde Bakanlığa bildirilmiştir. Bakanlık, yazılı görüşünü 6/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık görüş yazısı, başvurucuya 14/3/2014
tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne cevaplarını içeren
dilekçesini 19/3/2014 tarihinde sunmuştur.
III. OLAYLAR VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru dilekçesi ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, askerlik yükümlülüğünü yerine getirmek üzere 27/5/2009 tarihinde acemi eğitim birliğine katılmış, burada
eğitimini tamamlamasının ardından 16/9/2009 tarihinde Van ili Özalp ilçesindeki
6. Hudut Alayı 2. Hudut Taburu 7. Hudut Bölük Komutanlığı emrine verilmiştir.
9. Başvurucu, anılan askeri birlikteki görevine devam
ederken 9/8/2010 tarihinde 03:00 ilâ 05:00 saatleri
arasındaki nöbet görevi sırasında gözünde acı ve görme bozukluğu şikâyetiyle
amirlerine müracaat etmesi üzerine, ertesi gün bağlı bulundukları Tabur
Komutanlığı revirine gönderilmiş, burada yapılan muayenesi sonucunda Van Asker
Hastanesine sevk edilmiştir.
10. Başvurucunun 11/8/2010 tarihinde
Van Asker Hastanesinde yapılan muayenesi sonucunda “sol gözde minimal vitre içi hemoraji-sol makülopati” teşhisi konulmuş ve ileri tetkik ve
tedavi için Ankara Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GATA) Hastanesine sevk
edilmiştir.
11. Başvurucu, askerlik görevine ilişkin süreyi tamamladığı 25/8/2010 tarihinde terhis edilmiştir.
12. Ankara GATA Hastanesinde yapılan muayene ve tedavi işlemleri
sonucunda 28/12/2010 tarihli tabip raporu ile
başvurucunun sol gözünün 0,2 düzeyinde görebildiği tespit edilerek “sol göz moküler hol”
tanısı ile üç ayda bir kontrol önerilmiş ve “Durumu
A/9 F-1'e uyar. Askerliğe elverişlidir. Komando ve askeri şoför olamaz.
Kıtasına taburcusu uygundur.” sonucuna ulaşıldığı tespit edilmiştir.
13. Başvurucu, 4/1/2011 tarihinde
Milli Savunma Bakanlığına başvuruda bulunarak tazminat talep etmiştir. 60
günlük kanuni süre içerisinde idarenin cevap vermemesi üzerine başvurucu, 17/3/2011 tarihinde adli yardım talebiyle tam yargı davası
açmıştır.
14. AYİM İkinci Dairesinin 30/3/2011
tarih ve E.2011/478, K.2011/433 sayılı kararıyla başvurucunun adli yardım
talebinin kabulüne, 4/7/1972 tarih ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi
Kanunu'nun 45. maddesinin (B) bendi gereğince dava dilekçesinin reddine karar
verilmiştir.
15. Bu karar üzerine 28/4/2011
tarihinde AYİM’e sunulan yenilenmiş dava dilekçesi
ile başvurucunun sol güzünde meydana gelen %80 oranındaki görme kaybının davalı
idarenin hizmet kusuru sonucu meydana geldiği iddiası ile başvurucu lehine
50.000,00 TL maddi ve 20.000,00 TL manevi; diğer davacılar (başvurucunun anne
ve babası) lehine ayrı ayrı 2.500,00 TL manevi tazminat talep edilmiştir.
16. GATA Adli Tıp Ana Bilim Dalı Başkanlığı tarafından
yapılan muayene sonucunda başvurucunun sol gözündeki fonksiyonel kaybın duyu ve
organlarından birinin işlevinin tamamen yitimi niteliğinde olduğu, %23,2
oranında meslekte kazanma gücünü kaybettiği tespit edilmiştir. Aynı kurumun Göz
Hastalıkları Ana Bilim Dalı öğretim üyesince düzenlenen görüş yazısında ise
başvurucunun gözünde meydana gelen hasarın yeni gelişen akut bir durum olduğu,
buna yol açan sebebin ise termal ya da künt bir travma olabileceği bildirilmiştir.
17. AYİM’e sunulan 5/3/2012
tarihli bilirkişi raporu ile başvurucunun %23,2 olarak tespit edilen
maluliyetine ilişkin olarak 96.249,00 TL maddi tazminat ödenmesi gerektiği
mütalaasında bulunulmuştur.
18. Başvurucu,16/3/2012 tarihli
dilekçe ile maddi tazminat talebini 96.249,00 TL ve manevi tazminat talebini
ise 15.000,00 TL olarak ıslah etmek istediğini Yüksek Mahkemeye bildirmiştir.
19. AYİM İkinci Dairesinin 4/4/2012
tarihli kararı ile başvurucunun askerlik görevi sırasında oluşan maluliyetinin
idarenin hizmet kusurundan kaynaklandığı sonucuna ulaşılarak başvurucuya
50.000,00 TL maddi ve 20.000,00 TL manevi tazminat verilmesine, dava tarihinden
ödeme tarihine kadar yıllık %9 oranında hesaplanacak kanuni faiz yürütülmesine,
diğer davacıların (başvurucunun anne ve babası) manevi tazminat taleplerinin
reddine, başvurucudan alınan 210,00 TL bilirkişi ücretinin davalı idare
tarafından başvurucuya ödenmesine oy çokluğuyla karar verilmiştir.
20. Aynı kararda 1602 sayılı Kanun’un
46. maddesinin dördüncü fıkrasındaki “taraflar
sürenin geçmesinden sonra verecekleri savunmalara veya ikinci dilekçelere
dayanarak hak iddia edemezler” kuralı gereğince, idari yargıda iddia
ve savunmanın değiştirilmesi ve genişletilmesi yasağı bulunduğu ve davacıların
süresi dışında talep sonucunu ıslah yoluyla arttırmalarının mümkün olmadığı
gerekçeleriyle başvurucunun ıslah talebinin reddine karar verilmiştir.
21. Başvurucu 21/6/2012 tarihli
dilekçe ile AYİM kararına karşı karar düzeltme yoluna başvurmuş olup, AYİM
İkinci Dairesinin 14/11/2012 tarih ve E.2012/565, K.2012/1031 sayılı kararı ile
karar düzeltme talebinin reddine karar verilmiştir. Bu karar başvurucuya 29/11/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir.
B. İlgili Hukuk
22. 11/4/2013 tarih ve 6459 sayılı İnsan Hakları
ve İfade Özgürlüğü Bağlamında Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun’un 1. maddesi ile değişik 1602 sayılı Kanun’un 46. maddesinin dördüncü
fıkrası şöyledir:
“Taraflar sürenin geçmesinden sonra
verecekleri savunmalara veya ikinci dilekçelere dayanarak hak iddia edemezler.
(Ek cümle: 11/4/2013-6459/1 md.)
Ancak, tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya
diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı
ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve miktarın
artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa
tebliğ edilir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
23. Mahkemenin 23/7/2014 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 12/12/2012 tarih ve 2012/1052 numaralı
bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
24. Başvurucu, AYİM’de
açtığı tam yargı davasının yargılaması kapsamında, davaya konu gerçek zararı
öğrenmesini müteakiben maddi tazminata ilişkin talep sonucunu ıslah yoluyla
arttırdığını, AYİM’in idari yargıdaki talep sonucunu
değiştirme yasağını gerekçe göstererek bu talebini kabul etmeyip, dava
dilekçesinde talep edilen miktar olan 50.000,00 TL tazminata hükmettiğini, bu
şekilde hak ettiği tazminatın sadece yarısına kavuşabildiğini, bu şekilde adil
yargılanma, mülkiyet ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş
ve tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
25. Anayasa Mahkemesi, başvurucu tarafından yapılan hukuki
nitelendirme ile bağlı olmaksızın, olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi
takdir eder. Buna göre başvurucunun şikâyetinin özü, yargılama sırasında alınan
bilirkişi raporunda belirlenen tazminat alacağı miktarının dava açarken talep
ettiğinden fazla olan kısmını talep edememesi veya bir mahkeme önüne
götürememesine, dolayısıyla, adil yargılanma hakkının güvenceleri arasında yer
alan mahkemeye erişim hakkına ilişkindir. Bu nedenle, Anayasa’nın 35. ve 40. maddeleri
çerçevesinde ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
26. Asker kişilerin, askeri idarenin eylem ve işlemlerinden
doğan kişisel zararlarının tazmininin, Anayasa ve Sözleşme’de
düzenlenen adil yargılanma hakkının koruma alanı kapsamında yer aldığı
konusunda tereddüt yoktur (B. No: 2012/791, 7/11/2013,
§§ 26-30).
27. Açıklanan nedenlerle, açıkça dayanaktan yoksun olmayan ve
kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden bulunmayan
başvurunun, kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
28. Bakanlık görüş yazısında, AİHM içtihatlarına atıf
yapılarak, özellikle tazminat davalarında yargılamanın uzun sürdüğü durumlarda,
alacaklı miktarın dengelenmesi bakımından öngörülen gecikme faizinin enflasyon
oranı karşısında yetersiz kalması sonucu takdir edilen tazminatın hatırı
sayılır ölçüde değer kaybına uğramasının Sözleşme’nin ihlali olarak
nitelendirildiği, bu durumun ise meydana gelen zarar ile takdir edilen tazminat
arasında gözetilmesi gereken adil dengenin sağlanması bakımından sakıncalar
doğuracağı, bu sakıncanın giderilebilmesi için iç hukuk sisteminde dava
açılması sırasında dava dilekçesinde belirlenen meblağın ıslah işleminde olduğu
gibi yeniden değerlendirilmesini yargılama aşamasında talep edebilme olanağının
ilgililere sağlanmasının gerekli olduğu, 30/4/2013
tarihinde Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe
giren 6459 sayılı Kanunla idari yargılama usulüne ıslah müessesinin dâhil
edilmesi ile yapısal sorunun çözüme kavuşturulduğu bildirilmiştir.
29. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyan dilekçesinde,
uğradığı zararın gerçek miktarının yargılama safhasında 5/3/2012
tarihli bilirkişi incelemesi ile ortaya çıktığını, müteakip ıslah talebinin
ilgili Kanun hükmü gereğince reddedildiğini, bu nedenle gerçek zararının
karşılanmadığını, karardan yaklaşık altı ay sonra bu sorunun çözümüne yönelik
kanuni düzenleme yapılarak olası ihlallerin önünün kesildiğini, bu şekilde bu
durumun hak ihlali oluşturduğunun kabul edilmiş olduğunu, ancak karar
kesinleştikten sonra yapılan bu düzenlemeden yararlanarak oluşan zararının
karşılanmasının mümkün olmadığını, sonuç olarak uğradığı zararın 41.249,00 TL
olduğunu bildirmiştir.
30. Mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde
düzenlenen adil yargılanma hakkının güvenceleri arasında yer almaktadır (B. No:
2012/144, 2/10/2013, § 28; B. No: 2012/791, 7/11/2013,
§ 51; B. No: 2012/1061, 21/11/2013, § 28; B. No: 2013/711, 3/4/2014, § 41).
31. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı ve uyuşmazlık
kapsamında bir talebi, mahkeme önüne taşıyabilmek ve bunların etkili bir
şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin
mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını (B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52) ya da kişinin bizatihi mahkemeye başvurmuş
olmasını anlamsız hale getiren sınırlamalar, mahkemeye erişim hakkını ihlal
edebilir.
32. Mahkemeye etkili erişim hakkı, mahkemeye başvuru
konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin
mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını
gerektirmektedir. Özellikle hukuki belirsizlikler ya da uygulamadaki
belirsizlikler kişilerin mahkemeye erişim hakkını ihlâl edebilmektedir (Aynı
yöndeki AİHM kararı için bkz. Geffre/Fransa,
B. No: 51307/99, 23/1/2003, § 34). Bu nedenle,
mahkemeler usul kurallarını uygularken bir yandan âdil yargılanma hakkını ihlâl
edebilecek aşırı şekilcilikten, diğer yandan da yasalar tarafından düzenlenen
usul kurallarının ortadan kaldırılması sonucunu doğurabilecek aşırı
gevşeklikten kaçınmalıdırlar (Aynı yöndeki AİHM kararı için bkz. Walchli/Fransa, B. No: 35787/03, 26/7/2007, § 29; Eşim/Türkiye,
B.No: 59601/09, 17/9/2013, § 21).
33. Anayasa’nın 36. maddesinde, hak arama özgürlüğü için
herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte, bunun hiçbir
şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel
sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları
bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede herhangi bir
sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da, Anayasa’nın başka maddelerinde yer
alan kurallara dayanarak bu hakların sınırlandırılması da mümkün olabilir. Dava
açma hakkının kapsamına ve kullanım koşullarına ilişkin bir kısım
düzenlemelerin hak arama özgürlüğünün doğasından kaynaklanan sınırları ortaya
koyan ve hakkın norm alanını belirleyen kurallar olduğu açıktır. Ancak bu
sınırlamalar Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olamaz
(AYM, E.2010/83, K.2012/169, K.T. 1/11/2012).
34. Anayasa’nın “Temel hak
ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesine göre
temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nın ilgili
maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir.
Ayrıca bu sınırlamalar, Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum
düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.
35. AİHM de mahkemeye erişim hakkının
dayanağı olan Sözleşme’nin 6. maddesinde adil yargılanma hakkın
sınırlandırılması rejimi düzenlenmemiş olmasına rağmen, bunun hiçbir surette
mahkemeye erişim hakkının sınırlandırılamayacağı anlamını taşımadığını, hakkın
niteliği gereği, mahkemeye erişim konusunda devletin bir takım sınırlama ve
düzenlemeler yapmasının kaçınılmaz olduğunu ve bu nedenle sözleşmeci
devletlerin bu konuda bir takdir alanına sahip olduklarını kabul etmektedir. Ancak, bu sınırlamaların hakkın
özüne zarar vermeyecek nitelikte, meşru bir amaca dayalı ve kullanılan aracın
sınırlama amacı ile orantılı olması, kamu yararının gerekleri ile bireyin
hakları arasında kurulmaya çalışılan adil dengeyi bozacak şekilde birey
aleyhine katlanılması zor külfetler yüklenmemiş olması gerekir (bkz. Ashingdane/Birleşik Krallık, B. No: 8225/78, 28/5/1985, § 57; García Manibardo/İspanya, B. No:
38695/97, 15/2/2000, § 36; Sabri
Güneş/Türkiye, B. No: 27396/06, 24/5/2011, § 56).
36. Sonuç itibariyle mutlak olmayan ve sınırlandırılabilen
mahkemeye erişim hakkına ilişkin sınırlandırmaların, hakkın özünü zedeleyecek
şekilde kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi, açık ve ölçülü olması ve
başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmaması gerekir (B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38).
37. Dava açılması konusundaki kısıtlamalar, kural olarak
mahkemeye erişim hakkına müdahale teşkil eder. Bu kısıtlamalar, süre ve benzeri
bir takım usuli şartlar öngörülerek doğrudan doğruya
olabileceği gibi, mahkeme önünde devam eden bir davanın taraflarının, dava
konusu hak veya menfaate yönelik tasarruflarının sınırlandırılması şeklinde de
tezahür edebilir. Bir tazminat veya tam yargı davasına konu olan alacağa
ilişkin talep miktarının, yargılama safahatı kapsamında arttırılamaması
nedeniyle, alacağın belirli bir kısmına erişilememiş olması da, belirtilen
anlamda dava açılması ile ilgili bir kısıtlama olarak, mahkemeye erişim hakkı
kapsamında incelenmesi gerekli olan bir konudur.
38. Tazminat alacağının miktarı, ancak bilirkişi incelemesi
ve benzeri araştırmalardan sonra mahkemenin takdir yetkisi çerçevesinde
belirlenebilen bir olgudur. Tazminat müessesesinin bu özelliği gereği, hak
kazanılan tazminat miktarının dava açılmadan önce tam olarak bilinmesi veya
öngörülmesi mümkün değildir. Dava açılması aşamasında karşı karşıya kalınan bu
belirsizliğin, talep miktarının sonradan düzeltilmesi (ıslah) yoluyla aşılması
da 30/4/2013 tarihi öncesinde 1602 sayılı Kanun gereği
mümkün değildir (B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 56). Buna göre, hak kaybına
uğramaması bakımından davacı tarafın, dava devam ederken, talep sonucunu ıslah
etme ihtiyacının doğması kaçınılmazdır.
39. Somut olayda başvurucu, maruz kaldığı maluliyet nedeniyle
50.000,00 TL maddi ve 20.000,00 TL manevi tazminat talep etmiştir. Yargılama
kapsamında alınan bilirkişi raporunda, başvurucuya 96.249,00 TL maddi tazminat
ödenmesi gerektiği mütalaasında bulunulmuştur. Bu şekilde, hak ettiği maddi
tazminat miktarının, talep ettiğinden fazla olduğunu öğrenen başvurucu, maddi
tazminat talebini 96.249,00 TL ve manevi tazminat talebini ise 15.000,00 TL
olarak ıslah etmek istediğini Yüksek Mahkemeye bildirmiştir. AYİM, başvurucunun
ıslah taleplerini 1602 sayılı Kanun’un 46. maddesinin dördüncü fıkrası
gereğince, idari yargıda iddia ve savunmanın değiştirilmesi ve genişletilmesi
yasağı bulunduğu ve davacıların süresi dışında talep sonucunu ıslah yoluyla
arttırmalarının mümkün olmadığı gerekçeleriyle reddetmiş ve dava dilekçesinde
talep edilen miktarları esas alarak karar vermiştir. Başvurucunun, talebini
güncelleyememesi ile tazminat alacağının belirli bir miktarından mahrum kalmış
olmasının, mahkemeye erişim hakkına yönelik bir müdahale oluşturduğu açık olup,
1602 sayılı Kanun’un 46. maddesinin dördüncü fıkrası, bu müdahalenin dayanağını
teşkil etmektedir.
40. 1602 sayılı Kanun’un 46. maddesinin dördüncü fırkasında,
“Taraflar sürenin geçmesinden sonra
verecekleri savunmalara veya ikinci dilekçelere dayanarak hak iddia edemezler.”
ifadesi hükme bağlanmıştır. Her ne kadar aynı fıkraya 6459 sayılı Kanun’un 1.
maddesi ile eklenen “Ancak, tam yargı
davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları
gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir
defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve miktarın artırılmasına ilişkin
dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir.”
cümlesi ile tam yargı davaları bakımından bir istisna öngörülerek, dava
dilekçesinde talep edilen miktarın bir defaya mahsus olmak üzere arttırılmasına
imkan tanınmışsa da, başvuruya konu AYİM kararı 14/11/2012
tarihinde kesinleşmiş olup, başvurucunun 30/4/2013 tarihinde yürürlüğe giren bu
düzenlemeden yararlanması da mümkün olmamıştır.
41. Adil yargılanma hakkı, demokratik hukuk devletinin
vazgeçilmez unsurlarından biri olup, tüm bireyler açısından mümkün olan en
geniş şekilde güvence altına alınmalıdır. Diğer taraftan hukuki eylem, işlem ve
kuralların sürekli dava tehdidi altında bulunması hukuk devletinin unsurları
olan hukuki istikrar ve hukuki güvenlik ilkeleriyle bağdaşmaz. Bu nedenle hak
arama özgürlüğü ile hukuki istikrar ve hukuki güvenlik gerekleri arasında makul
bir denge gözetilmelidir (AYM, E.2010/83, K.2012/169, K.T. 1/11/2012).
1602 sayılı Kanun’un 46. maddesinin dördüncü fırkasındaki düzenleme ile askeri
idare aleyhine açılan davaların ve bu davalar kapsamında sunulan taleplerin
disipline edilmesinin hedeflendiği, daha ciddi takip edilmeleri sağlanarak
davaların sürüncemede kalması ve belirsizliklerin önlenmesinin amaçlandığı
anlaşılmaktadır. Anayasa’nın 141. maddesinin dördüncü fıkrasındaki davaların en
az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması bağlamında
değerlendirilebilecek bu amaçların meşru olduğu açıktır.
42. Hakkın özü, dokunulduğunda söz konusu temel hak ve
özgürlüğü anlamsız kılan asli çekirdeği ifade etmekte olup, bu yönüyle her
temel hak açısından kişiye dokunulmaz asgari bir alan güvencesi sağlamaktadır.
Bu çerçevede, hakkın kullanılmasını önemli ölçüde güçleştiren, hakkı
kullanılamaz hale getiren veya ortadan kaldıran sınırlamaların, hakkın özüne
dokunduğu kabul edilmelidir (AYM, E.2002/112, K.2003/33, K.T. 10/4/2003). Ölçülülük ilkesinin amacı da, temel hak ve
özgürlüklerin gereğinden fazla sınırlandırılmasının önlenmesidir. Anayasa
Mahkemesi kararları uyarınca ölçülülük ilkesi, sınırlama için kullanılan aracın
sınırlama amacını gerçekleştirmeye uygun olmasını ifade eden elverişlilik,
sınırlayıcı önlemin sınırlama amacına ulaşmak bakımından zorunlu olmasına
işaret eden zorunluluk ve araçla amacın orantısız bir ölçü içinde bulunmaması ile
sınırlamanın ölçüsüz bir yükümlülük getirmemesini deyimleyen
oranlılık unsurlarını içermektedir (AYM, E.2012/100, K.2013/84, K.T. 4/7/2013).
43. Bu noktada, belirtilen ölçütlere
riayetle bir sınırlandırma yapılıp yapılmadığının tespiti için, müdahale teşkil
ettiği ve mahkemeye erişim hakkının ihlalini sonuçladığı
iddia edilen önlemin temelini oluşturan meşru amaç karşısında, bireye düşen
fedakârlığın ağırlığının göz önünde bulundurulması ve gözetilen kamusal yararın
gerekleri ile bireyin temel hakkının korunması arasında adil bir dengenin
kurulup kurulmadığının belirlenmesi zorunludur. Anayasa’nın 13. maddesi vasıtasıyla
Anayasa’da yer alan tüm temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması hususunda
geçerli olan bu denge, mahkemeye erişim hakkının sınırlandırılmasında da göz
önünde bulundurulmalıdır.
44. Somut başvuruya konu yargılamada ıslaha yönelik talep
hakkı kısıtlanan başvurucu, bilirkişi tarafından hesaplanan 96.249,00 TL maddi
tazminatın ancak 50.000,00 TL’lık kısmına
kavuşabilmiştir. Bu şekilde tazminat alacağının kayda değer bir kısmından
mahrum kalan ve lehine adli yardım kararı verilmiş olması itibarıyla maddi
durumunun elverişsiz olduğu anlaşılan başvurucunun, katlanmak zorunda
bırakıldığı külfetin, hedeflenen meşru amaçlarla orantısız olduğu; dolayısıyla
müdahalenin ölçülü olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
45. Belirtilen nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine
karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden
46. Başvurucu, ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması
bakımından, 41.249,00 TL zararının tazminini talep etmiştir.
47. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda
verdiği ihlal kararlarında hükmettiği tazminat miktarları çerçevesinde
hakkaniyete uygun bir tazminata karar verilmesinin yerinde olacağı yönünde
görüş bildirmiştir.
48. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar”
kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
49. Somut başvuru açısından, başvurucunun ıslah talebinin
dikkate alınmadığı AYİM kararı sonucunda başvurucunun, tazminat alacağının
belirli bir bölümünden mahrum kaldığı ve bu nedenle mahkemeye erişim hakkının
ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Tespit edilen ihlal sonucunda
başvurucunun, 41.249,00 TL tutarında maddi zarara uğradığı açık olup, maddi
zararla sınırlı olan ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından
yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar görülmemiştir. Bu nedenle ihlalin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için başvurucuya 41.249,00 TL maddi tazminat
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
50. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler
uyarınca tespit edilen 172,50 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 1.672,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi
gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
nedenlerle;
A. Başvurucunun, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye
erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya 41.249,00 TL maddi TAZMİNAT ÖDENMESİNE,
D. Başvurucu tarafından yapılan 172,50 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.672,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
23/7/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.